LEADERSHIP   2009-01-09 LEADERSHIP 2009-01-09

Hier, Alpha Oumar Konaré, ancien président du Mali et de la Commission de l'Union africaine, répondait sur RFI aux questions de Christophe Boisbouvier, et s'exprimait notamment sur les élections ghanéennes et la victoire de John Atta-Mills. Mali eski Cumhurbaşkanı ve Afrika Birliği Komisyonu Başkanı Alpha Oumar Konaré, dün RFI'da Christophe Boisbouvier'e verdiği mülakatta Gana seçimleri ve John Atta-Mills'in zaferi hakkındaki görüşlerini aktardı. À de nombreuses reprises, il a employé le terme de « leadership », et de façon très positive. On numerous occasions, he used the term 'leadership', and in a very positive way. Birçok kez "liderlik" terimini kullandı ve bunu çok olumlu bir şekilde yaptı.

Et le leadership de John Atta-Mills au Ghana est aujourd'hui incontestable. And John Atta-Mills' leadership in Ghana is now undeniable. John Atta-Mills'in Gana'daki liderliği artık tartışılmaz. Il a été élu, bien élu, et prend le pouvoir tout à fait légalement dans le pays. He was elected, well elected, and takes power completely legally in the country. Seçildi, iyi seçildi ve ülkede iktidarı oldukça yasal bir şekilde ele geçiriyor. Alors, est-ce que c'est son leadership qui a facilité son élection, ou est-ce que c'est son élection qui détermine son leadership ? So, is it his leadership that facilitated his election, or is it his election that determines his leadership? Yani liderliği mi seçilmesini kolaylaştırdı, yoksa seçilmesi mi liderliğini belirledi? L'usage de ce mot n'est pas unique. The use of this word is not unique. Bu kelimenin kullanımı benzersiz değildir. Il est bien sûr anglais, utilisé tel quel en français, et n'est d'ailleurs pas utilisé tant que ça. It is of course English, used as is in French, and is not used that much anyway. Elbette İngilizce'dir, Fransızca'da olduğu gibi kullanılır ve çok fazla kullanılmaz. Il l'est peut-être davantage en Afrique qu'ailleurs. It may be more so in Africa than elsewhere. Belki de başka yerlere kıyasla Afrika'da daha fazla. Il est construit à partir de « leader », autre mot anglais aujourd'hui très courant en français. It is constructed from 'leader', another English word that is now very common in French. Fransızca'da artık çok yaygın olan bir başka İngilizce kelime olan "leader" kelimesinden türetilmiştir. Un leader est un chef, celui qui est dans une position de pouvoir, de commandement, celui qui dirige. A leader is a chief, one who is in a position of power, command, one who leads. Lider bir şeftir, güç ve komuta konumunda olan, yöneten kişidir. Et diriger est bien le sens principal du verbe anglais to lead , dont vient le mot « leader ». Ve liderlik etmek, "lider" kelimesinin geldiği liderlik etmek fiilinin ana anlamıdır.

Mais attention, être leader est en général une position de fait plus qu'une position de droit. But beware, being a leader is generally a position of fact more than a position of right. Ancak dikkat edin, lider olmak genellikle hukuki bir konumdan ziyade fiili bir konumdur. Bien souvent, le leader n'a pas de position officielle et légitimée. Often, the leader does not have an official and legitimized position. Çoğu zaman liderin resmi, meşrulaştırılmış bir pozisyonu yoktur. On parle du leader d'une rébellion, d'un mouvement revendicatif, d'une révolution, autant que du leader d'un pays. We talk about the leader of a rebellion, of a protest movement, of a revolution, just as much as we talk about the leader of a country. Bir ülkenin lideri kadar bir isyanın, bir protesto hareketinin ya da bir devrimin liderinden bahsediyoruz. Le mot s'accommode donc autant de l'officiel que du clandestin. The word accommodates both the official and the clandestine. Dolayısıyla bu kelime hem resmi hem de gizli olan için kullanılabilir. La syllabe « –ship » qu'on lui ajoute indique, en anglais, la position qui correspond à cet état : le leader est le chef ; le leadership, c'est le fait d'être chef, la position ou le statut de chef. The syllable '-ship' that is added to it indicates, in English, the position that corresponds to this state: the leader is the chief; leadership is the fact of being a chief, the position or status of chief. Ona eklenen "-ship" hecesi bu duruma karşılık gelen pozisyonu gösterir: lider şeftir; liderlik şef olma olgusu, şefin pozisyonu veya statüsüdür. Mais le mot désigne souvent une simple position dominante, et ne s'applique pas forcément à un humain. But the word often designates a simple dominant position, and does not necessarily apply to a human. Ancak bu kelime genellikle sadece baskın bir pozisyonu ifade eder ve bir insan için geçerli olması gerekmez. Si une société est leader sur son marché, c'est-à-dire si elle est la plus importante, on peut parler de son leadership. If a company is a leader in its market, meaning it is the most important, one can talk about its leadership. Eğer bir şirket kendi pazarında lider ise, yani en büyük şirket ise, onun liderliğinden söz edebiliriz. Le leadership de la société Truc en matière de location de voitures est menacé par la société Machin, qui la talonne et pourrait devenir plus importante. The leadership of the company Truc in the car rental sector is threatened by the company Machin, which is close behind and could become more important. Truc'un araç kiralama alanındaki liderliği, hemen arkasından gelen ve daha da büyüyebilecek olan Machin'in tehdidi altında.

Il y a évidemment des synonymes. There are obviously synonyms. Belli ki eş anlamlı kelimeler var. On peut dire, en français, position dominante, domination, prééminence, suprématie ou même hégémonie, même si ce mot est plus péjoratif. One can say, in French, dominant position, dominance, preeminence, supremacy, or even hegemony, although this word is more pejorative. Fransızcada "hakim pozisyon", "hakimiyet", "prééminence", "suprématie" ve hatta bu kelime daha aşağılayıcı olsa bile "hégémonie" diyebiliriz. On parle en général d'hégémonie quand cette position dominante est agressive, qu'elle tente de défendre sa position première par des moyens qu'on peut penser déloyaux ou injustifiés. We generally speak of hegemony when this dominant position is aggressive, when it tries to defend its primary position by means that one might consider unfair or unjustified. Bu hakim konum saldırgan olduğunda, birincil konumunu tartışmalı bir şekilde haksız veya gerekçesiz yollarla savunmaya çalıştığında genellikle hegemonyadan söz ederiz. Ce que j'ai remarqué d'étonnant dans le discours d'Alpha Omar Konaré, c'est l'aspect extrêmement positif de ce « leadership ». What I found astonishing in Alpha Omar Konaré's speech is the extremely positive aspect of this 'leadership'. Alpha Omar Konaré'nin konuşmasında şaşırtıcı bulduğum şey, bu "liderliğin" son derece olumlu yönüydü. Dans l'usage politique qu'on en fait aujourd'hui, il désigne plutôt le pouvoir légitime, celui qui a la caution de l'institution. In today's political usage, it refers more to legitimate power, the one that has the backing of the institution. Günümüzün siyasi kullanımında, daha çok meşru iktidara, kurumun desteğine sahip olan iktidara atıfta bulunur. Le leadership s'oppose à la dictature, il évoque la bonne gouvernance, ou du moins le fait d'être aux affaires à l'issue d'un processus démocratique. Leadership is opposed to dictatorship; it evokes good governance, or at least being in office as a result of a democratic process. Liderlik diktatörlüğün tam tersidir, iyi yönetişimi ya da en azından demokratik bir sürecin ardından yönetimde olmayı çağrıştırır. Mais le mot est parfois employé avec le sens d'autorité naturelle, qui ne s'assoit pas sur la force, mais se laisse porter par l'adhésion populaire. But the word is sometimes used in the sense of natural authority, which does not rely on force but is carried by popular support. Ancak bu kelime bazen güce dayanmayan, ancak halkın desteğiyle hareket etmesine izin veren doğal otorite anlamında da kullanılmaktadır. Coproduction du Centre national de Documentation Pédagogique. Centre national de Documentation Pédagogique tarafından ortaklaşa üretilmiştir. http://www.cndp.fr/