×

Χρησιμοποιούμε cookies για να βελτιώσουμε τη λειτουργία του LingQ. Επισκέπτοντας τον ιστότοπο, συμφωνείς στην πολιτική για τα cookies.

image

Asım Yıldırım Hikayeler, Anne Ben Geldim

Anne Ben Geldim

Terör örgütünde faaliyet gösterip, bu yapılar içerisindeki yanlışı ve kötülüğü görerek oralardan uzaklaşmış insanların anlattığı çarpıcı gerçeklerden oluşuyor bu kitap.

Kırsalda faaliyet yürütmekten dolayı gözaltına alınmış bir şahıs, örgüt içinde gördüğü cinsel sapıklıklar nedeniyle bir gece nöbet tutarken silahını bırakarak kaçtığını anlatıyordu.

Bu kişinin abisi daha önce bir polisi katletmişti.

Mülakat yapan görevli bir an o polisin cenazesini hatırladı.

Yetim kalan çocuklarının ve ayakta güçlükte duran gözü yaşlı eşinin bayrağı sarılı tabuta önündeki mahzun bakışlarını hatırladı ve nasıl oldu da yurt dışına kaçmadan önce yakalayamadık bu katili diye kendi kendine sistem etti.

Bir an gözlerinin önüne babasının fotoğrafını cılız ve çelimsiz kolları minicik elleri arasında taşıyan ve göz yaşları ile öpen çocuk geldi.

Ne söyleyeceğini bilememiş ve kelimeler boğazında düğünlenmişti o anda.

Birden kendine geldi.

Toparlanmak üzere odadan çıkarken elinde tuttuğu çay bardağını ne kadar sıktığının farkında bile değildi.

Küçük bir patlama sesiyle bardak tuz buz oluverdi.

Bir süre soluklandıktan sonra başka çocuklar yetim kalmasın, vatan evlatları içlerini bir kor gibi yakan hüzünleriyle annelerini baş başa bırakmasın diyerek mülakat yapılan odaya tekrar girdi ve göz altındaki örgüt üyesine yürekler yakıp yuvalar yıkan terörün kanlı yüzünü yavaş yavaş anlatmaya başladı.

Konuşma sırasında şahsın gözü masanın üzerinde duran içi toprak dolu bir kavanoza takıldı.

Karşısındakinin meraklı bakışlarını fark eden görevli açıklama yapma ihtiyacı hissetti.

Şişenin içinde gördüğün bu toprak bir hafta önce ziyarete gittiğimiz Çanakkale şehitlerinin bulunduğu yerin toprağıdır.

Şehit dedelerimiz bu toprağa ayaklarını basmış kanlarını akıtmışlar.

Ben de bu toprağın başımın üzerine gelecek şekilde yarın bir gün öldüğümde mezarıma konulması için arkadaşlarıma vasiyet ettim.

Evet, emperyalist güçler ellerindeki bütün imkanları birleştirmiş ama ne Çanakkale'yi ne de Anadolu muza ile geçirebilmişlerdi.

Tarihinde esaret nedir bilmeyen bir milleti savaşarak yenemeyeceklerini anladıklarından ülkeye ayrılık tohumları serperek toplumun tarih boyunca barışık kesimlerinin birbirlerine karşı güven ve sevgisini sarsma üzerine yapmışlardı kirli planlarını.

Tarihte birçok devlet dış güçlerden dolayı değil kendi yanılgıları sonucu halkın ihtilafa düşmesiyle yıkıldı.

Savaş meydanlarına çıkmaya cesaret edemeyen devletler hedefleri ve aldatmalarla halkı birbirine düşürerek sonuç almaya çalıştı.

Söz Çanakkale'den açılmışken sohbet bir destanla süslenmeliydi görevi de öyle yaptı karşısında oturan terör örgütü mensubuna anlatmaya devam etti.

1930'lu 40'lu yıllarda Balıkesir'de bir Adile teyze yaşardı.

Bağıra bağıra konuşur her fırsatta da ağlardı.

Adeta yarım meczuptu.

Deliydi biraz.

Seferberlik başlar başlamaz kocası askere Çanakkale'ye gönderilmişti.

Tek evladı olan Hasan'la yapayalnız kalmıştı Adile teyze.

Hasan daha 17'sindeydi.

Başkasının dükkanında çalışıyor ailesini öyle geçindirmeye çalışıyordu.

Derken Çanakkale'den gelen yaralıların şehitlerin haberleri duyulmaya başladı.

Bir gün eve gelen bir kırmızı mektupla babanın şehit olduğu haberini aldılar.

Sadece birliği ve şehit düştüğü gün yazılıydı.

Göz yaşları sel oldu.

Ana oğul daha sıkı keneplendiler birbirlerine.

Ama günler geçmek bilmiyordu.

Fatihalar, hatimler, mevlidler acı bir türlü azalmıyordu.

Bir gün yine davullar dövülmeye başlandı balıkesirde.

Yine gönüllüler toplanmaya başlandı.

Askerlik şubesinin önü kalabalıktı.

Davullar zurnalar ey gazileri çalıyordu.

Yüksek bir yere çıkan çavuş elinde koca bir bayrak sallıyordu durmadan.

Hasan davul sesini duyunca dükkanı kapayıp askerlik şubesinin önünde aldı soluğu.

Sıraya girdi.

Gelenler sırayla kaydediliyor, hemen geri alınıp asker elbiseleri giydiriliyor.

Çavuşlar yeni askerlere durmadan öğütler veriyor, tavsiyelerde bulunuyorlardı.

Gönüllüler hemen aynı gün yola çıkacaktı.

Bir adet vardı, önünde davullar, sancağın arkasında gönüllüler,

sokak sokak dolaşırken tanıdıklarıyla, akrabalarıyla, aileleriyle helalleşirler,

dualar alırlar, cepheye öyle giderlerdi.

Davullar sokaklarda dolaşmaya başlayınca bütün balıkesirler kapılara, pencerelere çıkar,

acaba kimi son defa göreceğiz, kim Çanakkale'ye gidiyor, kimin çocuğuyla helalleşiyoruz diye merakla bakarlardı.

Davulları duyar duymaz, Adile teyze de kapıya çıkmış, gönüllülerin gelmesini beklemeye başlamıştı.

Kolay değildi, o da kocasını bu şekilde davullarla vurlamıştı Çanakkale'ye.

Davullar vuruyor, uzaktan sancağın ardı sıra bir asker yaklaşıyor.

Birden en önde gülümseyerek kendisine bakan bir askere takıldı gözleri.

Bu onun can yongası, tek yavrusuydu, Hasan'ıydı gelen.

Yavrum evladım, gözümün nuru Hasan'ım, hayrola dedi.

Ana ben Çanakkale'ye gidiyorum, babamın yanına dedi Hasan.

Yavrum, aslanım sana helal olsun uslu.

Uykusuz gecelerim helal olsun, analık hakkım helal olsun.

Ama Çanakkale'de düşmana sırtını dönersen, babanı utandırırsan haram olsun.

Adile teyze feryan eder.

Komşular, kına yetiştirin koç yiğidimi vatanıma kurban gönderiyorum, kına yetiştirin.

Adet olduğu üzere kına getirilir.

Oğlum uzat tetik parmağını kınanı yakayım, onu kullanırken gizli hatırla der.

Kına yakılır parmağa, oğlum bekle bakalım der.

İçeri girer, açar sandığı, duanı çıkarır getirir.

Yavrum bu dua baban almıştı.

Çanakkale'ye git, babanın mezarını bul, bu dua onun üzerine ört.

Peki ana der Hasan.

Eller öpülür, kucaklaşır, ağlaşılır.

Hasan'ın arkasından sular dökülür, gidenler sokağın ucundan marş söyleye söyleye kaybolurlar.

Aradan belki on beş gün, belki de yirmi yirmi beş gün geçmiştir.

Eve bir kırmızı mektup daha gelir.

Adile teyze mektubu görür görmez, anladım postacı, anladım.

Ama ne olur sen oku, ana yüreğidir dayanamaz, sen okuttur.

Mektup anne diye başlar.

Anne ben oğlunun bölük komutanıyım.

Babasının mezarını bulmak maalesef mümkün olamadı.

Şehitleri toplu gömeriz.

Ama oğlun vasiyet etmişti, duanı oğlunun üzerine örtük.

Analar evlatlarını vatana kurban gönderme hissiyatıyla kınalıyor.

Evlatlar geri dönmeyeceklerini bildiklerinden kendi cenaze namazlarını kılarak düşmanın üzerine korkusuzca gidiyordu.

Böyle toplu vuran yürekleri hangi düşman sindirebilirdik?

Konuşma vitninde görevli memurla birlikte tutuklu şahsın da gözlerinden yaşa bakıyordu.

Kendisinin ve polis katili abisinin durumunu aklından geçiren şahıs, abidedi.

Sizde bu kadar vatan aşkı varken nasıl oluyor da hiçbir şey olmamış gibi oturup gittiğim yolun yanlış olduğunu anlatmak için benimle konuşabiliyorsunuz.

Bazen iradeniz dışında tamamen hisleriniz ve iç sezişinize uyarak birine yakınlık duyarsınız.

Geldiğimden beri bana gösterdiğiniz tavır beni o kadar etkiledi ki konuşmalarınız bir annenin yüreğinden kopup gelen sözler kadar içli ve sıcak.

Beni dinlediniz, hislerimi ve acılarımı paylaştınız.

Halbuki biz örgüt olarak, PKK olarak sadece kırsaldan ayrılmak istiyor diye kendi insanlarımızı öldürüyor, toprağa gömüyorduk.

Size düşman gözüyle bakanların bu toprakların insan olduklarından şüphe edilir.

Kendimden utanıyorum, terörist olduğumdan dolayı utanıyorum, terör faaliyetlerine katıldığımdan dolayı utanıyorum.

Ne olur beni affedin.

Bu millet öyle bir millettir ki diye bitiyor hikaye.

Bu millet öyle bir millettir ki en zor zamanlarda, en yorgun ve en perişan, en yoksun ve en bitkin olduğu günlerde bile vatan uğruna can veren evlatlar yetiştirmiştir.

Bu topraklar o hatıralarla doluyken dahili veya harici hiçbir hain elinin ektiği ayrılık tohumu yeşermeyecektir.

Altyazı M.K.

Learn languages from TV shows, movies, news, articles and more! Try LingQ for FREE

Anne Ben Geldim Mami, ich bin zu Hause. Mom, I'm home. Mamá, estoy en casa. Maman, je suis rentré. Мамочка, я дома. 妈妈我在这里 媽媽我在這裡

Terör örgütünde faaliyet gösterip, bu yapılar içerisindeki yanlışı ve kötülüğü görerek oralardan uzaklaşmış insanların anlattığı çarpıcı gerçeklerden oluşuyor bu kitap. Terror|in der Terrororganisation|Aktivität|zeigt||Strukturen||das Unrecht||das Böse|sehen|von dort||||schockierenden|von den Realitäten||| |organization|activities|operating|||within|the wrong||||from there|has distanced|||striking|the realities|is made up of|| This book consists of striking facts told by people who have been active in terrorist organizations and who have seen the wrong and evil in these structures and moved away from them. Ce livre est constitué de faits frappants racontés par des personnes qui ont été actives dans des organisations terroristes et qui ont vu le mal et la méchanceté de ces structures et s'en sont éloignées.

Kırsalda faaliyet yürütmekten dolayı gözaltına alınmış bir şahıs, örgüt içinde gördüğü cinsel sapıklıklar nedeniyle bir gece nöbet tutarken silahını bırakarak kaçtığını anlatıyordu. auf dem Land||führen||Festnahme|genommen|||Organisation|||sexuelle|Abartungen||||||seine Waffe||geflüchtet ist|erzählte in the countryside|activity|conducting activities||detained|taken||person|organization|||sexual perversions|perversions|because of|||guarding|standing guard|his weapon|leaving||was telling A person detained for conducting activities in the countryside said that he had abandoned his weapon and fled one night while on guard duty because of the sexual perversions he saw within the organization. Une personne détenue pour avoir mené des activités à la campagne a déclaré qu'elle avait abandonné son arme et s'était enfuie une nuit alors qu'elle était de garde en raison des perversions sexuelles qu'elle avait vues au sein de l'organisation.

Bu kişinin abisi daha önce bir polisi katletmişti. ||||||Polizisten|getötet ||brother|||||had killed This person's brother had murdered a policeman before. Le frère de cette personne avait déjà assassiné un policier.

Mülakat yapan görevli bir an o polisin cenazesini hatırladı. ||||||Polizei||erinnerte sich interview||officer|||||funeral|remembered For a moment the interviewer remembered the funeral of that policeman. Pendant un instant, l'enquêteur s'est souvenu de l'enterrement de ce policier.

Yetim kalan çocuklarının ve ayakta güçlükte duran gözü yaşlı eşinin bayrağı sarılı tabuta önündeki mahzun bakışlarını hatırladı ve nasıl oldu da yurt dışına kaçmadan önce yakalayamadık bu katili diye kendi kendine sistem etti. Waisenkind||der Kinder|||in Schwierigkeiten|||||Flagge|umhüllt|Sargtuch||traurigen|||||||||||||Mörder||||| orphan|remaining|||standing|in difficulty|standing|||his wife|the flag|wrapped|the coffin|in front of|sad|||||||||without逃跑||we couldn't catch||killer||||| He remembered his orphaned children and his teary-eyed wife, who could barely stand, looking at the flag-draped coffin and wondered to himself how come we could not catch this murderer before he fled abroad. Il se souvient des regards tristes de ses enfants orphelins et de sa femme en larmes, qui pouvait à peine se tenir debout, devant le cercueil drapé et se demande comment il se fait que nous n'ayons pas pu attraper ce meurtrier avant qu'il ne s'enfuie à l'étranger.

Bir an gözlerinin önüne babasının fotoğrafını cılız ve çelimsiz kolları minicik elleri arasında taşıyan ve göz yaşları ile öpen çocuk geldi. ||||||dünn||schwächlich|Arme||||tragend|||Tränen||küssend|| ||||||thin and frail||weak and frail|arms|tiny|||carrying|||||kissing|| For a moment, the child who was carrying his father's photograph in his scrawny, frail arms and tiny hands and kissing it with tears came before his eyes. L'espace d'un instant, l'enfant qui portait la photo de son père dans ses bras maigres et frêles entre ses petites mains et l'embrassait en pleurant est revenu devant ses yeux.

Ne söyleyeceğini bilememiş ve kelimeler boğazında düğünlenmişti o anda. |sagen würde|hatte nicht sagen können|||in seinem Hals|gestaut|| |||||in his throat|had knotted|| She couldn't figure out what to say, and at that moment, the words were stuck in her throat. Il ne savait pas quoi dire et les mots étaient noués dans sa gorge à ce moment-là.

Birden kendine geldi. Suddenly, she came to her senses. Soudain, il s'est retourné.

Toparlanmak üzere odadan çıkarken elinde tuttuğu çay bardağını ne kadar sıktığının farkında bile değildi. sich sammeln|||||||Glas|||squeeze||| ||||||||||squeezing||| As she was leaving the room to compose herself, she wasn't even aware of how tightly she was gripping the tea glass in her hand. En quittant la pièce pour faire ses bagages, il ne se rend pas compte à quel point il serre la tasse de thé qu'il tient dans sa main.

Küçük bir patlama sesiyle bardak tuz buz oluverdi. ||Explosion|Geräusch||||wurde ||explosion|||||suddenly shattered With a small explosion sound, the glass shattered into pieces. Il y a eu une petite explosion et le verre a volé en éclats.

Bir süre soluklandıktan sonra başka çocuklar yetim kalmasın, vatan evlatları içlerini bir kor gibi yakan hüzünleriyle annelerini baş başa bırakmasın diyerek mülakat yapılan odaya tekrar girdi ve göz altındaki örgüt üyesine yürekler yakıp yuvalar yıkan terörün kanlı yüzünü yavaş yavaş anlatmaya başladı. ||nachdem er Luft geholt hatte|||||bleiben|Vaterland|Söhne|ihre||||brennenden|mit ihren Traurigkeiten|ihre|||lassen|||||||||||des Mitglied|Herzen|brennend|Nester|yakan|des Terror|||||| ||catching breath||||||homeland||||||burning|their sorrows||||||interview|||||||under|organization|to the member|hearts|burning||destroying homes||bloody|face|||| After catching their breath for a while, other children entered the interview room again, saying that no other children should be left orphans, and that the children of the homeland should not leave their mothers alone with their sorrow that burned like a flame in their hearts. They slowly began to describe the bloody face of terrorism that takes away homes and hearts to the organization member under their eyes. Après avoir repris son souffle pendant un moment, il est revenu dans la salle d'entretien en disant qu'aucun autre enfant ne devrait être orphelin, que les fils de la patrie ne devraient pas laisser leurs mères seules avec la tristesse qui brûle leur cœur comme une braise, et il a lentement commencé à expliquer au membre de l'organisation détenu le visage sanglant du terrorisme qui brûle les cœurs et détruit les maisons.

Konuşma sırasında şahsın gözü masanın üzerinde duran içi toprak dolu bir kavanoza takıldı. ||deine|||||||||Glas|fiel auf ||your||||||soil|||jar|was fixed During the conversation, the person's gaze fell on a jar filled with soil that was on the table.

Karşısındakinin meraklı bakışlarını fark eden görevli açıklama yapma ihtiyacı hissetti. of the person opposite||||||||need|felt Noticing the curious looks on the other's face, the official felt the need to explain.

Şişenin içinde gördüğün bu toprak bir hafta önce ziyarete gittiğimiz Çanakkale şehitlerinin bulunduğu yerin toprağıdır. der Flasche|||||||||||der Märtyrer|||Boden of the bottle||||soil|||||we visited||of the martyrs|is located||is the soil This soil you see in the bottle is the soil of the place where the Çanakkale martyrs were martyred, which we visited a week ago.

Şehit dedelerimiz bu toprağa ayaklarını basmış kanlarını akıtmışlar. Märtyrer|||in dieses Land|Füße|gesetzt|Blut|vergießen martyrs|our grandfathers||||set foot|blood|they have shed Our martyred grandfathers stepped on this soil and shed their blood.

Ben de bu toprağın başımın üzerine gelecek şekilde yarın bir gün öldüğümde mezarıma konulması için arkadaşlarıma vasiyet ettim. ||||Kopf|||||||wenn ich sterbe|zu meinem Grab|Konservierung|||| |||of the soil|my head|||in a way|||||to my grave|to be placed|||will| So I made a will to my friends to put this soil on my grave one day tomorrow when I die.

Evet, emperyalist güçler ellerindeki bütün imkanları birleştirmiş ama ne Çanakkale'yi ne de Anadolu muza ile geçirebilmişlerdi. ||Mächte|||Möglichkeiten||||||||Musa||verbringen |imperialist||||resources|had combined|||||||with||they had managed to pass Yes, the imperialist powers combined all the means at their disposal, but they could neither pass Çanakkale nor Anatolia.

Tarihinde esaret nedir bilmeyen bir milleti savaşarak yenemeyeceklerini anladıklarından ülkeye ayrılık tohumları serperek toplumun tarih boyunca barışık kesimlerinin birbirlerine karşı güven ve sevgisini sarsma üzerine yapmışlardı kirli planlarını. |Versklavung||||Volk|kämpfend|siegen|verstanden|||Samen|streuend|der Gesellschaft|||friedlich|teilen||||||sarsma||||ihrelerini planlarını |slavery||who do not know||nation|by fighting|they would not|||separation|seeds of separation|sowing||||peaceful|||against|trust||love|shaking||they had done|| Realizing that they could not defeat a nation that had never known slavery in its history by fighting, they had made their dirty plans to shake the trust and love of the historically peaceful segments of society towards each other by spreading the seeds of separation in the country.

Tarihte birçok devlet dış güçlerden dolayı değil kendi yanılgıları sonucu halkın ihtilafa düşmesiyle yıkıldı. In der Geschichte|||ausländisch|von den Mächten||||Irrtümer|||Konflikt|Fallen|zerstört in history||state||||||mistakes|||conflict|falling into conflict|collapsed Many states in history have collapsed not because of external forces, but because of the people's conflicts as a result of their own mistakes.

Savaş meydanlarına çıkmaya cesaret edemeyen devletler hedefleri ve aldatmalarla halkı birbirine düşürerek sonuç almaya çalıştı. |Plätzen|||edemeyen|Staaten|||mit Täuschungen|das Volk||gegeneinander auszuspielen||| |to the battlefields|to go out|courage||states|their goals||deceptions|||by turning||| States that did not dare to take to the battlefields tried to achieve results by pitting people against each other through targets and deception.

Söz Çanakkale'den açılmışken sohbet bir destanla süslenmeliydi görevi de öyle yaptı karşısında oturan terör örgütü mensubuna anlatmaya devam etti. ||als|||Epos|sollte geschmückt werden||||||||Organisation|Mitglied||| the word||while it had opened|||epic|should be adorned||||||||organization|member||| Speaking of Çanakkale, the conversation had to be embellished with an epic, and the officer did so and continued to tell the terrorist organization member sitting across from him.

1930'lu 40'lu yıllarda Balıkesir'de bir Adile teyze yaşardı. |||in Balıkesir||Adile|| ||in the years|||Aunt Adile|aunt|lived In the 1930s and 40s, there lived an Aunt Adile in Balıkesir.

Bağıra bağıra konuşur her fırsatta da ağlardı. er schreit||||Gelegenheit||weinte ||||opportunity||would cry

Adeta yarım meczuptu. ||verrückt almost||crazy He was half-mad.

Deliydi biraz. war verrückt|

Seferberlik başlar başlamaz kocası askere Çanakkale'ye gönderilmişti. Mobilmachung||||zum Militär||war geschickt worden Mobilization||||||

Tek evladı olan Hasan'la yapayalnız kalmıştı Adile teyze. |Sohn||mit Hasan|völlig allein||| |only child|||all alone|||

Hasan daha 17'sindeydi. ||war

Başkasının dükkanında çalışıyor ailesini öyle geçindirmeye çalışıyordu. |||seine Familie||unterhalten| |||||supporting|was trying

Derken Çanakkale'den gelen yaralıların şehitlerin haberleri duyulmaya başladı. |||der Verwundeten|der Märtyrer||zu hören| |||the wounded|the martyrs||| Then the news of the wounded and martyrs from Çanakkale started to be heard.

Bir gün eve gelen bir kırmızı mektupla babanın şehit olduğu haberini aldılar. ||||||Brief||||Nachricht| ||||||letter||martyr|||

Sadece birliği ve şehit düştüğü gün yazılıydı. |Einheit|und||gestorben|| |the union||martyr|he fell||it was written Only his unit and the day he was martyred were written.

Göz yaşları sel oldu. eye||flood of|flooded out

Ana oğul daha sıkı keneplendiler birbirlerine. ||||keneplendeten| |||close|hugged tightly| Mother and son clutched each other tighter.

Ama günler geçmek bilmiyordu. But the days dragged on.

Fatihalar, hatimler, mevlidler acı bir türlü azalmıyordu. Fatihas|Lesungen|Mawlid||||verringte sich nicht prayers|Qur'an recitations|mevlid ceremonies||||was not decreasing Fatihas, khatims, mawlids, the pain was not diminishing.

Bir gün yine davullar dövülmeye başlandı balıkesirde. ||||geschlagen|begann|in Balıkesir |||drums|to be beaten||in Balıkesir

Yine gönüllüler toplanmaya başlandı. |Freiwillige|sich versammeln| |volunteers|to gather|

Askerlik şubesinin önü kalabalıktı. |der Zweigstelle|| military service|branch||was crowded

Davullar zurnalar ey gazileri çalıyordu. Trommeln|Zurna||Veteranen| drums|zurna players||the veterans|

Yüksek bir yere çıkan çavuş elinde koca bir bayrak sallıyordu durmadan. |||||||||schwenkte| |||going up|sergeant||||flag|was waving|

Hasan davul sesini duyunca dükkanı kapayıp askerlik şubesinin önünde aldı soluğu. |Trommel|||||||||Atem |||||||branch|||

Sıraya girdi. to the queue|

Gelenler sırayla kaydediliyor, hemen geri alınıp asker elbiseleri giydiriliyor. ||werden registriert|||genommen|||angezogen ||are being recorded|||taken|||are dressed

Çavuşlar yeni askerlere durmadan öğütler veriyor, tavsiyelerde bulunuyorlardı. Çavuşlar||Soldaten||Ratschläge||Ratschlägen|gaben the sergeants||||advice|||

Gönüllüler hemen aynı gün yola çıkacaktı. |||||würde gehen volunteers|||||would leave

Bir adet vardı, önünde davullar, sancağın arkasında gönüllüler, |||||des Standarts|| |one||||flag||

sokak sokak dolaşırken tanıdıklarıyla, akrabalarıyla, aileleriyle helalleşirler, ||während sie umhergehen|mit ihren Bekannten|mit ihren Verwandten|mit ihren Familien|verabschieden ||||||they say goodbye

dualar alırlar, cepheye öyle giderlerdi. Gebete||an die Front||gingen prayers|they receive|to the front||

Davullar sokaklarda dolaşmaya başlayınca bütün balıkesirler kapılara, pencerelere çıkar, ||herumzulaufen|||die Balıkesirler|zu den Türen|zu den Fenstern| drums|||||people of Balıkes|||

acaba kimi son defa göreceğiz, kim Çanakkale'ye gidiyor, kimin çocuğuyla helalleşiyoruz diye merakla bakarlardı. |||||||||mit dem Kind|sich verabschieden|||schauten sie |you||||||||||||

Davulları duyar duymaz, Adile teyze de kapıya çıkmış, gönüllülerin gelmesini beklemeye başlamıştı. die Trommeln||durarbeiten|||||||kommen|| As soon as she heard the drums, Aunt Adile went to the door and waited for the volunteers to arrive.

Kolay değildi, o da kocasını bu şekilde davullarla vurlamıştı Çanakkale'ye. ||||Ehemann|||mit Trommeln|geschlagen| It was not easy, she had also drummed her husband to Çanakkale in this way.

Davullar vuruyor, uzaktan sancağın ardı sıra bir asker yaklaşıyor. |schlägt|||||||nähert sich |||flag||||| Drums beat, a soldier approaches from a distance, following the banner.

Birden en önde gülümseyerek kendisine bakan bir askere takıldı gözleri. |||lächelnd|||||| Suddenly his eyes fell on a soldier at the front, smiling at him.

Bu onun can yongası, tek yavrusuydu, Hasan'ıydı gelen. |||yongası||war sein Junge|Hasan| |||||its offspring|| This was her only child, her only child, her Hasan.

Yavrum evladım, gözümün nuru Hasan'ım, hayrola dedi. ||meines Auges|||was ist los| |||light of my eye||what's up|

Ana ben Çanakkale'ye gidiyorum, babamın yanına dedi Hasan.

Yavrum, aslanım sana helal olsun uslu. |mein Löwe||||brav |my lion||||

Uykusuz gecelerim helal olsun, analık hakkım helal olsun. schlaflos|nächte|||Mutterschaft|Recht|| My sleepless nights are forgiven, my maternal rights are forgiven.

Ama Çanakkale'de düşmana sırtını dönersen, babanı utandırırsan haram olsun. |in Çanakkale|dem Feind|dein Rücken|drehst du dich um|deinen Vater|utestern|verboten| |||your back|||you will shame|| But if you turn your back on the enemy at Gallipoli, if you shame your father, then forgive me.

Adile teyze feryan eder. ||weint| ||sighs deeply|

Komşular, kına yetiştirin koç yiğidimi vatanıma kurban gönderiyorum, kına yetiştirin. |||Widder|meinen Helden||Opfer||| |henna|||||||| Neighbors, raise henna, I'm sending my young ram to my homeland as a sacrifice, raise henna.

Adet olduğu üzere kına getirilir. |||Henna| As is customary, henna is brought.

Oğlum uzat tetik parmağını kınanı yakayım, onu kullanırken gizli hatırla der. ||den Finger||Kina|verbrennen||||hatte| ||trigger||the gun|I will burn||||| He says, "Son, give me your trigger finger and I will light your henna, remember it secretly when you use it.

Kına yakılır parmağa, oğlum bekle bakalım der. |wird angezündet|||||

İçeri girer, açar sandığı, duanı çıkarır getirir. |||die Kiste|deine Gebete||

Yavrum bu dua baban almıştı.

Çanakkale'ye git, babanın mezarını bul, bu dua onun üzerine ört. |||Grab|find|||||lege |||grave||||||cover

Peki ana der Hasan.

Eller öpülür, kucaklaşır, ağlaşılır. Hände|werden geküsst|umarmen|weint ||hug|

Hasan'ın arkasından sular dökülür, gidenler sokağın ucundan marş söyleye söyleye kaybolurlar. Hasans||Wasser|werden gegossen|die Geher|||marsch||sagen|verloren gehen

Aradan belki on beş gün, belki de yirmi yirmi beş gün geçmiştir.

Eve bir kırmızı mektup daha gelir.

Adile teyze mektubu görür görmez, anladım postacı, anladım. ||||||Postbote| ||||||the postman|

Ama ne olur sen oku, ana yüreğidir dayanamaz, sen okuttur. |||||||hält es nicht aus||lesen lassen ||||||mother's heart|cannot bear||

Mektup anne diye başlar.

Anne ben oğlunun bölük komutanıyım. ||||ich bin der Kommandant |||platoon|

Babasının mezarını bulmak maalesef mümkün olamadı. |||||war nicht möglich Unfortunately, it was not possible to find his father's grave.

Şehitleri toplu gömeriz. die Märtyrer||begraben the martyrs|| We bury the martyrs en masse.

Ama oğlun vasiyet etmişti, duanı oğlunun üzerine örtük. |Sohn||||deines Sohnes||legen |||||||cover it But your son had willed it, so we covered your prayer over your son.

Analar evlatlarını vatana kurban gönderme hissiyatıyla kınalıyor. Die Mütter||||senden|Gefühl|verurteilen Mothers|||||feeling of|blame Mothers henna their sons with a sense of sacrifice for the homeland.

Evlatlar geri dönmeyeceklerini bildiklerinden kendi cenaze namazlarını kılarak düşmanın üzerine korkusuzca gidiyordu. Die Söhne||nicht zurückkehren würden|wissen|||Gebetszeiten|feiernd|dem Feind||furchtlos| |||||||performing|||| The sons knew they would not return, so they performed their own funeral prayers and went fearlessly against the enemy.

Böyle toplu vuran yürekleri hangi düşman sindirebilirdik? ||schlagend|Herzen|||sindieren ||||||could crush Which enemy could digest such collective beating hearts?

Konuşma vitninde görevli memurla birlikte tutuklu şahsın da gözlerinden yaşa bakıyordu. |im Gespräch||Beamten||der Gefangene|||Augen|| |in the context|||||the person|||| Tears were in the eyes of the arrestee as well as the officer in charge of the talking window.

Kendisinin ve polis katili abisinin durumunu aklından geçiren şahıs, abidedi. ||||Bruder|Zustand||denkender||verhaftete |||killer|||||| Thinking about his own situation and that of his brother, the cop killer, he was abused.

Sizde bu kadar vatan aşkı varken nasıl oluyor da hiçbir şey olmamış gibi oturup gittiğim yolun yanlış olduğunu anlatmak için benimle konuşabiliyorsunuz. ||||Liebe|||||||ist passiert|||||||||| How can you have so much patriotism and yet you can sit and talk to me as if nothing has happened, to tell me that the path I am taking is wrong?

Bazen iradeniz dışında tamamen hisleriniz ve iç sezişinize uyarak birine yakınlık duyarsınız. |Ihrer Willen|||Ihre Gefühle|||Intuition|gehorchend||Nähe|fühlen |your will|||||||||| Sometimes you feel close to someone against your will, completely in accordance with your feelings and intuition.

Geldiğimden beri bana gösterdiğiniz tavır beni o kadar etkiledi ki konuşmalarınız bir annenin yüreğinden kopup gelen sözler kadar içli ve sıcak. |||ihrerseits gezeigt|Verhalten||||||Ihre Gespräche||||kopfen||Worte||herzlich|| ||||attitude||||||||||||||sincere and warm|| I have been so touched by the way you have treated me since I arrived that your speeches are as heartfelt and warm as a mother's heartfelt words.

Beni dinlediniz, hislerimi ve acılarımı paylaştınız. ||||meine Schmerzen|haben geteilt

Halbuki biz örgüt olarak, PKK olarak sadece kırsaldan ayrılmak istiyor diye kendi insanlarımızı öldürüyor, toprağa gömüyorduk. aber||||PKK|||vom Land|verlassen|||eigene||tötet||vergruben However||organization||||||||||||| Whereas as an organization, as the PKK, we were killing and burying our own people just because they wanted to leave the countryside.

Size düşman gözüyle bakanların bu toprakların insan olduklarından şüphe edilir. |||derjenigen, die schauen|||||| Those who look at you as enemies are suspected of being the people of this land.

Kendimden utanıyorum, terörist olduğumdan dolayı utanıyorum, terör faaliyetlerine katıldığımdan dolayı utanıyorum. ||Terrorist|||||Aktivitäten|teilgenommen|| |||||||activities||| I am ashamed of myself, I am ashamed of being a terrorist, I am ashamed of participating in terrorist activities.

Ne olur beni affedin. |||verzeihen Please forgive me.

Bu millet öyle bir millettir ki diye bitiyor hikaye. |nation||||||| This nation is such a nation, the story ends.

Bu millet öyle bir millettir ki en zor zamanlarda, en yorgun ve en perişan, en yoksun ve en bitkin olduğu günlerde bile vatan uğruna can veren evlatlar yetiştirmiştir. |||||||||||||verzweifelt||armlos|||erschöpft|||||für die Heimat||||hat hervorgebracht |||||||||||||miserable|||||exhausted||||||||| This nation is such a nation that even in the most difficult times, even in the most tired and miserable, even in the most deprived and exhausted days, it has raised sons who gave their lives for the sake of the homeland.

Bu topraklar o hatıralarla doluyken dahili veya harici hiçbir hain elinin ektiği ayrılık tohumu yeşermeyecektir. |||Erinnerungen|voll von|intern||extern||Verräter|Hand|gepflanzt||Saat|wird nicht gedeihen

Altyazı M.K.