×

Χρησιμοποιούμε cookies για να βελτιώσουμε τη λειτουργία του LingQ. Επισκέπτοντας τον ιστότοπο, συμφωνείς στην πολιτική για τα cookies.

image

Barış Özcan 2020, Ay’da su bulundu! Yine!

Ay'da su bulundu! Yine!

Bilim dünyasında bu haftanın en önemli gelişmesi hiç şüphesiz Ay'da yapılan bir keşif oldu. Ay'da su bulundu! Yine! On yıllardır oralarda bir yerde su olabileceği tahmin ediliyordu ama kanıtlanamamıştı. Üstelik ilk keşif 2020'de değil, 11 yıl önce, 2009'da yapıldı. Ay'ın kutuplarında hiç güneş almayan kraterlerin içinde su buzu olduğu tespit edildi. O kraterlerin güneş sisteminin en soğuk noktaları olduğunu düşündüğümüzde bu çok da şaşırtıcı gelmeyebilir. İşte şaşırtıcı olan şey bu hafta yapılan keşif. Ay'ın güneş alan yerlerinde de su molekülleri olduğu bulundu. Suyun bulunduğu bölgeyi eminim siz de defalarca görmüşsünüzdür. Görmediyseniz Ay'ı çıplak gözle incelemenin şimdi tam zamanı, çünkü dolunay. Bu gece kafanızı gökyüzüne kaldırın ve onun alt tarafına doğru bakın. Oradaki en büyük ikinci krater Clavius krateri. Su orada tespit edildi. Bilim-kurgu meraklıları bu krateri 2001 Uzay Macerası filminden de hatırlayacaktır. Tam o bölgede kurulmuş bir Ay yerleşkesi vardı: Clavius Üssü.

11 yıl arayla yapılan bu iki ayrı keşfin şöyle bir farklılığı var. İlk keşif Ay'ın etrafında dönen bir uzay aracı tarafından yapılmıştı: Hindistan'ın gönderdiği Chandrayaan 1 aracı yüksek çözünürlüklü kameralarıyla Ay'ın Güney Kutbu'nu taramaya başladı. Sonra bu araçtan ayrılan başka bir araç saniyede 2.5 km hızla doğrudan Ay yüzeyine yönlendirildi ve sonra da çarptırıldı. Evet doğru duydunuz göz göre göre çakılması sağlandı. Böylece çarparak da olsa Hindistan, ABD, Rusya ve Japonya'nın ardından Ay yüzeyine iniş yapabilen dördüncü ülke oldu. Bu kontrollü çarpma 25 metre genişliğinde, 4 metre derinliğinde bir çukur oluşturdu. O çukurun yerindeki 10.000 ton civarında materyal yerden yükseldi ve güneş ışığının da yardımıyla yörüngedeki araç tarafından görüntülendi. O görüntülerin analiziyle de Ay'ın kutuplarında su bulunduğu açıklandı. Tabi bu suyu tespit edip kullanabilmek için Ay yüzeyine sürekli uzay araçlarını çarpmak pek sürdürülebilir bir yöntem değil.

O yüzden geçen hafta yapılan yeni keşif stratejik bir öneme sahip. Bu iki keşfin farklılığı olduğunu söylemiştim. İlki Ay'ın etrafında dönen Chandrayaan 1 uzay aracıyla yapılmıştı. Yenisi ise Dünya'nın etrafında dönen bir uçakla yapıldı. SOFIA adlı bu uçak modifiye edilmiş bir Boeing 747. Güneş batmadan önce yerden havalanıyor ve yaklaşık 12 km yükseklikte yani stratosferde gece boyunca 10 saat civarında uçuyor.

SOFIA normalde bilgelik demek biliyorsunuz. Ayasofya'nın içinde de geçiyor. Fakat uzayla ilgili çalışmalarda kelimeler sadece ilk anlamıyla kullanılmıyor. Uzun cümlelerin baş harfleriyle yani akronim kullanımıyla böyle akılda kalıcı isimler üretme geleneği var ki bunu geçen haftaki videoda vurgulamıştım. Burada da açılımı Stratospheric Observatory for Infrared Astronomy. Stratosferde gezinen ve kızılötesi araçları olan mobil bir gözlemevi olduğunu söyleyebiliriz. Uçağın arkasındaki şu siyah bölümü görüyor musunuz? Havadayken o kısım açılıyor ve içindeki 2.5 metre çaplı teleskop ortaya çıkıyor. Kısaca SOFIA uçan bir teleskop. Onun ticari uçaklardan biraz daha yüksek irtifadaki bu uçuş kabiliyeti, Dünya atmosferindeki neredeyse tüm su buharının üzerine çıkmasına izin veriyor. Daha alçak irtifalarda su buharı bazı kızılötesi dalga boylarının yere ulaşmasını engellediği için daha sağlıklı gözlem yapabilmesini sağlıyor. Böylece dünyanın herhangi bir yerinden infrared spektrumun %85'ini kullanabiliyor. Bugüne kadar astronomiyle ilgili nefis manzaralar kaydetmiş SOFIA; göksel manyetik alanlar, yıldız oluşturan bölgeler, kuyruklu yıldızlar, bulutsular ve galaktik merkezler…

Bu tür görüntüleri görmeye alışkınız. Peki suyun da böyle fotoğrafını mı çekti bu teleskop? Hayır. Ay yüzeyinde su moleküllerine özel bir dalga boyunu tespit etti. Hem de çıplak gözle bile görülen bir bölgesinde. Çıplak gözle görebiliyoruz çünkü güneş ışığı yansıyor. Ay'da atmosfer olmadığına göre güneşin sıcaklığıyla bu suyun buharlaşıp yok olması gerekmez miydi? Evet, gerekirdi. Zaten o yüzden şaşırtıcı bir buluş bu. Oradaki bir şeyler yeni su moleküllerinin oluşmasını ve bunların bir şekilde orada saklanabilmesini sağlıyor olmalı.

Bu suyun nasıl oluşmaya devam ettiğiyle ilgili bazı teoriler var. Ay yüzeyine yağmur gibi yağan ve içinde az miktarda su taşıyan mikrometeoritler, çarparak suyu ay yüzeyinde biriktirebilir. Diğer bir olasılık ise, güneş rüzgârının ay yüzeyine hidrojen gönderdiği ve hidroksil oluşturmak için topraktaki oksijen taşıyan minerallerle kimyasal reaksiyona neden olduğu iki aşamalı bir süreç olabilir. Bu arada, mikrometeorit bombardımanından kaynaklanan radyasyon, hidroksili suya dönüştürüyor olabilir.

Hadi su oluştu. Orada nasıl kalmaya devam edebiliyor? Bu konuda da suyun, mikrometeorit çarpmalarının yarattığı yüksek ısıdan oluşan topraktaki minik boncuk benzeri yapılara hapsolabiliceği söyleniyor. Diğer bir olasılık da, suyun ay toprağı taneleri arasına gizlenmiş olması ve güneş ışığından korunmuş olması. Bu durum da potansiyel olarak onu boncuk benzeri yapılarda hapsolmuş sudan biraz daha erişilebilir hale getiriyor.

Şu anda başta Çin ve ABD olmak üzere ülkeler arasında Ay'da bir üs kurma yarışı var. Kalıcı olarak inşa edilmesi planlanan bu Ay üslerinde yaşayanlar için en temel ihtiyaç su olacak. Eskiden bu suyu hiç Güneş görmeyen krater çukurlarından çıkarmayı planlıyorlardı. Şimdi çok daha erişilebilir yüzeylerden de elde edilebileceği ortaya çıkmış oldu. Aslında bu ihtimale karşılık çoktan hazırlıklara da başlanmıştı. Daha geçen hafta NASA, 2023'te Ay'a buz arayan bir kazıcı göndermek için 47 milyon dolarlık bir ticari sözleşme yaptığını duyurdu. Artık karmaşık sistemler kullanmadan bile su elde edebilmek mümkün olabilir. Gönderilecek bu ay gezgini bulduğu buzlu kayaları ve toprağı güneşli bir noktaya sürükleyince buharlaşma meydana gelecek ve o sırada suyu toplayıp kullanabilir hale getirecekler.

Bulunan su çok az miktarda. Bir kıyaslama yapmak gerekirse Dünyanın en kurak bölgelerinden Sahra Çölü'nde bulunan suyun yüzde birinden bile az. Yine de eğer toprakta hapsolmuş su moleküllerini sadece buharlaşma yoluyla bildiğimiz suya dönüştürünce bir metreküp topraktan böyle küçük bir soda şişesini dolduracak kadar su elde edilebilir. Şu anda bu miktardaki suyu uzaya göndermenin maliyeti binlerce dolar. Dolayısıyla kurulacak Ay üssünün sadece etrafındaki topraklardan bu havuzu dolduracak kadar su çıkarılabilir. Böylece uzay keşifleri için en değerli kaynağı en düşük maliyetle elde edebilmek mümkün olabilir.

Tabi bu arada o topraklardan başka ne gibi değerli şeyler çıkarılacak onu da zamanla göreceğiz. Dünyada hiç olmadığı için çok değerli başka şeyler de olabilir mi? 2001 Uzay Macerası filmi tam da o bölgede kurulmuş bir Ay üssü kehanetini yıl olarak tutturamadı. Ama filmdeki Ay üssünde saklanan monolit kehaneti belki de büyük bir su deposu şeklinde yakında gerçeğe dönüşecek.

Learn languages from TV shows, movies, news, articles and more! Try LingQ for FREE

Ay’da su bulundu! Yine! on the Moon|||Again Wasser auf dem Mond gefunden! Schon wieder! Water found on the Moon! Again! Hallan agua en la Luna ¡Una vez más! De l'eau sur la Lune ! Encore une fois ! Water gevonden op de maan! Opnieuw! Encontrada água na Lua! Outra vez! Вода найдена на Луне! Снова! Vatten hittat på månen! Igen!

Bilim dünyasında bu haftanın en önemli gelişmesi hiç şüphesiz Ay'da yapılan bir keşif oldu. ||||||||sans aucun doute||||| |in the world|||||||undoubtedly||||discovery| The most important development in the world of science this week was undoubtedly a discovery made on the Moon. Le fait le plus marquant de cette semaine dans le monde de la science est sans aucun doute la découverte faite sur la Lune. Ay'da su bulundu! Water found on the Moon! Yine! Again! On yıllardır oralarda bir yerde su olabileceği tahmin ediliyordu ama kanıtlanamamıştı. ||||||||||n'avait pas été prouvé ||||||could be|||| For decades it had been speculated that there might be water there somewhere, but it had not been proven. Üstelik ilk keşif 2020'de değil, 11 yıl önce, 2009'da yapıldı. |||||ans||| Moreover, the first discovery was made not in 2020, but 11 years ago, in 2009. Ay'ın kutuplarında hiç güneş almayan kraterlerin içinde su buzu olduğu tespit edildi. |pôles de la Lune||||des cratères|||glace d'eau||| Craters at the lunar poles that never receive sunlight have been found to contain water ice. O kraterlerin güneş sisteminin en soğuk noktaları olduğunu düşündüğümüzde bu çok da şaşırtıcı gelmeyebilir. |||||||||||||peut sembler This may not come as a surprise when we consider that those craters are the coldest spots in the solar system. Cela n'a rien de surprenant quand on sait que ces cratères sont les endroits les plus froids du système solaire. İşte şaşırtıcı olan şey bu hafta yapılan keşif. Here is the surprising discovery made this week. Voici ce qui est surprenant dans la découverte de cette semaine. Ay'ın güneş alan yerlerinde de su molekülleri olduğu bulundu. Water molecules were also found in the sunlit parts of the Moon. Suyun bulunduğu bölgeyi eminim siz de defalarca görmüşsünüzdür. I am sure you have seen the area where the water is located many times. Je suis sûr que vous avez vu à maintes reprises la zone où se trouve l'eau. Görmediyseniz Ay'ı çıplak gözle incelemenin şimdi tam zamanı, çünkü dolunay. si vous ne l'avez pas vu|la Lune|||l'observation||||| Wenn Sie ihn noch nicht gesehen haben, ist jetzt der richtige Zeitpunkt, den Mond mit bloßem Auge zu betrachten, denn er ist voll. If you haven't seen it, now is the time to examine the Moon with the naked eye, because it's a full moon. Si vous ne l'avez pas encore vue, c'est le moment d'examiner la Lune à l'œil nu, car elle est pleine. Bu gece kafanızı gökyüzüne kaldırın ve onun alt tarafına doğru bakın. ||||levez|||||| Tonight raise your head to the sky and look towards its underside. Oradaki en büyük ikinci krater Clavius krateri. |||||Clavius| The second largest crater there is the Clavius crater. Su orada tespit edildi. Water was detected there. Bilim-kurgu meraklıları bu krateri 2001 Uzay Macerası filminden de hatırlayacaktır. ||les passionnés||||||| Sci-fi fans will remember this crater from the 2001 Space Odyssey movie. Les amateurs de science-fiction se souviendront également de ce cratère dans le film 2001 L'Odyssée de l'espace. Tam o bölgede kurulmuş bir Ay yerleşkesi vardı: Clavius Üssü. ||||||base lunaire||| Genau in diesem Gebiet gab es eine Mondsiedlung: die Clavius-Basis. There was a lunar settlement set up right in that area: Clavius Base.

11 yıl arayla yapılan bu iki ayrı keşfin şöyle bir farklılığı var. |d'intervalle|||||découverte|||différence| There is a difference between these two separate discoveries, which were made 11 years apart. Ces deux découvertes distinctes, faites à 11 ans d'intervalle, présentent la différence suivante. İlk keşif Ay'ın etrafında dönen bir uzay aracı tarafından yapılmıştı: Hindistan'ın gönderdiği Chandrayaan 1 aracı yüksek çözünürlüklü kameralarıyla Ay'ın Güney Kutbu'nu taramaya başladı. |||||||||avait été faite|||Chandrayaan(1)||||avec ses caméras|||pôle sud|scanner| Die erste Entdeckung wurde von einer Raumsonde gemacht, die den Mond umkreist: Die indische Raumsonde Chandrayaan 1 begann, den Südpol des Mondes mit ihren hochauflösenden Kameras abzutasten. The first discovery was made by a spacecraft orbiting the Moon: India's Chandrayaan 1 has begun scanning the Moon's South Pole with its high-resolution cameras. Sonra bu araçtan ayrılan başka bir araç saniyede 2.5 km hızla doğrudan Ay yüzeyine yönlendirildi ve sonra da çarptırıldı. ||vaisseau|||||par seconde||||||a été dirigée||||a été percutée Dann wurde ein anderes, davon getrenntes Fahrzeug mit 2,5 Kilometern pro Sekunde direkt auf die Mondoberfläche gelenkt und stürzte dann ab. Then another vehicle separated from this vehicle was directed directly to the lunar surface at a speed of 2.5 km per second and then crashed. Un autre véhicule, séparé du premier, a été guidé à 2,5 kilomètres par seconde directement sur la surface lunaire, puis s'est écrasé. Evet doğru duydunuz göz göre göre çakılması sağlandı. ||||||collision| Ja, das stimmt, man hat es offenkundig zugelassen, dass es abstürzt. Yes, you heard it right, it was nailed to the eye. Oui, c'est vrai, il a été autorisé de manière flagrante à s'écraser. Böylece çarparak da olsa Hindistan, ABD, Rusya ve Japonya'nın ardından Ay yüzeyine iniş yapabilen dördüncü ülke oldu. |en atterrissant||||||||||||||| Thus, India became the fourth country after the USA, Russia and Japan to land on the lunar surface, albeit with a crash landing. L'Inde est ainsi devenue le quatrième pays à se poser sur la surface lunaire après les États-Unis, la Russie et le Japon. Bu kontrollü çarpma 25 metre genişliğinde, 4 metre derinliğinde bir çukur oluşturdu. ||impact||||||trou| This controlled impact created a pit 25 meters wide and 4 meters deep. Cet impact contrôlé a créé une fosse de 25 mètres de large et de 4 mètres de profondeur. O çukurun yerindeki 10.000 ton civarında materyal yerden yükseldi ve güneş ışığının da yardımıyla yörüngedeki araç tarafından görüntülendi. |de la dépression||||matériau|||||lumière du soleil|||orbital|||a été visualisé Rund 10.000 Tonnen Material in der Grube erhoben sich aus dem Boden und wurden vom Orbiter mit Hilfe des Sonnenlichts aufgenommen. Around 10,000 tons of material at the site of that pit rose from the ground and was imaged by the orbiting vehicle with the help of sunlight. Environ 10 000 tonnes de matériaux dans la fosse se sont élevées du sol et ont été imagées par l'orbiteur à l'aide de la lumière du soleil. O görüntülerin analiziyle de Ay'ın kutuplarında su bulunduğu açıklandı. |images|l'analyse||||||a été annoncé With the analysis of those images, it was announced that there was water at the poles of the Moon. Tabi bu suyu tespit edip kullanabilmek için Ay yüzeyine sürekli uzay araçlarını çarpmak pek sürdürülebilir bir yöntem değil. ||||||||||||percuter||durable||| |||detecting|||||||||||||| Natürlich ist es keine nachhaltige Methode, ständig Raumfahrzeuge auf der Mondoberfläche abstürzen zu lassen, um dieses Wasser zu finden und zu nutzen. Of course, it is not a sustainable method to constantly crash spacecraft on the Moon's surface in order to detect and use this water. Bien entendu, il n'est pas viable de faire s'écraser constamment des engins spatiaux sur la surface lunaire afin de détecter et d'utiliser cette eau.

O yüzden geçen hafta yapılan yeni keşif stratejik bir öneme sahip. |||||||||importance| Deshalb ist die neue Entdeckung der letzten Woche von strategischer Bedeutung. That's why last week's new discovery is of strategic importance. Bu iki keşfin farklılığı olduğunu söylemiştim. Ich sagte, dass diese beiden Entdeckungen unterschiedlich sind. I said that these two discoveries are different. İlki Ay'ın etrafında dönen Chandrayaan 1 uzay aracıyla yapılmıştı. Das erste war die Raumsonde Chandrayaan 1, die den Mond umkreist. The first was made with the Chandrayaan 1 spacecraft orbiting the Moon. Yenisi ise Dünya'nın etrafında dönen bir uçakla yapıldı. The new one was made with an airplane orbiting the Earth. SOFIA adlı bu uçak modifiye edilmiş bir Boeing 747. SOFIA||||modifiée|||Boeing 747 Dieses Flugzeug, SOFIA, ist eine modifizierte Boeing 747. This plane, SOFIA, is a modified Boeing 747. Güneş batmadan önce yerden havalanıyor ve yaklaşık 12 km yükseklikte yani stratosferde gece boyunca 10 saat civarında uçuyor. |avant le coucher|||décollent||||||stratosphère||||| Er hebt vor Sonnenuntergang vom Boden ab und fliegt etwa 10 Stunden lang in der Nacht in einer Höhe von etwa 12 Kilometern, also in der Stratosphäre. It takes off from the ground before the sun sets and flies at an altitude of about 12 km, i.e. in the stratosphere, for around 10 hours during the night.

SOFIA normalde bilgelik demek biliyorsunuz. ||sagesse|| SOFIA normally means wisdom, you know. Ayasofya'nın içinde de geçiyor. la Sainte-Sophie||| It also takes place inside Hagia Sophia. Il se trouve également à l'intérieur de Sainte-Sophie. Fakat uzayla ilgili çalışmalarda kelimeler sadece ilk anlamıyla kullanılmıyor. |||les travaux|||||n'est pas utilisé In raumbezogenen Studien werden die Wörter jedoch nicht nur in ihrer ersten Bedeutung verwendet. But in studies of space, words are not only used in the first sense. Cependant, dans les études relatives à l'espace, les mots ne sont pas seulement utilisés dans leur sens premier. Uzun cümlelerin baş harfleriyle yani akronim kullanımıyla böyle akılda kalıcı isimler üretme geleneği var ki bunu geçen haftaki videoda vurgulamıştım. |les phrases||les lettres||acronyme|utilisation des acronymes|||||||||||||j'avais souligné Es gibt eine Tradition, solche einprägsamen Namen mit den Anfangsbuchstaben langer Sätze zu bilden, d. h. mit der Verwendung von Akronymen, die ich im Video von letzter Woche hervorgehoben habe. There is a tradition of creating such catchy names by using acronyms, the initials of long sentences, which I highlighted in last week's video. Il existe une tradition qui consiste à produire des noms accrocheurs avec les initiales de longues phrases, c'est-à-dire avec l'utilisation d'acronymes, comme je l'ai souligné dans la vidéo de la semaine dernière. Burada da açılımı Stratospheric Observatory for Infrared Astronomy. ||signification|stratosphérique|Observatoire||infrarouge|Astronomie infrarouge Es steht für Stratosphären-Observatorium für Infrarot-Astronomie. It stands for Stratospheric Observatory for Infrared Astronomy. Stratosferde gezinen ve kızılötesi araçları olan mobil bir gözlemevi olduğunu söyleyebiliriz. |en orbite||infrarouge||équipée d'|mobile|une|||nous pouvons dire Wir können sagen, dass es sich um ein mobiles Observatorium mit Infrarot-Instrumenten handelt, das in der Stratosphäre unterwegs ist. We can say that it is a mobile observatory with infrared instruments navigating the stratosphere. Uçağın arkasındaki şu siyah bölümü görüyor musunuz? |||noire|partie|| See that black section behind the plane? Vous voyez cette partie noire à l'arrière de l'avion ? Havadayken o kısım açılıyor ve içindeki 2.5 metre çaplı teleskop ortaya çıkıyor. En ouvrant||partie|||||||| Wenn es in der Luft ist, öffnet sich dieser Teil und gibt den Blick auf das Teleskop mit einem Durchmesser von 2,5 Metern im Inneren frei. When it is in the air, that part opens and the 2.5-meter diameter telescope inside is revealed. Kısaca SOFIA uçan bir teleskop. In short, SOFIA is a flying telescope. Onun ticari uçaklardan biraz daha yüksek irtifadaki bu uçuş kabiliyeti, Dünya atmosferindeki neredeyse tüm su buharının üzerine çıkmasına izin veriyor. ||||||altitude supérieure|||capacité de vol||||||vapeur d'eau|||| Diese Flugfähigkeit in einer Höhe, die etwas über der von Verkehrsflugzeugen liegt, ermöglicht es ihm, fast den gesamten Wasserdampf der Erdatmosphäre zu überfliegen. Its ability to fly at slightly higher altitudes than commercial aircraft allows it to rise above almost all water vapor in the Earth's atmosphere. Cette capacité de vol, à une altitude légèrement supérieure à celle des avions commerciaux, lui permet de s'élever au-dessus de la quasi-totalité de la vapeur d'eau contenue dans l'atmosphère terrestre. Daha alçak irtifalarda su buharı bazı kızılötesi dalga boylarının yere ulaşmasını engellediği için daha sağlıklı gözlem yapabilmesini sağlıyor. ||||vapeur||||longueurs d'onde||atteindre le sol|qu'elle empêche||||observation|| In niedrigeren Höhen verhindert der Wasserdampf, dass einige Infrarot-Wellenlängen den Boden erreichen, was genauere Beobachtungen ermöglicht. At lower altitudes, water vapor prevents some infrared wavelengths from reaching the ground, allowing for healthier observations. À basse altitude, la vapeur d'eau empêche certaines longueurs d'onde infrarouges d'atteindre le sol, ce qui permet des observations plus précises. Böylece dünyanın herhangi bir yerinden infrared spektrumun %85'ini kullanabiliyor. ||||||spectre infrarouge|| So können 85 % des Infrarotspektrums von jedem Ort der Welt aus genutzt werden. Thus, it can use 85% of the infrared spectrum from anywhere in the world. Bugüne kadar astronomiyle ilgili nefis manzaralar kaydetmiş SOFIA; göksel manyetik alanlar, yıldız oluşturan bölgeler, kuyruklu yıldızlar, bulutsular ve galaktik merkezler… ||l'astronomie|||paysages|a enregistré||cosmiques||champs magnétiques|||||les étoiles|les nébuleuses||galactiques|centres galactiques SOFIA hat bisher atemberaubende Aufnahmen der Astronomie gemacht: Magnetfelder des Himmels, Sternentstehungsgebiete, Kometen, Nebel und galaktische Zentren. To date, SOFIA has recorded stunning views of astronomy: celestial magnetic fields, star-forming regions, comets, nebulae and galactic centers.

Bu tür görüntüleri görmeye alışkınız. ||||vous êtes habitués Wir sind es gewohnt, solche Bilder zu sehen. We are used to seeing such images. Peki suyun da böyle fotoğrafını mı çekti bu teleskop? |l'eau||||||| Und dieses Teleskop hat das Wasser so fotografiert? So, did this telescope take a picture of the water like this? Et ce télescope a photographié de l'eau comme ça ? Hayır. Ay yüzeyinde su moleküllerine özel bir dalga boyunu tespit etti. |||des molécules||||longueur d'onde|| Sie entdeckte eine für Wassermoleküle auf der Mondoberfläche spezifische Wellenlänge. He detected a wavelength specific to water molecules on the lunar surface. Hem de çıplak gözle bile görülen bir bölgesinde. In an area that can be seen even with the naked eye. Dans une zone visible à l'œil nu. Çıplak gözle görebiliyoruz çünkü güneş ışığı yansıyor. ||||||se reflète Wir können sie mit bloßem Auge sehen, weil das Sonnenlicht von ihr reflektiert wird. We can see it with the naked eye because sunlight is reflected. Ay'da atmosfer olmadığına göre güneşin sıcaklığıyla bu suyun buharlaşıp yok olması gerekmez miydi? ||||||||s'évaporer|||| Since there is no atmosphere on the Moon, shouldn't this water evaporate and disappear with the heat of the sun? Comme il n'y a pas d'atmosphère sur la Lune, cette eau ne devrait-elle pas s'évaporer et disparaître avec la chaleur du soleil ? Evet, gerekirdi. Yes, it should have. Zaten o yüzden şaşırtıcı bir buluş bu. |||||invention| That's why this is an astonishing discovery. Oradaki bir şeyler yeni su moleküllerinin oluşmasını ve bunların bir şekilde orada saklanabilmesini sağlıyor olmalı. |||||des molécules|formation||||||puisse être caché|| Irgendetwas darin muss die Bildung neuer Wassermoleküle ermöglichen und sie irgendwie dort speichern. Something in there must be causing new water molecules to form and somehow be able to hide there. Quelque chose à l'intérieur doit permettre la formation de nouvelles molécules d'eau et les stocker d'une manière ou d'une autre.

Bu suyun nasıl oluşmaya devam ettiğiyle ilgili bazı teoriler var. |||||de|||| There are theories about how this water continues to form. Ay yüzeyine yağmur gibi yağan ve içinde az miktarda su taşıyan mikrometeoritler, çarparak suyu ay yüzeyinde biriktirebilir. ||||tombant|||||||micrométéorites|||||peut accumuler Mikrometeoriten, die wie Regen auf die Mondoberfläche fallen und eine kleine Menge Wasser mit sich führen, können auf der Mondoberfläche einschlagen und Wasser ansammeln. Micrometeorites, which rain on the lunar surface and carry small amounts of water, can crash and accumulate water on the lunar surface. Les micrométéorites, qui tombent comme de la pluie sur la surface lunaire et transportent une petite quantité d'eau, peuvent avoir un impact et accumuler de l'eau sur la surface lunaire. Diğer bir olasılık ise, güneş rüzgârının ay yüzeyine hidrojen gönderdiği ve hidroksil oluşturmak için topraktaki oksijen taşıyan minerallerle kimyasal reaksiyona neden olduğu iki aşamalı bir süreç olabilir. |||||du vent solaire||||||hydroxyl(1)|||dans le sol|||les minéraux||réaction chimique||||en deux étapes||| Eine andere Möglichkeit ist ein zweistufiger Prozess, bei dem der Sonnenwind Wasserstoff auf die Mondoberfläche schickt und eine chemische Reaktion mit sauerstoffhaltigen Mineralien im Boden auslöst, um Hydroxyl zu bilden. Another possibility could be a two-step process where the solar wind sends hydrogen to the lunar surface and causes a chemical reaction with oxygen-bearing minerals in the soil to form hydroxyl. Bu arada, mikrometeorit bombardımanından kaynaklanan radyasyon, hidroksili suya dönüştürüyor olabilir. Cela||micrométéorite|de la bombardement|||hydroxyl||| In der Zwischenzeit wandelt die Strahlung des Mikrometeoritenbeschusses möglicherweise Hydroxyl in Wasser um. Meanwhile, radiation from micrometeorite bombardment may be converting the hydroxyl to water.

Hadi su oluştu. Let's create water. Allez, l'eau est formée. Orada nasıl kalmaya devam edebiliyor? How can he stay there? Bu konuda da suyun, mikrometeorit çarpmalarının yarattığı yüksek ısıdan oluşan topraktaki minik boncuk benzeri yapılara hapsolabiliceği söyleniyor. |||||impacts|||chaleur élevée||||perles|||peut être piégée| In diesem Zusammenhang heißt es, dass Wasser in winzigen, perlenartigen Strukturen im Boden eingeschlossen werden kann, die durch die große Hitze bei Mikrometeoriteneinschlägen entstehen. It is said that water could be trapped in tiny bead-like structures in the soil formed by the high heat generated by micrometeorite impacts. À cet égard, on dit que l'eau peut être piégée dans de minuscules structures en forme de perles dans le sol, formées par la chaleur élevée créée par les impacts de micrométéorites. Diğer bir olasılık da, suyun ay toprağı taneleri arasına gizlenmiş olması ve güneş ışığından korunmuş olması. ||possibilité|||||grains|entre les||||||| Another possibility is that the water is hidden between grains of lunar soil and is shielded from sunlight. Une autre possibilité est que l'eau soit cachée parmi les grains du sol lunaire et protégée de la lumière du soleil. Bu durum da potansiyel olarak onu boncuk benzeri yapılarda hapsolmuş sudan biraz daha erişilebilir hale getiriyor. ||||||||structures|||||accessible|| Dadurch ist es möglicherweise etwas besser zugänglich als Wasser, das in perlenartigen Strukturen eingeschlossen ist. This potentially makes it a little more accessible than water trapped in bead-like structures. Cela la rend potentiellement un peu plus accessible que l'eau piégée dans des structures en forme de perles.

Şu anda başta Çin ve ABD olmak üzere ülkeler arasında Ay'da bir üs kurma yarışı var. ||||||||||||base||course| Currently, there is a race between countries, especially China and the United States, to establish a base on the Moon. Actuellement, il y a une course entre les pays, notamment la Chine et les États-Unis, pour établir une base sur la Lune. Kalıcı olarak inşa edilmesi planlanan bu Ay üslerinde yaşayanlar için en temel ihtiyaç su olacak. permanente|||||||bases lunaires||||principale||| Das wichtigste Grundbedürfnis der Bewohner dieser Mondbasen, die dauerhaft errichtet werden sollen, wird Wasser sein. The most basic need for the inhabitants of these Moon bases, which are planned to be built permanently, will be water. L'eau est le besoin le plus fondamental des habitants de ces bases lunaires, qui devraient être construites de manière permanente. Eskiden bu suyu hiç Güneş görmeyen krater çukurlarından çıkarmayı planlıyorlardı. |||||||des cratères||ils prévoyaient They used to plan to extract this water from crater pits that never saw the sun. Şimdi çok daha erişilebilir yüzeylerden de elde edilebileceği ortaya çıkmış oldu. ||||surfaces|||||| Jetzt ist klar geworden, dass es auch von viel besser zugänglichen Oberflächen gewonnen werden kann. Now it has been revealed that it can also be obtained from much more accessible surfaces. Il est désormais clair qu'elle peut également être obtenue à partir de surfaces beaucoup plus accessibles. Aslında bu ihtimale karşılık çoktan hazırlıklara da başlanmıştı. ||possibility|||préparatifs||avait commencé In fact, preparations for this possibility had already begun. En fait, les préparatifs avaient déjà commencé en vue de cette éventualité. Daha geçen hafta NASA, 2023'te Ay'a buz arayan bir kazıcı göndermek için 47 milyon dolarlık bir ticari sözleşme yaptığını duyurdu. |||||||||excavateur|||||||||a annoncé Erst letzte Woche kündigte die NASA einen kommerziellen Vertrag über 47 Millionen Dollar an, um 2023 einen Rover zur Eissuche auf den Mond zu schicken. Just last week, NASA announced a $47 million commercial contract to send an ice-seeking digger to the Moon in 2023. Artık karmaşık sistemler kullanmadan bile su elde edebilmek mümkün olabilir. It may now be possible to obtain water even without the use of complex systems. Gönderilecek bu ay gezgini bulduğu buzlu kayaları ve toprağı güneşli bir noktaya sürükleyince buharlaşma meydana gelecek ve o sırada suyu toplayıp kullanabilir hale getirecekler. |||explorateur||glaciers|||||||en le traînant|évaporation|||||||||| When this lunar rover drifts the icy rocks and soil it finds to a sunny spot, evaporation will occur and they will collect the water and make it usable. Lorsque ce rover lunaire dérive les roches et le sol glacés qu'il trouve vers un endroit ensoleillé, l'évaporation se produit et l'eau est recueillie et rendue utilisable.

Bulunan su çok az miktarda. The amount of water found is very small. Bir kıyaslama yapmak gerekirse Dünyanın en kurak bölgelerinden Sahra Çölü'nde bulunan suyun yüzde birinden bile az. ||||||aride||Sahara|Sahara Desert|||||| Zum Vergleich: Das ist weniger als ein Prozent der Wassermenge in der Sahara, einer der trockensten Regionen der Welt. To make a comparison, it is less than one percent of the water found in the Sahara Desert, one of the driest regions of the world. À titre de comparaison, cela représente moins d'un pour cent de l'eau contenue dans le désert du Sahara, l'une des régions les plus arides du monde. Yine de eğer toprakta hapsolmuş su moleküllerini sadece buharlaşma yoluyla bildiğimiz suya dönüştürünce bir metreküp topraktan böyle küçük bir soda şişesini dolduracak kadar su elde edilebilir. ||||||molecules of water||||||en convertissant||un mètre cube|||||bouteille de soda|une petite bouteille||||| Wenn wir jedoch die im Boden eingeschlossenen Wassermoleküle in Wasser umwandeln, das wir nur durch Verdunstung kennen, kann aus einem Kubikmeter Boden genug Wasser gewonnen werden, um eine solche kleine Limonadenflasche zu füllen. Still, if we convert the water molecules trapped in the soil into water that we know only through evaporation, we can get enough water from one cubic meter of soil to fill such a small soda bottle. Néanmoins, si nous convertissons les molécules d'eau piégées dans le sol en eau que nous ne connaissons que par l'évaporation, il est possible d'obtenir suffisamment d'eau à partir d'un mètre cube de sol pour remplir une si petite bouteille de soda. Şu anda bu miktardaki suyu uzaya göndermenin maliyeti binlerce dolar. |||cette quantité|||||| It currently costs thousands of dollars to send this amount of water into space. Actuellement, l'envoi de cette quantité d'eau dans l'espace coûte des milliers de dollars. Dolayısıyla kurulacak Ay üssünün sadece etrafındaki topraklardan bu havuzu dolduracak kadar su çıkarılabilir. |||base lunaire|||sols environnants||réservoir||||peut être extrait Therefore, only enough water can be extracted from the land around the lunar base to fill this pool. Par conséquent, la quantité d'eau extraite du sol autour de la base lunaire est insuffisante pour remplir ce bassin. Böylece uzay keşifleri için en değerli kaynağı en düşük maliyetle elde edebilmek mümkün olabilir. ||les explorations spatiales||||||||||| Auf diese Weise könnte es möglich sein, die wertvollste Ressource für die Erforschung des Weltraums zu den geringsten Kosten zu erhalten. Thus, it may be possible to obtain the most valuable resource for space exploration at the lowest cost.

Tabi bu arada o topraklardan başka ne gibi değerli şeyler çıkarılacak onu da zamanla göreceğiz. ||||||||||seront extraites|||| Natürlich werden wir mit der Zeit sehen, welche anderen wertvollen Dinge aus diesen Ländern gewonnen werden. In the meantime, it remains to be seen what other valuable things will be extracted from the land. Dünyada hiç olmadığı için çok değerli başka şeyler de olabilir mi? Could there be other things that are very valuable because they do not exist in the world? 2001 Uzay Macerası filmi tam da o bölgede kurulmuş bir Ay üssü kehanetini yıl olarak tutturamadı. |||||||||||prédiction|||ne pas respecter Im Film 2001 Odyssee im Weltraum wurde die Prophezeiung einer Mondbasis in genau diesem Gebiet nicht erfüllt. The 2001 Space Odyssey movie could not keep up with the prophecy of a Moon base established in that exact region. Ama filmdeki Ay üssünde saklanan monolit kehaneti belki de büyük bir su deposu şeklinde yakında gerçeğe dönüşecek. |dans le film||sur la base||monolithe|la prophétie||||||réservoir d'eau|||| But the prophecy of the monolith hidden in the Moon base in the movie will soon become a reality, perhaps in the form of a huge water reservoir. Mais la prophétie du monolit caché dans la base lunaire du film se concrétisera peut-être bientôt sous la forme d'un grand réservoir d'eau.