×

Χρησιμοποιούμε cookies για να βελτιώσουμε τη λειτουργία του LingQ. Επισκέπτοντας τον ιστότοπο, συμφωνείς στην πολιτική για τα cookies.

image

TEDx Turkey, Ya Öyle Değilse? | Levent Ülgen | TEDxIzmir

Ya Öyle Değilse? | Levent Ülgen | TEDxIzmir

Çeviri: Nadya Alasad Gözden geçirme: berat güven

Şimdi efendim,

12 yaşındayken ilkokulu bitirdim.

İlkokulu bitirme hediyesi olarak

babamdan bir bisiklet istedim.

Almayacağını biliyorum

çünkü hem mali durumumuz o kadar iyi değil,

en azından benim bisikletimi ayıracak bir parası yok,

bir de gergin bir adam, sinirli bir adam.

Ben yine de cesaretimi topladım, istedim o hediyeyi. "Olur" dedi.

Çok şaşırdım, olur- babamdan böyle bir cümle.

"Olur ama şöyle yapalım", dedi, "Yan tarafta bir inşaat var. Sen orada git kendine bir iş bul, çalış.

Para biriktir, üstünü ben tamamlayayım, alalım bisikleti" dedi.

Herhalde bir eşek şakası bu! Yani arkadaşlarım yazın top oynayacak

gezecek, edecek, oynayacaklar,

ben orada çalışacağım!

Ama sırf inattan sabaha kadar ağladım.

Sabah kalktım, "Tamam" dedim "Çalışacağım.

Çalışacağım." Gittim hemen inşaatın müteahhidi ile konuştum.

Dedi "Bir yarın gel bakalım, sana ne gibi bir iş buluruz?" dedi.

Ertesi gün gittiğimde

elimde bir kova kireç, sönmüş kireç, bir tane fırça.

Bir ustanın yanına verdiler beni. Ben yan taraftaki 4 katlı

8 daireli apartmana astar çekiyordum,

o çocuk halimle ve tabii boyum bir yerlere yetişmiyor,

gözüme kireçler kaçıyor,

gözlerim şiş, kan çanağı gibi. Yani her gün akşam,

annem ağlayarak pansumanlar yapıyor.

Babamın umurunda değil, çalışsın öğrensin diyor.

Bak ne güzel çalışıyor, diyor.

Bütün bir yaz, ben o apartmanın astarını çektim

o usta ile beraber, bayağı bir çalıştım.

Sonra iş bitti, müteahhide gittim.

Dedim ki "Ben paramı istiyorum." "Tabii" dedi, paramı verdi.

Oho, bisiklet parası çıkmış. Harika! Babama bile ihtiyaç yok,

o bisikleti alırım.

Akşam babamın gelmesini bekledim, büyük bir vapurla.

"Al" dedim, "Param hazır, yarın gidip bisikleti alacağız."

O kadar eminim ki şimdi "Alalım alalım da" dedi

"Yaz tatili bitti. Okul açılacak, kar, kış, yağmur, çamur.

Sen bu bisiklete binemezsin... yani.

En iyisi biz bu parayla önümüzdeki yıl alalım."

Anladım ki o bisikleti bana aldırmayacak,

yani ben parayı biriktirdiğim halde bana aldırmayacak

ve sinirden ağlamaya başladım ama dedi "Dur!".

"Bütün yaz boyu çalıştın, yani bu kadar emek verdin.

"Şöyle yapalım" dedi. "Para senin,

bu parayla istediğin şeyi alabilirsin" dedi.

Para benim, istediğim şeyi alabilirim, harika! Çok hoşuma gitti,

istediğim her şey, her şey.

İlk hafta sonu Kızılay, Ankaralılar bilir, Ülke Alan Pasajın'daydık,

kendime çok güzel bir forma aldım, bir şort, tozluklar lastikli,

kramponlar çivili ve bir de deriden bir futbol topu.

Şimdi küçümsemeyin çünkü o dönemlerde deriden futbol topu almak,

hele bizim gibi böyle dar gelirli aileler için müthiş bir şey.

Ve mahalleye geldiğimde mahallenin kralı benim çünkü topum var.

O topla istediğim takımı ben kurabilirim, istediğim takım benim olur.

Top bende, güç bende. Ve ben o yaz işte, o yaz boyunca, emeği tanıdım.

Emeğin ne olduğunu anladım, emeğimin gücünü fark ettim.

Bu çok hoşuma gitti, gerçekten.

Yıllar sonra babam öldüğünde ama yıllar yıllar sonra,

annem itiraf etti; babam o bisikleti bana özellikle almamış,

özellikle aldırmamış.

Çünkü yine Ankara'yı bilenler bilir,

Dikmen, Ankara'nın Dikmeni çok dik bir yerdedir, çok yokuştur.

Dermiş ki hep anneme- öyle değilmiş yani-

"Hanım" dermiş "Ben bu oğlana bu bisikleti alırsam,

bu oğlan deli, bu oğlan yaramaz.

O yokuştan aşağı inmeye kalkar,

gider orada kamyonun altında kalır, ölür mölür, başıma bela olur.

Ben ağlayacağıma, bırak bisikleti yok diye o ağlasın" dermiş.

Dolayısıyla benim hiç bisikletim olmadı ama ben o yaşımda emeği öğrendim

emeğimin kıymetini, değerini öğrendim, emeğimin gücünü öğrendim.

O günden beri de, en değerli şeyim emeğim,

elimdeki tek silah emeğim.

(Alkış)

Sonra üniversite yılları başladı. Bir taraftan fizik okuyorum, bilim yani.

Öbür taraftan tiyatro ile uğraşıyorum, sanat yani.

Ama kafam karışık, hem de çok karışık.

Sanatçı mı olacağım, bilimci mi olacağım, fizikçi mi olacağım?

Fizikçi olsam ne iş yapacağım?

sanatçı olsam, oyuncuların hali ortada.

Kafam çok, çok, çok karışık, ne yapacağımı bilemiyorum.

Bu arada, benim bir dedem var.

Kendisinin ağzından bir tek bile Kürtçe kelime duymadım

ama lakabı 'Kürt Hasan', Güneydoğu'dan kağnı ile gelmişler.

o yüzden olsa gerek; Kürt Hasan ama bir tane Kürtçe kelime duymadım.

Kürt Hasan gördüğünüz gibi bir kamyon şoförü

ilkokul mezunu bile değil ama mesleğin de hayranı, mesleğine aşık.

Her sefer bittiği zaman,

o kamyonunun motorunun son vidasına kadar temizler,

gıcır gıcır yapar.

Asla çocuklarını ve torunlarını kamyonunun yanına yanaştırmaz

çünkü "Sizler okuyacaksınız,

benim gibi kamyon şoförü olmayacaksınız" der.

Ama her akşam garajdan eve gelirken pırıl pırıl giyinir;

takım elbisesi, ayağında pileli duble paça pantolonu, sonuna kadar bağlanmış gömleği

üzerinde kaşkolu, kasketi ya da fötr şapkası,

mevsimine göre pardesüsü, paltosu

ve gıcır gıcır parlayan iskarpinleriyle eve gelir.

Eve gelir gelmez hemen annem paltosunu alır,

dayılarım kaşkolunu kasketini alır, anneannem ayakkabılarının bağını çözer.

Hiçbir şey konuşulmadan akşam yemeği için sofraya oturulur.

Yemek duası dışında hiçbir şey konuşulmaz, çünkü günahtır.

Ancak yemekten sonra çay, kahve, işte meyva seansı sırasında

dedem günün raporunu alır, herkes ona ne olduğunu ne bittiğini anlatır.

Sonra torunların yatma vakti.

Kız torunları öper, onların saçlarını okşar,

erkeklere asla, elini bile öptürtmez, dokunmaz bile.

Biz tabii hep buna sinir oluruz. Meğer öyle değilmiş, o bizi gece severmiş.

Biz uyurken saçımızı okşarmış. Çünkü erkek çocuk şımarık olmasın,

cıvık olmasın, dermiş.

Sonra başka bir adamla tanıştım.

Cüneyt Gökçer, hocam. Dedemle hemen hemen aynı yaşlardan.

Cüneyt Gökçer, tiyatronun, büyük tiyatronun altında yapılan atölyede,

demir atölyesinde,

teneke bir taç, sarıya boyanmış, altın sarısına, kafasına takmış.

Efendime söyleyeyim, belinde yine atölyede yapılan tahta bir kılıç,

at kılı- kuyruğundan yapılan saçları ve sakalıyla

her akşam sahneye çıkıyor ve "Ben kral, bilmem bilmem kimim!" diye

bağırıp duruyor, ortada çığırtıyor.

Şimdi, kafam iyice karıştı, ne yapmak gerek?

Bir gün Cüneyt Gökçer elinde bir tahta bavulla geldi

bildiğiniz tahta bavul, içini bir açtı,

içinden o güne kadar oynadığı bütün rollerin fotoğrafları.

Krallar oynamış, padişahlar oynamış, profesörler oynamış,

işadamları oynamış, berduşlar oynamış, çeşit çeşit yüzlerce fotoğraf.

O zaman düşünmeye iyice başladım.

Şimdi, ya bu adam gibi yaşlandığımda bile

başka insanlar olmak, sahnede olmak vardı

ya da dedem gibi tek bir tip, tek bir karakter, tek bir insan.

Dedim, "Emek benim değil mi? Benim.

Emeğimi istediğim yere kullanabilir miyim? Evet.

Emek benim silahım mı? O zaman bu iş emek vermeye değer.

Ben bu işi seçiyorum" dedim.

Zaten bizleri belirleyen de yaptığımız seçimler değil mi?

Ve ben o gün oyuncu olmaya karar verdim.

Fiziği ve dedemi bir kenara koyup Cüneyt Gökçer'in peşinden gittim.

Evet şanslıydım, çünkü hem fizik okudum, bilim okudum hem tiyatro okudum,

yani sanat okudum ve bu ikisinin ortak yönü

her zaman çok dikkatimi çekti.

Çok farklı görünebilir ama ikisinin de ortak yolu, çıkış noktası,

ilerleme dinamosu, hep aynı soru: Ya öyle değilse?

Hep bu soru.

Bu soruyu sormak her zaman benim de işimin bir parçası oldu

çünkü bir oyunu oynarken, bir oyunu sahnelerken,

hep bu soru sorarız; ya öyle değilse? Ya başka bir şeyse?

Ama bu soruyu sormak biraz cesaret işi, biraz cesaret ister,

biraz karanlık ister, geleceğe ulaşma arzusuna içinde barındırır.

Ya öyle değilse? Ya öyle değil de, ya dünya düz değil de yuvarlaksa?

Ya öyle değilse? Ya atom parçalanabiliryorsa?

Ya öyle değilse, ya ölüm diye bir şey yoksa?

Ya da zaman sadece bir hayal ve illüzyondan öte ise?

Daha da ileriye gidebiliriz.

Ya yaşadığımız bütün bu hayat bir bilgisayar oyunu ise?

Ya tanrı yoksa?

Bütün bunları sormak gerçekten tehlikeli sulara girmek,

başınızı belaya sokacak sorular demektir.

Ama medeniyetimizi geliştirenler hep bu sorunun peşinden gidenler oldu.

Ya öyle değilse, ya başka bir yolu varsa?

Ya başka bir çözüm, başka bir bakış açısı varsa?

Ya kimsenin aklına gelmeyen o muhteşem fikir, o en iyi fikir,

bir dolabın arkasına düşüp kaldıysa? Evet.

Bundan, bilim adamları yıllarca önce, milyonlarca yıl önce

evrenin oluştuğunu, peşinden dünyanın ve yaklaşık 150 bin yıl sonrada

insan denilen yaratığın dünyaya geldiğini ispat ettiler

ya da iddia ediyorlar.

Insanoğlunun yaptığı tek şey ve ilk şeyse

toprağı sahiplenip birbirini kesmek olmuş.

Mülkiyetle başlayan zorba yönetimlere tarih boyunca karşı gelenlerse

hep bilim insanları, sanatçılar ve devrimciler olmuş.

Hepsi, ya öyle değilse şüphesine sahipmişler.

Sümer'den, Mısır'a, Hipokrat'dan, Euripides'se

İbni Sina'dan, Kopernik'e, Shakespeare'e, Çehov'a, Brecht'e

Da Vinci' ye, Einstein'a, Steve Jobs'a, Aziz Nesin'e kadar

bir sürü bilim insanı, bir sürü filozof, bir sürü sanatçı bu soruyu sormuş:

Ya öyle değilse?

Yeni çözüm yolları üretmenin soru sormaktan geçtiğini

bunlar herhalde çok, çok, çok iyi biliyorlarmış.

Şüphecilik ile paranoyanın, gerçeği aramakla,

komplo teorisi üretmenin arasındaki farkı da çok iyi biliyorlarmış.

Şaşmaz bir güvenle, içsel bir güdüyle

ya öyle değilse sorusunu sormaktan hiç vazgeçmemişler.

Ya öyle değilse sorusunu sormak gerçekten cesaret işidir.

Zaman zaman ağır bedeller ödemek zorunda kalınabilir

ki nitekim de öyle olmuştur.

Çünkü bu soru birçok iktidarı, birçok normu,

birçok yerleşik düzeni kızdıran sorulardır.

Ya öyle değilse?

İnsanlık tarihi bu sorunun yanıtını arayanların

kanlı yazgılarıyla dolu.

Bu sorunun üzerinden felsefe yapmak, bu sorunun üzerinden sanat yapmak,

bilim yapmak gerçekten bazı cezaları göze almak demek.

Sokrates'ı idam edenler, Giordano Bruno'ya işkence yapanlar

Sivas'ta aydınlarımızı yakanlar,

Uğur Mumcu gibi gerçekleri söylemekten, yazmaktan, korkmayan, çekinmeyen,

onlarca insanımızı acımasızca katledenler.

Nazım Hikmet'i, Mandela'yı hapislerde çürütmeye niyetli olanlar

Che Guevara'yı kurşuna dizenler,

Şeyh Bedrettin'i, Pir Sultan Abdal'ı asanlar işte bu sorudan korkanlardır.

Onlar... (Alkış)

...bu soruyu sormaktan korkanlar, gelişmek, ilerlemek,

bilinmezi çözmek istemezler.

Bedeli ne olursa olsun, bu soruyu sormaktan korkmamalıyız.

Gerçekten bu soru hayatımızın dönüm noktasıdır.

Çünkü bir tane hayatımız var, onu da istediğimiz gibi yaşamalıyız.

Sorular soralım, şüpheci olalım, yaratıcı olalım.

Dağın ardında çöl var diyenlere hemen inanmayalım.

Gidip kendimiz görelim, belki de o dağın ardında bir çöl yok.

Yani eğer yoksa da, olsun, spor yapmış oluruz,

dağa tırmanmış oluruz, fena mı?

Belki o dağın ardında gerçekten çöl yok.

Belki bunu bize söyleyen insan o dağa çıktı

ve çıktığında yanlış bir mevsimdi ya da bakar kördü görmedi

ya da bize yalan söylüyor.

O yüzden kendimiz görmekten hiçbir şekilde sakınmayalım.

Çünkü deneyimlemekten kimseye zarar gelmez, evet.

Şüphe gerçekleri ortaya çıkartır, ilerlememizi sağlar.

Eski köye yeni adet getirme, ya da insanın başına ne gelirse

ya meraktan gelir.. ya meraktan gelir'e çok fazla aldırmayalım.

Ya öyle değilse sorusunu sormaktan hiç vazgeçmeyelim.

Çünkü niye? Ya öyle değilse?

Ya öyle değilse? Ya 19 Mayıs'ta Samsun'a çıkan Paşa

vatan haini değilse?

Ya bugün vatan haini diye suçlananlar vatan haini değil de

onları suçlayanlar gerçek vatan haini ise?

Teşekkür ederim.

(Alkış)

Learn languages from TV shows, movies, news, articles and more! Try LingQ for FREE

Ya Öyle Değilse? | Levent Ülgen | TEDxIzmir Was wäre wenn nicht? | Levent Ülgen | TEDxIzmir What If Not? | Levent Ülgen | TEDxIzmir Levent Ülgen | TEDxIzmir もしそうでなかったら|レヴェント・ウルゲン|TEDxIzmir

Çeviri: Nadya Alasad Gözden geçirme: berat güven

Şimdi efendim, jetzt mein Herr| الآن يا سيدي، Now, sir,

12 yaşındayken ilkokulu bitirdim. أنهيت المرحلة الابتدائية عندما كان عمري 12 عامًا. I finished primary school when I was 12.

İlkokulu bitirme hediyesi olarak كهدية التخرج للمدرسة الابتدائية I asked my father for a bicycle

babamdan bir bisiklet istedim. سألت أبي عن دراجة. as a gift for graduating from primary school.

Almayacağını biliyorum won't take| أعلم أنه لن يشتريها I knew he won't buy it

çünkü hem mali durumumuz o kadar iyi değil, ||financial||||| لأن وضعنا المالي ليس جيدًا، because our financial situation is not so good,

en azından benim bisikletimi ayıracak bir parası yok, على الأقل ليس لديه مال لتجنيب دراجتي، he has no money to buy me at least a bike

bir de gergin bir adam, sinirli bir adam. ||nervös||||| ||tense|||angry|| ورجل عصبي، رجل غاضب. and he's a nervous, angry man.

Ben yine de cesaretimi topladım, istedim o hediyeyi. "Olur" dedi. ||||I gathered||||| وبعد أن جمعت شجاعتي، أردت هذه الهدية. قال: "حسنًا". And yet I plucked up my courage, and asked for the gift. He said "Okay".

Çok şaşırdım, olur- babamdan böyle bir cümle. ||||||sentence أنا مندهش للغاية، حسنًا- جملة كهذه من والدي. I was very surprised, okay - such sentence from dad.

"Olur ama şöyle yapalım", dedi, "Yan tarafta bir inşaat var. قال: "حسنًا ، لكن لنقم بذلك"، يوجد مبنى مجاور. He said "Okay, but let's do this", "There's a construction next door. Sen orada git kendine bir iş bul, çalış. اذهب إلى هناك، أجد لنفسك وظيفة، أعمل. Go there and find yourself a job, work.

Para biriktir, üstünü ben tamamlayayım, alalım bisikleti" dedi. وفر المال، أنا سأكمله، وسنشتري الدراجة" Save money, I'll complete it and we'll buy the bike."

Herhalde bir eşek şakası bu! Yani arkadaşlarım yazın top oynayacak ||donkey||||||| ربما هذه مزحة! أي سوف يلعبوا أصدقائي الكرة في الصيف This must be some horseplay! So my friends will play ball

gezecek, edecek, oynayacaklar, سيزوروا، يفعلوا، سيلعبوا، in the summer, they'll knock around and play,

ben orada çalışacağım! أنا سوف أعمل هناك! while I will work there!

Ama sırf inattan sabaha kadar ağladım. |just|stubbornness||| ولكن فقط بسبب العناد بكيت حتى الصباح. But just out of stubbornness I cried until morning.

Sabah kalktım, "Tamam" dedim "Çalışacağım. استيقظت في الصباح، قلت: "حسناً ، أنا سأعمل. I got up in the morning, I said, "Okay, I'll work."

Çalışacağım." Gittim hemen inşaatın müteahhidi ile konuştum. ||||Bauunternehmer|| ||||contractor|| سأعمل." ذهبت على الفور تحدثت مع مقاول البناء. I went and immediately spoke with the construction contractor.

Dedi "Bir yarın gel bakalım, sana ne gibi bir iş buluruz?" dedi. قال: "تعال غدا ما نوع العمل الذي سنجده لك؟ He said "Come tomorrow, we'll see what kind of job we can find for you."

Ertesi gün gittiğimde عندما ذهبت في اليوم التالي When I left the next day,

elimde bir kova kireç, sönmüş kireç, bir tane fırça. ||bucket of|lime|slaked lime||||brush لدي دلو من الجير، الجير المطحون، فرشاة واحدة. I had a bucket of lime, slaked lime and a brush.

Bir ustanın yanına verdiler beni. Ben yan taraftaki 4 katlı |the master|||||||4-story أعطوني بجانب سيد. كنت أبطن المبنى المجاور They gave me to a master. I was lining the apartment next door,

8 daireli apartmana astar çekiyordum, ||Verkleidung| ||I was painting| المكون من 4 طوابق و 8 شقق، of 4 floors and 8 apartments,

o çocuk halimle ve tabii boyum bir yerlere yetişmiyor, |||||my height|||reaching places مع حالتي كطفل وبالطبع طولي لا يلحق في مكان ما، in my child-state and of course my height doesn't catch up somewhere

gözüme kireçler kaçıyor, |lime| الجير يدخل في عيني، lime gets into my eye,

gözlerim şiş, kan çanağı gibi. Yani her gün akşam, ||Blut|Blutgefäß||||| |swollen|blood|bloodshot||||| عيني منتفخة، مثل الدماء. لذلك كل مساء، my eyes are swollen, like bloodshot. So every night,

annem ağlayarak pansumanlar yapıyor. ||Verbände anlegen| ||dressing changes| أمي تبكي وهي تضمد. my mother would dress my wounds while crying.

Babamın umurunda değil, çalışsın öğrensin diyor. أبي لا يهتم، يقول دعه يعمل ويتعلم. Dad says he doesn't care, let him work.

Bak ne güzel çalışıyor, diyor. يقول انظر كيف يعمل بشكل جيد. Look how nicely he works, he says.

Bütün bir yaz, ben o apartmanın astarını çektim طوال الصيف، قمت بسحب التمهيدي لتلك الشقة All summer, I pulled the liner of that apartment

o usta ile beraber, bayağı bir çalıştım. |||||a| وعملت كثيرا مع هذا السيد. and worked a lot with that master.

Sonra iş bitti, müteahhide gittim. ثم انتهت من العمل، ذهبت إلى المقاول. Then the job was over, I went to the contractor.

Dedim ki "Ben paramı istiyorum." "Tabii" dedi, paramı verdi. قلت، "أريد أموالي". قال، "بالتأكيد"، أعطاني أموالي. I said "I want my money." He said "Sure" and gave me money.

Oho, bisiklet parası çıkmış. Harika! Babama bile ihtiyaç yok, أوه، خرج مال الدراجة. عظيم! أنا لا أحتاج حتى والدي، Bicycle money is out. Great! I don't even need my father,

o bisikleti alırım. سأشتري تلك الدراجة. I'll buy that bike.

Akşam babamın gelmesini bekledim, büyük bir vapurla. ||||||by a big ferry في المساء انتظرت أن يأتي والدي، مع عبارة كبيرة. I waited for my dad to come in the evening, with a big ferry.

"Al" dedim, "Param hazır, yarın gidip bisikleti alacağız." قلت، "هنا". "أموالي جاهزة، سنذهب لشراء الدراجة غدًا." I said "Here, my money is ready, we'll go tomorrow and buy the bike."

O kadar eminim ki şimdi "Alalım alalım da" dedi كنت متأكد جدا الآن قال: "لنأخذها، لنشتريها ولكن" I'm so sure, now he said "Let's buy it, but...

"Yaz tatili bitti. Okul açılacak, kar, kış, yağmur, çamur. ||||||||mud "العطلة الصيفية انتهت. المدرسة ستفتح، ثلج، شتاء، مطر، طين. Summer is over. School will start, snow, winter, rain, mud.

Sen bu bisiklete binemezsin... yani. أنت لن تتمكن من ركوب هذه الدراجة... لذلك. You won't be able to ride this bike... I mean.

En iyisi biz bu parayla önümüzdeki yıl alalım." من الأفضل أن نشتريها بهذا المال في العام المقبل ". It's the best that we buy it with this money next year."

Anladım ki o bisikleti bana aldırmayacak, فهمت أنه لن أشتري تلك الدراجة، I understood that that bike won't be bought for me,

yani ben parayı biriktirdiğim halde bana aldırmayacak لذلك على الرغم من أنني وفرت المال لن يشتروها لي so even though I saved the money it won't be bought

ve sinirden ağlamaya başladım ama dedi "Dur!". وبدأت في البكاء من الغضب لكنه قال "توقف!" and I started to cry from anger but he said "Wait!".

"Bütün yaz boyu çalıştın, yani bu kadar emek verdin. |||||||effort| "لقد كنت تعمل طوال الصيف، أي عملت بجد. "You've worked all summer, and you've worked so hard.

"Şöyle yapalım" dedi. "Para senin, قال، "دعونا نفعل هكذا". "المال لك، Let's do this. The money is yours

bu parayla istediğin şeyi alabilirsin" dedi. يمكنك شراء ما تريد بهذه الأموال ". you can buy whatever you want with this money" he said.

Para benim, istediğim şeyi alabilirim, harika! Çok hoşuma gitti, يمكنني الشراء على ما أريد، عظيم! أعجبني هذا كثيرا، I can get what I want, great! I like it,

istediğim her şey, her şey. كل ما أريد، كل شيء. everything I want, everything.

İlk hafta sonu Kızılay, Ankaralılar bilir, Ülke Alan Pasajın'daydık, |||||||Square|we were at the Passage عطلة نهاية الأسبوع الأولى Kizilay، ناس أنقرة يعرفوا، كنا في ممر Ülkealan، The first weekend in Kızılay, people of Ankara know,

kendime çok güzel bir forma aldım, bir şort, tozluklar lastikli, ||||Sportanzug||||| ||||jersey||||leggings| لقد اشتريت لنفسي زيا جميلًا جدًا، شورتًا، طماق مطاطية، we were in the Ülke Alan Passage I bought myself a very beautiful suit,

kramponlar çivili ve bir de deriden bir futbol topu. Stollen|mit Stollen||||||| cleats|with studs||||leather||| مرابط شائكة وكذلك كرة قدم مصنوعة من الجلد. a shorts, elastic leggings, spikes and a leather soccer ball.

Şimdi küçümsemeyin çünkü o dönemlerde deriden futbol topu almak, الآن، لا تقلل من شأن ذلك لأن الحصول على كرة القدم من الجلد في ذلك الوقت، Now, don't underestimate because it's a hell of a thing to buy

hele bizim gibi böyle dar gelirli aileler için müthiş bir şey. especially||||narrow||||amazing|| شيء رائع خاصة بالنسبة للأسر ذات الدخل المنخفض مثلنا. leather soccer balls in those times, especially for such low-income families.

Ve mahalleye geldiğimde mahallenin kralı benim çünkü topum var. |the neighborhood||||||| وعندما أتيت إلى الحي، أنا ملك الحي لأن لدي كرة. And when I come to the neighborhood, I'm the king there because I have a ball.

O topla istediğim takımı ben kurabilirim, istediğim takım benim olur. يمكنني إعداد الفريق الذي أريده بهذه الكرة، والفريق الذي أريده هو سيصبح فريقي. I can set up the team I want with that ball, the team would be mine.

Top bende, güç bende. Ve ben o yaz işte, o yaz boyunca, emeği tanıdım. ||||||||||||effort| لدي الكرة، لدي القوة. وهذا الصيف، ذلك الصيف، أدركت الجهد. I have the ball so I have the power. And that summer, I recognized labor.

Emeğin ne olduğunu anladım, emeğimin gücünü fark ettim. أدركت ما هو الجهد، أدركت قوة جهدي. I realized what hardwork is and the power of my hardwork.

Bu çok hoşuma gitti, gerçekten. أنا حقا أحببت ذلك، حقا. I really liked that a lot.

Yıllar sonra babam öldüğünde ama yıllar yıllar sonra, عندما توفي والدي بعد سنوات، ولكن بعد سنوات عديدة، Many years later when my father died,

annem itiraf etti; babam o bisikleti bana özellikle almamış, اعترفت والدتي؛ والدي لم يشتري لي تلك الدراجة، my mother confessed; my father didn't buy me that bike on purpose,

özellikle aldırmamış. لم يشتريها خاصة لي. he didn't let me buy it on purpose .

Çünkü yine Ankara'yı bilenler bilir, لأن أولئك الذين يعرفون أنقرة يعرفون أن Because, again, those who know Ankara,

Dikmen, Ankara'nın Dikmeni çok dik bir yerdedir, çok yokuştur. Dikmen||||steil|||| Dikmen (1)||||steep||||slope Dikmen أنقرة في مكان شديد الانحدار، منحدر جدا. Dikmen, Dikmen of Ankara is in a very steep place, very sloping.

Dermiş ki hep anneme- öyle değilmiş yani- قال دائما لأمي - أي ليس كهذا - He used to say to mother - it wasn't so -

"Hanım" dermiş "Ben bu oğlana bu bisikleti alırsam, "سيدة" كان يقول: "إذا اشتريت لهذا الصبي هذه الدراجة، he said "Woman. If I buy this bike for this boy,

bu oğlan deli, bu oğlan yaramaz. |boy|||| هذا الفتى مجنون، هذا الفتى شقي. this boy is crazy and naughty.

O yokuştan aşağı inmeye kalkar, |the slope||| سيحاول أن يذهب إلى أسفل المنحدر، He'll try to ride down the slope,

gider orada kamyonun altında kalır, ölür mölür, başıma bela olur. ||||||dies or something||trouble| يذهب هناك، يبقى تحت شاحنة، يموت، سيكون مشكلة بالنسبة لي. goes there, goes under the truck and dies, I'll be in trouble.

Ben ağlayacağıma, bırak bisikleti yok diye o ağlasın" dermiş. كان يقول "بدلاً أن أبكي، دعه هو يبكي من دون دراجة." Instead of me crying, let him cry because he doesn't have a bike".

Dolayısıyla benim hiç bisikletim olmadı ama ben o yaşımda emeği öğrendim وبالتالي لم يكن لديّ تلك الدراجة لكنني تعلمت المخاض في هذا العمر So I never had a bike but I learned labor at that age

emeğimin kıymetini, değerini öğrendim, emeğimin gücünü öğrendim. |value||||| لقد تعلمت قيمة وأهمية جهدي، لقد تعلمت قوة جهدي. the value of my effort, its worth, I learned the strength of my effort.

O günden beri de, en değerli şeyim emeğim, منذ ذلك الحين، أعز ما لدي هو مخاضي، Since that day, my most valuable thing is my labor,

elimdeki tek silah emeğim. مخاضي هو السلاح الوحيد الذي لدي. the only weapon I have is my effort.

(Alkış) (تصفيق) (Applause)

Sonra üniversite yılları başladı. Bir taraftan fizik okuyorum, bilim yani. ثم بدأت سنوات الجامعة. من ناحية أدرس الفيزياء، أي علم. Then university years started. On the one hand, I study physics, science.

Öbür taraftan tiyatro ile uğraşıyorum, sanat yani. من ناحية أخرى أنا أتعامل مع المسرح، أي الفن. On the other hand I'm dealing with theater, art.

Ama kafam karışık, hem de çok karışık. ||confused|||| ولكن أنا في حيرة من أمري، في حيرة كبيرة. But I am confused, and very confused.

Sanatçı mı olacağım, bilimci mi olacağım, fizikçi mi olacağım? ||||||physicist|| هل سأكون فنانا أو عالما؟ هل سأكون فيزيائيا؟ Will I be an artist, a scientist or a physicist?

Fizikçi olsam ne iş yapacağım? ماذا أفعل إذا كنت فيزيائيًا؟ What will I do if I am a physicist?

sanatçı olsam, oyuncuların hali ortada. لو أكون فنانا، فإن حالة الممثلين واضحة. If I become an artist, actors' state is obvious.

Kafam çok, çok, çok karışık, ne yapacağımı bilemiyorum. أنا مرتبك جدًا، لم أعرف ماذا سأفعل. I'm very, very confused, I don't know what I will do.

Bu arada, benim bir dedem var. بالمناسبة، لدي جد. By the way, I have a grandfather.

Kendisinin ağzından bir tek bile Kürtçe kelime duymadım لم أسمع ولا حتى كلمة كردية واحدة من فمه I didn't hear a single Kurdish word from his mouth,

ama lakabı 'Kürt Hasan', Güneydoğu'dan kağnı ile gelmişler. |Spitzname|||||| |nickname||||ox cart|| لكن اللقب "حسن الكردي"، جاؤوا من الجنوب الشرقي مع عربة المزارع. but his nickname is 'Kurdish Hasan', they came from the southeast by tumbrel,

o yüzden olsa gerek; Kürt Hasan ama bir tane Kürtçe kelime duymadım. لذلك يجب أن يكون؛ حسن الكردي لكني لم أسمع كلمة كردية واحدة. so it must be that; Kurdish Hasan, but I did not hear one Kurdish word.

Kürt Hasan gördüğünüz gibi bir kamyon şoförü كما ترون حسن الكردي سائق شاحنة As you can see Kurdish Hasan is a truck driver

ilkokul mezunu bile değil ama mesleğin de hayranı, mesleğine aşık. |||||||fan|| إنه ليس حتى خريج مدرسة ابتدائية، لكنه أيضًا معجب بمهنته ويحب مهنته. not even a primary school graduate, but he also loves his profession.

Her sefer bittiği zaman, في كل مرة عندما ينتهي Every time he finishes voyage,

o kamyonunun motorunun son vidasına kadar temizler, |your truck's|||last screw|| ينظف حتى المسمار الأخير من محرك الشاحنة، he cleans up to the last screw of his truck's engine

gıcır gıcır yapar. squeak|| يجعله جديد تماماً. and makes it crisp.

Asla çocuklarını ve torunlarını kamyonunun yanına yanaştırmaz ||||||bring close لم يترك أبناءه وأحفاده بالقرب من شاحنته He'll never let his kids and grandchildren get near his truck

çünkü "Sizler okuyacaksınız, لأن "أنتم سوف تدرسوا،" because, he'd say, "You'll go to school,

benim gibi kamyon şoförü olmayacaksınız" der. يقول "لن تكونوا سائق شاحنة مثلي". you won't be a truck driver like me".

Ama her akşam garajdan eve gelirken pırıl pırıl giyinir; |||from the garage||||| لكن كل مساء عندما يعود إلى المنزل من المرآب، يرتدي ملابس زاهية؛ But every evening when he comes home from the garage, he dresses perfectly;

takım elbisesi, ayağında pileli duble paça pantolonu, |||pleated||| ||on his legs|pleated||| دعوى، في الأسفل سروال مزدوج الساق مطوي، a suit, on bottom pleated double leg trousers, sonuna kadar bağlanmış gömleği قميصه مقيد للنهاية his shirt tied up until the end

üzerinde kaşkolu, kasketi ya da fötr şapkası, |Schal|Kappe|||Fedorahut| |scarf|cap|||| فوقه وشاح، قبعة أو فيدورا، on his head a cap, a flat cap or his fedora,

mevsimine göre pardesüsü, paltosu ||Mantel| ||overcoat|its coat معطف وفقا للموسم topcoat according to the season, his coat

ve gıcır gıcır parlayan iskarpinleriyle eve gelir. ||||mit den High Heels|| ||||high heels|| ويأتي إلى المنزل مع أحذيته اللامعة. and he comes home with his crisp sparkling shoes.

Eve gelir gelmez hemen annem paltosunu alır, |||||her coat| بمجرد وصوله إلى المنزل، تأخذ أمي معطفه على الفور، As soon as he gets home, my mother immediately takes his coat,

dayılarım kaşkolunu kasketini alır, anneannem ayakkabılarının bağını çözer. my uncles|||||your shoes'|| أخوالي يخلعوا قبعته ووشاحه، جدتي تفك حذاءه. my uncles take his scarf and cap, my grandmother unties his shoes.

Hiçbir şey konuşulmadan akşam yemeği için sofraya oturulur. دون التحدث عن أي شيء يجلس لتناول العشاء. Without talking about anything he sits down for dinner.

Yemek duası dışında hiçbir şey konuşulmaz, çünkü günahtır. |prayer|||||| لا يتحدث أي شيء إلا في الصلاة الطعام، لأنه خطيئة. Nothing is spoken except for food prayer, because it is sin.

Ancak yemekten sonra çay, kahve, işte meyva seansı sırasında ||||||Obst|| ||||||fruit|| ومع ذلك، بعد العشاء يتلقى جدي تقرير اليوم أثناء جلسات الشاي والقهوة والفواكه However, after dinner, my grandfather receives the report of the day during tea

dedem günün raporunu alır, herkes ona ne olduğunu ne bittiğini anlatır. |||||||||it ended| ويخبره الجميع بما حدث وما انتهى. coffee and fruit sessions and everyone tells him what happened and what is over.

Sonra torunların yatma vakti. ثم يذهب الأحفاد إلى السرير. Then the grandchildren go to bed.

Kız torunları öper, onların saçlarını okşar, |||||caresses يقبل الحفيدات، يداعب شعرهم He kisses the granddaughters, caresses their hair,

erkeklere asla, elini bile öptürtmez, dokunmaz bile. |||||does not touch| إنه لا يجعل الرجال يقبلون يديه، ولم يمسهم أبدًا. never the boys, doesn't even let them touch his hand.

Biz tabii hep buna sinir oluruz. Meğer öyle değilmiş, o bizi gece severmiş. ||||||turns out|||||| نحن دائما ننزعج حيال ذلك. تبين أنه لم يكن كذلك، هو كان يحبنا في الليل. We're always mad about that. Turns out it wasn't so, he loved us at night.

Biz uyurken saçımızı okşarmış. Çünkü erkek çocuk şımarık olmasın, |||would stroke||the boy||spoiled| هو داعب شعرنا بينما ننام. يقول، كي لا يكون الصبي مدللا He'd caress our hair while we sleep. He'd say, for the male child

cıvık olmasın, dermiş. slimy|| كي لا يفسد. not to be spoiled and soft.

Sonra başka bir adamla tanıştım. ثم قابلت رجلاً آخر. Then I got to know to another man.

Cüneyt Gökçer, hocam. Dedemle hemen hemen aynı yaşlardan. جونيت غوكجر، أستاذي. تقريبا نفس عمر جدي. My teacher, Cüneyt Gökçer. Almost the same age as my grandfather.

Cüneyt Gökçer, tiyatronun, büyük tiyatronun altında yapılan atölyede, |||||||Werkstatt جونيت غوكجر يرتدي على رأسه تاج من الصفيح، مطلي باللون الأصفر، ذهبي، Cüneyt Gökçer, at the theater, the workshop under the grand theater,

demir atölyesinde, تحت المسرح الكبير in his iron workshop,

teneke bir taç, sarıya boyanmış, altın sarısına, kafasına takmış. ||Krone|||||| tin||crown||||||worn on في ورشة العمل، ورشة عمل للحديد. he put a tin crown, painted in yellow, golden yellow, on his head.

Efendime söyleyeyim, belinde yine atölyede yapılan tahta bir kılıç, ||on your waist||||wooden|| اسمحوا لي أن أقول سيدي، هناك سيف خشبي في ورشته مرة أخرى، Well, there is a wooden sword on his waist made in his workshop again,

at kılı- kuyruğundan yapılan saçları ve sakalıyla ||||||with his beard كل مساء يطلع على المنصة مع شعره ولحيته المصنوعين من ذيل حصان with his hair and beard made of horsehair and tail,

her akşam sahneye çıkıyor ve "Ben kral, bilmem bilmem kimim!" diye يواصل الصراخ في الوسط قائلاً he goes on stage every evening and says, "I'm king, and what not!"

bağırıp duruyor, ortada çığırtıyor. "أنا الملك، لا أعرف من أنا!" he keeps shouting, screaming in the middle.

Şimdi, kafam iyice karıştı, ne yapmak gerek? الآن، أنا مرتبك، ماذا علي أن أفعل؟ Now, I'm extremely confused, what am I supposed to do?

Bir gün Cüneyt Gökçer elinde bir tahta bavulla geldi في أحد الأيام، جاء Cüneyt Gökçer مع حقيبة خشبية One day, Cüneyt Gökçer came with a wooden suitcase,

bildiğiniz tahta bavul, içini bir açtı, ||suitcase||| تعرفوا حقيبة خشبية، فتح ما في الداخل، which you know, opened it up,

içinden o güne kadar oynadığı bütün rollerin fotoğrafları. صور لجميع الأدوار التي لعبها إلى ذلك اليوم. and there was the photos of all the roles he played until that day.

Krallar oynamış, padişahlar oynamış, profesörler oynamış, مثل الملوك، السلاطين، الأساتذة، He played kings, sultans, professors,

işadamları oynamış, berduşlar oynamış, çeşit çeşit yüzlerce fotoğraf. ||the drunks||||| مثل رجال أعمال ومتشردين، ومئات الصور. businessmen, hobos, hundreds of photos.

O zaman düşünmeye iyice başladım. ثم بدأت أفكر جيدا في حينها. Then I started to think well through.

Şimdi, ya bu adam gibi yaşlandığımda bile الآن، كان علي أن أكون على خشبة المسرح، كوني أشخاص آخرين Now, either when I get old like this man,

başka insanlar olmak, sahnede olmak vardı حتى عندما أصبحت أكبر سناً مثل هذا الرجل there was to be other people, be on stage,

ya da dedem gibi tek bir tip, tek bir karakter, tek bir insan. أو نوع واحد، شخصية واحدة، شخص واحد، مثل جدي. or to be one type, character and one person like my grandfather.

Dedim, "Emek benim değil mi? Benim. |Effort|||| قلت، "أليس منجم العمل لي؟ إنه لي. I said, "Isn't the labour mine? It is.

Emeğimi istediğim yere kullanabilir miyim? Evet. هل يمكنني استخدام المخاض الخاص بي أينما أريد؟ أجل. Can I use my labour wherever I want? Yes.

Emek benim silahım mı? O zaman bu iş emek vermeye değer. هل العمل سلاحي؟ ثم هذه المهمة تستحق الجهد المبذول. Is effort my weapon? Then this job is worth the effort.

Ben bu işi seçiyorum" dedim. قلت "اخترت هذه الوظيفة ". I choose this job".

Zaten bizleri belirleyen de yaptığımız seçimler değil mi? الخيارات التي اتخذناها تحددنا بالفعل أليس كذلك؟ Isn't it the choices we make that determine us anyway?

Ve ben o gün oyuncu olmaya karar verdim. وقررت أن أكون ممثل في ذلك اليوم. And I decided to be an actor that day.

Fiziği ve dedemi bir kenara koyup Cüneyt Gökçer'in peşinden gittim. ||||aside||||| أنا وضعت الفيزياء وجدي جانبا وذهبت وراء Cüneyt Gökçer. I put physics and grandfather aside and went after Cüneyt Gökçer.

Evet şanslıydım, çünkü hem fizik okudum, bilim okudum hem tiyatro okudum, نعم، كنت محظوظًا لأنني درست الفيزياء، درست العلم ودرست المسرح Yes, I was lucky because I studied physics, science and I studied theater,

yani sanat okudum ve bu ikisinin ortak yönü |||||||aspect أي الفن، والجانب المشترك لهذين so I studied art, and the common aspect

her zaman çok dikkatimi çekti. لفت انتباهي دائمًا. of these two has always caught my eye.

Çok farklı görünebilir ama ikisinin de ortak yolu, çıkış noktası, قد يبدو مختلفًا تمامًا، لكن لكل منهما مسار مشترك ونقطة انطلاق، It may look very different, but both have a common path,

ilerleme dinamosu, hep aynı soru: Ya öyle değilse? دينامو التقدم، دائما نفس السؤال: ماذا لو لم يكن كذلك؟ the exit point, the dynamo of progress is the same question: What if it isn't so?

Hep bu soru. دائماً هذا السؤال. Always that question.

Bu soruyu sormak her zaman benim de işimin bir parçası oldu طرح هذا السؤال كان دائمًا جزءًا من عملي Asking this question has always been a part of my work

çünkü bir oyunu oynarken, bir oyunu sahnelerken, لأنه عندما نمثل، عندما نعرض تمثيل، because while acting, staging a play, we always ask this;

hep bu soru sorarız; ya öyle değilse? Ya başka bir şeyse? فإننا نطرح هذا السؤال دائمًا؛ ماذا لو لم يكن كذلك؟ ماذا لو كان شيء آخر؟ what if it's not so? What if it's something else?

Ama bu soruyu sormak biraz cesaret işi, biraz cesaret ister, ولكن لطرح هذا السؤال، فإنه يتطلب بعض الشجاعة But to ask this question, it takes some courage,

biraz karanlık ister, geleceğe ulaşma arzusuna içinde barındırır. |||||desire to reach||contains يتطلب بعض الظلام، يجسد الرغبة في الوصول إلى المستقبل. it needs some darkness, it embodies the desire to reach the future.

Ya öyle değilse? Ya öyle değil de, ya dünya düz değil de yuvarlaksa? |||||||||flat|||if it's round ماذا لو لم يكن الأمر كذلك؟ أو إذا كان العالم غير مستوٍ أو مستدير؟ What if it isn't so? What if the world is not flat but round?

Ya öyle değilse? Ya atom parçalanabiliryorsa? |||||can be split ماذا لو لم يكن كذلك؟ ماذا لو تنهار الذرة؟ What if it isn't so? What if the atom can be split?

Ya öyle değilse, ya ölüm diye bir şey yoksa? ماذا لو لم يكن هناك شيء مثل الموت؟ What if there's no such thing as death?

Ya da zaman sadece bir hayal ve illüzyondan öte ise? ||||||||beyond| أو إذا كان الوقت أكثر من مجرد حلم ووهم؟ Or if time is more than just a dream and illusion?

Daha da ileriye gidebiliriz. يمكننا الذهاب أبعد من ذلك. We can go further.

Ya yaşadığımız bütün bu hayat bir bilgisayar oyunu ise? ماذا لو كانت كل هذه الحياة التي نعيشها هي لعبة كمبيوتر؟ What if all this life we're living is a computer game?

Ya tanrı yoksa? ماذا لو لم يكن هناك إله؟ What if there is no god?

Bütün bunları sormak gerçekten tehlikeli sulara girmek, طرح كل هذه الأسئلة يعني حقا دخول المياه الخطرة، Asking all of this means entering into really dangerous waters,

başınızı belaya sokacak sorular demektir. |trouble||| والوقوع في مشكلة. that questions will get you into trouble.

Ama medeniyetimizi geliştirenler hep bu sorunun peşinden gidenler oldu. |unsere Zivilisation||||||| ||developers|||||| لكن أولئك الذين طوروا حضارتنا كانوا دائما أولئك الذين تابعوا هذا السؤال. But those who developed our civilization have always asked this question.

Ya öyle değilse, ya başka bir yolu varsa? ماذا لو لم يكن كذلك، ماذا لو كان هناك طريقة أخرى؟ What if it isn't so, what if there's another way?

Ya başka bir çözüm, başka bir bakış açısı varsa? ماذا لو كان هناك حل آخر، وجهة نظر أخرى؟ What if there is another solution, another perspective?

Ya kimsenin aklına gelmeyen o muhteşem fikir, o en iyi fikir, ماذا لو سقطت الفكرة العظيمة التي لم يفكر بها أحد من قبل، What if the great idea, the best idea that no one thought of,

bir dolabın arkasına düşüp kaldıysa? Evet. وأفضل فكرة، وراء خزانة؟ أجل. fell behind a closet? Yeah.

Bundan, bilim adamları yıllarca önce, milyonlarca yıl önce من هذا، يعتقد العلماء أن الكون قد تشكل قبل سنوات، منذ ملايين السنين، Scientists have proved or claimed that years ago, millions of years ago,

evrenin oluştuğunu, peşinden dünyanın ve yaklaşık 150 bin yıl sonrada the universe|||||||| وبعد ذلك العالم، وأثبتوا أنه بعد the universe came into being, followed by the creation of the earth,

insan denilen yaratığın dünyaya geldiğini ispat ettiler |||||prove| حوالي 150,000سنة وُلد المخلوق البشري and about 150,000 years later, the creature called human beings

ya da iddia ediyorlar. أو يزعمون بذلك. came into the world.

Insanoğlunun yaptığı tek şey ve ilk şeyse ||||||if it is الشيء الوحيد وأول شيء يفعله البشر The first and only thing human beings have done

toprağı sahiplenip birbirini kesmek olmuş. تملك الأرض، قطع بعضنا البعض. is to claim the land and cut eachother.

Mülkiyetle başlayan zorba yönetimlere tarih boyunca karşı gelenlerse Eigentum||Tyrannisch||||| "With property"||||||| كان العلماء والفنانين والثوريين دائمًا هم الذين عارضوا Scientists, artists and revolutionaries have always been the ones who opposed

hep bilim insanları, sanatçılar ve devrimciler olmuş. |||||revolutionaries| الإدارات الاستبدادية التي بدأت بالملكية. the tyrannical administrations that started with ownership.

Hepsi, ya öyle değilse şüphesine sahipmişler. ||||doubt|had the doubt كان لديهم جميعا شك إن لم يكن كذلك. They all had what if it's not so suspicion.

Sümer'den, Mısır'a, Hipokrat'dan, Euripides'se من السومرية، مصر، أبقراط، يوريبيدس، ابن سينا، كوبرنيكوس، From Sumer to Egypt, from Hippocrates to Euripides,

İbni Sina'dan, Kopernik'e, Shakespeare'e, Çehov'a, Brecht'e |from Avicenna|||| شكسبير، تشيخوف، بريشت، from Ibn Sina to Copernicus, to Shakespeare to Chekhov, to Brecht,

Da Vinci' ye, Einstein'a, Steve Jobs'a, Aziz Nesin'e kadar دا فينشي، أينشتاين، ستيف جوبز، لحتى سانت نيسين to Da Vinci to Einstein, to Steve Jobs, to Aziz Nesin,

bir sürü bilim insanı, bir sürü filozof, bir sürü sanatçı bu soruyu sormuş: سأل الكثير من العلماء والكثير من الفلاسفة والكثير من الفنانين هذا السؤال: a lot of scientists, philosophers and artists asked this question:

Ya öyle değilse? ماذا لو لم يكن كذلك؟ What if it isn't so?

Yeni çözüm yolları üretmenin soru sormaktan geçtiğini |||producing||| ربما كانوا يعرفون جيدًا جدًا They probably knew very, very well that new ways of producing solutions

bunlar herhalde çok, çok, çok iyi biliyorlarmış. ||||||they apparently know أن طريقة إيجاد حلول جديدة هو طرح الأسئلة. starts by asking questions.

Şüphecilik ile paranoyanın, gerçeği aramakla, Skepticism||paranoia's|the truth|seeking the truth لقد أدركوا جيدًا الفرق بين الشكوك والجنون العظمة، They were well aware of the difference between skepticism

komplo teorisi üretmenin arasındaki farkı da çok iyi biliyorlarmış. والبحث عن الحقيقة وإنتاج نظرية المؤامرة. and paranoia, the search for truth and the production of conspiracy theory.

Şaşmaz bir güvenle, içsel bir güdüyle |||||Instinktivem Antrieb unwavering|||internal||with an instinct بثقة ثابتة، دافع داخلي They have never stopped asking the question -

ya öyle değilse sorusunu sormaktan hiç vazgeçmemişler. فإنهم لم يتوقفوا عن طرح السؤال ماذا لو لم يكن الأمر كذلك. what if it isn't so, with unfailing confidence and instinct.

Ya öyle değilse sorusunu sormak gerçekten cesaret işidir. لطرح السؤال ماذا لو لم يكن كذلك هو حقا وظيفة الشجاعة. To ask the question "what if it isn't so" is really a question of courage.

Zaman zaman ağır bedeller ödemek zorunda kalınabilir |||costs||| قد تضطر إلى دفع تكاليف باهظة من وقت لآخر There have been times

ki nitekim de öyle olmuştur. |indeed||| والتي كانت كذلك. when you may have to pay heavy prices.

Çünkü bu soru birçok iktidarı, birçok normu, لأن هذا السؤال يغضب الكثير من السلطة، والعديد من المعايير، Because this question angers many rulership, many norms, Porque esta pregunta es sobre muchos poderes, muchas normas,

birçok yerleşik düzeni kızdıran sorulardır. |established|established order|provoking| والعديد من الأوامر الثابتة. many established orders.

Ya öyle değilse? ماذا لو لم يكن كذلك؟ What if it isn't so?

İnsanlık tarihi bu sorunun yanıtını arayanların ||||answer| إن تاريخ البشرية مليء بالمصير الدموي The history of humanity is full of bloody fate of those

kanlı yazgılarıyla dolu. |their fates| لأولئك الذين يبحثون عن إجابة لهذا السؤال. who seek the answer to this question.

Bu sorunun üzerinden felsefe yapmak, bu sorunun üzerinden sanat yapmak, لجعل الفلسفة من خلال هذا السؤال، لجعل الفن من خلال هذا االسؤال، To make philosophy through this question, to make art

bilim yapmak gerçekten bazı cezaları göze almak demek. |||||to take|| لفعل العلم يعني حقا اتخاذ بعض العقوبات. through this question, to do science really means to take some punishments.

Sokrates'ı idam edenler, Giordano Bruno'ya işkence yapanlar |executed||||torture| أولئك الذين أعدموا سقراط، أولئك الذين عذبوا جيوردانو برونو، Those who executed Socrates, those who tortured Giordano Bruno,

Sivas'ta aydınlarımızı yakanlar, |our intellectuals| |our intellectuals| الذين أحرقوا مثقفينا في سيفاس، who burned our intellectuals in Sivas,

Uğur Mumcu gibi gerçekleri söylemekten, yazmaktan, korkmayan, çekinmeyen, الذين قالوا الحقيقة مثل يور مومكو، الذي لم يخش القول والكتابة، those who massacred dozens of our people

onlarca insanımızı acımasızca katledenler. |||die Mörder ||ruthlessly|the killers أولئك الذين ذبحوا بوحشية العشرات من الناس. who are unafraid of speaking and writing the truths like Uğur Mumcu.

Nazım Hikmet'i, Mandela'yı hapislerde çürütmeye niyetli olanlar ||||to rot|intending to| أولئك الذين يعتزمون دحض نظيم حكمت ومانديلا في السجن Those who intend to refute Nazım Hikmet and Mandela in prison

Che Guevara'yı kurşuna dizenler, ||mit Kugeln| ||firing squad|the executioners الذين وضعوا الرصاصة في تشي جيفارا، the ones who shot Che Guevara

Şeyh Bedrettin'i, Pir Sultan Abdal'ı asanlar |||||those who support أولئك الذين شنقوا الشيخ بيدرتيني، بير سلطان عبد الله، and hung Sheikh Bedrettin and Pir Sultan Abdal işte bu sorudan korkanlardır. أولئك هم الذين يخشون هذا السؤال. they are the ones who fear this question.

Onlar... (Alkış) هم.... (تصفيق) They... (Applause)

...bu soruyu sormaktan korkanlar, gelişmek, ilerlemek, |||||advance ...أولئك الذين يخشون طرح هذا السؤال، لا يرغبوا في التطوير والتقدم، ...are afraid to ask this question,

bilinmezi çözmek istemezler. the unknown|| إنهم لا يريدون حل المجهول. don't want to develop, advance and solve the unknown.

Bedeli ne olursa olsun, bu soruyu sormaktan korkmamalıyız. price||||||| لا ينبغي أن نخاف من طرح هذا السؤال بأي ثمن. We shouldn't be afraid to ask this question at any cost.

Gerçekten bu soru hayatımızın dönüm noktasıdır. في الواقع، هذا السؤال هو نقطة تحول في حياتنا. Indeed, this question is the turning point of our lives.

Çünkü bir tane hayatımız var, onu da istediğimiz gibi yaşamalıyız. لأن لدينا حياة واحدة، وعلينا أن نعيشها بالطريقة التي نريدها. Because we have one life, and we have to live it the way we want.

Sorular soralım, şüpheci olalım, yaratıcı olalım. ||||creative| دعنا نطرح الأسئلة، نكون متشككين ومبدعين. Let's ask questions, be skeptical and creative.

Dağın ardında çöl var diyenlere hemen inanmayalım. ||desert|||| دعونا لا نصدق أولئك الذين يقولون أن هناك صحراء وراء الجبل. Let's not instantly believe those who say that there's a desert behind the mountain.

Gidip kendimiz görelim, belki de o dağın ardında bir çöl yok. دعنا نذهب لنرى لأنفسنا، ربما ليس هناك صحراء وراء هذا الجبل. Let's go see for ourselves, maybe there's no desert behind the mountain.

Yani eğer yoksa da, olsun, spor yapmış oluruz, أقصد، إذا لم يكن هناك، يكون قد مارسنا الرياضة، I mean, if there isn't, we'd do sports,

dağa tırmanmış oluruz, fena mı? |climbed||| وتسلقنا الجبال، هو سيء؟ we'd climb the mountain, is it bad?

Belki o dağın ardında gerçekten çöl yok. |||||Wüste| ربما لا توجد صحراء وراء هذا الجبل. Maybe there's no desert behind that mountain.

Belki bunu bize söyleyen insan o dağa çıktı ربما الشخص الذي أخبرنا صعد هذا الجبل Maybe the person who told us climbed that mountain

ve çıktığında yanlış bir mevsimdi ya da bakar kördü görmedi |||||||he/she/it|blind| وعندما خرج، كان الموسم خاطئًا، أو لم يرَ أعمى and when he got up it was the wrong season,

ya da bize yalan söylüyor. أو أنه يكذب علينا. or he's lying to us.

O yüzden kendimiz görmekten hiçbir şekilde sakınmayalım. ||||||scheuen wir uns nicht ||||||let's not hesitate لذلك دعونا لا تتردد بأي شكل من الأشكال في الرؤية بأنفسنا. So let's not hesitate to see for ourselves.

Çünkü deneyimlemekten kimseye zarar gelmez, evet. لأنه لا يوجد أي ضرر في التجربة، نعم. Because there's no harm in experiencing, yes.

Şüphe gerçekleri ortaya çıkartır, ilerlememizi sağlar. الشك يكشف الحقيقة، يجعلنا نمضي قدمًا. Doubt reveals the truth, makes us move forward.

Eski köye yeni adet getirme, ya da insanın başına ne gelirse |the village||custom||||||| دعونا لا نمانع كثيراً ألا تحضر عادات جديدة إلى القرية القديمة Let's not mind "don't bring new habits to the old village" or "whatever happens

ya meraktan gelir.. ya meraktan gelir'e çok fazla aldırmayalım. |curiosity|||||||let's not care أو ل كل ما يحدث للناس يحدث بسبب الفضول. to people, whether it comes out of curiosity or out of curiosity".

Ya öyle değilse sorusunu sormaktan hiç vazgeçmeyelim. دعنا لا نستسلم أبدًا من سؤال ماذا لو لم يكن الأمر كذلك. Let's never stop asking "what if it isn't so?"

Çünkü niye? Ya öyle değilse? لأن لماذا؟ ماذا لو لم يكن كذلك؟ Because why? What if it isn't so?

Ya öyle değilse? Ya 19 Mayıs'ta Samsun'a çıkan Paşa ماذا لو لم يكن؟ ماذا لو لم يكن باشا، الذي ذهب إلى سامسون في 19 مايو What if it isn't so? What if Pasha, who went to Samsun on May 19,

vatan haini değilse? |Vaterlandsverräter| خائناً للوطن؟ isn't a traitor?

Ya bugün vatan haini diye suçlananlar vatan haini değil de |||||accused of treason|||| ماذا لو أن المتهمين بالخيانة اليوم ليسوا خونة، What if the ones who accused of treason today are not traitors,

onları suçlayanlar gerçek vatan haini ise? |accusers|||| لكن أولئك الذين يتهمونهم هم خونة حقيقيون؟ but those who accuse them are real traitors?

Teşekkür ederim. شكراً جزيلاً Thank you.

(Alkış) (تصفيق) (Applause)