Girişimcilik ile ilgili 5 GERÇEK
Entrepreneuriat|||
Unternehmertum|||
5 FAKTEN über Unternehmertum
5 FACTS about Entrepreneurship
アントレプレナーシップに関する5つのFACTS
Günümüzde, birçok kişi için şirket sahibi olmak bir amaç haline geldi.
Heutzutage ist es für viele Menschen ein Ziel, ein eigenes Unternehmen zu besitzen.
Today, for many people, owning a company has become a goal.
Bu isteğin asıl sebebi, şirket sahibi olmakla ilgili etraftan duyulan kulaktan dolma bilgiler
|ta demande|||||être propriétaire||des rumeurs|entendu|oreilles|rumeurs|informations
||wahre||||sein||von außen||||
Der Hauptgrund für diesen Wunsch ist das Hörensagen über den Besitz eines Unternehmens
The main reason for this request is the hearsay information about owning a company.
ve doğru olduğuna inandığımız ama temelde yanlış olan düşüncelerimizdir.
|||nous croyons||fondamentalement|||nos pensées
|||||grundlegend|||sind
und unsere Gedanken, die wir für wahr halten, die aber im Grunde falsch sind.
and thoughts that we believe to be true but are fundamentally wrong.
İnsanların, daha doğrusu erkeklerin büyük kısmının ‘benim kendi şirketim olsun' dediginde hayal ettikleri kişi,
||||||||||говорят|||
||||||||||quand ils disent|||
||||||||||sagt|||
Die Person, die sich die Menschen, oder besser gesagt die meisten Männer, vorstellen, wenn sie sagen: "Ich möchte mein eigenes Unternehmen haben",
The person people imagine when they say, 'I have my own company,'
film ve dizilerlerdeki başarılı bir iş adamı olarak gösterilen ve bilinçaltımıza işlenen,
||в сериалах||||||||наше подсознание|
||séries télévis||||||||notre subconscient|
||||||||||unserem Unterbewusstsein|
in Filmen und Serien als erfolgreicher Geschäftsmann dargestellt und in unserem Unterbewusstsein verarbeitet,
shown as a successful businessman in movies and TV series and processed into our subconscious,
her zaman takım elbise giyen,
||||portant
der immer einen Anzug trägt,
always wearing a suit
karizmatik, ciddi, az gülen, yüksek bir plazanın en son katında elinde kahvesiyle şehri izleyerek
||||||здания|||||||
charismatique|||souriant|||plaza|||||||
|||lächelt|||Platz|||||||
charismatisch, ernst, ein wenig lachend, im letzten Stockwerk eines hohen Platzes, mit einem Kaffee in der Hand die Stadt betrachtend
charismatic, serious, smiling less, watching the city with coffee in hand on the top floor of a high plaza
gelecek planları yapan, asistanı ona yapması gereken işi hatırlatırken o başka bir işle uğraşacağını söylerek
||||||||в то время как|||||заниматься|говоря
|||assistant|||||en rappelant|||||s'occupera de|en disant
|||||||||||||sich beschäftigen wird|sagend
making plans for the future, while his assistant reminds him of the work he has to do, saying that he will do another job.
ağırlığıylakarar veren kişinin o olduğunu gösteren, , herkesten üstün muhteşem bir hayata sahip bir kişidir.
с весом решает|||||||||||||
celui qui décide||||||de tous|supérieur||||||est une personne
|||||||||||||Person
He is a person who has a magnificent life, superior to everyone, who shows that he is the one who decides by weight.
Bu yüzden birçok kişi, bu tarz bir hayat yaşayabilmek için sadece şirket sahibi olmanın, yeterli olduğunu sanırlar.
||||||||жить||||||||
||||||||vivre||||||||pensent
||||||||leben||||||||
That's why many people think that just having a company is enough to live this kind of life.
Maalesef gerçek hayatta bu böyle değil.
malheureusement|||||
Unfortunately, this is not so in real life.
Anne babanızdan miras kalan büyük miktarda bir paranız yoksa,
|de vos parents|||||||
|von deinem Vater|||||||
If you do not have a large amount of money inherited from your parents,
o tarz bir hayat yaşamak için sadece şirket sahibi vey a direktoru olmanız yeterli değil.
|||||||||ou||directeur|||
|||||||||oder||Direktor|||
It's not enough just to be a company owner or director to live that kind of life.
Şirket kurmak girişimcilik demek değildir.
Starting a company does not mean entrepreneurship.
Şirket bir kurum ve birkaç kağıt parçasından ibarettir.
|||||papier|de papier|composée de
||||||stück|besteht
Ein Unternehmen ist nur eine Organisation und ein paar Blätter Papier.
The company is an institution and a few pieces of paper.
L'entreprise est une institution et n'est composée que de quelques morceaux de papier.
Girişimcilik ise para kazanma sürecidir,
||||est un processus
||||prozess
Unternehmertum ist der Prozess des Geldverdienens,
Entrepreneurship is the process of making money,
L'entrepreneuriat est un processus de génération de revenus,
ya da başka bir şekilde anlatmak gerekirse, girişimcilik para üreten bir makinedir.
|||||||||génératrice d||machine
|||||||||||Maschine
Or to put it another way, entrepreneurship is a money-making machine.
ou pour le dire autrement, l'entrepreneuriat est une machine qui produit de l'argent.
emek ki, böyle bir hayat yaşayabilmeniz için, öncelikle çok başarılı ve karlı bir iş kurmanız gerek
||||||||||||||создать|
|||||vous puissiez vivre|||||||||créer|
|||||leben||||||profitabel||||
labor that in order to live such a life, you must first establish a very successful and profitable business.
. Ve Daha sonra, o işin işleyişini öyle sistematikleştirmek gerek ki,
|||||||systématiser||
|||||||systematisieren||
. And then, it is necessary to systematize the operation of that business in such a way that
o kendi kendine çalışan bir makineye dönüşsün.
||||||превратись в
||||||deviens
||||||werde
turn it into a self-powered machine.
Böylece sizin de istediğiniz ve zevk aldığınız şeylerle uğraşmak için hem paranız,
||||||||s'occuper de|||
So you have both money and money to do the things you want and enjoy.
hem de boş zamanınız kalsın.
and have free time.
Böyle bir makine oluşturmayı birçok kişi ya hiç başaramıyor, ya tam istediği gibi olmuyor,
|||создание||||||||||
|||créer|||||n'y parviennent|||||
||||||||schafft|||||
Many people either fail to build such a machine, or it just doesn't work out the way they want.
ya da ancak hayatının son yıllarında başarabiliyor.
||||||il réussit
||||||schafft
or he succeeds only in the last years of his life.
Yeni yaranan sirketlerin %98'inin başarısızlığa uğrayarak faaliyetine son verdiğini ve sadece %2'sinin
|новообразованных||||||||||
|naissantes|des entreprises|de||en échouant|activité|||||deux pour cent
|neuen|der Unternehmen|ihre||erleiden||||||sinin
98 Prozent der neu gegründeten Unternehmen scheitern und stellen ihre Tätigkeit ein, und nur 2 Prozent
başarılı olabildiğini biliyor muydunuz?
|может быть||
|pouvait réussir||
|konnte||
Kulağa çok karamsar geliyor, değil mi?
Das klingt ziemlich pessimistisch, nicht wahr?
Fakat büyük ihtimalle, başarısız olan o yüzdenin büyük çoğunluğunu,
||||||la proposition||
||||||von der Ursache||
amaçları sadece bir şirket sahibi olmaktan öteye geçmeyen kişiler oluşturuyor.
||||||au-delà de|ne dépassant||
||||||über|gehend||
deren Ziel nichts anderes ist, als ein Unternehmen zu besitzen.
are people whose goals do not go beyond just owning a company.
Şirket sahibi olmayı esas amaç edinmiş olan kişilerin tüm azimleri, şirket kurup birkaç ay
|||||adopté||||détermination||||
|||||gesetzt||||Entschlossenheit||||
All the determination of the people who have aimed to be the owner of a company, found a company and took a few months.
birşeyler yapmaya çalıştıktan sonra biter.
Wenn man versucht hat, etwas zu tun, ist es vorbei.
It ends after trying to do something.
Çünkü onlar ‘Artık benim de bir şirketim var, bu toplumda belli bir sosyal statüm var
|||||||||||||статус|
|||||||||||||statut social|
|||||||||||||Status|
Denn sie sagen: "Jetzt habe ich ein Unternehmen, ich habe einen gewissen sozialen Status in dieser Gesellschaft.
Because they say, 'I have a company now, I have a certain social status in this society.
, Linkedin profilimde falanca yerin CEO'su olduğumu yazabilirim.' diye düşünerek
|в моем профиле|||||I can write||
Linkedin|sur mon profil|||PDG||je peux écrire||en réfléchissant
|auf meinem Profil|||||||
"Ich kann auf meinem Linkedin-Profil angeben, dass ich der CEO von so-und-so bin.
dışarıdan yüksek statülü, üstün biri imajı çizdiklerine kendilerini inandırıp amaçlarına ulaştıklarını sanırlar.
||высокого статуса||||которым они рисуют||убеждая себя||достигли цели|
||de haut statut||||qu'ils dessinent||en se persuadant||ils ont atteint|
||||||zeichnen||überzeugen|||
They believe that they have achieved their goals by convincing themselves that they are portraying a high-status and superior person from the outside.
Bu da onların git gide tembelleşmesine neden olur.
|||||ленивее становиться||
||||de plus|devenir paresseux||
|||||faul werden||
Dies führt dazu, dass sie immer fauler werden.
This causes them to become more and more lazy.
Dahası o işi sırf, yaptıkları tüm hareketler çevreleri tarafından beğenilsin ve
|||||||entourage||soient appréciées|
|||||||||geschätzt werden|
Mehr noch, sie tun es nur, damit all ihre Handlungen von ihrem Umfeld bewundert werden.
What's more, they do it just so that all their actions are appreciated by their environment and
De plus, ils commencent à faire ce travail uniquement pour que tous leurs gestes soient appréciés par leur entourage et
toplumda bir statüm olsun diye yapmaya başlarlar.
They start doing it so that I have a status in society.
pour avoir un statut dans la société.
Başarılı girişimcilerin büyük çoğunluğundaysa durum bambaşka.
|||большинстве из||
|||la majorité||
|||in der Mehrheit||
The situation is different for the vast majority of successful entrepreneurs.
Dans la grande majorité des entrepreneurs réussis, la situation est tout autre.
Onların amacı şirket sahibi statüsü kazanıp hava atmak değil,
||||статус владельца||||
||||statut||||
||||Status||||
Ihr Ziel ist es nicht, den Status eines Firmeninhabers zu erlangen und zu prahlen,
Their aim is not to gain company owner status and show off,
Leur but n'est pas d'acquérir le statut de propriétaire d'entreprise pour se vanter.
başarılı bir girişim yapmak.
||entreprise réussie|
make a successful venture.
faire une tentative réussie.
Yani, şirket onlar için bir araç ve çok küçük bir detay-hukuki bir aşamadır, bir amaç değil.
|||||outil||||||||étape|||
|||||Mittel||||||rechtlich||Phase|||
Das heißt, das Unternehmen ist für sie nur ein Mittel und ein sehr kleines Detail - ein rechtliches Stadium, nicht der Zweck.
So, for them, the company is a tool and a very minor detail - a legal step, not an end.
C'est-à-dire que pour eux, l'entreprise est un outil et une étape juridique très petite, ce n'est pas un but.
Onlar için şirketin kaydını yaptırmak sadece resmi bir evrak işidir.
|||enregistrement||||||
||||machen||||Dokument|
Für sie ist die Eintragung eines Unternehmens nur ein offizieller Papierkram.
For them, registering the company is just official paperwork.
Pour eux, enregistrer l'entreprise n'est qu'une formalité administrative.
Başlangıç noktasıdır, bir son değildir.
point de départ|point|||
|punkt|||
It is the starting point, not the end.
Onlar hayallerindeki hayatı yaşamak için emek sarfederler,
|la vie de leurs rêves|||||
|||||Mühe|sparen
Sie mühen sich ab, das Leben ihrer Träume zu leben,
They work hard to live the life of their dreams,
başkalarının gözünde öyle bir hayatı yaşıyormuş imajı çizmek için değil.
|||||il vit||||
|||||lebt||||
nicht den Anschein zu erwecken, dass Sie in den Augen der anderen ein solches Leben führen.
not to paint the image of living such a life in the eyes of others.
İnsanların girişimcilik ve girişimci olmakla ilgili yanlış fikirlere sahipolduğunu fark ettiğim için ,
|||entrepreneur|||||qu'ils ont|||
||||||||sind|||
Denn ich habe erkannt, dass die Menschen falsche Vorstellungen vom Unternehmertum und vom Unternehmersein haben,
As I realize that people have misconceptions about entrepreneurship and being an entrepreneur,
konuyla ilgili bu videoyu yapmaya karar verdim.
Söyleyeceklerimin bir kısmı bazılarını demotive edebilir,
то что скажу||||демотивировать|
||||démotiver|
meiner Aussagen||||demotivieren|
Some of what I have to say may demotivate some,
bazılarınıysa tam tersi motive edebilir.
certain ones||||
manche von ihnen||||
Bu videoyu yapmaktaki amacım bazılarımızın gerçekten de girişimci olmak isteyip
||в создании||некоторые из нас|||||
||||certains d'entre nous|||||
||machen||von uns|||||
My point in making this video is that some of us really want to be entrepreneurs.
istemediğini yeniden düşünmesine,kendilerine yalan söylemeden
|||||sans mentir
|||||ohne zu sagen
rethink what you don't want, without lying to them
gerçekçi bir şekilde karar vermesine ve bazı şeyleri göz önünde bulundurarak
de manière réaliste||||||||||en tenant compte
||||zu entscheiden||||||berücksichtigen
make decisions realistically and with certain things in mind.
beklentilerini en baştan doğru şekilde belirlemesine yardımcı olmaktır.
|||||определить||
|||||définir correctement||
|||||festlegen||
is to help them determine their expectations correctly from the very beginning.
Peki bu yanlış fikirler nelerdir ?
1.Büyük çoğunluğumuz girişimcinin çok boş zamanı olduğunu
||entrepreneur||||
||des Unternehmers||||
1\. The vast majority of us believe that the entrepreneur has a lot of free time.
ve ne zaman ne isterse yapabildiğini sanmaktadır.
||||||pense
||||||glaubt
And he thinks he can do whatever he wants whenever he wants.
Maaşlı işlerde genellikle belli bir saatte, diyelim ki sabah saat 9'da işbaşı yapılır
|||||||||||начало работы|
|||||||||||début du travail|
|||||||||||Arbeitsbeginn|
In salaried jobs, you usually start at a certain time, say 9 a.m.
ve akşam belli bir saatte diyelim ki, 6'da iş biter.
O saatler dışındaki zaman sadece sizindir ve o arada işle ilgili herhangi bir sorumluluğunuz yoktur.
|||||||||||||votre responsabilité|
|||||||||||||Ihre Verantwortung|
The time outside those hours is yours alone and you have no business responsibilities in the meantime.
Kendi işiniz olduğundaysa bunun tam tersi geçerlidir.
||||||est valable
||wenn||||gilt
Çünkü bu sizin kendi işiniz ve bu sefer karar verme mekanizmasının en tepesinde olan da sizsiniz.
||||||||||mécanisme de||au sommet|||
|||||||||||||||sie sind
Because it's your own business, and this time you're at the top of the decision-making mechanism.
Yani, girişiminiz devam ettiği sürece onun ayakta kalması ve gelişmesinden gece-gündüz,
|ваша инициатива||||||||||
|votre initiative||||||||||
|Ihrer Initiative||||||||seiner Entwicklung||
|||||||||development||
That is, as long as your enterprise continues to survive and thrive, day and night,
haftanın her günü, 7/24 siz sorumlusunuz.
||||vous êtes responsable
||||sind verantwortlich
You are responsible 24/7, every day of the week.
Bu şu demek oluyor, boş zaman olarak gördüğünüz zamanlarda-ister arkadaşlarınızla buluşun,
This means that when you see it as free time—whether you meet up with your friends,
Cela signifie que, pendant vos moments de loisirs - que vous rencontriez des amis,
ister denize gidin, ister ailenizle vakit geçirin, ister film izleyin, ne yaparsanız yapın
||||||passez du temps||||||
|||||||||sehen|||
que vous alliez à la mer, que vous passiez du temps avec votre famille, que vous regardiez un film, peu importe ce que vous faites,
ancak her zaman aklınızın bir köşesinde işiniz olacaktır
|||вашем уме||||
|||votre esprit||coin de votre esprit||
|||Ihrem Verstand||||
but you will always have work in the back of your mind
vous aurez toujours un coin de votre esprit occupé par votre travail.
ve en iyi ihtimalle ‘Acaba herşey yolunda mı' sorusu kafanızda dönüp duracaktır.
|||||||||||будет вертеться
|||||||||||va durer
|||||alles||||||wird sich drehen
and, at best, the question 'Is everything alright' will be swirling around in your head.
En kötü ihtimalde de dinlenmek için ayırdığınız zamanda bile, her an işte bir sorunun olduğunu haber vererek,
||в худшем случае||||||||||||||
||||||vous avez réservé||||||||||
||im schlimmsten Fall||||||||||||||
huzurunuzu kaçırabilecek bir telefon alabilirsiniz.
votre tranquillité||||
|verpassen|||
You may receive a phone call that may disturb your peace.
Vous pouvez prendre un téléphone qui pourrait perturber votre tranquillité.
Hatta bazı girişimciler böyle durumlarla o kadar sık karşılaşıyor ki,
||entrepreneurs|||||||
||||||||konfrontiert|
En fait, certains entrepreneurs rencontrent de telles situations si souvent que
dinlendikleri zaman ‘umarım işle ilgili bir sorun çıkmaz da güzelce dinlenebilirim'
||||||||||je peux me reposer
entspannen||||||||||ich mich ausruhen
when they rest 'I hope I can have a good rest so that there are no problems with work'
quand ils se reposent, ils espèrent « j'espère qu'il n'y aura pas de problème lié au travail afin que je puisse bien me reposer »
düşüncesi kafalarını kurcaladığı için kafalarını dağıtacak herhangi bir şeye konsantre olamıyorlar.
||qui les tourmente||||||||
||||ihre Köpfe||||||können nicht
Sie können sich auf nichts konzentrieren, was sie ablenken könnte.
They can't concentrate on anything to distract their minds because the thought of it bothers them.
Ils ne peuvent pas se concentrer sur quoi que ce soit qui pourrait les distraire, car l'idée les préoccupe.
O yüzden kendi işinizi yapmakta kararlıysanız eğer, hayatınızın belli bir döneminde her şeyden uzaklaşarak
|||||если вы решительны||||||||
|||||si vous êtes déterminé||||||||
|||||wenn Sie entschlossen sind||||||||entfernen
Wenn Sie also entschlossen sind, sich selbständig zu machen, sollten Sie für eine gewisse Zeit Ihres Lebens von allem Abstand nehmen
Therefore, if you are determined to do your own business, at a certain period of your life, you will get away from everything.
C'est pourquoi si vous êtes déterminé à faire votre propre travail, vous devez également accepter qu'à un certain moment de votre vie, vous devez vous éloigner de tout.
gerçek anlamda bir dinlenme zamanınızın olmayacağını da göze almalısınız.
||||вашего времени||||
||||votre temps|||en tenant compte|
||||Ihrer Zeit||||nehmen
You should also take into account that you will not have a real rest time.
Vous devez aussi envisager que vous n'aurez pas vraiment de temps pour vous reposer.
Çok ender durumlarda istisnalar olabilir, fakat istisnalar kaideyi bozmaz.
|rare|situations||||||
|||Ausnahmen||||die Regel|verändert
In sehr seltenen Fällen kann es Ausnahmen geben, aber Ausnahmen brechen nicht die Regel.
There may be exceptions in very rare cases, but exceptions do not break the rule.
2.İkinci yanlış düşünce ise ‘İşin başarılı olması, girişimcinin,
2\. The second misconception is that 'Business is successful, entrepreneur,
yani baştaki kişinin başarısından kaynaklıdır.
|la personne en tête||de la réussite|est dû à
|||Erfolg|abhängig
that is, it is due to the success of the leading person.
Başarının mimarı odur ve sadece onun liderliğinin sonucudur' düşüncesi.
||||||лидерства||
Le succès||||||leadership|résultat|
|Architekt||||||Ergebnis|
|||||||result of|
He is the architect of success and is only the result of his leadership.
a. Elbette, şirket sahibinin liderliği, azmi, vizyonu, motivasyonu, doğru yönetimi
||||leadership|détermination|vision|motivation||
|||des Eigentümers||Entschlossenheit|Vision|Motivation||
ve işleri doğru bir şekilde paylaştırması vs. gibi becerileri işin başarılı olmasında önemli bir faktör.
|||||répartition des tâches|||compétences||||||facteur
|||||Verteilung|||||||||
and properly allocating jobs, etc. skills are an important factor in the success of the business.
Fakat bunların hepsinden daha da önemli bir faktör var;
||tous cela||||||
||von allen||||||
But there is an even more important factor than all of them;
Ekip. Yani çalışanlar.
Team. I mean, employees.
Eğer bir iş başarılıysa, o başarının %70-80'i güçlü bir ekibin emeğinin sonucudur.
|||est réussie||||||équipe solide|travail acharné|
|||erfolgreich ist||||||||
If a business is successful, 70-80% of that success is the result of the effort of a strong team.
Bu yüzde işe göre değişebilir,fakat değişmeyen şudur,
||||peut changer||ce qui ne change pas|
||||||unveränderlich|
This percentage may vary depending on the job, but the one thing that does not change is,
eğer bir işin kaderi sadece o işin sahibine bağlıysa, ona girişim değil,
|||destinée||||propriétaire|||initiative|
|||Schicksal|||||abhängig ist|||
if the fate of a business depends only on its owner, not the venture into it,
si le destin d'un travail dépend uniquement de son propriétaire, ce n'est pas une initiative,
freelance yani Türkçe karşılığıyla bağımsız çalışma dememiz daha doğru.
travail indépendant|||en|||notre terme||
freelance||||||sagen||
il est plus juste de dire travail indépendant, c’est-à-dire freelance en turc.
O yüzden kendi işinizi yapacaksanız, ilk yapmanız gereken şey,
||||si vous allez||||
||||wenn Sie tun||||
C'est pourquoi si vous allez faire votre propre travail, la première chose à faire est,
etrafınızda profesyonel anlamda çok güçlü becerileri ve kişisel özellikleri olan kişiler
||professionnelle||||||||
entourez-vous de personnes ayant des compétences professionnelles très solides et des caractéristiques personnelles.
toplayıp onlardan bir ekip kurmak olmalı.
jouer|||||
|||Team||
Il devrait s'agir de former une équipe à partir d'eux.
Bu ekip şirketin kurucularından da olabilir, çalışanlarından da.
||||||des employés|
This team may be the founders of the company or its employees.
Cette équipe peut également être composée de fondateurs de l'entreprise ou de ses employés.
Bütçenize ve bazı diğer faktörlere bağlı olarak değişebilir.
||||факторам|||
||||facteurs|||
Ihrer Budget||||Faktoren|||
Dies hängt von Ihrem Budget und einigen anderen Faktoren ab.
It may vary depending on your budget and some other factors.
Cela peut varier en fonction de votre budget et de certains autres facteurs.
Başarılı bir iş adamı, her alan için kendinden daha akıllı ve zeki insanları işe alır,
A successful businessman hires smarter and smarter people for every field,
Un homme d'affaires réussi embauche des personnes plus intelligentes et plus astucieuses que lui dans chaque domaine,
kendisinden zayıf kişileri işe alıp da onlardan daha üstünüm diye egosunu tatmin etme ihtiyacı gütmez.
||||||||||||||n'a pas
||||||||überlegen||Ego|befriedigen|||hat
Es hat es nicht nötig, sein Ego zu befriedigen, indem es Leute einstellt, die schwächer sind als es selbst und behauptet, es sei ihnen überlegen.
he does not need to satisfy his ego by hiring people who are weaker than him and saying that I am better than them.
Il n'a pas besoin de satisfaire son ego en embauchant des personnes plus faibles que lui et en se considérant supérieur.
O yüzden başarılı bir iş adamının en temel güçlü özelliğinden biri,
|||||||principale|||
|||||||||Eigenschaft|
So one of the most basic strengths of a successful businessman is,
C'est pourquoi l'une des principales caractéristiques d'un homme d'affaires réussi est
başarılı bir ekip kurmak için insan kaynağını en iyi şekilde yönetme ve inandırma becerisidir.
|||||||||||||compétence
||||||ressource||||verwalten|||Fähigkeit
It is the ability to manage and convince human resources in the best way to build a successful team.
C'est la capacité de gérer et de persuader les ressources humaines de la meilleure manière possible pour constituer une équipe performante.
3\. yanlış düçünce ise şu :
|pensée||
|Gedanke||
3\. La fausse pensée est la suivante :
Kendi işin olduğunda, başkasının talimatı ile değil, kendin için ve isteyerek çalışıyor olduğundan dolayı
||||instruction|||||||||
||||Anweisung||||||freiwillig|||
Wenn man seine eigene Arbeit hat, arbeitet man für sich selbst und freiwillig, nicht auf Anweisung eines anderen.
When you have your own business, it's because you're working for yourself and voluntarily, not on someone else's instruction.
Lorsque vous avez votre propre entreprise, vous travaillez non pas sous les ordres de quelqu'un d'autre, mais parce que vous le faites pour vous-même et avec votre propre volonté.
işin daha kolay olur.
Buradaki mantık şu,- kendi işin için çalışıyor olmandan dolayı daha büyük bir hevesle çalışırsın.
|||||||çalışıyor olmandan||||||
|||||||tu travailles||||||
|||||||sein||||||arbeitest
The logic here is – because you work for your own business, you work with greater enthusiasm.
La logique ici est la suivante : tu travailles avec plus d'enthousiasme parce que tu travailles pour ta propre entreprise.
Fakat kolay olduğuyla ilgili aynı şeyi söyleyemem.
But I can't say the same about it being easy.
Cependant, je ne peux pas dire la même chose à propos de la facilité.
Çünkü insanın kendisini yönetmesi, başkasının onu yönetmesinden çok ama çok daha zor.
||||||de gérer|||||
|||führen||||||||
Because it is much, much more difficult for a person to manage himself than for someone else to manage him.
Parce que gérer soi-même est beaucoup, beaucoup plus difficile que d'être géré par quelqu'un d'autre.
Sebebiyse şu:
la raison est|
wenn es der Grund ist|
Biri tarafından yönetildiğimizde,bize belli talimatlar hazır bir şekilde verilir,
|||||instructions||||
||wir verwaltet|||Anweisungen||||
işlerin biteceği tarihler belirlenir ve biz neyi yapacağımızı ve ne zaman yapmak zorunda olduğumuzu
|||sont déterminées||||||||||
|endenden||werden festgelegt||||||||||
net bir şekilde biliriz.
de cette manière|||
Patron baskısı olduğundan dolayı da, çoğu zaman işlerimizi zamanında bitiririz.
|pression||||||||nous finissons
|||||||unsere Arbeiten||fertigstellen
Because of boss pressure, we often finish our work on time.
En raison de la pression du patron, nous terminons souvent notre travail à temps.
Fakat iş, kendi işimiz olduğunda kendi iç tembellik duygumuzla ve eğlenme isteğimizle mücadele ederiz.
||||||||notre paresse|||||
||||||||Gefühl||Vergnügen||kämpfen|
But when work is our own, we struggle with our own inner laziness and desire to have fun.
Cependant, lorsque le travail est le nôtre, nous luttons contre notre propre paresse intérieure et notre envie de nous divertir.
Tabiki de bu çok ama çok zor.
Bien sûr, c'est très, très difficile.
Çünkü tembellik duygusu da, eğlenme isteği de,
Because the feeling of laziness, the desire to have fun,
yapmak zorunda olduğumuz iş de bizim kendimizin.
The work we have to do is our own.
Kendimizi bir müdür gibi cezalandırıp işten atmayacağımıza gore,
||||||не уволим|
||||en punissant|||
||||bestrafen||atmen|
Depending on whether we punish ourselves like a manager or not,
Puisque nous ne nous punirons pas comme un directeur et ne nous renverrons pas,
duygularımıza yenik düşüp işimizi geciktirdiğimiz durumları bir hayli fazla yaşarız.
|dominer||||situations||||
||||verzögerten|||sehr|oft|
Wir erleben viele Situationen, in denen wir unseren Gefühlen nachgeben und unsere Arbeit aufschieben.
We experience a lot of situations where we succumb to our emotions and delay our work.
nous vivons assez souvent des situations où nous laissons nos émotions prendre le dessus et retardons notre travail.
Şunu da belirtmeliyim ki, işin kötü ama bir o kadar da garip tarafı,
||должен отметить||||||||||
||je dois préciser|||||||||étrange|
||ich sollte||||||||||
I should also mention that the bad but strange part of the job is,
Je dois aussi mentionner que le côté mauvais mais tout aussi étrange du travail,
çoğu zaman başarılı bir iş kurma potansiyeli olan kişiler,
|||||création d'entreprise|||
often people with the potential to start a successful business,
des personnes qui ont souvent le potentiel de créer une entreprise réussie,
rahatına çok düşkün ve doğası gereği tembel kişiler oluyor.
|||||nature|||
ihre Bequemlichkeit||||||||
They are very self-indulgent and lazy by nature.
sont très attachées à leur confort et ont par nature tendance à être paresseuses.
Bu kişilerin tek sorunu, diğer insanlara göre biraz daha fazla rahatlıklarına düşkün olmaları.
||||||||||удобству||
||||||||||confort|attaché à|
||||||||||ihrem Komfort||
The only problem with these people is that they are a little more comfortable than other people.
Leur seul problème est qu'elles sont un peu plus attachées à leur confort que les autres.
Öyle rahatlıklarına düşkündürler ki, hiçbir şey düşünmeden, gelecekte rahat bir şekilde
|leur confort||||||à l'avenir|||
|ihre Bequemlichkeit|||||||||
They are so fond of their comfort that they are comfortable in the future without thinking about anything.
Elles sont si attachées à leur confort qu'elles vivent sans réfléchir, à l'aise dans le futur.
istedikleri gibi tembelliklerini yaşayabilmek için, yani calismadan yasayabilmek icin
||ленивость||||||
||leur paresse||||||
||Faulheit||||ohne zu arbeiten||
in order to be able to live their laziness as they wish, that is, to live without working.
pour pouvoir vivre leur paresse comme ils le souhaitent, c'est-à-dire pour pouvoir vivre sans travailler
bugünlerini feda ederek, kendilerinde gece gündüz çalışabilecek motivasyonu bulabiliyorlar.
своих дней||||||||
||||||||ils peuvent
ihre Tage|||sich selbst|||||
sacrificing their present, they can find the motivation to work day and night in themselves.
en sacrifiant leurs jours, ils parviennent à trouver en eux la motivation de travailler jour et nuit.
Şöyle de denilebilir,
||on peut dire
||gesagt
It can also be said,
On pourrait aussi dire,
tembel hayatı yaşamak için hayatlarının bir döneminde tembellikten tamamen vazgeçmeyi göze alabiliyorlar.
|||||||||aufzugeben||
In order to live a lazy life, they can afford to give up laziness completely at some point in their lives.
qu'ils sont capables de renoncer totalement à la paresse à un moment de leur vie pour vivre une vie paresseuse.
Bu yüzden kendi işimizi yapmak istiyorsak ve biraz rahatımıza da düşkün biriysek ,
||||||||notre confort|||
||||||||unserem Komfort|||
Therefore, if we want to do our own business and we are a little self-indulgent,
C'est pourquoi, si nous voulons faire notre propre travail et que nous sommes un peu en quête de confort,
önce öz disiplinimiz üzerinde çok çalışarak onu güçlendirmeliyiz ki,
|||||||должны укрепить|
|||||||nous devons renforcer|
|||||||stärken|
we must first work hard on our self-discipline to strengthen it so that
nous devons d'abord travailler dur sur notre autodiscipline pour la renforcer,
duygularımıza ve isteklerimize daha az yenik düşelim
||нашим желаниям||||
||nos désirs||||
||||||fallen
afin de céder moins aux émotions et aux désirs.
ve gelecekte istediğimiz gibi rahat ve refah bir hayat yaşayabilelim.
|||||||||можем жить
|||||||||nous puissions vivre
|||||||||leben
4\. yanlış düşünce iyi bir fikri başarının anahtarı olarak görmek.
4\\. misconception is seeing a good idea as the key to success.
4\. La pensée erronée consiste à voir une bonne idée comme la clé du succès.
Birçok kişi, bir girişimdeki en önemli şeyin iyi bir fikir olduğunu sanıyor.
|||в проекте||||||||
|||dans une initiative||||||||
|||Unternehmen||||||||
Beaucoup de gens pensent que la chose la plus importante dans une entreprise est une bonne idée.
Evet, fikrin güzelse, girişiminin başarılı olma şansı yüksek.
|||инициативы||||
||si ta idée|||||
||gut ist|dein Vorhaben||||
Yes, if your idea is good, your venture has a good chance of succeeding.
Oui, si l'idée est belle, les chances que votre entreprise réussisse sont élevées.
Fakat demin de söylediğim gibi, bütün start-upların sadece %2'si başarılı olabiliyor.
|||||||стартапов||||
|||||||start-ups||||
||||||Start|Start-ups||||
But as I just said, only 2% of all start-ups succeed.
Bu, diğer %98'de hiç de güzel fikirler olmadığı anlamına gelmiyor tabi.
Tam tersi güzel fikirler çok.
O başarılı yüzde ikide de yeni olmayan fikirler çok.
Il y a beaucoup d'idées qui ne sont pas nouvelles dans ces 2% de réussites.
Önceki videolarımın birinde anlattığım 80/20 kuralında da oldugu gibi,
||||правиле 80/20|||
||||règle 80/20|||
|meiner Videos|||Regel|||
Comme je l'ai expliqué dans l'une de mes précédentes vidéos à propos de la règle des 80/20,
girişimin başarılı olmasında, fikir %20, doğru bir şekilde uygulama ise %80 önem taşıyor.
de l'initiative||de la réussite||||||||
deines Unternehmens||||||||||
dans la réussite d'une entreprise, l'idée représente 20% et l'application correcte représente 80% de l'importance.
Bu yüzden aynı fikir ile, ayni zamanda aynı sayıda ekip üyesiyle işe başlayan kişiler olabilir
||||||||||с членом команды||||
||||||||nombre||membre d'équipe||||
||||||||||Mitglied||||
So there may be people who start with the same idea, with the same number of team members at the same time.
ve onlardan bazıları bir süre sonra başarısız, bazılarıysa çok başarılı olabilir.
Önemli olan oyunu doğru ve kuralına göre oynayabilmek ve her duruma gore,
|||||||играть||||
|||||règle||||||
|||||Regel||||||
The important thing is to play the game correctly and according to the rules, and according to every situation,
L'important est de pouvoir jouer le jeu correctement et selon les règles dans chaque situation.
hızlı bir şekilde ama doğru kararlar verebilmek.
to be able to make quick but correct decisions.
5.yanlış fikirse parayla ilgili.
5. c'est une fausse idée concernant l'argent.
Yeterince para ve yatırım kaynağı varsa, demek ki iş başarılı olacaktır.
||||source||||||
S'il y a suffisamment d'argent et de sources d'investissement, cela signifie que l'affaire sera un succès.
İş için para lazım, bu doğru.
Il faut de l'argent pour le travail, c'est vrai.
Çoğu yeni işlerin devam edememesinin sebebinin finansal sorunlardan kaynaklandığı da doğru.
||||не может продолжаться||||||
||||||||provenant de||
||||||||abgeleitet ist||
It's also true that financial problems are the reason why most new businesses fail.
Fakat aslında başarının esas sırrı, insanın kendisinde, istekli olmasında,
||||secret||lui-même|être motivé|
Mais en réalité, le véritable secret du succès réside dans la personne elle-même, dans sa volonté,
doğru karar verebilmesinde, sorun çözme becerisinde ve azmindedir.
||возможности принимать решение|||умение решать проблемы||в его решимости
|||||||sa volonté
||||lösen|Fähigkeit||liegt in seinem Willen
in der Fähigkeit, die richtige Entscheidung zu treffen, in der Fähigkeit, Probleme zu lösen, und in der Entschlossenheit.
has the ability to make the right decision, problem-solving skills and determination.
sa capacité à prendre des décisions correctes, ses compétences en résolution de problèmes et sa détermination.
Başarılı iş adamlarının hayat hikayelerini incelediğinizde, işi kurarken ellerinde yeterince para olmadığını,
|||||||en créant l'entreprise||||
||Männer|||untersuchen||||||
When you examine the life stories of successful businessmen, they did not have enough money to set up the business,
Lorsque vous examinez les histoires de vie des hommes d'affaires à succès, vous constaterez qu'ils n'avaient pas assez d'argent au début de leur entreprise,
bir şekilde ya yatırımcı bulduklarını,
||||qu'ils trouvent
somehow they either found an investor,
d'une manière ou d'une autre, vous verrez qu'ils ont trouvé un investisseur,
ya borç aldıklarını, ya da kredi çektiklerini görürsünüz.
||||||qu'ils ont emprunté|
||sie geliehen haben||||ziehen|
You see that they either borrow or take out loans.
ou qu'ils ont emprunté de l'argent, ou qu'ils ont contracté un crédit.
Yani para veya yatırım kaynağı bulmak eşittir başarı diye bir şey söz konusu değil.
In other words, there is no such thing as finding money or investment resources equals success.
Il n'y a pas de succès équivalent à trouver de l'argent ou une source d'investissement.
Önemli olan o parayı nasıl kullandığın.
|||||ты используешь
|||||tu utilises
|||||verwendest
What matters is how you use that money.
Çok küçük miktarda yatırımla çok büyük başarılara imza atmış şirket çok.
|||инвестициями|||||||
|||avec un très petit investissement|||||||
|||Investition|||||||
Ya da tam tersi, çok büyük yatırımlarla başarısızlığa uğrayan da çok.
||||||инвестициями||||
||||||investissements||||
||||||Investitionen||||
Or vice versa, many fail with very large investments.
Belki böyleleri yakınlarınız arasında bile vardır.
||vos proches|||
|solche|Ihre Angehörigen|||
Maybe there are some of them even among your relatives.
Bütün bu söylediklerimden çıkarmamız gereken sonuçlar şunlar :
||ce que j'ai dit||||
||von dem, was ich gesagt habe|ziehen|||
Here are the conclusions we should draw from all this:
Başarının öznesi insanlar, onların becerileri ve kişisel özellikleridir.
|||||||sont des caractéristiques
|Subjekt||||||sind
Das Thema des Erfolgs sind die Menschen, ihre Fähigkeiten und persönlichen Eigenschaften.
The subject of success is people, their skills and personal characteristics.
Para, fikir veya diğer şeyler değildir.
Eğer kendi işimizi kurarak girişimci olmayı seçmişsek,
||||||nous avons choisi
||||||gewählt haben
If we have chosen to become an entrepreneur by starting our own business,
bunu dışarıdan havalı gözüktüğü için veya toplumda belli bir statü kazanmak için değil,
||impressionnant||||||||||
|||aussehen|||||||||
not because it looks cool on the outside or to gain a certain status in society,
gerçekten de büyük amaçlarımız olduğu ve bu amaçlar uğruna hayatımızın belli bir dönemini
|||цели||||цели|||||
||||||||pour lesquelles||||
|||Ziele|||||||||
that we really have big goals and that we have to spend a certain period of our life for these goals.
feda etmeye hazır olduğumuz için yapmalıyız.
Her zaman hatırlattığım gibi, eğer bu video sizin icin gerçekten faydalı olduysa,
||que je rappelle|||||||||
||erinnere|||||||||
kanalın büyümesine destek olmak için arkadaşlarınızla paylaşmayı ve videoyu beğenip
|||||||||en l'aimant
|Wachstum||||||||
yorumlarınızı yorum kısmına yazmayı unutmayın.
. Dinleyerek değerli zamanınızı harcadığınız için teşekkür ederim.