Hayatınızı Değiştirecek 7 Alışkanlık | Etkili insanların 7 alışkanlığı - Stephen Covey | Kitap özeti
||habitude|||habitude|Étienne|Covey||
Your life|will change|Habit|Effective||habit|Stephen Covey|Stephen Covey||book summary
|||||||Covey(1)||Zusammenfassung
7 Gewohnheiten, die Ihr Leben verändern werden | 7 Gewohnheiten effektiver Menschen - Stephen Covey | Buchzusammenfassung
7 Habits That Will Change Your Life | 7 habits of effective people - Stephen Covey | Book summary
7 hábitos que cambiarán tu vida | 7 hábitos de la gente eficaz - Stephen Covey | Resumen del libro
7 habitudes qui changeront votre vie | 7 habitudes des gens efficaces - Stephen Covey | Résumé du livre
7 gewoonten die je leven zullen veranderen | 7 gewoonten van effectieve mensen - Stephen Covey | Samenvatting boek
7 привычек, которые изменят вашу жизнь | 7 привычек эффективных людей - Стивен Кови | Краткое содержание книги
7 звичок, які змінять ваше життя | 7 звичок ефективних людей - Стівен Кові | Короткий зміст книги
Yakın akrabalarımdan biri, bana sık sık ailesinin geçmişte nasıl yoksulluk içinde yaşadığını,
|mes proches parents||||||||poverty||
|my relatives||||||||poverty||lived
|meiner Verwandten||||||||Armut içinde||
One of my close relatives often told me how his family lived in poverty in the past,
çocukluğunun ve gençliğinin ne kadar zorlu şartlarda geçtiğini,
enfance||jeunesse||||conditions difficiles|s'est écoulé
childhood||youth|||challenging|conditions|it passed
deiner Kindheit||||||Bedingungen|
how difficult his childhood and youth were,
hatta arkasında duran kimsesi olmadığı için üniversiteyi kazanamadığını anlatır.
|derrière||personne qui l'aide||||ne pas réussir|
||standing|someone||||not passing|
|||||||nicht bestanden|
Er erzählt sogar, dass er nicht zur Universität zugelassen wurde, weil er niemanden hatte, der hinter ihm stand.
he even tells that he could not win the university because he had no one standing behind him.
elle raconte qu'elle n'a pas pu gagner l'université parce qu'elle n'avait personne derrière elle.
Şimdilerde de eğitimsiz ve işsiz olduğum için maddi durumum çok kötü, keşke bana destek olan biri olsaydı,
|||||||situation financière|||||||||
These days||unemployed||unemployed||||financial situation|||||support|||
|||||||finanzielle|finanzielle Lage||||||||
Heutzutage ist meine finanzielle Situation sehr schlecht, weil ich ungebildet und arbeitslos bin, ich wünschte, es gäbe jemanden, der mich unterstützt,
Nowadays, my financial situation is very bad as I am uneducated and unemployed, I wish there was someone to support me,
Aujourd'hui, ma situation financière est très mauvaise parce que je suis sans éducation et sans emploi, j'aimerais qu'il y ait quelqu'un pour me soutenir,
şimdi hiçbir şey böyle olmazdı diye soylenip duruyor.
||||||en disant|
||||||saying|keeps saying
||||||gesagt|
und jetzt redet er sich damit heraus, dass nichts passiert wäre.
now he keeps saying that nothing would be like this.
elle continue à dire que rien ne serait comme ça maintenant.
Diğer bir akrabam da, aynı şekilde, önceden nasıl bir yoksunluk içinde olduklarını,
|||||||||deprivation||
||Verwandter|||||||Mangel||
|||||||||deprivation||
Another relative of mine likewise explained how deprived they were before,
ne kadar zor şartlarda hayata tutunmaya çalıştıklarını
||||||travaillent dur
|||conditions|life|holding on|they try
how hard they tried to hold on to life
ve kendilerine yardımcı olabilecek hiç kimseleri olmadığını anlatır.
|||||personnes||
|||||anyone||
|||||niemanden||
and tells that they have no one to help them.
O da diger akrabam gibi, maddi yetersizliklerden dolayı, iyi okullara gidemedeği için
||autres|ma famille|||manque de ressources||||ne peut pas aller|
||other|||material|insufficient funds||||couldn't go|
||||||Mangel an Mitteln|wegen|||nicht gehen kann|
He, like my other relative, could not go to good schools due to financial inadequacies.
üniversite sınavında yeterli başarıyı gosteremediğini
|in the exam||success|ne pas montrer
|in the university exam||the success|you could not show
|||den Erfolg|nicht zeigen konnte
that he did not achieve sufficient success in the university exam
ve istedigi universitede istediği bölümde okuyamadığını söyler.
|wanted|université|||ne pouvait pas étudier|
|he wants|at the university|||couldn't study|
|er||||nicht lesen kann|
and says that he could not study at the university he wanted.
Ama aynı akrabam bu zorlukların kendisini zamanından önce olgunlaşdırdığına,
||||les difficultés||de son temps||a maturité
||||the difficulties||||matured him
||||||||reif gemacht hat
Aber derselbe Verwandte glaubt, dass diese Schwierigkeiten ihn zu früh reifen ließen,
But the same relative of mine said that these difficulties ripened him prematurely,
çalışkan ve kendine güvenen bir adama donusturdugune inanıyor.
|||confiant en soi|||transformé|
|||self-confident|||you turned|
|||selbstbewussten|||verwandelt hat|
He believes he has turned him into a hardworking and self-confident man.
Ve sonuç olarak da, geçmişte yaşadığı o zorluklar sayesinde bugün zengin ve refah bir yaşam sürdüyünü söylüyor.
|résultat||||||difficultés|||||bien-être|||il mène|
|||||||Schwierigkeiten|||||wohlhabend|||führt|
||||||||||||prosperous|||you live|
Das Ergebnis ist, dass er heute dank der Schwierigkeiten, die er in der Vergangenheit erlebt hat, ein reiches und wohlhabendes Leben führt.
And as a result, he says that he lives a rich and prosperous life today thanks to those difficulties he had in the past.
Hiç dikkat ettiniz mi?
Did you ever pay attention?
Her iki akrabam da şuanki durumlarını aynı sepeplere bağlıyor.
||||current|situations||raisons|lient à
||||current|their situations||reasons|connecting
||||derzeitigen|||Gründe|
Both of my relatives attribute their current status to the same reasons.
Birinci akrabam gibi insanlara REAKTİF insanlar denir.
||||réactifs||
||||reactive people||
||||reaktiv||
People like my first relative are called REACTIVE people.
Onlar daima kendilerinin kontrol edemeyecekleri, yönetemeyecekleri şeylere odaklanırlar
|toujours|||ne pourront pas contrôler|ne pourront pas gérer||se concentrent
|immer||||nicht steuern||konzentrieren sich
Sie konzentrieren sich immer auf das, was sie selbst nicht kontrollieren oder bewältigen können.
They always focus on what they can't control or manage.
ve her seyden her zaman şikayet eder dururlar.
||de tout|||||
||alles|||||
and they always complain about everything.
İkinci akrabam gibi insanlarsa PROAKTİF insanlardır.
|||les gens|proactifs|
|||Menschen wie|proaktiv|
People like my second relative are PROACTIVE people.
Bu tarz insanlar kendilerinin idare edebildikleri ve değiştirebilecekleri şeylere odaklanırlar
|ce type|||gérer|qu'ils peuvent gérer||qu'ils peuvent changer||
|||||verwalten können||verändern können||
These types of people focus on what they can manage and change.
ve kendilerine bağlı olmayan şeylerin üzerinde durmayıp yalnızca güçlerinin yettiği,
||||||not staying||leurs capacités|reaching
|||||||||ausreichend
und sie kümmern sich nicht um Dinge, die nicht von ihnen abhängen, sondern nur um das, was sie sich leisten können,
and do not dwell on things that do not depend on them, but only within their power,
yapabilecekleri şeylere odaklanırlar.
ce qu'ils peuvent faire||
sie konzentrieren sich auf das, was sie tun können.
They focus on what they can do.
Biliyor musunuz?
Do you know?
İnsanın kendine "Bu durumu değiştirmek için neler yapabilirim?"sorusunu sorması çok zor bir şey.
||||||||question|se poser||||
|||||||||Frage stellen||||
It is a very difficult thing to ask oneself, "What can I do to change this situation?"
Neden biliyormusunuz? Çünkü bu sorunun cevabı olarak düşünecekleri şeyleri gerçekleştirmek
|savez-vous||||||ce qui leur vient||
|wissen Sie||||||||
Wissen Sie, warum? Weil Sie sich darüber im Klaren sind, was sie als Antwort auf diese Frage denken werden
Do you know why? Because realizing what they would consider as the answer to this question
uzun süren zahmet, azim ve uykusuz geceler gerektirecek.
||effort|grit||sleepless||will require
||Mühe|Entschlossenheit||||
wird lange Arbeit, Ausdauer und schlaflose Nächte erfordern.
It will require long effort, perseverance and sleepless nights.
Beynimiz de her zaman en rahat ve en kolay şeylere odaklandığı için
notre cerveau||||||||||se concentre sur|
||||||||||fokussiert|
Because our brain always focuses on the most comfortable and easiest things.
BİR ÇOĞUMUZ böyle bir zahmetten korkar, hep etrafımızdaki insan ve sebeplerden şikayet eder,
|beaucoup d'entre nous|||effort peine|||notre entourage|||||
|||||||um uns herum|||||
Die meisten von uns haben Angst vor solchen Unannehmlichkeiten und beschweren sich ständig über die Menschen und Gründe, die uns umgeben,
MOST OF US fear such trouble, always complaining about the people and causes around us,
ve başarımızın kendi çaba ve çalışmamıza bağlı olduğunu unuturuz.
|notre succès||effort||travail|||oublions
|||||unserer Arbeit|||vergessen
and we forget that our success depends on our own effort and work.
Böylece diyebiliriz ki, etkili insanların başarılı olmalarının ilk sebebi Proaktif olmaları
||||||leur réussite||||
||||||erfolgreich sein||||
So we can say that the first reason effective people are successful is because they are proactive.
ve sadece kendilerinin yapabilecekleri şeylere odaklanmalarıdır.
|||||c'est leur concentration
|||||ihr Fokus
und sich nur auf das konzentrieren, was sie selbst tun können.
and focus only on what they can do.
Bir cenazede olduğunuzu hayal edin.
|funérailles|||
|einer Beerdigung|||
Stellen Sie sich vor, Sie sind auf einer Beerdigung.
Imagine you are at a funeral.
Ama her hangi birinin değil, kendi cenazenizdesiniz diye düşünün.
||||||you are at your funeral||
||||||eurer eigenen Beerdigung||
Aber betrachten Sie es als Ihre eigene Beerdigung, nicht als die eines anderen.
But imagine that you are at your own funeral, not someone else's.
Herkes ağlıyor ve siz de kendi tabutunuzun önündesiniz ve cesedinize bakıyorsunuz.
|is crying|||||votre cercueil|devant||votre corps|vous regardez
|weinen||||||||Ihrem Leichnam|
Alle weinen, und du stehst vor deinem eigenen Sarg und schaust auf deinen Leichnam.
Everyone is crying and you are in front of your own coffin and looking at your corpse.
O an kendinizle ilgili neler söylemek isterdiniz?
||vous-même||||
||sich selbst||||
Was würden Sie in diesem Moment über sich selbst sagen?
What would you like to say about yourself at that moment?
Bu soru belki de hayatda kendinize soracağınız en önemli sorudur.
||||dans la vie||poseriez|||question
||||im Leben||stellen werden|||
Diese Frage ist vielleicht die wichtigste Frage, die Sie sich im Leben stellen werden.
This question is perhaps the most important question you will ever ask yourself in life.
‘Ben çok iyi bir eştim' demeyi hepimiz isteriz değil mi?
||||épouse|dire||souhaitons||
||||Partner|||||
Wir alle wollen sagen: "Ich war eine sehr gute Ehefrau", nicht wahr?
We all like to say 'I was a very good wife', don't we?
Peki öyleyse bir çoğumuz neden işten eve geldiğimizde eşimizle güler yüzle değil de sinirli
|||||||nous rentrons|partenaire||visage souriant|||
||||||||unserem Partner||freundlichem Gesicht|||
Woran liegt es also, dass die meisten von uns, wenn sie von der Arbeit nach Hause kommen, wütend auf ihre Ehepartner sind und nicht mit einem Lächeln im Gesicht?
So why do many of us come home from work and get angry with our spouse instead of smiling?
ve negatif bir şekilde konuşuyoruz?
and speaking in a negative way?
Kendimize layık gördüğümüz eş modeli sizce bu mu?
|méritant|que nous avons vue|||||
Glauben Sie, dass wir so einen Partner verdienen?
Do you think this is the mate model we deem ourselves worthy of?
Yoksa, toplum için çok değerli biriydim, insanlara çok yararım dokundu,
|||||un individu|||je vais aider|
||||||||nützlich|
Ansonsten war ich sehr wertvoll für die Gesellschaft, ich habe viel Gutes für die Menschen getan,
Otherwise, I was a very valuable person for society, I helped people a lot,
bir çok kişinin hayatına değer kattım demek ister miydiniz?
|||||ajouté|||
|||||Wert gegeben|||
Würden Sie gerne sagen, dass Sie für das Leben vieler Menschen einen Mehrwert geschaffen haben?
Would you like to say that you have added value to the lives of many people?
Eğer gerçekten öyleyse, kendinizle ilgili böyle şeyleri söylemeyi hakedecek bir şeyler yapıyor musunuz?
||||||||mérite||||
||||||||verdient||||
Wenn ja, tun Sie etwas an sich, das es verdient, gesagt zu werden?
If so, are you doing anything about yourself that deserves to say such things?
Yoksa başarısızlığa uğramaktan ve kaybetmekten korktuğunuz için büyük şeyler yapmaya,
|échec|échouer|||vous avez peur||||
|Misserfolg||||ihr habt Angst||||
Or do great things because you are afraid of failing and losing,
büyük adımlar atmaya cesaretiniz yok mu
|pasos|prendre des mesures|courage||
|Schritte||Mut haben||
Hast du nicht den Mut, große Schritte zu machen?
Don't you have the courage to take big steps?
ve çoğu insanlar gibi siz de ortalama bir yaşam mı sürüyorsunuz?
||||||||||menez votre vie
||||||||||leben
And do you lead an average life like most people?
Ya da eğitimli, bilgili ve elinden her iş gelen biriydim demek ister miydiniz?
Oder würden Sie gerne sagen, dass Sie eine gebildete, sachkundige und kompetente Person sind?
Or would you like to say that I was an educated, knowledgeable and do-it-yourself person?
Eğer öyleyse, o zaman yeni ve gerekli bilgiler öğrenmek, kitap okumak
Wenn ja, dann lernen Sie neue und notwendige Informationen, lesen Sie Bücher
If so, then learning new and necessary information, reading books
ve düşüncelerinizi hayata geçirmek için ne kadar zaman ayırıyorsunuz?
||||||||vous consacrez
||||||||verbringen
und wie viel Zeit widmen Sie der Verwirklichung Ihrer Ideen?
and how much time do you take to bring your ideas to life?
Eğer kendimize ‘ öldüğümde nasıl anılmak istiyorum' diye sorarsak,
||when I die||be remembered|||if we ask
||wenn ich sterbe||erinnert|||
If we ask ourselves, 'How do I want to be remembered when I die?'
hayatımızla ilgili çok büyük değişiklikler yapma imkanımız olacaktır.
notre vie||||changements||possibilité|
unserem Leben|||||||
werden wir die Möglichkeit haben, unser Leben grundlegend zu verändern.
We will have the opportunity to make huge changes in our lives.
Böylece, başarılı insanların ikinci özelliği ‘Bir şeyi yapmaya başlarken
Das zweite Merkmal erfolgreicher Menschen ist also: "Wenn du etwas anfängst zu tun
Thus, the second characteristic of successful people is 'When they start doing something.
hangi sonuçlara ulaşmak istediğini önceden' düşünmeleridir.
|results||||pensées
|||||das Nachdenken
im Voraus zu überlegen, welche Ergebnisse sie erreichen wollen.
they think beforehand what results they want to achieve.
Sizin için hayatta en önemli şeyler nelerdir? Eminim çoğunuzun cevabı ‘Sağlığım,ilişkilerim, ailem vs.'
||||||||la plupart d'entre vous||ma santé|mes relations||
||||||||||meine Gesundheit|meine Beziehungen||
What are the most important things in life for you? I'm sure the answer to most of you is 'My health, my relationships, my family etc.'
Herhalde ‘Televizyon izlemek, saatlerce Facebook ve ya Twitterdeki paylaşımları okumak
|||||||Twitter|publications|
||||||||Beiträge|
Wahrscheinlich "Stundenlang fernsehen, Beiträge auf Facebook oder Twitter lesen
Probably 'Watching TV, reading posts on Facebook or Twitter for hours.
ve ya yorumumu beğendiler mi diye kontrol etmek,
oder um zu überprüfen, ob ihnen mein Kommentar gefallen hat,
or checking if they liked my comment,
instagramdaki resimlere takılıp saatlerce zamanımızı öldürmek gibi cevaplar vermeyeceksiniz
sur Instagram|images|accroché à||notre temps|||réponses comme ça|ne pas
Sie werden uns keine Antworten geben, als würden wir stundenlang unsere Zeit mit Bildern auf Instagram totschlagen.
You will not reply to the pictures on Instagram like killing our time for hours.
Peki hangimiz sağlığımızı korumaya, aile ilişkilerimizi geliştirmeye televizyon, sosyal medya
||notre santé|protéger||our relationships||||
||unsere Gesundheit|||||||
So, which one of us can protect our health, improve our family relations, television, social media?
diye düşünüyorum.
vs gibi şeylere harcadığımız zamandan daha çok zaman harcıyoruz?
|||dépensé|||||nous dépensons
||||||||verbringen
Do we spend more time than we spend on things like
Hayatınız için daha önemli olan şeylere daha çok zaman ayırın.
|||||||||consacrer du temps
|||||||||nehmen Sie sich
Verbringen Sie mehr Zeit mit den Dingen, die für Ihr Leben wichtiger sind.
Spend more time on the more important things in your life.
Eğer yaptığıniz iş sizin amaçlarınıza ve hayallerinize hizmet etmiyorsa ona zaman ayırmayın.
|votre travail|||vos objectifs||vos rêves||si ça ne sert|||don't spend
|eure|||Ziele||Träume||dient|||
If the work you do does not serve your goals and dreams, do not spare time for it.
Vakit nakittir ve ya zaman paradır derler.
|argent|||||
|Bargeld|||||
Man sagt, Zeit ist Geld oder Zeit ist Geld.
They say time is money or time is money.
Amma daha dikkatli bakarsanız goreceksiniz ki, zaman paradan kat kat değerli ve önemli bir şey.
Mais||||vous verrez|||argent|fois||||||
||||werdet sehen|||Geld|||||||
Aber wenn Sie genauer hinschauen, werden Sie feststellen, dass Zeit viel wertvoller und wichtiger ist als Geld.
But if you look more carefully, you will see that time is more valuable and important than money.
Çünkü kaybettiğiniz parayı yine kazanabilirsiniz.
|que vous avez perdu|||
|verlorenes|||
Because you can regain the money you lost.
Ama kaybettiniz zamanı bir daha asla geri kazanamazsınız.
|vous avez perdu||||||vous ne pouvez
|||||||werden Sie nicht gewinnen
But you can never regain lost time.
Bu yüzden diyebiliriz ki, başarılı insanların 3.-cü alışkanlığı
Wir können also sagen, dass die dritte Angewohnheit von erfolgreichen Menschen
So we can say that the 3rd habit of successful people is
Daha önemli şeyleri kendileri için öncelik yapmalarıdır.
||||||de faire
||||||es ist
They make the more important things a priority for themselves.
Şimdiyse şöyle bir şey hayal edelim.
Now let's|||||
jetzt|||||
Now let's imagine something like this.
Sizin de, benim de bir kafemiz var
|||||café|
|||||unser Café|
You and I both have a cafe.
Diyelim ki, sizin de 5000 kişilik bir daimi müşteri kitleniz var, benim de 5000 kişilik müşteri kitlem var.
||||||permanent||base de clients||||||audience|
||||||festen||||||||Kundengruppe|
Nehmen wir an, Sie haben einen festen Kundenstamm von 5000 Personen und ich habe einen Kundenstamm von 5000 Personen.
Let's say you have a permanent customer base of 5000, and I have a customer base of 5000.
Sizinle aramızda konuşup şöyle bir anlaşma yapıyoruz. Siz kendi müşterilerinize benim kafemin,
|entre nous|parler|||||||vos clients||mon café
|||||||||||Café
We talk to you and make a deal like this. To your customers, my cafe,
ben de kendi müşterilerime sizin kafenizin reklam broşürünü dağıtıyorum.
|||mes clients||votre café||brochure|je distribue
|||meinen Kunden||||die Broschüre|verteile ich
I also distribute your cafe's advertising brochure to my customers.
Böylece müşterilerimizi paylaşmış oluyoruz ve sonuç olarak sizin de benim de müşteri sayımız artmış oluyor.
|nos clients|shared||||||||||nombre de clients||
|unsere Kunden|teilen||||||||||||
Auf diese Weise teilen wir unsere Kunden, und infolgedessen steigt die Zahl Ihrer und meiner Kunden.
Thus, we share our customers, and as a result, the number of customers of you and me increases.
Bu şekilde ikimiz de bu anlaşmadan kazançlı çıkıyoruz.
|||||de l'accord|gagnant|nous sortons
|||||Vereinbarung|profitieren|wir profitieren
That way we both profit from this deal.
Şimdiyse tam tersini düşünün.
||l'inverse|
jetzt||das Gegenteil|
Stellen Sie sich nun das Gegenteil vor.
Now think the opposite.
Diyelim ki, ben sizin kafenin Facebook sayfasında veya başka mecralarda sizin kafe hakkında
||||du café||page de|||médias|||
||||Café|||||Plattformen|||
Nehmen wir an, ich habe auf der Facebook-Seite Ihres Cafés oder in anderen Medien von Ihrem Café gelesen.
Let's say I'm talking about your cafe on your cafe's Facebook page or elsewhere.
kötü yorumlar yapıyorum,
|commentaires|
I make bad comments
yemeklerinizin çok berbat ve iğrenç olduğunu, hatta sizin kafedeki yemekten zehirlendiğimi yazıyorum.
vos repas||terrible||||||à la cafétéria||j'ai été empoisonné|
||||||||im Café||ich vergiftet wurde|
I am writing that your food is so awful and disgusting that I even got poisoned from your food in the cafe.
Neticede ne oluyor?
dans le net||
Schließlich||
Was passiert am Ende?
What happens after all?
Tabi ki de siz müşteri kaybetmiş oluyorsunuz.
Of course, you are losing customers.
Ben de bütün bu yaptıklarımdan sonra bir mucize olacağını
||||mes actions|||miracle|
||||meinen Taten||||
Und ich dachte, nach allem, was ich getan habe, würde ein Wunder geschehen.
I'm sure there will be a miracle after all I've done
ve sizin kaybettiğiniz müşterilerin başka bir kafeye değil de
and your lost customers are not going to another cafe.
benim kafeme gelip benim müşterim olacağını düşünüyorum nedense.
|ma tête|||mon client|||je ne sais pas pourquoi
||||Kunde|||
For some reason I think you will come to my cafe and be my client.
Siz benim yüzümden müşteri kaybettiğinizi bir yolla anlıyorsunuz
||de ma faute||vous perdez||manière|comprenez
||||||Weise|
You somehow understand that you lost customers because of me.
ve benim size yaptığımın aynısını bana yapıyorsunuz.
|||doing|||
|||was ich tue|||
And you're doing to me the same thing I did to you.
Sonuç olarak elimize ne geçiyor?
||ce que nous avons||
||wir erhalten||
What do we get as a result?
İkimiz de senelerdir çalışıp kazandığımız itibarımızı kaybediyoruz
||années|||notre réputation|nous perdons
||||||verlieren
Wir verlieren beide unseren Ruf, für den wir über die Jahre so hart gearbeitet haben.
We're both losing our reputation that we've worked with for years
ve bu durumda her ikimiz kaybeden taraf oluyoruz.
||||||partie|
und in diesem Fall sind wir beide Verlierer.
And in that case, we're both on the losing side.
Bu örnek bize gösteriyor ki, Başarılı insanların 4. alışkanlığı
This example shows us that the 4th habit of successful people
‘İki tarafın da beraber kazanmayı tercih etmeleridir.
||||gagner||préférence qu'ils
|||||vorziehen|das Bevorzugen
Beide Seiten ziehen es vor, gemeinsam zu gewinnen.
'Both sides prefer to win together.
Kazan-kazan prensibi yani.
principe de Kazan|||
|Gewinn-Gewinn||
That's the win-win principle.
Rakibinizin kaybetmesi sizin kazandığınız anlamına gelmiyor. Bunu unutmayın.
adversaire|||vous avez gagné||||
Ihrer|||||||
Losing your opponent doesn't mean you win. Do not forget this.
Sizin kazanmanız için de illa birinin kaybetmesi gerekmiyor.
|votre victoire|||il faut que|||
Someone doesn't have to lose for you to win.
Yalnızca kendinizin değil, karşı tarafın kazanmasını da sağlamaya çalışın.
|||||gagner||assurer|
|||||gewinnen|||
Try not only to win, but also to ensure that the other party wins.
Böyle olursa, ikiniz de uzun bir süre kazanacaksınız.
||vous deux|||||vous gagnerez
||ihr beiden|||||
If that happens, you'll both win for a long time.
Unutmayın ki, +1 + (-1) = 0. bir artı eksi bir eşittir sıfır
|||plus|||equals|
|||plus|||ist|
Erinnere dich daran, dass +1 + (-1) = 0. eins plus minus eins gleich null ist.
Remember that +1 + (-1) = 0. one plus minus one equals zero.
Diyelim ki, ben bir kitap yazdım ve şimdi onu sizlere satmak istiyorum.
Let's say I wrote a book and now I want to sell it to you.
Ne olursunuz bu kitabı alın, ben aylarca bu kitabın üzerinde çalıştım,
|vous devenez|||||pendant des mois||||j'ai travaillé
|Sie werden|||||Monate lang||||
Bitte kaufen Sie dieses Buch, ich habe monatelang daran gearbeitet,
Please take this book, I worked on this book for months,
Que vous dirais-je si je vous dis que j'ai travaillé des mois sur ce livre,
sırf bu kitabı bitireyim diye gecemi gündüzüme kattım'
|||||ma nuit|jour|
|||||Nacht|Tag und Nacht|
I spent my night and day just to finish this book.
que pour le finir, j'ai mélangé mes nuits avec mes jours ?
dersem sizin için bir anlam ifade eder mi?
si je dis|||||exprimer||
wenn ich sage|||||ausdrücken||
würde das für Sie einen Sinn ergeben?
Does it mean anything to you if I say it?
est-ce que cela a un sens pour vous ?
Umursar mısınız?
vous vous souciez|
interessiert es|
Interessiert Sie das?
Do you care?
Benim yaptığım ne kadar çok uğraştığım sizin niye umrunuzda olsun ki?
|||||effort|||vous importe||
||||||||interessiert euch||
Why should you care how hard I worked?
Pourquoi devrais-je vous importer combien j'ai essayé pour faire ce que j'ai fait?
Neden herhangi başka bir şeye harcayabileceğiniz parayı sırf ben uğraştım,
|||||dépenser||||
|||||ausgeben können||||
Why am I the only one dealing with money that you could spend on anything else?
Pourquoi dépenser de l'argent que vous pourriez utiliser pour autre chose juste parce que j'ai fait des efforts,
zaman harcadım diye benim kitabımı almak için harcayasınız ki?
|j'ai dépensé|pour que|||||vous dépensiez|
|||||||ihr ausgebt|
Why waste your time buying my book just because I've wasted it
que vous deviez le dépenser pour acheter mon livre?
Sizin için önemli olan şey benim bu kitap için ne kadar çalıştığım değil, sizin bu kitaptan kazanacaklarınız.
||||||||||||||||ce que vous gagnerez
||||||||||||||||was Sie gewinnen
What matters to you is not how hard I worked for this book, but what you gain from it.
Bu kitabin size Ne gibi bir yararı olacak?
|livre|||||benefit|
|das Buch|||||Nutzen|
What will this book do for you?
Kitaptan aldığınız bilgileri nerelerde kullanabileceksiniz? Sizi ilgilendiren sorular bunlar.
|obtenu|||utiliser||concerned||
||||werden verwenden||||
Where will you be able to use the information you get from the book? These are the questions that concern you.
Etkili insanların 5. alışkanlığını ben her gün uygulamaya çalışıyorum.
||habitude|||||
||Gewohnheit|||||
I try to practice the 5th habit of effective people every day.
İster iş ilişkilerinde, ister özel ilişkilerde, hatta sizden videolarımı paylaşmanızı istediğimde
|||||dans les relations|||mes vidéos|votre partage|que je veux
||||||||meine Videos|teilen|
Whether in business or private affairs, or even when I ask you to share my videos
veya youtube kanalıma abone olmanızı istediğimde bile...
||||votre abonnement||
||||Sie abonnieren||
or even when I ask you to subscribe to my youtube channel...
5\. Alışkanlık ise şu:
İlk önce senin karşındakine bir faydan dokunmalı ki , o da sana yararlı olmak istesin.
|||en face de toi||benefit|utile|||||utile||veuille
|||||Nutzen|nützlich sein|||||||will want
Zuallererst müssen Sie dem anderen nützlich sein, damit er Ihnen nützlich sein will.
First of all, you must be of benefit to the other person so that he or she will want to be useful to you.
Tout d'abord, il faut que tu apportes un bénéfice à ton interlocuteur pour qu'il veuille aussi t'apporter de l'aide.
Düşünün ki , iki kişisiniz ve ağaçtan meyve toplamak istiyorsunuz
|||Personen|||||
Imagine you are two people and you want to pick fruit from the tree.
Imaginez que vous êtes deux personnes et que vous voulez cueillir des fruits d'un arbre.
. İkinizin de boyu toplamak istediğiniz meyvelere yetişmiyor.
vous deux|||||fruits|n'atteint pas
euch beiden||Größe|||den Früchten|
. Neither of you can reach the fruit you want to collect.
Vous ne pouvez pas atteindre les fruits que vous voulez cueillir.
Bu durumda el ele verip güçlerinizi birleştirmezseniz eve eli boş dönmek zorunda kalacaksınız.
|||||vos forces|ne combinez||||||
|||||Ihre Kräfte|vereinigt||||||
In this case, if you do not join hands and join forces, you will have to return home empty-handed.
Ama biriniz diğerinizin omzunun üstüne çıkarsa o zaman meyvelere eliniz yetişecek
|l'un de vous|l'autre|épaule||||||votre main|will reach
|||||||||eure|erreichen
Aber wenn einer von euch auf der Schulter des anderen steht, bekommt ihr die Früchte in die Hand.
But if one of you rises above the other's shoulder then you will reach the fruit
ve istediğiniz kadar meyve toplayabileceksiniz.
||||cueillir des fruits
||||werden sammeln
and you will be able to collect as many fruits as you want.
Bu birlikteliğe ‘Sinerji' denir.
|à la collaboration|Synergie|
||Synergie(1)|
Diese Kombination wird als "Synergie" bezeichnet.
This union is called 'Synergy'.
Mesela diyelim ki, benim tasarımla ilgili herhangi bir bilgi ve tecrübem yok,
||||design||||||expérience|
||||||||||Erfahrung|
Nehmen wir zum Beispiel an, ich habe keine Kenntnisse und Erfahrungen im Bereich Design,
For example, let's say I don't have any knowledge and experience about design,
uzman bir tasarımcı olmak için senelerimi harcamak yerine,
expert||designer|||mes années|dépenser des années|
||||||verbringen|
anstatt Jahre damit zu verbringen, ein erfahrener Designer zu werden,
instead of spending years being an expert designer,
takımıma 10-15 senelik deneyimli bir tasarımcıyı almam daha mantıklı.
équipe|annuel|expérimenté||designer|||
||||Designer|||
Es macht mehr Sinn, einen Designer mit 10-15 Jahren Erfahrung in mein Team zu holen.
It would be more logical for me to hire an experienced designer of 10-15 years for my team.
Çünkü, eğer o kişinin yapacağı kalitede bir işi yapmak istiyorsam,
|||||de qualité||||si je veux
|||||||||ich will
Denn wenn ich die Qualität der Arbeit machen will, die diese Person machen würde,
Because, if I want to do a job with the quality that that person will do,
Ben de en az 10-15 sene tasarımla uğraşmalıyım ki, neyin ne olduğunu tam olarak anlayabilmiş olayım.
||||||je devrais travailler|||||||understood|je puisse être
||||||ich sollte arbeiten|||||||verstehen kann|ich sein
I also have to deal with design for at least 10-15 years so that I can fully understand what is what.
Bunun en basit anlatımı atalarımızın dediği gibi ‘Birlikten kuvvet doğar'dır.
|||explication|nos ancêtres|||De l'unité|force|naît
|||||||Gemeinschaft||spricht
The simplest expression of this is, as our ancestors said, 'Unity is strength'.
Unutmayalım ki, insan ömrü sınırlı,
|||vie humaine|limité
Wir sollten nicht vergessen, dass das menschliche Leben begrenzt ist,
Let's not forget that human life is limited,
o yüzden öğrenebileceğimiz bilgi ve becerilerin sayısı da sınırlı.
||que nous pouvons|||compétences|||
||wir lernen||||||
so the number of knowledge and skills we can learn is also limited.
Fakat bizden farklı bilgi ve becerilere sahip insanlarla bir araya gelip onlarla iş yapabilme imkanımız sınırsız.
|||||compétences||||se réunir||||pouvoir||illimitées
|||||Fähigkeiten||||||||Zusammenarbeit Fähigkeit||
However, the opportunity to come together with people with different knowledge and skills than us and do business with them is limitless.
Böylece, başarılı insanların 6. Ortak özelliği ‘Sinerji yaratma becerileri'dir.
||||||création de|capacité
||||||Synergie schaffen|Fähigkeiten
Das 6. gemeinsame Merkmal erfolgreicher Menschen ist also ihre Fähigkeit, Synergien zu schaffen.
Thus, the 6th common characteristic of successful people is 'Synergy creation skills'.
Adamın biri saatlerce bir ağacı testereyle kesmeye çalışıyormuş.
||||arbre|avec une scie|couper|il travaillait
||||||zu schneiden|
Ein Mann hat stundenlang versucht, einen Baum zu zersägen.
A man was trying to cut a tree for hours with a saw.
Bir süre sonra komşusu dayanamayıp adamın yanına gelir ve der:
|||voisin|ne peut plus|||||
||||konnte nicht widerstehen|||||
Nach einer Weile hielt es der Nachbar nicht mehr aus, kam zu dem Mann und sagte: "Das ist nicht gut:
After a while, his neighbor could not stand it and came to the man and said:
Testereni bilersen, testeren daha keskin olur ve ağacı daha kısa bir zamanda kesersin'.
scie|tu sais|scie||plus aiguisée||||||||tu coupes
die Säge||||scharfer||||||||du schneidest
Wenn du deine Säge kennst, wird sie schärfer sein und du wirst den Baum in kürzerer Zeit fällen".
If you sharpen your saw, your saw will be sharper and you will cut the tree in less time'.
Adam da cevabında diyor ki ‘ Hayır ya benim testereyi bilemem baya bir zaman alır'
||dans sa réponse|||||mon|scie|je ne sais pas|beaucoup de|||prend
||||||||die Säge|ich kann nicht||||
Und der Mann antwortet: "Nein, ich kenne meine Säge nicht, das wird lange dauern".
The man says in his answer, 'No, it will take a long time for me to know the saw'.
Adam dit dans sa réponse : 'Non, cela m prendrait beaucoup de temps pour savoir même si je peux utiliser la scie.'
Bu hikaye çok basit ve komik seslenebilir.
||||||appelable
||||||ansprechbar
Diese Geschichte kann sehr einfach und lustig klingen.
This story might sound very simple and funny.
Cette histoire peut sembler très simple et drôle.
Lakin hepimizin her zaman yaptığımız bir şey bu aslında.
Mais|all of us|||||||
Aber das ist etwas, was wir alle die ganze Zeit tun.
But this is something we all do all the time.
Cependant, c'est en fait quelque chose que nous faisons tous à chaque fois.
Biz her gün spor yapmak ve böylece daha sağlıklı ve enerjik olmak
Wir treiben jeden Tag Sport und werden dadurch gesünder und leistungsfähiger
We do sports every day so that we are healthier and more energetic
için kendimize günde yarım saati bile çok görüyoruz.
eine halbe Stunde am Tag für uns selbst.
We see even half an hour a day too much for ourselves.
Sonuç olarak vücudumuz o kadar hantallaşıyor ki,
|||||ralentit|
|||||träge wird|
Infolgedessen wird unser Körper so schwerfällig,
As a result, our bodies become so bulky that
kalkıp kendimize çay koymayı bile bir zahmet olarak düşünüyoruz.
We even consider getting up and pouring tea for ourselves as a hassle.
Azıcık yaşlandığımızdaysa, nerdeyse hiç hareket edemiyor ve bir başkasının yardımına muhtaç oluyoruz.
un peu|quand nous vieillissons|presque||||||||dépendant|
||fast|||||||||
Wenn wir etwas älter werden, können wir uns kaum noch bewegen und sind auf die Hilfe anderer angewiesen.
When we get a little older, we can hardly move at all and depend on someone else's help.
Ya da kendimizi geliştirmek için bu gibi kitaplar okumaya her gün sadece 15 dakika bile ayıramıyoruz.
||nous-mêmes||||||||||||nous ne consacrons
||||||||||||||wir können
Oder wir können uns nicht einmal täglich 15 Minuten Zeit nehmen, um solche Bücher zu lesen und uns zu verbessern.
Or we cannot spare even 15 minutes a day to read such books to improve ourselves.
Fakat bütün gün facede zaman geçiriyor, televizyon izliyor, başkalarının dedikodusunu yapıyor,
|||sur Facebook||||||gossip|
|||||||||Klatsch|
Aber er verbringt den ganzen Tag auf Facebook, sieht fern und tratscht über andere Leute,
But he spends all day on the face, watching TV, gossiping about others,
sonra da birazcık zor bir durumla karşılaştığımızda,
|||||situation|when we encounter
||||||wir begegnen
und dann, wenn wir in eine etwas schwierige Situation geraten,
then when we come across a somewhat difficult situation,
hayatımızdan ve kaderimizden şikayet etmeye başlıyoruz.
notre vie||destin|||nous commençons
beginnen wir, uns über unser Leben und unser Schicksal zu beklagen.
We begin to complain about our lives and our destiny.
Bu neye benziyor biliyor musunuz?
Wissen Sie, wonach das aussieht?
Do you know what this looks like?
Ev yapmak istiyoruz,
We want to build a house
fakat evin temelini atmaya zaman ayıramıyoruz ve temeli olmadan ayakta durabilecek tuğlalar arıyoruz.
||fondation|||||fondation|||pouvant|briques|
|||||||||||Ziegel|
aber wir haben keine Zeit, das Fundament des Hauses zu legen, und wir suchen nach Ziegeln, die ohne Fundament stehen können.
but we can't take the time to lay the foundation of the house and we are looking for bricks that can stand without a foundation.
Ne yazık ki, hayatta işler böyle yürümüyor.
|dommage|||||se passent ainsi
||||||laufen
Leider funktioniert das im Leben nicht so.
Unfortunately, that's not how things work in life.
Böylece öğreniyoruz ki, başarılı insanların 7. en önemli özelliği: ‘onlar testerelerini bileyerek işe başlarlar'.
|||||||||scies|aiguisant||
|||||||||ihre Sägen|mit schärfen||
So lernen wir, dass die 7. wichtigste Eigenschaft erfolgreicher Menschen darin besteht, dass sie zuerst ihre Sägen schärfen".
Thus, we learn that the 7th most important characteristic of successful people: 'they start by sharpening their saws'.
Ainsi, nous apprenons que la 7ème caractéristique la plus importante des personnes réussies est : 'elles commencent leur travail en aiguisant leurs outils'.
Videomu beğendiyseniz ve buna benzer daha çok video yapmamı istiyorsanız
ma vidéo|||||||||
mein Video|||||||||
If you like my video and want me to make more videos like this
Si vous avez aimé ma vidéo et que vous souhaitez que je fasse plus de vidéos similaires
ZihinX adlı Youtube kanalıma abone olmayı unutmayın
ZihinX||||||
ZihinX||||||
Don't forget to subscribe to my youtube channel named ZihinX
N'oubliez pas de vous abonner à ma chaîne Youtube appelée ZihinX
Eğer size gerçekten bir faydam dokunduğunu düşünüyorsanız
||||vous êtes utile|a touch|vous pensez
||||||denken Sie
If you really think I've been of any use to you
, yaptığım işe değer verdiğinizi göstermek için videomu arkadaşlarınızla da paylaşın ki,
|||que vous avez donné|||||||
|||Sie wertschätzen|||||||
, share my video with your friends to show that you value the work I do,
başkaları da faydalanabilsin
||tu puisses profiter
||profitieren können
so others can benefit
Bir de videomu Youtube-da beğenmeyi unutmayın,
|||||aimer|
|||||liken|
And don't forget to like my video on Youtube,
çünkü beğeni sayısı çok olduğunda Youtube otomatik olarak videoyu başkalarının izlemesi için öneriyor.
|appréciation|||||||||visionnage des autres||
because when the number of likes is high, Youtube automatically recommends the video for others to watch.
Unutmadan videonun alt kısmındaki yorum kısmına düşüncelerinizi ve sorularınızı yazabilirsiniz.
Sans oublier|vidéo||inférieure||partie inférieure||||
Nicht vergessen|||unteren Teil||||||
Vergessen Sie nicht, Ihre Gedanken und Fragen in den Kommentarbereich am Ende des Videos zu schreiben.
Before you forget, you can write your thoughts and questions in the comment section at the bottom of the video.
Teşekkürler
Thank you