×

We use cookies to help make LingQ better. By visiting the site, you agree to our cookie policy.

image

TEDx Turkey, 5 Saniyede 10 Cesur Adım | Sevil Atasoy | TEDxYouth@OkyanusKolejiHalkalı

5 Saniyede 10 Cesur Adım | Sevil Atasoy | TEDxYouth@OkyanusKolejiHalkalı

Transcriber: Esra Çakmak Gözden geçirme: Can Boysan Efendim merhaba.

Bundan çok seneler önce Ajda Pekkan'ın bir şarkısı vardı: "Bir anda değişti her şey,

bir anda değişti dünyam,

bir anda değiştim ben"

diye devam eden,

çok az kimsenin anımsadığı bir şarkı.

Ne kadar bir an?

Göz açıp kapayıncaya kadar herhâlde, değil mi? Ne kadar zamanda gözümüzü açıp kapatıyoruz derseniz eğer, 0-3 ile 0-4 saniye sürüyor

bir göz açıp kapamak

ve bir dakika içerisinde de,

kaç defa gözümüzü açıp kapattığımızı biliyoruz. Aşağı yukarı, en az beş defa.

Tabii gözümüze bir şey kaçmadığı takdirde. Şimdi şöyle bir hesap yapmak mümkün, basit bir hesap, 60 yıllık bir zaman dilimi içerisinde

1 ile 1,5 milyar kez gözümüzü açıp kapatıyoruz. Bunların arasında, benim yaşamımda,

10 kez göz açıp kapatıncaya kadar geçen süre var, yani 10 an var. Şimdi Ajda Pekkan'ın bu

"Bir anda değişti her şey, bir anda değişti dünyam," dediği mutlaka ilk bakışta aşktı.

Bugün hepinizin sevgililer gününü de kutluyorum bu vesileyle. Şimdi benimkisi ilk bakışta aşklarla ilgili değil, benimkisi sadece meslek yaşamımla ilgili,

kendi kariyerimle ilgili 10 an.

Bugün onları sizle paylaşmak istiyorum

ve bir anın ne kadar önemli olduğunu

ve bir insanın hayatını nasıl değiştirebildiğini görmek için ilginç örneklerdir diye düşünüyorum.

Şimdi ben lisede çok çalışkan bir öğrenciydim ve her sınavda en son çıkan öğrenciydim.

Kağıdımı böyle çabuk vermezdim,

nitekim aynı şekilde, üniversite giriş sınavında da kağıdımı en son verdiğimi zannederek çıktım. Annem ve anneannem - burada gördüğünüz annem - ve onun annesi, bütün büyük sınavlarımda

dışarıda, kapının dışında beni beklerlerdi, pek heyecanlı insanlardı. Dolayısıyla o gün de

böyle üniversite giriş imtihanından çıktığımda bir bahçeye çıkılıyordu.

Şimdi bu 10 anın her birini aslında

o kadar ayrıntılı hatırlıyorum ki

bu size anlattığım mesela 1968'de,

yani bundan 50 yıl önceki bir an.

Bahçenin büyüklüğünden ışığa,

güneşin nereden geldiğine varıncaya kadar

bir sürü şey hatırlıyorum.

Bu 10 anla ilgili mekânın bırakın sadece nasıl bir yer olduğunu, ortamın kokusunu dahi hatırlıyorum.

Şimdi işte bu hayatımı değiştiren ilk anlardan bir tanesi, bir sayfayı çevirmeyi unuttuğum bir an.

Yani bir sayfa çevirmemişim.

Nedir çevirmediğim sayfa?

Şöyle, dışarı çıktığımda benden başka kimse yoktu. Bahçenin bir tarafında annem ve anneannem vardı, onlardan da başka kimse yok etrafta.

Bunun üzerine böyle bir kâbus gibi tuhaf bir durum. Dediler ki, "Niçin çıktın?"

Dedim ki, "Bitti. Onun için çıktım."

Aradan böyle bir 10 dakika sonra ancak başka öğrenciler çıkmaya başladılar ve aralarında benim Alman Lisesi'nden de bazı tanıdıklarım vardı, yanıma geldiler. Birtakım şeyler söylüyorlar, diyorlar ki mesela, "O hücre zarıyla ilgili olan soruya ne cevap verdin?" Ben diyorum ki, "Öyle bir soru yoktu ki!" Sonra başka biri geliyor, o da diyor ki,

yine öyle biyoloji ile ilgili bir şeyler soruyorlar. Ben o soruların hiçbirini görmemişim

çünkü o bir anda o sayfayı çevirmemişim

ve altta olan o ince yazıyı,

"Şimdi matematik bölümü bitti, sayfayı çevirin" diyen satırı okumadığım için

biyoloji sorularının hiçbirine cevap vermeden çıktım. Dolayısıyla tabii hiçbir üniversiteye de giremedim ve beni bir özel üniversiteye yazdırdılar,

ülkemizin ilk özel üniversitesiydi,

Galatasaray'ın Kimya bölümü.

Zaten kimya okumamı kararlaştırmıştı aile. Ben aslında mimar olmak istiyordum

ama ailemiz öyle istediği için

çünkü annemin bir laboratuvarı vardı,

o laboratuvarın başına geçmem için biyokimya uzmanı olmam gerekiyordu. Biyokimya uzmanı olabilmek için de ya tıp ya kimya okumak gerekiyordu. Daha kısa bir yol olduğu için kimyayı tercih ettiler ve ben de onların istediğini yaptım ve Kimya fakültesi dedik. Tabii devlet üniversitesine giremeyince

beni Galatasaray özel Kimyaya yazdırdılar.

Bir 6 ay kadar oraya devam ettim,

daha sonra bunlar yine geldi annem ile anneannem, dediler ki: "Senin naklini yaptırdık İstanbul Üniversitesi'ne. Hayırdır, dedim, ben buradan memnunum.

Şişli'de oturuyoruz zaten, okul da yakın.

Gidip geliyorum.

Dediler ki, "Olmaz, devlet üniversitesine yedeklerden sıra sana geldi." Bunun üzerine Kimya fakültesine girdim, onu bitirdim. Sonra da Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Biyokimya ana bilim dalında - o zamanlar adı kürsüydü -

Biyokimya uzmanlığı yapmaya başladık

ve maksat biyokimya uzmanı olup annemin laboratuvarında çalışmaktı. Almanca bildiğim için beni bir nefroloji kongresinde tercüman olarak görevlendirdiler üniversitede ve bu nefroloji kongresi sırasında bir an,

şu resimde gördüğünüz kişiye,

herhangi bir şey içmek ister misiniz diye sordum. Bu bir Alman, döndü bana,

işte herhâlde kola ya da gazoz gibi bir şey söyledi. Ama ondan sonra da herhâlde canı çok sıkılıyormuş ki, "Ne yapıyorsun, ne ediyorsun?" diye sordu

ve "Almanya'da çalışmak ister misin?" dedi. Bir anda evet dedim.

Hâlbuki artık o tarihte evliydim

ve küçük bir çocuğum da vardı.

Fakat öyle bir andı ki bu,

hayatımın değişebileceğini herhâlde hissettim, ne olduğunu bilemiyorum ve evet dedim.

İşte bu kişi, Profesör Tourav,

meğerse Almanya'da çok önemli bir bilim insanı, bir fizyolog, profesör

ve DAAD denen bir burs sisteminin de yönetim kurulunda ve bana bir ay içerisinde bir Alman Akademisyenler Bursu çıkarttılar ve ben kendimi Almanya'da buldum.

Orada doktora çalışmama başlama fırsatını yakaladım. Bu, hayatımın önemli bir anıydı

ve de buradan yaklaşık 35-40 yıl öncesinden söz ediyoruz artık. Fakat ilginç olan bir başka an var.

O sırada Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde yine biyokimyada tabii ki kariyerime devam ederken bir gün merdivenlerde, bahçenin merdivenlerinde, ben iki basamak aşağıda, şurada gördüğünüz, toprağı bol olsun, Profesör Doktor Alaaddin Akçasu. Çok önemli bir farmakoloji hocamız,

o da benden iki basamak yukarıda.

Boyu çok kısaydı, dolayısıyla biz aynı boydaydık o basamak farkına rağmen. Göz gözeydik böyle.

Bana dedi ki, "Ne işin var bu biyokimyada?" Nasıl, dedim, ne işim var?

Biyokimya dedi, çok para ister, memleketin parası yok. Tüp alacak paramız yok.

Hâlbuki senin bu bilginle, yani hem kimya hem biyokimya bilginle adli tıpta çok iş yapabilirsin.

Cebinden küçük bir şey çıkarttı; yeşil, böyle katı bir plaka. Meğerse esrarmış, onun ne olduğunu daha sonra anladım tabii. Bak, dedi, bunun ne olduğunu Türkiye ayırt edemiyor. Şurada bir ince tabakaya kromatografisini yap. Peki dedim, aldım

ve o anda bana dedi ki,

"Adli tıpta çalışacaksın, biyokimyayı bırak!" Peki, dedim.

Alaaddin Akçasu'nın bu önerisini o tarihten bu tarihe yürütüyorum. Hâlbuki adli tıp kurumunun başkanı babamdı, Profesör Doktor Şemsi Gök ve bir gün bile bana adli tıpla ilgili bir iş yapmam için herhangi bir öneride bulunmamıştı

çünkü benim kaderim biyokimya üzerine gidiyordu. Hiç ilgisiz, ailemizin çok dışında birisi,

Alaaddin Akçasu'nun sayesinde birdenbire babamla birlikte çalışmaya başladım. Çok yol aldık, çok yeni şeyler yaptık.

Türkiye için büyük adımlar attık

ama ben kimya dairesinin başkanı olduğum bir noktada-- ki 12 yıl orada başkanlığım var--

bir de baktım ki, usta çırak usulü insanlar bir şeyler yapıyorlar. Türkiye'nin bütün uyuşturucusunu, bütün toksikolojik analizini, yani zehirlenmeleri, her türlü gıdasının analizini orada yapıyoruz. Ama usta çırak usulü bir öğrenim biçimi var, bu da çağa hiç uymayan bir yaklaşım.

Nasıl o Alaaddin Akçasu'nun bana vermiş olduğu o yeşil plakanın, Türkiye o tarihte kına mı, esrar mı olduğunu ayırt edemiyor ise, benzer şekilde bir sürü şeyi de hiç yapamıyorduk, sene 80'lerdi.

Almanya'da bir kongrede bir başka an.

Bu kongre bir üniversitenin bahçesinde kurulan büyük bir çadırda öğle yemekleri veriyor.

Bu yemek çadırının kuyruğundayız.

Önümde benim iki mislim büyüklüğünde, üç mislim genişliğinde bu kişi duruyor. Bu kuyrukta arka arkayayız, devamlı homurdanıyor. Hep bir şikayetçi ama ne olduğunu anlamak mümkün değil. Sonunda ben dayanamadım,

"Affedersiniz, yardımcı olabilir miyim?" dedim. Tabii Almanca bildiğim için, belki dedim ki yani bununla-- bu belli bir Almanca da bilmiyor,

zaten Amerikalı olduğu da ortaya çıktı.

Dedim ki, "Bir sıkıntınız varsa halledelim." Hep söyleniyor, diyor ki,

"Devamlı bu lahanalar, bu sosisler, bilmem ne, doğru dürüst bir yemek yok." Tabii belli çok iyi yemek yediği!

Ondan sonra dedim ki, "Bir şeyler buluruz belki size." Böyle bir sempati gösterdim ona.

Neyse işte o yine de o sosise ve lahanaya razı geldi o öğlen. Ama o kuyruktayken,

birdenbire bana dedi ki: "Amerika'ya gelmek ister misin?" Evet, dedim.

Bir hayli büyümüş bir çocuğum var tabii ki o tarihte, bir de güzel bir işim var, çalışıyorum da.

Kim olduğunu bile bilmiyorum! Adam bana Amerika'ya gelir misin, diyor. Peki, diyorum ben

ve meğerse bu da,

Amerika'nın en büyük kriminal laboratuvarı olan Los Angeles Şerif Kriminal Dairesi'nin başkanıymış. Dünya'nın en büyük laboratuvarını yöneten bir adam. Aynı zamanda, çok önemli bir meslek derneğimizin de başkanı, dergi editörleri, vesaire çıktı.

Bu adam benim için bir mektup yazdı.

Ben o mektupla "Humphrey Fellowship" denen çok önemli bir Amerikan başkanlık bursunu, bir yıllık bir bursu alabildim. Bir yıl boyunca Amerika'nın bütün kriminal laboratuvarlarını dolaştım habire onun adıyla.

Şimdi bu haftasonu yine onun adını kullanarak 12 kişi Üsküdar Üniversitesi'nden Amerika'ya bir kongreye gidiyoruz ve onu da ziyaret edeceğiz Los Angeles'ta.

Tabii şimdi emekli oldu ama hâlâ bu sektörün, yani adli bilimler sektörünün duayenlerinden bir tanesi Barry Fisher. Barry Fisher, o da bir kimyacı.

O da bir göçmen ailenin çocuğu olarak

Amerika'da kendisine yer bulmuş birisi.

Bir anda söylenen bu Amerika teklifinin akabinde başka bir anda,

birçoğunuzun mutlaka resmini görünce tanıyacağı Ertuğrul Özkök bana bir gece telefon etti.

İşte çalışıyordum, "Gazeteye yazar mısın?" dedi. Hayatımda bir gazete makalesi yazmamıştım.

Herhangi bir kitap da yazmamıştım,

yani böyle hayal üzerine bir şey.

Sadece bilimsel yayın yapıyorduk o tarihe kadar. Yazarım dedim, bir anda

ve 5 yıl boyunca Hürriyet gazetesinde

her pazar tam sayfa "Delil Avcısı" diye bir sayfada, gerçek suç öyküleri yazdım.

Gene bir gece, çalışıyorum, bir telefon.

Ben Dışişleri Bakanlığı'ndan birisi.

Dedi ki, "Hocam, çok önemli bir görev var Birleşmiş Milletler'de. Bu görev için bu akşam mutlaka bir aday bildirmesi lazım Türkiye'nin. Ama kimi bildireceğimizi bilemiyoruz. Bize yardım eder misiniz?" dedi. Nedir, dedim, pozisyon, yani nereye aday bildirilecek, akşamın saat 10'unu geçmiş yani bu saatte!

Dedi ki, "Birleşmiş Milletler'in Uyuşturucu Kontrol Kurulu var. 13 kişiden oluşan bir kurul.

Seçimle kazanılıyor oradaki üyelikler

ve ülkeler aday gösteriyorlar, biz de birini arıyoruz. Tepem attı fena hâlde.

O anda dedim ki, "Benden daha iyisi yok!" "Peki," dedi adam.

Bunun üzerine ben öz geçmişimi faksladım.

İzleyen aylarda seçimlere girdim

ve de o kurulun 13 üyesinden birisi oldum,

2005-2010 arası orada çalıştım.

Kurulun başkanı da oldum,

kurulun ikinci kadın başkanıyım.

Yani 100 yıllık tarihinde,

benden önce 50'li yıllarda bir Amerikalı kadın var. Ondan sonra ben oldum.

Tabii ki o kurulun ilk Türk başkanı da oldum. Böylece bir telefonla,

bir hayat birdenbire beni yurt dışında bir göreve, hem de beş yıllık bir göreve de götürdü.

Aynı görevi şu anda da, tekrar seçimleri kazandığım için yürütüyorum. 2017-2022 arası da yine orada görev yapacağım. Aslı Öymen, CNN Türk'ün program müdürü, o da bir gün bana dedi ki, "Program yapar mısın?" Televizyon programı!

Hiç hayatımda böyle bir şeyi tabii ki bilmiyorum. Bir üniversite hocasıyız.

Evet, tabii, bütün hayatımız boyunca ders anlattık ama televizyon programı nasıl yapılır bilmiyoruz. Bir tartışma programı istedi benden,

dedi ki, "Adına "Suç ve Delil" diyelim, bir tartışma programı yap." Hiç düşünmeden evet dedim.

Yıllarca CNN Türk'te Suç ve Delil diye bir tartışma programı yaptım. Benzeri bir programı daha sonra,

"Acayip İşler" diyerek Habertürk'te yürüttüm. Bu arada - biraz zor gözüküyor ama - bu Türkiye'nin yetiştirdiği en iyi yönetmenlerden bir tanesi,

yönetmen ve yapımcılardan biri Abdullah Oğuz. Abdullah Oğuz bana diyor ki yine böyle,

"Dizi yapar mısın?"

"Yaparım!" dedim ben de.

(Kahkahalar)

"Kanıt" yaptık, 100 bölüm yaptık.

Kanıt'ı yazdık, içine çıktık, bir şeyler anlattık. O anlattıklarımız hâlâ dinleniyor,

Kanıt bitti çoktan

ama bir televizyon kanalı her gece iki bölümü gösteriyor. Herhâlde 100. defa tekrar gösteriyor, seyretmeyen kalmadı. Anadolu'da dolaştığım zaman sesimden tanıyorlar, başka bir şeyden değil. Ama sesi duyunca "Kanıt" diyorlar.

Evet diyorum, o benim.

Önemli olmamakla beraber şöyle küçük bir faydası var, taksi şoförleri para almamaya çalışıyor.

Yani herhâlde çok önemsiyorlar, ben zorla para veriyorum. Şimdi bu da bir an ama bu da bir an, bu da enteresan bir an; çünkü "Acayip İşler" programını yaparken

ölü yıkama ile ilgili bir program yaptım.

Böyle ölülerle ilgili

ve bir gassal, bir imam, bir adli tıp hocası ve de resimde gördüğünüz Profesör Doktor Nevzat Tarhan. Ölüm konuşuyoruz, sadece.

İşte biri ölü yıkamayı anlatıyor, öbürü ölüleri nasıl kestiğini anlatıyor, diğeri nasıl dua ettiğini anlatıyor

ve yani, böyle biraz tüyler ürpertici bir şey. Zaten programın adı da "Acayip İşler."

Neyse program bitti, Nevzat Bey ile biz orada ilk defa karşılaştık. Daha önce tanımıyordum yani.

Kalkarken dedi ki, "Siz bana danışman olur musunuz?" "Olurum," dedim.

Üsküdar Üniversitesi'nin rektörüymüş, biraz geç fark ettim onu, nereye danışman olduğumu da.

Sempatik bir adam geldi bana.

Neyse, "Olur, olurum," dedim.

Orada bir danışman olarak başladım.

Kısa bir süre sonra, tabii baktı ki burada iyi işler yapılabilir, beni bir bölümün başkanlığına, sonra rektör yardımcılığına getirdi. Türkiye'de ilk defa dört yıllık adli bilimler lisans eğitimi açabildim orada. Başka hiçbir üniversitede yok.

Yani bu kriminal laboratuvarlarda çalışacak olanları yetiştiren bir yer ve buna benzer çok enteresan işler yaptık

ve nihayet de, onu da tabii tanıyorsunuz,

sevgili İlber Hocamız.

Onunla da --

Bir gün kendisi bana telefon etti, dedi ki, "Gel senle program yapalım."

Soramadım bile ne programı yapacağız diye,

o kadar sevdiğim bir insan yani gördüğünüz zaman. "Yapalım hoca," dedim.

"Gel Zaman, Git Zaman" diyerekten,

bu sefer de NTV'de epey uzun süren bir program yaptık. O tarih anlattı, ben adli bilimleri.

Kralları nasıl öldürdüklerini anlattık,

bir taraftan aşkları anlattık vesaire.

Kadınların nasıl daha iyi birer katil olduğunu anlattık. Onlar biliyorsunuz ellerini kana bulamazlar. Hep başka birilerini bulurlar işlerini yaptırabilmek için. Efendim, sevgililer gününüz kutlu olsun.

Benden size bu kadar.

Çok teşekkür ederim.

(Alkış)

Learn languages from TV shows, movies, news, articles and more! Try LingQ for FREE

5 Saniyede 10 Cesur Adım | Sevil Atasoy | TEDxYouth@OkyanusKolejiHalkalı in seconds|||Sevil Atasoy||| 10 mutige Schritte in 5 Sekunden | Sevil Atasoy | TEDxYouth@OkyanusKolejiHalkalı 10 Brave Steps in 5 Seconds | Sevil Atasoy | TEDxYouth@OkyanusKolejiHalkalı 10 pas courageux en 5 secondes | Sevil Atasoy | TEDxYouth@OkyanusKolejiHalkalı 5秒で踏み出す10の勇気|セビル・アタソイ|TEDxYouth@OkyanusKolejiHalkalı 10 смелых шагов за 5 секунд | Севиль Атасой | TEDxYouth@OkyanusKolejiHalkalı

Transcriber: Esra Çakmak Gözden geçirme: Can Boysan Efendim merhaba.

Bundan çok seneler önce Ajda Pekkan'ın bir şarkısı vardı: ||||Ajda Pekkan|Pekkan's||| "Bir anda değişti her şey,

bir anda değişti dünyam,

bir anda değiştim ben"

diye devam eden,

çok az kimsenin anımsadığı bir şarkı. |||remembered by few||

Ne kadar bir an?

Göz açıp kapayıncaya kadar herhâlde, değil mi? ||until it|||| Ne kadar zamanda gözümüzü açıp kapatıyoruz derseniz eğer, |||our eyes|||| 0-3 ile 0-4 saniye sürüyor

bir göz açıp kapamak |||blink

ve bir dakika içerisinde de,

kaç defa gözümüzü açıp kapattığımızı biliyoruz. ||||we close| Aşağı yukarı, en az beş defa. down|||||

Tabii gözümüze bir şey kaçmadığı takdirde. |||||Fall ||||"does not escape"|in case Şimdi şöyle bir hesap yapmak mümkün, basit bir hesap, 60 yıllık bir zaman dilimi içerisinde annual|||period|

1 ile 1,5 milyar kez gözümüzü açıp kapatıyoruz. |billion|||| Bunların arasında, benim yaşamımda,

10 kez göz açıp kapatıncaya kadar geçen süre var, yani 10 an var. |||until closing||||||| Şimdi Ajda Pekkan'ın bu

"Bir anda değişti her şey, bir anda değişti dünyam," dediği mutlaka ilk bakışta aşktı. definitely||glance|was love

Bugün hepinizin sevgililer gününü de kutluyorum bu vesileyle. |||||||anlasslich dessen |||||celebrate||occasion Şimdi benimkisi ilk bakışta aşklarla ilgili değil, ||||with loves|| benimkisi sadece meslek yaşamımla ilgili, ||profession|my professional life|

kendi kariyerimle ilgili 10 an.

Bugün onları sizle paylaşmak istiyorum

ve bir anın ne kadar önemli olduğunu

ve bir insanın hayatını nasıl değiştirebildiğini görmek için |||||can change|| ilginç örneklerdir diye düşünüyorum. |are examples||

Şimdi ben lisede çok çalışkan bir öğrenciydim ||||hardworking|| ve her sınavda en son çıkan öğrenciydim.

Kağıdımı böyle çabuk vermezdim, My paper|||wouldn't give

nitekim aynı şekilde, üniversite giriş sınavında da indeed|||||| kağıdımı en son verdiğimi zannederek çıktım. Annem ve anneannem - burada gördüğünüz annem - ve onun annesi, bütün büyük sınavlarımda |||||my exams

dışarıda, kapının dışında beni beklerlerdi, pek heyecanlı insanlardı. ||||would wait|||were very excited Dolayısıyla o gün de

böyle üniversite giriş imtihanından çıktığımda |||exam| bir bahçeye çıkılıyordu. ||was going out

Şimdi bu 10 anın her birini aslında |||each||

o kadar ayrıntılı hatırlıyorum ki

bu size anlattığım mesela 1968'de,

yani bundan 50 yıl önceki bir an.

Bahçenin büyüklüğünden ışığa,

güneşin nereden geldiğine varıncaya kadar

bir sürü şey hatırlıyorum.

Bu 10 anla ilgili mekânın bırakın sadece nasıl bir yer olduğunu, |||Ort|||||| |||the place's|||||| ortamın kokusunu dahi hatırlıyorum.

Şimdi işte bu hayatımı değiştiren ilk anlardan bir tanesi, bir sayfayı çevirmeyi unuttuğum bir an. ||turning|||

Yani bir sayfa çevirmemişim.

Nedir çevirmediğim sayfa? |I haven't turned|

Şöyle, dışarı çıktığımda benden başka kimse yoktu. Bahçenin bir tarafında annem ve anneannem vardı, onlardan da başka kimse yok etrafta.

Bunun üzerine böyle bir kâbus gibi tuhaf bir durum. ||||Albtraum|||| ||||nightmare-like situation||strange|| Dediler ki, "Niçin çıktın?"

Dedim ki, "Bitti. Onun için çıktım."

Aradan böyle bir 10 dakika sonra ancak başka öğrenciler çıkmaya başladılar After||||||||| ve aralarında benim Alman Lisesi'nden de bazı tanıdıklarım vardı, yanıma geldiler. |||||||my acquaintances||| Birtakım şeyler söylüyorlar, diyorlar ki mesela, some||||| "O hücre zarıyla ilgili olan soruya ne cevap verdin?" ||der Membran|||||| |cell|cell membrane|||||| Ben diyorum ki, "Öyle bir soru yoktu ki!" Sonra başka biri geliyor, o da diyor ki,

yine öyle biyoloji ile ilgili bir şeyler soruyorlar. Ben o soruların hiçbirini görmemişim ||||I haven't seen

çünkü o bir anda o sayfayı çevirmemişim

ve altta olan o ince yazıyı, ||||thin|the writing

"Şimdi matematik bölümü bitti, sayfayı çevirin" |||||turn the page diyen satırı okumadığım için |line||

biyoloji sorularının hiçbirine cevap vermeden çıktım. Dolayısıyla tabii hiçbir üniversiteye de giremedim ve beni bir özel üniversiteye yazdırdılar, |||||enrolled me in

ülkemizin ilk özel üniversitesiydi, |||was the first university

Galatasaray'ın Kimya bölümü. |Kimya|

Zaten kimya okumamı kararlaştırmıştı aile. |||had decided| The family had already decided that I should study chemistry. Ben aslında mimar olmak istiyordum ||be an architect||

ama ailemiz öyle istediği için

çünkü annemin bir laboratuvarı vardı, |||her laboratory|

o laboratuvarın başına geçmem için biyokimya uzmanı olmam gerekiyordu. |||take over||biochemistry|expert|| Biyokimya uzmanı olabilmek için de ya tıp ya kimya okumak gerekiyordu. Biochemistry|||||||||| Daha kısa bir yol olduğu için kimyayı tercih ettiler ve ben de onların istediğini yaptım ve Kimya fakültesi dedik. Tabii devlet üniversitesine giremeyince ||to the university|couldn't get into

beni Galatasaray özel Kimyaya yazdırdılar. |||chemistry class|

Bir 6 ay kadar oraya devam ettim,

daha sonra bunlar yine geldi annem ile anneannem, dediler ki: "Senin naklini yaptırdık İstanbul Üniversitesi'ne. |deine Überweisung||| |surgery||| Hayırdır, dedim, ben buradan memnunum. what's the matter||||happy

Şişli'de oturuyoruz zaten, okul da yakın. in Şişli|||||

Gidip geliyorum.

Dediler ki, "Olmaz, devlet üniversitesine yedeklerden sıra sana geldi." |||||from the reserves||| Bunun üzerine Kimya fakültesine girdim, onu bitirdim. |||faculty of||| Sonra da Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Biyokimya ana bilim dalında - ||||||main||department o zamanlar adı kürsüydü - |||was a chair

Biyokimya uzmanlığı yapmaya başladık

ve maksat biyokimya uzmanı olup annemin laboratuvarında çalışmaktı. |Ziel|||||| |purpose|||||| Almanca bildiğim için beni bir nefroloji kongresinde |||||Nephrologie| |||||nephrology conference|at a congress tercüman olarak görevlendirdiler üniversitede translator||assigned as translator| ve bu nefroloji kongresi sırasında bir an,

şu resimde gördüğünüz kişiye,

herhangi bir şey içmek ister misiniz diye sordum. Bu bir Alman, döndü bana,

işte herhâlde kola ya da gazoz gibi bir şey söyledi. |||||soda|||| Ama ondan sonra da herhâlde canı çok sıkılıyormuş ki, |||||it||| "Ne yapıyorsun, ne ediyorsun?" diye sordu

ve "Almanya'da çalışmak ister misin?" dedi. Bir anda evet dedim.

Hâlbuki artık o tarihte evliydim but||||

ve küçük bir çocuğum da vardı.

Fakat öyle bir andı ki bu,

hayatımın değişebileceğini herhâlde hissettim, ne olduğunu bilemiyorum ve evet dedim.

İşte bu kişi, Profesör Tourav, ||||Professor Tourav

meğerse Almanya'da çok önemli bir bilim insanı, it turns out|||||| bir fizyolog, profesör |physiologist, professor|

ve DAAD denen bir burs sisteminin de yönetim kurulunda |DAAD scholarship system||||||board|on the board ve bana bir ay içerisinde bir Alman Akademisyenler Bursu çıkarttılar ve ben kendimi Almanya'da buldum.

Orada doktora çalışmama başlama fırsatını yakaladım. |||||I got Bu, hayatımın önemli bir anıydı ||||was a moment

ve de buradan yaklaşık 35-40 yıl öncesinden söz ediyoruz artık. Fakat ilginç olan bir başka an var.

O sırada Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde yine biyokimyada tabii ki ||||||biochemistry|| kariyerime devam ederken bir gün merdivenlerde, my career|||||on the stairs bahçenin merdivenlerinde, ben iki basamak aşağıda, ||||step| şurada gördüğünüz, toprağı bol olsun, Profesör Doktor Alaaddin Akçasu. ||the soil||||||Alaaddin Akçasu Çok önemli bir farmakoloji hocamız,

o da benden iki basamak yukarıda.

Boyu çok kısaydı, dolayısıyla biz aynı boydaydık o basamak farkına rağmen. Height||||||same height|||| Göz gözeydik böyle. |We were eye-to-eye.|

Bana dedi ki, "Ne işin var bu biyokimyada?" Nasıl, dedim, ne işim var?

Biyokimya dedi, çok para ister, memleketin parası yok. Tüp alacak paramız yok. tube|||

Hâlbuki senin bu bilginle, yani hem kimya hem biyokimya bilginle However|||your knowledge|||||| adli tıpta çok iş yapabilirsin. forensic|||| forensic|forensic medicine|||

Cebinden küçük bir şey çıkarttı; yeşil, böyle katı bir plaka. |||||||hard||plate Meğerse esrarmış, onun ne olduğunu daha sonra anladım tabii. |es war erstaunlich||||||| it turns out|a mystery||||||| Bak, dedi, bunun ne olduğunu Türkiye ayırt edemiyor. ||||||erkennen| ||||||distinguish| Şurada bir ince tabakaya kromatografisini yap. |||Schicht|Chromatographie| ||thin layer|thin layer chromatography|chromatography of| Peki dedim, aldım

ve o anda bana dedi ki,

"Adli tıpta çalışacaksın, biyokimyayı bırak!" |||biochemistry| Peki, dedim.

Alaaddin Akçasu'nın bu önerisini o tarihten bu tarihe yürütüyorum. |||suggest|||||implementing Hâlbuki adli tıp kurumunun başkanı babamdı, Profesör Doktor Şemsi Gök However|forensic|||||||Şemsi|Sky ve bir gün bile bana adli tıpla ilgili bir iş yapmam için ||||||forensics||||| herhangi bir öneride bulunmamıştı |||had not been made

çünkü benim kaderim biyokimya üzerine gidiyordu. ||my destiny||| Hiç ilgisiz, ailemizin çok dışında birisi,

Alaaddin Akçasu'nun sayesinde birdenbire babamla birlikte çalışmaya başladım. |Alaaddin Akçasu's||suddenly|||| Çok yol aldık, çok yeni şeyler yaptık.

Türkiye için büyük adımlar attık

ama ben kimya dairesinin başkanı olduğum bir noktada-- ||chemistry|of the department||I am|| ki 12 yıl orada başkanlığım var-- |||my presidency|

bir de baktım ki, usta çırak usulü insanlar bir şeyler yapıyorlar. |||||Lehrling||||| |||||apprentice|method|||| Türkiye'nin bütün uyuşturucusunu, bütün toksikolojik analizini, ||its narcotics||toxicological| yani zehirlenmeleri, her türlü gıdasının analizini orada yapıyoruz. ||||Lebensmittel||| |poisoning cases|||its food products||| Ama usta çırak usulü bir öğrenim biçimi var, |mouth|apprentice|method||education|way| bu da çağa hiç uymayan bir yaklaşım. ||Epoche|||| ||era|at all|that does not fit||approach

Nasıl o Alaaddin Akçasu'nun bana vermiş olduğu o yeşil plakanın, |||||||||the plate Türkiye o tarihte kına mı, esrar mı olduğunu ayırt edemiyor ise, |||henna||marijuana||||| benzer şekilde bir sürü şeyi de hiç yapamıyorduk, |||||||couldn't do sene 80'lerdi. |was the '80s

Almanya'da bir kongrede bir başka an.

Bu kongre bir üniversitenin bahçesinde kurulan büyük bir çadırda öğle yemekleri veriyor. ||at a tent|||

Bu yemek çadırının kuyruğundayız. ||your tent's|at the end

Önümde benim iki mislim büyüklüğünde, üç mislim genişliğinde bu kişi duruyor. |||Maß||||||| |||my size||||||| Bu kuyrukta arka arkayayız, devamlı homurdanıyor. |in line|||constantly|grumbling Hep bir şikayetçi ama ne olduğunu anlamak mümkün değil. Sonunda ben dayanamadım, ||couldn't stand

"Affedersiniz, yardımcı olabilir miyim?" dedim. Tabii Almanca bildiğim için, belki dedim ki yani bununla-- bu belli bir Almanca da bilmiyor,

zaten Amerikalı olduğu da ortaya çıktı.

Dedim ki, "Bir sıkıntınız varsa halledelim." ||a|your problem||Let's solve it Hep söyleniyor, diyor ki,

"Devamlı bu lahanalar, bu sosisler, bilmem ne, doğru dürüst bir yemek yok." ||cabbages||sausages||||proper||| Tabii belli çok iyi yemek yediği!

Ondan sonra dedim ki, "Bir şeyler buluruz belki size." Böyle bir sempati gösterdim ona. ||sympathy||

Neyse işte o yine de o sosise ve lahanaya razı geldi o öğlen. ||||||sausage||cabbage|||| Ama o kuyruktayken, ||But he was in line

birdenbire bana dedi ki: "Amerika'ya gelmek ister misin?" suddenly||||||| Evet, dedim.

Bir hayli büyümüş bir çocuğum var tabii ki o tarihte, |ziemlich|||||||| |quite a bit|||||||| bir de güzel bir işim var, çalışıyorum da.

Kim olduğunu bile bilmiyorum! Adam bana Amerika'ya gelir misin, diyor. Peki, diyorum ben

ve meğerse bu da, |it turns out||

Amerika'nın en büyük kriminal laboratuvarı olan |||forensic|| Los Angeles Şerif Kriminal Dairesi'nin başkanıymış. |Los Angeles||||was the head Dünya'nın en büyük laboratuvarını yöneten bir adam. |||his laboratory||| Aynı zamanda, çok önemli bir meslek derneğimizin de başkanı, |||||profession|our association's|| dergi editörleri, vesaire çıktı. magazine|magazine editors, etc.||

Bu adam benim için bir mektup yazdı.

Ben o mektupla "Humphrey Fellowship" denen ||with that letter|Humphrey Fellowship|Scholarship program| çok önemli bir Amerikan başkanlık bursunu, bir yıllık bir bursu alabildim. |||||scholarship|||||I received Bir yıl boyunca Amerika'nın bütün kriminal laboratuvarlarını dolaştım ||||||crime labs| habire onun adıyla. constantly||

Şimdi bu haftasonu yine onun adını kullanarak 12 kişi Üsküdar Üniversitesi'nden Amerika'ya bir kongreye gidiyoruz ve onu da ziyaret edeceğiz Los Angeles'ta.

Tabii şimdi emekli oldu ama hâlâ bu sektörün, yani adli bilimler sektörünün duayenlerinden bir tanesi Barry Fisher. ||||one of the pioneers|||Barry Fisher|Barry Fisher Barry Fisher, o da bir kimyacı.

O da bir göçmen ailenin çocuğu olarak |||Einwanderer||| |||immigrant|||

Amerika'da kendisine yer bulmuş birisi.

Bir anda söylenen bu Amerika teklifinin akabinde |||||proposal|after başka bir anda,

birçoğunuzun mutlaka resmini görünce tanıyacağı ||||will recognize Ertuğrul Özkök bana bir gece telefon etti. |Özkök|||||

İşte çalışıyordum, "Gazeteye yazar mısın?" dedi. Hayatımda bir gazete makalesi yazmamıştım. |||article|

Herhangi bir kitap da yazmamıştım,

yani böyle hayal üzerine bir şey.

Sadece bilimsel yayın yapıyorduk o tarihe kadar. |scientific|publication|||| Yazarım dedim, bir anda

ve 5 yıl boyunca Hürriyet gazetesinde

her pazar tam sayfa "Delil Avcısı" diye bir sayfada, ||||Beweis|Beweisjäger||| ||||Evidence Hunter|||| gerçek suç öyküleri yazdım. |crime||

Gene bir gece, çalışıyorum, bir telefon. Gene|||||

Ben Dışişleri Bakanlığı'ndan birisi. |Foreign Affairs|from the ministry|

Dedi ki, "Hocam, çok önemli bir görev var Birleşmiş Milletler'de. |||||||||United Nations Bu görev için bu akşam mutlaka bir aday bildirmesi lazım Türkiye'nin. |||||||Kandidat||| |||||||candidate|reporting|| Ama kimi bildireceğimizi bilemiyoruz. Bize yardım eder misiniz?" dedi. ||we will report|||||| Nedir, dedim, pozisyon, yani nereye aday bildirilecek, ||||||will be reported akşamın saat 10'unu geçmiş yani bu saatte!

Dedi ki, "Birleşmiş Milletler'in Uyuşturucu Kontrol Kurulu var. ||||drug||Board| 13 kişiden oluşan bir kurul.

Seçimle kazanılıyor oradaki üyelikler By election|||

ve ülkeler aday gösteriyorlar, biz de birini arıyoruz. |||||||are looking for Tepem attı fena hâlde. Lost it|exploded|badly|

O anda dedim ki, "Benden daha iyisi yok!" "Peki," dedi adam.

Bunun üzerine ben öz geçmişimi faksladım. |||my personal|my resume|faxed

İzleyen aylarda seçimlere girdim following|||

ve de o kurulun 13 üyesinden birisi oldum, |||the board|one of the members||

2005-2010 arası orada çalıştım.

Kurulun başkanı da oldum,

kurulun ikinci kadın başkanıyım. |||I am the president

Yani 100 yıllık tarihinde,

benden önce 50'li yıllarda bir Amerikalı kadın var. Ondan sonra ben oldum.

Tabii ki o kurulun ilk Türk başkanı da oldum. Böylece bir telefonla,

bir hayat birdenbire beni yurt dışında bir göreve, hem de beş yıllık bir göreve de götürdü.

Aynı görevi şu anda da, tekrar seçimleri kazandığım için yürütüyorum. |||||||||I am carrying out 2017-2022 arası da yine orada görev yapacağım. Aslı Öymen, CNN Türk'ün program müdürü, |Öymen|||| |Öymen|||| o da bir gün bana dedi ki, "Program yapar mısın?" Televizyon programı!

Hiç hayatımda böyle bir şeyi tabii ki bilmiyorum. Bir üniversite hocasıyız. ||we are professors

Evet, tabii, bütün hayatımız boyunca ders anlattık ama televizyon programı nasıl yapılır bilmiyoruz. Bir tartışma programı istedi benden, |discussion|||

dedi ki, "Adına "Suç ve Delil" diyelim, bir tartışma programı yap." ||For your|crime||evidence||||| Hiç düşünmeden evet dedim.

Yıllarca CNN Türk'te Suç ve Delil diye bir tartışma programı yaptım. Benzeri bir programı daha sonra,

"Acayip İşler" diyerek Habertürk'te yürüttüm. crazy|||on Habertürk|I ran Bu arada - biraz zor gözüküyor ama - bu Türkiye'nin yetiştirdiği |||||||Turkey's| en iyi yönetmenlerden bir tanesi, ||den besten Regisseuren|| ||one of the directors||

yönetmen ve yapımcılardan biri Abdullah Oğuz. ||producers|||Oğuz Abdullah Oğuz bana diyor ki yine böyle, ||to me||||

"Dizi yapar mısın?"

"Yaparım!" dedim ben de.

(Kahkahalar)

"Kanıt" yaptık, 100 bölüm yaptık. Proof|||

Kanıt'ı yazdık, içine çıktık, bir şeyler anlattık. the evidence|||||| O anlattıklarımız hâlâ dinleniyor, |what we told||

Kanıt bitti çoktan ||a long time ago

ama bir televizyon kanalı her gece iki bölümü gösteriyor. |||channel||||| Herhâlde 100. defa tekrar gösteriyor, seyretmeyen kalmadı. ||||hasn't watched| Anadolu'da dolaştığım zaman sesimden tanıyorlar, başka bir şeyden değil. |I travel||my voice|they recognize|||| Ama sesi duyunca "Kanıt" diyorlar. ||when they hear|evidence|

Evet diyorum, o benim.

Önemli olmamakla beraber şöyle küçük bir faydası var, ||||||benefit| taksi şoförleri para almamaya çalışıyor. |drivers|||

Yani herhâlde çok önemsiyorlar, ben zorla para veriyorum. |||care a lot|||| Şimdi bu da bir an ama bu da bir an, bu da enteresan bir an; çünkü "Acayip İşler" programını yaparken

ölü yıkama ile ilgili bir program yaptım.

Böyle ölülerle ilgili |with the dead|

ve bir gassal, bir imam, bir adli tıp hocası ||ein Bestatter|||||| ||mortuary washer||imam||forensic|| ve de resimde gördüğünüz Profesör Doktor Nevzat Tarhan. ||||||Nevzat Tarhan|Dr. Nevzat Tarhan Ölüm konuşuyoruz, sadece. Death||

İşte biri ölü yıkamayı anlatıyor, öbürü ölüleri nasıl kestiğini anlatıyor, diğeri nasıl dua ettiğini anlatıyor ||prays||

ve yani, böyle biraz tüyler ürpertici bir şey. ||||hairs|is creepy|| Zaten programın adı da "Acayip İşler."

Neyse program bitti, Nevzat Bey ile biz orada ilk defa karşılaştık. Daha önce tanımıyordum yani.

Kalkarken dedi ki, "Siz bana danışman olur musunuz?" |||||advisor|| "Olurum," dedim.

Üsküdar Üniversitesi'nin rektörüymüş, biraz geç fark ettim onu, ||is the rector||||| nereye danışman olduğumu da.

Sempatik bir adam geldi bana.

Neyse, "Olur, olurum," dedim.

Orada bir danışman olarak başladım.

Kısa bir süre sonra, tabii baktı ki burada iyi işler yapılabilir, beni bir bölümün başkanlığına, sonra rektör yardımcılığına getirdi. |||||vice-chancellor|vice rectorate| Türkiye'de ilk defa dört yıllık adli bilimler lisans eğitimi açabildim orada. |||||||Bachelor||| |||||||bachelor||I could open| Başka hiçbir üniversitede yok.

Yani bu kriminal laboratuvarlarda çalışacak olanları yetiştiren bir yer ve buna benzer çok enteresan işler yaptık

ve nihayet de, onu da tabii tanıyorsunuz, |finally|||||

sevgili İlber Hocamız. dear||

Onunla da --

Bir gün kendisi bana telefon etti, dedi ki, "Gel senle program yapalım."

Soramadım bile ne programı yapacağız diye,

o kadar sevdiğim bir insan yani gördüğünüz zaman. "Yapalım hoca," dedim. |teacher|

"Gel Zaman, Git Zaman" diyerekten, ||||by saying

bu sefer de NTV'de epey uzun süren bir program yaptık. O tarih anlattı, ben adli bilimleri.

Kralları nasıl öldürdüklerini anlattık,

bir taraftan aşkları anlattık vesaire. ||their love stories||and so on

Kadınların nasıl daha iyi birer katil olduğunu anlattık. |||||killers|| Onlar biliyorsunuz ellerini kana bulamazlar. Hep başka birilerini bulurlar işlerini yaptırabilmek için. |||||have it done| Efendim, sevgililer gününüz kutlu olsun. ||your day||

Benden size bu kadar.

Çok teşekkür ederim.

(Alkış)