×

We use cookies to help make LingQ better. By visiting the site, you agree to our cookie policy.

image

TEDx Turkey, 60 Saniyeden Fazlası | Nazlı Çelik | TEDxBahcesehirUniversity

60 Saniyeden Fazlası | Nazlı Çelik | TEDxBahcesehirUniversity

Çeviri: Orkun Nazim Kadioglu Gözden geçirme: Yunus ASIK

Hepinize merhaba!

Hayli içli, böyle dokunaklı ve biraz ürkek içine kapanık bir kız çocuğuydum aslında.

Annem, önümüzden geçen ambulansın ardından üç gün ağladığımı söyler durur.

Acaba içindeki hastaneye yetişti mi, kurtuldu mu diye.

İlkokulda notlarımın 1,25 – 1,50'nin üzerine geçtiğini pek hatırlamam ama

hani her yedi yılda bir insanın saçının, cildinin bile

kabuk değiştirdiği söylenir ya sanıyorum ben de tam 15 yaşımda

yatılı okul için dört yıllığına İsviçre'ye gittiğimde

kişiliğim, karakterim tam da bu zamanda kabuk değiştirdi.

Sonrasında üniversiteye gittim ama annemin eteğinden

ayrılmadığım gerçeği hiçbir zaman değişmedi bu arada.

Üniversiteye gittim, dört yıllık üniversiteyi

üç senede alelacele takdir teşekkürle bitirdim.

Sanki ilerisini görmüş gibi televizyon bölümünün

yanı sıra bir de psikoloji okudum, mezun oldum, döndüm.

Bu hiçbir zaman okul sıralarını çok sevdiğim anlamına gelmesin,

çünkü sonrasındaki iş hayatım benim her zaman gerçeğim ve

aslında hayat tarzım oldu.

Yine küçükken annem beni bir gün Taksim Meydanı'na götürmüş,

el ele yolda yürüyoruz birlikte yoldan geçen bir deli üzerime tükürmüş.

Annem tabii pimpirikli koşa koşa eve dönmüşüz,

beş gün boyunca beni çiteleye çiteleye yıkamış,

bu tabii ki benim 1999 yılında

-NTV'de muhabir olarak işe başladığım yıla dek-

Taksim Meydanı'nı son kez görüşüm oldu.

Sonra 1999 yılında, NTV'de staj dönemi başladı ilk önce.

Kapıdan içeriye girdim; hangi bölüme girmeliyim, ne yapmalıyım diye…

Baktım işte kültür sanat bölümü,

sanatlar, sanat dersleri, sergiler var, işte çokça konserler… Hiç bana göre değil.

Ekonomi bölümüne gittim, rakamlarla aram hiçbir zaman çok iyi olmadı.

TEFE, TÜFE, kahvaltılı basın toplantıları…

Orası da beni çok sarmadı. Spor bölümüne geçtim.

İşte maçlar, skorlar… Yok burası da değil dedim.

En son haber merkezine girdim, istihbarat bölümünde tam da kendimi buldum.

İçimdeki o; heyecan dolu, meraklı, araştırmacı, o soruşturmacı…

Adrenalin tutkusunu sanıyorum en çok da bu

NTV'de altı yıl boyunca sahada geçirdiğim yıllar çokça besledi.

Yine o dönem Bayrampaşa Cezaevi'nde, F tipi cezaevlerini protestolar var.

Bayrampaşa Cezaevi'nde de protestolar var.

Gece yarısı bir telefon çaldı, sanırsınız gizli göreve gidiyorum.

Parmak ucunda evden çıktığımı hatırlıyorum.

Çatışmalar, patlamalar…

En son iki gün sonra tekrar eve döndüm.

Kısacası kitaplarda okuduğumuz, filmlerde seyrettiğimiz

o hayatlara değmek dokunmak istedim.

Bu yüzden de hani mutfağın tam da ortasında olmanız lazım.

Muhabirlik de bu işin mutfağıdır.

O yüzden o yemeğin mutlaka biraz tuzunu ekmeniz lazım

ve hatta iki tas da kavurmanız lazım.

Çünkü yaşamadan anlatılmıyor, anlatılsa da gerçekçi olmuyor.

O yüzden bugün genel yayın yönetmeni olsam da muhabir olarak kalmam, hep bu yüzden.

Çatışmalar, sorgular hepsi bir yana dursun.

Sanıyorum duygusallık boyutumu en çok da kol mesafesinde

gördüğüm iki yüzün üzerinde cesette test ettim.

O dönem nişanlanıyorum.

Üzeyir Garih, bizim aile dostumuz nişana katıldı.

Bir hafta sonra ben de haber merkezinde oturuyorum,

polis telsizinden bir anons…

O dönem polis telsizi dinlerdik, kodları hâlâ ezbere bilirim.

[POLİS TELSİZİ] “Üzeyir Garih, Piyer Loti Mezarlığı'nda öldürüldü.”

Olabilir mi acaba dedim, gerçek olabilir mi?

Koşa koşa gittim olay yerine.

Baktım, gerçekten o. Kanlar içinde yatıyor.

Çok üzüldüm, saatlerce ağladığımı hatırlıyorum.

Bütün bu olayı takip ettim.

Katil yakalandı, duruşmalar başladı Fatih Adliyesi'nde.

Tek tek bütün o duruşmaların hepsine katıldım ve adam dedi ki:

“Ben aslında sadece yaralamıştım. Aşağıdan 'yardım, yardım' diye

bağırdığında tekrar yukarıya çıktım ve öldürdüm” dedi.

Acaba dedim mümkün olabilir mi, şüphecilik işte.

Gittim Piyer Loti Mezarlığı'na bir kum saati koydum aşağıya,

bütün o merdivenleri indim çıktım.

Acaba bu kadar kısa sürede öldürmüş olabilir mi diye.

Velhasıl bunun gibi çok olay yaşadım.

Kendi alanlarında lider olabilme potansiyeline sahip kişilerin seçildiği,

Amerikan Dışişleri Bakanlığı'nın bir programı vardı bir buçuk ay süren.

Ben de buna davetliydim.

Pentagon, Beyaz Saray gezilerinin de içerildiği bir program.

O dönem Margaret Thatcher, Süleyman Demirel…

Hepsi gençliklerinde katılmış.

O yılda programa davet edilen tek Türk'tüm. Nereden bilebilirdim ki yıllar sonra meslek hayatımda

sırf bu programa katıldım diye ajanlıkla suçlanacağımı…

On dokuz yılı aşkın meslek hayatımda çok şey oldum aslında.

Ergenekoncu oldum, yandaş oldum.

Kendi ülkemin şu bayrağını takıyorum diye -hani bilirsiniz Amerikalılar,

üzerlerine Amerikan bayrağından tişört, üzerine şort giyerler-

ben kendi ülkemin ay yıldızlı bayrağını taktım diye

bu ülkede ırkçı, faşist bile oldum.

Galiba kadın olunca hedef olmak da bir o kadar kolay oluyor ve

doğrudur Türkiye'de kadın olmak kolay değil.

Çünkü erkek egemen bir medyada mücadele ediyoruz, çalışıyoruz hepimiz.

Mesela 1 Mayıs hiç unutmam, İşçi Bayramı.

Biz de o zaman hep beraber bütün meslektaşlarla beraber çekime gittik.

O meşhur Perpa Köprüsü'nün üzerinde bir hatıra fotoğrafı çekiyoruz;

resme baktım 22 yaşındaki bir ben

ve bir kadın meslektaşım daha sadece iki kişiyiz.

Yine geçen hafta, sanıyorum önceki haftaydı.

Çankaya Köşkü'ne, başbakan televizyonların ve

gazetelerin genel yayın yönetmenlerini çağırdı.

Hep birlikte gittik, üşenmedim saydım.

Masada 43 kişi, sadece ikisi kadın, biri de ben.

Ne demek istediğimi aslında çok güzel ortaya koyan bir tablo bu.

Çünkü sanıyorum bu erkek egemen medyada o kadar çalıştık

çabaladık ki kadınlara pozitif ayrımcılığı hep

kendi haber merkezimde bilinçaltında uyguladım.

O yüzden bugün İstanbul Haber Müdürü'nden, Ankara Haber Müdürü'ne;

Yurt Haber Editörü'nden, Dış Haber Editörü'ne tamamını kadınlara teslim ettim.

Erkekler yerer gibi olmasın ama kadınların gözüne ve kalbine çok güveniyorum.

Yaptığımız iş de zaten kalp işi, aşkla yapıyoruz

biz yaptığımız işi, tutkuyla yapıyoruz.

Aksi hâlde zaten yaptığınız işten de hayır gelmiyor.

Mekanik değiliz tabii ki, elbette o büyülü ekranın camın etrafında

en fazla da biz hırpalanıyoruz ve insan çok travmatik olaylara

sahne olunca sanıyorum kırılma noktaları da bir o kadar fazla oluyor.

Benimkilerden biri Mehmet.

Mehmet 7 yaşında, annesiyle babası boşanmak üzereler,

velayet davası görülüyor.

Annesi Kur'an kursu hocası, babası İmam

ve babası bu kararın ardından farklı bir şehirde yaşamaya karar veriyor.

Biz de bu duruşmayı takip ediyoruz ve doğal olarak Mehmet'in de

yaşı küçük olduğundan velayetini annesine veriyor mahkeme.

Sonrasında annesiyle kalmaya başlıyor.

Çocuk tabii, altına kaçırıyor.

Annesi döve döve komalık ediyor Mehmet'i.

Buz gibi bir betonun üzerine koyuyor,

sabaha kadar orada bekletiyor.

Korkusundan hastaneye bile kaldırmıyor.

Sonra anneanne geliyor sabaha karşı, ne yaptın sen buna diyor.

İşte böyle böyle diyor, alıyorlar hastaneye gidiyorlar.

Bir hafta boyunca ölümle yaşam arasında mücadele ediyor,

hayatta kalmaya çalışıyor ama maalesef

yedi yaşında veda ediyor bu hayata Mehmet.

Sonrasında Mehmet'in babası, çokça etkileyen bir olaydır beni.

Çünkü aklımda hep şu görüntü kaldı:

O velayet davasında annesinin kucağında Mehmet, ağlıyor

“Baba beni anneme bırakma, beni çok dövüyor.” diye.

Annesi de cimcikliyor Mehmet'i, daha fazla bağırmasın diye.

O haykırışları bir ay boyunca gitmedi benim rüyalarımdan.

Sonrasında haber bitti, duruşma süreci oldu.

Ben de haber sonrasında bir yorum yaptım.

İsyanım, öz annesi tarafından öldürülüp üstelik

pişmanlık nedeniyle cezasının indirilmesineydi.

Bir yorum yaptım.

Neyse haberler bitti, telefon çaldı santralden arıyorlar.

Mehmet'in babası arıyor dediler, o anda kafam karıştı.

“Kim? Mehmet? Tabii bağlayın” dedim.

“Merhabalar ben Mehmet'in babasıyım.

Ben küçücük yaşında çok almaya uğraştım oğlumu.

Oğluma kavuşmaya çalıştım ama mahkeme izin vermedi” dedi.

“Ben bu hayatta tutamadım Mehmet'i ama siz

sözlerinizle bir nebze olsun benim içimi ferahlattınız. İyi ki varsınız!” dedi.

O günden beri her bayramda, her kandilde arar beni Mehmet'in babası.

Mehmet'in babasını hiç tanımıyorum ama

işte bir yerde bir hayata -Mehmet'in babasına- ve

belki de bu dünyadan göçüp giden o küçücük Mehmet'in hayatına değip dokundum.

Tıpkı o Mehmet gibi diğer Mehmetler de hep çok önemli oldu benim hayatımda.

Benim ailemde asker ya da polis yok ama

benim bu ülkenin askerine ve polisine olan sevgim malumunuz.

Evet vatanseverim, Atatürkçüyüm ve

en büyük şansımın da bu topraklarda doğup büyümek olduğunu düşünüyorum.

Ama buna karşılık bu ülkenin askerinin ve polisinin

her zaman çok yalnız olduğunu hissettim.

Yeteri kadar önemsenmediğini hissettim ve onların sesi olmaya karar verdim.

Belki onlar için önemlidir dedim ve özel bir günde onların yanında olayım,

Yılbaşı gecesini onlarla birlikte geçireyim dedim.

Nereye gideyim, nereye gideyim, baktım en uzak yer neresi:

Sınırda Dağlıca var.

Hani birçoğunuz belki bilmez bile, 2015 yılında 16 şehit verdiğimiz yer.

Belki haritada bile yerini zor bulursunuz ya da

çok çok haberlerde duymuş olabilirsiniz.

İki helikopter ve bir uçak… Atladım gittim yanlarına.

Onlarla birlikte geçireyim diye...

Yılbaşı gecesi gidemedim, güvenlik gerekçeleri

ve hava koşulları nedeni ile

iki hafta sonrasına gün verdiler ve tam 24 saat çekim iznim var, gittim.

Tank atışları, top atışları hepsini çektik.

2753 rakımlı Beybuta tepesine çıktık.

[HELİKOPTER SESİ]

Kuş uçmaz, kervan geçmez bir yer.

Hani burada görev yapabilmek için

gerçekten hayatta bir amacınız olması lazım.

Bir vatan sevdası olması lazım, bir bayrak sevgisi olması lazım.

Kocaman bir yüreğinizin olması lazım.

Çünkü bunun karşılığını parayla ödeyemezsiniz.

Burada insanlar canını ortaya koyuyorlar.

Gittim, işte mağara gibi bir yerde yatıp kalkıyorlar. Zaten hava koşulları o kadar kötü ki, -20 derece buz gibi soğuk

ve insan konuşmaya bile zorlanıyor.

2 metre kar…

Arada bir helikopter geliyor, tepeden kumanyayı atıyor,

askerler yiyebildiği kadar yiyor.

Böyle bir yerde yatıp kalkıyorlar. Sizin için, bizim için, hepimiz için…

Vatan için!

Sonrasında çekimler bitti, Dağlıca'ya çıktık.

1500 askerle birlikte bir gece geçiriyorum.

Çekimler bitti, oturduk sohbet ettik derken yatacağız.

Hoş, uyumak ne mümkün.

Odaya geldim.

Tık tık kapı çaldı, 20 yaşlarında gencecik bir astsubay:

“Nazlı Abla, bizimle beraber biraz oturur musun?

Biz seni çok bekledik buraya geleceksin diye.”

Oturmaz mıyım, tabii ki dedim.

Gittim yanlarına, onlar anlattı.

Kiminin terhisine şu kadar az kalmış, kimi gün sayıyor.

Onlar anlatırken benim de televizyona takıldı gözüm.

Çünkü bir müzik kanalı açık, müzik kanalının altında

hani âşıkların birbirine notları, mesajları geçer ya…

İşte her birinin bekleyeni var, sevdalıları var.

O da yine sizin gibi, benim gibi.

Çekimler bitti ve oradan ayrıldım. Bu arada buraya giderken…

Annem biraz pimpirikli, asla anneme nereye gittiğimi söylemiyorum.

“Ankara'ya gidiyorum. Olağanüstü kurultay var, kurultayda çekimler yapacağım” dedim.

Günlerden Pazar, artık 24 saati devirdik.

Van Filo'ya indik, son şeyler, birkaç saat sonra uçak kalkacak.

Oturduk, bekliyoruz.

Bu esnada annem görüntülü telefondan beni arıyor:

“Efendim” dedim.

“Ah küpelerimi yeni aldım, güzel mi?” dedi.

Kaş göz yapıyorum şimdi, anlamadı ama

sesli görüntülü olunca herkes bizi dinliyor.

“Ben sana bir yalan söyledim. Ankara'da değilim.” dedim.

“Neredesin?” dedi. “Dağlıca'dayım.” dedim.

“Orası neresi?” dedi.

İşte dedim böyle böyle Van, Hakkâri, Yüksekova… İndim, bitti, geliyorum.

“Öldüreceğim seni buraya gelince, yeter artık seninle mi uğraşacağım” falan… Arkadan, “Ama inanmıyorum kesin orada değilsindir.”

“Anne vallahi buradayım” dedim. “Yok, yok. Hiç inanmıyorum”

Dedim şöyle bir göstereyim.

Yedi tane komutan oturmuş, annem bir anda ayağa kalktı önünü ilikledi.

“Saygılar efendim, hepinize saygılar, kızım size emanet.”

(Gülüşmeler)

Diyor ki “Gel, görüşeceğiz.”

Sonrasında yine Yüksekova'ya gittim,

orada da yine bombalar patlıyor.

Sokağa çıkma yasağı var. Çatışmalar…

Bari dedim söyleyeyim de “Hayattayım” merak etmesin.

Birazdan çünkü haberler başlayacak,

görüntülerde anlayacak benim orada olduğumu.

Önden aradım, nasıl bağırıyor bana,

“Hiç lafımı dinlemiyorsun. Bıktım, yetti artık”

vesaire böyle bağırıyor bana.

Baktım çok bağırıyor, ben de telefonunu kapadım.

Bir hafta boyunca küstü konuşmadı benimle.

“Küstüm seninle” dedi, başka çare olmayınca.

Biz kanıksamayalım derken şehit haberlerini,

alışmayalım derken en büyük tehlike aslında onlarda.

Nusaybin'e gitmiştik ve Nusaybin'de sokağa çıkma yasağı var, çatışmalar sürüyor.

İşte biz çekimleri yapacağız, onlar operasyona çıkacaklar.

Hep beraber bir masada oturduk, yine konuşuyoruz:

Nasıl yapmalıyız, bölgede ne kadar gün kaldı,

ne kadarı temizlendi terör örgütünden bunları anlatıyorlar.

Çayımızı içtik.

Biz çekime gittik, onlar operasyona gitti.

Aradan birkaç saat geçti, tekrar geldik oturduk.

Ali'ye baktım, Ali yok yanımda.

“Ali nerede?” dedim.

“Ali şehit düştü.” dediler.

EYP (El yapımı patlayıcı) yüklü binada, iki saat önce. “Nasıl?” dedim. Ali şehit düştü.

Hani 60 saniyeyle giriyor belki hayatlarımıza,

şehit haberleriyle giriyor.

Ağlayan bir anne, eş, yetim kalan, cami avlusunda oynayan o çocuklar…

Sonrasında bitti diyoruz bizim için,

ama onlar için hayat hep yarım kalıyor.

Çünkü ateş düştüğü yeri yakıyor.

Onların hayatları artık hep yarım kalıyor.

Yine bir gün Dağlıca'dan dönüyoruz.

Askeri helikoptere bindik, arada bir, çok nadiren kalkıyor zaten helikopterler.

Bir grup var asker, onlar da izine çıkacaklar artık, çarşı izninlerine,

yüklenmişler balık istifi gibi hep birlikte dolmuşuz helikopterin içerisine.

Giderken yanımda o kobra helikopterlerinin pilotlarından ikisi oturuyor.

Dedi ki resmimizi çeker misiniz ama siz bir selfie (özçekim) yapın bizimle…

Tabii ki dedim, birlikte böyle resim çektik.

Aradan 22 gün geçti, Burak…

Şehit haberi geldi.

Acıları hep biriktirdik ve hep bir bedel ödüyor insan.

Ben de başta IŞİD, PKK olmak üzere onlarca davadan yargılandım.

Hâlâ yargılanıyorum.

Ölüm tehditleri, mecliste soruşturmalar, hakaretler, tehditler…

Mesela emniyet bir canlı bomba listesi dağıtmıştı,

birkaç kişinin canlı bomba olması nedeniyle.

Bunu haberleştirir misiniz dediler, biz de haberleştirdik.

İki gün sonra aşağıdan aradılar beni, güvenlikten.

“Tebligat geldi” dediler. Dedim herhâlde yine dava açıldı.

Gittim baktım, o haberini yaptığımız kızlardan biri

“Sen nasıl bana canlı bomba dersin

ben üniversite öğrencisiyim, yok öyle bir şey” dedi.

Ben tabii adliyeyelere gittim.

İfadeler veriyorum, gittim geldim.

Aradan bir vakit geçti, iki sene geçti.

İstanbul'da Vatan Emniyet Müdürlüğü önünde bir çatışma…

Bir polis şehit, iki tane de kız yatıyor yerde.

Üstlerinde bombalar bağlı, ellerinde kalaşnikof.

Ölmüş teröristler.

O kızlardan biriydi işte bana iki yıl önce dava açan.

Otomatik beraat ettim.

Getirisi mi daha fazla oldu, götürüsü mü?

Hiçbir zaman bilemedim ama fark yaratmak istedim ve

bu kurulu düzende uyuyanları biraz da olsun uyandırmak istedim aslında.

Ve ne yaptıysam aşkla, tutkuyla yaptım.

Davalar, soruşturmalar…

Hâliyle her anne gibi benim annem de

“Yeter artık yoruldun bırak şu işi. Dünyayı sen mi kurtaracaksın?” diyor.

Yok, dünyayı kurtarmaya benim gücüm yetmez ama

oturduğum koltukta belki biraz olsun

bir şeyleri değiştirmeye gücüm yeter diye düşündüm.

Ve ben herkes kendi kapısının önünü süpürürse farklı bir

Türkiye olacağına inandım her zaman.

Kızıma bırakacak koca koca binalarım, arazilerim yok belki

ama bir şeyleri değiştirmek adına çabalamış bir annesi olacak.

Yol bir yerde bitiyor, bitecek elbette hepimiz için.

Önemli olan kaç kişinin hayatına dokunduğumuz ve

kaç kişi için fark yaratabilmiş olacağımız olduğunu düşünüyorum.

Hepinize teşekkürler!

(Alkış)

Learn languages from TV shows, movies, news, articles and more! Try LingQ for FREE

60 Saniyeden Fazlası | Nazlı Çelik | TEDxBahcesehirUniversity секунд|||| than seconds|more|Nazlı|Çelik|TEDxBahcesehirUniversity секунд|більше|Назли|Челік|TEDxBahcesehirUniversity Mehr als 60 Sekunden | Nazlı Çelik | TEDxBahcesehirUniversity Plus de 60 secondes | Nazlı Çelik | TEDxBahcesehirUniversity Più di 60 secondi | Nazli Çelik | TEDxBahcesehirUniversity 60秒以上|ナズル・チェリク|TEDxBahcesehirUniversity More than 60 Seconds | Nazlı Çelik | TEDxBahcesehirUniversity Більше 60 секунд | Назли Челік | TEDxBahcesehirUniversity

Çeviri: Orkun Nazim Kadioglu Gözden geçirme: Yunus ASIK |||Кадоглу|||| Translation|Orkun|Nazim|Kadioglu|From|review|Yunus|ASIK Переклад|Оркун|Назім|Кадіоглу|Перегляд|перевірка|Юнус|АСИК Translation: Orkun Nazim Kadioglu Review: Yunus ASIK Переклад: Оркун Назим Кадіоглу Редагування: Юнус АСИК

Hepinize merhaba! Hello to all of you|hello Всім|привіт Hello everyone! Всім привіт!

Hayli içli, böyle dokunaklı ve biraz ürkek içine kapanık bir kız çocuğuydum aslında. quite|sensitive|so|touching|and|a little|timid|inwardly|withdrawn|a|girl|I was|actually досить|чутливий|така|зворушлива|і|трохи|сором'язливий|в|замкнутий|один|дівчинка|я була|насправді Eigentlich war ich ein sehr sensibles, berührendes und leicht schüchternes introvertiertes Mädchen. I was actually a very sensitive, touching, and somewhat shy, introverted little girl. Я насправді була дуже чутливою, такою зворушливою і трохи сором'язливою дівчинкою.

Annem, önümüzden geçen ambulansın ardından üç gün ağladığımı söyler durur. My mother|in front of us|passing|ambulance|after|three|days|I cried|says|keeps Моя мама|з-під нас|що проїжджає|швидкої допомоги|після|три|дні|що я плакав|говорить|продовжує Meine Mutter erzählt mir, dass ich drei Tage lang geweint habe, nachdem der Krankenwagen an uns vorbeigefahren war. My mother keeps saying that I cried for three days after the ambulance passed by us. Моя мама постійно говорить, що я плакала три дні після того, як проїхала повз швидку.

Acaba içindeki hastaneye yetişti mi, kurtuldu mu diye. I wonder|inside it|to the hospital|he/she/it arrived|question particle|he/she/it survived|question particle|in order to Чи|в ньому|до лікарні|встиг|частка питання|вижив|частка питання|щоб I wonder if they made it to the hospital inside, if they survived. Цікаво, чи встигла вона до лікарні, чи врятувалася.

İlkokulda notlarımın 1,25 – 1,50'nin üzerine geçtiğini pek hatırlamam ama |my grades|150's|above|I passed|not|I remember|but |моїх оцінок|150|вище|перевищували|дуже|не пам'ятаю|але Ich erinnere mich nicht sehr daran, dass meine Noten in der Grundschule 1,25 - 1,50 überschritten haben, aber I don't really remember my grades in elementary school going above 1.25 - 1.50 but Не пам'ятаю, щоб у початковій школі мої оцінки перевищували 1,25 – 1,50, але

hani her yedi yılda bir insanın saçının, cildinin bile you know|every|seven|years|once|person's|hair|skin|even де|кожні|сім|років|один|людини|волосся|шкіри|навіть you know how it's said that a person's hair and skin change every seven years, кажуть, що кожні сім років навіть волосся та шкіра людини

kabuk değiştirdiği söylenir ya sanıyorum ben de tam 15 yaşımda shell|that he/she/it changed|is said|you know|I think|I|also|exactly|at the age of 15 оболонка|що змінила|говорять|так|я думаю|я|теж|точно|у 15 років I think when I was exactly 15 years old, змінюються, тож, здається, я також у 15 років

yatılı okul için dört yıllığına İsviçre'ye gittiğimde интернат|||||в Швейцарию| boarding|school|for|four|years||when I went інтернатний|школа|для|чотири|на чотири роки||коли я поїхав when I went to Switzerland for four years for boarding school. поїхала до Швейцарії на чотири роки в інтернат.

kişiliğim, karakterim tam da bu zamanda kabuk değiştirdi. моя личность||||||| my personality|my character|exactly|also|this|time|shell| моя особистість|мій характер|точно|також|цей|час|оболонка| My personality, my character changed completely at this time. Моя особистість, мій характер саме в цей час змінився.

Sonrasında üniversiteye gittim ama annemin eteğinden Afterwards|to university|I went|but|my mother's|from the hem of Після цього|до університету|я пішов|але|моєї матері|за спідницею After that, I went to university, but the fact that I never left my mother's side Потім я пішов до університету, але той факт, що я ніколи не відходив від спідниці матері,

ayrılmadığım gerçeği hiçbir zaman değişmedi bu arada. that I didn't leave|truth|no|time|changed|this|in between не залишав|істину|жоден|час|не змінилася|це|між іншим never changed in the meantime. ніколи не змінився між іншим.

Üniversiteye gittim, dört yıllık üniversiteyi to university|I went|four|year|university В університет|я пішов|чотири|річний|університет I went to university, and I finished the four-year university Я пішов до університету, чотирирічний університет

üç senede alelacele takdir teşekkürle bitirdim. three|in years|hastily|appreciation|with thanks|I finished три|за три роки|поспіхом|атестат|з подякою|закінчив in three years with honors. я закінчив за три роки з відзнакою.

Sanki ilerisini görmüş gibi televizyon bölümünün |будущего|||| As if|future|had seen|like|television|department Наче|його майбутнє|бачив|як|телевізійний|відділ As if I had seen the future, in addition to the television department, Наче я бачив, що буде далі, телевізійний відділ

yanı sıra bir de psikoloji okudum, mezun oldum, döndüm. in addition|to|one|also|psychology|I studied|graduate|I became|I returned крім|черги|один|також|психологія|я вчив|випускник|я став|я повернувся I also studied psychology, graduated, and returned. поряд з цим я також вивчав психологію, закінчив, повернувся.

Bu hiçbir zaman okul sıralarını çok sevdiğim anlamına gelmesin, This|ever|time|school|desks|very|I loved|means|should not come Це|жоден|час|школа|парти|дуже|любив|означає|нехай не прийде This should not mean that I loved school very much, Це ніколи не означало, що я дуже любив шкільні лави,

çünkü sonrasındaki iş hayatım benim her zaman gerçeğim ve because|subsequent|work|my life|my|every|always|reality|and тому що|після|робота|моє життя|моє|завжди|час|реальність|і because my subsequent work life has always been my reality and тому що наступне робоче життя завжди було моєю реальністю і

aslında hayat tarzım oldu. actually|life|my lifestyle|became насправді|життя|мій стиль|став actually became my lifestyle. насправді стало моїм стилем життя.

Yine küçükken annem beni bir gün Taksim Meydanı'na götürmüş, Again|when I was little|my mother|me|one|day|Taksim|to the Square|had taken Знову|в дитинстві|моя мама|мене|один|день|Таксім|на площу|відвела When I was little, my mother took me to Taksim Square one day, Коли я був маленьким, мама одного дня повела мене на площу Таксім,

el ele yolda yürüyoruz birlikte yoldan geçen bir deli üzerime tükürmüş. ||||||||||плюнул hand|together|on the road|we walk|together|from the road|passing|a|crazy person|at me|spat рука|за руку|по дорозі|ми йдемо|разом|з дороги|що проходив|один|божевільний|на мене|плюнув Wir gehen Hand in Hand auf der Straße zusammen, ein Verrückter, der vorbeikommt, hat mich angespuckt. we were walking hand in hand when a crazy person passing by spat on me. ми йшли вулицею за руку, і якийсь божевільний плюнув на мене.

Annem tabii pimpirikli koşa koşa eve dönmüşüz, ||||||вернулись домой My mom|of course|anxious|||home|we returned Моя мама|звичайно|тривожна|бігучи||додому|ми повернулися Of course, my mother, being anxious, rushed us home, Мама, звичайно, була дуже стурбована, і ми швидко повернулися додому,

beş gün boyunca beni çiteleye çiteleye yıkamış, ||||мучил|постоянно| five|days|for|me|scrubbing|scrubbing|had washed п'ять|днів|протягом|мене|терзав|терзав|мив seit fünf tagen hat er mich eingezäunt gewaschen and for five days, she scrubbed me clean, протягом п'яти днів вона мила мене, намагаючись очистити,

bu tabii ki benim 1999 yılında this|of course|particle indicating certainty|my|in the year це|звичайно|частка|мій|році this, of course, was in 1999. це, звичайно, сталося в 1999 році.

-NTV'de muhabir olarak işe başladığım yıla dek- at NTV|reporter|as|to work|I started|in the year|until на NTV|репортер|як|на роботу|я почав|року|до -Until the year I started working as a reporter at NTV- -До року, коли я почав працювати журналістом на NTV-

Taksim Meydanı'nı son kez görüşüm oldu. Taksim|Square|last|time|meeting|was Таксім|площу|останній|раз|зустріч|відбулася I saw Taksim Square for the last time. Я востаннє побачив площу Таксім.

Sonra 1999 yılında, NTV'de staj dönemi başladı ilk önce. Then|in the year|at NTV|internship|period|started|first|before Потім|році|на NTV|стажування|період|почався|спочатку|спочатку Then in 1999, the internship period at NTV began first. Потім, у 1999 році, спочатку розпочався мій стаж на NTV.

Kapıdan içeriye girdim; hangi bölüme girmeliyim, ne yapmalıyım diye… From the door|inside|I entered|which|department|should I enter|what|should I do|thinking з дверей|всередину|я увійшов|який|відділ|мені слід увійти|що|мені слід зробити|думаю I walked in the door; wondering which department I should enter, what I should do… Я зайшов у двері; в який відділ мені слід увійти, що мені робити...

Baktım işte kültür sanat bölümü, I looked|there it is|culture|art|department Я подивився|ось|культура|мистецтво|відділ I looked, there is the culture and arts department, Я подивився, ось відділ культури та мистецтв,

sanatlar, sanat dersleri, sergiler var, işte çokça konserler… Hiç bana göre değil. |||выставки|||||||| arts|art|classes|exhibitions|there are|well|many|concerts|never|to me|according to|not мистецтва|мистецтво|уроки|виставки|є|ось|багато|концерти|ніколи|мені|підходять|не There are arts, art classes, exhibitions, and many concerts... It's just not for me. мистецтва, уроки мистецтв, виставки, багато концертів... Це зовсім не для мене.

Ekonomi bölümüne gittim, rakamlarla aram hiçbir zaman çok iyi olmadı. Economics|department|I went|with numbers|my relationship|never|time|very|good|was Економіка|до відділу|я пішов|з цифрами|мої стосунки|жоден|час|дуже|хороший|не були I went to the Economics department, I've never been very good with numbers. Я пішов на економічний факультет, з цифрами у мене ніколи не було особливих успіхів.

TEFE, TÜFE, kahvaltılı basın toplantıları… Wholesale Price Index|Consumer Price Index|with breakfast|press|conferences ТЕФЕ|ТЮФЕ|з сніданком|преса|зустрічі WPI, CPI, Pressekonferenzen mit Frühstück ... TEFE, TÜFE, breakfast press conferences... ТЕФЕ, ТУФЕ, прес-конференції з сніданком...

Orası da beni çok sarmadı. Spor bölümüne geçtim. ||||не заинтересовало||| That place|also|me|very|didn't engage|Sports|department|I switched Те місце|також|мене|дуже|зацікавило|Спорт|до відділу|я перейшов That didn't interest me much either. I switched to the Sports department. Це також мене не зацікавило. Я перейшов на спортивний факультет.

İşte maçlar, skorlar… Yok burası da değil dedim. |matches|scores|No|this place|either|not|I said |матчі|рахунки|Ні|це місце|також|не|я сказав There are matches, scores... No, this isn't it either, I said. Ось матчі, рахунки... Ні, це також не те, що мені потрібно.

En son haber merkezine girdim, istihbarat bölümünde tam da kendimi buldum. The|last|news|to the center|I entered|intelligence|in the department|exactly|also|myself|I found Останній|новина|новина|в центр|я увійшов|розвідка|у відділі|точно|також|себе|я знайшов I entered the news center for the last time, and I found myself exactly in the intelligence department. Я останній раз зайшов до новинного центру, і саме в розвідувальному відділі я знайшов себе.

İçimdeki o; heyecan dolu, meraklı, araştırmacı, o soruşturmacı… |he|excitement|full|curious|investigative|he|inquisitive |той|хвилювання|сповнений|допитливий|дослідник|той|слідчий That part of me; excited, curious, investigative, that inquisitive one… У мені живе той; сповнений хвилювання, допитливий, дослідницький, той слідчий…

Adrenalin tutkusunu sanıyorum en çok da bu Adrenaline|passion|I think|the most|much|also|this Адреналін|пристрасть|я думаю|найбільше|дуже|також|це I think the passion for adrenaline is most fueled by this. Я думаю, що пристрасть до адреналіну найбільше проявляється саме в цьому.

NTV'de altı yıl boyunca sahada geçirdiğim yıllar çokça besledi. at NTV|six|years|for|in the field|my spent|years|greatly|nourished на NTV|шість|років|протягом|на полі|проведених|роки|дуже|збагачували The years I spent in the field at NTV for six years greatly nourished this. Роки, проведені на полі в NTV протягом шести років, дуже мене надихнули.

Yine o dönem Bayrampaşa Cezaevi'nde, F tipi cezaevlerini protestolar var. Again|that|period|Bayrampaşa|in the Prison|F|type|prisons|protests|exist Знову|той|період|Байрампаша|в тюрмі|F|тип|тюрми|протести|є Again, during that period, there were protests at Bayrampaşa Prison, against F-type prisons. Знову ж таки, в той період були протести у в'язниці Байрампаша, у в'язницях типу F.

Bayrampaşa Cezaevi'nde de protestolar var. Bayrampaşa|in the prison|also|protests|there are Байрампаша|в тюрмі|також|протести|є There are protests at Bayrampaşa Prison. У в'язниці Байрампаша також проходять протести.

Gece yarısı bir telefon çaldı, sanırsınız gizli göreve gidiyorum. |||||вы бы подумали||| Night|midnight|one|phone|rang|you would think|secret|mission|I am going Ніч|опівночі|один|телефон|задзвонив|ви думаєте|секретній|місії|я йду A phone rang at midnight, you would think I'm going on a secret mission. Опівночі задзвонив телефон, здається, я йду на секретну місію.

Parmak ucunda evden çıktığımı hatırlıyorum. Toe|on|from home|I left|I remember Палець|на кінчику|з дому|що я вийшов|я пам'ятаю I remember leaving the house on tiptoe. Пам'ятаю, як я вийшов з дому на пальцях.

Çatışmalar, patlamalar… Conflicts|explosions Конфлікти|вибухи Clashes, explosions… Сутички, вибухи…

En son iki gün sonra tekrar eve döndüm. The|last|two|days|later|again|home|I returned В|останній|два|дні|через|знову|додому|я повернувся I returned home again two days later. Востаннє я повернувся додому через два дні.

Kısacası kitaplarda okuduğumuz, filmlerde seyrettiğimiz In short|in books|we read|in movies|we watched коротко кажучи|в книгах|те що ми читаємо|в фільмах|те що ми дивимося In short, I wanted to touch upon the lives we read about in books and watch in movies. Коротко кажучи, те, що ми читаємо в книгах, те, що ми бачимо у фільмах

o hayatlara değmek dokunmak istedim. those|lives|to touch|to reach|I wanted те|життям|торкнутися|доторкнутися|хотів That's why you need to be right in the middle of the kitchen. я хотів доторкнутися до тих життів.

Bu yüzden de hani mutfağın tam da ortasında olmanız lazım. This|reason|too|you know|kitchen|right|also|in the middle|you should be|necessary Це|причина|також|ну|кухні|точно|також|в центрі|вам бути|потрібно Journalism is the kitchen of this work. Ось чому вам потрібно бути прямо в центрі кухні.

Muhabirlik de bu işin mutfağıdır. журналистика||||кухня этой работы Journalism|too|this|job's|is the kitchen Журналістика|також|ця|роботи|кухня That's why you definitely need to add a little salt to that dish. Журналістика - це кухня цієї справи.

O yüzden o yemeğin mutlaka biraz tuzunu ekmeniz lazım |||||||добавить| That|is why|that|meal|definitely|a little|its salt|you should add|necessary Це|причина|той|їжі|обов'язково|трохи|солі|додати|потрібно That's why you need to add some salt to that dish. Тому вам обов'язково потрібно додати трохи солі до цієї страви.

ve hatta iki tas da kavurmanız lazım. and|even|two|bowl|also|you need to fry|necessary і|навіть|два|тарілки|також|смаження|потрібно and you even need to have two bowls of your stew. і навіть два горщики м'яса потрібно приготувати.

Çünkü yaşamadan anlatılmıyor, anlatılsa da gerçekçi olmuyor. Because|without living|it is not explained|if it were explained|also|realistic|it is not Тому що|без життя|не може бути пояснено|якщо буде пояснено|то|реалістичним|не є Because it can't be explained without experiencing it, and even if it is explained, it doesn't feel realistic. Бо без досвіду не розкажеш, навіть якщо розкажеш, це не буде реалістично.

O yüzden bugün genel yayın yönetmeni olsam da that|reason|today|general|publication|editor|I were|also Це|причина|сьогодні|загальний|публікація|редактор|я був би|теж That's why even if I were the editor-in-chief today, Тому, навіть якщо сьогодні я був би головним редактором, muhabir olarak kalmam, hep bu yüzden. reporter|as|my staying|always|this|reason журналіст|як|залишення|завжди|це|причина I wouldn't remain as a reporter, that's always the reason. я б не залишався журналістом, завжди з цієї причини.

Çatışmalar, sorgular hepsi bir yana dursun. Conflicts|inquiries|all|one|aside|may remain Конфлікти|запитання|все|один|вбік|зупиниться Forget about conflicts and inquiries. Конфлікти, допити - все це окремо.

Sanıyorum duygusallık boyutumu en çok da kol mesafesinde I think|emotionality|my dimension|most|very|also|arm|at a distance Я думаю|емоційність|мій вимір|найбільше|дуже|також|рука|на відстані I think I tested my emotional dimension the most on the bodies of over two faces at arm's length. Я думаю, що мою емоційність я найбільше бачу на відстані витягнутої руки.

gördüğüm iki yüzün üzerinde cesette test ettim. I saw|two|hundred|on|corpses|tested|I побачених|два|облич|на|тілі|тест|я провів I got engaged during that period. Я протестував на більш ніж двох десятках тіл.

O dönem nişanlanıyorum. I|period|am getting engaged Я|період|заручаюсь Üzeyir Garih, our family friend, attended the engagement. У той час я заручений.

Üzeyir Garih, bizim aile dostumuz nişana katıldı. Üzeyir Garih|||||| Üzeyir|Garih|our|family|friend|engagement|attended Узейір|Гариф|наш|сімейний|друг|заручини|взяв участь A week later, I am sitting in the news center, Узейр Гариф, наш сімейний друг, взяв участь у заручинах.

Bir hafta sonra ben de haber merkezinde oturuyorum, A|week|later|I|also|news|in the center|will be sitting Один|тиждень|через|я|також|новини|в центрі|сидітиму A week later I'm sitting in the newsroom too, Через тиждень я також сиджу в новинному центрі,

polis telsizinden bir anons… police|from the radio|a|announcement поліція|з рації|одне|оголошення an announcement from the police radio… анонс з поліцейського радіо…

O dönem polis telsizi dinlerdik, kodları hâlâ ezbere bilirim. |||police radio||||| That|period|police|radio|we used to listen|codes|still|by heart|I know Тоді|період|поліція|радіо|слухали|коди|досі|напам'ять|знаю At that time, we used to listen to the police radio, I can still recite the codes by heart. У той час ми слухали поліцейське радіо, коди я досі знаю напам'ять.

[POLİS TELSİZİ] “Üzeyir Garih, Piyer Loti Mezarlığı'nda öldürüldü.” ||Üzeyir|Garih|Pierre|Loti|in the cemetery|was killed ||Узейір|Гариф|П'єр|Лоті|на кладовищі|був убитий [POLICE RADIO] "Üzeyir Garih was killed in Pierre Loti Cemetery." [ПОЛІЦЕЙСЬКЕ РАДІО] “Узейір Гариф був убитий на кладовищі П'єра Лоті.”

Olabilir mi acaba dedim, gerçek olabilir mi? Could it be|question particle|I wonder|I said|real|could be|question particle може|частка питання|цікаво|я сказав|реальність|може бути|частка питання Could it be, I wondered, could it be real? Чи може це бути правдою, подумав я, чи може це бути насправді?

Koşa koşa gittim olay yerine. Running|running|I went|incident|to the place бігом|бігом|я пішов|подія|на місце I ran to the scene. Я побіг на місце події.

Baktım, gerçekten o. Kanlar içinde yatıyor. I looked|really|him|blood|in|lies Я подивився|насправді|він|Кров|в|лежить I looked, it really is him. He is lying in a pool of blood. Я подивився, це справді він. Він лежить у крові.

Çok üzüldüm, saatlerce ağladığımı hatırlıyorum. very|I was sad|for hours|that I cried|I remember Дуже|засмутився|годинами|що я плакав|я пам'ятаю I was very sad, I remember crying for hours. Мені було дуже сумно, я пам'ятаю, як плакав годинами.

Bütün bu olayı takip ettim. All|this|event|followed|I Всі|цей|подію|слідкував|я I followed the whole incident. Я стежив за всіма цими подіями.

Katil yakalandı, duruşmalar başladı Fatih Adliyesi'nde. The killer|was caught|trials|began|Fatih|in the courthouse Вбивця|був спійманий|судові засідання|почалися|Фатіх|в суді The killer was caught, the trials began at the Fatih Courthouse. Вбивцю затримали, розпочалися судові засідання в суді Фатіха.

Tek tek bütün o duruşmaların hepsine katıldım ve adam dedi ki: One|each|all|that|hearings|to all|I attended|and|the man|said|that Один|поодинці|всі|той|судових засідань|до всіх|я взяв участь|і|чоловік|сказав|що I attended all of those trials one by one and the man said: Я брав участь у всіх цих засіданнях по одному, і чоловік сказав:

“Ben aslında sadece yaralamıştım. Aşağıdan 'yardım, yardım' diye |||я ранил|||| I|actually|only|had injured|From below|help|help|saying Я|насправді|тільки|поранив|Знизу|допомога|допомога|кричачи "I actually just injured him. When he shouted 'help, help' from below, «Я насправді лише поранив. Коли знизу закричали 'допомога, допомога',

bağırdığında tekrar yukarıya çıktım ve öldürdüm” dedi. when he shouted|again|upstairs|I went out|and|I killed|he said коли він закричав|знову|нагору|я вийшов|і|я вбив|сказав I went back up and killed him," he said. я знову піднявся і вбив», - сказав він.

Acaba dedim mümkün olabilir mi, şüphecilik işte. I wonder|I said|possible|could be|question particle|skepticism|that's it Чи|я сказав|можливим|може бути|частка питання|скептицизм|ось I wondered if it could be possible, that's skepticism. Чи може це бути можливим, подумав я, це ж скептицизм.

Gittim Piyer Loti Mezarlığı'na bir kum saati koydum aşağıya, I went|Pierre|Loti|to the cemetery|a|sand|hourglass|I placed|down Я пішов|Пієр|Лоті|на кладовище|один|пісок|годинник|я поклав|вниз I went to Pierre Loti Cemetery and placed an hourglass down, Я пішов на кладовище П'єра Лоті, поставив туди пісочний годинник,

bütün o merdivenleri indim çıktım. all|that|stairs|I went down| всі|ті|сходи|я спустився|я піднявся I went down and up all those stairs. і спустився і піднявся всіма тими сходами.

Acaba bu kadar kısa sürede öldürmüş olabilir mi diye. I wonder|this|so much|short|in time|could have killed|could be|question particle|saying Чи не|це|так|короткий|в часі|вбив|міг|частка запитання|щоб I wonder if it could have been killed in such a short time. Чи міг він вбити за такий короткий час?

Velhasıl bunun gibi çok olay yaşadım. in short|this|like|many|events|I experienced зрештою|цього|подібних|багато|подій|я пережив In short, I have experienced many events like this. Врешті-решт, я пережив багато подібних випадків.

Kendi alanlarında lider olabilme potansiyeline sahip kişilerin seçildiği, Their own|in their fields|leader|to be|potential|having|people|are selected Власні|у своїх сферах|лідер|здатності бути|потенціалом|володіючі|людьми|які обираються People who have the potential to be leaders in their fields were selected, Обиралися люди, які мали потенціал стати лідерами у своїх сферах,

Amerikan Dışişleri Bakanlığı'nın bir programı vardı bir buçuk ay süren. American|State|Department's|a|program|existed|a|half|month|lasting Американ|Державний|Міністерства|один|програма|була|один|півтора|місяць|тривала There was a program by the U.S. Department of State that lasted for a month and a half. У Державному департаменті США була програма, що тривала півтора місяця.

Ben de buna davetliydim. I|also|to this|was invited Я|також|на це|був запрошений I was also invited to this. Я також був запрошений на це.

Pentagon, Beyaz Saray gezilerinin de içerildiği bir program. Pentagon|White|House|of the trips|also|included|a|program Пентагон|Білий|палац|поїздок|також|що включає|один|програма Pentagon, a program that also includes visits to the White House. Пентагон, програма, що включає візити до Білого дому.

O dönem Margaret Thatcher, Süleyman Demirel… ||Маргарет Тэтчер||| That|period|Margaret|Thatcher|Süleyman|Demirel Той|період|Маргарет|Тетчер|Сюлейман|Демірель At that time, Margaret Thatcher, Süleyman Demirel… В той час Маргарет Тетчер, Сюлейман Демірель…

Hepsi gençliklerinde katılmış. |в своей молодости| They all|in their youth|participated Всі|у своїй молодості|брали участь They all participated in their youth. Всі вони брали участь у молодості.

O yılda programa davet edilen tek Türk'tüm. That|year|to the program|invited|was|only|I was Turk Той|році|на програму|запрошений|який|єдиний|я був турком I was the only Turk invited to the program that year. Я був єдиним турком, запрошеним на програму в тому році. Nereden bilebilirdim ki yıllar sonra meslek hayatımda from where|I could have known|that|years|later|profession|in my life звідки|міг би знати|що|роки|через|професійній|житті How could I have known that years later in my professional life Звідки я міг знати, що через роки в моєму професійному житті

sırf bu programa katıldım diye ajanlıkla suçlanacağımı… just|this|program|I participated|that|with espionage|I would be accused тільки|цей|програмі|я взяв участь|через те що|шпигунством|мене звинуватять I will be accused of being a spy just because I participated in this program... я буду звинувачений у шпигунстві лише за те, що взяв участь у цій програмі...

On dokuz yılı aşkın meslek hayatımda çok şey oldum aslında. In|nine|years|over|professional|in my life|many|things|I became|actually Дев'ятнадцять|дев'ять|років|понад|професійної|життя|дуже|речей|я став|насправді In my career of over nineteen years, I have actually been many things. Протягом більше дев'ятнадцяти років своєї професійної кар'єри я насправді став багатьом.

Ergenekoncu oldum, yandaş oldum. supporter of Ergenekon|I became|ally|I became Ергенеконцю|став|прихильником|став I became an Ergenekon supporter, I became an ally. Я став ергенеконцем, я став прихильником.

Kendi ülkemin şu bayrağını takıyorum diye -hani bilirsiniz Amerikalılar, my own|country's|that|flag|I wear|saying|you know|you know|Americans Моя|країни|цей|прапор|я ношу|тому що|ну|ви знаєте|американці Just because I wear the flag of my own country - you know how Americans, Я ношу цей прапор своєї країни - ви ж знаєте, американці,

üzerlerine Amerikan bayrağından tişört, üzerine şort giyerler- they wear on themselves|American|from the flag|t-shirt|on top of|shorts|they wear на них|американського|з прапора|футболка|на|шорти|одягають they wear a t-shirt with the American flag on it, and shorts on top- одягають футболки з американським прапором, а зверху шорти -

ben kendi ülkemin ay yıldızlı bayrağını taktım diye I|my|country's|moon|starry|flag|wore|because я|свого|країни|місяць|з зірками|прапор|прикріпив|тому що I became a racist, fascist just because I wore the star and crescent flag of my own country. я повісила прапор своєї країни з зіркою та півмісяцем

bu ülkede ırkçı, faşist bile oldum. this|in the country|racist|fascist|even|I became це|в країні|расист|фашист|навіть|я став It seems that being a woman makes it just as easy to become a target, and і в цій країні я стала расисткою, фашисткою.

Galiba kadın olunca hedef olmak da bir o kadar kolay oluyor ve Apparently|woman|when|target|to be|also|one|that|much|easy|becomes|and Напевно|жінка|ставши|мішень|бути|також|один|той|настільки|легким|стає|і it is true that being a woman in Turkey is not easy. Схоже, що бути жінкою робить тебе мішенню так само легко,

doğrudur Türkiye'de kadın olmak kolay değil. it is true|in Turkey|woman|to be|easy|not правда|в Туреччині|жінка|бути|легко|не Because we are all struggling and working in a male-dominated media. і це правда, що бути жінкою в Туреччині не легко.

Çünkü erkek egemen bir medyada mücadele ediyoruz, çalışıyoruz hepimiz. Because|male|dominant|a|in media|struggle|we are|we work|all of us Тому що|чоловік|домінуючий|один|в медіа|боротьба|ми ведемо|ми працюємо|всі ми Because we all struggle and work in a male-dominated media. Бо ми боремося в медіа, де домінують чоловіки, ми всі працюємо.

Mesela 1 Mayıs hiç unutmam, İşçi Bayramı. For example|May|never|I forget||Holiday Наприклад|Травня|ніколи|не забуду||Свято For example, I will never forget May 1st, Labor Day. Наприклад, 1 травня я ніколи не забуду, День праці.

Biz de o zaman hep beraber bütün meslektaşlarla beraber çekime gittik. We|also|that|time|always|together|all|with colleagues|together|to the shoot|went Ми|також|той|час|завжди|разом|всі|з колегами|разом|на зйомку|пішли At that time, we all went to the shoot together with all our colleagues. Ми тоді всі разом з усіма колегами пішли на зйомку.

O meşhur Perpa Köprüsü'nün üzerinde bir hatıra fotoğrafı çekiyoruz; ||Перпа|||||| That|famous|Perpa|Bridge|on|a|souvenir|photo|we take Це|знаменитий|Перпа|мосту|на|одне|пам'ятна|фото|ми робимо We are taking a souvenir photo on that famous Perpa Bridge; Ми робимо пам'ятне фото на знаменитому мосту Перпа;

resme baktım 22 yaşındaki bir ben the picture|I looked|year old|one|me на малюнку|я подивився|років|один|я I looked at the picture, it's a 22-year-old me я дивлюсь на фото, 22-річний я

ve bir kadın meslektaşım daha sadece iki kişiyiz. and|one|female|my colleague|more|only|two|we are people і|одна|жінка|колега|ще|тільки|два|ми люди and just one female colleague, we are only two. і ще одна жінка-колега, ми лише двоє.

Yine geçen hafta, sanıyorum önceki haftaydı. Again|last|week|I think|previous|was week Знову|минулого|тижня|я думаю|попередній|тиждень Again last week, I think it was the week before. Знову минулого тижня, я думаю, це був попередній тиждень.

Çankaya Köşkü'ne, başbakan televizyonların ve Çankaya|to the Mansion|prime minister|of the televisions|and Чанкая|до резиденції|прем'єр-міністр|телевізорів|і The Prime Minister called the editors-in-chief of the television and Прем'єр-міністр запросив генеральних директорів телеканалів та

gazetelerin genel yayın yönetmenlerini çağırdı. newspapers'|general|publication|editors|called газет|загальний|публікації|редакторів|викликав newspapers to the Çankaya Mansion. газет.

Hep birlikte gittik, üşenmedim saydım. Always|together|we went|I didn't hesitate|I counted Завжди|разом|ми пішли|я не лінивився|я порахував We all went, I didn't hesitate to count. Ми всі разом пішли, я не лінивився, порахував.

Masada 43 kişi, sadece ikisi kadın, biri de ben. At Masada|people|only|two|women|one|also|I На Масаді|людини|тільки|дві|жінки|один|також|я There were 43 people at the table, only two of them were women, and one of them was me. На столі було 43 людини, лише дві жінки, одна з яких я.

Ne demek istediğimi aslında çok güzel ortaya koyan bir tablo bu. What|to mean|I want|actually|very|beautifully|out|putting|a|table|this Що|сказати|я хотів|насправді|дуже|гарно|на поверхню|що показує|один|малюнок|це This is a table that beautifully illustrates what I mean. Це таблиця, яка насправді дуже добре показує, що я маю на увазі.

Çünkü sanıyorum bu erkek egemen medyada o kadar çalıştık Because|I think|this|male|dominant|in the media|that|much|we worked Тому що|я думаю|цей|чоловічий|домінуючий|в медіа|він|настільки|працювали Because I think we worked so hard in this male-dominated media. Бо, я думаю, ми так багато працювали в цьому чоловічому домінованому медіа.

çabaladık ki kadınlara pozitif ayrımcılığı hep we tried|so that|to women|positive|discrimination|always ми намагалися|щоб|жінкам|позитивну|дискримінацію|завжди We struggled so much that I always applied positive discrimination towards women. Ми так старалися, що позитивну дискримінацію щодо жінок я завжди

kendi haber merkezimde bilinçaltında uyguladım. my|news|center|subconsciously|I applied свій|новинний|центр|підсвідомо|я застосував I subconsciously implemented it in my own news center. підсвідомо застосовував у своєму новинному центрі.

O yüzden bugün İstanbul Haber Müdürü'nden, Ankara Haber Müdürü'ne; That|reason|today||News|from the Editor-in-Chief|Ankara|News|to the Editor-in-Chief Це|причина|сьогодні||новини|від редактора|Анкара|новини|до редактора That's why today, from the Istanbul News Director to the Ankara News Director; Тому сьогодні від керівника новин в Стамбулі до керівника новин в Анкарі;

Yurt Haber Editörü'nden, Dış Haber Editörü'ne ||редактора||| Domestic|News|from the Editor|Foreign|News|to the Editor Внутрішні|новини|від редактора|Зовнішні|новини|до редактора From the Domestic News Editor to the Foreign News Editor Від редактора новин з-за кордону до редактора новин з України tamamını kadınlara teslim ettim. all of it|to the women|I delivered|I did весь|жінкам|передав|я I have handed it all over to women. я все передав жінкам.

Erkekler yerer gibi olmasın ama kadınların gözüne ve kalbine çok güveniyorum. Men|eat|like|should not be|but|women's|eye|and|heart|very|I trust Чоловіки|їдять|як|не повинні|але|жінок|на очі|і|на серце|дуже|довіряю I hope it doesn't sound like I'm belittling men, but I have a lot of trust in women's eyes and hearts. Нехай чоловіки не ображаються, але я дуже довіряю очам і серцям жінок.

Yaptığımız iş de zaten kalp işi, aşkla yapıyoruz The work we do|work|also|already|heart||with love|we do Наша|робота|також|вже|серце||з любов'ю|робимо What we do is already a matter of the heart, we do it with love. Те, що ми робимо, це насправді справа серця, ми робимо це з любов'ю

biz yaptığımız işi, tutkuyla yapıyoruz. we|our|work|with passion|do ми|що ми робимо|роботу|з пристрастю|робимо We do our work with passion. ми робимо свою справу з пристрастю.

Aksi hâlde zaten yaptığınız işten de hayır gelmiyor. Otherwise|in that case|already|your|work|also|good|comes Інакше|в іншому випадку|вже|ваша|від роботи|також|користь|не приходить Otherwise, you are not getting any benefit from the work you are doing. В іншому випадку, ви не отримуєте користі навіть від роботи, яку ви вже робите.

Mekanik değiliz tabii ki, elbette o büyülü ekranın camın etrafında Mechanical|we are not|of course|that||that|magical|screen|glass|around Механічні|не є|звичайно|ж|звичайно|той|магічний|екрану|скла|навколо We are not mechanical, of course, that magical screen is around the glass. Ми, звичайно, не механічні, звичайно, це магічний екран навколо скла.

en fazla da biz hırpalanıyoruz ve insan çok travmatik olaylara at most|more|too|we|are worn out|and|people|very|traumatic|to events найбільше|багато|також|ми|страждаємо|і|людина|дуже|травматичних|подіям At most, we are the ones who get worn out, and when a person is the scene of very traumatic events, Найбільше ми страждаємо, і коли людина стає свідком дуже травматичних подій,

sahne olunca sanıyorum kırılma noktaları da bir o kadar fazla oluyor. stage|when|I think|breaking|points|also|one|that|much|many|are сцена|коли|я думаю|перелом|точки|також|один|той|настільки|багато|стають I think the breaking points are just as numerous. я думаю, що точки перелому також стають настільки ж численними.

Benimkilerden biri Mehmet. from my family|one|Mehmet моїх|один|Мехмет One of mine is Mehmet. Один з моїх - Мехмет.

Mehmet 7 yaşında, annesiyle babası boşanmak üzereler, Mehmet|years old|with his mother|his father|to divorce| Мехмет|років|з мамою|тато|розлучитися|на межі розлучення Mehmet is 7 years old, his parents are about to get divorced, Мехмету 7 років, його мати та батько на межі розлучення,

velayet davası görülüyor. custody|case|is being heard опіка|справа|розглядається a custody case is being heard. проводиться справа про опіку.

Annesi Kur'an kursu hocası, babası İmam Her mother|Quran|course|teacher|Her father| Його мати|Коран|курсу|вчитель|Його батько| His mother is a Quran course teacher, his father is an Imam Його мати - викладачка курсу Корану, батько - імам,

ve babası bu kararın ardından farklı bir şehirde yaşamaya karar veriyor. and|his father|this|decision|after|different|one|in a city|to live|decision|gives і|його батько|це|рішення|після|іншому|одному|в місті|жити|рішення|приймає and after this decision, his father decides to live in a different city. і після цього рішення батько вирішує жити в іншому місті.

Biz de bu duruşmayı takip ediyoruz ve doğal olarak Mehmet'in de We|also|this|trial|follow|are|and|naturally|as|Mehmet's|also Ми|також|це|судове засідання|слідкуємо|ми|і|природно|відповідно|Мехмета|також We are also following this trial and naturally, Mehmet's also Ми також слідкуємо за цим судовим засіданням і, природно, Мехмет також

yaşı küçük olduğundan velayetini annesine veriyor mahkeme. age|minor|because|custody|to his mother|gives|court вік|малий|оскільки|опіку|матері|віддає|суд Since he is underage, the court grants custody to his mother. оскільки він ще малий, суд передає опіку його матері.

Sonrasında annesiyle kalmaya başlıyor. Afterwards|with his mother|to stay|begins Після цього|з матір'ю|жити|починає After that, he starts living with his mother. Потім він починає жити з матір'ю.

Çocuk tabii, altına kaçırıyor. The child|of course|to himself|urinates Дитина|звичайно|під себе|пісяє The child, of course, has accidents. Дитина, звичайно, не може стриматися.

Annesi döve döve komalık ediyor Mehmet'i. His mother|beat|beat|unconscious|makes|Mehmet Його мати|побиттям|побиттям|непритомним|робить|Мехмета His mother beats him to the point of unconsciousness. Мати б'є його до втрати свідомості.

Buz gibi bir betonun üzerine koyuyor, Ice|like|a|concrete|on|puts Лід|як|один|бетону|на|кладе She puts him on a freezing cold concrete. Вона кладе його на холодний бетон,

sabaha kadar orada bekletiyor. until morning|for|there|keeps waiting до ранку|до|там|тримає They are keeping him there until morning. тримають там до ранку.

Korkusundan hastaneye bile kaldırmıyor. From fear|to the hospital|even|doesn't take злякатися|до лікарні|навіть|не піднімає Out of fear, they don't even take him to the hospital. Через страх навіть не відвозить до лікарні.

Sonra anneanne geliyor sabaha karşı, ne yaptın sen buna diyor. Then|grandmother|comes|in the morning|around|what|did you do|you|to this|says Потім|бабуся|приходить|вранці|рано|що|ти зробив|ти|йому|говорить Then the grandmother comes in the early morning and says, 'What have you done to him?' Потім бабуся приходить рано вранці і питає, що ти з ним зробив.

İşte böyle böyle diyor, alıyorlar hastaneye gidiyorlar. |like this|like this|he/she says|they take|to the hospital|they go |так|так|говорить|забирають|до лікарні|їдуть She says, 'This is how it is,' and they take him to the hospital. Ось так, ось так, кажуть, забирають до лікарні.

Bir hafta boyunca ölümle yaşam arasında mücadele ediyor, A|week|for|with death|life|between|struggle|he/she/it fights Один|тиждень|протягом|зі смертю|життям|між|боротьба|веде For a week, he struggles between life and death. Протягом тижня бореться між життям і смертю,

hayatta kalmaya çalışıyor ama maalesef in life|to survive|tries|but|unfortunately в житті|вижити|намагається|але|на жаль trying to survive but unfortunately він намагається вижити, але, на жаль,

yedi yaşında veda ediyor bu hayata Mehmet. seven|years old|bids farewell|he does|this|to life|Mehmet сім|років|прощання|робить|це|життю|Мехмет says goodbye to this life at the age of seven, Mehmet. він прощається з цим життям у віці семи років.

Sonrasında Mehmet'in babası, çokça etkileyen bir olaydır beni. Afterwards|Mehmet's|father|greatly|affecting|one|event|me Після того|Мехмета|батько|дуже|той що вплинув|один|подія|мене Afterwards, Mehmet's father is an event that affects me greatly. Потім батько Мехмета, це подія, яка сильно вплинула на мене.

Çünkü aklımda hep şu görüntü kaldı: Because|in my mind|always|that|image|remained Тому що|в моїй голові|завжди|це|зображення|залишилося Because this image has always remained in my mind: Бо в моїй пам'яті завжди залишився цей образ:

O velayet davasında annesinin kucağında Mehmet, ağlıyor He|custody|in the trial|his mother's|in her arms|Mehmet|is crying Він|опіка|у справі|його матері|на руках|Мехмет|плаче In that custody case, Mehmet is crying in his mother's arms. На суді про опіку Мехмет на руках у матері, плаче.

“Baba beni anneme bırakma, beni çok dövüyor.” diye. Dad|me|to my mom|don't leave|me|very|hits| Тато|мене|мамі|не залишай|мене|дуже|б'є| "Dad, don't leave me with my mom, she hits me a lot." “Тато, не залишай мене з мамою, вона мене дуже б'є.”

Annesi de cimcikliyor Mehmet'i, daha fazla bağırmasın diye. His mother|also|pinches|Mehmet|more|loud|he shouts|so Мати|також|щипає|Мехмета|більше|сильно|кричав|щоб His mother is also pinching Mehmet, so he won't scream anymore. Мама також щипає Мехмета, щоб він більше не кричав.

O haykırışları bir ay boyunca gitmedi benim rüyalarımdan. That|screams|one|month|throughout|did not leave|my|from dreams Той|крики|один|місяць|протягом|не зникли|моїх|снів Those cries didn't leave my dreams for a month. Ці крики не йшли з моїх снів протягом місяця.

Sonrasında haber bitti, duruşma süreci oldu. Afterwards|news|ended|trial|process|occurred Після того|новина|закінчилася|судовий процес|процес|відбувся After that, the news ended, and there was a trial process. Потім новини закінчилися, розпочався судовий процес.

Ben de haber sonrasında bir yorum yaptım. I|also|news|after|a|comment|made Я|також|новина|після|один|коментар|зробив I also made a comment after the news. Я також зробив коментар після новин.

İsyanım, öz annesi tarafından öldürülüp üstelik ||||убийство| |biological|mother|by|killed|moreover |рідна|мати|від|убита|до того ж My rebellion was against the fact that she was killed by her own mother. Мій бунт полягає в тому, що вона була вбита власною матір'ю,

pişmanlık nedeniyle cezasının indirilmesineydi. remorse|due to|his punishment|was to be reduced каяття|через|покарання|зменшення It was also about the reduction of her sentence due to remorse. і ще й через каяття їй зменшили покарання.

Bir yorum yaptım. I|comment|made Я|коментар|зробив I made a comment. Я зробив коментар.

Neyse haberler bitti, telefon çaldı santralden arıyorlar. Anyway|news|are over|phone|rang|from the switchboard|they are calling Ну|новини|закінчилися|телефон|задзвонив|з центрального офісу|вони телефонують Anyway, the news ended, the phone rang, they are calling from the switchboard. Ну, новини закінчилися, телефон задзвонив, дзвонять з центрального офісу.

Mehmet'in babası arıyor dediler, o anda kafam karıştı. Mehmet's|father|is calling|they said|that|moment|my mind|got confused Мехмета|батько|телефонує|сказали|він|в той момент|моя голова|заплуталася They said Mehmet's father is calling, at that moment I got confused. Сказали, що телефонує батько Мехмета, в той момент я заплутався.

“Kim? Mehmet? Tabii bağlayın” dedim. Who|Mehmet|Of course|connect them|I said Хто|Мехмет|Звичайно|з'єднайте|я сказав "Who? Mehmet? Of course, connect him," I said. “Хто? Мехмет? Звичайно, з'єднайте” - сказав я.

“Merhabalar ben Mehmet'in babasıyım. Hello|I|Mehmet's|am his father Привіт|я|Мехмета|батько "Hello, I am Mehmet's father. “Привіт, я батько Мехмета.

Ben küçücük yaşında çok almaya uğraştım oğlumu. I|very little|at age|very|to take|tried|my son Я|маленький|в віці|дуже|забрати|намагався|мого сина I tried very hard to get my son when he was very little. Я намагався забрати свого сина, коли він був ще зовсім маленьким.

Oğluma kavuşmaya çalıştım ama mahkeme izin vermedi” dedi. to my son|to reunite|I tried|but|the court|permission|did not give|he said до сина|зустрічі|намагався|але|суд|дозвіл|не дав|сказав I tried to reunite with my son, but the court did not allow it," he said. Я намагався зустрітися з сином, але суд не дозволив” - сказав він.

“Ben bu hayatta tutamadım Mehmet'i ama siz I|this|in life|couldn't hold|Mehmet|but|you Я|це|в житті|не зміг утримати|Мехмета|але|ви "I couldn't hold on to Mehmet in this life, but you “Я не зміг утримати Мехмета в цьому житті, але ви

sözlerinizle bir nebze olsun benim içimi ferahlattınız. İyi ki varsınız!” dedi. with your words|a|little|at least|my|inside|you relieved||that|you exist|he/she said вашими словами|один|трохи|хай буде|мою|душу|ви заспокоїли||що|ви є|сказав "You have somewhat eased my heart with your words. I'm glad you exist!" he said. Вашими словами ви трохи заспокоїли мою душу. Добре, що ви є!” - сказав.

O günden beri her bayramda, her kandilde arar beni Mehmet'in babası. That|day|since|every|holiday|every|Kandil night|calls|me|Mehmet's|father Того|дня|з|кожен|на свято|кожен|на свято||мені|Мехмета|батько Since that day, Mehmet's father calls me every holiday and every special night. З того дня кожного свята, кожної ночі я отримую дзвінок від батька Мехмета.

Mehmet'in babasını hiç tanımıyorum ama Mehmet's|father|ever|I don't know|but Мехмета|батька|ніколи|не знаю|але I don't know Mehmet's father at all, but Я ніколи не знав батька Мехмета, але

işte bir yerde bir hayata -Mehmet'in babasına- ve here|a|somewhere|a|life|Mehmet's|to father|and ось|одне|місце|одне|життя|Мехмета|батькові|і somehow I have touched a life - that of Mehmet's father - and ось я десь торкнувся життя - батька Мехмета - і

belki de bu dünyadan göçüp giden o küçücük Mehmet'in hayatına değip dokundum. maybe|also|this|from the world|having departed|gone|that|tiny|Mehmet's|life|touching|I touched можливо|також|цей|з цього світу|покинувши|той хто пішов|той|маленький|Мехмета|до життя|торкнувшись|я торкнувся perhaps the life of that little Mehmet who has passed away from this world. можливо, життя того маленького Мехмета, який пішов з цього світу.

Tıpkı o Mehmet gibi diğer Mehmetler de hep çok önemli oldu benim hayatımda. Just like|that|Mehmet|like|other|Mehmets|also|always|very|important|were|my|in life Так само|той|Мехмет|як|інші|Мехмети|також|завжди|дуже|важливі|були|моєму|житті Just like that Mehmet, other Mehmets have always been very important in my life. Так само, як і той Мехмет, інші Мехмети завжди були дуже важливими в моєму житті.

Benim ailemde asker ya da polis yok ama My|family|soldier|or|also|police|there is not|but Моя|в родині|солдат|або|також|поліція|немає|але There are no soldiers or police in my family, but У моїй родині немає військових чи поліції, але

benim bu ülkenin askerine ve polisine olan sevgim malumunuz. my|this|country's|to the soldier|and|to the police|my|love|you know моє|це|країни|солдатові|і|поліції|до|моя любов|вам відомо my love for the soldiers and police of this country is well known. моя любов до солдатів і поліції цієї країни відома.

Evet vatanseverim, Atatürkçüyüm ve Yes|I am a patriot|I am a follower of Atatürk|and Так|я патріот|я ататюркіст|і Yes, I am a patriot, I am a follower of Atatürk, and Так, я патріот, я ататюркіст і

en büyük şansımın da bu topraklarda doğup büyümek olduğunu düşünüyorum. the|biggest|my chance|also|this|in the lands|being born|growing up|being|I think найбільший|великий|удачі|також|ця|на землі|народитися|рости|бути|я думаю I believe that my greatest fortune is being born and raised in this land. вважаю, що моє найбільше щастя - це народитися і вирости на цій землі.

Ama buna karşılık bu ülkenin askerinin ve polisinin But|to this|in return|this|country's|soldier's|and|police officer's Але|цьому|у відповідь|цей|країни|солдата|і|поліції But in contrast, I always felt that the soldiers and police of this country Але натомість я відчував, що солдати та поліція цієї країни

her zaman çok yalnız olduğunu hissettim. I|time|very|lonely|were|I felt завжди|час|дуже|самотній|що був|я відчував were very lonely. завжди дуже самотні.

Yeteri kadar önemsenmediğini hissettim ve onların sesi olmaya karar verdim. sufficient|as much|you were not taken seriously|I felt|and|their|voice|to be|decision|I gave достатньо|мірою|не сприймали серйозно|я відчув|і|їх|голосом|бути|рішення|я дав I felt that they were not taken seriously enough, and I decided to be their voice. Я відчував, що їх недостатньо цінують, і вирішив стати їхнім голосом.

Belki onlar için önemlidir dedim ve özel bir günde onların yanında olayım, Maybe|they|for|is important|I said|and|special|a|day|their|beside|I will be Можливо|вони|для|важливо|я сказав|і|особливий|один|день|їх|поруч|я буду I said maybe it is important for them, and I should be with them on a special day, Можливо, це важливо для них, подумав я, і в особливий день бути з ними,

Yılbaşı gecesini onlarla birlikte geçireyim dedim. New Year's|night|with them|together|I should spend|I said Новий рік|ніч|з ними|разом|проведу|сказав I said I would spend New Year's Eve with them. вирішив провести новорічну ніч разом з ними.

Nereye gideyim, nereye gideyim, baktım en uzak yer neresi: Where|should I go|||I looked|the most|far|place|where Куди|мені йти|||я подивився|най|далекий|місце|де Where should I go, where should I go, I looked for the farthest place: Куди мені йти, куди мені йти, я подивився, де найвіддаленіше місце:

Sınırda Dağlıca var. At the border|Dağlıca|there is На кордоні|Даґлича|є There is Daglica at the border. На кордоні є Даґліка.

Hani birçoğunuz belki bilmez bile, 2015 yılında 16 şehit verdiğimiz yer. You know|many of you|maybe|know|even|in the year|martyrs|we lost|place А де|багато з вас|можливо|не знає|навіть|році|мучеників|ми втратили|місце You may not even know, but it is the place where we lost 16 martyrs in 2015. Можливо, багато з вас навіть не знають, що це місце, де ми втратили 16 героїв у 2015 році.

Belki haritada bile yerini zor bulursunuz ya da Maybe|on the map|even|its location|hard|you will find|or|also Можливо|на карті|навіть|його місце|важко|знайдете|чи|також You might even have a hard time finding its location on the map or Можливо, ви навіть важко знайдете його на карті, або ж

çok çok haberlerde duymuş olabilirsiniz. very|very|in the news|you have heard|you might have дуже|дуже|новинах|чув|ви могли бути you may have heard about it in the news. ви могли чути про нього лише в новинах.

İki helikopter ve bir uçak… Atladım gittim yanlarına. |helicopters|and|one|airplane|I jumped|I went|to them |вертольоти|і|один|літак|Я стрибнув|я пішов|до них Two helicopters and one plane... I jumped in and went to them. Два гелікоптери та один літак… Я стрибнув і пішов до них.

Onlarla birlikte geçireyim diye... with them|together|I spend|in order to з ними|разом|я проведу|щоб I wanted to spend time with them... Щоб провести час з ними...

Yılbaşı gecesi gidemedim, güvenlik gerekçeleri New Year's|night|I couldn't go|security|reasons Новий рік|вночі|не зміг піти|безпека|причини I couldn't go on New Year's Eve, for security reasons В новорічну ніч я не зміг піти, з причин безпеки

ve hava koşulları nedeni ile and|weather|conditions|reason|due to і|погода|умови|причина|через and due to weather conditions. та через погодні умови

iki hafta sonrasına gün verdiler ve tam 24 saat çekim iznim var, gittim. two|week|from now|date|they gave|and|exactly|hours|shooting|permission|is|I went два|тижня|на після|день|дали|і|точно|години|зйомки|дозвіл|є|я пішов They scheduled it for two weeks later and I have exactly 24 hours of filming permission, I went. мені призначили дату через два тижні, і в мене є 24 години на зйомку, я пішов.

Tank atışları, top atışları hepsini çektik. Tank|shots|cannon|shots|all of them|we filmed Танки|постріли|гарматні|постріли|всіх|зняли We recorded all the tank fire and artillery fire. Ми зняли всі танкові та артилерійські постріли.

2753 rakımlı Beybuta tepesine çıktık. elevation|Beybuta|to the hill|we climbed з висотою|Бейбута|на вершину|ми піднялися We climbed to Beybuta Hill at an altitude of 2753. Ми піднялися на вершину Бейбута, що на висоті 2753.

[HELİKOPTER SESİ] [HELICOPTER NOISE] [ЗВУК ГЕЛІКОПТЕРА]

Kuş uçmaz, kervan geçmez bir yer. The bird|doesn't fly|caravan|passes|a|place Птах|не літає|караван|не проходить|одне|місце A place where not even a bird flies, no caravan passes. Місце, де не літають птахи і не проходять каравани.

Hani burada görev yapabilmek için Where|here|duty|to be able to work|in order to Де|тут|завдання|виконати|для You know, to be able to serve here. Щоб тут виконувати завдання,

gerçekten hayatta bir amacınız olması lazım. really|in life|one|purpose|to be|necessary справді|в житті|один|мета|повинна бути|потрібно You really need to have a purpose in life. Вам дійсно потрібно мати мету в житті.

Bir vatan sevdası olması lazım, bir bayrak sevgisi olması lazım. A|homeland|love|must be|necessary|a|flag|love|must be|necessary Один|батьківщина|любов до|має бути|потрібно|один|прапор|любов до|| You need to have a love for your homeland, a love for the flag. У вас має бути любов до батьківщини, любов до прапора.

Kocaman bir yüreğinizin olması lazım. ||вашем сердце|| huge|a|your heart|should be|necessary великий|один|ваше серце|бути|потрібно You need to have a big heart. У вас має бути велике серце.

Çünkü bunun karşılığını parayla ödeyemezsiniz. Because|this|equivalent|with money|you cannot pay Тому що|цього|відповіді|грошима|не зможете заплатити Because you can't pay for this with money. Бо ви не можете заплатити за це грошима.

Burada insanlar canını ortaya koyuyorlar. Here|people|their lives|in front of|put Тут|люди|своє життя|наражаючи|ризикують Here, people are putting their lives on the line. Тут люди ризикують своїм життям.

Gittim, işte mağara gibi bir yerde yatıp kalkıyorlar. I went|just|cave|like|one|place|sleeping|they wake up Я пішов|ось|печера|як|один|на місці|спить|вони встають I went, they are sleeping and waking up in a place like a cave. Я пішов, ось вони сплять і прокидаються в місці, схожому на печеру. Zaten hava koşulları o kadar kötü ki, -20 derece buz gibi soğuk already|weather|conditions|that|much|bad|that|degrees|ice|like|cold Вже|погода|умови|так|сильно|погана|що|градусів|лід|як|холод The weather conditions are so bad that it's -20 degrees, freezing cold. Вже й погодні умови настільки погані, що -20 градусів - це крижана холоднеча.

ve insan konuşmaya bile zorlanıyor. and|person|to speak|even|struggles і|людина|говорити|навіть|важко And it's hard for people to even talk. І людині важко навіть говорити.

2 metre kar… meters|snow метри|сніг 2 meters of snow... 2 метри снігу…

Arada bir helikopter geliyor, tepeden kumanyayı atıyor, Occasionally|one|helicopter|comes|from above|supplies|drops іноді|один|гелікоптер|прилітає|зверху|продовольство|скидає Occasionally a helicopter comes, dropping supplies from above, Іноді прилітає гелікоптер, скидає їжу з висоти,

askerler yiyebildiği kadar yiyor. soldiers|they can eat|as much as|eat солдати|можуть їсти|скільки|їдять the soldiers eat as much as they can. солдати їдять скільки можуть.

Böyle bir yerde yatıp kalkıyorlar. Sizin için, bizim için, hepimiz için… such|a|in place|sleeping|they wake up|Your|for|our|for|all of us|for Такі|одне|місці|сплять|встають|Ваш|для|наш|для|всі|для They sleep and wake up in such a place. For you, for us, for all of us... Вони сплять і прокидаються в такому місці. Для вас, для нас, для всіх…

Vatan için! Homeland|for Батьківщина|за For the homeland! За батьківщину!

Sonrasında çekimler bitti, Dağlıca'ya çıktık. Afterwards|shootings|ended|to Dağlıca|we went out Після того|зйомки|закінчилися|до Даґлича|ми виїхали After that, the shooting ended, we went to Dağlıca. Після цього зйомки закінчилися, ми піднялися на Даґліку.

1500 askerle birlikte bir gece geçiriyorum. with soldiers||one|night|I spend з солдатами||один|ніч|проводжу I spend a night with 1500 soldiers. Я проводжу ніч з 1500 солдатами.

Çekimler bitti, oturduk sohbet ettik derken yatacağız. The shootings|finished|we sat|conversation|we had|just then|we will sleep Зйомки|закінчилися|сіли|розмова|поговорили|раптом|ляжемо спати The shooting is over, we sat down and chatted, and now we are going to sleep. Зйомки закінчилися, ми сіли, поговорили, а тепер будемо спати.

Hoş, uyumak ne mümkün. Nice|sleeping|how|possible Гарно|спати|ніяк|можливе Well, sleeping is impossible. Але, спати - це ж неможливо.

Odaya geldim. To the room|I came У кімнату|я прийшов I came to the room. Я зайшов до кімнати.

Tık tık kapı çaldı, 20 yaşlarında gencecik bir astsubay: knock|knock|door|knocked|around|very young|a|sergeant Тук|стук|двері|постукав|років|юний|один|старший сержант Knock knock, the door was knocked, by a very young sergeant in his 20s: Тук-тук, у двері постукали, 20-річний молодий сержант:

“Nazlı Abla, bizimle beraber biraz oturur musun? Nazlı|Sister|with us|together|a little|sit|will you Назли|Сестра|з нами|разом|трохи|сядеш|ти "Nazlı Sister, would you sit with us for a while?" “Надя, ти не могла б трохи посидіти з нами?

Biz seni çok bekledik buraya geleceksin diye.” We|you|very|waited|here|you would come|for Ми|тебе|дуже|чекали|сюди|прийдеш|щоб We waited for you a long time to come here. Ми тебе дуже чекали, що ти сюди прийдеш.

Oturmaz mıyım, tabii ki dedim. I won't sit|will I|of course|particle|I said Сідати|я|звичайно|ж|я сказав Wouldn't I sit down? Of course I said. Чи не сяду я, звичайно, сказав я.

Gittim yanlarına, onlar anlattı. I went|to them|they|told Я пішов|до них|вони|розповіли I went to them, they told the story. Я підійшов до них, вони розповіли.

Kiminin terhisine şu kadar az kalmış, kimi gün sayıyor. For some|discharge|this|much|little|time left|others|days|are counting У деяких|звільнення|так|багато|мало|залишилось|інші|дні|рахують Some have only this much time left until their discharge, some are counting the days. В когось залишилося зовсім трохи до звільнення, хтось рахує дні.

Onlar anlatırken benim de televizyona takıldı gözüm. They|were telling|my|also|to the television|got caught|my eye Вони|розповідали|моє|також|телевізору|потрапило|моє око While they were talking, my eyes also caught the television. Поки вони розповідали, я також звернув увагу на телевізор.

Çünkü bir müzik kanalı açık, müzik kanalının altında Because|a|music|channel|is open|music|channel's|under Тому що|один|музика|канал|увімкнений|музика|каналу|під Because a music channel is open, under the music channel. Бо музичний канал увімкнений, під музичним каналом

hani âşıkların birbirine notları, mesajları geçer ya… you know|lovers'|to each other|notes|messages|are exchanged|right ані|закоханих|один одному|записки|повідомлення|передають|ж You know how lovers pass notes and messages to each other... як закохані передають один одному нотатки, повідомлення…

İşte her birinin bekleyeni var, sevdalıları var. |each|one of them|who waits|there is|lovers|there are |кожного|одного|хто чекає|є|закохані в них|є Each of them has someone waiting, they have their beloveds. Ось у кожного з них є той, хто чекає, є кохані.

O da yine sizin gibi, benim gibi. He|too|again|your|like|my|like Він|також|знову|вашим|як|моїм|як They are just like you, just like me. Вони такі ж, як ви, як я.

Çekimler bitti ve oradan ayrıldım. Bu arada buraya giderken… The shootings|finished|and|from there|I left|This|in the meantime|here|while driving Зйомки|закінчилися|і|звідти|я пішов|Це|між часом|сюди|коли я їхав The shoots ended and I left from there. Meanwhile, on my way here... Зйомки закінчилися, і я пішов звідти. Тим часом, коли я йшов сюди…

Annem biraz pimpirikli, asla anneme nereye gittiğimi söylemiyorum. My mother|a little|anxious|never|to my mother|where|I am going|I tell Моя мама|трохи|тривожна|ніколи|моїй мамі|куди|я йду|не кажу My mother is a bit fussy, I never tell her where I'm going. Моя мама трохи тривожна, я ніколи не кажу їй, куди йду.

“Ankara'ya gidiyorum. Olağanüstü kurultay var, kurultayda çekimler yapacağım” dedim. to Ankara|I am going|extraordinary|congress|there is|at the congress|shootings|I will do|I said до Анкари|я їду|надзвичайний|з'їзд|є|на з'їзді|зйомки|я буду робити|я сказав I said, 'I'm going to Ankara. There is an extraordinary congress, I will be filming at the congress.' «Я їду до Анкари. Відбудеться надзвичайний з'їзд, я буду знімати на з'їзді», - сказав я.

Günlerden Pazar, artık 24 saati devirdik. From the days|Sunday|now|hours|we have passed Днів|Неділя|вже|години|перевернули It's Sunday, we have already passed the 24-hour mark. Сьогодні неділя, ми вже перевалили за 24 години.

Van Filo'ya indik, son şeyler, birkaç saat sonra uçak kalkacak. Van|to Filo|we landed|last|things|a few|hours|later|plane|will take off Ван|до Філо|ми сіли|останні|речі|кілька|годин|через|літак|відправиться We landed at Van Fleet, the last things, the plane will take off in a few hours. Ми приземлилися в Ван Філо, останні справи, через кілька годин літак відправляється.

Oturduk, bekliyoruz. We sat|we are waiting Сіли|чекаємо We sat down, waiting. Сіли, чекаємо.

Bu esnada annem görüntülü telefondan beni arıyor: This|meanwhile|my mother|video|from the phone|me|calls Це|в цей час|моя мама|відео|з телефону|мене|телефонує Meanwhile, my mom is calling me on video phone: Цього часу мама телефонує мені через відеозв'язок:

“Efendim” dedim. Sir|I said Пан|я сказав I said, "Hello." “Алло” - кажу.

“Ah küpelerimi yeni aldım, güzel mi?” dedi. Ah||new|I bought|beautiful|question particle|she said Ах|мої серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серйозні серй||||| "Oh, I just got my earrings, do they look nice?" she said. “О, я тільки що купила серйозні серйозні, гарні?” - сказала.

Kaş göz yapıyorum şimdi, anlamadı ama eyebrow|eye|I am making|now|he/she didn't understand|but брови|очі|роблю|зараз|не зрозумів|але I'm making faces now, she didn't understand but Я роблю знаки руками, але вона не зрозуміла,

sesli görüntülü olunca herkes bizi dinliyor. voice|video|when|everyone|us|listens голосовий|відео|коли|всі|нас|слухає when it's a video call, everyone can hear us. коли це голосовий відеозв'язок, всі нас слухають.

“Ben sana bir yalan söyledim. Ankara'da değilim.” dedim. I|to you|a|lie|told|in Ankara|am not|I said Я|тобі|один|брехня|сказав|в Анкарі|я не є|я сказав "I lied to you. I'm not in Ankara." I said. “Я сказав тобі брехню. Я не в Анкарі.”

“Neredesin?” dedi. “Dağlıca'dayım.” dedim. Where are you|he said|I am in Dağlıca|I said Де ти|сказав|Я в Даґличі|сказав я "Where are you?" he asked. "I'm in Dağlıca." I said. “Де ти?” — спитав він. “Я в Даґліці.” — відповів я.

“Orası neresi?” dedi. That place|where|he said Там|де|сказав "Where is that?" he asked. “Де це?” — спитав він.

İşte dedim böyle böyle Van, Hakkâri, Yüksekova… İndim, bitti, geliyorum. |I said|like this|like this|Van|Hakkâri|Yüksekova||it was over|I am coming |я сказав|так|так|Ван|Хаккярі|Юксекова||закінчилося|я повертаюся I said, "It's like this, Van, Hakkâri, Yüksekova... I got off, it's over, I'm coming." Ось, сказав я, Ван, Хаккярі, Юксекова… Я спустився, закінчилося, я їду.

“Öldüreceğim seni buraya gelince, yeter artık seninle mi uğraşacağım” falan… I will kill|you|here|when you come|enough|already|with you|question particle|I will deal with| Я вб'ю|тебе|сюди|коли прийдеш|досить|більше|з тобою|частка запитання|я буду мати справу з тобою| "I'm going to kill you when you get here, enough already, am I going to deal with you or what..." “Я тебе вб'ю, коли ти сюди приїдеш, досить вже, чи буду я з тобою возитися” і так далі… Arkadan, “Ama inanmıyorum kesin orada değilsindir.” From behind|But|I don't believe|surely|there|you are not Ззаду|Але|не вірю|напевно|там|ти не є From behind, "But I don't believe you're really there." Ззаду, "Але я не вірю, ти точно не там."

“Anne vallahi buradayım” dedim. “Yok, yok. Hiç inanmıyorum” Mom|I swear|I am here|I said|No|no|ever|I don't believe Мамо|клянусь|я тут|я сказав|Ні|немає|зовсім|не вірю "Mom, I swear I'm here," I said. "No, no. I don't believe it at all." "Мамо, клянусь, я тут," - сказав я. "Ні, ні. Я зовсім не вірю."

Dedim şöyle bir göstereyim. I said|like this|one|I will show Я сказав|ось так|один|я покажу I said let me show you. Сказав, давай я покажу.

Yedi tane komutan oturmuş, annem bir anda ayağa kalktı önünü ilikledi. Seven|pieces|commanders|had sat|my mother|one|suddenly|to her feet|stood up|her front|buttoned Сім|штук|командир|сиділи|моя мати|один|раптово|на ноги|встала|свій одяг|застебнула Seven commanders were sitting, and my mom suddenly stood up and buttoned her front. Сім командирів сиділи, моя мама раптом встала і застібнула перед.

“Saygılar efendim, hepinize saygılar, kızım size emanet.” Regards|sir|to all of you|regards|my daughter|to you|entrusted Вітання|пане|всім вам|вітання|моя донька|вам|довірена "Respect, gentlemen, respect to all of you, my daughter is entrusted to you." "Вітаю вас, пане, всім вам вітання, доню, ти у мене на руках."

(Gülüşmeler) Laughter Сміх (Laughter) (Сміх)

Diyor ki “Gel, görüşeceğiz.” He says|that|Come|we will meet Він каже|що|Прийди|ми зустрінемося He says, "Come, we will meet." Каже: «Прийди, ми зустрінемося.»

Sonrasında yine Yüksekova'ya gittim, Afterwards|again|to Yüksekova|I went Після цього|знову|до Юксекови|я поїхав After that, I went to Yüksekova again, Потім я знову поїхав до Юксекави,

orada da yine bombalar patlıyor. there|too|again|bombs|explode там|також|знову|бомби|вибухають bombs are exploding there again. там знову вибухають бомби.

Sokağa çıkma yasağı var. Çatışmalar… The street|exit|ban|is|The clashes Вулиця|виходу|заборона|є|Конфлікти There is a curfew. Conflicts... Є комендантська година. Сутички…

Bari dedim söyleyeyim de “Hayattayım” merak etmesin. at least|I said|I should tell|so|I'm alive|worry|he/she shouldn't Хоча|я сказав|скажу|щоб|я живий|турбота|не хвилювався At least I said, let me tell them so they won't worry that I'm 'alive'. Хоча я сказав, що скажу, щоб "Я живий", не турбуйтеся.

Birazdan çünkü haberler başlayacak, Soon|because|news|will start Незабаром|тому що|новини|почнуться Because the news will start soon, Тому що новини скоро почнуться,

görüntülerde anlayacak benim orada olduğumu. in the images|will understand|my|there|being в зображеннях|зрозуміє|що я|там|був they will understand that I am there from the footage. на зображеннях зрозуміє, що я там.

Önden aradım, nasıl bağırıyor bana, Earlier|I called|how|yells|at me спереду|я подзвонив|як|кричить|мені I called ahead, how he is shouting at me, Я зателефонував спереду, як він кричить на мене,

“Hiç lafımı dinlemiyorsun. Bıktım, yetti artık” never|my words|you listen|I'm fed up|it's enough|already Ніколи|мої слова|ти не слухаєш|Я втомився|достатньо|більше 'You never listen to me. I'm fed up, that's enough.' "Ти зовсім не слухаєш мене. Я втомився, досить вже"

vesaire böyle bağırıyor bana. and so on|like this|yells|at me і так далі|так|кричить|мені and so on, he is shouting at me. і так далі, кричить на мене.

Baktım çok bağırıyor, ben de telefonunu kapadım. I looked|very|he/she/it yells|I|also|his/her phone|I turned off Я подивився|дуже|кричить|я|також|його телефон|вимкнув I saw he was shouting a lot, so I hung up the phone. Я побачив, що він дуже кричить, тому я вимкнув телефон.

Bir hafta boyunca küstü konuşmadı benimle. One|week|for|sulked|didn't talk|with me Один|тиждень|протягом|образився|не розмовляв|зі мною He ignored me and didn't talk to me for a week. Протягом тижня він ображався і не розмовляв зі мною.

“Küstüm seninle” dedi, başka çare olmayınca. I sulked|with you|he said|another|solution|when there was none Я ображався|на тебе|сказав|інший|вихід|не залишилось He said, 'I am upset with you,' when there was no other choice. "Я на тебе ображений" - сказав він, коли не було іншого виходу.

Biz kanıksamayalım derken şehit haberlerini, We|shouldn't get used to|while|martyr|news Ми|не звикнемо|коли|мученик|новини While we try not to get used to the news of martyrs, Поки ми намагаємося не звикати до новин про загиблих,

alışmayalım derken en büyük tehlike aslında onlarda. we shouldn't get used to|while|the|biggest|danger|actually|in them не звикнемо|кажучи|найбільший|великий|небезпека|насправді|у них While we say we shouldn't get used to it, the biggest danger is actually with them. найбільша небезпека насправді в них.

Nusaybin'e gitmiştik ve Nusaybin'de sokağa çıkma yasağı var, çatışmalar sürüyor. to Nusaybin|we had gone|and|in Nusaybin|to the street|going out|ban|is|clashes|continue до Нусайбіна|ми поїхали|і|в Нусайбіні|на вулицю|виходу|заборона|є|зіткнення|тривають We went to Nusaybin and there is a curfew in Nusaybin, clashes are ongoing. Ми поїхали в Нусайбін, і в Нусайбіні діє комендантська година, тривають зіткнення.

İşte biz çekimleri yapacağız, onlar operasyona çıkacaklar. |we|the shootings|will do|they|to the operation|will go out |ми|зйомки|зробимо|вони|на операцію|вийдуть We will be doing the filming, they will go out on the operation. Ось ми будемо знімати, а вони вийдуть на операцію.

Hep beraber bir masada oturduk, yine konuşuyoruz: Always|together|one|at the table|we sat|again|we are talking Завжди|разом|один|за столом|сіли|знову|розмовляємо We all sat at a table together, we are talking again: Ми всі разом сіли за стіл, знову говоримо:

Nasıl yapmalıyız, bölgede ne kadar gün kaldı, How|should we do|in the area|how much|||is left Як|повинні зробити||скільки||днів| How should we do it, how many days are left in the region, Як нам діяти, скільки днів залишилося в регіоні,

ne kadarı temizlendi terör örgütünden bunları anlatıyorlar. what|portion|was cleaned|terror|from the organization|these|they explain що|частина|була очищена|терор|від організації|це|розповідають They talk about how much has been cleaned from the terrorist organization. скільки з них було очищено від терористичної організації, про це вони розповідають.

Çayımızı içtik. Our tea|we drank Наш чай|ми випили We had our tea. Ми випили наш чай.

Biz çekime gittik, onlar operasyona gitti. We|to the shoot|went|they|to the operation|went Ми|на зйомку|пішли|вони|на операцію|пішли We went for the shoot, they went for the operation. Ми пішли на зйомку, а вони пішли на операцію.

Aradan birkaç saat geçti, tekrar geldik oturduk. After|a few|hours|passed|again|we came|we sat між|кілька|годин|пройшло|знову|ми прийшли|ми сіли A few hours passed, we came back and sat down again. Минуло кілька годин, ми знову прийшли і сіли.

Ali'ye baktım, Ali yok yanımda. to Ali|I looked|Ali|is not|next to me Алі|я подивився|Алі|немає|поруч зі мною I looked at Ali, Ali was not next to me. Я подивився на Алі, Алі немає поруч.

“Ali nerede?” dedim. Ali|where|I said Алі|де|я сказав "Where is Ali?" I said. “Де Алі?” - запитав я.

“Ali şehit düştü.” dediler. Ali|martyr|fell|they said Алі|мученик|впав|сказали "Ali has fallen as a martyr," they said. “Алі загинув як герой.” - сказали вони.

EYP (El yapımı patlayıcı) yüklü binada, iki saat önce. IED||||loaded|in the building|two|hour|ago ЕПР (електронний підривник)||||завантажений|в будівлі|два|години|тому In a building loaded with IED (Improvised Explosive Device), two hours ago. У будівлі, завантаженій ВВП (вибуховими пристроями ручного виготовлення), дві години тому. “Nasıl?” dedim. Ali şehit düştü. How|I said|Ali|martyr|fell Як|я сказав|Алі|мученик|впав "How?" I said. Ali has fallen as a martyr. “Як?” - запитав я. Алі загинув як герой.

Hani 60 saniyeyle giriyor belki hayatlarımıza, When|with seconds|enters|maybe|into our lives Коли|секундами|входить|можливо|в наші життя You know, maybe he enters our lives in 60 seconds, Адже він, можливо, входить у наше життя за 60 секунд,

şehit haberleriyle giriyor. martyr|with the news|enters мученицькі|з новинами|входить It starts with news of martyrs. новини про загиблих входять.

Ağlayan bir anne, eş, yetim kalan, cami avlusunda oynayan o çocuklar… Crying|a|mother|wife|orphan|left|mosque|in the courtyard|playing|those|children Плачуча|одна|мати|чоловік|сирота|що залишився|мечеть|на подвір'ї|що грають|ті|діти A crying mother, a spouse, orphans, those children playing in the mosque courtyard… Плачуча мати, чоловік, сирота, діти, які грають на подвір'ї мечеті…

Sonrasında bitti diyoruz bizim için, Afterwards|it's over|we say|our|for Після того|закінчується|говоримо|наш|для Then we say it’s over for us, Потім ми кажемо, що це закінчилося для нас,

ama onlar için hayat hep yarım kalıyor. but|for them|for|life|always|half|remains але|вони|для|життя|завжди|неповним|залишається but for them, life always remains incomplete. але для них життя завжди залишається неповним.

Çünkü ateş düştüğü yeri yakıyor. Because|fire|fell|place|burns Тому що|вогонь|впав|місце|спалює Because the fire burns where it falls. Бо вогонь палить те місце, куди впав.

Onların hayatları artık hep yarım kalıyor. Their|lives|now|always|half|remain Їхні|життя|вже|завжди|неповними|залишаються Their lives are now always left incomplete. Їхнє життя тепер завжди залишається неповним.

Yine bir gün Dağlıca'dan dönüyoruz. Again|one|day|from Dağlıca|we are returning Знову|один|день|з Даґличі|ми повертаємося Once again, we are returning from Dağlıca. Знову одного дня ми повертаємося з Даґліки.

Askeri helikoptere bindik, arada bir, çok nadiren kalkıyor zaten helikopterler. Military|helicopter|we boarded|occasionally|one|very|rarely|takes off|already|helicopters Військовий|гелікоптер|ми сіли|іноді|один|дуже||піднімаються|вже|гелікоптери We boarded the military helicopter, which rarely takes off anyway. Ми сіли в військовий гелікоптер, між іншим, гелікоптери взагалі дуже рідко піднімаються.

Bir grup var asker, onlar da izine çıkacaklar artık, çarşı izninlerine, A|group|there is|soldier|they|also|leave|will go out|now|the bazaar| Один|група|є|солдат|вони|також|у відпустку|вийдуть|більше не|місто| There is a group of soldiers, they will also go on leave soon, for their town leave. Є група солдатів, вони також скоро підуть у відпустку, на ринок,

yüklenmişler balık istifi gibi hep birlikte dolmuşuz helikopterin içerisine. they have loaded|fish|stacked|like|always|together|we have filled|helicopter's|inside завантажилися|риба|в штабель|як|завжди|разом|ми заповнили|гелікоптера|всередину We are all packed in the helicopter like sardines. ми всі разом, як оселедці в бочці, втиснулися в середину гелікоптера.

Giderken yanımda o kobra helikopterlerinin pilotlarından ikisi oturuyor. While going|next to me|those|cobra|helicopters'|from the pilots|two of them|are sitting Коли я йшов|біля мене|той|кобра|гелікоптерів|пілотів|двоє|сидять Two of the pilots of those Cobra helicopters are sitting next to me as we go. Коли я йшов, поруч зі мною сиділи двоє пілотів тих кобра гелікоптерів.

Dedi ki resmimizi çeker misiniz ama siz bir selfie (özçekim) yapın bizimle… He said|that|our picture|takes|will you|but|you|a|selfie|(self-portrait)|take|with us Він сказав|що|наше фото|зробите|ви|але|ви|одне|селфі|(автопортрет)|зробіть|з нами He said, can you take our picture but you take a selfie with us... Він сказав: "Чи можете ви зробити наше фото, але ви зробіть селфі (автопортрет) з нами..."

Tabii ki dedim, birlikte böyle resim çektik. Of course|yes|I said|together|like this|picture|we took звичайно|ж|я сказав|разом|таке|фото|ми зробили Of course, I said, we took a picture together like that. Звичайно, я сказав, ми зробили таке фото разом.

Aradan 22 gün geçti, Burak… From then|days|passed|Burak Між|дні|пройшло|Бурак 22 days passed, Burak... Минуло 22 дні, Бурак...

Şehit haberi geldi. martyr|news|arrived Мартир|новина|прийшла The news of the martyr came. Прийшла новина про загибель.

Acıları hep biriktirdik ve hep bir bedel ödüyor insan. The pains|always|we accumulated|and|always|one|price|pays|human Страждання|завжди|накопичували|і|завжди|один|ціну|платить|людина We have always accumulated pain and people always pay a price. Ми завжди накопичували біль і завжди платили за це.

Ben de başta IŞİD, PKK olmak üzere onlarca davadan yargılandım. I|also|primarily||PKK|to be|regarding|dozens of|cases|I was tried Я|також|спочатку||ПКК|бути|включно з|десятки|справ|я був засуджений I have been tried in dozens of cases, including ISIS and PKK. Я також був підсудним у десятках справ, починаючи з ІДІЛ, ПКК.

Hâlâ yargılanıyorum. I am still|being tried Все ще|я перебуваю під судом I am still being tried. Я все ще перебуваю під судом.

Ölüm tehditleri, mecliste soruşturmalar, hakaretler, tehditler… Death|threats|in the parliament|investigations|insults|threats Смерть|погрози|в парламенті|розслідування|образи|погрози Death threats, investigations in parliament, insults, threats… Погрози смертю, розслідування в парламенті, образи, погрози…

Mesela emniyet bir canlı bomba listesi dağıtmıştı, For example|police|a|suicide|bomber|list|had distributed Наприклад|поліція|один|живий|бомба|список|розповсюдила For example, the police had distributed a list of suicide bombers, Наприклад, поліція розповсюдила список з живими бомбами,

birkaç kişinin canlı bomba olması nedeniyle. several|person's|suicide|bomber|being|due to кілька|людей|живий|бомба|бути|через due to a few people being suicide bombers. через те, що кілька людей були живими бомбами.

Bunu haberleştirir misiniz dediler, biz de haberleştirdik. This|will report|you|they said|we|also|reported Це|повідомите|ви|вони сказали|ми|також|повідомили They asked if we could report this, and we did. Вони запитали, чи можемо ми це висвітлити, і ми це зробили.

İki gün sonra aşağıdan aradılar beni, güvenlikten. |days|later|from downstairs|they called|me|from security |дні|пізніше|знизу|подзвонили|мені|з безпеки Two days later, they called me from security. Два дні потому мені зателефонували знизу, з охорони.

“Tebligat geldi” dediler. Dedim herhâlde yine dava açıldı. Notification|came|they said|I said|probably|again|lawsuit|was filed Повістка|прийшла|вони сказали|Я сказав|напевно|знову|позов|був поданий They said, 'A notification has arrived.' I thought, surely another lawsuit has been filed. «Прибуло повідомлення» - сказали вони. Я подумав, напевно, знову подали позов.

Gittim baktım, o haberini yaptığımız kızlardan biri I went|I looked|she|news|we made|from the girls|one Я пішов|я подивився|та|новину|яку ми зробили|з дівчат|одна I went to check, and one of the girls we reported about Я пішов подивитися, одна з дівчат, про яких ми зробили новину,

“Sen nasıl bana canlı bomba dersin You|how|to me|suicide|bomber|do you call Ти|як|мені|живий|бомба|скажеш "How can you call me a suicide bomber? “Як ти можеш називати мене живою бомбою?

ben üniversite öğrencisiyim, yok öyle bir şey” dedi. I|university|am a student|no|such|a|thing|he said я|університет|студент|немає|такого|одного|речі|сказав I am a university student, there is no such thing" he said. Я студент університету, такого не може бути,” - сказала вона.

Ben tabii adliyeyelere gittim. I|of course|to the courthouses|went Я|звичайно|до судів|пішов Of course, I went to the courthouses. Я, звичайно, пішов до суду.

İfadeler veriyorum, gittim geldim. |I am giving|I went|I came |даю|я пішов|я прийшов I am giving statements, I went and came back. Я давав свідчення, ходив туди-сюди.

Aradan bir vakit geçti, iki sene geçti. After|one|time|passed|two|years|passed з|один|час|пройшов|два|роки|пройшов Some time passed, two years passed. Пройшло трохи часу, пройшло два роки.

İstanbul'da Vatan Emniyet Müdürlüğü önünde bir çatışma… |Vatan|Police|Department|in front of|a|conflict |Ватан|Поліція|Управління|перед|один|зіткнення A clash in front of the Vatan Police Department in Istanbul... Конфлікт перед Управлінням безпеки Ватан в Стамбулі…

Bir polis şehit, iki tane de kız yatıyor yerde. A|police|martyr|two|pieces|also|girl|are lying|on the ground Один|поліцейський|мученик|два|штуки|також|дівчина|лежать|на землі One police officer is martyred, and two girls are lying on the ground. Один поліцейський загинув, дві дівчини лежать на землі.

Üstlerinde bombalar bağlı, ellerinde kalaşnikof. On them|bombs|attached|In their hands|Kalashnikov На них|бомби|прив'язані|В руках|калашников They have bombs attached to them, and they are holding Kalashnikovs. На них прив'язані бомби, в руках автомат Калашникова.

Ölmüş teröristler. Dead|terrorists Мертві|терористи Dead terrorists. Мертві терористи.

O kızlardan biriydi işte bana iki yıl önce dava açan. That|from the girls|was one|just|to me|two|year|ago|lawsuit|who filed Та|дівчат|була однією з|ось|мені|два|роки|тому|позов|подала One of those girls was the one who filed a lawsuit against me two years ago. Одна з тих дівчат була тією, хто два роки тому на мене подала в суд.

Otomatik beraat ettim. Automatic|acquittal|I received Автоматично|виправдання|отримав I was automatically acquitted. Я автоматично був виправданий.

Getirisi mi daha fazla oldu, götürüsü mü? return|question particle|more|greater|was|cost|question particle Прибуток|частка запитання|більше|великий|став|Витрата|частка запитання Did the benefits outweigh the drawbacks? Що більше принесло, вигода чи витрати?

Hiçbir zaman bilemedim ama fark yaratmak istedim ve never|time|I knew|but|difference|to create|I wanted|and жоден|час|не знав|але|різниця|створити|хотів|і I never knew for sure, but I wanted to make a difference and Я ніколи не знав, але хотів зробити різницю і

bu kurulu düzende uyuyanları biraz da olsun uyandırmak istedim aslında. this|established|system|those who sleep|a little|also|at least|to awaken||actually це|встановлене|в порядку|сплячих|трохи|також|хоча б|розбудити|я хотів|насправді actually wanted to wake up those who are asleep in this established order. насправді хотів трохи розбудити тих, хто спить у цій системі.

Ve ne yaptıysam aşkla, tutkuyla yaptım. And|what|I did|with love|with passion|I did І|що|я зробив|з любов'ю|з пристрастю|я зробив And whatever I did, I did it with love and passion. І все, що я робив, я робив з любов'ю, з пристрастю.

Davalar, soruşturmalar… Lawsuits|investigations Справи|розслідування Lawsuits, investigations... Справи, розслідування…

Hâliyle her anne gibi benim annem de naturally|every|mother|like|my|mother|also звичайно|кожна|мати|як|моя|мати|також Naturally, like every mother, my mother also Звісно, як і кожна мати, моя мати також

“Yeter artık yoruldun bırak şu işi. Dünyayı sen mi kurtaracaksın?” diyor. Enough|already|you are tired|leave|that|job|the world|you|question particle|will save|says Досить|вже|ти втомився|залиш|це|роботу|Світ|ти|питаннява частка|врятуєш| says, "Enough, you are tired, leave this job. Are you going to save the world?" каже: "Досить, ти втомилася, залиш цю справу. Ти що, врятуєш світ?"

Yok, dünyayı kurtarmaya benim gücüm yetmez ama No|the world|to save|my|strength/power|is not enough|but Ні|світ|врятувати|моїм|силою|не вистачить|але No, I don't have the power to save the world, but Ні, я не маю сил врятувати світ, але

oturduğum koltukta belki biraz olsun where I sit|on the sofa|maybe|a little|at least сидіння|на дивані|можливо|трохи|буде maybe a little bit from the chair I sit in. можливо, сидячи на цьому кріслі, я зможу хоч трохи

bir şeyleri değiştirmeye gücüm yeter diye düşündüm. a|things|to change|my power|is enough|that|I thought один|речі|змінити|моя сила|вистачить|щоб|я подумав I thought I had the power to change things. Я подумала, що в мене вистачить сил щось змінити.

Ve ben herkes kendi kapısının önünü süpürürse farklı bir And|I|everyone|his/her own|door|in front of|sweeps|different|a І|я|кожен|свій|дверей|перед|підмітає|по-іншому|один And I have always believed that if everyone sweeps in front of their own door, there will be a different І я завжди вірила, що якщо кожен підмітає перед своїми дверима, то це буде інша

Türkiye olacağına inandım her zaman. Turkey|would be|I believed|every|time Туреччина|стане|я вірив|завжди|час Turkey. Туреччина.

Kızıma bırakacak koca koca binalarım, arazilerim yok belki to my daughter|will leave|big|big|my buildings|my lands|there are not|maybe моїй доньці|залишить|великі||будівлі|землі|немає|можливо I may not have big buildings or lands to leave to my daughter, Можливо, в мене немає великих будівель чи земель, які я могла б залишити своїй доньці,

ama bir şeyleri değiştirmek adına çabalamış bir annesi olacak. but|a|things|to change|for the sake of|will have tried|a|mother|will be але|один|речі|змінити|заради|намагалася|один|мати|буде but she will have a mother who has strived to change something. але в неї буде мати, яка намагалася щось змінити.

Yol bir yerde bitiyor, bitecek elbette hepimiz için. The road|one|somewhere|ends|will end|of course|all of us|for Дорога|один|десь|закінчується|закінчиться|звичайно|всі ми|для The road ends somewhere, it will end for all of us. Дорога десь закінчується, вона, звичайно, закінчиться для всіх нас.

Önemli olan kaç kişinin hayatına dokunduğumuz ve Important|is|how many|person's|life|we touched|and важливий|що|скільки|людей|до життя|ми торкнулися|і What matters is how many lives we have touched and Важливо, скільки життів ми торкнулися і

kaç kişi için fark yaratabilmiş olacağımız olduğunu düşünüyorum. how many|people|for|difference|could have made|we would be|being|I think скільки|людей|для|різниця|зможе створити|ми будемо|що|я думаю how many people we will have made a difference for. скільки людей ми зможемо змінити.

Hepinize teşekkürler! Thank you all|thanks Всім|дякую Thank you all! Дякую всім вам!

(Alkış) Applause Аплодисменти (Applause) (Аплодисменти)

SENT_CWT:AFkKFwvL=7.6 PAR_TRANS:gpt-4o-mini=5.35 SENT_CWT:AFkKFwvL=12.52 PAR_TRANS:gpt-4o-mini=5.65 en:AFkKFwvL uk:AFkKFwvL openai.2025-01-22 ai_request(all=384 err=0.00%) translation(all=320 err=0.00%) cwt(all=2176 err=2.25%)