×

We use cookies to help make LingQ better. By visiting the site, you agree to our cookie policy.

image

TEDx Turkey, Ya Öyle Değilse? | Levent Ülgen | TEDxIzmir

Ya Öyle Değilse? | Levent Ülgen | TEDxIzmir

Çeviri: Nadya Alasad Gözden geçirme: berat güven

Şimdi efendim,

12 yaşındayken ilkokulu bitirdim.

İlkokulu bitirme hediyesi olarak

babamdan bir bisiklet istedim.

Almayacağını biliyorum

çünkü hem mali durumumuz o kadar iyi değil,

en azından benim bisikletimi ayıracak bir parası yok,

bir de gergin bir adam, sinirli bir adam.

Ben yine de cesaretimi topladım, istedim o hediyeyi. "Olur" dedi.

Çok şaşırdım, olur- babamdan böyle bir cümle.

"Olur ama şöyle yapalım", dedi, "Yan tarafta bir inşaat var. Sen orada git kendine bir iş bul, çalış.

Para biriktir, üstünü ben tamamlayayım, alalım bisikleti" dedi.

Herhalde bir eşek şakası bu! Yani arkadaşlarım yazın top oynayacak

gezecek, edecek, oynayacaklar,

ben orada çalışacağım!

Ama sırf inattan sabaha kadar ağladım.

Sabah kalktım, "Tamam" dedim "Çalışacağım.

Çalışacağım." Gittim hemen inşaatın müteahhidi ile konuştum.

Dedi "Bir yarın gel bakalım, sana ne gibi bir iş buluruz?" dedi.

Ertesi gün gittiğimde

elimde bir kova kireç, sönmüş kireç, bir tane fırça.

Bir ustanın yanına verdiler beni. Ben yan taraftaki 4 katlı

8 daireli apartmana astar çekiyordum,

o çocuk halimle ve tabii boyum bir yerlere yetişmiyor,

gözüme kireçler kaçıyor,

gözlerim şiş, kan çanağı gibi. Yani her gün akşam,

annem ağlayarak pansumanlar yapıyor.

Babamın umurunda değil, çalışsın öğrensin diyor.

Bak ne güzel çalışıyor, diyor.

Bütün bir yaz, ben o apartmanın astarını çektim

o usta ile beraber, bayağı bir çalıştım.

Sonra iş bitti, müteahhide gittim.

Dedim ki "Ben paramı istiyorum." "Tabii" dedi, paramı verdi.

Oho, bisiklet parası çıkmış. Harika! Babama bile ihtiyaç yok,

o bisikleti alırım.

Akşam babamın gelmesini bekledim, büyük bir vapurla.

"Al" dedim, "Param hazır, yarın gidip bisikleti alacağız."

O kadar eminim ki şimdi "Alalım alalım da" dedi

"Yaz tatili bitti. Okul açılacak, kar, kış, yağmur, çamur.

Sen bu bisiklete binemezsin... yani.

En iyisi biz bu parayla önümüzdeki yıl alalım."

Anladım ki o bisikleti bana aldırmayacak,

yani ben parayı biriktirdiğim halde bana aldırmayacak

ve sinirden ağlamaya başladım ama dedi "Dur!".

"Bütün yaz boyu çalıştın, yani bu kadar emek verdin.

"Şöyle yapalım" dedi. "Para senin,

bu parayla istediğin şeyi alabilirsin" dedi.

Para benim, istediğim şeyi alabilirim, harika! Çok hoşuma gitti,

istediğim her şey, her şey.

İlk hafta sonu Kızılay, Ankaralılar bilir, Ülke Alan Pasajın'daydık,

kendime çok güzel bir forma aldım, bir şort, tozluklar lastikli,

kramponlar çivili ve bir de deriden bir futbol topu.

Şimdi küçümsemeyin çünkü o dönemlerde deriden futbol topu almak,

hele bizim gibi böyle dar gelirli aileler için müthiş bir şey.

Ve mahalleye geldiğimde mahallenin kralı benim çünkü topum var.

O topla istediğim takımı ben kurabilirim, istediğim takım benim olur.

Top bende, güç bende. Ve ben o yaz işte, o yaz boyunca, emeği tanıdım.

Emeğin ne olduğunu anladım, emeğimin gücünü fark ettim.

Bu çok hoşuma gitti, gerçekten.

Yıllar sonra babam öldüğünde ama yıllar yıllar sonra,

annem itiraf etti; babam o bisikleti bana özellikle almamış,

özellikle aldırmamış.

Çünkü yine Ankara'yı bilenler bilir,

Dikmen, Ankara'nın Dikmeni çok dik bir yerdedir, çok yokuştur.

Dermiş ki hep anneme- öyle değilmiş yani-

"Hanım" dermiş "Ben bu oğlana bu bisikleti alırsam,

bu oğlan deli, bu oğlan yaramaz.

O yokuştan aşağı inmeye kalkar,

gider orada kamyonun altında kalır, ölür mölür, başıma bela olur.

Ben ağlayacağıma, bırak bisikleti yok diye o ağlasın" dermiş.

Dolayısıyla benim hiç bisikletim olmadı ama ben o yaşımda emeği öğrendim

emeğimin kıymetini, değerini öğrendim, emeğimin gücünü öğrendim.

O günden beri de, en değerli şeyim emeğim,

elimdeki tek silah emeğim.

(Alkış)

Sonra üniversite yılları başladı. Bir taraftan fizik okuyorum, bilim yani.

Öbür taraftan tiyatro ile uğraşıyorum, sanat yani.

Ama kafam karışık, hem de çok karışık.

Sanatçı mı olacağım, bilimci mi olacağım, fizikçi mi olacağım?

Fizikçi olsam ne iş yapacağım?

sanatçı olsam, oyuncuların hali ortada.

Kafam çok, çok, çok karışık, ne yapacağımı bilemiyorum.

Bu arada, benim bir dedem var.

Kendisinin ağzından bir tek bile Kürtçe kelime duymadım

ama lakabı 'Kürt Hasan', Güneydoğu'dan kağnı ile gelmişler.

o yüzden olsa gerek; Kürt Hasan ama bir tane Kürtçe kelime duymadım.

Kürt Hasan gördüğünüz gibi bir kamyon şoförü

ilkokul mezunu bile değil ama mesleğin de hayranı, mesleğine aşık.

Her sefer bittiği zaman,

o kamyonunun motorunun son vidasına kadar temizler,

gıcır gıcır yapar.

Asla çocuklarını ve torunlarını kamyonunun yanına yanaştırmaz

çünkü "Sizler okuyacaksınız,

benim gibi kamyon şoförü olmayacaksınız" der.

Ama her akşam garajdan eve gelirken pırıl pırıl giyinir;

takım elbisesi, ayağında pileli duble paça pantolonu, sonuna kadar bağlanmış gömleği

üzerinde kaşkolu, kasketi ya da fötr şapkası,

mevsimine göre pardesüsü, paltosu

ve gıcır gıcır parlayan iskarpinleriyle eve gelir.

Eve gelir gelmez hemen annem paltosunu alır,

dayılarım kaşkolunu kasketini alır, anneannem ayakkabılarının bağını çözer.

Hiçbir şey konuşulmadan akşam yemeği için sofraya oturulur.

Yemek duası dışında hiçbir şey konuşulmaz, çünkü günahtır.

Ancak yemekten sonra çay, kahve, işte meyva seansı sırasında

dedem günün raporunu alır, herkes ona ne olduğunu ne bittiğini anlatır.

Sonra torunların yatma vakti.

Kız torunları öper, onların saçlarını okşar,

erkeklere asla, elini bile öptürtmez, dokunmaz bile.

Biz tabii hep buna sinir oluruz. Meğer öyle değilmiş, o bizi gece severmiş.

Biz uyurken saçımızı okşarmış. Çünkü erkek çocuk şımarık olmasın,

cıvık olmasın, dermiş.

Sonra başka bir adamla tanıştım.

Cüneyt Gökçer, hocam. Dedemle hemen hemen aynı yaşlardan.

Cüneyt Gökçer, tiyatronun, büyük tiyatronun altında yapılan atölyede,

demir atölyesinde,

teneke bir taç, sarıya boyanmış, altın sarısına, kafasına takmış.

Efendime söyleyeyim, belinde yine atölyede yapılan tahta bir kılıç,

at kılı- kuyruğundan yapılan saçları ve sakalıyla

her akşam sahneye çıkıyor ve "Ben kral, bilmem bilmem kimim!" diye

bağırıp duruyor, ortada çığırtıyor.

Şimdi, kafam iyice karıştı, ne yapmak gerek?

Bir gün Cüneyt Gökçer elinde bir tahta bavulla geldi

bildiğiniz tahta bavul, içini bir açtı,

içinden o güne kadar oynadığı bütün rollerin fotoğrafları.

Krallar oynamış, padişahlar oynamış, profesörler oynamış,

işadamları oynamış, berduşlar oynamış, çeşit çeşit yüzlerce fotoğraf.

O zaman düşünmeye iyice başladım.

Şimdi, ya bu adam gibi yaşlandığımda bile

başka insanlar olmak, sahnede olmak vardı

ya da dedem gibi tek bir tip, tek bir karakter, tek bir insan.

Dedim, "Emek benim değil mi? Benim.

Emeğimi istediğim yere kullanabilir miyim? Evet.

Emek benim silahım mı? O zaman bu iş emek vermeye değer.

Ben bu işi seçiyorum" dedim.

Zaten bizleri belirleyen de yaptığımız seçimler değil mi?

Ve ben o gün oyuncu olmaya karar verdim.

Fiziği ve dedemi bir kenara koyup Cüneyt Gökçer'in peşinden gittim.

Evet şanslıydım, çünkü hem fizik okudum, bilim okudum hem tiyatro okudum,

yani sanat okudum ve bu ikisinin ortak yönü

her zaman çok dikkatimi çekti.

Çok farklı görünebilir ama ikisinin de ortak yolu, çıkış noktası,

ilerleme dinamosu, hep aynı soru: Ya öyle değilse?

Hep bu soru.

Bu soruyu sormak her zaman benim de işimin bir parçası oldu

çünkü bir oyunu oynarken, bir oyunu sahnelerken,

hep bu soru sorarız; ya öyle değilse? Ya başka bir şeyse?

Ama bu soruyu sormak biraz cesaret işi, biraz cesaret ister,

biraz karanlık ister, geleceğe ulaşma arzusuna içinde barındırır.

Ya öyle değilse? Ya öyle değil de, ya dünya düz değil de yuvarlaksa?

Ya öyle değilse? Ya atom parçalanabiliryorsa?

Ya öyle değilse, ya ölüm diye bir şey yoksa?

Ya da zaman sadece bir hayal ve illüzyondan öte ise?

Daha da ileriye gidebiliriz.

Ya yaşadığımız bütün bu hayat bir bilgisayar oyunu ise?

Ya tanrı yoksa?

Bütün bunları sormak gerçekten tehlikeli sulara girmek,

başınızı belaya sokacak sorular demektir.

Ama medeniyetimizi geliştirenler hep bu sorunun peşinden gidenler oldu.

Ya öyle değilse, ya başka bir yolu varsa?

Ya başka bir çözüm, başka bir bakış açısı varsa?

Ya kimsenin aklına gelmeyen o muhteşem fikir, o en iyi fikir,

bir dolabın arkasına düşüp kaldıysa? Evet.

Bundan, bilim adamları yıllarca önce, milyonlarca yıl önce

evrenin oluştuğunu, peşinden dünyanın ve yaklaşık 150 bin yıl sonrada

insan denilen yaratığın dünyaya geldiğini ispat ettiler

ya da iddia ediyorlar.

Insanoğlunun yaptığı tek şey ve ilk şeyse

toprağı sahiplenip birbirini kesmek olmuş.

Mülkiyetle başlayan zorba yönetimlere tarih boyunca karşı gelenlerse

hep bilim insanları, sanatçılar ve devrimciler olmuş.

Hepsi, ya öyle değilse şüphesine sahipmişler.

Sümer'den, Mısır'a, Hipokrat'dan, Euripides'se

İbni Sina'dan, Kopernik'e, Shakespeare'e, Çehov'a, Brecht'e

Da Vinci' ye, Einstein'a, Steve Jobs'a, Aziz Nesin'e kadar

bir sürü bilim insanı, bir sürü filozof, bir sürü sanatçı bu soruyu sormuş:

Ya öyle değilse?

Yeni çözüm yolları üretmenin soru sormaktan geçtiğini

bunlar herhalde çok, çok, çok iyi biliyorlarmış.

Şüphecilik ile paranoyanın, gerçeği aramakla,

komplo teorisi üretmenin arasındaki farkı da çok iyi biliyorlarmış.

Şaşmaz bir güvenle, içsel bir güdüyle

ya öyle değilse sorusunu sormaktan hiç vazgeçmemişler.

Ya öyle değilse sorusunu sormak gerçekten cesaret işidir.

Zaman zaman ağır bedeller ödemek zorunda kalınabilir

ki nitekim de öyle olmuştur.

Çünkü bu soru birçok iktidarı, birçok normu,

birçok yerleşik düzeni kızdıran sorulardır.

Ya öyle değilse?

İnsanlık tarihi bu sorunun yanıtını arayanların

kanlı yazgılarıyla dolu.

Bu sorunun üzerinden felsefe yapmak, bu sorunun üzerinden sanat yapmak,

bilim yapmak gerçekten bazı cezaları göze almak demek.

Sokrates'ı idam edenler, Giordano Bruno'ya işkence yapanlar

Sivas'ta aydınlarımızı yakanlar,

Uğur Mumcu gibi gerçekleri söylemekten, yazmaktan, korkmayan, çekinmeyen,

onlarca insanımızı acımasızca katledenler.

Nazım Hikmet'i, Mandela'yı hapislerde çürütmeye niyetli olanlar

Che Guevara'yı kurşuna dizenler,

Şeyh Bedrettin'i, Pir Sultan Abdal'ı asanlar işte bu sorudan korkanlardır.

Onlar... (Alkış)

...bu soruyu sormaktan korkanlar, gelişmek, ilerlemek,

bilinmezi çözmek istemezler.

Bedeli ne olursa olsun, bu soruyu sormaktan korkmamalıyız.

Gerçekten bu soru hayatımızın dönüm noktasıdır.

Çünkü bir tane hayatımız var, onu da istediğimiz gibi yaşamalıyız.

Sorular soralım, şüpheci olalım, yaratıcı olalım.

Dağın ardında çöl var diyenlere hemen inanmayalım.

Gidip kendimiz görelim, belki de o dağın ardında bir çöl yok.

Yani eğer yoksa da, olsun, spor yapmış oluruz,

dağa tırmanmış oluruz, fena mı?

Belki o dağın ardında gerçekten çöl yok.

Belki bunu bize söyleyen insan o dağa çıktı

ve çıktığında yanlış bir mevsimdi ya da bakar kördü görmedi

ya da bize yalan söylüyor.

O yüzden kendimiz görmekten hiçbir şekilde sakınmayalım.

Çünkü deneyimlemekten kimseye zarar gelmez, evet.

Şüphe gerçekleri ortaya çıkartır, ilerlememizi sağlar.

Eski köye yeni adet getirme, ya da insanın başına ne gelirse

ya meraktan gelir.. ya meraktan gelir'e çok fazla aldırmayalım.

Ya öyle değilse sorusunu sormaktan hiç vazgeçmeyelim.

Çünkü niye? Ya öyle değilse?

Ya öyle değilse? Ya 19 Mayıs'ta Samsun'a çıkan Paşa

vatan haini değilse?

Ya bugün vatan haini diye suçlananlar vatan haini değil de

onları suçlayanlar gerçek vatan haini ise?

Teşekkür ederim.

(Alkış)

Learn languages from TV shows, movies, news, articles and more! Try LingQ for FREE

Ya Öyle Değilse? | Levent Ülgen | TEDxIzmir What if|like that|if it's not||| Was wäre wenn nicht? | Levent Ülgen | TEDxIzmir Levent Ülgen | TEDxIzmir もしそうでなかったら|レヴェント・ウルゲン|TEDxIzmir What if it's not like that? | Levent Ülgen | TEDxIzmir

Çeviri: Nadya Alasad Gözden geçirme: berat güven Translation|Nadya|Alasad|From|review|berat|güven Translation: Nadya Alasad Review: berat güven

Şimdi efendim, jetzt mein Herr| Now|sir الآن يا سيدي، Now, gentlemen,

12 yaşındayken ilkokulu bitirdim. when I was|primary school|I finished أنهيت المرحلة الابتدائية عندما كان عمري 12 عامًا. I finished elementary school when I was 12 years old.

İlkokulu bitirme hediyesi olarak |graduation|gift|as كهدية التخرج للمدرسة الابتدائية As a gift for finishing elementary school

babamdan bir bisiklet istedim. from my father|a|bicycle|I asked سألت أبي عن دراجة. I asked my dad for a bicycle.

Almayacağını biliyorum he/she/it will not take|I know أعلم أنه لن يشتريها I know he won't buy it.

çünkü hem mali durumumuz o kadar iyi değil, because|both|financial|situation|that|much|good|not لأن وضعنا المالي ليس جيدًا، Because our financial situation is not that good,

en azından benim bisikletimi ayıracak bir parası yok, at least|least|my|bicycle|to separate|a|money|is not على الأقل ليس لديه مال لتجنيب دراجتي، at least he doesn't have money to spare for my bicycle,

bir de gergin bir adam, sinirli bir adam. ||nervös||||| a|also|tense|a|man|angry|a|man ورجل عصبي، رجل غاضب. and he's a tense man, an angry man.

Ben yine de cesaretimi topladım, istedim o hediyeyi. "Olur" dedi. I|again|too|my courage|gathered|wanted|that|gift|It will be|said وبعد أن جمعت شجاعتي، أردت هذه الهدية. قال: "حسنًا". I gathered my courage again and asked for that gift. "Okay," he said.

Çok şaşırdım, olur- babamdan böyle bir cümle. Very|I was surprised|it happens|from my father|such|a|sentence أنا مندهش للغاية، حسنًا- جملة كهذه من والدي. I was very surprised, 'okay' - a sentence like that from my father.

"Olur ama şöyle yapalım", dedi, "Yan tarafta bir inşaat var. It will be fine|but|like this|let's do|he said|Next|to|a|construction|there is قال: "حسنًا ، لكن لنقم بذلك"، يوجد مبنى مجاور. "Okay, but let's do it this way," he said, "There is a construction site next door. Sen orada git kendine bir iş bul, çalış. You|there|go|for yourself|a|job|find|work اذهب إلى هناك، أجد لنفسك وظيفة، أعمل. You go there, find yourself a job, and work.

Para biriktir, üstünü ben tamamlayayım, alalım bisikleti" dedi. Money|save|the rest|I|will complete|let's buy|the bicycle|said وفر المال، أنا سأكمله، وسنشتري الدراجة" Save up money, and I'll cover the rest, let's buy the bike," he said.

Herhalde bir eşek şakası bu! Yani arkadaşlarım yazın top oynayacak probably|a|donkey|joke|this|So|my friends|in summer|soccer ball|will play ربما هذه مزحة! أي سوف يلعبوا أصدقائي الكرة في الصيف This must be a joke! I mean, my friends will be playing soccer in the summer.

gezecek, edecek, oynayacaklar, will walk|will eat|they will play سيزوروا، يفعلوا، سيلعبوا، They will be hanging out, doing things, playing,

ben orada çalışacağım! I|there|will work أنا سوف أعمل هناك! and I will be working there!

Ama sırf inattan sabaha kadar ağladım. But|just||until morning|for|I cried ولكن فقط بسبب العناد بكيت حتى الصباح. But I cried all night out of stubbornness.

Sabah kalktım, "Tamam" dedim "Çalışacağım. In the morning|I woke up|Okay|I said|I will study استيقظت في الصباح، قلت: "حسناً ، أنا سأعمل. I woke up in the morning and said, "Okay, I'll work."

Çalışacağım." Gittim hemen inşaatın müteahhidi ile konuştum. ||||Bauunternehmer|| I will work|I went|immediately|construction's|contractor|with|I talked سأعمل." ذهبت على الفور تحدثت مع مقاول البناء. "I will work." I immediately went and talked to the contractor of the construction.

Dedi "Bir yarın gel bakalım, sana ne gibi bir iş buluruz?" dedi. He said|One|tomorrow|come|let's see|to you|what|kind of|a|job|we find|he said قال: "تعال غدا ما نوع العمل الذي سنجده لك؟ He said, "Come tomorrow, let's see what kind of job we can find for you."

Ertesi gün gittiğimde The next|day|when I went عندما ذهبت في اليوم التالي When I went the next day,

elimde bir kova kireç, sönmüş kireç, bir tane fırça. I have|a|bucket|lime|slaked|lime|one|piece|brush لدي دلو من الجير، الجير المطحون، فرشاة واحدة. I had a bucket of lime, slaked lime, and a brush.

Bir ustanın yanına verdiler beni. Ben yan taraftaki 4 katlı A|master's|beside|they gave|me|I|next|to the side|story أعطوني بجانب سيد. كنت أبطن المبنى المجاور They assigned me to a master. I was next to the 4-story building.

8 daireli apartmana astar çekiyordum, ||Verkleidung| apartment|to the apartment|primer|I was applying المكون من 4 طوابق و 8 شقق، I was applying a primer to an 8-apartment building,

o çocuk halimle ve tabii boyum bir yerlere yetişmiyor, that|child|with my condition|and|of course|my height|one|to places|doesn't reach مع حالتي كطفل وبالطبع طولي لا يلحق في مكان ما، with my childlike self and of course my height not reaching certain places,

gözüme kireçler kaçıyor, into my eye|lime particles|are getting in الجير يدخل في عيني، lime gets into my eyes,

gözlerim şiş, kan çanağı gibi. Yani her gün akşam, ||Blut|Blutgefäß||||| my eyes|swollen|blood|shot|like|So|every|day|evening عيني منتفخة، مثل الدماء. لذلك كل مساء، my eyes are swollen, like bloodshot. So every evening,

annem ağlayarak pansumanlar yapıyor. ||Verbände anlegen| my mother|crying|dressings|does أمي تبكي وهي تضمد. my mother is crying while doing dressings.

Babamın umurunda değil, çalışsın öğrensin diyor. My father|cares|not|he should study|he should learn|says أبي لا يهتم، يقول دعه يعمل ويتعلم. My father doesn't care, he says let him work and learn.

Bak ne güzel çalışıyor, diyor. Look|how|beautifully|he/she/it works|he/she says يقول انظر كيف يعمل بشكل جيد. Look how nicely he is working, he says.

Bütün bir yaz, ben o apartmanın astarını çektim whole|a|summer|I|that|apartment's|lining|pulled طوال الصيف، قمت بسحب التمهيدي لتلك الشقة I spent the whole summer pulling the lining of that apartment

o usta ile beraber, bayağı bir çalıştım. that|master|with|together|quite|a|I worked وعملت كثيرا مع هذا السيد. working quite a lot with that master.

Sonra iş bitti, müteahhide gittim. Then|work|finished|to the contractor|I went ثم انتهت من العمل، ذهبت إلى المقاول. Then the job was done, I went to the contractor.

Dedim ki "Ben paramı istiyorum." "Tabii" dedi, paramı verdi. I said|that|I|my money|want|Of course|he said|my money|he gave قلت، "أريد أموالي". قال، "بالتأكيد"، أعطاني أموالي. I said, "I want my money." "Of course," he said, and gave me my money.

Oho, bisiklet parası çıkmış. Harika! Babama bile ihtiyaç yok, Oh wow|bicycle|money|has come out|Great|to my dad|even|need|there is none أوه، خرج مال الدراجة. عظيم! أنا لا أحتاج حتى والدي، Wow, I've got enough for a bicycle. Great! I don't even need my dad,

o bisikleti alırım. that|bicycle|I will buy سأشتري تلك الدراجة. I'll buy that bicycle myself.

Akşam babamın gelmesini bekledim, büyük bir vapurla. Evening|my father's|arrival|I waited|large|a|by ferry في المساء انتظرت أن يأتي والدي، مع عبارة كبيرة. I waited for my dad to come in the evening, on a big ferry.

"Al" dedim, "Param hazır, yarın gidip bisikleti alacağız." Take|I said|My money|ready|tomorrow|going to|the bike|we will buy قلت، "هنا". "أموالي جاهزة، سنذهب لشراء الدراجة غدًا." "Here," I said, "I have my money ready, we'll go buy the bicycle tomorrow."

O kadar eminim ki şimdi "Alalım alalım da" dedi I|so|am sure|that|now|Let's take|take|too|said كنت متأكد جدا الآن قال: "لنأخذها، لنشتريها ولكن" I am so sure that now they said, "Let's get it, let's get it."

"Yaz tatili bitti. Okul açılacak, kar, kış, yağmur, çamur. Summer|vacation|ended|School|will open|snow|winter|rain|mud "العطلة الصيفية انتهت. المدرسة ستفتح، ثلج، شتاء، مطر، طين. "The summer vacation is over. School will open, snow, winter, rain, mud.

Sen bu bisiklete binemezsin... yani. You|this|to the bicycle|cannot ride|I mean أنت لن تتمكن من ركوب هذه الدراجة... لذلك. You can't ride this bike... I mean.

En iyisi biz bu parayla önümüzdeki yıl alalım." The|best|we|this|with money|next|year|should buy من الأفضل أن نشتريها بهذا المال في العام المقبل ". It's best if we buy it with this money next year."

Anladım ki o bisikleti bana aldırmayacak, I understood|that|he|bicycle|to me|will not make me buy فهمت أنه لن أشتري تلك الدراجة، I realized that they wouldn't let me get that bike,

yani ben parayı biriktirdiğim halde bana aldırmayacak so|I|the money|I saved|although|to me|will not care لذلك على الرغم من أنني وفرت المال لن يشتروها لي so even though I saved money, they won't let me have it.

ve sinirden ağlamaya başladım ama dedi "Dur!". and|from anger|to cry|I started|but|he/she said|Stop وبدأت في البكاء من الغضب لكنه قال "توقف!" and I started crying out of anger, but they said, "Stop!".

"Bütün yaz boyu çalıştın, yani bu kadar emek verdin. All|summer|long|you worked|so|this|much|effort|you gave "لقد كنت تعمل طوال الصيف، أي عملت بجد. "You worked all summer, so you put in this much effort.

"Şöyle yapalım" dedi. "Para senin, like this|let's do|he said|Money|yours قال، "دعونا نفعل هكذا". "المال لك، "Let's do this," they said. "The money is yours,

bu parayla istediğin şeyi alabilirsin" dedi. this|with money|your desired|thing|you can buy|he/she said يمكنك شراء ما تريد بهذه الأموال ". you can buy whatever you want with this money," they said.

Para benim, istediğim şeyi alabilirim, harika! Çok hoşuma gitti, Money|mine|I want|thing|I can buy|great|very|to me|liked يمكنني الشراء على ما أريد، عظيم! أعجبني هذا كثيرا، The money is mine, I can buy whatever I want, great! I really liked it,

istediğim her şey, her şey. everything I want|every|thing|every|thing كل ما أريد، كل شيء. everything I want, everything.

İlk hafta sonu Kızılay, Ankaralılar bilir, Ülke Alan Pasajın'daydık, |week|end|Kızılay|people from Ankara|know|Country|Alan|we were at the Passage عطلة نهاية الأسبوع الأولى Kizilay، ناس أنقرة يعرفوا، كنا في ممر Ülkealan، The first weekend we were at Kızılay, as the people of Ankara know, we were at the Ülke Alan Passage,

kendime çok güzel bir forma aldım, bir şort, tozluklar lastikli, ||||Sportanzug||||| to myself|very|beautiful|a|jersey|I bought|a|shorts|shin guards|elastic لقد اشتريت لنفسي زيا جميلًا جدًا، شورتًا، طماق مطاطية، I bought myself a very nice jersey, a pair of shorts, elastic leg guards,

kramponlar çivili ve bir de deriden bir futbol topu. Stollen|mit Stollen||||||| the cleats|with spikes|and|a|also|made of leather|a|soccer|ball مرابط شائكة وكذلك كرة قدم مصنوعة من الجلد. spiked cleats, and a leather football.

Şimdi küçümsemeyin çünkü o dönemlerde deriden futbol topu almak, Now|don't underestimate|because|that|in those times|leather|soccer|ball|to buy الآن، لا تقلل من شأن ذلك لأن الحصول على كرة القدم من الجلد في ذلك الوقت، Now don't underestimate it because getting a leather football back then,

hele bizim gibi böyle dar gelirli aileler için müthiş bir şey. especially|our|like|such|tight|income|families|for|amazing|one|thing شيء رائع خاصة بالنسبة للأسر ذات الدخل المنخفض مثلنا. especially for families like ours with limited income, was an amazing thing.

Ve mahalleye geldiğimde mahallenin kralı benim çünkü topum var. And|to the neighborhood|when I arrived|the neighborhood's|king|my|because|ball|is وعندما أتيت إلى الحي، أنا ملك الحي لأن لدي كرة. And when I came to the neighborhood, I was the king of the neighborhood because I had the ball.

O topla istediğim takımı ben kurabilirim, istediğim takım benim olur. That|with the ball|I want|team|I|can build|I want|team|my|will be يمكنني إعداد الفريق الذي أريده بهذه الكرة، والفريق الذي أريده هو سيصبح فريقي. With that ball, I could form any team I wanted, that team would be mine.

Top bende, güç bende. Ve ben o yaz işte, o yaz boyunca, emeği tanıdım. The ball|is with me|strength|is with me|And|I|that|summer|just|that|summer|throughout|hard work|I recognized لدي الكرة، لدي القوة. وهذا الصيف، ذلك الصيف، أدركت الجهد. The ball is with me, the power is with me. And that summer, during that summer, I got to know hard work.

Emeğin ne olduğunu anladım, emeğimin gücünü fark ettim. Your labor|what|it|I understood|my labor|power|| أدركت ما هو الجهد، أدركت قوة جهدي. I understood what labor is, I realized the power of my labor.

Bu çok hoşuma gitti, gerçekten. This|very|to my liking|went|really أنا حقا أحببت ذلك، حقا. I really liked this.

Yıllar sonra babam öldüğünde ama yıllar yıllar sonra, Years|later|my father|when he died|but|years|years|later عندما توفي والدي بعد سنوات، ولكن بعد سنوات عديدة، Years later when my father died, but many years later,

annem itiraf etti; babam o bisikleti bana özellikle almamış, my mother|confessed|she|my father|that|bicycle|to me|especially|had not bought اعترفت والدتي؛ والدي لم يشتري لي تلك الدراجة، my mother confessed; my father did not buy that bicycle for me specifically,

özellikle aldırmamış. especially|didn't care لم يشتريها خاصة لي. he did not have it bought for me specifically.

Çünkü yine Ankara'yı bilenler bilir, Because|again|Ankara|those who know|know لأن أولئك الذين يعرفون أنقرة يعرفون أن Because those who know Ankara know,

Dikmen, Ankara'nın Dikmeni çok dik bir yerdedir, çok yokuştur. Dikmen||||steil|||| Dikmen|Ankara's|Dikmen|very|steep|a|is located|very|hilly Dikmen أنقرة في مكان شديد الانحدار، منحدر جدا. Dikmen is a very steep place in Ankara, it has a lot of slopes.

Dermiş ki hep anneme- öyle değilmiş yani- He said|that|always|to my mother|like that|wasn't|I mean قال دائما لأمي - أي ليس كهذا - My mother used to say - it wasn't like that -

"Hanım" dermiş "Ben bu oğlana bu bisikleti alırsam, Ma'am|would say|I|this|boy|this|bicycle|if I buy "سيدة" كان يقول: "إذا اشتريت لهذا الصبي هذه الدراجة، "Madam," she would say, "If I buy this bicycle for this boy,

bu oğlan deli, bu oğlan yaramaz. this|boy|crazy|||naughty هذا الفتى مجنون، هذا الفتى شقي. this boy is crazy, this boy is naughty."

O yokuştan aşağı inmeye kalkar, He|from the hill|down|to walk|attempts سيحاول أن يذهب إلى أسفل المنحدر، He tries to go down that slope,

gider orada kamyonun altında kalır, ölür mölür, başıma bela olur. he goes|there|truck|under|stays|he dies|he dies|to me|trouble|becomes يذهب هناك، يبقى تحت شاحنة، يموت، سيكون مشكلة بالنسبة لي. he ends up under the truck there, dies or something, becomes a trouble for me.

Ben ağlayacağıma, bırak bisikleti yok diye o ağlasın" dermiş. I|will cry|let|the bike|not having|so|he|should cry|he would say كان يقول "بدلاً أن أبكي، دعه هو يبكي من دون دراجة." Instead of crying, I would say, 'Let him cry because he doesn't have a bike.'

Dolayısıyla benim hiç bisikletim olmadı ama ben o yaşımda emeği öğrendim Therefore|my|ever|bicycle|didn't have|but|I|that|at that age|hard work|learned وبالتالي لم يكن لديّ تلك الدراجة لكنني تعلمت المخاض في هذا العمر Therefore, I never had a bike, but at that age, I learned the value of hard work,

emeğimin kıymetini, değerini öğrendim, emeğimin gücünü öğrendim. my labor|value|worth|I learned|my labor|strength|I learned لقد تعلمت قيمة وأهمية جهدي، لقد تعلمت قوة جهدي. I learned the worth of my effort, I learned the power of my labor.

O günden beri de, en değerli şeyim emeğim, That|from day|since|too|most|valuable|thing|my effort منذ ذلك الحين، أعز ما لدي هو مخاضي، Since that day, my most valuable thing is my effort,

elimdeki tek silah emeğim. the only in my hand|only|weapon|my effort مخاضي هو السلاح الوحيد الذي لدي. the only weapon I have is my effort.

(Alkış) Applause (تصفيق) (Applause)

Sonra üniversite yılları başladı. Bir taraftan fizik okuyorum, bilim yani. Then|university|years|started|One|on one hand|physics|I study|science|I mean ثم بدأت سنوات الجامعة. من ناحية أدرس الفيزياء، أي علم. Then the university years began. On one hand, I am studying physics, which is science.

Öbür taraftan tiyatro ile uğraşıyorum, sanat yani. Other|from|theater|with|I am involved|art|I mean من ناحية أخرى أنا أتعامل مع المسرح، أي الفن. On the other hand, I am dealing with theater, which is art.

Ama kafam karışık, hem de çok karışık. But|my mind|confused|both|also|very|confused ولكن أنا في حيرة من أمري، في حيرة كبيرة. But my mind is confused, very confused.

Sanatçı mı olacağım, bilimci mi olacağım, fizikçi mi olacağım? Artist|question particle|will I be|scientist|question particle|will I be|physicist|question particle|will I be هل سأكون فنانا أو عالما؟ هل سأكون فيزيائيا؟ Will I be an artist, a scientist, or a physicist?

Fizikçi olsam ne iş yapacağım? Physicist|if I were|what|job|I would do ماذا أفعل إذا كنت فيزيائيًا؟ If I become a physicist, what will I do?

sanatçı olsam, oyuncuların hali ortada. artist|if I were|actors'|condition|evident لو أكون فنانا، فإن حالة الممثلين واضحة. If I become an artist, the situation of the actors is clear.

Kafam çok, çok, çok karışık, ne yapacağımı bilemiyorum. My mind|very|||confused|what|I will do|I don't know أنا مرتبك جدًا، لم أعرف ماذا سأفعل. My mind is very, very, very confused, I don't know what to do.

Bu arada, benim bir dedem var. This|in the meantime|my|one|grandfather|has بالمناسبة، لدي جد. By the way, I have a grandfather.

Kendisinin ağzından bir tek bile Kürtçe kelime duymadım his|from mouth|one|single|even|Kurdish|word|I did not hear لم أسمع ولا حتى كلمة كردية واحدة من فمه I have never heard a single Kurdish word from him.

ama lakabı 'Kürt Hasan', Güneydoğu'dan kağnı ile gelmişler. |Spitzname|||||| but|nickname|Kurdish|Hasan|from the Southeast|ox cart|with|they have come لكن اللقب "حسن الكردي"، جاؤوا من الجنوب الشرقي مع عربة المزارع. But his nickname is 'Kurd Hasan', they came from the Southeast with a cart.

o yüzden olsa gerek; Kürt Hasan ama bir tane Kürtçe kelime duymadım. that|reason|would be|necessary|Kurdish|Hasan|but|one|single|Kurdish|word|I haven't heard لذلك يجب أن يكون؛ حسن الكردي لكني لم أسمع كلمة كردية واحدة. I guess that's why; Kurd Hasan but I haven't heard a single Kurdish word.

Kürt Hasan gördüğünüz gibi bir kamyon şoförü Kurdish|Hasan|you see|like|a|truck|driver كما ترون حسن الكردي سائق شاحنة As you can see, Kurd Hasan is a truck driver.

ilkokul mezunu bile değil ama mesleğin de hayranı, mesleğine aşık. primary school|graduate|even|not|but|your profession|also|admirer|to your profession|in love إنه ليس حتى خريج مدرسة ابتدائية، لكنه أيضًا معجب بمهنته ويحب مهنته. Not even a primary school graduate, but a fan of the profession, in love with his job.

Her sefer bittiği zaman, Every|trip|ends|time في كل مرة عندما ينتهي Every time it ends,

o kamyonunun motorunun son vidasına kadar temizler, that|truck's|engine's|last|screw|until|cleans ينظف حتى المسمار الأخير من محرك الشاحنة، he cleans it down to the last screw of that truck's engine,

gıcır gıcır yapar. ||makes يجعله جديد تماماً. makes it squeaky clean.

Asla çocuklarını ve torunlarını kamyonunun yanına yanaştırmaz Never|his children|and|his grandchildren|of his truck|next to|allows to approach لم يترك أبناءه وأحفاده بالقرب من شاحنته He never lets his children and grandchildren get close to his truck.

çünkü "Sizler okuyacaksınız, because|You (plural)|will read لأن "أنتم سوف تدرسوا،" because "You will read,

benim gibi kamyon şoförü olmayacaksınız" der. my|like|truck|driver|you will not be| يقول "لن تكونوا سائق شاحنة مثلي". you will not be a truck driver like me" he says.

Ama her akşam garajdan eve gelirken pırıl pırıl giyinir; But|every|evening|from the garage|home|while coming|||dresses لكن كل مساء عندما يعود إلى المنزل من المرآب، يرتدي ملابس زاهية؛ But every evening when he comes home from the garage, he dresses up neatly;

takım elbisesi, ayağında pileli duble paça pantolonu, |||pleated||| suit|his/her dress|on his/her feet|pleated|double|leg|pants دعوى، في الأسفل سروال مزدوج الساق مطوي، a suit, pleated double-pleated pants on his feet, sonuna kadar bağlanmış gömleği to the end|until|buttoned|shirt قميصه مقيد للنهاية a shirt fully buttoned up.

üzerinde kaşkolu, kasketi ya da fötr şapkası, |Schal|Kappe|||Fedorahut| wearing|with a scarf|his cap|or|also|felt|his hat فوقه وشاح، قبعة أو فيدورا، with his scarf, cap or fedora,

mevsimine göre pardesüsü, paltosu ||Mantel| according to the season|to|overcoat|coat معطف وفقا للموسم his overcoat or coat according to the season

ve gıcır gıcır parlayan iskarpinleriyle eve gelir. ||||mit den High Heels|| and|squeaky||shining|with his/her dress shoes|home|he/she comes ويأتي إلى المنزل مع أحذيته اللامعة. and his shiny, squeaky high heels comes home.

Eve gelir gelmez hemen annem paltosunu alır, home|he/she arrives|does not|immediately|my mother|her coat|takes بمجرد وصوله إلى المنزل، تأخذ أمي معطفه على الفور، As soon as he arrives home, my mother takes his coat,

dayılarım kaşkolunu kasketini alır, anneannem ayakkabılarının bağını çözer. my uncles|his scarf|his cap|takes|my grandmother|her shoes|laces|unties أخوالي يخلعوا قبعته ووشاحه، جدتي تفك حذاءه. my uncles take his scarf and cap, and my grandmother unties his shoelaces.

Hiçbir şey konuşulmadan akşam yemeği için sofraya oturulur. Nothing|thing|without talking|dinner|meal|for|to the table|is seated دون التحدث عن أي شيء يجلس لتناول العشاء. Nothing is said as everyone sits down for dinner.

Yemek duası dışında hiçbir şey konuşulmaz, çünkü günahtır. Meal|prayer|except|no|thing|is spoken|because| لا يتحدث أي شيء إلا في الصلاة الطعام، لأنه خطيئة. Nothing is discussed except for the meal prayer, because it is a sin.

Ancak yemekten sonra çay, kahve, işte meyva seansı sırasında ||||||Obst|| But|from the meal|after|tea|coffee|during|fruit|session|during ومع ذلك، بعد العشاء يتلقى جدي تقرير اليوم أثناء جلسات الشاي والقهوة والفواكه However, after the meal during the tea, coffee, and fruit session,

dedem günün raporunu alır, herkes ona ne olduğunu ne bittiğini anlatır. my grandfather|day's|report|receives|everyone|to him|what|happened|what|finished|explains ويخبره الجميع بما حدث وما انتهى. my grandfather receives the day's report, and everyone tells him what happened and what was finished.

Sonra torunların yatma vakti. Then|your grandchildren's|bedtime|time ثم يذهب الأحفاد إلى السرير. Then it's time for the grandchildren to go to bed.

Kız torunları öper, onların saçlarını okşar, The girl|grandchildren|kisses|their|hair|strokes يقبل الحفيدات، يداعب شعرهم She kisses her granddaughters, caresses their hair,

erkeklere asla, elini bile öptürtmez, dokunmaz bile. to men|never|his hand|even|lets kiss|doesn't touch|even إنه لا يجعل الرجال يقبلون يديه، ولم يمسهم أبدًا. but never lets boys even kiss her hand, she doesn't even touch them.

Biz tabii hep buna sinir oluruz. Meğer öyle değilmiş, o bizi gece severmiş. We|of course|always|to this|angry|become|it turns out|that way|it wasn't|he|us|at night|loved نحن دائما ننزعج حيال ذلك. تبين أنه لم يكن كذلك، هو كان يحبنا في الليل. Of course, we always get angry about this. It turns out it wasn't like that, she loved us at night.

Biz uyurken saçımızı okşarmış. Çünkü erkek çocuk şımarık olmasın, We|while sleeping|our hair|would stroke|Because|boy|child|spoiled|would not be هو داعب شعرنا بينما ننام. يقول، كي لا يكون الصبي مدللا While we were sleeping, she would caress our hair. Because she said a boy shouldn't be spoiled,

cıvık olmasın, dermiş. runny|shouldn't be|he/she said كي لا يفسد. he shouldn't be sissy.

Sonra başka bir adamla tanıştım. Then|another|one|with a man|I met ثم قابلت رجلاً آخر. Then I met another man.

Cüneyt Gökçer, hocam. Dedemle hemen hemen aynı yaşlardan. Cüneyt|Gokcer|my teacher|with my grandfather|almost|immediately|same|ages جونيت غوكجر، أستاذي. تقريبا نفس عمر جدي. Cüneyt Gökçer, my teacher. Almost the same age as my grandfather.

Cüneyt Gökçer, tiyatronun, büyük tiyatronun altında yapılan atölyede, |||||||Werkstatt Cüneyt|Gökçer|of the theater|great|theater|under|held|in the workshop جونيت غوكجر يرتدي على رأسه تاج من الصفيح، مطلي باللون الأصفر، ذهبي، Cüneyt Gökçer, in the workshop held under the theater, the great theater,

demir atölyesinde, iron|in the workshop تحت المسرح الكبير in the iron workshop,

teneke bir taç, sarıya boyanmış, altın sarısına, kafasına takmış. ||Krone|||||| tin|a|crown|yellow|painted|gold||on his head|had worn في ورشة العمل، ورشة عمل للحديد. wore a tin crown, painted yellow, golden yellow, on his head.

Efendime söyleyeyim, belinde yine atölyede yapılan tahta bir kılıç, to my master|I should tell|on his waist|again|in the workshop|made|wooden|a|sword اسمحوا لي أن أقول سيدي، هناك سيف خشبي في ورشته مرة أخرى، Let me tell you, he has a wooden sword made in the workshop at his waist,

at kılı- kuyruğundan yapılan saçları ve sakalıyla horse|hair|from its tail|made|its hair|and|with its beard كل مساء يطلع على المنصة مع شعره ولحيته المصنوعين من ذيل حصان with hair and a beard made from horse tail,

her akşam sahneye çıkıyor ve "Ben kral, bilmem bilmem kimim!" diye every|evening|to the stage|goes out|and|I|king|I don't know|I don't know|who I am| يواصل الصراخ في الوسط قائلاً he goes on stage every evening and shouts, "I am the king, I don't know who I am!"

bağırıp duruyor, ortada çığırtıyor. shouting|keeps|in the middle| "أنا الملك، لا أعرف من أنا!" he keeps yelling and making a fuss.

Şimdi, kafam iyice karıştı, ne yapmak gerek? Now|my mind|completely|got confused|what|to do|necessary الآن، أنا مرتبك، ماذا علي أن أفعل؟ Now, my head is completely confused, what should I do?

Bir gün Cüneyt Gökçer elinde bir tahta bavulla geldi One|day|Cüneyt|Gökçer|in his hand|a|wooden|suitcase|came في أحد الأيام، جاء Cüneyt Gökçer مع حقيبة خشبية One day, Cüneyt Gökçer came with a wooden suitcase.

bildiğiniz tahta bavul, içini bir açtı, the one you know|wooden|suitcase|its inside|one|opened تعرفوا حقيبة خشبية، فتح ما في الداخل، You know, a wooden suitcase, he opened it,

içinden o güne kadar oynadığı bütün rollerin fotoğrafları. from within|that|day|until|he/she/it played|all|roles|photographs صور لجميع الأدوار التي لعبها إلى ذلك اليوم. and inside were all the photos of the roles he had played up to that day.

Krallar oynamış, padişahlar oynamış, profesörler oynamış, Kings|have played|sultans|have played|professors|have played مثل الملوك، السلاطين، الأساتذة، Kings had played, sultans had played, professors had played,

işadamları oynamış, berduşlar oynamış, çeşit çeşit yüzlerce fotoğraf. businessmen|have played|drunks|have played|various|various|hundreds|photographs مثل رجال أعمال ومتشردين، ومئات الصور. businessmen had played, drunks had played, hundreds of various faces.

O zaman düşünmeye iyice başladım. That|time|to think|thoroughly|I started ثم بدأت أفكر جيدا في حينها. Then I really started to think.

Şimdi, ya bu adam gibi yaşlandığımda bile Now|or|this|man|like|when I grow old|even الآن، كان علي أن أكون على خشبة المسرح، كوني أشخاص آخرين Now, even when I grow old like this man,

başka insanlar olmak, sahnede olmak vardı other|people|to be|on stage|to be|there were حتى عندما أصبحت أكبر سناً مثل هذا الرجل there was being other people, being on stage,

ya da dedem gibi tek bir tip, tek bir karakter, tek bir insan. or|also|my grandfather|like|single|one|type|single|one|character|single|one|person أو نوع واحد، شخصية واحدة، شخص واحد، مثل جدي. or being a single type, a single character, a single person like my grandfather.

Dedim, "Emek benim değil mi? Benim. I said|effort|mine|not|question particle|my قلت، "أليس منجم العمل لي؟ إنه لي. I said, "Isn't effort mine? It is mine.

Emeğimi istediğim yere kullanabilir miyim? Evet. My effort|I want|place|can use|I question particle|Yes هل يمكنني استخدام المخاض الخاص بي أينما أريد؟ أجل. Can I use my effort wherever I want? Yes.

Emek benim silahım mı? O zaman bu iş emek vermeye değer. Effort|my|weapon|question particle|That|time|this|job|effort|to give|worth هل العمل سلاحي؟ ثم هذه المهمة تستحق الجهد المبذول. Is effort my weapon? Then this job is worth putting in effort.

Ben bu işi seçiyorum" dedim. I|this|job|choose|I said قلت "اخترت هذه الوظيفة ". I said, "I choose this job."

Zaten bizleri belirleyen de yaptığımız seçimler değil mi? already|us|determining|also|our|choices|not|question particle الخيارات التي اتخذناها تحددنا بالفعل أليس كذلك؟ Aren't our choices what define us?

Ve ben o gün oyuncu olmaya karar verdim. And|I|that|day|actor|to be|decision|gave وقررت أن أكون ممثل في ذلك اليوم. And that day, I decided to become an actor.

Fiziği ve dedemi bir kenara koyup Cüneyt Gökçer'in peşinden gittim. Physics|and|my grandfather|one|aside|putting|Cüneyt|Gökçer's|after|I went أنا وضعت الفيزياء وجدي جانبا وذهبت وراء Cüneyt Gökçer. I set aside physics and my grandfather and followed Cüneyt Gökçer.

Evet şanslıydım, çünkü hem fizik okudum, bilim okudum hem tiyatro okudum, Yes|I was lucky|because|both|physics|I studied|science|I studied|both|theater|I studied نعم، كنت محظوظًا لأنني درست الفيزياء، درست العلم ودرست المسرح Yes, I was lucky because I studied both physics and science as well as theater,

yani sanat okudum ve bu ikisinin ortak yönü so|art|I studied|and|this|both of them|common|aspect أي الفن، والجانب المشترك لهذين which means I studied art, and the common aspect of these two,

her zaman çok dikkatimi çekti. it|time|very||attracted لفت انتباهي دائمًا. has always caught my attention.

Çok farklı görünebilir ama ikisinin de ortak yolu, çıkış noktası, Very|different|may seem|but|both of them|also|common|path|starting|point قد يبدو مختلفًا تمامًا، لكن لكل منهما مسار مشترك ونقطة انطلاق، They may seem very different, but the common path, the starting point of both,

ilerleme dinamosu, hep aynı soru: Ya öyle değilse? progress|dynamo|always|same|question|What if|that|isn't دينامو التقدم، دائما نفس السؤال: ماذا لو لم يكن كذلك؟ the progress dynamo, always the same question: What if it isn't?

Hep bu soru. always|this|question دائماً هذا السؤال. Always this question.

Bu soruyu sormak her zaman benim de işimin bir parçası oldu This|question|to ask|always|time|my|also|work|a|part|has been طرح هذا السؤال كان دائمًا جزءًا من عملي Asking this question has always been a part of my job too.

çünkü bir oyunu oynarken, bir oyunu sahnelerken, because|a|game|while playing|a|game|while staging لأنه عندما نمثل، عندما نعرض تمثيل، because when playing a game, when staging a game,

hep bu soru sorarız; ya öyle değilse? Ya başka bir şeyse? always|this|question|we ask|what if|that way|is not|what if|another|one|thing فإننا نطرح هذا السؤال دائمًا؛ ماذا لو لم يكن كذلك؟ ماذا لو كان شيء آخر؟ we always ask this question; what if it isn't? What if it's something else?

Ama bu soruyu sormak biraz cesaret işi, biraz cesaret ister, But|this|question|to ask|a little|courage|matter|a little|courage|requires ولكن لطرح هذا السؤال، فإنه يتطلب بعض الشجاعة But asking this question requires a bit of courage, it takes a bit of courage,

biraz karanlık ister, geleceğe ulaşma arzusuna içinde barındırır. a little|darkness|wants|to the future|reaching||within|harbors يتطلب بعض الظلام، يجسد الرغبة في الوصول إلى المستقبل. it requires a bit of darkness, it harbors the desire to reach the future.

Ya öyle değilse? Ya öyle değil de, ya dünya düz değil de yuvarlaksa? What if|like that|isn't|What if|like that|isn't|but|what if|world|flat||but|is round ماذا لو لم يكن الأمر كذلك؟ أو إذا كان العالم غير مستوٍ أو مستدير؟ What if it's not like that? What if the world is not flat but round?

Ya öyle değilse? Ya atom parçalanabiliryorsa? What if|like that|if it's not|What if|atom|can be split ماذا لو لم يكن كذلك؟ ماذا لو تنهار الذرة؟ What if it's not like that? What if atoms can be split?

Ya öyle değilse, ya ölüm diye bir şey yoksa? Or|like that|if it isn't|or|death|called|a|thing|if there isn't ماذا لو لم يكن هناك شيء مثل الموت؟ What if it's not like that, what if there is no such thing as death?

Ya da zaman sadece bir hayal ve illüzyondan öte ise? Or|but|time|only|a|dream|and|from illusion|beyond|if أو إذا كان الوقت أكثر من مجرد حلم ووهم؟ Or is time just beyond a dream and an illusion?

Daha da ileriye gidebiliriz. further|also|forward|we can go يمكننا الذهاب أبعد من ذلك. We can go even further.

Ya yaşadığımız bütün bu hayat bir bilgisayar oyunu ise? What if|we live|all|this|life|a|computer|game|if ماذا لو كانت كل هذه الحياة التي نعيشها هي لعبة كمبيوتر؟ What if all this life we are living is a computer game?

Ya tanrı yoksa? what if|god|doesn't exist ماذا لو لم يكن هناك إله؟ What if there is no god?

Bütün bunları sormak gerçekten tehlikeli sulara girmek, All|these|to ask|really|dangerous|waters|to enter طرح كل هذه الأسئلة يعني حقا دخول المياه الخطرة، Asking all these questions really means entering dangerous waters,

başınızı belaya sokacak sorular demektir. your head|trouble|will get into|questions|mean والوقوع في مشكلة. it means questions that will get you into trouble.

Ama medeniyetimizi geliştirenler hep bu sorunun peşinden gidenler oldu. |unsere Zivilisation||||||| But|our civilization|those who developed|always|this|question|after|those who pursued|were لكن أولئك الذين طوروا حضارتنا كانوا دائما أولئك الذين تابعوا هذا السؤال. But those who have developed our civilization have always been the ones who pursued this question.

Ya öyle değilse, ya başka bir yolu varsa? Or|like that|if not|or|another|one|way|if there is ماذا لو لم يكن كذلك، ماذا لو كان هناك طريقة أخرى؟ What if it’s not like that, what if there is another way?

Ya başka bir çözüm, başka bir bakış açısı varsa? Or|another|one|solution|another|one|perspective|angle|if there is ماذا لو كان هناك حل آخر، وجهة نظر أخرى؟ What if there is another solution, another perspective?

Ya kimsenin aklına gelmeyen o muhteşem fikir, o en iyi fikir, Or|no one's|to mind|coming|that|magnificent|idea|that|the|best|idea ماذا لو سقطت الفكرة العظيمة التي لم يفكر بها أحد من قبل، What if that magnificent idea, that best idea, is something no one has thought of?

bir dolabın arkasına düşüp kaldıysa? Evet. a|wardrobe|behind|falling|if it stayed|Yes وأفضل فكرة، وراء خزانة؟ أجل. What if it fell and got stuck behind a cabinet? Yes.

Bundan, bilim adamları yıllarca önce, milyonlarca yıl önce from this|science|scientists|for years|ago|millions of|year|ago من هذا، يعتقد العلماء أن الكون قد تشكل قبل سنوات، منذ ملايين السنين، From this, scientists proved years ago, millions of years ago

evrenin oluştuğunu, peşinden dünyanın ve yaklaşık 150 bin yıl sonrada universe|formed|afterwards|earth|and|approximately|thousand|year|later وبعد ذلك العالم، وأثبتوا أنه بعد that the universe was formed, followed by the Earth, and about 150 thousand years later,

insan denilen yaratığın dünyaya geldiğini ispat ettiler human|called|creature|to the world|was born|proved|they حوالي 150,000سنة وُلد المخلوق البشري the creature called human came to the world.

ya da iddia ediyorlar. or|also|claim|they are claiming أو يزعمون بذلك. Or they claim.

Insanoğlunun yaptığı tek şey ve ilk şeyse of mankind|did|only|thing|and|first|thing الشيء الوحيد وأول شيء يفعله البشر The only thing and the first thing that mankind has done is

toprağı sahiplenip birbirini kesmek olmuş. the land|claiming|each other|killing|has become تملك الأرض، قطع بعضنا البعض. to claim the land and kill each other.

Mülkiyetle başlayan zorba yönetimlere tarih boyunca karşı gelenlerse Eigentum||Tyrannisch||||| with property|starting|oppressive|regimes|history|throughout|against|those who resisted كان العلماء والفنانين والثوريين دائمًا هم الذين عارضوا Those who have opposed tyrannical regimes that started with property throughout history have always been

hep bilim insanları, sanatçılar ve devrimciler olmuş. always|science|people|artists|and|revolutionaries|have been الإدارات الاستبدادية التي بدأت بالملكية. scientists, artists, and revolutionaries.

Hepsi, ya öyle değilse şüphesine sahipmişler. They all|or|that way|if not|to his doubt|they had كان لديهم جميعا شك إن لم يكن كذلك. They all had doubts, if not otherwise.

Sümer'den, Mısır'a, Hipokrat'dan, Euripides'se from Sumer|to Egypt|from Hippocrates|and Euripides من السومرية، مصر، أبقراط، يوريبيدس، ابن سينا، كوبرنيكوس، From Sumer to Egypt, from Hippocrates to Euripides,

İbni Sina'dan, Kopernik'e, Shakespeare'e, Çehov'a, Brecht'e |Sina|Copernicus|Shakespeare|Chekhov|Brecht شكسبير، تشيخوف، بريشت، from Ibn Sina to Copernicus, to Shakespeare, to Chekhov, to Brecht,

Da Vinci' ye, Einstein'a, Steve Jobs'a, Aziz Nesin'e kadar to|Vinci|to|Einstein|Steve|Jobs|Aziz|Nesin|up to دا فينشي، أينشتاين، ستيف جوبز، لحتى سانت نيسين to Da Vinci, to Einstein, to Steve Jobs, to Aziz Nesin,

bir sürü bilim insanı, bir sürü filozof, bir sürü sanatçı bu soruyu sormuş: a|lot|science|scientists|||philosopher|||artist|this|question|has asked سأل الكثير من العلماء والكثير من الفلاسفة والكثير من الفنانين هذا السؤال: a lot of scientists, a lot of philosophers, a lot of artists have asked this question:

Ya öyle değilse? or|like that|if not ماذا لو لم يكن كذلك؟ What if it is not so?

Yeni çözüm yolları üretmenin soru sormaktan geçtiğini New|solution|ways|producing|question|asking|depends on ربما كانوا يعرفون جيدًا جدًا It seems that producing new solutions starts with asking questions.

bunlar herhalde çok, çok, çok iyi biliyorlarmış. they|probably|very|||well|knew أن طريقة إيجاد حلول جديدة هو طرح الأسئلة. They probably know this very, very, very well.

Şüphecilik ile paranoyanın, gerçeği aramakla, skepticism|and|paranoia|truth|seeking لقد أدركوا جيدًا الفرق بين الشكوك والجنون العظمة، They also seem to know very well the difference between skepticism and paranoia, between searching for the truth,

komplo teorisi üretmenin arasındaki farkı da çok iyi biliyorlarmış. conspiracy|theory|producing|between|difference|also|very|well|they apparently knew والبحث عن الحقيقة وإنتاج نظرية المؤامرة. and producing conspiracy theories.

Şaşmaz bir güvenle, içsel bir güdüyle |||||Instinktivem Antrieb infallible|a|with confidence|internal|a|with instinct بثقة ثابتة، دافع داخلي With unwavering confidence, with an inner drive.

ya öyle değilse sorusunu sormaktan hiç vazgeçmemişler. or|that way|if not|question|from asking|ever|they haven't given up فإنهم لم يتوقفوا عن طرح السؤال ماذا لو لم يكن الأمر كذلك. they have never stopped asking the question what if it is not so.

Ya öyle değilse sorusunu sormak gerçekten cesaret işidir. If|that way|isn't|question|to ask|really|courage|is a matter of لطرح السؤال ماذا لو لم يكن كذلك هو حقا وظيفة الشجاعة. Asking the question what if it is not so is truly an act of courage.

Zaman zaman ağır bedeller ödemek zorunda kalınabilir Time|to time|heavy|costs|to pay|obliged|may be remained قد تضطر إلى دفع تكاليف باهظة من وقت لآخر From time to time, one may have to pay heavy prices.

ki nitekim de öyle olmuştur. that|indeed|also|such|has happened والتي كانت كذلك. And indeed, it has been so.

Çünkü bu soru birçok iktidarı, birçok normu, Because|this|question|many|power|many|norm لأن هذا السؤال يغضب الكثير من السلطة، والعديد من المعايير، Porque esta pregunta es sobre muchos poderes, muchas normas, Because this question has challenged many powers, many norms,

birçok yerleşik düzeni kızdıran sorulardır. many|established|order|angering|are questions والعديد من الأوامر الثابتة. These are questions that anger many established orders.

Ya öyle değilse? what if|that way|if it's not ماذا لو لم يكن كذلك؟ What if it is not?

İnsanlık tarihi bu sorunun yanıtını arayanların |history|this|question|answer|seekers of إن تاريخ البشرية مليء بالمصير الدموي The history of humanity is filled with the bloody fates of those who seek the answer to this question.

kanlı yazgılarıyla dolu. bloody|with destinies|full لأولئك الذين يبحثون عن إجابة لهذا السؤال. Making philosophy from this question, creating art from this question,

Bu sorunun üzerinden felsefe yapmak, bu sorunun üzerinden sanat yapmak, This|question|over|philosophy|to do||||art| لجعل الفلسفة من خلال هذا السؤال، لجعل الفن من خلال هذا االسؤال، To make philosophy through this question, to make art

bilim yapmak gerçekten bazı cezaları göze almak demek. science|doing|really|some|penalties|to be taken|to take|means لفعل العلم يعني حقا اتخاذ بعض العقوبات. Doing science really means taking some penalties.

Sokrates'ı idam edenler, Giordano Bruno'ya işkence yapanlar Socrates|execution|those who executed|Giordano|to Bruno|torture|those who did أولئك الذين أعدموا سقراط، أولئك الذين عذبوا جيوردانو برونو، Those who executed Socrates, those who tortured Giordano Bruno,

Sivas'ta aydınlarımızı yakanlar, |our intellectuals| in Sivas|our intellectuals|those who burned الذين أحرقوا مثقفينا في سيفاس، those who burned our intellectuals in Sivas,

Uğur Mumcu gibi gerçekleri söylemekten, yazmaktan, korkmayan, çekinmeyen, Uğur|Mumcu|like|truths|from saying|from writing|not afraid|not hesitant الذين قالوا الحقيقة مثل يور مومكو، الذي لم يخش القول والكتابة، those who, like Uğur Mumcu, are not afraid to speak and write the truth,

onlarca insanımızı acımasızca katledenler. |||die Mörder dozens of|our people|ruthlessly|those who killed أولئك الذين ذبحوا بوحشية العشرات من الناس. those who mercilessly killed dozens of our people.

Nazım Hikmet'i, Mandela'yı hapislerde çürütmeye niyetli olanlar Nazım|Hikmet|Mandela|in prisons|to rot|intent|those who are أولئك الذين يعتزمون دحض نظيم حكمت ومانديلا في السجن Those who intend to rot Nazım Hikmet and Mandela in prisons

Che Guevara'yı kurşuna dizenler, ||mit Kugeln| Che|Guevara|by firing squad|who executed الذين وضعوا الرصاصة في تشي جيفارا، Those who executed Che Guevara,

Şeyh Bedrettin'i, Pir Sultan Abdal'ı asanlar Sheikh|Bedrettin|Pir|Sultan|Abdal|those who executed أولئك الذين شنقوا الشيخ بيدرتيني، بير سلطان عبد الله، Those who hanged Sheikh Bedrettin and Pir Sultan Abdal işte bu sorudan korkanlardır. here|this|from the question|are those who are afraid أولئك هم الذين يخشون هذا السؤال. are the ones who fear this question.

Onlar... (Alkış) They|Applause هم.... (تصفيق) They... (Applause)

...bu soruyu sormaktan korkanlar, gelişmek, ilerlemek, this|question|from asking|those who are afraid|to develop|to progress ...أولئك الذين يخشون طرح هذا السؤال، لا يرغبوا في التطوير والتقدم، ...those who are afraid to ask this question do not want to develop, to progress,

bilinmezi çözmek istemezler. the unknown|to solve|they do not want إنهم لا يريدون حل المجهول. they do not want to solve the unknown.

Bedeli ne olursa olsun, bu soruyu sormaktan korkmamalıyız. cost|whatever|may be|be|this|question|asking|should not be afraid لا ينبغي أن نخاف من طرح هذا السؤال بأي ثمن. No matter the cost, we should not be afraid to ask this question.

Gerçekten bu soru hayatımızın dönüm noktasıdır. Really|this|question|our life|turning|point في الواقع، هذا السؤال هو نقطة تحول في حياتنا. Indeed, this question is a turning point in our lives.

Çünkü bir tane hayatımız var, onu da istediğimiz gibi yaşamalıyız. Because|one|unit|our life|exists|it|also|we want|like|we should live لأن لدينا حياة واحدة، وعلينا أن نعيشها بالطريقة التي نريدها. Because we have one life, and we should live it as we wish.

Sorular soralım, şüpheci olalım, yaratıcı olalım. Questions|let's ask|skeptical|let's be|creative|let's be دعنا نطرح الأسئلة، نكون متشككين ومبدعين. Let's ask questions, be skeptical, and be creative.

Dağın ardında çöl var diyenlere hemen inanmayalım. The mountain|behind|desert|exists|to those who say|immediately|let's not believe دعونا لا نصدق أولئك الذين يقولون أن هناك صحراء وراء الجبل. We shouldn't immediately believe those who say there is a desert beyond the mountain.

Gidip kendimiz görelim, belki de o dağın ardında bir çöl yok. Going|ourselves|we see|maybe|also|that|mountain|behind|a|desert|not دعنا نذهب لنرى لأنفسنا، ربما ليس هناك صحراء وراء هذا الجبل. Let's go and see for ourselves, maybe there is no desert beyond that mountain.

Yani eğer yoksa da, olsun, spor yapmış oluruz, So|if|there isn't|either|let it be|sport|we have done|we will be أقصد، إذا لم يكن هناك، يكون قد مارسنا الرياضة، So even if there isn't, that's fine, we will have exercised,

dağa tırmanmış oluruz, fena mı? to the mountain|climbed|we would be|bad|question particle وتسلقنا الجبال، هو سيء؟ we will have climbed a mountain, isn't that bad?

Belki o dağın ardında gerçekten çöl yok. |||||Wüste| Maybe|that|mountain|behind|really|desert|not there ربما لا توجد صحراء وراء هذا الجبل. Maybe there really is no desert beyond that mountain.

Belki bunu bize söyleyen insan o dağa çıktı Maybe|this|to us|the one who told|person|he|to the mountain|climbed ربما الشخص الذي أخبرنا صعد هذا الجبل Maybe the person who told us this climbed that mountain

ve çıktığında yanlış bir mevsimdi ya da bakar kördü görmedi and|when he/she/it came out|wrong|one|was season|or|also|he/she/it looks|was blind|did not see وعندما خرج، كان الموسم خاطئًا، أو لم يرَ أعمى and it was the wrong season when they climbed, or they were blind and didn't see.

ya da bize yalan söylüyor. or|also|to us|lie|he/she/it tells أو أنه يكذب علينا. Or maybe they are lying to us.

O yüzden kendimiz görmekten hiçbir şekilde sakınmayalım. ||||||scheuen wir uns nicht That|reason|ourselves|from seeing|no|way|should avoid لذلك دعونا لا تتردد بأي شكل من الأشكال في الرؤية بأنفسنا. That's why we should not hesitate to see for ourselves in any way.

Çünkü deneyimlemekten kimseye zarar gelmez, evet. Because|from experiencing|to anyone|harm|comes|yes لأنه لا يوجد أي ضرر في التجربة، نعم. Because experiencing does not harm anyone, yes.

Şüphe gerçekleri ortaya çıkartır, ilerlememizi sağlar. Doubt|truths|to light|brings|our progress|enables الشك يكشف الحقيقة، يجعلنا نمضي قدمًا. Doubt reveals the truths, it enables our progress.

Eski köye yeni adet getirme, ya da insanın başına ne gelirse old|to the village|new|custom|bring|or|also|human|to him|what|comes دعونا لا نمانع كثيراً ألا تحضر عادات جديدة إلى القرية القديمة Do not bring new customs to the old village, or whatever happens to a person.

ya meraktan gelir.. ya meraktan gelir'e çok fazla aldırmayalım. either|from curiosity|he/she/it comes||||very|much|let's not pay attention to أو ل كل ما يحدث للناس يحدث بسبب الفضول. Let's not pay too much attention to 'it comes from curiosity.. it comes from curiosity'.

Ya öyle değilse sorusunu sormaktan hiç vazgeçmeyelim. If|that way|is not|question|from asking|ever|let's not give up دعنا لا نستسلم أبدًا من سؤال ماذا لو لم يكن الأمر كذلك. Let's never stop asking the question 'What if it is not so?'.

Çünkü niye? Ya öyle değilse? because|why|what if|like that|isn't it لأن لماذا؟ ماذا لو لم يكن كذلك؟ Because why? What if it's not like that?

Ya öyle değilse? Ya 19 Mayıs'ta Samsun'a çıkan Paşa What if|like that|is not|What if|on May 19|to Samsun|who landed|the Pasha ماذا لو لم يكن؟ ماذا لو لم يكن باشا، الذي ذهب إلى سامسون في 19 مايو What if it's not like that? What if the Pasha who landed in Samsun on May 19th

vatan haini değilse? |Vaterlandsverräter| homeland|traitor|if not خائناً للوطن؟ is not a traitor?

Ya bugün vatan haini diye suçlananlar vatan haini değil de Or|today|homeland|traitors|by saying|those accused|homeland|traitor||also ماذا لو أن المتهمين بالخيانة اليوم ليسوا خونة، What if those who are accused of being traitors today are not traitors, but

onları suçlayanlar gerçek vatan haini ise? them|those who accuse|real|homeland||then لكن أولئك الذين يتهمونهم هم خونة حقيقيون؟ the ones accusing them are the real traitors?

Teşekkür ederim. Thank|you (formal) شكراً جزيلاً Thank you.

(Alkış) Applause (تصفيق) (Applause)

SENT_CWT:AFkKFwvL=5.99 PAR_TRANS:gpt-4o-mini=6.38 en:AFkKFwvL openai.2025-01-22 ai_request(all=279 err=0.00%) translation(all=232 err=0.43%) cwt(all=1627 err=2.58%)