×

We use cookies to help make LingQ better. By visiting the site, you agree to our cookie policy.

image

Book - Kızıl Saçlılar Kulübü - Arthur Conan Doyle, KIZIL SAÇLILAR KULÜBÜ - 02

KIZIL SAÇLILAR KULÜBÜ - 02

“Böyle bir şeyi dünyada göremezsiniz Bay Holmes. Kuzeyden, güneyden, doğudan ve batıdan, saçında birazcık kızıl ton olan bir sürü erkek şehire gelmiş adresi soruyordu. Fleet Sokağı, kızıl saçlı insanlarla dolup taşıyordu. Pope's Court, bir manavın portakal tezgâhına dönmüştü. Bir tek ilandan sonra tüm ülkede bu kadar kızıl saçlı toplanabileceği hiç aklıma gelmemişti. Kızılın her tonunu görebilirdiniz: saman kırmızısı, limoni, portakal kırmızısı, kiremit rengi, karaciğer rengi, tuğla kırmızısı; fakat Spaulding'in dediği gibi tam, hakiki, alev kırmıısı saç yoktu aralarında. Ben olsam bu kalabalığı görüp vazgeçerdim ama Spaulding'e söz geçiremedim. Nasıl becerdi bilmem, onu itti, bunu çekti, beni sürükleyerek bir şekilde kalabalığın arasından çıkarıp büronun önündeki merdivenlere kadar getirdi. Merdivende iki yönde insan akını vardı, bazıları umutla yukarı çıkıyor, diğerleri işe alınmadıkları için üzgün geri dönüyordu. İtişe kakışa sonunda büronun kapısına geldik.”

Müşterimiz bir an için durakladı. Holmes “Yaşadıklarınız çok ilginç,” diyerek araya girdi ve hafızasını tazelemek için biraz enfiye çekti. “Lütfen ilginç hikâyenize devam edin.”

“Büroda, birkaç sandalye vardı, tahta bir masanın arkasında kızıl saçlı küçük bir adam oturuyordu. Gelen her adaya birşeyler soruyor ve sonra da herbirini sudan bahanelerle eliyordu. İşe kabul edilmek o kadar da kolay görünmüyordu. Fakat sıra bize geldiğinde bu küçük adam bana herkesten daha iyi davrandı, daha rahat konuşabilmek için kapıyı kapattı.

“Çırağım ‘Bay Jabez Wilson;' diye beni takdim etti, ‘Kulüpte işe girmek istiyor.' “ ‘Kendisi bu işe çok uygun,' diye cevap verdi ufak adam. ‘Her tarife tıpatıp uyuyor. Şimdiye kadar bu kadar güzelini gördüğümü hatırlamıyorum.' Bunu söyledikten sonra bir adım geri çekildi, başını yana eğerek gözlerini saçıma dikti; utanır gibi olmuştum. Derken yerinden fırladı, elimi sıktı ve beni başarımdan ötürü candan kutladı.

“ ‘Daha fazla beklemek haksızlık olur, ‘ dedi. ‘Emin olmak için bazı şeyler yapmam gerek, bunun için lütfen kusuruma bakmayın,' diyerek iki eliyle saçıma yapışıp çekti; acıdan bağırdım. ‘Gözleriniz yaşardı,' diyerek saçlarımı bıraktı. ‘Gördüğüm kadarıyla herşey yolunda. Kusura bakmayın bayım; bu konuda dikkatli olmamız gerekiyor, çünkü daha önceden iki kez perukla, bir kez de boyayla kandırıldık. Neyse sizinki hakikiymiş. Başıma gelenlerin hepsini anlatsam aklınız durur.' Pencereye yanaştı, dışarıda bekleyenlere uygun kişinin işe alındığını var gücüyle haykırdı. Aşağıdan bir uğultu koptu, herkes oflayıp poflayarak farklı yönlere doğru gözden kayboldu. Artık ben ve patronum dışında başka kızıl saçlı kalmadı.

“ ‘Benim adım,' dedi, ‘Duncan Ross. Ben de soylu velinimetimizin vakfından yararlanan bir emekliyim. Evli misiniz Bay Wilson? Çocuklarınız var mı?' “Olmadığını söyledim.

“Yüzü aniden asıldı.

“ ‘Eyvaah' dedi ciddiyetle. ‘Bu kötü. Bunu duyduğuma üzüldüm. Çünkü vakıf, özellikle kızıl saçlıları bir araya getirmek ve de onların nesilden nesile çoğalmasını sağlamak amacıyla kuruldu. Bekâr olmanız büyük talihsizlik.' “Bunun üzerine benim de yüzüm asıldı Bay Holmes, çünkü işi alamayacağımı sandım. Fakat adam birkaç dakika düşündükten sonra razı olduğunu söyledi.

“ ‘Bir başkası olsaydı hiç acımazdım, fakat sizin gibi saçları olan biri için kuralları biraz esnetmeliyiz' dedi. ‘Yeni işinize ne zaman başlayabilirsiniz?' “ ‘E, biraz aptalca gelebilir ama zaten bir işim var,' dedim. “ ‘Zararı yok Bay Wilson!' dedi Vincent Spaulding. ‘Zaten bütün gün çalışacak değilsiniz.' “ ‘Hangi saatlerde çalışacağım?' diye sordum.

“ ‘Saat ondan ikiye kadar.' “Bir rehinci en çok akşamlan çalışır Bay Holmes, özellikle de ödeme gününden önceki perşembe ve cuma akşamları. Bu yüzden sabahları birkaç kuruş kazanmanın bana hiçbir zararı olmayacaktı. Hem çırağıma güveniyordum, işleri bensiz de yürütebilirdi.

“ ‘Bu bana çok uygun,' dedim. ‘Peki, ya ücret?' “ ‘Haftada 4 sterlin.' “ ‘Ya yapılacak iş?' “ ‘Tamamen göstermelik.' “ ‘Tamamen göstermelik derken ne demek istiyorsunuz?”

“ ‘Yapacağınız bütün iş, mesai saati boyunca büroda ya da en azından binada olmak. Eğer dışarı çıkarsanız, işi sonsuza kadar kaybedersiniz. Bu konuda vasiyetnamedeki şartlar gayet açık. Tüm zaman zarfında bürodan çıktığınız anda şartlara uymamış olursunuz.' “ ‘Kabul, topu topu günde dört saat nasıl olsa, bu yüzden dışarı çıkmayı hiç düşünmem,' dedim. “ ‘Hiçbir bahane kabul edilmez,' dedi Bay Duncan Ross, ‘ne hastalık, ne iş, ne de başka bir şey. Hep büroda olmanız gerekiyor, yoksa işi unutun.' “ ‘Peki, yapılacak iş nedir?' “Britannica Ansiklopedisi'nin kopyasını çıkarmak. İlk cildinden başlarsınız. Kâğıt, kalem ve mürekkebi kendiniz getireceksiniz, biz sadece bu masayla sandalyeyi veriyoruz. Yarın başlayabilir misiniz?' “ ‘Tabii,' diye cevap verdim. “ ‘O halde görüşmek üzere, Bay Jabez Wilson. Şansınız yaver gidip bu güzel işi aldığınız için sizi tebrik ederim.' Selamlayarak beni kapıya kadar geçirdi, ben de çırağımla eve döndüm. Şans yüzüme güldüğü için o kadar mutluydum ki ne dediğimi, ne yaptığımı bilmiyordum. Bütün gün bu meseleyi düşündüm ve akşam olduğunda yine keyfim kaçmıştı, çünkü bu işin içinde bir bit yeniği olabileceğini düşünmeye başladım. Birinin böyle bir vasiyet bırakması veya Britannica Ansiklopedisi'nin kopyasını çıkarmak gibi basit bir şey için dünyanın parasını vermelerini aklım almıyordu. Vincent Spaulding beni neşelendirmek için elinden geleni yaptı fakat yatma zamanı geldiğinde bu işten çekilmeyi aklıma koymuştum.

Ertesi sabah, farklı bir ruh haliyle uyandım ve işe bir göz atmaya karar verdim. Gidip bir şişe mürekkep, bir dolmakalem ve yedi sayfa kağıt alarak Pope's Court'un yolunu tuttum. “İşyerine varınca doğrusu şaşkınlıkla karışık bir sevinç duydum; her şey hazır ve mükemmeldi. Masa benim için hazırlanmış, Bay Duncan Ross da işe gelip gelmediğimi kontrol etmek için beni bekliyordu. ‘A' harfinden başlamamı söyledi ve beni yalnız bıraktı. Ama ara sıra gelip bir göz atıyor, herşeyin yolunda gidip gitmediğini kontrol ediyordu. Saat tam ikide beni uğurladı, yazdıklarıma iltifat etti ve ben çıktıktan sonra büronun kapısını kilitledi.

“Günler böyle geçti, Bay Holmes. Derken cumartesi günü geldi çattı, müdür haftalık ücretim olan dört sterlinimi verdi. Ertesi hafta da aynı şekilde paramı aldım, ondan sonraki hafta da. Her sabah saat onda işe başlıyor, öğleden sonra ikide ayrılıyordum. Zamanla Bay Duncan Ross sadece sabahları gelmeye başladı, bir süre sonra da hiç gelmez oldu. Buna rağmen, odayı bir an için bile olsa terk etmeye cesaret edemedim, çünkü ne zaman geleceğini bilemezdim, iş çok iyi ve bana da gayet uygun olduğu için kaybetmeyi göze alamazdım.

“Böylece sekiz hafta çalıştım. Çok geçmeden ‘B' harfine başlayacağımı umuyordum. Dünyanın kağıdını harcamış, yazdıklarımla neredeyse bir rafı doldurmuştum. Derken iş birden sona erdi.”

“Sona mı erdi?”

“Evet efendim. Hem de bu sabah. Her zamanki gibi saat onda işe gittim ama kapı kapalıydı; kilitlemişlerdi. Üzerine astıkları bir kartona da bazı şeyler yazmışlardı. İşte burada, kendiniz okuyun.”

Bir dosya kâğıdı büyüklüğünde beyaz bir karton parçası uzattı. Üzerinde şöyle yazıyordu:

KIZIL SAÇLILAR KULÜBÜ KAPANDI

9 EKİM 1890

Sherlock Holmes'le ben bu kısa haberi ve arkasındaki üzgün yüzü inceledik. Fakat meselenin komik tarafı o kadar ağır bastı ki dayanamayıp kahkahalarla gülmeye başladık.

“Bunda hiç de gülünecek bir şey yok,” diye bağırdı müşteri, kızıl saçlarının diplerine kadar kızararak. “Bana gülmekten başka yapabileceğiniz bir şey yoksa gideyim daha iyi.”

“Hayır, hayır,” diye atıldı Holmes, adamı henüz kalktığı sandalyeye tekrar oturtarak. “Bu vakayı hayatta kaçırmam. O kadar ilginç ki. Darılmayın ama hikâyenizin komik bir tarafı da var. Kapıda bu yazıyı görünce ne yaptığınız, söyler misiniz.”

“Çok şaşırdım beyefendi. Ne yapacağımı bilemiyordum. Sonra çevredeki bürolara uğrayarak sordum, ama kimsenin bir şeyden haberi yoktu. Sonunda, giriş katında muhasebecilik yapan bina sahibini buldum ve Kızıl Saçlılar Kulübü'ne ne olduğunu sordum. Böyle bir kulübü hiç duymadığını söyledi. Ardından ona Bay Duncan Ross'un kim olduğunu sordum. Bu ismi ilk defa duyuyormuş.

“ ‘Yani,' dedim, ‘4 numaradaki kiracı.' “ ‘Kim? Kızıl saçlı adam mı?' “ ‘Evet, o.' “ ‘Haa, onun adı William Morris'tir,' dedi. ‘Kendisi avukattır. Burayı kendi yerine geçene kadar geçici bir büro olarak kullanıyordu. Dün taşındı.' “ ‘Onu nerede bulabilirim?' “ ‘Yeni bürosunda. Bana adresi vermişti. Evet, King Edward Sokağı 17 Numara,St. Paul civarı.' “ ‘Hemen yola koyuldum Bay Holmes, fakat adrese gittiğimde suni diz kapağı imal eden bir atölye çıktı karşıma. Kimse de William Morris veya Duncan Ross adında birini tanımıyordu.”

“Peki, ondan sonra ne yaptınız?”

“Saxe-Coburg Meydanı'ndaki evime döndüm ve çırağımın fikrini sordum. O da işin içinden çıkamadı. Sadece beklememi önerdi; postayla haber gelebilirdi. Ama bu benim için yeterli değildi Bay Holmes. Böyle bir işi durup dururken kaybetmek istemiyordum. Zor durumdaki insanlara tavsiyede bulunduğunuzu önceden duymuş olduğumdan doğruca size geldim.”

“Çok da iyi ettiniz,” dedi Holmes. “Başınızdan geçenler son derece ilginç. Bu vakayla seve seve ilgileneceğim. Anlattıklarınızdan çıkarabildiğim kadarıyla, göründüğünden daha ciddi bir durumla karşı karşıya olabiliriz.”

“Hem de çok ciddi!” dedi Bay Jabez Wilson. “Çünkü haftada dört sterlin kaybediyorum.”

“Sizin kişisel olarak,” diye söze girdi Holmes, “bu garip kulüpten zarar gördüğünüzü hiç sanmıyorum. Aksine, bugüne kadar yaklaşık 30 sterlin kazanmışsınız, üstüne üstlük ‘A' harfiyle başlayan konularda bir sürü bilginiz oldu. Aslında hiçbir kaybınız olmamış!”

“Hayır bayım. Öyle değil. Bilmek istediğim, bu heriflerin kim oldukları ve eğer bu bir şakaysa benimle neden böyle oynadıklarıdır. Zira bu şaka onlara şimdiye kadar otuz iki sterline mal oldu.”

“Bazı noktaları açıklığa kavuşturmamız gerekiyor. İlk olarak size şunu sormak istiyorum Bay Wilson: Şu ilk gazete ilanını size gösteren çırağınız ne zamandır sizinle birlikte çalışıyor?”

“O zamanlar yanıma gireli bir ay olmuştu.”

“Sizi nasıl gelip buldu?”

“İlan vermiştim.”

“Tek başvuran o muydu?”

“Hayır, bir düzine aday vardı.”

“Neden onu seçtiniz?”

“Çünkü becerikliydi ve ucuza çalışmaya razıydı.”

“Tam olarak söylersek, yarım maaşa.”

“Evet.

“Bize Vincent Spaulding'i tarif eder misiniz?” “Kısa boylu, sağlam yapılı, hareketli biri. En az otuz yaşlarında olmasına rağmen yüzünde hiç tüy yok. Alnında ise beyaz bir leke var asit yanığı gibi bir şey.”

Holmes heyecan içinde oturduğu yerden doğruldu. “Tam tahmin ettiğim gibi,” dedi. “Kulaklarında küpe deliği var mıydı?”

“Evet, efendim. Gençken bir çingene kulağına küpe deliği açmış.”

“Hmm,” dedi Holmes düşünceli bir halde sandalyesine tekrar gömülerek. “Hâlâ sizinle mi?”

“Evet, efendim. Hatta onu bıraktım da geldim.”

“Siz yokken işleriniz yürüyor mu?”

“Hiç şikayetim olmadı efendim. Sabahları pek iş olmaz zaten.”

“Bu kadarı yeterli Bay Wilson. Bir-iki güne kalmaz, size haber veririm. Bugün cumartesi, sanırım pazartesiye kadar bu bilmeceyi çözeriz.”

“Ee, Watson,” dedi Holmes, misafirimiz gittikten sonra. “Ne diyorsun sen bu işe?”

“Hiçbir şey,” diye cevap verdim dürüstçe. “Çok esrarlı bir iş.”

“Genelde,” dedi Holmes, “bir şey ne kadar garip görünüyorsa, o denli az gizemlidir. Nasıl ki sıradan bir yüzü tarif etmekle çıkarmak zorsa, hergünkü sıradan meseleleri de kafa yorarak çözmek o kadar zordur. Ama bu meselede daha hızlı davranmalıyım.”

“Peki,ne yapmayı düşünüyorsun?” diye sordum.

“Pipo içmeyi,” diye cevap verdi. “Bu, en az üç pipoluk bir problem. Senden ricam, elli dakika boyunca ağzını açmaman.” Ayaklarını sandalyeden çekti, ince dizlerini şahin gagasını andıran burnuna yaklaştırdı ve gözlerini kapatarak orada öylece oturdu. Ağzındaki siyah piposu garip bir kuşun gagası gibi duruyordu. Bir süre sonra, uyuyakaldığını düşünmeye başlamıştım ki birden sandalyesinden fırladı; kesin bir karara varmış gibiydi. Piposunu şöminenin üstüne koyarak konuşmaya başladı:

“Bugün öğleden sonra St. James Salonu'nda Sarasate'nin konseri var . Ne dersin Watson? Hastaların senin yakanı bir-iki saatliğine bırakır mı dersin?”

“Bugün yapacak bir şeyim yok. İşim hiçbir zaman fazla vaktimi almıyor zaten.”

“O halde şapkanı alıp benimle gel. Önce şehir merkezine gideceğim, yolda öğlen yemeği yiyebiliriz. Bugünkü programda Alman müziği var, bunu İtalyan veya Fransız müziğine tercih ettiğimi bilirsin. O müziği dinlerken, insan içine kapanıveriyor, benim de şu sırada buna ihtiyacım var. Gidelim!”

Learn languages from TV shows, movies, news, articles and more! Try LingQ for FREE

KIZIL SAÇLILAR KULÜBÜ - 02 Red|| أحمر|شعر|نادي CLUB DER ROTEN HAARE - 02 RED HAIR CLUB - 02 CLUB DE PELIRROJOS - 02 CLUB DES CHEVEUX ROUX - 02 ROODHAARCLUB - 02 CLUBE DO CABELO VERMELHO - 02 КЛУБ РЫЖИХ ВОЛОС - 02 RÖDHÅRIG KLUBB - 02 紅髮俱樂部 - 02 نادي ذوي الشعر الأحمر - 02

“Böyle bir şeyi dünyada göremezsiniz Bay Holmes. ||||sehen|| مثل هذا|واحد|الشيء|في العالم|لن ترى|السيد|هولمز “You don't see such a thing in the world, Mr. Holmes. "No se ve tal cosa en el mundo, Sr. Holmes. "لن ترى شيئًا مثل هذا في العالم يا سيد هولمز. Kuzeyden, güneyden, doğudan ve batıdan, saçında birazcık kızıl ton olan bir sürü erkek şehire gelmiş adresi soruyordu. |von Süden||||er hat|||ton|||||||| من الشمال|من الجنوب|من الشرق|و|من الغرب|في شعره|قليلاً|أحمر|صبغة|الذي لديه|واحد|الكثير|رجال|إلى المدينة|جاء|العنوان|كان يسأل |||||"in her hair"||||||||||| |||||||||||||na cidade||| Aus dem Norden, Süden, Osten und Westen kamen viele Männer mit roten Haaren in die Stadt und fragten nach der Adresse. A bunch of men from the north, the south, the east, and the west, with a bit of red in their hair, had come to the city and asked for the address. من الشمال والجنوب والشرق والغرب، كان هناك العديد من الرجال الذين لديهم لمسة من اللون الأحمر في شعرهم يسألون عن العنوان. Fleet Sokağı, kızıl saçlı insanlarla dolup taşıyordu. |||||war voll|war voll فليت|الشارع|أحمر|شعر|بالناس|مليء|كان مزدحمًا |Street|||||was overflowing with In der Fleet Street wimmelte es von rothaarigen Menschen. Fleet Street was swarming with red-haired people. Fleet Street rebosaba de gente pelirroja. كانت شارع فليت مليئة بالناس ذوي الشعر الأحمر. Pope's Court, bir manavın portakal tezgâhına dönmüştü. |||Obstladen||Theke|war zurückgekehrt بابا|محكمة|واحد|بائع الفواكه|برتقال|إلى طاولة|قد تحول |||greengrocer's||fruit stand| |||||bancada de frutas| Der Pope's Court hatte sich in einen Orangenstand eines Gemüsehändlers verwandelt. Pope's Court had become the orange counter of a greengrocer. Pope's Court se había convertido en un puesto de naranjas de verdulería. تحولت ساحة البابا إلى كشك برتقال. Bir tek ilandan sonra tüm ülkede bu kadar kızıl saçlı toplanabileceği hiç aklıma gelmemişti. ||von der Insel||||||||||| واحد|فقط|إعلان|بعد|كل|في البلاد|هذا|بقدر|أحمر|ذو شعر|يمكن أن يجتمع|أبدا|إلى ذهني|لم يخطر Ich hätte nie gedacht, dass eine einzige Anzeige so viele Rothaarige im ganzen Land versammeln könnte. I never thought that after a single posting, there could be so many redheads all over the country. Nunca imaginé que un solo anuncio pudiera reunir a tantos pelirrojos en todo el país. لم يخطر ببالي أبداً أنه يمكن جمع هذا العدد من ذوي الشعر الأحمر في جميع أنحاء البلاد بعد إعلان واحد فقط. Kızılın her tonunu görebilirdiniz: saman kırmızısı, limoni, portakal kırmızısı, kiremit rengi, karaciğer rengi, tuğla kırmızısı; fakat Spaulding'in dediği gibi tam, hakiki, alev kırmıısı saç yoktu aralarında. Kızılın||Ton|hätten sehen können|Stroh||zitrone|||Ziegel||Leber||Ziegel|Ziegelrot||Spaulding|sagte|||echt|Flamme|rot||| الأحمر|كل|درجة|يمكنكم رؤيتها|قش|أحمر|ليموني|برتقالي|أحمر|قرميدي|لون|كبد|لون|طوب|أحمر|لكن|سباودلينغ|قال|مثل|تماماً|حقيقي|لهب|أحمر|شعر|لم يكن|بينهم ||||straw-colored||lemony yellow|||brick red||liver color||brick red|||Spaulding's||||||flame red||| Man konnte alle Schattierungen von Rot sehen: strohrot, zitronenrot, orangerot, ziegelrot, leberrot, ziegelrot; aber es gab kein volles, echtes, flammenrotes Haar, wie Spaulding es nannte. You could see every shade of red: straw red, lemon red, orange red, brick red, liver color, brick red; but, as Spaulding had said, there was no full, genuine, flame-red hair between them. Se veían todos los tonos de rojo: pajizo, limón, anaranjado, rojo ladrillo, rojo hígado, rojo ladrillo; pero no había un cabello completo, verdadero, rojo fuego, como lo llamaba Spaulding. يمكنك رؤية كل ظلال الأحمر: الأحمر القش، الليموني، الأحمر البرتقالي، لون الطوب، لون الكبد، الأحمر الطوب؛ لكن كما قال سبولدينغ، لم يكن هناك شعر أحمر ناري حقيقي بينهم. Ben olsam bu kalabalığı görüp vazgeçerdim ama Spaulding'e söz geçiremedim. ||||sehen|||Spaulding||ich konnte nicht durchsetzen أنا|كنت|هذا|الزحام|أرى|كنت سأستسلم|لكن|إلى سباودينغ|وعد|لم أستطع السيطرة عليه |||||||to Spaulding||couldn't persuade Ich hätte aufgegeben, nachdem ich diese Menschenmenge gesehen hatte, aber ich konnte es Spaulding nicht ausreden. I would have seen this crowd and given up, but I couldn't get Spaulding to rule. لو كنت مكانه، لرأيت هذا الحشد وتراجعت، لكن لم أستطع السيطرة على سبولدينغ. Nasıl becerdi bilmem, onu itti, bunu çekti, beni sürükleyerek bir şekilde kalabalığın arasından çıkarıp büronun önündeki merdivenlere kadar getirdi. |geschafft|||||||ziehend|||der Menge||herausbringen|zum Büro||zu den Treppen|| كيف|نجح|لا أعرف|هو|دفع|هذا|سحب|أنا|بسحب|بطريقة|ما|الحشد|من|أخرجني|مكتب|أمام|السلالم|حتى|أوصلني ||||pushed||||dragging me||||||||to the stairs|| Ich weiß nicht, wie er es gemacht hat, er schob diesen, zog jenen, zerrte mich aus der Menge und brachte mich zur Treppe vor dem Büro. I don't know how he managed it, he pushed it, pulled this, dragged me out of the crowd somehow up the stairs in front of the office. No sé cómo lo hizo, empujó a éste, tiró de aquél, me arrastró fuera de la multitud y me llevó a las escaleras frente a la oficina. لا أعلم كيف فعل ذلك، دفع هذا، وسحب ذاك، وسحبني بطريقة ما من بين الحشد حتى أوصلني إلى الدرج أمام المكتب. Merdivende iki yönde insan akını vardı, bazıları umutla yukarı çıkıyor, diğerleri işe alınmadıkları için üzgün geri dönüyordu. ||Richtungen||strömen|||hoffentlich|nach oben||||nicht eingestellt wurden||||kehrte zurück على السلم|اثنان|في الاتجاهين|إنسان|تدفق|كان|بعضهم|بأمل|إلى الأعلى|يصعد|الآخرون|إلى العمل|لم يتم توظيفهم|بسبب|حزين|إلى الوراء|كان يعود ||||flow of people||||||||not hired|||| Es gab einen Zustrom von Menschen auf der Leiter in beide Richtungen, einige gingen in der Hoffnung nach oben, andere kamen traurig zurück, dass sie nicht eingestellt wurden. There was an influx of people in both directions on the staircase, some going up hopefully, others coming back sad that they weren't hired. كان هناك تدفق من الناس على الدرج في اتجاهين، بعضهم يصعد بتفاؤل، والآخرون يعودون حزينين لأنهم لم يتم توظيفهم. İtişe kakışa sonunda büronun kapısına geldik.” Schieben|Kakeln|||| إتيشة|صراع|أخيرًا|المكتب|إلى باب|وصلنا Pushing and shoving|pushing and shoving|||| In einem Handgemenge kamen wir schließlich zur Tür des Büros". After a scuffle, we finally arrived at the office door.” بعد دفع ودفع، وصلنا أخيرًا إلى باب المكتب.

Müşterimiz bir an için durakladı. Unser Kunde||||zögerte عميلنا|واحد|لحظة|من أجل|توقف ||||paused for a moment Unser Kunde hielt einen Moment inne. Our customer paused for a moment. توقف عميلنا للحظة. Holmes “Yaşadıklarınız çok ilginç,” diyerek araya girdi ve hafızasını tazelemek için biraz enfiye çekti. |Ihrer Erlebnisse|||||||seine Erinnerung|auffrischen|||| هولمز|تجاربكم|جدا|مثيرة للاهتمام|قائلا|في الحديث|تدخل|و|ذاكرته|تنشيط|من أجل|قليلا|نفحة|استنشقه |||||||||refresh his memory|||snuff| "Ihre Erfahrungen sind sehr interessant", warf Holmes ein und nahm etwas Schnupftabak, um sein Gedächtnis aufzufrischen. "What you've been through is very interesting," Holmes interjected and took some snuff to refresh his memory. "Sus experiencias son muy interesantes", intervino Holmes y tomó un poco de rapé para refrescar la memoria. قال هولمز "ما مررت به مثير جدًا"، وتدخل وأخذ قليلاً من الشماغ لتجديد ذاكرته. “Lütfen ilginç hikâyenize devam edin.” ||Geschichte|| من فضلك|مثير|قصتك|استمر|في "Bitte fahren Sie mit Ihrer interessanten Geschichte fort." “Please continue your interesting story.” "يرجى متابعة قصتك المثيرة."

“Büroda, birkaç sandalye vardı, tahta bir masanın arkasında kızıl saçlı küçük bir adam oturuyordu. im Büro||||||||||||| في المكتب|عدة|كراسي|كانت|خشبي|واحد|الطاولة|خلف|أحمر|الشعر|صغير|واحد|رجل|كان يجلس "In dem Büro standen ein paar Stühle, hinter einem hölzernen Schreibtisch saß ein kleiner rothaariger Mann. “In the office, there were several chairs, with a little red-haired man sitting behind a wooden table. "في المكتب، كان هناك بعض الكراسي، وكان هناك رجل صغير ذو شعر أحمر يجلس خلف طاولة خشبية. Gelen her adaya birşeyler soruyor ve sonra da herbirini sudan bahanelerle eliyordu. ||||||||jede einzelne||mit Ausreden|aussortierte القادم|كل||أشياء|يسأل|و|ثم|أيضا|كل واحد منهم|من الماء|بالأعذار|كان يستبعد ||each candidate|something or other|"asks"||||each one||with excuses|eliminating Er fragte jeden Kandidaten etwas und wies sie dann mit lahmen Ausreden ab. He was asking something to every incoming island and then sifting out each one with lame excuses. كان يسأل كل متقدم شيئًا ثم يستبعد كل واحد منهم بأعذار واهية. İşe kabul edilmek o kadar da kolay görünmüyordu. ||werden|||||war nicht sichtbar |قبول|أن يُقبل|ذلك|بقدر|أيضا|سهل|لم يبدو Es schien nicht so einfach zu sein, die Stelle zu bekommen. Getting the job didn't seem that easy. لم يكن من السهل الحصول على الوظيفة. Fakat sıra bize geldiğinde bu küçük adam bana herkesten daha iyi davrandı, daha rahat konuşabilmek için kapıyı kapattı. ||||||||als alle|||verhalten|||sprechen||| لكن|دور|لنا||هذا|صغير|رجل|لي|من الجميع|أكثر|جيدًا|تصرف|أكثر|براحة|التحدث|من أجل|الباب|أغلق |our turn|||||||||||||||| Aber als wir an der Reihe waren, behandelte mich dieser kleine Mann besser als alle anderen und schloss die Tür, damit ich freier reden konnte. But when it was our turn, this little man treated me better than anyone else, closing the door so we could talk more freely. لكن عندما جاء دورنا، كان هذا الرجل الصغير يعاملني بشكل أفضل من الجميع، وأغلق الباب ليتمكن من التحدث بشكل أكثر راحة.

“Çırağım ‘Bay Jabez Wilson;' diye beni takdim etti, ‘Kulüpte işe girmek istiyor.' ||||||vorstellen||im Club||| تلميذي|السيد|جابز|ويلسون|قائلاً|لي|قدم|لي|في النادي|العمل|الدخول|يريد ||||||introduced||"at the club"||| "Mr. Jabez Wilson", stellte mich mein Lehrling vor, "möchte einen Job im Club. “My apprentice 'Mr. Jabez Wilson;' she introduced me. 'She wants to get a job at the club.' قدمني مساعدي قائلاً: 'السيد جابيز ويلسون؛ يريد الانضمام إلى النادي.' “ ‘Kendisi bu işe çok uygun,' diye cevap verdi ufak adam. هو|هذه|للعمل|جدا|مناسب||جواب|أعطى|صغير|رجل Er ist gut geeignet für den Job", antwortete der kleine Mann. “'He's well suited for the job,' replied the little man. رد الرجل الصغير قائلاً: 'إنه مناسب جدًا لهذه الوظيفة.' ‘Her tarife tıpatıp uyuyor. ||genau| كل|وصفة|تمامًا|تتناسب |recipe|exactly|"fits perfectly" Die Beschreibung trifft voll und ganz zu. 'Every recipe fits perfectly. ‘كل وصفة تتطابق تمامًا. Şimdiye kadar bu kadar güzelini gördüğümü hatırlamıyorum.' |||||gesehen zu haben| حتى الآن|بقدر|هذا|بقدر|الجميلة|رأيتها|لا أتذكر Ich glaube, ich habe noch nie eine so schöne gesehen. I don't remember ever seeing such a beautiful one.' Creo que nunca he visto uno tan hermoso. لا أذكر أنني رأيت شيئًا جميلًا كهذا من قبل.' Bunu söyledikten sonra bir adım geri çekildi, başını yana eğerek gözlerini saçıma dikti; utanır gibi olmuştum. |||||||||neigend|||richtete|ich schäme mich|| هذا|قوله|بعد|واحد|خطوة|إلى الوراء|تراجع|رأسه|إلى الجانب|مائلًا|عينيه|إلى شعري|ركز|يشعر بالخجل|مثل|كنت |||||||||tilting||"at my hair"||felt embarrassed|| Nachdem er dies gesagt hatte, trat er einen Schritt zurück, neigte den Kopf zur Seite und betrachtete mein Haar; ich fühlte mich peinlich berührt. Having said this, he took a step back, tilting his head to the side, staring at my hair; I felt ashamed. بعد أن قال ذلك، تراجع خطوة إلى الوراء، مائلًا برأسه وركز عينيه على شعري؛ شعرت بالخجل. Derken yerinden fırladı, elimi sıktı ve beni başarımdan ötürü candan kutladı. ||||drückte|||meines Erfolges|für|von Herzen|gratulierte ثم|من مكانه|قفز|يدي|ضغط|و|لي|من نجاحي|بسبب|بصدق|هنأ |from his seat||my hand|shook|||my success|because of|sincerely|congratulated warmly Dann sprang er auf, schüttelte mir die Hand und gratulierte mir ganz herzlich zu meinem Erfolg. Then he jumped up, shook my hand, and congratulated me cordially on my success. ثم قفز من مكانه، ضغط على يدي وهنأني بحرارة على نجاحي.

“ ‘Daha fazla beklemek haksızlık olur, ‘ dedi. أكثر|من|الانتظار|ظلم|سيكون|قال Es wäre ungerecht, noch länger zu warten", sagte er. "'It would be unfair to wait any longer,' he said. “‘سيكون من الظلم الانتظار أكثر،‘ قال. ‘Emin olmak için bazı şeyler yapmam gerek, bunun için lütfen kusuruma bakmayın,' diyerek iki eliyle saçıma yapışıp çekti; acıdan bağırdım. |||||||||||schaut nicht auf|||mit seinen beiden Händen|meiner Haare|||Schmerz|schrie مؤكد|أن أكون|من أجل|بعض|الأشياء|أن أفعل|ضروري|هذا|من أجل|من فضلك|إلى عذري|لا تنظروا|قائلاً|اثنين|بيديه|إلى شعري|ملتصقاً|سحب|من الألم|صرخت ||||||||||||||||grabbing onto||| Ich muss ein paar Dinge tun, um sicher zu sein, bitte entschuldigen Sie mich dafür", sagte er, packte mich mit beiden Händen an den Haaren und zog daran; ich schrie vor Schmerz. 'I need to do some things to make sure, please excuse me for that,' he said, pulling my hair with both hands; I cried out in pain. ‘للتأكد، يجب أن أفعل بعض الأشياء، من فضلك لا تأخذ الأمر بشكل شخصي،' قال وهو يمسك بشعري بكلتا يديه ويشدّه؛ صرخت من الألم. ‘Gözleriniz yaşardı,' diyerek saçlarımı bıraktı. Ihre Augen|||| عينيك|دمعت|قائلاً|شعري|ترك Du hast Tränen in den Augen", sagte er und ließ mein Haar los. "You'd have tears in your eyes," she said, letting go of my hair. ‘عينيك قد دمعتا،' قال وهو يترك شعري. ‘Gördüğüm kadarıyla herşey yolunda. ما رأيت||كل شيء|على ما يرام Soweit ich das beurteilen kann, ist alles in Ordnung. 'As far as I can see, everything is fine. ‘كما أرى، كل شيء على ما يرام. Kusura bakmayın bayım; bu konuda dikkatli olmamız gerekiyor, çünkü daha önceden iki kez perukla, bir kez de boyayla kandırıldık. Entschuldigung|||||||||||||Perücke||||Farbe|wurden wir getäuscht عذر|لا تأخذها على محمل شخصي|سيدي|هذا|في هذا الأمر|حذرين|يجب أن نكون|ضروري|لأن|أكثر|سابقا|مرتين|مرة|بالشعر المستعار|مرة واحدة|مرة|أيضا|بالصبغة|خدعنا |||||||||||||with a wig||||with dye|we were deceived Es tut mir leid, Sir, wir müssen vorsichtig sein, denn wir wurden schon zweimal mit Perücken und einmal mit Farbe getäuscht. Excuse me, sir; We have to be careful about this, because we've been tricked twice by wigs and once by dye. أعتذر يا سيدي؛ يجب أن نكون حذرين في هذا الأمر، لأننا خدعنا مرتين من قبل بشعر مستعار، ومرة واحدة بالصبغة. Neyse sizinki hakikiymiş. ||war echt على أي حال|خاصتكم|حقيقي ||is genuine Wie auch immer, Ihre ist die echte. Anyway, yours is genuine. على أي حال، يبدو أن شعرك حقيقي. Başıma gelenlerin hepsini anlatsam aklınız durur.' |was mir passiert ist|||Ihrer| إلى رأسي|التي تحدثت|كل شيء|إذا أخبرتك|عقلكم|سيتوقف "To me"||||| Wenn ich dir alles erzählen würde, was mir passiert ist, wärst du erstaunt'. If I tell you everything that happened to me, your mind will stop.' إذا حكيت كل ما حدث لي، سيتوقف عقلك. Pencereye yanaştı, dışarıda bekleyenlere uygun kişinin işe alındığını var gücüyle haykırdı. zum Fenster|||den Wartenden||||eingestellt worden ist||| إلى النافذة|اقترب|في الخارج|للذين ينتظرون|المناسب|الشخص|إلى العمل|تم توظيفه|كل|قوته|صرخ |approached|||||||||shouted with all his might Er näherte sich dem Fenster und rief den draußen Wartenden mit aller Kraft zu, dass die richtige Person eingestellt worden sei. He approached the window and shouted with all his might that the right person had been hired for those waiting outside. اقترب من النافذة، وصاح بكل قوته أن الشخص المناسب قد تم توظيفه. Aşağıdan bir uğultu koptu, herkes oflayıp poflayarak farklı yönlere doğru gözden kayboldu. ||Geräusch|||seufzend|poflayend||||| من الأسفل|واحد|ضجيج|انطلق|الجميع|يتنهد|يتنفس بصعوبة|مختلفة|اتجاهات|نحو|من الأنظار|اختفى ||A murmur|broke out|||sighing and puffing||||| Von unten ertönte ein Heulen, und alle verschwanden in verschiedene Richtungen, schnaufend und keuchend. There was a roar from below, everyone sighing and puffing and disappearing in different directions. انطلقت ضجة من الأسفل، وبدأ الجميع يتنهدون ويتجهون في اتجاهات مختلفة حتى اختفوا. Artık ben ve patronum dışında başka kızıl saçlı kalmadı. الآن|أنا|و|مديري|باستثناء|أخرى|أحمر|شعر|لم يبقَ Jetzt gibt es außer mir und meinem Chef keine Rothaarigen mehr. No more redheads except me and my boss. لم يتبقَ أي شخص ذو شعر أحمر سوى أنا ومديري.

“ ‘Benim adım,' dedi, ‘Duncan Ross. ||||Ross اسمي|دانيال|قال|دانيال|روس ||||Duncan Ross "Mein Name", sagte er, "ist Duncan Ross. “'My name is,' he said, 'Duncan Ross. قال: 'اسمي، دانيكان روس.' Ben de soylu velinimetimizin vakfından yararlanan bir emekliyim. ||noble|unseren Wohltäter|Stiftung|nutzend|| أنا|أيضا|نبيل|ولي نعمتنا|من وقف|المستفيد|واحد|متقاعد ||noble|our noble benefactor|||| Auch ich bin ein Rentner, der von der Stiftung unseres edlen Stifters profitiert. I am also a retiree who benefits from the foundation of our noble benefactor. أنا أيضًا متقاعد أستفيد من وقف سيدنا النبيل. Evli misiniz Bay Wilson? متزوج|هل أنت|السيد|ويلسون Sind Sie verheiratet, Herr Wilson? Are you married, Mr Wilson? هل أنت متزوج يا سيد ويلسون؟ Çocuklarınız var mı?' أطفالكم|يوجد|أداة استفهام Habt ihr Kinder? Do you have children?' هل لديك أطفال؟ “Olmadığını söyledim. لم يكن|قلت "Ich habe gesagt, dass es nicht so ist. “I said it wasn't. "قلت إنه ليس لدي."

“Yüzü aniden asıldı. وجهه|فجأة|عبس ||"fell" "Plötzlich wurde sein Gesicht grimmig. “His face suddenly fell. "تجهم وجهه فجأة."

“ ‘Eyvaah' dedi ciddiyetle. oh je||ernsthaft آي وااه|قال|بجدية "Oh no"|| "Owwah", sagte er feierlich. “ 'Oh,' he said solemnly. "آه" قال بجدية. ‘Bu kötü. هذا|سيء Das ist schlecht. 'This is bad. "هذا سيء. Bunu duyduğuma üzüldüm. هذا|سمعته|حزنت Es tut mir leid, das zu hören. Sorry to hear that. أشعر بالحزن لسماعي هذا. Çünkü vakıf, özellikle kızıl saçlıları bir araya getirmek ve de onların nesilden nesile çoğalmasını sağlamak amacıyla kuruldu. |||||||||||von Generation zu Generation|von Generation zu Generation|Vermehrung|||gegründet لأن|الوقف|خاصةً|أحمر|ذوي الشعر|واحد|معًا|جمعهم|و|أيضًا|هم|من جيل|إلى جيل|تكاثرهم|ضمان|بهدف|أُسس |||||||||||||"to increase"||| Denn die Stiftung wurde mit dem Ziel gegründet, vor allem Rothaarige zusammenzubringen und ihre Fortpflanzung von Generation zu Generation zu sichern. Because the foundation was established with the aim of bringing together red-haired people and ensuring their reproduction from generation to generation. لأن المؤسسة تأسست بشكل خاص لجمع ذوي الشعر الأحمر وضمان تكاثرهم من جيل إلى جيل. Bekâr olmanız büyük talihsizlik.' ledig|||Unglück أعزب|كونك|كبير|سوء حظ |||great misfortune Es ist schade, dass du alleinstehend bist.' It's unfortunate that you're single.' كونك عازبًا هو حظ سيء." “Bunun üzerine benim de yüzüm asıldı Bay Holmes, çünkü işi alamayacağımı sandım. |||||verzogen|||||nicht bekommen| هذا|بعد|لي|أيضا|وجهي|عبس|السيد|هولمز|لأن|العمل|لن أستطيع أخذه|ظننت ||||my face fell||||||| "Darüber habe ich die Stirn gerunzelt, Mr. Holmes, weil ich dachte, dass ich die Stelle nicht bekommen würde. “At that, I frowned, too, Mr. Holmes, because I thought I wouldn't get the job. "وبعد ذلك، تجهم وجهي أيضًا يا سيد هولمز، لأنني ظننت أنني لن أحصل على الوظيفة. Fakat adam birkaç dakika düşündükten sonra razı olduğunu söyledi. ||||||einverstanden|| لكن|الرجل|بضع|دقيقة|بعد أن فكر|ثم|راضٍ|بأنه|قال ||||||agreed|| Aber nach einigen Minuten des Überlegens erklärte sich der Mann bereit. But the man thought for a few minutes and said he agreed. لكن الرجل قال بعد بضع دقائق إنه موافق.

“ ‘Bir başkası olsaydı hiç acımazdım, fakat sizin gibi saçları olan biri için kuralları biraz esnetmeliyiz' dedi. ||||würde ich kein Mitleid haben||||||||||wir sollten lockern| أحد|آخر|كان|أبداً|سأرحم|لكن|مثل|مثل|شعر|لديه|شخص|من أجل|القواعد|قليلاً|يجب أن نخفف| ||||I wouldn't hesitate||||||||||| Wenn es irgendjemand anderes wäre, würde es mir nicht leid tun, aber für jemanden mit Haaren wie Sie müssen wir die Regeln ein wenig biegen", sagte er. “I wouldn't mind if it was anyone else, but for someone with hair like you, we have to bend the rules a little bit,” he said. "لو كان شخص آخر، لما كنت لأشفق عليه، لكن يجب أن نخفف القواعد قليلاً لشخص مثلك لديه شعر مثل هذا" قال. ‘Yeni işinize ne zaman başlayabilirsiniz?' جديد|عملك|متى|وقت|ستبدأ Wann können Sie Ihre neue Stelle antreten? 'When can you start your new job?' "متى يمكنك البدء في وظيفتك الجديدة؟" “ ‘E, biraz aptalca gelebilir ama zaten bir işim var,' dedim. ||dumme||||||| إي|قليلاً|غبي|قد يبدو|لكن|بالفعل|واحد|عمل|موجود|قلت "Ich sagte: 'Nun, das klingt vielleicht etwas albern, aber ich habe bereits einen Job. “ 'Well, it might sound a little silly, but I already have a job,' I said. "حسنًا، قد يبدو الأمر غبيًا، لكن لدي بالفعل وظيفة" قلت. “ ‘Zararı yok Bay Wilson!' kein Schaden||| ضرر|ليس|السيد|ويلسون "Es ist nichts passiert, Herr Wilson! “ 'It's okay, Mr. Wilson!' "لا بأس يا سيد ويلسون!" dedi Vincent Spaulding. قال|فينسنت|سبولدينغ said Vincent Spaulding. قال فينسنت سبولدينغ. ‘Zaten bütün gün çalışacak değilsiniz.' بالفعل|كل|يوم|ستعمل|لستَ Du wirst sowieso nicht den ganzen Tag arbeiten. 'You won't be working all day anyway.' "لن تعمل طوال اليوم على أي حال." “ ‘Hangi saatlerde çalışacağım?' أي|في الساعات|سأعمل "Wie lange werde ich arbeiten? “ 'What hours will I work?' "في أي أوقات سأعمل؟" diye sordum. قائلًا|سألت fragte ich. I asked. سألت.

“ ‘Saat ondan ikiye kadar.' الساعة|من|إلى|حتى "Von zehn bis zwei Uhr. “ 'Ten to two o'clock.' " 'الساعة من العاشرة حتى الثانية.' “Bir rehinci en çok akşamlan çalışır Bay Holmes, özellikle de ödeme gününden önceki perşembe ve cuma akşamları. ||||abends|||||||von dem Tag der Zahlung||||| أحد|مرتهن|أكثر|كثيرا|في المساء|يعمل|السيد|هولمز|خاصة|أيضا|دفع|من يوم|السابق|الخميس|و|الجمعة|في المساء |pawnbroker|||"in the evenings"|||||||||Thursday||| "Ein Pfandleiher arbeitet am besten abends, Herr Holmes, vor allem am Donnerstag- und Freitagabend vor dem Zahltag. “A pawnshop works best in the evening, Mr. Holmes, especially on the Thursday and Friday evenings before payday. "يعمل المرتهن أكثر في المساء يا سيد هولمز، خاصة في الخميس والجمعة قبل يوم الدفع. Bu yüzden sabahları birkaç kuruş kazanmanın bana hiçbir zararı olmayacaktı. ||||Kurus||||| هذا|السبب|في الصباح|بضع|قروش|كسب|لي|أي|ضرر|لن يكون Es würde mir also nicht schaden, morgens ein paar Groschen zu verdienen. So it wouldn't hurt me to earn a few bucks in the morning. لذلك لم يكن من الضار لي أن أكسب بعض المال في الصباح. Hem çırağıma güveniyordum, işleri bensiz de yürütebilirdi. |meinem Lehrling|vertraute||ohne mich||führen أيضا|مساعدي|كنت أثق|الأعمال|بدونى|أيضا|كان يمكنه إدارتها ||||without me||could manage Außerdem vertraute ich meinem Lehrling, er konnte das Geschäft auch ohne mich führen. Besides, I trusted my apprentice, he could run the business without me. كنت أثق في مساعدي، كان بإمكانه إدارة الأمور بدوني.

“ ‘Bu bana çok uygun,' dedim. هذا|لي|جدا|مناسب|قلت "Ich sagte: 'Das passt perfekt zu mir. “I said, 'This suits me very well.' " 'هذا يناسبني تمامًا،' قلت. ‘Peki, ya ücret?' ||Preis حسنا|أو|الأجر Und was ist mit dem Honorar? 'Well, what about the fee?' ‘حسناً، ماذا عن الأجر؟' “ ‘Haftada 4 sterlin.' في الأسبوع|جنيه استرليني "4 Pfund pro Woche". “ '£4 a week.' “ ‘4 جنيهات في الأسبوع.' “ ‘Ya yapılacak iş?' ماذا|يُنجز|عمل "Was ist mit der zu erledigenden Arbeit? “ 'What about work?' “ ‘وماذا عن العمل المطلوب؟' “ ‘Tamamen göstermelik.' |nur zum Schein تمامًا|للعرض فقط |"for show" "Das ist alles nur Show. “ 'It's purely for show.' “ ‘مجرد شكل فقط.' “ ‘Tamamen göstermelik derken ne demek istiyorsunuz?” تماما|للعرض|عندما|ماذا|تعني|تريد "Was meinen Sie mit 'nur zur Show'?" "What do you mean by 'totally for show'?" “ ‘ماذا تعني بقولك مجرد شكل فقط؟”

“ ‘Yapacağınız bütün iş, mesai saati boyunca büroda ya da en azından binada olmak. Ihrer|||Arbeitszeit||||||||| ما ستقومون به|كل|عمل|الدوام|ساعة|طوال|في المكتب|أو||على الأقل||في المبنى|أن تكون "Alles, was Sie tun müssen, ist, während der Arbeitszeiten im Büro oder zumindest im Gebäude zu sein. “ 'All you have to do is be in the office or at least in the building during office hours. "كل ما عليك القيام به هو أن تكون في المكتب أو على الأقل في المبنى خلال ساعات العمل. Eğer dışarı çıkarsanız, işi sonsuza kadar kaybedersiniz. ||||für immer||verliert إذا|إلى الخارج|خرجتم|العمل|إلى الأبد|| Wenn du rausgehst, verlierst du den Job für immer. If you go out, you will lose the job forever. إذا خرجت، ستفقد وظيفتك إلى الأبد. Bu konuda vasiyetnamedeki şartlar gayet açık. ||im Testament||sehr| هذا|في هذا الموضوع|في الوصية|الشروط|جداً|واضحة ||the will||| Die Bestimmungen des Testaments sind in dieser Hinsicht sehr eindeutig. The terms in the will are very clear in this regard. الشروط في الوصية واضحة جداً في هذا الشأن. Tüm zaman zarfında bürodan çıktığınız anda şartlara uymamış olursunuz.' ||im Zeitraum|vom Büro|ihr verlasst||den Bedingungen|entspricht|werden كل|وقت|في|من المكتب|تخرجون|عند|الشروط|لم تتوافق|ستكونون ||"in the period"|||||| Sobald Sie das Büro während der gesamten Zeit verlassen, haben Sie die Bedingungen nicht erfüllt". During the entire time, the moment you leave the office, you have not complied with the terms.' في اللحظة التي تخرج فيها من المكتب، لن تلتزم بالشروط." “ ‘Kabul, topu topu günde dört saat nasıl olsa, bu yüzden dışarı çıkmayı hiç düşünmem,' dedim. |Ball||||||||||||| قبول|إجمالا|إجمالا|يوميا|أربع|ساعات|كيف|كان|هذا|بسبب|خارج|الخروج|أبدا|أفكر|قلت "Ich sagte: 'Na ja, es sind ja nur vier Stunden am Tag, da würde ich schon gerne mal rausgehen. “I said, 'Well, it's just four hours a day anyway, so I never think of going out.' "أوافق، على أي حال، أربع ساعات فقط في اليوم، لذلك لم أفكر في الخروج أبداً،" قلت. “ ‘Hiçbir bahane kabul edilmez,' dedi Bay Duncan Ross, ‘ne hastalık, ne iş, ne de başka bir şey. |Ausrede||||||||||||||| لا شيء|عذر|مقبول|يُقبل|قال|السيد|دنكان|روس|لا|مرض|لا|عمل|لا|ولا|آخر|واحد|شيء "Keine Ausrede ist akzeptabel", sagte Herr Duncan Ross, "nicht Krankheit, nicht Arbeit, nicht irgendetwas. “'No excuses are accepted,' said Mr. Duncan Ross, 'not sickness, not work, or anything else. "لا يُقبل أي عذر،" قال السيد دنكان روس، "لا مرض، ولا عمل، ولا شيء آخر. Hep büroda olmanız gerekiyor, yoksa işi unutun.' ||||||vergessen دائما|في المكتب|وجودكم|ضروري|وإلا|العمل|تنسوا Man muss ständig im Büro sein, sonst kann man den Job vergessen.' You have to be at the office all the time, or forget about the job.' يجب أن تكون دائمًا في المكتب، وإلا انسَ العمل." “ ‘Peki, yapılacak iş nedir?' حسنا|الذي يجب القيام به|العمل|ما هو "Also, was ist zu tun? “ 'Well, what's the work to be done?' "حسنًا، ما هي المهمة؟" “Britannica Ansiklopedisi'nin kopyasını çıkarmak. Britannica|der Enzyklopädie|Kopie| بريتانيكا|الموسوعة|نسختها|استخراج "Encyclopaedia Britannica"|"of the encyclopedia"|make a copy| "Anfertigung einer Kopie der Encyclopaedia Britannica. “Making a copy of the Encyclopædia Britannica. "نسخ موسوعة بريتانيكا. İlk cildinden başlarsınız. |Band| |من المجلد|تبدأ |first volume| Sie beginnen mit dem ersten Band. You start from the first volume. تبدأ من المجلد الأول." Kâğıt, kalem ve mürekkebi kendiniz getireceksiniz, biz sadece bu masayla sandalyeyi veriyoruz. Papier|||Tinte||||||Tisch|| ورقة|قلم|و|الحبر|أنتم|ستجلبون|نحن|فقط|هذه|الطاولة|الكرسي|نعطي |||the ink||"you will bring"||||with the table|| Sie bringen Ihr eigenes Papier, Stifte und Tinte mit, wir stellen nur den Tisch und den Stuhl zur Verfügung. You will bring your own paper, pen and ink, we only provide this table and chair. ستجلب الورق والقلم والحبر بنفسك، نحن نقدم فقط هذه الطاولة والكرسي. Yarın başlayabilir misiniz?' غدا|تستطيع أن تبدأ|هل Können Sie morgen anfangen? Can you start tomorrow?' هل يمكنك البدء غداً؟ “ ‘Tabii,' diye cevap verdim. بالطبع|قائلًا|جواب| "Sicher", antwortete ich. “ 'Sure,' I replied. "بالطبع،" أجبت. “ ‘O halde görüşmek üzere, Bay Jabez Wilson. إذن|في|اللقاء|قريباً|السيد|جابز|ويلسون "Bis dann, Mr. Jabez Wilson. “'See you then, Mr. Jabez Wilson. "إذن، إلى اللقاء، السيد جابيز ويلسون. Şansınız yaver gidip bu güzel işi aldığınız için sizi tebrik ederim.' |läuft|||||bekommen haben|||herzlichen Glückwunsch| حظك|مساعد|ذاهب|هذه|جميلة|الوظيفة|حصلت عليها|من أجل|أنت|تهنئة|أقدم |in your favor||||||||| Ich beglückwünsche Sie zu Ihrem Glück, diesen guten Job zu bekommen". Good luck and congratulations on getting this beautiful job.' أهنئك على حظك الجيد في الحصول على هذه الوظيفة الجميلة." Selamlayarak beni kapıya kadar geçirdi, ben de çırağımla eve döndüm. indem er mich begrüßte|||||||mit meinem Lehrling|| بتحية|لي|إلى الباب|حتى|أوصل|أنا|أيضا|مع تلميذي|إلى المنزل|عدت Er begrüßte mich und begleitete mich zur Tür, und ich ging mit meinem Lehrling nach Hause. He walked me to the door, greeting me, and I returned home with my apprentice. استقبلني حتى الباب، وعدت إلى المنزل مع تلميذي. Şans yüzüme güldüğü için o kadar mutluydum ki ne dediğimi, ne yaptığımı bilmiyordum. Glück|meinem Gesicht|||||||||||wusste الحظ|لي|ابتسمت|بسبب|أنا|جدا|كنت سعيدًا|حتى|ماذا|قلت|ماذا|فعلت|لم أكن أعلم |"to me"|smiled upon|||||||||| Ich war so glücklich, dass mir das Glück hold war, dass ich nicht wusste, was ich sagen oder tun sollte. I was so happy that luck smiled on me that I didn't know what I was saying or what I was doing. كنت سعيدًا جدًا لأن الحظ ابتسم لي لدرجة أنني لم أكن أعرف ما الذي أقوله أو ما الذي أفعله. Bütün gün bu meseleyi düşündüm ve akşam olduğunda yine keyfim kaçmıştı, çünkü bu işin içinde bir bit yeniği olabileceğini düşünmeye başladım. |||die Sache||||||Laune|war weg gewesen||||||bit|Betrug||| كل|يوم|هذه|المسألة|فكرت|و|مساء|عندما|مرة أخرى|مزاجي|كان قد تدهور|لأن|هذه|العمل|في|واحد|خدعة|جديدة|يمكن أن تكون|التفكير|بدأت ||||||||||had gone sour||||||trick|||| Ich habe den ganzen Tag darüber nachgedacht, und am Abend war ich wieder schlecht gelaunt, weil ich anfing zu glauben, dass etwas faul sein könnte. I've been thinking about this all day, and by evening I'm out of my mind again, because I'm starting to think there might be something wrong with this. فكرت في هذه المسألة طوال اليوم وعندما جاء المساء، تدهورت مزاجي مرة أخرى، لأنني بدأت أفكر أنه قد يكون هناك شيء مريب في الأمر. Birinin böyle bir vasiyet bırakması veya Britannica Ansiklopedisi'nin kopyasını çıkarmak gibi basit bir şey için dünyanın parasını vermelerini aklım almıyordu. |||||||||||||||||vergeben|Verstand|verstand أحد|مثل هذا|واحد|وصية|تركه|أو|بريطانيا|موسوعة|نسخة|طباعة|مثل|بسيط|واحد|شيء|من أجل|العالم|أمواله|إعطائهم|عقلي|لم يكن يفهم Ich konnte nicht glauben, dass jemand ein solches Testament hinterlässt oder dass er viel Geld für etwas so Einfaches wie eine Kopie der Encyclopaedia Britannica bezahlen würde. I couldn't believe they would pay the world for something as simple as someone leaving a will or making a copy of the Encyclopædia Britannica. لم أستطع استيعاب فكرة أن شخصًا ما يترك وصية مثل هذه أو يدفع ثروة مقابل شيء بسيط مثل الحصول على نسخة من موسوعة بريتانيكا. Vincent Spaulding beni neşelendirmek için elinden geleni yaptı fakat yatma zamanı geldiğinde bu işten çekilmeyi aklıma koymuştum. |||zum Nehmen||||||Schlafenszeit|||||||hatte ich mir vorgenommen فينسنت|سبولدينغ|لي|إضحاكي|من أجل|من يده|ما يمكنه||لكن|النوم|وقت|جاء|هذا|العمل|الانسحاب|إلى ذهني|كنت قد وضعت Vincent Spaulding tat sein Bestes, um mich aufzumuntern, aber als ich ins Bett ging, hatte ich mich entschlossen, es aufzugeben. Vincent Spaulding did his best to cheer me up, but when it was time for bed, I made up my mind to quit. بذل فينسنت سبولدينغ قصارى جهده لإسعادي، لكن عندما حان وقت النوم، كنت قد قررت الانسحاب من هذا الأمر.

Ertesi sabah, farklı bir ruh haliyle uyandım ve işe bir göz atmaya karar verdim. |||||Stimmung||||||werfen|| التالي|صباح|مختلف|واحد|روح|بحالة|استيقظت|و|إلى العمل|واحد|نظر|إلقاء|قرار|أعطيت Am nächsten Morgen wachte ich in einer anderen Stimmung auf und beschloss, einen Blick auf die Arbeit zu werfen. The next morning, I woke up in a different mood and decided to take a look at work. في صباح اليوم التالي، استيقظت بحالة مزاجية مختلفة وقررت إلقاء نظرة على العمل. Gidip bir şişe mürekkep, bir dolmakalem ve yedi sayfa kağıt alarak Pope's Court'un yolunu tuttum. |||Tinte||Füller|||Seiten||||Court||nahm ذاهبًا|واحدة|زجاجة|حبر|واحدة|قلم|و|سبع|صفحة|ورق|آخذًا|البابا|المحكمة|طريقه|اتجهت |||||fountain pen|||||||Pope's Court|| Ich besorgte mir ein Tintenfass, einen Füllfederhalter und sieben Blatt Papier und ging zum Pope's Court. I went to Pope's Court, taking a bottle of ink, a fountain pen, and seven sheets of paper. ذهبت لشراء زجاجة حبر، وقلم حبر، وسبع صفحات من الورق وتوجهت إلى محكمة البابا. “İşyerine varınca doğrusu şaşkınlıkla karışık bir sevinç duydum; her şey hazır ve mükemmeldi. bei der Arbeit|ankommen|||||Freude||||||war perfekt |عند وصولي|في الحقيقة|بالدهشة|مختلطة|واحدة|فرحة|شعرت|كل|شيء|جاهز|و|كانت مثالية "Als ich am Arbeitsplatz ankam, war ich überrascht und erfreut; alles war bereit und perfekt. “When I arrived at the workplace, I actually felt a mixture of astonishment; everything was ready and perfect. عندما وصلت إلى مكان العمل، شعرت حقًا بفرح مختلط بالدهشة؛ كل شيء كان جاهزًا ومثاليًا. Masa benim için hazırlanmış, Bay Duncan Ross da işe gelip gelmediğimi kontrol etmek için beni bekliyordu. ||||||||||nicht gekommen bin||||| الطاولة|لي|من أجل|مُعَدَّة|السيد|دنكان|روس|أيضا|إلى العمل|قد جاء|لمجيئي|التحقق|أن يفعل|من أجل|لي|كان ينتظر Der Tisch war für mich gedeckt, und Herr Duncan Ross wartete, um zu überprüfen, ob ich zur Arbeit gekommen war. The table was set for me, and Mr. Duncan Ross was waiting for me to check if I was at work. تم إعداد المكتب من أجلي، وكان السيد دانكان روس ينتظرني ليتحقق مما إذا كنت قد جئت للعمل. ‘A' harfinden başlamamı söyledi ve beni yalnız bıraktı. |Buchstaben|||||| أ|حرف|أن أبدأ|قال|و|لي|وحده|ترك Er sagte mir, ich solle mit dem Buchstaben 'A' anfangen und ließ mich in Ruhe. He told me to start with the letter 'A' and left me alone. قال لي أن أبدأ من حرف 'A' وتركني وحدي. Ama ara sıra gelip bir göz atıyor, herşeyin yolunda gidip gitmediğini kontrol ediyordu. |||||||alles|||ob es läuft|| لكن|أحيانًا|مرة|يأتي|واحد|نظر|يراقب|كل شيء|على ما يرام|يسير|لا يسير|يتحقق|كان يفعل ||from time to time|||||||||| Aber ab und zu kam er vorbei und schaute nach, ob alles in Ordnung war. But he would come and take a look from time to time, to see if everything was alright. لكنه كان يأتي بين الحين والآخر ليلقي نظرة، ويتحقق مما إذا كانت الأمور تسير على ما يرام. Saat tam ikide beni uğurladı, yazdıklarıma iltifat etti ve ben çıktıktan sonra büronun kapısını kilitledi. ||||verabschiedete|meinen Schreiben|Kompliment||||||||schloss الساعة|تمامًا|في الثانية|لي|ودع|لما كتبته|مدح|فعل|و|أنا|بعد مغادرتي|بعد|المكتب|بابها|قفل ||||saw me off||complimented|||||||| Er verabschiedete mich um Punkt zwei Uhr, lobte mich für meine Arbeit und schloss die Bürotür ab, nachdem ich gegangen war. He said goodbye to me at exactly two o'clock, complimented my writing, and locked the office door after I had left. ودعني في تمام الساعة الثانية، وأثنى على ما كتبته، وبعد خروجي أغلق باب المكتب.

“Günler böyle geçti, Bay Holmes. الأيام|هكذا|مرت|السيد|هولمز "Und so vergingen die Tage, Mr. Holmes. “The days passed like this, Mr. Holmes. مرت الأيام هكذا، سيد هولمز. Derken cumartesi günü geldi çattı, müdür haftalık ücretim olan dört sterlinimi verdi. ||||kam|||Lohn|||Sterling| ثم|السبت|يوم|جاء|حان|المدير|أسبوعي|راتبي|الذي|أربعة|جنيهاتي|أعطى ||||came abruptly||||||| Dann kam der Samstag, und der Manager gab mir meinen Wochenlohn von vier Pfund. Then came Saturday, when the manager gave me my weekly wage of four pounds. ثم جاء يوم السبت، وأعطاني المدير راتبي الأسبوعي الذي يبلغ أربعة شلنات. Ertesi hafta da aynı şekilde paramı aldım, ondan sonraki hafta da. التالي|أسبوع|أيضا|نفس|بطريقة|مالي|حصلت|منه|التالي|أسبوع|أيضا Ich habe mein Geld in der folgenden Woche und in der Woche danach erhalten. I got my money the same way the next week, and the week after that. وفي الأسبوع التالي حصلت على أموالي بنفس الطريقة، وكذلك في الأسبوع الذي يليه. Her sabah saat onda işe başlıyor, öğleden sonra ikide ayrılıyordum. كل|صباح|الساعة|في العاشرة|إلى العمل|يبدأ|بعد الظهر|ثم|في الثانية|كنت أترك |||||||||I was leaving Ich begann jeden Morgen um zehn Uhr mit der Arbeit und verließ sie um zwei Uhr nachmittags. I started work at ten in the morning and left at two in the afternoon. كان يبدأ العمل كل صباح في الساعة العاشرة، وكنت أغادر في الساعة الثانية بعد الظهر. Zamanla Bay Duncan Ross sadece sabahları gelmeye başladı, bir süre sonra da hiç gelmez oldu. ||||||kommen|||||||kommt| مع مرور الوقت|السيد|دنكان|روس|فقط|في الصباح|الحضور|بدأ|فترة|زمن|بعد|أيضا|أبدا|يأتي|أصبح Mit der Zeit begann Herr Duncan Ross, nur noch morgens zu kommen, und nach einer Weile kam er gar nicht mehr. Over time, Mr. Duncan Ross started coming only in the mornings, and after a while he didn't show up at all. مع مرور الوقت، بدأ السيد دانكان روس يأتي فقط في الصباح، وبعد فترة لم يعد يأتي على الإطلاق. Buna rağmen, odayı bir an için bile olsa terk etmeye cesaret edemedim, çünkü ne zaman geleceğini bilemezdim, iş çok iyi ve bana da gayet uygun olduğu için kaybetmeyi göze alamazdım. ||||||||||Mut|edete|||||wusste||||||||||||riskieren|konnte على الرغم من ذلك|لكن|الغرفة|واحدة|لحظة|من أجل|حتى|لو|مغادرة|أن|شجاعة|لم أستطع|لأن|متى|وقت|سيأتي|لم أكن أعرف|العمل|جدا|جيد|و|لي|أيضا|تماما|مناسب|كان|من أجل|فقدان|جازف|لم أستطع ||||||||||||||||"couldn't know"|||||||||||risk losing||"couldn't risk" Dennoch wagte ich es nicht, das Zimmer zu verlassen, nicht einmal für einen Moment, denn ich wusste nicht, wann er kommen würde, und da die Arbeit so gut war und mir so gut gefiel, konnte ich es mir nicht leisten, sie zu verlieren. However, I did not dare to leave the room even for a moment, because I did not know when he would come, because the business was so good and I could not afford to lose it. على الرغم من ذلك، لم أجرؤ على مغادرة الغرفة حتى لبرهة، لأنني لم أكن أعلم متى سيأتي، وكان العمل جيدًا جدًا ومناسبًا لي، لذا لم أستطع المخاطرة بفقدانه.

“Böylece sekiz hafta çalıştım. وبالتالي|ثمانية|أسابيع|درست "Ich habe also acht Wochen lang gearbeitet. “So I studied for eight weeks. "وبذلك عملت لمدة ثمانية أسابيع. Çok geçmeden ‘B' harfine başlayacağımı umuyordum. ||||beginnen| جدا|قبل أن|ب|حرف|سأبدأ|كنت آمل Ich hatte gehofft, dass ich bald mit dem Buchstaben 'B' anfangen würde. I was hoping that before long I would start the letter 'B'. لم يمض وقت طويل قبل أن أأمل أن أبدأ بحرف 'ب'. Dünyanın kağıdını harcamış, yazdıklarımla neredeyse bir rafı doldurmuştum. |Papier|||||Regal|hatte ich gefüllt العالم|ورقته|قد أنفق|بما كتبت|تقريبًا|واحد|رف|كنت قد ملأته ||||||a shelf|had filled Ich hatte das Papier der Welt ausgegeben und fast ein ganzes Regal mit dem gefüllt, was ich geschrieben hatte. I had spent the world's paper and almost filled a shelf with my writings. لقد أنفقت ورق العالم، وملأت تقريبًا رفًا بما كتبته. Derken iş birden sona erdi.” ثم|العمل|فجأة|إلى النهاية|انتهى Und dann war es plötzlich vorbei." Then the job suddenly ended.” ثم انتهى العمل فجأة.

“Sona mı erdi?” النهاية|أداة استفهام|وصلت "Ist es vorbei?" “Is it over?” "هل انتهى؟"

“Evet efendim. نعم|سيدي "Yes sir. "نعم سيدي. Hem de bu sabah. أيضا|حرف عطف|هذا|صباح Also this morning. بل هذا الصباح." Her zamanki gibi saat onda işe gittim ama kapı kapalıydı; kilitlemişlerdi. |||||||||war geschlossen|hatten abgeschlossen كل|عادي|مثل|الساعة|في العاشرة|إلى العمل|ذهبت|لكن|الباب|كان مغلقًا|كانوا قد أقفلوا Ich ging wie immer um zehn Uhr zur Arbeit, aber die Tür war verschlossen, sie hatten sie abgeschlossen. I went to work at ten o'clock as usual, but the door was closed; they were locked. ذهبت إلى العمل في الساعة العاشرة كالمعتاد، لكن الباب كان مغلقًا؛ لقد أقفلوا. Üzerine astıkları bir kartona da bazı şeyler yazmışlardı. |hängten||||||hatten geschrieben على|علقوا|واحد|على الكرتون|أيضا|بعض|الأشياء|كتبوا |hung up|||||| Sie hatten einige Dinge auf eine Pappe geschrieben, die sie darauf gelegt hatten. They also wrote some things on a cardboard they hung on it. كتبوا بعض الأشياء على ورقة الكرتون التي علقوها. İşte burada, kendiniz okuyun.” |هنا|أنتم|اقرأوا Hier ist es, lesen Sie es selbst." Here it is, read for yourself.” ها هي، اقرأها بنفسك.

Bir dosya kâğıdı büyüklüğünde beyaz bir karton parçası uzattı. ||Papier||||Karton|| (م)|ملف|ورقة|بحجم|أبيض|(م)|كرتون|قطعة|مد ||sheet of paper|||||| Er reichte mir ein Stück weißen Karton in der Größe eines Aktenordners. He held out a piece of white cardboard the size of a file. مد لي قطعة من الكرتون الأبيض بحجم ورقة ملف. Üzerinde şöyle yazıyordu: على|هكذا|كان مكتوبًا On it was written: كان مكتوبًا عليها ما يلي:

KIZIL SAÇLILAR KULÜBÜ KAPANDI |||hat geschlossen أحمر|شعر|نادي|أغلق RED HAIR CLUB CLOSED نادي ذوي الشعر الأحمر مغلق

9 EKİM 1890 October OCTOBER 9, 1890 9 أكتوبر 1890

Sherlock Holmes'le ben bu kısa haberi ve arkasındaki üzgün yüzü inceledik. |mit Holmes||||||hinter dem|||haben wir untersucht شيرلوك|مع هولمز|أنا|هذه|قصيرة|الخبر|و|خلفه|حزين|وجهه|درسنا |with Holmes||||||||| Sherlock Holmes und ich haben diese Kurzgeschichte und das traurige Gesicht dahinter analysiert. Sherlock Holmes and I have studied this short story and the sad face behind it. لقد قمت بمراجعة هذا الخبر القصير ووجهه الحزين مع شيرلوك هولمز. Fakat meselenin komik tarafı o kadar ağır bastı ki dayanamayıp kahkahalarla gülmeye başladık. لكن|المسألة|مضحك|جانب|ذلك|بقدر|ثقيل|غلب|حتى|ولم نستطع الصمود|بالضحك|الضحك|بدأنا |||||||||couldn't help||| Aber die lustige Seite der Sache war so überwältigend, dass wir es nicht aushielten und anfingen zu lachen. But the funny side of the issue was so heavy that we couldn't stand it and started to laugh with laughter. لكن الجانب المضحك من القضية كان قوياً لدرجة أننا لم نستطع مقاومة الضحك بصوت عال.

“Bunda hiç de gülünecek bir şey yok,” diye bağırdı müşteri, kızıl saçlarının diplerine kadar kızararak. ||||||||||||Wurzeln||rot werdend في هذا|أبداً|أيضاً|يُضحك|شيء|شيء|غير موجود|قائلاً|صرخ|الزبون|أحمر|شعره|إلى جذور|حتى|محمرًا ||||||||||||roots of||blushing deeply "Das ist nicht zum Lachen", rief der Kunde, der bis zu den Wurzeln seiner roten Haare errötete. “There's no laughing matter in that,” the customer shouted, blushing to the roots of his red hair. "لا يوجد شيء مضحك في هذا على الإطلاق،" صرخ الزبون، وهو يحمر خجلاً حتى جذور شعره الأحمر. “Bana gülmekten başka yapabileceğiniz bir şey yoksa gideyim daha iyi.” |lachen||machen können|||||| لي|من الضحك|آخر|يمكنكم القيام به|شيء|شيء|إذا لم يكن|أذهب|أكثر|جيد "Wenn ihr nichts anderes tun könnt, als mich auszulachen, dann gehe ich lieber." "I'd better go if you have nothing else to do but laugh at me." "إذا لم يكن لديك شيء آخر تفعله سوى الضحك علي، فمن الأفضل أن أذهب."

“Hayır, hayır,” diye atıldı Holmes, adamı henüz kalktığı sandalyeye tekrar oturtarak. |||warf sich||||von dem er aufgestanden ist|||setzt لا|لا|قائلًا|اندفع|هولمز|الرجل|بعد|قام من|على الكرسي|مرة أخرى|جالسًا ||||||||to the chair|| "Nein, nein, nein", sagte Holmes und setzte den Mann auf den Stuhl zurück, von dem er gerade aufgestanden war. “No, no,” Holmes snapped, putting the man back in the chair from which he had just risen. "لا، لا،" قاطع هولمز، وهو يعيد الرجل إلى الكرسي الذي نهض منه. “Bu vakayı hayatta kaçırmam. |Fall|| هذا|القضية|في الحياة|لن أفوت “I will not miss this case in my life. "لن أفوت هذه القضية في حياتي." O kadar ilginç ki. هو|جدا|مثير للاهتمام|أن It's so interesting. "إنها مثيرة للاهتمام للغاية." Darılmayın ama hikâyenizin komik bir tarafı da var. Seid nicht böse||||||| لا تزعلوا|لكن|قصتكم|مضحك|واحد|جانب|أيضا|موجود Don't be offended||||||| Nichts für ungut, aber Ihre Geschichte hat auch eine komische Seite. Don't be offended, but there's a funny side to your story, too. "لا تغضب، لكن هناك جانب مضحك في قصتك." Kapıda bu yazıyı görünce ne yaptığınız, söyler misiniz.” ||Schriftstück||||| عند الباب|هذه|الكتابة|عندما رأيت|ماذا|فعلتم|تخبرني|هل Können Sie mir sagen, was Sie getan haben, als Sie dieses Schild an der Tür sahen?" Can you tell me what you did when you saw this inscription on the door? عندما رأيت هذه العبارة على الباب، ماذا فعلت، هل يمكنك أن تخبرني؟

“Çok şaşırdım beyefendi. جدا|تفاجأت|سيد "Ich bin sehr überrascht, Sir. “I am very surprised, sir. "لقد تفاجأت كثيرًا يا سيدي. Ne yapacağımı bilemiyordum. ما|سأفعل|لم أكن أعرف Ich wusste nicht, was ich tun sollte. I didn't know what to do. لم أكن أعرف ماذا أفعل. Sonra çevredeki bürolara uğrayarak sordum, ama kimsenin bir şeyden haberi yoktu. |den umliegenden|Büros (Plural von Büro)|gehend||||||| ثم|المحيطة|إلى المكاتب|بزيارة|سألت|لكن|لا أحد|شيء|عن شيء|علم|لم يكن Dann bin ich zu den Büros in der Nachbarschaft gegangen und habe mich umgehört, aber niemand wusste etwas. Then I stopped by the surrounding offices and asked, but no one knew anything. ثم ذهبت إلى المكاتب المحيطة وسألت، لكن لم يكن لدى أي شخص فكرة عن أي شيء. Sonunda, giriş katında muhasebecilik yapan bina sahibini buldum ve Kızıl Saçlılar Kulübü'ne ne olduğunu sordum. |||Buchhaltung|||den Eigentümer|||||zum Klub||| أخيرًا|المدخل|في الطابق|المحاسبة|الذي يعمل|المبنى|مالكها|وجدته|و|الأحمر|ذوي الشعر الأحمر|إلى النادي|ماذا|حدث له|سألت Schließlich fand ich den Eigentümer des Gebäudes, einen Buchhalter im Erdgeschoss, und fragte ihn, was mit dem Red Hair Club geschehen war. Finally, I found the owner of the building, who was the accountant on the ground floor, and asked the Redhead Club what had happened. في النهاية، وجدت صاحب المبنى الذي يعمل محاسبًا في الطابق الأرضي وسألت عن ما حدث لنادي الشعر الأحمر. Böyle bir kulübü hiç duymadığını söyledi. ||||duymadig (1)| مثل هذا|واحد|النادي|أبدا|سمع به|قال Er sagte, er habe noch nie von einem solchen Club gehört. He said he had never heard of such a club. قال إنه لم يسمع عن مثل هذا النادي من قبل. Ardından ona Bay Duncan Ross'un kim olduğunu sordum. بعد ذلك|له|السيد|دنكان|روس|من|كان|سألت ||||Ross's||| Dann fragte ich ihn, wer Herr Duncan Ross sei. Then I asked him who Mr. Duncan Ross was. ثم سألته من هو السيد دانكان روس. Bu ismi ilk defa duyuyormuş. ||||hörtet هذا|الاسم|أول|مرة|يسمعه Es war das erste Mal, dass er diesen Namen hörte. It was the first time he heard this name. يبدو أنه يسمع بهذا الاسم للمرة الأولى.

“ ‘Yani,' dedim, ‘4 numaradaki kiracı.' ||in der Nummer 4|Mieter يعني|قلت|في الشقة رقم|المستأجر "Also", sagte ich, "der Mieter in Nummer vier. “'So,' I said, 'tenant number 4.' قلت: "يعني، المستأجر في الرقم 4." “ ‘Kim? من؟ " 'Who? "من؟" Kızıl saçlı adam mı?' أحمر|ذو شعر|رجل|أداة استفهام Der rothaarige Mann? The red-haired man?' هل هو الرجل ذو الشعر الأحمر؟ “ ‘Evet, o.' نعم|هو "Ja, das ist es. “ 'Yes, he is.' "نعم، هو." “ ‘Haa, onun adı William Morris'tir,' dedi. ||||Morris| ها|اسمه|ويليام مورس|||قال |||"William Morris"|"is Morris"| "Oh, sein Name ist William Morris", sagte er. "'Oh, his name is William Morris,' he said. "آه، اسمه ويليام مورس،" قال. ‘Kendisi avukattır. |ist Anwalt هو|محامٍ Er ist ein Anwalt. 'He is a lawyer. "هو محامٍ. Burayı kendi yerine geçene kadar geçici bir büro olarak kullanıyordu. |||bis er hierher kommt||vorübergehend||Büro||benutzen هذا المكان|نفسه|مكانه|يمر|حتى|مؤقت|واحد|مكتب|ك|كان يستخدم |||||temporary|||| Er nutzte es als vorübergehendes Büro, bis er in eine eigene Wohnung zog. He used it as a temporary office until he took his place. كان يستخدم هذا المكان كمكتب مؤقت حتى ينتقل إلى مكانه الخاص." Dün taşındı.' أمس|انتقل It was moved yesterday.' انتقل بالأمس. “ ‘Onu nerede bulabilirim?' هو|أين|أستطيع أن أجد "Wo kann ich ihn finden? “ 'Where can I find him?' "أين يمكنني أن أجده؟" “ ‘Yeni bürosunda. |Büro جديد|في مكتبه "In seinem neuen Büro. “'In his new office. "في مكتبه الجديد. Bana adresi vermişti. ||gegeben لي|العنوان|أعطاني Er gab mir die Adresse. He gave me the address. لقد أعطاني العنوان. Evet, King Edward Sokağı 17 Numara,St. |König|||| نعم|كينغ|إدوارد|شارع|رقم|سانت |||||St. Ja, 17 King Edward Street, St. Edward's. Yes, 17 King Edward Street, St. نعم، رقم 17، شارع كينغ إدوارد. Paul civarı.' Paul|Paul بول|حوالي |around Paul Um Paul herum.' Paul's vicinity.' بول. “ ‘Hemen yola koyuldum Bay Holmes, fakat adrese gittiğimde suni diz kapağı imal eden bir atölye çıktı karşıma. ||||||||künstliche|Diz|Knieplatte|herstellen|||Werkstatt|| فوراً|الطريق|انطلقت|السيد|هولمز|لكن|إلى العنوان|عندما وصلت|صناعي|ركبة|غطاء|تصنيع|الذي|ورشة|عمل|ظهرت|أمامي ||||||||artificial|knee joint||manufacturing||||| "Ich machte mich sofort auf den Weg, Mr. Holmes, aber als ich die Adresse erreichte, fand ich eine Werkstatt für die Herstellung künstlicher Kniescheiben vor. “I set out at once, Mr. Holmes, but when I got to the address, I came across a workshop that manufactures artificial kneecaps. "ذهبت على الفور يا سيد هولمز، لكن عندما ذهبت إلى العنوان، وجدت ورشة لصنع الركبة الصناعية. Kimse de William Morris veya Duncan Ross adında birini tanımıyordu.” |||Morris|||||| لا أحد|أيضًا|ويليام|مورس|أو|دنكان|روس|باسم|أحدًا|كان يعرف |||William Morris|||||| Und niemand kannte jemanden namens William Morris oder Duncan Ross". And nobody knew anyone named William Morris or Duncan Ross.” لم يكن هناك أحد يعرف شخصًا باسم ويليام مورس أو دنكان روس."

“Peki, ondan sonra ne yaptınız?” حسناً|منه|بعد ذلك|ماذا|فعلتم "Well, what did you do after that?" "حسنًا، ماذا فعلت بعد ذلك؟"

“Saxe-Coburg Meydanı'ndaki evime döndüm ve çırağımın fikrini sordum. ||في ساحة|إلى منزلي|عدت|و|تلميذي|رأيه|سألت Sachsen||auf dem Platz|||||| Saxe-Coburg|||||||| "Ich kehrte in mein Haus am Sächsischen Platz zurück und fragte meinen Lehrling nach seiner Meinung. “I returned to my home in Saxe-Coburg Square and asked my apprentice's opinion. "عدت إلى منزلي في ساحة ساكس-كوبورغ وسألت تلميذي عن رأيه." O da işin içinden çıkamadı. ||||kam nicht heraus هو|أيضا|العمل|من داخله|لم يستطع الخروج Er konnte es auch nicht herausfinden. He couldn't get out of the business either. لم يتمكن من الخروج من الموقف. Sadece beklememi önerdi; postayla haber gelebilirdi. |meine Wartezeit||per Post||könnte kommen فقط|انتظاري|اقترح|بالبريد|خبر|كان يمكن أن يصل He suggested that I just wait; could come by mail. اقترح فقط أن أنتظر؛ قد تأتي الأخبار بالبريد. Ama bu benim için yeterli değildi Bay Holmes. لكن|هذا|لي|من أجل|كافٍ|لم يكن|السيد|هولمز But that wasn't enough for me, Mr. Holmes. لكن هذا لم يكن كافياً بالنسبة لي، سيد هولمز. Böyle bir işi durup dururken kaybetmek istemiyordum. مثل هذا|واحد|العمل|فجأة|أثناء التوقف|فقدان|لم أكن أريد Ich wollte meinen Job nicht ohne Grund verlieren. I didn't want to lose a job like this out of the blue. لم أكن أريد أن أفقد مثل هذه الفرصة دون سبب. Zor durumdaki insanlara tavsiyede bulunduğunuzu önceden duymuş olduğumdan doğruca size geldim.” |in der Situation|||Sie sind||gehört||direkt|Ihnen| صعب|في الوضع|للناس|في النصيحة|كنتم موجودين|مسبقًا|سمعت|لأنني|مباشرة|إليكم|جئت I have come straight to you because I have heard before that you advise people in distress.” لأنني سمعت أنك تقدم نصائح للناس في المواقف الصعبة، جئت إليك مباشرة.

“Çok da iyi ettiniz,” dedi Holmes. جدا|أيضا|جيد|فعلتم|قال|هولمز "Das hast du sehr gut gemacht", sagte Holmes. “Very well done,” said Holmes. "لقد أحسنت فعلًا،" قال هولمز. “Başınızdan geçenler son derece ilginç. von Ihrem Kopf|Vorfälle||| من رأسك|ما حدث|للغاية|جدا|مثير للاهتمام "From your head"|||| "Was Sie durchgemacht haben, ist äußerst interessant. “What you've been through is extremely interesting. "ما حدث لك مثير جدًا للاهتمام. Bu vakayla seve seve ilgileneceğim. هذا|القضية|بسرور|بحب|سأتعامل مع Ich übernehme diesen Fall gerne. I will gladly deal with this case. سأكون سعيدًا بالاهتمام بهذه القضية. Anlattıklarınızdan çıkarabildiğim kadarıyla, göründüğünden daha ciddi bir durumla karşı karşıya olabiliriz.” من ما حكيت|استطعت استنتاجه||مما يبدو|أكثر|خطير|واحد|حالة|مواجهة|أمام|قد نكون Nach dem, was ich aus Ihren Ausführungen entnehme, haben wir es möglicherweise mit einer ernsteren Situation zu tun, als es den Anschein hat." As far as I can tell from your description, we may be dealing with a more serious situation than it seems.” من خلال ما سردته، يمكن أن نكون أمام حالة أكثر جدية مما تبدو عليه."

“Hem de çok ciddi!” dedi Bay Jabez Wilson. أيضا|أيضا|جدا|جاد|قال|السيد|جابز|ويلسون "Sehr ernst!", sagte Herr Jabez Wilson. “Very serious!” said Mr Jabez Wilson. "نعم، إنها جدية جدًا!" قال السيد جابيز ويلسون. “Çünkü haftada dört sterlin kaybediyorum.” لأن|في الأسبوع|أربعة|جنيه|أفقد "Weil ich vier Pfund pro Woche verliere." "Because I'm losing four pounds a week." "لأنني أخسر أربعة جنيهات في الأسبوع."

“Sizin kişisel olarak,” diye söze girdi Holmes, “bu garip kulüpten zarar gördüğünüzü hiç sanmıyorum. |||||||||||sehen|| أنتم|شخصي|بشكل|قائلًا|إلى الحديث|دخل|هولمز|هذا|غريب|من النادي|ضرر|رأيتم|أبدًا|لا أعتقد |personal|||||||||||| "Ich persönlich", unterbrach Holmes, "glaube nicht, dass dieser seltsame Club Ihnen geschadet hat. "I don't think you, personally," said Holmes, "have been harmed by this strange club. "شخصياً،" بدأ هولمز الحديث، "لا أعتقد أنك تأثرت بهذا النادي الغريب." Aksine, bugüne kadar yaklaşık 30 sterlin kazanmışsınız, üstüne üstlük ‘A' harfiyle başlayan konularda bir sürü bilginiz oldu. im Gegenteil|||||haben Sie verdient||obendrein||mit dem Buchstaben|||||Ihr Wissen| على العكس|حتى اليوم|حوالي|حوالي|جنيه استرليني|كسبتم|بالإضافة إلى|فوق ذلك|'A'|بحرف|يبدأ|في المواضيع|الكثير|من|معرفتكم|كانت |||||||"on top of"|||||||| Im Gegenteil, Sie haben bis jetzt etwa 30 Pfund verdient und viel über Themen gelernt, die mit dem Buchstaben "A" beginnen. On the contrary, you've earned around £30 so far, plus you've learned a lot about subjects starting with the letter 'A'. على العكس، لقد ربحت حوالي 30 جنيهاً حتى الآن، بالإضافة إلى أنك كنت لديك الكثير من المعرفة في المواضيع التي تبدأ بحرف 'A'. Aslında hiçbir kaybınız olmamış!” |||gewesen في الحقيقة|لا شيء|خسارة|قد حدثت Du hast doch gar nichts verloren!" In fact, you didn't have any losses!” في الواقع، لم تخسر شيئاً!"

“Hayır bayım. لا|سيدي "Nein, Sir. “No, sir. "لا يا سيدي." Öyle değil. هكذا|ليس Das ist nicht der Fall. Not like that. ليس كذلك. Bilmek istediğim, bu heriflerin kim oldukları ve eğer bu bir şakaysa benimle neden böyle oynadıklarıdır. |||Typen||sie sind|||||Scherz|||| معرفة|أريد|هؤلاء|الرجال|من|هم|و|إذا|هذا|واحد|مزحة|معي|لماذا|هكذا|لعبوا Ich möchte wissen, wer diese Leute sind, und wenn das ein Scherz ist, warum spielen sie so mit mir? What I want to know is who these guys are and if this is a joke why are they playing me like that. ما أريد معرفته هو من هم هؤلاء الرجال ولماذا يلعبون معي بهذه الطريقة إذا كانت هذه مزحة. Zira bu şaka onlara şimdiye kadar otuz iki sterline mal oldu.” denn|||||||||| لأن|هذه|مزحة|لهم|حتى الآن|إلى|ثلاثين|اثنين|جنيه استرليني|كلفت|أصبحت |||||||||cost them| Denn dieser Scherz hat sie bis jetzt zweiunddreißig Pfund gekostet." For this joke has cost them thirty-two pounds so far.” لأن هذه المزحة كلفتهم حتى الآن اثنين وثلاثين جنيهاً.

“Bazı noktaları açıklığa kavuşturmamız gerekiyor. ||klarheit|| بعض|النقاط|إلى الوضوح|يجب أن نوضحها|من الضروري |||clarify| "Wir müssen einige Punkte klären. “We need to clarify some points. "علينا توضيح بعض النقاط. İlk olarak size şunu sormak istiyorum Bay Wilson: Şu ilk gazete ilanını size gösteren çırağınız ne zamandır sizinle birlikte çalışıyor?” |||||||||||Anzeige||zeigende|Ihr Lehrling||||| الأول||لك|||||||||||الذي يظهر|متدربك|متى|منذ|معك|معاً|يعمل Die erste Frage, die ich Ihnen stellen möchte, Herr Wilson: Wie lange ist der Lehrling, der Ihnen die erste Zeitungsanzeige gezeigt hat, schon bei Ihnen?" First I want to ask you, Mr. Wilson: How long has your apprentice been working with you, who showed you that first newspaper ad?" أريد أن أسألك أولاً يا سيد ويلسون: منذ متى يعمل معك المتدرب الذي أظهر لك تلك الإعلان الأول في الصحيفة؟

“O zamanlar yanıma gireli bir ay olmuştu.” |||gekommen||| تلك|الأوقات|إلى جانبي|دخل|شهر|قمر|قد مضى |||joined me||| "Zu diesem Zeitpunkt warst du schon einen Monat mit mir zusammen." “It had been a month since he had joined me back then.” “كان قد مر شهر منذ أن دخلت إلي.”

“Sizi nasıl gelip buldu?” أنتم|كيف|جاء|وجد "Wie hat er dich gefunden?" “How did he find you?” “كيف وجدك؟”

“İlan vermiştim.” |قد وضعت "Ich habe es beworben." “I posted an ad.” “لقد وضعت إعلاناً.”

“Tek başvuran o muydu?” |Bewerber|| فقط|المتقدم|هو|كان "War er der einzige Bewerber?" “Was he the only applicant?” “هل كان هو المتقدم الوحيد؟”

“Hayır, bir düzine aday vardı.” ||Dutzend|Kandidaten| لا|واحدة|دزينة|مرشح|كان "Nein, es gab ein Dutzend Kandidaten". “No, there were a dozen candidates.” “لا، كان هناك دزينة من المرشحين.”

“Neden onu seçtiniz?” ||haben Sie gewählt لماذا|هو|اخترتم "Warum haben Sie ihn ausgewählt?" “Why did you choose him?” "لماذا اخترته؟"

“Çünkü becerikliydi ve ucuza çalışmaya razıydı.” |war geschickt||||war bereit لأن|كان بارعًا|و|بأجر منخفض|للعمل|كان راضيًا |||||"was willing" "Weil er geschickt war und bereit war, billig zu arbeiten." “Because he was resourceful and willing to work cheap.” "لأنه كان ماهرًا وكان مستعدًا للعمل بأجر منخفض."

“Tam olarak söylersek, yarım maaşa.” ||sagen|| تمام|بالضبط|نقول|نصف|راتب "Ein halbes Gehalt, um genau zu sein." “For half a salary, to be exact.” "إذا كنا نكون دقيقين، براتب نصف."

“Evet. نعم "Yes. "نعم."

“Bize Vincent Spaulding'i tarif eder misiniz?” ||Spaulding||| لنا|فينسنت|سبولدينغ|وصف|يصف|هل يمكنك ||Vincent Spaulding||| "Können Sie uns Vincent Spaulding beschreiben?" “Can you describe Vincent Spaulding to us?” "هل يمكنك أن تصف لنا فينسنت سبولدينغ؟" “Kısa boylu, sağlam yapılı, hareketli biri. قصير|القامة|قوي|البنية|نشيط|شخص "Er ist klein, kräftig gebaut, beweglich. “He's short, well-built, and active. "شخص قصير القامة، قوي البنية، نشيط." En az otuz yaşlarında olmasına rağmen yüzünde hiç tüy yok. ||||||||Haar| على الأقل|ثلاثون||في سن|أن يكون|على الرغم من|على وجهه|أبداً|شعر|غير موجود ||||||||facial hair| Er ist mindestens dreißig Jahre alt, aber er hat kein einziges Haar im Gesicht. Although he is at least thirty years old, he has no hair on his face. "على الرغم من أنه في الثلاثينيات من عمره، إلا أن وجهه خالٍ من الشعر تمامًا." Alnında ise beyaz bir leke var asit yanığı gibi bir şey.” Auf der Stirn||||Fleck||Säure|Verbrennung||| على جبهته|لكن|أبيض|واحدة|بقعة|موجودة|حامض|حروق|مثل|واحدة|شيء "On his forehead"||||white mark||acid burn-like|acid burn||| Da ist ein weißer Fleck auf seiner Stirn, wie eine Verätzung." He has a white spot on his forehead, something like an acid burn.” "لكن لديه بقعة بيضاء على جبهته تشبه حروق الحمض."

Holmes heyecan içinde oturduğu yerden doğruldu. |||||richtete sich auf هولمز|حماس|في|جلوسه|من الأرض|نهض |||||stood up Holmes sat up excitedly. جلس هولمز في مكانه ووقف بلهفة. “Tam tahmin ettiğim gibi,” dedi. تمام|تخمين|قد خمّنت|مثل|قال “Just as I expected,” he said. "كما توقعت تمامًا،" قال. “Kulaklarında küpe deliği var mıydı?” In deinen Ohren||Loch|| في أذنيك|حلق|ثقب|كان|هل |earring hole|earring hole|| “Did he have earring holes in his ears?” "هل كان لديها ثقب في أذنيها؟"

“Evet, efendim. نعم|سيدي "Yes sir. "نعم، سيدي." Gençken bir çingene kulağına küpe deliği açmış.” ||Zigeuner||||gemacht عندما كان شابًا|واحد|غجري|في أذنه|قرط|ثقب|فتح ||gypsy|||| When he was young, a gypsy made an earring hole in his ear.” "عندما كانت شابة، قامت غجرية بعمل ثقب في أذنها."

“Hmm,” dedi Holmes düşünceli bir halde sandalyesine tekrar gömülerek. همم|قال|هولمز|متفكر|واحد|حالة|إلى كرسيه|مرة أخرى|غارقًا ||||||||sinking back “Hmm,” said Holmes thoughtfully, sinking back into his chair. "همم،" قال هولمز وهو يعود إلى كرسيه بتفكير. “Hâlâ sizinle mi?” لا زال|معكم|أداة استفهام "Ist er noch bei Ihnen?" "Still with you?" "هل لا تزال معك؟"

“Evet, efendim. نعم|سيدي "Yes sir. "نعم، سيدي." Hatta onu bıraktım da geldim.” حتى|هو|تركت|ثم|جئت I even left him and came.” "حتى تركته وجئت."

“Siz yokken işleriniz yürüyor mu?” |nicht da|Ihre Geschäfte|| أنتم|عندما لا تكونون|أعمالكم|تسير|أداة استفهام "Läuft Ihr Geschäft auch, wenn Sie weg sind?" "Is your business running while you're gone?" "هل تسير أعمالك عندما لا تكون هنا؟"

“Hiç şikayetim olmadı efendim. أبدا|شكوى|كانت|سيدي “I have no complaints, sir. "لم أشتكِ أبداً، سيدي." Sabahları pek iş olmaz zaten.” في الصباح|كثير|عمل|لا يحدث|أصلاً Not much work in the morning anyway.” "عادةً لا يوجد عمل في الصباح."

“Bu kadarı yeterli Bay Wilson. |das hier||| هذا|المقدار|كافٍ|السيد|ويلسون “That's enough, Mr. Wilson. "هذا يكفي يا سيد ويلسون. Bir-iki güne kalmaz, size haber veririm. ||Tagen|vergeht||| ||في|لا يتأخر|لكم|خبر|سأخبركم In a day or two, I'll let you know. سأخبرك خلال يوم أو يومين. Bugün cumartesi, sanırım pazartesiye kadar bu bilmeceyi çözeriz.” |||Montag|||Rätsel|lösen اليوم|السبت|أعتقد|إلى الإثنين|حتى|هذه|اللغز|سنحل ||||||riddle| It's Saturday, and I think we'll solve this riddle by Monday." اليوم هو السبت، أعتقد أننا سنحل هذه الأحجية بحلول يوم الاثنين."

“Ee, Watson,” dedi Holmes, misafirimiz gittikten sonra. ||||unser Gast|| نعم|واتسون|قال|هولمز|ضيفنا|بعد مغادرة|بعد “Well, Watson,” said Holmes, after our visitor had left. "أه، واتسون،" قال هولمز بعد مغادرة ضيفنا. “Ne diyorsun sen bu işe?” ماذا|تقول|أنت|هذا|العمل “What do you say to this job?” "ماذا تقول في هذا الأمر؟"

“Hiçbir şey,” diye cevap verdim dürüstçe. |||||ehrlich لا شيء|شيء||جواب|أعطيت|بصدق |||||"honestly" “Nothing,” I answered honestly. "لا شيء"، أجبت بصدق. “Çok esrarlı bir iş.” |Очень таинственное дело.|| |rätselhafte|| جدا|غامض|عمل|عمل |"Very mysterious matter."|| “A very mysterious business.” "إنه عمل غامض للغاية."

“Genelde,” dedi Holmes, “bir şey ne kadar garip görünüyorsa, o denli az gizemlidir. ||||||||es aussieht||so||mysteriös عادةً|قال|هولمز|شيء|شيء|كم|قدر|غريب|يبدو|ذلك|بقدر|قليل|غامض ||||||||||the more|| "Usually," said Holmes, "the more strange something looks, the less mysterious it is. "بشكل عام،" قال هولمز، "كلما بدا الشيء غريبًا، كان أقل غموضًا. Nasıl ki sıradan bir yüzü tarif etmekle çıkarmak zorsa, hergünkü sıradan meseleleri de kafa yorarak çözmek o kadar zordur. |||||||||ежедневные|||||||||трудно ||||||||schwierig|alltägliche|gewöhnlich|Probleme|||nachdenken|lösen||| كيف|أن|عادي|واحد|وجه|وصف|ب|إخراج|صعب|اليومية|عادية|مسائل|أيضا|عقل|بالتفكير|حل|ذلك|بقدر|صعب ||ordinary||||||||||||"pondering over"|||| Just as it is difficult to describe an ordinary face by describing it, it is so difficult to solve ordinary everyday issues by thinking about it. كما أنه من الصعب وصف وجه عادي، فإن حل القضايا العادية اليومية يتطلب نفس القدر من التفكير. Ama bu meselede daha hızlı davranmalıyım.” ||in dieser Angelegenheit|||handeln لكن|هذه|في المسألة|أكثر|بسرعة|يجب أن أتصرف But I must act quicker on this matter.” لكن يجب أن أتصرف بسرعة أكبر في هذه القضية."

“Peki,ne yapmayı düşünüyorsun?” diye sordum. حسناً|ماذا|أن تفعل|تفكر|قُلت|سألت "So what are you gonna do?" I asked. "حسناً، ماذا تفكر في القيام به؟" سألت.

“Pipo içmeyi,” diye cevap verdi. Pipo|||| بيبو|تدخين|قائلًا|جواب|أعطى "Smoking a pipe"|||| “To smoke a pipe,” he replied. "أفكر في تدخين الغليون،" أجاب. “Bu, en az üç pipoluk bir problem. ||||три трубки|| ||||Pipoluk|| هذا|على الأقل|ثلاثة||أشخاص|واحد|مشكلة ||||pipefuls|| “This is a problem of at least three pipes. "هذه مشكلة تتطلب على الأقل ثلاثة غلايين. Senden ricam, elli dakika boyunca ağzını açmaman.” Ayaklarını sandalyeden çekti, ince dizlerini şahin gagasını andıran burnuna yaklaştırdı ve gözlerini kapatarak orada öylece oturdu. ||||||не открывать рот|ноги||||колени|ястреба||напоминающий||приблизил к|||закрыв глаза||| |||||dein Mund||seine Füße|von dem Stuhl|||Oberschenkel|Şahin||ähnlich|Nase|nahmte|||indem er die Augen schloss||| منك|طلب|خمسين|دقيقة|طوال|فمك|لا تفتح|قدميه|من الكرسي|سحب|رقيقة|ركبتيه|الصقر|منقاره|يشبه|أنفه|قرب|و|عينيه|مغلقا|هناك|هكذا|جلس ||||||"not to open"||||||hawk's beak|hawk's beak|resembling|||||||just like that| I'm asking you not to open your mouth for fifty minutes." He took his feet off the chair, brought his thin knees close to his hawksbill nose, and sat there with his eyes closed. طلبي منك هو ألا تفتح فمك لمدة خمسين دقيقة." سحب قدميه من على الكرسي، وقرب ركبتيه النحيفتين من أنفه الذي يشبه منقار الصقر، وأغمض عينيه وجلس هناك هكذا. Ağzındaki siyah piposu garip bir kuşun gagası gibi duruyordu. ||трубка||||клюв птицы|| In seinem Mund||Pfeife|||||| في فمه|أسود|غليونه|غريب|واحد|الطائر|منقاره|مثل|كان يبدو "In his mouth"||black pipe|||bird's|beak|| His black pipe in his mouth looked like the beak of a strange bird. كان الغليون الأسود في فمه يبدو مثل منقار طائر غريب. Bir süre sonra, uyuyakaldığını düşünmeye başlamıştım ki birden sandalyesinden fırladı; kesin bir karara varmış gibiydi. |||заснул(а)||начал думать|||со своего стула|||||| |||eingeschlafen|||||von seinem Stuhl||||Entscheidung|| أحد|فترة|بعد|أنه نام|التفكير|كنت قد بدأت|حيث|فجأة|من كرسيه|قفز|حاسم|واحد|قرار|قد توصل|كان كأنه |||fell asleep||||||jumped up||||| After a while, I was beginning to think that he had fallen asleep when he suddenly jumped out of his chair; He seemed to have come to a firm decision. بعد فترة، بدأت أعتقد أنه قد غفا، وفجأة قفز من كرسيه؛ كان يبدو وكأنه قد اتخذ قرارًا حاسمًا. Piposunu şöminenin üstüne koyarak konuşmaya başladı: Пипосуну||||| غليونه|المدفأة|على|وضع|للحديث|بدأ |the fireplace's|||| Putting his pipe on the fireplace, he began to speak: وضع غليونه على المدفأة وبدأ يتحدث:

“Bugün öğleden sonra St. اليوم|بعد الظهر|بعد|سانت “This afternoon at St. "هذا بعد ظهر اليوم في قاعة سانت. James Salonu'nda Sarasate'nin konseri var . |в салоне Джеймса|Сарасате|| James|im Salon von James|Sarasate|| جيمس|في صالة|ساراساتيه|حفلة|موجود ||Sarasate's|| There's Sarasate's concert at James Hall. هناك حفلة لساراساتي . Ne dersin Watson? ماذا|تقول|واتسون What do you think, Watson? ماذا تقول يا واتسون؟ Hastaların senin yakanı bir-iki saatliğine bırakır mı dersin?” больные||твою шею|||на час-два||| ||Hals|||für eine Stunde||| المرضى|لك|عنقك|||لمدة ساعة|يترك|أداة استفهام|تقول ||"your collar"|||||| Do you think your patients will take care of you for an hour or two?” هل تعتقد أن المرضى سيتركونك لمدة ساعة أو ساعتين؟

“Bugün yapacak bir şeyim yok. |||дело| اليوم|سأفعل|شيء|لدي|ليس “I have nothing to do today. ليس لدي شيء أفعله اليوم. İşim hiçbir zaman fazla vaktimi almıyor zaten.” ||||моё время|| ||||meine Zeit|| |أبداً|وقت|كثيراً|وقتي|يأخذ|أصلاً My job never takes much of my time anyway.” عملي لا يأخذ الكثير من وقتي على أي حال.

“O halde şapkanı alıp benimle gel. ||твою шляпу||| ||deine Mütze||| أ|إذن|قبعتك|آخذًا|معي|تعال “Then take your hat and come with me. إذن، خذ قبعتك وتعال معي. Önce şehir merkezine gideceğim, yolda öğlen yemeği yiyebiliriz. |||||||можем пообедать |||||||essen أولا|المدينة|إلى المركز|سأذهب|في الطريق|الغداء|الطعام|يمكننا أن نأكل I'm going to the city center first, we can have lunch on the way. سأذهب أولاً إلى وسط المدينة، يمكننا تناول الغداء في الطريق. Bugünkü programda Alman müziği var, bunu İtalyan veya Fransız müziğine tercih ettiğimi bilirsin. |||музыка||||||музыке||| |||Musik||||||||| اليوم|في البرنامج|ألماني|الموسيقى|موجودة|هذا||أو|فرنسي|الموسيقى|تفضيل|أنني أفضل|أنت تعرف Today's program includes German music, you know I prefer it to Italian or French music. في برنامج اليوم توجد موسيقى ألمانية، كما تعلم، أفضّلها على الموسيقى الإيطالية أو الفرنسية. O müziği dinlerken, insan içine kapanıveriyor, benim de şu sırada buna ihtiyacım var. ||||в себя|замыкается в себе||||||| |||||zieht sich zurück||||||| ذلك|الموسيقى|أثناء الاستماع|الإنسان|إلى داخله|ينغلق فجأة|لي|أيضا|هذا|الوقت|إلى ذلك|حاجتي|موجود While listening to that music, one becomes withdrawn, which is what I need right now. عند الاستماع إلى تلك الموسيقى، يشعر الإنسان بالانطواء، وأنا في هذه اللحظة بحاجة إلى ذلك. Gidelim!” لنذهب Lets go!" لنذهب!

SENT_CWT:AFkKFwvL=8.94 PAR_TRANS:gpt-4o-mini=164.41 ar:AFkKFwvL openai.2025-01-22 ai_request(all=262 err=0.00%) translation(all=218 err=0.00%) cwt(all=1740 err=2.70%)