Start learning this lesson now

ZihinX, Dost kazanma ve insanları etkileme sanatı - Dale Carnegie | Kitap Özeti

Dost kazanma ve insanları etkileme sanatı - Dale Carnegie | Kitap Özeti

Dale Karnegi'nin “Dost kazanma ve insanları etkileme sanatı” isimli kitabi,

insan ilişkileri konusunda yazılmış dünyadaki en etkili kitaplardan birisi.

Eğer insanlarla ilişki kurmak becerinizi ve liderlik özelliğinizi geliştirmek istiyorsaniz

bu kitabi mutlaka okumalisiniz.

Kitap 1937 senesinde yazilmiş olsa da,

üzerinden 80 yıl geçmesine rağmen hala günümüzde olduğu gibi uygulanabilir.

Bu sebepten dolayıdır ki,

kitap hala dünyanın şimdiye kadar gelmiş-geçmiş en çok satan kitaplarından biri sayılıyor.

Kitaptan en önemli olan 5 altın kuralı sizlere iletmiş olacağız

Çoğu insan kendileri hakkında konuşmayı çok seviyor.

Her kişinin kendi geçmişi, başarıları, yetenekleri, hobileri ve bunun gibi diğer özellikleri kendileri için çok değerli. Çünkü her kişi kendi hayat filminin baş rol oyuncusudur.

Karnegiye göre, eğer etkili olmak ve karşındakı insanın sevgi ve saygısını kazanmak istiyorsanız,

o zaman o kişi ile yakından ilgilenmeniz,

ona kendisi ile ilgili sorular sormanız ve ona kendisi hakkında konuşması için fırsat yaratmanız gerekiyor.

Aynı zamanda da çok iyi bir dinleyici olmanız gerekiyor.

İnsanlar için iyi bir muhabbet eden kişi, fazla konuşan biri değil,

onları iyi dinleyen ve onlarla ilgilenen insanlardır.

Ben eskiden bunları kaide almazdım

ve sabırsızlıkla karşımdaki kişi ile yalnız kendi ilgi alanlarım hakkında konuşacağım zamanı beklerdim.

Karşımdaki kişi konuştuğu zaman onun lafının bitmesini

ve konuyu hemen değiştirip istediğim konuda konuşa bileceğim anı iple çekerdim.

Benim gibi binlerce, milyonlarca insan bunun aynısını yapıyor.

Bu durumu göz önünde canlandırmak için bir örneğe bakalım;

Diyelim ki, bu Alidir.

O, en çok futbol, sinema ve gitarla ilgileniyor.

Ali de herkes gibi başkaları ile yalnız kendi ilgi alanları hakkındakı konularda konuşmayı seviyor.

Ali Tuğba isimli bir kızdan hoşlanıyor ve Tuğba'nın ilgisini çekmeye çalışıyor.

Tuğbaysa keman, bilgisayar oyunları ve tenis ile ilgileniyor.

Tuğba her seferinde Ali ile kendi ilgi alanları hakkında konuşmaya başladığında Ali ona tepki vermiyor

ve sabırsızlıkla Tuğba'nın lafını bitirmesini bekleyip, konuyu değiştiriyor

ve futbol hakkında konuşmaya başlıyor.

Tuğba Ali ile konuşmanın onun ilgisini çekmediğini anlıyor ve ondan uzaklaşmaya başlıyor.

Şimdi, Ali'nin Tuğba'nın dediklerini çok iyi dinlediğini,

daha çok kendisi değil onun konuşmasına fırsat verdiğini düşünün.

Diyelim ki, Tuğba kemanla ilgili konuştuğu zaman,

ona bu konuda sorular soruyor ve konunun onun ilgisini nasıl çektiğini gösteriyor.

Bununla da Tuğba kendisi hakkında konuştuğu için kendini mutlu hissediyor.

Ali'nin bu davranışı onda oyle bir etki yaratıyor ki, sanki Ali ile zaman geçirmek ona kendini iyi hissettiriyor

ve dolayısıyla Ali'ye karşı pozitif duygular beslemeye başlıyor.

Bu sebeple hem Tuğba kendini daha iyi hissetmiş oluyor, hem de Ali Tuğba'dan yeni, hiç bilmediği şeyleri oğreniyor ve en önemlisi de Tuğba Ali'ni daha yakın hissetmiş oluyor.

Böylece, bu örnekten çıkan en mühim sonuç şu;

‘İnsanlara derinden ilgi göster ve onlara kendileri hakkında konuşmaları için fırsat ver'.

Karnegi'nin 2. En önemli nasihatı;

‘Başkalarının sizin için bir şey yapmasını istediğinizde,

onlara müracaat ederken kendinizin kazanacağı faydadan değil,

bunu yapmakla karşınızdaki kişinin hangi avanatajlar edineceğinden bahsedin.'

Mesela, ben, bu yeni açtığımız Youtube kanalının 1 ay içinde 1000 üyesi olmasını hedef koydum.

Bunun için eğer ben size ‘'Lütfen, kanalıma abone olun. Çünkü hedefim kanalın 1 aya 1000 abonesinin olması,

nolursunuz abone olun' desem, tabi ki,

bu sizin umurunuzda bile olmayacak.

Çünkü hiçkimseyi başkalarının kazanacağı fayda ilgilendirmiyor.

Fakat bu videoyla ben hakikaten size fayda vermiş olsam,

hayatınıza küçücük de olsa pozitif bir katkım olsa ve video bittikten sonra

size ‘'Eger bu türde olan başka videolar yükledikte kaçırmak istemiyorsanız,

hemen bildiri almak için Youtube kanalımdaki Abone ol butonuna tıklayıp

sonra da zil butonuna tıklayın.'' desem

bu daha etkili olacak.

Çünkü ben burada benim hedefimden, 1000 aboneye ulaşmak isteğimden değil,

başka videoları izlemekle kendinizi geliştirebilmek imkanınızdan bahs ediyorum.

Zira bu büyük ihtimalle sizin ilginizi çekecektir.

Karnegi bu konuyla ilgili çok güzel bir örnek veriyor;

Balık tutmaya gittiğimizde oltanın ucuna solucan takmamız gerekir.

Çünkü balığın onu sevdiğini ve sırf onun için oltaya doğru geldiğini biliyoruz

Bizim kendimiz çok şeyi, mesela pasta yemeyi sevebiliriz.

Ama oltanın ucuna pasta koyarsak,

büyük ihtimalle pasta balığın ilgisini çekmeyecektir ve bununla da biz balık tutamayacağız.

Bunun için de hep karşınızdaki kişinin ilgilendiği şeylere hitap edin.

Karneginin 3. çok önemli tavsiyesi şöyle ;

‘İnsanların iyi özelliklerini onlara söyleyin ve onlara önemli kişi olduklarını hissettirin.'

Hayatta insanı motive eden ve hayata bağlayan birkaç şey varsa,

onlardan en önemlisi insanın kendini önemli hissetmesidir.

Mesela, sizin bir tanıdığınız gitar çalıyor ve siz de bunu oğrenmek istiyorsunuz.

Eğer siz ona ‘ben gitarı çok seviyorum ve gitar çalmayı bana da öğretmeni istiyorum' söylerseniz

o kişi belki size bazı şeyleri oğretmeye çalışacaktır.

Fakat, muhtemelen o kişi kendiliğinde zamanının az olmasını

ve oğrenmek istiyorsanız gidip özel hoca tutmanız gerektiğini düşünecektir.

Eğer bu durum uzun süre devam ederse o bir süre sonra ya zamanının olmadığını

ve hoca tutmanız gerektiğini söyleyecek,

ya da kendiliğinde sizin ne kadar yüzsüz biri olduğunuzu ve onun zamanına saygı duymadığınızı düşünecektir.

Her iki durumda siz istediğiniz sonucu almamış olacaksınız.

Bir de duruma şu açıdan bakalım.

Diyelim ki, siz ona ‘yalnız onun gitar çalmasının hayranı olduğunuzu, onu ne kadar çok takdir ettiğinizi

ve başkasının değil yalnız o kişinin size gitar çalmayı öğretmesinin önemli olduğunu söylüyorsunuz.

Üstelik, onun zamanını almayı istemediğinizi

ve onun zamanının ne kadar değerli olduğunu anladığınızı vurguluyorsunuz.

Bu durumda, büyük olasılıkla, karşınızdaki kişi hiçbir karşılık beklemeden

size gitar çalmayı öğretmeyi cani-gönülden isteyecektir

ve bundan hakikaten de zevk alacaktır.

Nitekim, o kendini önemli hissetmekle,

siz ise gitar çalmayı öğrenmekle bu durumdan karlı çıkmış olacaksınız.

Karnegi'nin 4-cü hayatınızı değiştirecek tavsiyesinden biri eleştirmemekle ilgilidir.

Karnegi şöyle nasihat ediyor;

‘'Hiçbir zaman insanları eleştirmeyin.

Aynı zamanda, onlara ‘Senin bu fikrin yanlış.'

Ve ya ‘Senin bu haraketin yanlıştır' demeyin.

Bunu yapmak etrafınızdaki insanların sizden uzaklaşmasına sebep olacaktır.

Çünkü böyle yaptıkta, karşınızdaki kişi otomatik olarak kendini koruma moduna geçecek,

düşüncesinin ve ya hareketinin doğru olduğunu kanıtlamak isteyecektir.

Sonuç itibariyle, kendisi de yaptığı hareketin ve ya savunduğu şeyin doğru olduğuna inananacaktır.

Bunun için her zaman karşınızdaki kişi ile empati kurup,

kendinizi onun yerinde hissedin ve o hareketi niye yaptığını ve ya o fikri neden söylediğini anlamaya çalışın.

Bu durumda, karşınızdaki kişi sizin onu hakikaten anladığınızı görür

ve o da size karşı anlayışlı olmaya başlar

ve istediğinizi yapmaya hevesli olur

Mesela, siz çocuğunuzun yeteri kadar ders çalışmadığını görüyorsunuz.

Eğer siz ona ‘'Niçin ders çalışmıyorsun? Senin yerine ben utanıyorum.

Bak komşunun oğluna. Yine takdir aldı, bütün notları iyi.

Bir de senin yaptığına bak.

Boş gezenin boş kalfası.'' deseniz,

çocuğunuz dersten de, o anda sizden de nefret edecektir.

Çünkü derse göre küçülmüş olacak ve kendisini beceriksiz, yaramaz biri gibi hissedecektir.

Bu durum devam ettikçe çocuğunuz sizi aldatacak

ve sizin gözünüzde başka türlü gözükmeye çalışacaktır.

Aslındaysa derslerini daha da ihmal edecektir.

Karnegi öneriyor ki, her zaman ilk önce kendi yanlışlarınızdan bahsedin,

sonra zamanında sizin de o kişinin yerinde olduğunuzu bildirin,

daha sonra sizin kendi yanlışlarınızı nasıl düzelttiğinizi

ve karşınızdakinin de hangi sebepten dolayı yanlışını düzeltmesi gerektiğini ona izah edin.

Bu kurala uyarak eğer siz çocuğunuza bunu kendi deneyiminize uyarlayıp anlatsanız

büyük ihtimalle başka bir sonucun şahidi olacaksınız.

Örnek verelim.

Mesela, siz zamanında istediğiniz üniversiteyi ve bölümü bitirmemiş oluyorsunuz

ve şimdi de hayal ettiğiniz işte çalışmıyorsunuz.

Bunun için de eğer siz evladınıza ‘Biliyor musun oğlum, ben de okuldayken ders çalışmaya nefret ederdim.

Çünkü arkadaşlarla gezip tozmak, şakalaşmak, oyun oynamak o kadar eğlenceliydi ki,

kesinlikle ders çalışmak istemiyordum.

Ben de ders çalışmanın sıkıcı olduğunu biliyorum.

Ben hatta birilerinin ders çalışmayı sevdiğine inanmıyorum.

Bunun için seni çok iyi anlıyorum.

Fakat ben yıllar geçtikten sonra anladım ki, ders çalışmamakla büyük yanlış yaptım.

Keşke zamanında birileri bana da bunları anlatsaydı.

Ben de kendimi zorlayıp dersimi çalışsaydım.

Ben doktor olmak istiyordum

Ama okumadığım için univeristenin tıp bölümünü kazanamadım ve aşçılık okumak durumunda kaldım.

Aşçılık kötü bir iş demiyorum.

Fakat ben bu işi sevmiyorum ve sırf size bakabilmek için bu işi yapıp para kazanmak zorundayım. Zamanında 11 sene okumaya kendimi zorlayamadığım için şimdi 50 sene sevmediğim şeyi yapmaya mecburum.

Eğer sen de böyle olmak istemiyorsan o zaman kendin karar ver,

kendini ikna ederek okumak mi daha iyi yoksa diğeri mi?''

cümlelerini söylerseniz o sizin onu hakikaten anladığınızın farkında olacak

ve ona destek olduğunuzu hissedecektir

Bu şekilde okumaya daha hevesli olacaktır.

5-ci en önemli kural-‘'Yalnışınız varsa, en kısa zamanda onu kabul edip karşınızdaki kişiyle empati kurun.'dur

Mesela, bir zamanlar ben restoran işletiyordum.

Oradaki kasiyer kasa işlemlerinde yanlışlık yapmış,

kayıtlara 40 tl yerine 400 tl para dahil oldu diye kaydetmişti.

Bunun sonucunda bizim vergiyi 10 defa daha fazla ödememiz gerekiyordu ve bu hiç de iyi bir durum değildi.

Ben bunu öğrendiğimde haliyle çok sinirlendim ve meseleyi elemanla konuşmak için onun yanına gittim.

Beni görür görmez konuşmama müsaade etmeden hemen özür dilemeye başladı.

Bana ‘'anlıyorum, yaptığım büyük yanlış. Utancımdan n'apacağımı bilmiyorum.

Dikkatsizlik ettiğimin farkındayım.

Çok işe yaramaz biriyim.

Bunu benim maaşımdan iki kat kesin, sonra da beni işten azat edin

Ne yapsanız haklısınız.

Benim gibi işeyaramaz birini işte tutmanız kabahat.'' dedi.

Ben de çocuğu azarlamaya hazırlanıyordum.

Böyle söylediği için çocuğa karşı tavrım hemen değişti ve ona ‘ bu kadar abartmaya gerek yok.

Hepimiz insanız, tabii ki, hata yapa biliriz.

Önemli olan yanlışlarımızdan ders çıkarıp onları tekrarlamamak.

Benim için sen değerli bir çalışansın.

Yaptığın yanlışı anlamak da bir erdemdir.''

Dedim ve bu konuya bir daha değmedim

Tabii ki, eğer kasiyer çocuk ‘restoran o anda çok yoğundu, bayağı müşteri vardı, garsonlar da bir taraftan rahatsız ediyordu,

herkes bir şey soruyordu, onun için o an yanlışlıkla hesapları karıştırdım.' deseydi ben daha fazla sinirlenecektim ve onu azarlayacaktım.

Çalışan çocuksa tam aksini yaptığı için hem benim gözümde daha fazla saygı kazandı, hem de benim sinirlerim yatıştı ve işimize eskisi gibi devam ettik.

Bunun için de ‘hatanız varsa onu hemen kabullenip, karşınızdaki kişiye empati gösterin.

Bunu yapmakla siz daha fazla etkili bir insan olacaksınız.

Eğer videoyu beğendiyseniz ve daha fazla bunun gibi videolar yapmamı istyorsanız

Youtube kanalıma abone olun.

Yeni videolar yüklediğimde hemen bildiri almak için zil tuşuna basın. Ayrıca, eğer videoyla size fayda verebildiysem,

işimizi değerlendiridiğinizi göstermek için videoyu Youtube'da beğenin

ve başkalarının da yararlanmasına yardımcı olmak istiyorsanız Facebook'da da paylaşın.

Teşekkürler.

Dost kazanma ve insanları etkileme sanatı - Dale Carnegie | Kitap Özeti |acquisition d'amis|||influence|art|Dale|Carnegie||Résumé Friend|winning|and|people|influencing|art|Dale|Carnegie|Book|Summary Amizade|ganhar amigos|e|as pessoas|influenciar pessoas|a arte de|Dale Carnegie|Carnegie|livro|resumo do livro |Freundschaft gewinnen|||Beeinflussen|die Kunst|Dale Carnegie|Carnegie|| 朋友|||||艺术|戴尔|卡内基||摘要 |كسب الأصدقاء||الناس|تأثير|فن|ديل|||ملخص الكتاب 友人|友達作り|and|人々|影響を与える|技術|デール|カーネギー|本|要約 فن كسب الأصدقاء والتأثير في الناس - ديل كارنيجي | ملخص كتاب Die Kunst, Freunde zu gewinnen und Menschen zu beeinflussen – Dale Carnegie | Buchzusammenfassung Η τέχνη του να κερδίζεις φίλους και να επηρεάζεις τους ανθρώπους - Dale Carnegie | Περίληψη βιβλίου El arte de ganar amigos e influir sobre las personas - Dale Carnegie | Resumen del libro L'art de se faire des amis et d'influencer les gens - Dale Carnegie | Résumé du livre 友人を獲得し、人に影響を与える技術 - デール・カーネギー｜書籍概要 De kunst vrienden te winnen en mensen te beïnvloeden - Dale Carnegie | Samenvatting van het boek Искусство завоевывать друзей и влиять на людей - Дейл Карнеги | Краткое содержание книги Konsten att vinna vänner och påverka människor - Dale Carnegie | Summary Мистецтво завойовувати друзів і впливати на людей - Дейл Карнегі | Короткий зміст книги 赢得朋友和影响他人的艺术 - 戴尔·卡耐基 | 书籍摘要 The Art of Winning Friends and Influencing People - Dale Carnegie | Book Summary

Dale Karnegi'nin “Dost kazanma ve insanları etkileme sanatı” isimli kitabi, |Carnegie||||||||livre Dale|Carnegie's|Friend|winning|and|people|influencing|art|titled|book |Dale Carnegie|Amizade|ganhar amigos|e|as pessoas|influenciar pessoas|a arte de|intitulado|o livro Dale Carnegie|Dale Carnegie||Freundschaft gewinnen||||||das Buch |كارنيجي|||||||| ダール|カーネギーの|友達|人を得る|と|人々|影響|芸術|名の|本 ||||||wpływanie na ludzi||| كتاب ديل كارنيجي "فن كسب الأصدقاء والتأثير في الناس" ، "Die Kunst, Freunde zu gewinnen und Menschen zu beeinflussen" von Dale Karnegi, Le livre de Dale Carnegie intitulé "L'art de se faire des amis et d'influencer les gens", 戴尔·卡耐基的《赢得朋友和影响他人的艺术》一书， Dale Carnegie's book titled "The Art of Winning Friends and Influencing People,"

insan ilişkileri konusunda yazılmış dünyadaki en etkili kitaplardan birisi. human|relationships|on|written|in the world|the most|effective|books|one |العلاقات الإنسانية|في مجال|مكتوب|||فعال||أحدهم 人|人間関係|について|書かれた|世界の|人間関係|効果的な|本の中で|一冊 |relacionamentos humanos|sobre|escrita|do mundo||eficaz|dos livros|um من أكثر الكتب تأثيراً في العالم كتب عن العلاقات الإنسانية. Eines der einflussreichsten Bücher über menschliche Beziehungen in der Welt. est l'un des livres les plus efficaces au monde sur les relations humaines. 是关于人际关系方面写的世界上最有效的书籍之一。 is one of the most effective books in the world written on human relations.

Eğer insanlarla ilişki kurmak becerinizi ve liderlik özelliğinizi geliştirmek istiyorsaniz ||relations humaines|établir des relations|votre compétence||leadership|caractéristique de leader|développer|si vous voulez If|with people|relationship|to establish|your ability|and|leadership|your characteristic|to improve|you want |as pessoas|relacionamento|estabelecer relacionamentos|sua habilidade||liderança|sua característica|desenvolver|vocês querem ||||Fähigkeit||Fähigkeit zur Führung|||wenn Sie ||علاقة|إقامة علاقات|مهارتك||القيادة|صفة القيادة|تطوير|إذا كنتم もし|人々と|関係|関係を築く|能力|と|リーダーシップ|特性|発展させる|もし望むなら إذا كنت ترغب في تحسين قدرتك على التفاعل مع الناس وقيادتك Wenn Sie Ihre zwischenmenschlichen Fähigkeiten und Führungsqualitäten verbessern möchten Si vous souhaitez développer vos compétences en relations humaines et vos qualités de leadership If you want to improve your ability to connect with people and your leadership qualities,

bu kitabi mutlaka okumalisiniz. |||vous devez lire this|book|definitely|you must read ||com certeza|deve ler |||Sie müssen lesen |||يجب أن تقرأ この|本|必ず|読むべきです يجب عليك بالتأكيد قراءة هذا الكتاب. müssen Sie dieses Buch lesen. vous devez absolument lire ce livre. Você definitivamente deveria ler este livro. you must definitely read this book.

Kitap 1937 senesinde yazilmiş olsa da, ||écrit|| The book|in the year|written|although|too ||geschrieben|| 本|年に|書かれた|もしも|でも |no ano|escrito|se|mas بالرغم من أن الكتاب كتب عام 1937 ، Auch wenn das Buch 1937 geschrieben wurde, Bien que le livre ait été écrit en 1937, Although the book was written in 1937,

üzerinden 80 yıl geçmesine rağmen hala günümüzde olduğu gibi uygulanabilir. ||прошедших 80 лет|||||| ||passage du temps||||||applicable over|year|passing|despite|still|in modern times|it is|like|applicable |ano|passar|apesar de|ainda|||como|aplicável ||vergehen|||||| ||مرور|رغم||في الوقت الحالي|يكون||قابل للتطبيق を通じて|年|経過する|にもかかわらず|今でも|現在でも|存在する|のように|適用可能な على الرغم من مرور 80 عامًا ، لا يزال من الممكن تطبيقه كما هو اليوم. 80 Jahre später ist sie immer noch so aktuell wie damals. Bien que 80 ans se soient écoulés, il peut encore être appliqué comme aujourd'hui. despite 80 years passing, it is still applicable today.

Bu sebepten dolayıdır ki, ||c'est à cause| This|from reason|is due to|that |por isso|é por isso|que ||deshalb| |سبب|لذلك| この理由で|この理由から|である|そのため ولهذا السبب Aus diesem Grund, C'est pour cette raison que, This is the reason why,

kitap hala dünyanın şimdiye kadar gelmiş-geçmiş en çok satan kitaplarından biri sayılıyor. |||||venu|passé||||livres||est considéré the book|still|the world's|until now|ever|||most|very|selling|books|one|is considered ||||até agora||||||dos livros|| ||||||||||von den Büchern||gilt als ||العالم|حتى الآن|||الماضي|||الأكثر مبيعًا|من كتبه||يعتبر 本|まだ|世界の|これまで|まで|来た|過去の|英語|多くの|サタン|本の中で|の一つ|と見なされている لا يزال الكتاب يعتبر من أكثر الكتب مبيعًا في العالم على الإطلاق. gilt das Buch immer noch als eines der meistverkauften Bücher der Welt. le livre est toujours considéré comme l'un des livres les plus vendus de tous les temps. Il libro è ancora considerato uno dei libri più venduti al mondo di sempre. the book is still considered one of the best-selling books of all time.

Kitaptan en önemli olan 5 altın kuralı sizlere iletmiş olacağız ||||règles d'or|règle||transmis| من الكتاب|أكثر|||ذهب|القاعدة|إليكم|قد أبلغ|سنكون from the book|the|important|that are|golden|rules|to you|will have communicated|we will be 本から|最も|重要な|重要な|黄金|ルール|あなたたちに|伝えます| |||||||übermitteln| Wir werden Ihnen die 5 wichtigsten goldenen Regeln aus dem Buch vermitteln Nous allons vous transmettre les 5 règles d'or les plus importantes du livre. Vi trasmetteremo le 5 regole d'oro più importanti del libro. We will convey to you the 5 golden rules that are the most important from the book.

Çoğu insan kendileri hakkında konuşmayı çok seviyor. معظم|الناس||||| Most|people|themselves|about|talking|very|likes Die meisten Menschen lieben es, über sich selbst zu sprechen. La plupart des gens aiment beaucoup parler d'eux-mêmes. Most people love to talk about themselves.

Her kişinin kendi geçmişi, başarıları, yetenekleri, hobileri ve bunun gibi diğer özellikleri kendileri için çok değerli. |||past|succès|talents|hobbies||||||||| Every|person's|own|past|achievements|abilities|hobbies|and|this|like|other|characteristics|themselves|for|very|valuable |الشخص||الماضي|إنجازاتهم|المواهب|الهوايات الشخصية||هذا|||الميزات|أنفسهم|||قيمة |||Vergangenheit|Erfolge||Hobbys|||||Merkmale|||| تعتبر الخلفية والإنجازات والمواهب والهوايات والخصائص الأخرى لكل شخص ذات قيمة كبيرة بالنسبة لهم. Der eigene Hintergrund, die Errungenschaften, Talente, Hobbys und andere Merkmale sind für jeden Menschen sehr wertvoll. Chaque personne considère son propre passé, ses succès, ses talents, ses hobbies et d'autres caractéristiques de ce genre comme très précieux. Each person's own past, achievements, skills, hobbies, and other such traits are very valuable to them. Çünkü her kişi kendi hayat filminin baş rol oyuncusudur. |||||film|head||acteur Because|every|person|his/her own|life|film's|main|role|is the actor |||||فيلم|رئيسي|دور|هو اللاعب |||||des Films|||Hauptdarsteller لأن كل شخص هو الممثل الرئيسي لفيلم حياته. Denn jeder Mensch ist der Protagonist seines eigenen Lebensfilms. Parce que chaque personne est le personnage principal de son propre film de vie. Because each person is the main character in their own life movie.

Karnegiye göre, eğer etkili olmak ve karşındakı insanın sevgi ve saygısını kazanmak istiyorsanız, Selon Carnegie||||||la personne en face||||respect de|| كارنيجي يقول|وفقاً|إذا كنت||أن تكون||الشخص الذي أمامك|الإنسان|حب||احترامه|تحقيق| Karnegiye zufolge||||||||||Respekt|| Carnegie|according to|if|effective|to be|and|the person in front of you|person's|love|and|respect|to gain|you want وفقًا لبطاقة الأداء ، إذا كنت تريد أن تكون فعالاً وتحظى بحب واحترام الشخص الآخر ، Laut dem Bericht, wenn Sie effektiv sein wollen und die Liebe und den Respekt der anderen Person zu gewinnen, Selon Carnegie, si vous voulez être influent et gagner l'amour et le respect de la personne en face de vous, According to Carnegie, if you want to be effective and gain the love and respect of the person in front of you,

o zaman o kişi ile yakından ilgilenmeniz, ||||||votre intérêt that|time|that|person|with|closely| |||||عن كثب|اهتمامك ||||||interessieren إذًا يجب أن تعتني بهذا الشخص عن كثب ، dann ist es wichtig, dass Sie sich intensiv mit dieser Person befassen, alors vous devez vous intéresser de près à cette personne. then you need to take a close interest in that person,

ona kendisi ile ilgili sorular sormanız ve ona kendisi hakkında konuşması için fırsat yaratmanız gerekiyor. |||||vos questions|||||||occasion opportunité|créer| to him|he|with|related|questions|you ask|and|to him|he|about|talking|for|opportunity|you create|is necessary |نفسه||||||||||||| |||||||||||||schaffen| عليك أن تسأله أسئلة عن نفسه وأن تخلق له فرصًا للتحدث عن نفسه. Sie müssen ihr Fragen über sich selbst stellen und ihr Gelegenheit geben, über sich selbst zu sprechen. Vous devez lui poser des questions sur elle-même et lui donner l'occasion de parler d'elle-même. You need to ask him questions about himself and create opportunities for him to talk about himself.

Aynı zamanda da çok iyi bir dinleyici olmanız gerekiyor. ||||||auditeur|| same|time|also|very|good|a|listener|you being|is necessary ||||||Zuhörer|| أنت أيضًا بحاجة إلى أن تكون مستمعًا جيدًا جدًا. Sie müssen auch ein sehr guter Zuhörer sein. En même temps, vous devez être un très bon auditeur. At the same time, you need to be a very good listener.

İnsanlar için iyi bir muhabbet eden kişi, fazla konuşan biri değil, ||||conversation|||||| |for|good|a|conversation|engaging|person|too much|talking|one|not المتحدث الجيد للناس ليس الشخص الذي يتحدث كثيرًا ، Ein guter Gesprächspartner für Menschen, nicht jemand, der zu viel redet, Une personne qui est un bon interlocuteur pour les autres n'est pas quelqu'un qui parle trop. For people, a good conversationalist is not someone who talks too much,

onları iyi dinleyen ve onlarla ilgilenen insanlardır. ||qui écoute|||concerned| them|well|listening|and|with them||they are people إنهم أناس يستمعون إليهم جيدًا ويهتمون بهم. sind Menschen, die ihnen gut zuhören und sich um sie kümmern. Ce sont des personnes qui écoutent bien et s'intéressent à eux. but someone who listens well and cares about them.

Ben eskiden bunları kaide almazdım |||règle|je ne prenais I|used to|these|principle|wouldn't take |||Regel|nicht beachten اعتدت أن لا أعتبرهم ركائز Früher habe ich diese Dinge ignoriert. Avant, je ne tenais pas compte de cela. Non li compravo come piedistalli I used to not take these things into account.

ve sabırsızlıkla karşımdaki kişi ile yalnız kendi ilgi alanlarım hakkında konuşacağım zamanı beklerdim. ||la personne en face||||||mes domaines d'intérêt||||j'attendrais and|impatiently|the person in front of me|person|with|only|my|interest|areas|about|I would talk|time|I would wait |||||||||||الوقت|كنت سأنتظر ||||||||||||ich würde warten وكنت أنتظر بفارغ الصبر الوقت الذي سأتحدث فيه مع الشخص الآخر فقط عن اهتماماتي الخاصة. und ich wartete ungeduldig auf den Zeitpunkt, an dem ich mit der anderen Person nur über meine eigenen Interessen sprechen konnte. Et j'attendais impatiemment le moment où je pourrais parler uniquement de mes propres intérêts avec la personne en face de moi. and I would eagerly wait for the moment when I could talk only about my own interests with the person in front of me.

Karşımdaki kişi konuştuğu zaman onun lafının bitmesini ||quand il parle|||de ses|fin الشخص الذي أمامي||يتحدث|||| Karşımda duran|||||| |||||Wort| the person in front of me|person|when he/she speaks|time|his/her|words|to finish عندما يتحدث الشخص الذي أمامي ، أريد أن ينتهي Wenn die andere Person spricht, möchte ich nicht, dass sie aufhört zu sprechen. Quand la personne en face de moi parle, j'attends qu'elle ait fini de parler Quando la persona di fronte a me parla, voglio che abbia finito. When the person in front of me was speaking, I would wait for them to finish.

ve konuyu hemen değiştirip istediğim konuda konuşa bileceğim anı iple çekerdim. |||changer||sujet thème|parler|je pourrais|moment|with a rope|je tirerais and|the subject|immediately|changing|I wanted|on the topic|I could talk|I would be able to|moment|with a rope|I would pull |||||||ich sprechen||mit Freude|ich würde ziehen وكنت أتطلع إلى اللحظة التي يمكنني فيها تغيير الموضوع والتحدث عن أي شيء أريده. und ich freute mich auf den Moment, in dem ich das Thema wechseln und über alles reden konnte, was ich wollte. et je guette le moment où je pourrai changer de sujet et parler de ce que je veux. e non vedevo l'ora che arrivasse il momento in cui avrei potuto cambiare argomento e parlare di tutto ciò che volevo. I would look forward to the moment when I could immediately change the subject and talk about what I wanted.

Benim gibi binlerce, milyonlarca insan bunun aynısını yapıyor. ||||||the same| like me|like|thousands|millions|people|this|the same thing|do الآلاف ، الملايين من الناس مثلي يفعلون الشيء نفسه. Tausende, Millionen von Menschen wie ich tun das Gleiche. Des milliers, voire des millions de personnes comme moi font exactement la même chose. Thousands, millions of people like me do the same thing.

Bu durumu göz önünde canlandırmak için bir örneğe bakalım; |||devant de|visualiser|||exemple| This|situation|eye|in front of|to visualize|in order to|one|example|let's look |Bu durumu||||||| ||||veranschaulichen|||Beispiel| دعونا نلقي نظرة على مثال لتصور هذا الموقف ؛ Lassen Sie uns diese Situation an einem Beispiel veranschaulichen; Diamo un'occhiata a un esempio per visualizzare questa situazione; To visualize this situation, let's look at an example;

Diyelim ki, bu Alidir. |||Ali Let's say|that|this| |||Ali لنفترض أن هذا هو علي. Nehmen wir an, es ist Al. Disons que c'est Ali. Let's say this is Ali.

O, en çok futbol, sinema ve gitarla ilgileniyor. ||||||guitar| He|most|much|soccer|cinema|and|with guitar|is interested ||||||Gitar spielen|interessiert sich يهتم في الغالب بكرة القدم والسينما والغيتار. Sein größtes Interesse gilt dem Fußball, dem Kino und der Gitarre. Il s'intéresse surtout au football, au cinéma et à la guitare. He is most interested in football, cinema, and guitar.

Ali de herkes gibi başkaları ile yalnız kendi ilgi alanları hakkındakı konularda konuşmayı seviyor. ||||d'autres personnes|||||areas|ses sujets||| Ali|also|everyone|like|others|with|only|his own|interest|areas||topics|talking|likes ||||||||||über die||| مثل أي شخص آخر ، يحب علي التحدث إلى الآخرين فقط في الأمور المتعلقة بمصالحه الخاصة. Ali spricht wie alle anderen auch nur über seine eigenen Interessen. Ali, comme tout le monde, aime parler avec les autres seulement des sujets qui l'intéressent. Like everyone else, Ali enjoys talking to others only about his own interests.

Ali Tuğba isimli bir kızdan hoşlanıyor ve Tuğba'nın ilgisini çekmeye çalışıyor. |Tuğba||||||de Tuğba|attention|| Ali|Tuğba|named|a|from girl|likes|and|Tuğba's|interest|attracting|trying |||||||Tuğba's||| يحب علي فتاة تدعى Tugba ويحاول جذب انتباه Tugba. Ali mag ein Mädchen namens Tuğba und versucht, ihre Aufmerksamkeit zu gewinnen. Ali aime une fille nommée Tuğba et essaie d'attirer son attention. Ali likes a girl named Tuğba and is trying to get her attention.

Tuğbaysa keman, bilgisayar oyunları ve tenis ile ilgileniyor. Tuğbaysa|||jeux|||| Tuğbaysa|Geige|||||| Tuğba|violin|computer|games|and|tennis|with|is interested in تهتم Tuğbaysa بالكمان وألعاب الكمبيوتر والتنس. Tuğbaysa interessiert sich für Geige, Computerspiele und Tennis. Tuğba s'intéresse au violon, aux jeux vidéo et au tennis. Tuğba, on the other hand, is interested in violin, computer games, and tennis.

Tuğba her seferinde Ali ile kendi ilgi alanları hakkında konuşmaya başladığında Ali ona tepki vermiyor ||à chaque fois|||||||||||réaction|ne réagit pas Tugba|every|time|Ali|with|her own|interest|areas|about|to talk|when|Ali|to her|reaction|doesn't give في كل مرة تبدأ توغبا في التحدث إلى علي حول اهتماماتها ، لا يتفاعل علي معها. Jedes Mal, wenn Tugba beginnt, mit Ali über ihre Interessen zu sprechen, reagiert Ali nicht auf sie. Chaque fois que Tuğba commence à parler à Ali de ses centres d'intérêt, Ali ne réagit pas. Every time Tuğba starts talking to Ali about their interests, Ali does not respond to her.

ve sabırsızlıkla Tuğba'nın lafını bitirmesini bekleyip, konuyu değiştiriyor |||parole|finish|en attendant||change de sujet and|impatiently|Tuğba's|words|finishing|waiting|topic|changes |||Äußerung||wartend|| وتنتظر توجبا بفارغ الصبر إنهاء حديثها ، غيرت الموضوع und wartet ungeduldig darauf, dass Tugba ausspricht und das Thema wechselt et attend avec impatience que Tuğba termine de parler, changeant de sujet Instead, he impatiently waits for Tuğba to finish her sentence and changes the subject.

ve futbol hakkında konuşmaya başlıyor. and|football|about|to talk|starts وبدأ يتحدث عن كرة القدم. und er fängt an, über Fußball zu reden. et commence à parler de football. He starts talking about football.

Tuğba Ali ile konuşmanın onun ilgisini çekmediğini anlıyor ve ondan uzaklaşmaya başlıyor. |||de parler|||ne pas attirer||||s'éloigner| Tugba|Ali|with|talking|his|interest|did not attract|realizes|and|from him|to distance|begins |||das Gespräch|||nicht interessiert||||| تدرك توغبا أن التحدث إلى علي لا يثير اهتمامها ويبدأ في الابتعاد عنه. Tuğba merkt, dass sie nicht an einem Gespräch mit Ali interessiert ist und entfernt sich von ihm. Tuğba comprend que parler avec Ali ne l'intéresse pas et commence à s'éloigner de lui. Tuğba realizes that talking to Ali does not interest him, and she begins to distance herself from him.

Şimdi, Ali'nin Tuğba'nın dediklerini çok iyi dinlediğini, |||ce qu'elle a dit||| Now|Ali's|Tuğba's|words|very|well|listened |||was Tuğba gesagt hat||| الآن ، استمع علي جيدًا لما قاله توجبا ، Ich habe gelernt, dass Ali sehr gut auf das hört, was Tugba sagt, Maintenant, pensez qu'Ali écoute très attentivement ce que Tuğba dit, Now, Ali is listening very well to what Tuğba is saying,

daha çok kendisi değil onun konuşmasına fırsat verdiğini düşünün. |||||à parler||| more|much|himself|not|his|to speak|opportunity|he gives|think فكر في الأمر على أنه يمنحه الفرصة للتحدث بدلاً من نفسه. anstatt ihn sprechen zu lassen. qu'il donne plus d'opportunité à elle de parler qu'à lui. think that it is not so much about him, but rather that he is giving her the opportunity to speak.

Diyelim ki, Tuğba kemanla ilgili konuştuğu zaman, |||au violon||| Let's say|that|Tuğba|with the violin|related to|she talks|when |||mit der Geige||| دعنا نقول عندما يتحدث توجبا عن الكمان ، Sagen wir, wenn Tugba über die Geige spricht, Disons que, lorsque Tuğba parle du violon, Let's say that when Tuğba talks about the violin,

ona bu konuda sorular soruyor ve konunun onun ilgisini nasıl çektiğini gösteriyor. ||||||sujet||||a attiré| to him|this|about the topic|questions|asks|and|the topic|his|interest|how|attracted|shows تسأله أسئلة حول هذا الموضوع وتبين كيف أثار الموضوع اهتمامه. Er stellt ihm Fragen dazu und zeigt, wie sehr ihn das Thema interessiert. Elle pose des questions sur ce sujet et montre comment cela a attiré son intérêt. he is asking her questions about it and showing how the topic captures her interest.

Ali'nin bu davranışı onda oyle bir etki yaratıyor ki, sanki Ali ile zaman geçirmek ona kendini iyi hissettiriyor |dieses|||so||||||||||||| Ali's|this|behavior|on him||a|effect|creates|that|as if|Ali|with|time|spending|to him|himself|well|makes feel ||||tellement|||||||||||||faire sentir يؤثر سلوك علي عليه كثيرًا بحيث يشعر وكأن قضاء الوقت مع علي يجعله يشعر بالرضا. Alis Verhalten hat eine Wirkung auf ihn, als ob er sich durch die Zeit mit Ali gut fühlt. Le comportement d'Ali a un tel effet sur elle qu'on dirait que passer du temps avec Ali la fait se sentir bien. Ali's behavior has such an effect on her that spending time with Ali makes her feel good.

ve dolayısıyla Ali'ye karşı pozitif duygular beslemeye başlıyor. ||à Ali|||sentiments|des sentiments| and|therefore|to Ali|towards|positive|feelings|to nurture|begins ||||||hegen| وبالتالي يبدأ في الشعور بمشاعر إيجابية تجاه علي. und beginnt daher, Ali gegenüber positive Gefühle zu hegen. et donc elle commence à avoir des sentiments positifs envers Ali. and thus starts to develop positive feelings towards Ali.

Bu sebeple hem Tuğba kendini daha iyi hissetmiş oluyor, hem de Ali Tuğba'dan yeni, |cette raison||||||se sent mieux|||||de Tuğba| This|reason|both|Tuğba|herself|more|well|feels|is|both|also|Ali|from Tuğba|new |||||||gefühlt|||||Tuğba von| لهذا السبب يشعر توجبا بتحسن ، وجديد علي توجبا ، Aus diesem Grund fühlt sich sowohl Tuğba besser und Ali ist neu von Tuğba, Pour cette raison, Tuğba se sent mieux, et Ali apprend de nouvelles choses de Tuğba qu'il ne connaissait pas du tout. For this reason, both Tuğba feels better about herself, and Ali learns new, hiç bilmediği şeyleri oğreniyor ve en önemlisi de Tuğba Ali'ni daha yakın hissetmiş oluyor. |didn't know||apprend||||||Ali|||| never|he didn't know|things|learns|and|most|importantly|also|Tuğba|Ali|more|close|felt|becomes |die er nicht||||||||Ali's|||sich näher| يتعلم أشياء لم يعرفها من قبل ، والأهم من ذلك أنه يشعر بأن توجبا علي أقرب. Sie lernt Dinge, die sie nicht wusste, und vor allem fühlt sich Tuğba Ali näher. Et surtout, Tuğba se sent beaucoup plus proche d'Ali. unknown things from Tuğba, and most importantly, Tuğba feels closer to Ali.

Böylece, bu örnekten çıkan en mühim sonuç şu; ||cet exemple|||important|| Thus|this|from the example|arising|the most|important|result|this ||Beispiel|||wichtigsten|| وبالتالي فإن أهم استنتاج من هذا المثال هو: Die wichtigste Schlussfolgerung aus diesem Beispiel ist also diese; Ainsi, la conclusion la plus importante qui ressort de cet exemple est la suivante ; Thus, the most important conclusion drawn from this example is;

‘İnsanlara derinden ilgi göster ve onlara kendileri hakkında konuşmaları için fırsat ver'. |profondément||montrer|||||conversations||| |von Herzen|||||||||| |deeply|interest|show|and|to them|themselves|about|talking|for|opportunity|give "اهتم بعمق بالناس وامنحهم الفرصة للتحدث عن أنفسهم". sich intensiv um die Menschen kümmern und ihnen die Möglichkeit geben, über sich selbst zu sprechen". ‘Montrez un intérêt profond aux gens et donnez-leur l'occasion de parler d'eux-mêmes'. ‘Show deep interest in people and give them the opportunity to talk about themselves.'

Karnegi'nin 2. En önemli nasihatı; |||advice Carnegie's|most|important|advice |||Rat ثاني أهم نصيحة كارنيجي ؛ Der zweitwichtigste Ratschlag von Karnegi; Le 2ème conseil le plus important de Carnegie ; Carnegie's 2nd most important advice;

‘Başkalarının sizin için bir şey yapmasını istediğinizde, ||||||quand vous voulez der anderen||||||wenn Sie wollen Others|your|for|one|thing|to do|when you want عندما تريد أن يفعل الآخرون شيئًا من أجلك ، Wenn du willst, dass andere etwas für dich tun, «Lorsque vous souhaitez que les autres fassent quelque chose pour vous, ‘When you want others to do something for you,

onlara müracaat ederken kendinizin kazanacağı faydadan değil, |demande|en faisant|vous-même|will gain|avantage| to them|application|while|your|will gain|benefit|not |التقدم||||| ||||Sie gewinnen|Vorteil| ليس من أجل الفائدة التي ستكتسبها من خلال التقدم إليها ، und nicht wegen des Nutzens, den Sie aus Ihrer Bewerbung ziehen, parlez plutôt des avantages que la personne devant vous obtiendra en le faisant, when you approach them, don't talk about the benefits you will gain,

bunu yapmakla karşınızdaki kişinin hangi avanatajlar edineceğinden bahsedin.' |faire cela|la personne en face|||avantages|will gain| this|by doing|the person opposite you|person's|which|advantages|will gain|talk about ||||||erwerben wird| تحدث عن الفوائد التي سيكسبها الشخص الآخر من خلال القيام بذلك. welche Vorteile die andere Person dadurch erlangt". et non pas de ce que vous gagnerez en le faisant.» instead, talk about what advantages the person in front of you will gain by doing this.'

Mesela, ben, bu yeni açtığımız Youtube kanalının 1 ay içinde 1000 üyesi olmasını hedef koydum. ||||ouvert||chaîne|||||objectif| For example|I|this|new|we opened|Youtube|channel|month|within|members|to be|goal|set ||||wir eröffneten||des neuen YouTube-Kanals|||||| على سبيل المثال ، قمت بتعيين هدف لقناة Youtube المفتوحة حديثًا هذه أن تضم 1000 عضوًا في غضون شهر واحد. Ich habe mir zum Beispiel das Ziel gesetzt, dass dieser neue Youtube-Kanal innerhalb eines Monats 1000 Mitglieder hat. Par exemple, moi, j'ai fixé comme objectif d'atteindre 1000 abonnés sur notre nouvelle chaîne Youtube dans un mois. For example, I set a goal for our newly opened YouTube channel to have 1000 members within 1 month.

Bunun için eğer ben size ‘'Lütfen, kanalıma abone olun. Çünkü hedefim kanalın 1 aya 1000 abonesinin olması, ||||||ma chaîne|||Parce que|objectif|||abonné| For this|reason|if|I|to you|'Please|to my channel|subscribe|be|Because|my goal|of the channel|month|subscribers|to be |||||||||||||Abonnenten| لهذا ، إذا قلت لك "من فضلك ، اشترك في قناتي. لأن هدفي هو أن يبلغ عدد المشتركين في القناة 1000 مشترك في شهر واحد ، Wenn ich also zu Ihnen sage: "Bitte abonnieren Sie meinen Kanal. Denn mein Ziel ist es, 1000 Abonnenten in 1 Monat zu haben, Pour cela, si je vous disais : 'S'il vous plaît, abonnez-vous à ma chaîne. Parce que mon objectif est d'avoir 1000 abonnés en un mois, For this reason, if I were to say to you, 'Please subscribe to my channel. Because my goal is to have 1000 subscribers in a month,

nolursunuz abone olun' desem, tabi ki, s'il vous plaît|||je dirais|| bitte||||| please|subscribe|you|if I say|of course|yes إذا قلت "الرجاء الاشتراك" ، بالطبع ، "Bitte abonnieren", natürlich, s'il vous plaît abonnez-vous,' bien sûr, please subscribe,' of course,

bu sizin umurunuzda bile olmayacak. ||votre âge|| this|your|in your concern|even|will not be ||interessiert|| لن تهتم حتى. wird es Ihnen egal sein. Cela ne vous concernera même pas. this wouldn't matter to you at all.

Çünkü hiçkimseyi başkalarının kazanacağı fayda ilgilendirmiyor. |personne|||avantage|n'intéresse Because|nobody|others'|will gain|benefit| |||||interessiert nicht لأنه لا أحد يهتم بالفائدة التي سيحصل عليها الآخرون. Denn niemand kümmert sich um den Nutzen für andere. Parce que personne ne s'intéresse aux bénéfices que d'autres vont tirer. Because no one is interested in the benefits that others will gain.

Fakat bu videoyla ben hakikaten size fayda vermiş olsam, mais||avec cette vidéo||vraiment||bien||si j'étais But|this|with the video|I|really|you|benefit|had given|if I were ||dem Video|||||| ولكن إذا ساعدتك حقًا في هذا الفيديو ، Aber wenn ich Ihnen mit diesem Video wirklich einen Gefallen getan habe, Mais si avec cette vidéo j'ai vraiment pu vous apporter un bénéfice, However, if I have truly provided you with value through this video,

hayatınıza küçücük de olsa pozitif bir katkım olsa ve video bittikten sonra votre vie|tout petit|||||contribution||||| to your life|tiny|also|would be|positive|a|contribution|would be|and|video|after finishing|after |winzig|||||||||| حتى لو كان لدي مساهمة إيجابية صغيرة في حياتك وبعد انتهاء الفيديو Ich wünschte, ich könnte einen positiven Beitrag zu Ihrem Leben leisten, auch wenn es nur ein kleiner ist, und wenn das Video zu Ende ist. si je peux apporter une petite contribution positive à votre vie et après la vidéo If I could make a tiny positive contribution to your life and after the video ends,

size ‘'Eger bu türde olan başka videolar yükledikte kaçırmak istemiyorsanız, |si vous voulez||ce genre||||téléchargez|miss|if you don't to you|If|this|type|that are|other|videos|we upload|to miss|if you don't want |Wenn||dieser Art|||||verpassen|nicht wollen "إذا كنت لا تريد أن تفوتك عند تحميل مقاطع فيديو أخرى من هذا النوع ، "Wenn wir weitere Videos dieser Art hochgeladen haben und Sie sie nicht verpassen wollen, si vous ne voulez pas manquer d'autres vidéos de ce genre que nous publions, I would say, 'If you don't want to miss other videos of this kind that we upload,

hemen bildiri almak için Youtube kanalımdaki Abone ol butonuna tıklayıp |subscribe||||dans ma chaîne|||bouton|cliquer immediately|notification|to receive|in order to|YouTube|on my channel|Subscribe|button|to the button|clicking |Benachrichtigung erhalten||||meinem Kanal|||| انقر فوق الزر "اشتراك" في قناتي على Youtube لتلقي الإشعارات على الفور. Klicken Sie auf die Schaltfläche Abonnieren auf meinem Youtube-Kanal, um sofort benachrichtigt zu werden cliquez sur le bouton Abonner sur ma chaîne YouTube pour recevoir immédiatement des notifications click the Subscribe button on my YouTube channel to get notifications immediately,

sonra da zil butonuna tıklayın.'' desem ||sonnerie||cliquez| then|also|doorbell|to the button|click|if I say ||Taste||| ثم انقر فوق زر الجرس. und klicken Sie dann auf die Glockentaste. ensuite, cliquez sur le bouton de la cloche.'' dis-je and then click the bell button.'

bu daha etkili olacak. this|more|effective|will be سيكون هذا أكثر فعالية. wird dies effektiver sein. ce sera plus efficace. this would be more effective.

Çünkü ben burada benim hedefimden, 1000 aboneye ulaşmak isteğimden değil, ||||de ma cible|abonnés||mon souhait| Because|I|here|my|from my goal|subscribers|to reach|from my desire|not |||||||meinem Wunsch| لأنني هنا ليس بسبب هدفي ، رغبتي في الوصول إلى 1000 مشترك ، Denn ich bin nicht wegen meines Ziels hier, nicht weil ich 1000 Abonnenten erreichen will, Parce que je ne parle pas ici de mon objectif, de mon souhait d'atteindre 1000 abonnés, Because I am not talking about my goal here, my desire to reach 1000 subscribers,

başka videoları izlemekle kendinizi geliştirebilmek imkanınızdan bahs ediyorum. ||regarder d'autres vidéos||développer vos compétences|votre possibilité|parler de| other|videos|by watching|yourself|to improve|from your opportunity|I am talking|about ||||entwickeln können|Ihrer Möglichkeit|spreche| أنا أتحدث عن إمكانية تحسين نفسك من خلال مشاهدة مقاطع فيديو أخرى. Ich spreche von der Möglichkeit, sich durch das Ansehen anderer Videos zu verbessern. Je parle de votre possibilité de vous améliorer en regardant d'autres vidéos. but about your opportunity to improve yourself by watching other videos.

Zira bu büyük ihtimalle sizin ilginizi çekecektir. Cumin|||probablement|||attirera Denn||||||wecken wird For surely|this|great|probably|your|interest|will attract سيكون هذا على الأرجح موضع اهتمامك. Denn das wird Sie wahrscheinlich interessieren. En effet, cela est très probablement susceptible de vous intéresser. For this will likely catch your interest.

Karnegi bu konuyla ilgili çok güzel bir örnek veriyor; Carnegie|||||||| Karnegi|||||||| Carnegie|this|with the subject|related|very|good|a|example|gives كارنيجي يعطي مثالا جيدا جدا في هذا الموضوع ؛ Karnegi gibt dafür ein sehr gutes Beispiel; Carnegie donne un très bel exemple à ce sujet ; Carnegie gives a very nice example regarding this topic;

Balık tutmaya gittiğimizde oltanın ucuna solucan takmamız gerekir. ||nous sommes allés|fishing rod||ver de terre|mettre un ver| Fish|to catch|when we go|the rod's|to the end|worm|we need to put|should |||الصنارة|||| ||||||wir einen Wurm anbringen| عندما نذهب للصيد ، نحتاج إلى وضع دودة في نهاية صنارة الصيد. Lorsque nous allons pêcher, nous devons attacher un ver au bout de la canne. When we go fishing, we need to put a worm on the end of the fishing line.

Çünkü balığın onu sevdiğini ve sırf onun için oltaya doğru geldiğini biliyoruz |du poisson||||just|||hameçon|||nous savons Because|fish's|it|loves|and|just|its|for|bait|towards|coming|we know |der Fisch|||||||||| لأننا نعلم أن السمكة تحبه وهو على الخطاف فقط من أجله Parce que nous savons que le poisson l'aime et vient vers l'hameçon juste pour ça. Because we know that the fish loves it and comes to the bait just for it.

Bizim kendimiz çok şeyi, mesela pasta yemeyi sevebiliriz. |nous-mêmes||||||nous pouvons aimer Our|ourselves|many|things|for example|cake|eating|we can love |||||||wir können Nous pouvons aimer beaucoup de choses, par exemple manger du gâteau. We can love many things ourselves, for example, eating cake.

Ama oltanın ucuna pasta koyarsak, |Angelrute|||wir legen But|fishing rod's|to the end|bait|if we put ||||nous mettons Aber wenn wir einen Kuchen an das Ende des Hakens hängen, Mais si nous mettons un gâteau au bout de la canne à pêche, But if we put cake on the end of the fishing line,

büyük ihtimalle pasta balığın ilgisini çekmeyecektir ve bununla da biz balık tutamayacağız. |||||attirer||||||nous ne pêcherons pas big|probably|paste|fish|interest|will not attract|and|with this|also|we|fish|will not catch |||||||||||fischen werden il est très probable que le gâteau n'attire pas l'attention du poisson et donc nous ne pourrons pas pêcher de poisson. it is very likely that the cake will not attract the fish's attention, and with that, we will not be able to catch any fish.

Bunun için de hep karşınızdaki kişinin ilgilendiği şeylere hitap edin. ||||||||s'adresser| This|for|also|always|the person in front of you|person's|interested in|things|appeal|address ||||||||ansprechen| Sprechen Sie dabei immer die Dinge an, für die sich Ihr Gegenüber interessiert. Pour cela, adressez-vous toujours aux choses qui intéressent la personne en face de vous. For this reason, always appeal to the things that the person in front of you is interested in.

Karneginin 3. çok önemli tavsiyesi şöyle ; Son|||conseil| des Zeugnisses|||Empfehlung| report card|very|important|advice|is as follows La troisième recommandation très importante de Karnegi est la suivante ; Karnegi's 3rd very important advice is as follows;

‘İnsanların iyi özelliklerini onlara söyleyin ve onlara önemli kişi olduklarını hissettirin.' ||||dites-leur||||||faire sentir |good|qualities|to them|tell|and|to them|important|person|they are|make feel ||خصائص|||||||| ||||||||||fühlen lassen ‘Dites aux gens leurs bonnes qualités et faites-leur sentir qu'ils sont des personnes importantes.' ‘Tell people their good qualities and make them feel they are important.'

Hayatta insanı motive eden ve hayata bağlayan birkaç şey varsa, ||||||liant||| In life|a person|motivates|that|and|to life|that connects|a few|things|exist S'il y a quelques choses qui motivent et lient une personne à la vie, If there are a few things that motivate a person and connect them to life,

onlardan en önemlisi insanın kendini önemli hissetmesidir. ||le plus important||||se sentir from them|the|most important|human|himself|important|feeling ||||||sich wichtig fühlen Le plus important d'entre eux est que l'homme se sente important. the most important of them is for a person to feel important.

Mesela, sizin bir tanıdığınız gitar çalıyor ve siz de bunu oğrenmek istiyorsunuz. |||que vous connaissez|||||||apprendre| For example|your|one|acquaintance|guitar|plays|and|you|also|this||you want ||||||||||lernen| Par exemple, vous avez un ami qui joue de la guitare et vous souhaitez apprendre cela. For example, you have an acquaintance who plays the guitar and you want to learn this.

Eğer siz ona ‘ben gitarı çok seviyorum ve gitar çalmayı bana da öğretmeni istiyorum' söylerseniz ||||guitare||||guitare|||||| If|you|to him|I|guitar|very|love|and|guitar|playing|to me|also|teaching|want|you say ||||die Gitarre|||||||||| Si vous lui dites ‘j'aime beaucoup la guitare et je veux que tu m'apprennes à jouer de la guitare’ If you say to him, 'I really love the guitar and I want you to teach me how to play it,'

o kişi belki size bazı şeyleri oğretmeye çalışacaktır. ||||||enseigner|will try that|person|maybe|you|some|things|to teach|will try |||||||wird versuchen Cette personne essaiera peut-être de vous enseigner certaines choses. that person might try to teach you some things.

Fakat, muhtemelen o kişi kendiliğinde zamanının az olmasını |probablement|||de lui-même|de temps|| But|probably|that|person|by himself|his time|little|to be ||||von selbst||| Cependant, cette personne pensera probablement qu'elle a peu de temps à consacrer. However, that person will probably think that he doesn't have enough time,

ve oğrenmek istiyorsanız gidip özel hoca tutmanız gerektiğini düşünecektir. |||||professeur privé|vous devez engager||pensera and|to learn|if you want|going|private|tutor|hiring|you need|he/she will think ||||||einen Privatlehrer engagieren|| Et si vous voulez apprendre, vous devrez probablement engager un professeur particulier. and that if you want to learn, you should go and hire a private teacher.

ve hoca tutmanız gerektiğini söyleyecek, ||||va dire and|teacher|you should hire|you need to|will tell et qu'il faudra que vous engagiez un professeur, and will say that you need to hire a teacher,

ya da kendiliğinde sizin ne kadar yüzsüz biri olduğunuzu ve onun zamanına saygı duymadığınızı düşünecektir. ||||||sans vergogne|||||temps||que vous n'avez pas entendu| or|also|by itself|your|how much|as|shameless|person|you are|and|his|time|respect|you do not have|he will think ||||||frech|||||||nicht respektieren| Oder er wird denken, dass Sie eine unverschämte Person sind und dass Sie seine Zeit nicht respektieren. ou bien il pensera de lui-même à quel point vous êtes impudent et que vous ne respectez pas son temps. or will think on their own about how shameless you are and that you do not respect their time.

Her iki durumda siz istediğiniz sonucu almamış olacaksınız. ||||||n'aurez pas|vous obtiendrez Both|two|in cases|you|desired|result|will not have|be ||||||nicht erhalten| In beiden Fällen werden Sie nicht das gewünschte Ergebnis erzielen. Dans les deux cas, vous n'obtiendrez pas le résultat que vous souhaitez. In both cases, you will not have achieved the desired result.

Bir de duruma şu açıdan bakalım. ||||point de vue| One|also|to the situation|this|perspective|let's look Regardons la situation sous cet angle. Now let's look at the situation from this perspective.

Diyelim ki, siz ona ‘yalnız onun gitar çalmasının hayranı olduğunuzu, onu ne kadar çok takdir ettiğinizi ||||seulement|||joue|fan||||||| Let's say|that|you|to him|only|his|guitar|playing|admirer|you are|him|how|much|very|appreciation|you appreciate |||||||spielen|bewunderst||||||schätzen| Sagen wir, Sie sagen ihm, dass Sie nur ein Fan seines Gitarrenspiels sind und wie sehr Sie ihn bewundern. Disons que vous lui dites que vous êtes seulement admirateur de sa façon de jouer de la guitare, à quel point vous l'appréciez beaucoup. Let's say you tell them that you are only a fan of their guitar playing, how much you appreciate them.

ve başkasının değil yalnız o kişinin size gitar çalmayı öğretmesinin önemli olduğunu söylüyorsunuz. |someone else's||||||||qu'il vous enseigne|||vous dites and|someone else's|not|only|that|person's|you|guitar|to play|teaching|important|it is|you are saying |||||||||lehren||| et vous dites qu'il est important que seulement cette personne vous enseigne à jouer de la guitare, et non quelqu'un d'autre. and you say that it is important for that person alone to teach you how to play the guitar, not someone else.

Üstelik, onun zamanını almayı istemediğinizi Moreover||son temps||que vous ne voulez pas Moreover|his|time|taking|you didn't want ||||Sie nicht wollen De plus, vous soulignez que vous ne souhaitez pas prendre son temps Moreover, you emphasize that you do not want to take up their time,

ve onun zamanının ne kadar değerli olduğunu anladığınızı vurguluyorsunuz. |||||||vous avez compris|vous soulignez and|his|time|how|much|valuable|it is|you understood|you emphasize |||||||Sie verstehen| et que vous comprenez combien son temps est précieux. and that you understand how valuable their time is.

Bu durumda, büyük olasılıkla, karşınızdaki kişi hiçbir karşılık beklemeden |||probablement||||réponse|sans attendre This|situation|great|likely|the person in front of you|person|no|response|without expecting Dans ce cas, il est très probable que la personne en face de vous n'attende aucune réciprocité. In this case, it is highly likely that the person in front of you will sincerely want to teach you how to play the guitar without expecting anything in return.

size gitar çalmayı öğretmeyi cani-gönülden isteyecektir |||enseigner|avec passion|de tout cœur|voudra to you|guitar|playing|to teach|||will want ||||||wird wollen würde er dir gerne das Gitarrespielen beibringen. he will want to teach you how to play the guitar la taille voudra vraiment enseigner à jouer de la guitare

ve bundan hakikaten de zevk alacaktır. |||||aura plaisir and|from this|truly|also|pleasure|will take |||||werden genießen und es wird ihm wirklich Spaß machen. et en tirera vraiment du plaisir. and will truly enjoy it.

Nitekim, o kendini önemli hissetmekle, en effet||||se sentir important In der Tat||||fühlen indeed|he|himself|important|by feeling In der Tat, er fühlt sich wichtig, En effet, il se sent important en faisant cela, Indeed, he will feel important,

siz ise gitar çalmayı öğrenmekle bu durumdan karlı çıkmış olacaksınız. ||||en apprenant|||bénéfique|| you|on the other hand|guitar|to play|by learning|this|situation|profitable|come out|will be ||||das Lernen|||profitieren|| und Sie werden vom Erlernen des Gitarrenspiels profitieren. vous en profiterez en apprenant à jouer de la guitare. while you will benefit from learning to play the guitar.

Karnegi'nin 4-cü hayatınızı değiştirecek tavsiyesinden biri eleştirmemekle ilgilidir. |4ème|vie|changer de vie|de ses conseils||ne pas critiquer|relates to كارنيجي||||||| Carnegie's|4th|your life|will change|from his advice|one|not criticizing| ||Leben|verändern wird|||nicht kritisieren| Einer der 4 lebensverändernden Ratschläge von Karnegi lautet, nicht zu kritisieren. L'un des conseils de Carnegie qui changera votre vie est lié à ne pas critiquer. One of Carnegie's 4 life-changing pieces of advice is about not criticizing.

Karnegi şöyle nasihat ediyor; ||conseil| Carnegie|like this|advises|is advising Carnegie conseille ceci : Carnegie advises as follows;

‘'Hiçbir zaman insanları eleştirmeyin. |||ne critiquez pas never|time|people|criticize |||kritisiert Ne critiquez jamais les gens. 'Never criticize people.

Ve ya ‘Senin bu haraketin yanlıştır' demeyin. ||||action|est incorrecte|ne dites pas And|or|Your|this|action|is wrong|don't say |||||falsch| Ou 'Ton acte est erroné.' Or 'Your action is wrong.'

Bunu yapmak etrafınızdaki insanların sizden uzaklaşmasına sebep olacaktır. ||autour de vous|||s'éloignent|| This|doing|around you|people|from you|distancing|cause|will be ||um Sie herum|||sich von Ihnen entfernen|| Faire cela va amener les personnes autour de vous à s'éloigner. Doing this will cause the people around you to distance themselves from you.

Çünkü böyle yaptıkta, karşınızdaki kişi otomatik olarak kendini koruma moduna geçecek, ||faites cela|||automatiquement|||protection|mode|passera en mode Because|like this|we did|the person in front of you|person|automatically|as|himself/herself|protection|mode|will switch ||||||||Schutzmodus|Modus| Parce qu'en agissant ainsi, la personne en face de vous va automatiquement passer en mode protection. Because by doing so, the person in front of you will automatically switch to self-defense mode,

düşüncesinin ve ya hareketinin doğru olduğunu kanıtlamak isteyecektir. sa pensée|||action|||prouver| seiner Meinung||||||beweisen| his thought|and|or|his action|correct|to be|to prove|he will want wird er beweisen wollen, dass sein Denken oder Handeln richtig ist. Elle voudra prouver que sa pensée ou son action est correcte. he will want to prove that his thought or action is correct.

Sonuç itibariyle, kendisi de yaptığı hareketin ve ya savunduğu şeyin doğru olduğuna inananacaktır. |en conséquence||||action|||qu'il défend||||croirea Result|in terms of|he|also|his|action|and|or|he defended|thing|right|to be| ||||||||vertritt||||wird glauben En fin de compte, il croira également que l'action qu'il a faite ou ce qu'il défend est juste. As a result, he will also believe that the action he took or the thing he defended is right.

Bunun için her zaman karşınızdaki kişi ile empati kurup, |||||||empathy|établir une empathie This|for|every|time|the person in front of you|person|with|empathy|establishing |||||||Empathie aufbauen|Empathie aufbauen Pour cela, essayez toujours d'établir de l'empathie avec la personne en face de vous, For this, always try to empathize with the person in front of you,

kendinizi onun yerinde hissedin ve o hareketi niye yaptığını ve ya o fikri neden söylediğini anlamaya çalışın. vous-même|||ressentez|||mouvement||||||||dit|| put yourself|his|position|feel|and|he|action|why|did|||that|idea|why|said|to understand|try ressentez-vous à sa place et essayez de comprendre pourquoi il a agi ainsi ou pourquoi il a dit cette idée. feel yourself in their place and try to understand why they did that action or why they said that idea.

Bu durumda, karşınızdaki kişi sizin onu hakikaten anladığınızı görür This|in situation|the person in front of you|person|your|him|truly|you understood|sees In diesem Fall sieht die andere Person, dass Sie sie wirklich verstehen. Dans ce cas, la personne en face de vous voit que vous l'avez réellement comprise In this case, the person in front of you will see that you truly understand them.

ve o da size karşı anlayışlı olmaya başlar |||||compréhensif|| and|he|also|to you|towards|understanding|to be|starts und er wird anfangen, dich zu verstehen. et elle commence à être compréhensive envers vous and he starts to be understanding towards you

ve istediğinizi yapmaya hevesli olur |ce que vous voulez||enthusiastic| and|you want|to do|eager|becomes |||eifrig| und begierig zu tun, was Sie wollen et elle devient enthousiaste à faire ce que vous voulez and becomes eager to do what you want

Mesela, siz çocuğunuzun yeteri kadar ders çalışmadığını görüyorsunuz. ||votre enfant|suffisamment|||hasn't been studying| For example|you|your child|enough|sufficiently|study|does not study|you see ||Ihr Kind||||| Par exemple, vous voyez que votre enfant ne travaille pas assez. For example, you see that your child is not studying enough.

Eğer siz ona ‘'Niçin ders çalışmıyorsun? Senin yerine ben utanıyorum. |||||tu ne travailles pas||||j'ai honte If|you|to him|Why|lesson|do not study|Your|instead|I|am ashamed |||||||||ich schäme mich Si vous lui dites ‘Pourquoi ne fais-tu pas tes devoirs? J'ai honte à ta place. If you say to him, 'Why aren't you studying? I'm embarrassed for you.

Bak komşunun oğluna. Yine takdir aldı, bütün notları iyi. |du voisin||||||| Look|neighbor’s|son|Again|praise|received|all|grades|good |Nachbarn|||Lobende Worte|||| Schauen Sie sich den Sohn Ihres Nachbarn an: Er hat wieder eine Belobigung bekommen, alle seine Noten sind gut. Regarde le fils du voisin. Il a encore reçu des éloges, toutes ses notes sont bonnes. Look at the neighbor's son. He got an award again, all his grades are good.

Bir de senin yaptığına bak. |||ce que tu as fait| One|also|your|action|look |||was du tust| Regarde aussi ce que tu as fait. Look at what you are doing.

Boş gezenin boş kalfası.'' deseniz, |errant|||dites-vous empty|wanderer's|empty|apprentice|if you say |||Lehrling|sagen wir "Ein Wanderer ist ein Verschwender. Si vous dites : « Le compagnon du flâneur est également un flâneur », If you say, "The idle person's idle assistant,"

çocuğunuz dersten de, o anda sizden de nefret edecektir. |aus dem Unterricht||||||| your child|from the lesson|also|he|at that moment|||will hate|will ||||||||aura Ihr Kind wird die Stunde hassen und Sie in diesem Moment hassen. votre enfant vous détestera à la fois à l'école et à ce moment-là. your child will hate both the lesson and you at that moment.

Çünkü derse göre küçülmüş olacak ve kendisini beceriksiz, yaramaz biri gibi hissedecektir. |||réduit||||incompétent|malin|||se sentira Because|exam|according to|diminished|will be|and|himself|incompetent|naughty|person|like|will feel |||||||ungeschickt||||fühlen Car il se sentira diminué par rapport au cours et se considérera comme quelqu'un d'incompétent et de vilain. Because they will feel diminished compared to the lesson and will feel like a clumsy, naughty person.

Bu durum devam ettikçe çocuğunuz sizi aldatacak |||tant que|||will deceive This|situation|continues|as|your child|you|will deceive ||||||betrügen Tant que cette situation perdurera, votre enfant vous trompera As this situation continues, your child will deceive you.

ve sizin gözünüzde başka türlü gözükmeye çalışacaktır. ||votre œil|||apparaître| and|your|in your eyes|differently|way|to appear|will try ||in Ihren Augen|||aussehen| et il essaiera de se montrer différemment à vos yeux. and will try to appear differently in your eyes.

Aslındaysa derslerini daha da ihmal edecektir. in fact||||négliger davantage| in Wirklichkeit||||vernachlässigen| if in reality|his/her lessons|more|also|neglect|will Im Gegenteil, er wird sein Studium noch mehr vernachlässigen. En fait, il négligera encore plus ses leçons. In fact, he will neglect his lessons even more.

Karnegi öneriyor ki, her zaman ilk önce kendi yanlışlarınızdan bahsedin, |recommande|||||||vos erreurs| Carnegie|suggests|that|every|time|first|before|your|mistakes|talk about ||||||||Ihren Fehlern| Le rapport suggère que vous devriez toujours commencer par parler de vos propres erreurs, Carnegie suggests that you always talk about your own mistakes first,

sonra zamanında sizin de o kişinin yerinde olduğunuzu bildirin, ||||||||inform later|on time|your|also|that|person's|in place|you were|inform ||||||||informieren puis informer à temps que vous étiez aussi à la place de cette personne. then inform them that you were in their place at one time,

daha sonra sizin kendi yanlışlarınızı nasıl düzelttiğinizi ||||erreurs||vous avez corrigé later|after|your|own|mistakes|how|you corrected ||||Fehler||Sie korrigierten ensuite expliquez comment vous avez corrigé vos propres erreurs and then explain how you corrected your own mistakes.

ve karşınızdakinin de hangi sebepten dolayı yanlışını düzeltmesi gerektiğini ona izah edin. |en face de vous|||||erreur|correction|||expliquer| and|the person opposite you|also|which|reason|due to|his/her mistake|correcting|should|to him/her|explain|you explain |der gegenüber|||||||||erklären| und erklären Sie der anderen Person, warum sie ihren Fehler korrigieren sollte. et expliquez-lui pourquoi l'autre personne doit également corriger son erreur. and explain to the other person why they need to correct their mistake.

Bu kurala uyarak eğer siz çocuğunuza bunu kendi deneyiminize uyarlayıp anlatsanız |rule|en suivant|||votre enfant|||your experience|adapter|expliqueriez This|rule|by adhering to|if|you|to your child|this|your own|experience|adapting|you explain ||indem|||Ihr Kind|||Erfahrung|anpassen|erklären würden Wenn Sie diese Regel befolgen und sie Ihrem Kind erklären, indem Sie sie an Ihre eigenen Erfahrungen anpassen En respectant cette règle, si vous expliquez cela à votre enfant en l'adaptant à votre propre expérience By following this rule, if you adapt this to your own experience and explain it to your child,

büyük ihtimalle başka bir sonucun şahidi olacaksınız. ||||result|témoin| great|probably|another|one|result|witness|you will be ||||Ergebnis|Zeugen| werden Sie höchstwahrscheinlich ein anderes Ergebnis erleben. Vous serez probablement témoins d'un autre résultat. you will most likely witness a different outcome.

Örnek verelim. |let's give Example|let us give Donnerons un exemple. Let's give an example.

Mesela, siz zamanında istediğiniz üniversiteyi ve bölümü bitirmemiş oluyorsunuz |||||||pas terminé|vous ne terminez pas For example|you|on time|desired|university|and|department|have not completed|will be |||||||nicht abgeschlossen| Par exemple, vous n'avez pas terminé l'université et la filière que vous souhaitiez à temps. For instance, you may not have graduated from the university and department you wanted in the past.

ve şimdi de hayal ettiğiniz işte çalışmıyorsunuz. |||rêve|||vous ne travaillez and|now|also|dream|you imagined|job|you are not working ||||||arbeiten nicht et maintenant vous ne travaillez pas dans le métier de vos rêves. and now you are not working in the job you dreamed of.

Bunun için de eğer siz evladınıza ‘Biliyor musun oğlum, ben de okuldayken ders çalışmaya nefret ederdim. |||||à votre enfant||||||à l'école|||| For this|reason|also|if|you|to your child|Do you know|(question particle)|my son|I|also|when I was at school|lesson|studying|hated|would |||||Ihr Sohn|||||||||| Pour ça, si vous dites à votre enfant : 'Savais-tu, mon fils, que je détestais étudier à l'école ? For this, if you tell your child, 'Do you know, son, I also hated studying when I was in school.

Çünkü arkadaşlarla gezip tozmak, şakalaşmak, oyun oynamak o kadar eğlenceliydi ki, ||sortir|s'amuser|faire des blagues|||||| Because|with friends|hanging out|having fun|joking|game|playing|it|as|was fun| |||herumhängen|scherzen|||||| Parce que sortir et s'amuser avec des amis, plaisanter, jouer était tellement divertissant que Because hanging out, joking, and playing games with friends was so much fun that,

kesinlikle ders çalışmak istemiyordum. definitely|study|to study|I didn't want Je ne voulais absolument pas étudier. I definitely didn't want to study.

Ben de ders çalışmanın sıkıcı olduğunu biliyorum. |||studying||| I|also|lesson|studying|boring|that it is|I know |||das Lernen||| Je sais aussi que étudier est ennuyeux. I also know that studying is boring.

Ben hatta birilerinin ders çalışmayı sevdiğine inanmıyorum. |même pas|quelqu'un|||aimer|I don't believe I|even|someone|lesson|studying|likes|I don't believe |||||dass sie lernen| Je ne crois même pas que quelqu'un aime étudier. I don't even believe that some people love studying.

Fakat ben yıllar geçtikten sonra anladım ki, ders çalışmamakla büyük yanlış yaptım. ||||||||not studying||| But|I|years|after passing|later|I understood|that|lesson|by not studying|big|mistake|I made ||||||||nicht lernen||| Cependant, j'ai compris après des années que je faisais une grave erreur en ne travaillant pas. However, I realized after many years that I made a big mistake by not studying.

Keşke zamanında birileri bana da bunları anlatsaydı. ||||||expliqueraient I wish|on time|someone|to me|also|these|had explained ||||||erklärt hätte Si seulement quelqu'un m'avait expliqué cela à l'époque. I wish someone had explained these things to me in time.

Ben de kendimi zorlayıp dersimi çalışsaydım. |||en forçant|ma leçon|if I had studied I|also|myself|by pushing|my lesson|had studied |||ich mich anstrengen||hätte ich gelernt J'aurais aussi dû me forcer à étudier ma leçon. I would have pushed myself to study.

Ben doktor olmak istiyordum I|doctor|to be|wanted Je voulais devenir médecin. I wanted to be a doctor.

Ama okumadığım için univeristenin tıp bölümünü kazanamadım ve aşçılık okumak durumunda kaldım. |didn't read||université|||||cuisine||situation| But|I didn't study|because||medicine|department|I couldn't pass|and|culinary arts|to study|in the situation|I remained |nicht gelesen||der Universität|||||Kochkunst studieren||| Mais comme je n'ai pas étudié, je n'ai pas pu entrer dans la faculté de médecine et j'ai dû étudier la cuisine. But I couldn't get into the medical department of the university because I didn't study, and I had to study culinary arts.

Aşçılık kötü bir iş demiyorum. cuisine professionnelle|||| Cooking|bad|a|job|I am not saying Je ne dis pas que la cuisine est un mauvais métier. I'm not saying culinary arts is a bad job.

Fakat ben bu işi sevmiyorum ve sırf size bakabilmek için bu işi yapıp para kazanmak zorundayım. ||||||||pouvoir m'occuper||||||| But|I|this|job|do not love|and|just|you|to be able to look|for|this|job|doing|money|to earn|I have to Mais je n'aime pas ce travail et je dois le faire juste pour pouvoir m'occuper de vous et gagner de l'argent. However, I don't love this job, and I have to do this job and earn money just to be able to take care of you. Zamanında 11 sene okumaya kendimi zorlayamadığım için şimdi 50 sene sevmediğim şeyi yapmaya mecburum. ||||que je ne pouvais pas forcer||||que je n'aime pas|||obligé de At the time|years|to study|myself|couldn't force|for|now|years|of the thing I didn't love|thing|to do|I am obliged ||||||||das ich nicht liebe|||verpflichtet À l'époque, je ne me suis pas forcé à étudier pendant 11 ans, donc maintenant je suis obligé de faire quelque chose que je n'aime pas pendant 50 ans. Because I couldn't force myself to study for 11 years back then, now I am obliged to do something I don't like for 50 years.

Eğer sen de böyle olmak istemiyorsan o zaman kendin karar ver, |||||si tu ne veux pas||||| If|you|also|like this|to be|don't want|then|time|yourself|decision|make |||||nicht willst||||| Si tu ne veux pas être comme ça, alors décide par toi-même, If you don't want to be like this, then make your own decision,

kendini ikna ederek okumak mi daha iyi yoksa diğeri mi?'' |convaincre|||||||l'autre| yourself|||to study|question particle|more|good|or|the other|question particle est-il mieux de lire en se convainquant soi-même ou l'autre ?'' is it better to read by convincing yourself or the other way around?''

cümlelerini söylerseniz o sizin onu hakikaten anladığınızın farkında olacak sentences||||||vous avez compris|conscient de| Sätze||||||verstehen|| your sentences|if you say|he|your|it|really|your understanding|aware|will be si vous dites ces phrases, il saura que vous l'avez vraiment compris. If you say these sentences, he will realize that you really understand him

ve ona destek olduğunuzu hissedecektir and|to him|support|that you are|will feel und er wird spüren, dass Sie ihn unterstützen et il sentira que vous le soutenez and he will feel that you support him.

Bu şekilde okumaya daha hevesli olacaktır. ||||enthusiastic| This|way|to read|more|eager|will be De cette manière, il sera plus enthousiaste à lire. This way, he will be more eager to read.

5-ci en önemli kural-‘'Yalnışınız varsa, en kısa zamanda onu kabul edip karşınızdaki kişiyle empati kurun.'dur cinquième||||votre erreur||||||accepter|||||establish| 5||||Irrtum|||||||||||| 5th|the|important|rule|your mistake|if there is|the|shortest|time|it|acceptance|and|the person in front of you|with the person|empathy|establish|is Die 5. wichtigste Regel: "Wenn du im Unrecht bist, gib es so schnell wie möglich zu und fühle mit der anderen Person mit. La cinquième règle la plus importante est : 'Si vous avez tort, acceptez-le le plus tôt possible et faites preuve d'empathie envers l'autre personne.' The 5th most important rule is: 'If you are wrong, accept it as soon as possible and empathize with the person in front of you.'

Mesela, bir zamanlar ben restoran işletiyordum. |||||je gérais For example|a|time|I|restaurant|was operating |||||betrieb Ich habe zum Beispiel früher ein Restaurant geführt. Par exemple, autrefois je tenais un restaurant. For example, I used to run a restaurant.

Oradaki kasiyer kasa işlemlerinde yanlışlık yapmış, ||Kasse|an der Kasse|| The cashier there|cashier|register|in transactions|mistake|made |||dans les opérations|erreur| Le caissier là-bas avait fait une erreur dans les opérations de caisse, The cashier there made a mistake in the cash transactions,

kayıtlara 40 tl yerine 400 tl para dahil oldu diye kaydetmişti. aux dossiers|||||incluant|||avait enregistré to the records|TL|instead of|TL|money|included|became|as|he/she had recorded |||||inklusive|||hatte verzeichnet hatte er notiert, dass es sich um 400 Dollar statt um 40 Dollar handelt. il avait enregistré 400 tl au lieu de 40 tl dans les registres. and recorded 400 TL instead of 40 TL.

Bunun sonucunda bizim vergiyi 10 defa daha fazla ödememiz gerekiyordu ve bu hiç de iyi bir durum değildi. |||tax||||notre paiement||||||||| As a result of this||our|tax|times|more|than|we should pay|had to|and|this|at all|also|good|a|situation|was not |||||||Zahlung||||||||| En conséquence, nous devions payer l'impôt 10 fois plus et ce n'était pas du tout une bonne situation. As a result, we had to pay 10 times more tax, and that was not a good situation at all.

Ben bunu öğrendiğimde haliyle çok sinirlendim ve meseleyi elemanla konuşmak için onun yanına gittim. ||when I learned|for that reason||je me suis fâché||le problème|avec l'homme||||| I|this|when I learned|naturally|very|got angry|and|the issue|with the guy|to talk|in order to|him|to his side|I went |||||||die Sache|mit dem Typ||||| Lorsque j'ai appris cela, j'étais naturellement très en colère et je suis allé parler de l'affaire avec le gars. When I learned this, I naturally got very angry and went to talk to the guy about the issue.

Beni görür görmez konuşmama müsaade etmeden hemen özür dilemeye başladı. ||||permission||||s'excuser| Me|sees|without|my speaking|permission|without|immediately|apology|to apologize|started ||||erlauben||||entschuldigen| Dès qu'il m'a vu, il a commencé à s'excuser sans me laisser parler. As soon as he saw me, he started apologizing without allowing me to speak.

Bana ‘'anlıyorum, yaptığım büyük yanlış. Utancımdan n'apacağımı bilmiyorum. |||||From shame|que faire| To me|I understand|my|big|mistake|From my shame|what I will do|I don't know |||||aus Scham|was ich tun soll| Je comprends, j'ai fait une grande erreur. Je ne sais pas quoi faire de ma honte. He said, 'I understand, I made a big mistake. I don't know what to do out of shame.

Çok işe yaramaz biriyim. |||une personne very|to work|useless|I am a person Je suis quelqu'un de très inutile. I am a very useless person.

Bunu benim maaşımdan iki kat kesin, sonra da beni işten azat edin ||de mon salaire||||||||libérer| This|my|from salary|two|times|deduct|then|also|me|from work|release|let ||meinem Gehalt||||||||entlassen| Ziehen Sie mir das Geld zweimal vom Lohn ab und entlassen Sie mich dann von meinem Arbeitsplatz. "Prélevez cela en double sur mon salaire, puis Licenciez-moi." Cut this from my salary twice, then let me go.

Benim gibi işeyaramaz birini işte tutmanız kabahat.'' dedi. ||negligible||||faute| my|like|urinate|someone|at work|your keeping|fault|said ||nutzlos||||| Er sagte: "Es ist eine Schande, dass Sie einen so nutzlosen Menschen wie mich behalten. C'est une erreur de garder quelqu'un d'inutile comme moi ici. "It's a fault to keep someone useless like me in the job," he said.

Ben de çocuğu azarlamaya hazırlanıyordum. |||gronder|je me préparais I|also|the child|to scold|was preparing |||schimpfen|ich bereitete mich Ich wollte gerade mit dem Jungen schimpfen. J'étais également sur le point de réprimander l'enfant. I was also preparing to scold the child.

Böyle söylediği için çocuğa karşı tavrım hemen değişti ve ona ‘ bu kadar abartmaya gerek yok. |||||my attitude|||||||exaggerating|| like this|he said|for|to the child|towards|my attitude|immediately|changed|and|to him|this|much|exaggerating|need|not ||||||||||||übertreiben|| J'ai immédiatement changé d'attitude envers l'enfant à cause de ce qu'il a dit et je lui ai dit 'il n'est pas nécessaire d'exagérer autant'. My attitude towards the child immediately changed because of what he said, and I told him, 'there's no need to exaggerate this much.'

Hepimiz insanız, tabii ki, hata yapa biliriz. |humains||||faire| We all|are human|of course|that|mistake|make|we can |Menschen||||Fehler machen| Nous sommes tous humains, bien sûr, nous pouvons faire des erreurs. We are all human, of course, we can make mistakes.

Önemli olan yanlışlarımızdan ders çıkarıp onları tekrarlamamak. ||nos erreurs||tirer des leçons||not repeat Important|thing|from our mistakes|lesson|by taking|them|not repeating ||unseren Fehler||||nicht wiederholen L'important est d'apprendre de nos erreurs et de ne pas les répéter. The important thing is to learn from our mistakes and not repeat them.

Benim için sen değerli bir çalışansın. |||||employé My|for|you|valuable|a|employee |||||Mitarbeiter Sie sind ein wertvoller Mitarbeiter für mich. Pour moi, tu es un employé précieux. You are a valuable employee to me.

Yaptığın yanlışı anlamak da bir erdemdir.'' |erreur||||virtue your doing|mistake|to understand|also|a|is a virtue |Fehler|||| "Es ist eine Tugend, das Unrecht zu erkennen, das man getan hat. Comprendre l'erreur que tu as faite est aussi une vertu. Understanding the mistake you made is also a virtue.

Dedim ve bu konuya bir daha değmedim ||||||abordé I said|and|this|topic|one|more|I touched ||||||ich habe angesprochen J'ai dit cela et je n'ai plus jamais abordé ce sujet. I said, and I did not bring this topic up again.

Tabii ki, eğer kasiyer çocuk ‘restoran o anda çok yoğundu, bayağı müşteri vardı, |||||||||était bondé|assez beaucoup|| Of course|that|if|cashier|boy|restaurant|it|at that moment|very|was crowded|quite a lot|customers|were Bien sûr, si le caissier avait dit 'le restaurant était très occupé à ce moment-là, il y avait beaucoup de clients, Of course, if the cashier kid had said, 'the restaurant was very busy at that moment, there were quite a few customers, garsonlar da bir taraftan rahatsız ediyordu, les serveurs||||| the waiters|also|one|from one side|disturbed|were disturbing les serveurs dérangeaient aussi d'un côté, the waiters were also bothering me from one side,

herkes bir şey soruyordu, onun için o an yanlışlıkla hesapları karıştırdım.' deseydi |||demandait|||||par erreur|comptes||aurait dit everyone|a|thing|was asking|his|for|that|moment|accidentally|accounts|I mixed up|if he/she had said |||||||||||hätte gesagt tout le monde posait des questions, c'est pour cela que j'ai mélangé les comptes par erreur.' everyone was asking something, that's why I accidentally mixed up the bills.' ben daha fazla sinirlenecektim ve onu azarlayacaktım. |||me fâcherais|||allais gronder I|more|much|would get angry|and|him|would scold ||||||schimpfen werde Ich wollte noch wütender werden und ihn ausschimpfen. J'allais m'énerver encore plus et lui faire des reproches. I would have gotten even more angry and would have scolded him.

Çalışan çocuksa tam aksini yaptığı için hem benim gözümde daha fazla saygı kazandı, |s'il est enfant||the opposite||||||||| Working|if the child|completely|the opposite|did|because|both|my|in my eyes|more|much|respect|earned |wenn das Kind||||||||||| Comme l'enfant travailleur a fait exactement le contraire, il a non seulement gagné plus de respect à mes yeux, However, since the employee kid did the exact opposite, he gained more respect in my eyes, hem de benim sinirlerim yatıştı ve işimize eskisi gibi devam ettik. |||mes nerfs|calm||notre travail|||| also|too|my|nerves|calmed down|and|to our work|previous|like|continued|we did ||||beruhigte sich|||||| mais aussi mes nerfs se sont apaisés et nous avons continué notre travail comme avant. and my nerves calmed down, and we continued our work as before.

Bunun için de ‘hatanız varsa onu hemen kabullenip, karşınızdaki kişiye empati gösterin. |||votre erreur||||accepter||||montrez For this|reason|also|your mistake|if there is|it|immediately|accepting|the person in front of you|to the person|empathy|show |||Fehler||||akzeptieren Sie|||| Pour cela, si vous avez commis une erreur, reconnaissez-la immédiatement et montrez de l'empathie à la personne en face de vous. For this, 'if you have made a mistake, immediately accept it and show empathy to the person in front of you.

Eğer videoyu beğendiyseniz ve daha fazla bunun gibi videolar yapmamı istyorsanız ||if you liked||||||||vous le souhaitez If|the video|you liked|and|more|more|this|like|videos|me to make| ||wenn Sie mögen||||||||möchten Si vous avez aimé la vidéo et souhaitez que je fasse d'autres vidéos comme celle-ci. If you liked the video and want me to make more videos like this,

Youtube kanalıma abone olun. Youtube|to my channel|subscribe|be subscribe to my YouTube channel.

Yeni videolar yüklediğimde hemen bildiri almak için zil tuşuna basın. ||lorsque je télécharge||||||bouton|appuyer New|videos|when I upload|immediately|notification|to receive|in order to|bell|button|press ||wenn ich hochlade||||||| Press the bell button to get notified immediately when I upload new videos. Ayrıca, eğer videoyla size fayda verebildiysem, |||||could help Additionally|if|with the video|you|benefit|I could have given |||||ich helfen konnte Also, if I was able to benefit you with the video,

işimizi değerlendiridiğinizi göstermek için videoyu Youtube'da beğenin |évaluez|||||aimez our work|you evaluate|to show|in order to|the video|on Youtube|like |Sie bewerten|||||liken Sie mögen Sie das Video auf Youtube, um Ihre Wertschätzung für unsere Arbeit zu zeigen Pour montrer que vous évaluez notre travail, aimez la vidéo sur Youtube. please like the video on YouTube to show that you appreciate our work.

ve başkalarının da yararlanmasına yardımcı olmak istiyorsanız Facebook'da da paylaşın. |||profit||||Facebook|| and|others'|also|benefiting|helping|to be|if you want|on Facebook|also|share |||von der Nutzung||||auf Facebook|| Et si vous souhaitez aider les autres à en bénéficier, partagez-la aussi sur Facebook. And if you want to help others benefit as well, please share it on Facebook.

Teşekkürler. Thank you Merci. Thank you.

SENT_CWT:AFkKFwvL=4.34 PAR_TRANS:gpt-4o-mini=4.16 en:AFkKFwvL openai.2025-01-22 ai_request(all=216 err=0.00%) translation(all=180 err=0.56%) cwt(all=1595 err=1.57%)