24. THE STORY OF CINCINNATUS 24. A HISTÓRIA DE CINCINATO 24. ИСТОРИЯ ЦИНЦИНАТА

THERE was a man named Cincinnatus who lived on a little farm not far from the city of Rome. He had once been rich, and had held the highest office in the land; but in one way or another he had lost all his wealth. Kdysi byl bohatý a zastával nejvyšší úřad v zemi; ale tak či onak přišel o všechno své bohatství. Il avait été riche et avait occupé la plus haute fonction du pays, mais d'une manière ou d'une autre, il avait perdu toute sa fortune. 彼はかつて金持ちで、国で最高の役職に就いていました。しかし、何らかの形で彼はすべての財産を失いました。 Когда-то он был богат и занимал самый высокий пост в стране; но так или иначе он потерял все свое богатство. Bir zamanlar zengin olmuş ve ülkedeki en yüksek ofisi tutmuştu; ama bir şekilde, başka bir deyişle bütün servetini kaybetmişti. 他曾經很富有，並擔任過這片土地上的最高職位。但無論如何，他失去了所有的財富。 He was now so poor that he had to do all the work on his farm with his own hands. 彼は今では非常に貧しく、農場でのすべての仕事を自分の手で行わなければなりませんでした。 But in those days it was thought to be a noble thing to till the soil. ||||||||||||zu|bearbeiten||Boden Ale v té době se považovalo za ušlechtilou věc obdělávat půdu. しかし、当時は土を耕すことは尊いことだと考えられていました。 Но в те дни считалось благородным заняться почвой. Fakat o günlerde toprağa kadar asil bir şey olduğu düşünülüyordu. Але в ті часи вважалося, що обробляти землю - це благородна справа. 但在那個時代，耕種土地被認為是一件高貴的事。

Cincinnatus was so wise and just that everybody trusted him, and asked his advice; and when any one was in trouble, and did not know what to do, his neighbors would say,— Cincinnatus çok akıllıydı ve sadece herkes ona güvendi ve tavsiyelerini sordu; ve herhangi birinin başı dertte olduğunda ve ne yapacağını bilemediğinde komşuları şöyle derdi: Цинциннат був такий мудрий і справедливий, що всі йому довіряли і питали його поради, а коли хтось потрапляв у біду і не знав, що робити, то сусіди казали: "Коли хтось потрапляв у біду і не знав, що робити, -

"Go and tell Cincinnatus. "Git ve Cincinnatus'a söyle. He will help you." Now there lived among the mountains, not far away, a tribe of fierce, half-wild men, who were at war with the Roman people. ||||||||||||wild kriegerisch||halbwild|||waren|||||| Nyní žil nedaleko hor mezi horami kmen divokých, napůl divokých mužů, kteří válčili s římským lidem. さて、遠く離れていない山の中に、ローマ人と戦争をしている獰猛で半野蛮な部族が住んでいました。 Şimdi orada, dağların arasında yaşadılar, Roma halkıyla savaşan, vahşi, yarı vahşi bir kabile. 現在，在不遠處的山間，住著一個由兇猛的半野人組成的部落，他們正在與羅馬人民交戰。 They persuaded another tribe of bold warriors to help them, and then marched toward the city, plundering and robbing as they came. |überredet||||mutige|||||||||||||||| 彼らは大胆な戦士の別の部族に彼らを助けるよう説得し、都市に向かって行進し、略奪と強盗を行った。 Başka cesur savaşçı kabilelerini, onlara yardım etmeleri için ikna ettiler ve sonra şehre doğru yürüdüler, geldikleri gibi yağma ve soygunculuk yaptılar. 他們說服了另一個勇敢的戰士部落來幫助他們，然後向城市進軍，一路上進行掠奪和搶劫。 They boasted that they would tear down the walls of Rome, and burn the houses, and kill all the men, and make slaves of the women and children. |prahlten|||||||||||||||||||||||||| 彼らは、ローマの城壁を取り壊し、家々を焼き払い、すべての男を殺し、女子供を奴隷にすると自慢した。 Roma'nın duvarlarını yıkıp evlerini yakıp bütün erkekleri öldürüp kadınları ve çocukları köle yapacaklarını söylediler. 他們吹噓說，他們要拆毀羅馬的城牆，燒毀房屋，殺死所有的男人，讓婦女和兒童成為奴隸。

At first the Romans, who were very proud and brave, did not think there was much danger. Římané, kteří byli velmi hrdí a stateční, si zprvu nemysleli, že jim hrozí velké nebezpečí. 最初、非常に誇り高く勇敢なローマ人は、大きな危険があるとは考えていませんでした。 İlk başta çok gururlu ve cesur olan Romalılar, çok fazla tehlike olduğunu düşünmediler. 起初，非常驕傲和勇敢的羅馬人並不認為有太大的危險。 Every man in Rome was a soldier, and the army which went out to fight the robbers was the finest in the world. Každý muž v Římě byl voják a armáda, která vyrazila bojovat proti lupičům, byla nejlepší na světě. ローマのすべての人は兵士であり、強盗と戦うために出撃した軍隊は世界で最も優れていました。 Roma'daki her insan bir askerdi ve soyguncularla savaşmak için dışarı çıkan ordu dünyanın en iyisiydi. 羅馬的每個人都是士兵，出動與強盜作戰的軍隊是世界上最精銳的。 No one staid at home with the women and children and boys but the white-haired "Fathers," as they were called, who made the laws for the city, and a small company of men who guarded the walls. Nikdo nezůstal doma s ženami, dětmi a chlapci kromě bělovlasých „otců“, jak se jim říkalo, kteří vytvářeli zákony pro město, a malé společnosti mužů, kteří hlídali hradby. 女性と子供と男の子と一緒に家にとどまる人は誰もいませんでしたが、彼らが呼ばれたように、都市の法律を作った白髪の「父」と壁を守った小さな男性の会社がいました。 Никто не сидел дома с женщинами, детьми и мальчиками, кроме седовласых «отцов», как их называли, которые составляли законы для города, и небольшой компании мужчин, которые охраняли стены. Kimse evde kadınlarla, çocuklarla ve erkeklerle değil, beyaz saçlı "Babalar" olarak adlandırıldı, kentin yasalarını yapan ve duvarları koruyan küçük bir adam şirketi vardı. 除了為城市製定法律的白髮「神父」和一小群看守城牆的男人外，沒有人和婦女、兒童和男孩留在家裡。 Everybody thought that it would be an easy thing to drive the men of the mountains back to the place where they belonged. 大家都以為要把山裡的人趕回他們所屬的地方是一件容易的事。

But one morning five horsemen came riding down the road from the mountains. 但是有一天早上，五個騎兵從山上騎馬沿著公路而來。 They rode with great speed; and both men and horses were covered with dust and blood. Büyük bir hızla sürdüler; Hem erkekler hem de atlar toz ve kanla kaplıydı. 他們騎得很快。人和馬都沾滿了灰塵和血跡。 The watchman at the gate knew them, and shouted to them as they galloped in. Hlídač u brány je znal a křičel na ně, když cválali dovnitř. 門番の警備員は彼らを知っていて、疾走する彼らに叫びました。 Kapıdaki bekçi onları tanıyordu ve içine koşarken onlara bağırıyorlardı. 門口的看守人認識他們，當他們馳騁進來時，就對他們喊道。 Why did they ride thus? Proč takto jezdili? なぜ彼らはそのように乗ったのですか？ Почему они ехали таким образом? Neden bindiler? and what had happened to the Roman army? ve Roma ordusuna ne oldu? 羅馬軍隊怎麼了？

They did not answer him, but rode into the city and along the quiet streets; and everybody ran after them, eager to find out what was the matter. Neodpověděli mu, ale jeli do města a tichými ulicemi; a všichni se za nimi rozběhli, dychtiví zjistit, co se děje. 彼らは彼に答えなかったが、街に乗り込み、静かな通りに沿って走った。皆、何が問題なのか知りたくて彼らの後を追った。 他們沒有回答他，只是騎馬進城，沿著安靜的街道走。每個人都追著他們，急切地想知道發生了什麼事。 Rome was not a large city at that time; and soon they reached the market place where the white-haired Fathers were sitting. Řím v té době nebyl velkým městem; a brzy dorazili na tržiště, kde seděli bělovlasí otcové. Roma o sırada büyük bir şehir değildi; ve kısa süre sonra beyaz saçlı Babaların oturduğu pazara ulaştı. Then they leaped from their horses, and told their story. Sonra atlarından sıçradılar ve hikayelerini anlattılar.

"Only yesterday," they said, "our army was marching through a narrow valley between two steep mountains. “Sadece dün” dediler, “ordumuz iki sarp dağ arasındaki dar bir vadi boyunca yürüyordu. 「就在昨天，」他們說，「我們的軍隊正在穿越兩座陡峭山脈之間的狹窄山谷。 All at once a thousand savage men sprang out from among the rocks before us and above us. 一斉に千人の凶暴な男たちが、私たちの前と頭上にある岩の間から飛び出しました。 Hepsi bir kerede bin vahşi adam önümüzde ve üzerimizdeki kayaların arasından fırladı. 突然，一千個野蠻人從我們前面和上方的岩石中跳了出來。 They had blocked up the way; and the pass was so narrow that we could not fight. Yolu kapatmışlardı; Geçiş o kadar dardı ki savaşamayız. We tried to come back; but they had blocked up the way on this side of us too. 私たちは戻ってこようとしました。しかし、彼らは私たちのこちら側でも道をふさいでいました。 Geri dönmeye çalıştık; ama onlar da bu tarafımızdaki yolu kapatmıştı. 我們試著回來；但他們也堵住了我們這邊的路。 The fierce men of the mountains were before us and behind us, and they were throwing rocks down upon us from above. Dağların vahşi adamları önümüzde ve arkamızdaydı ve üzerimize yukarıdan kaya atıyorlardı. 山裡的兇猛的人在我們前面和後面，他們從上面向我們扔石頭。 We had been caught in a trap. Bir tuzağa düştük. Then ten of us set spurs to our horses; and five of us forced our way through, but the other five fell before the spears of the mountain men. Potom deset z nás nasadilo ostruhy našim koním; a pět z nás se protlačilo skrz, ale dalších pět padlo před kopími horských mužů. Sonra, onumuz atlarımıza mahmuzluyor; ve beşimiz yolumuza zorladık, ancak diğer beşi dağ adamlarının mızraklarının önüne düştü. Тоді десятеро з нас наклали шпори на коней, і п'ятеро з нас прорвалися, а решта п'ятеро впали перед списами гірських мешканців. 然後我們十個人給我們的馬馬刺。我們五個人強行闖了過去，但另外五個人卻倒在了山人的長矛下。 And now, O Roman Fathers! A nyní, římští otcové! Ve şimdi, Ey Roma Babaları! 現在，羅馬教父們啊！ send help to our army at once, or every man will be slain, and our city will be taken." ||||||||||||getötet|||||| pošlete okamžitě pomoc naší armádě, jinak budou všichni zabiti a naše město bude dobyto." Bir kerede ordumuza yardım gönder, yoksa her erkek katledilecek ve şehrimiz alınacak. " 立即向我們的軍隊派出援軍，否則所有人都會被殺，我們的城市就會被佔領。 "What shall we do?" "Ne yapmalıyız?" said the white-haired Fathers. "Whom can we send but the guards and the boys? |||||die|||| „Koho můžeme poslat než stráže a chlapce? «Кого мы можем послать, кроме охранников и мальчиков? "Gardiyanlar ve çocuklar hariç kimi gönderebiliriz? 「除了警衛和孩子們，我們還能派誰去呢？ and who is wise enough to lead them, and thus save Rome?" a kdo je dost moudrý, aby je vedl a zachránil tak Řím?" ve onları yönlendirecek ve böylece Roma'yı kurtaracak kadar bilge kim? " 誰有足夠的智慧來領導他們，從而拯救羅馬？ All shook their heads and were very grave; for it seemed as if there was no hope. |||||||ernst||||||||| Všichni zavrtěli hlavami a byli velmi vážní; neboť se zdálo, že není naděje. 全員が首を横に振って、とても重かった。まるで希望がないように見えたからです。 Hepsi başlarını salladı ve çok ağırdılar; çünkü hiçbir umut yokmuş gibi görünüyordu. 大家都搖搖頭，表情十分嚴肅。因為似乎沒有希望。 Then one said "Send for Cincinnatus. Sonra biri "Cincinnatus için gönder" dedi. 然後有人說：「派人去辛辛納特斯。 He will help us." 他會幫助我們。 Cincinnatus was in the field plowing when the men who had been sent to him came in great haste. Cincinnatus byl na poli a oral, když muži, kteří k němu byli posláni, přišli ve velkém spěchu. シンシナトゥスが畑を耕していると、シンシナトゥスに派遣された男たちが大急ぎでやって来た。 Cincinnatus, kendisine gönderilen erkekler büyük aceleyle geldiğinde tarlayı sürüyordu. 辛辛納圖斯正在田裡犁地，派來的人匆匆趕來。 He stopped and greeted them kindly, and waited for them to speak. |||begrüßte|||||||| Zastavil se, laskavě je pozdravil a čekal, až promluví. 他停下來，友善地向他們打招呼，等待他們說話。

"Put on your cloak, Cincinnatus," they said, "and hear the words of the Roman people." ||deinen|Umhang||||||||||| "Obleč si plášť, Cincinnate," řekli, "a slyš slova římského lidu." "Pelerini giy, Cincinnatus" dediler "ve Roma halkının sözlerini dinle." “辛辛納圖斯，穿上你的斗篷，”他們說，“聽聽羅馬人民的話。” Then Cincinnatus wondered what they could mean. Pak Cincinnatus přemýšlel, co mohou znamenat. それからシンシナタスは、それが何を意味するのか疑問に思いました。 Sonra Cincinnatus ne anlama geldiklerini merak etti. "Is all well with Rome?" "Je s Římem všechno v pořádku?" 「ローマは大丈夫ですか？」 "Roma ile her şey yolunda mı?" “羅馬還好嗎？” he asked; and he called to his wife to bring him his cloak. 彼は尋ねた;そして彼は妻を呼び、マントを持ってきてもらいました。 O sordu; ve pelerini ona getirmesi için karısını aradı.

She brought the cloak; and Cincinnatus wiped the dust from his hands and arms, and threw it over his shoulders. Přinesla plášť; a Cincinnatus si otřel prach z rukou a paží a přehodil si ho přes ramena. Pelerini getirdi; ve Cincinnatus tozu ellerinden ve kollarından silerek omuzlarına attı. 她帶來了斗篷；辛辛納圖斯擦掉手上和手臂上的灰塵，然後把它扔到肩上。 Then the men told their errand. |||||Auftrag Potom muži řekli svůj úkol. それから男たちは用事を告げた。 Sonra adamlar görevlerini söyledi. 然後這些人講述了他們的任務。

They told him how the army with all the noblest men of Rome had been entrapped in the mountain pass. Vyprávěli mu, jak byla armáda se všemi nejvznešenějšími muži Říma uvězněna v horském průsmyku. 彼らは、ローマの最も高貴な人々を含む軍隊がどのように峠に閉じ込められたかを彼に話しました。 Roma'nın en asil erkekleriyle birlikte ordunun dağ geçidinde nasıl yakalandığını söylediler. 他們告訴他，羅馬所有貴族的軍隊是如何被困在山口的。 They told him about the great danger the city was in. Řekli mu o velkém nebezpečí, ve kterém se město nachází. 他們告訴他這座城市正面臨巨大的危險。 Then they said, "The people of Rome make you their ruler and the ruler of their city, to do with everything as you choose; and the Fathers bid you come at once and go out against our enemies, the fierce men of the mountains." Potom řekli: "Lidé Říma tě ustanoví svým vládcem a vládcem svého města, aby si se vším naložil, jak si přeješ; a Otcové ti nařídili, abys okamžitě přišel a vyšel proti našim nepřátelům, divokým mužům z hor." " それから彼らは言った、「ローマの人々はあなたを彼らの支配者と彼らの町の支配者にし、あなたが選んだすべてのことをします。そして父はあなたがすぐに来て、私たちの敵である山の猛者に立ち向かうように命じます。 「」 Sonra, “Roma halkı, sizi kendi yöneticileri ve şehirlerinin yöneticileri, seçtikleri her şeyi yapmak için yaparlar ve Babalar bir kerede gelip düşmanlarımıza, dağların vahşi adamlarına karşı çıkma teklif eder. " 然後他們說：“羅馬人民任命你為他們的統治者和他們的城市的統治者，讓你做你選擇的一切；教父們命令你立即前來，對抗我們的敵人，山里的兇猛的人。 ” So Cincinnatus left his plow standing where it was, and hurried to the city. そこでシンシナタスは鋤をそのままにして、街へ急いだ。 Цинциннат оставил свой плуг на месте и поспешил в город. Böylece Cincinnatus, pulluğunu bulunduğu yerde bıraktı ve şehre acele etti. 於是辛辛納圖斯把他的犁留在原地，匆匆趕往城裡。 When he passed through the streets, and gave orders as to what should be done, some of the people were afraid, for they knew that he had all power in Rome to do what he pleased. |||||Straßen|||||||||||||||||||||||||||||| Když procházel ulicemi a dával rozkazy, co se má dělat, někteří lidé se báli, protože věděli, že má v Římě veškerou moc dělat, co chce. 彼が通りを通り抜けて、何をすべきかを命令したとき、何人かの人々は恐れていました。彼らは彼がローマで彼が好きなことをするすべての力を持っていることを知っていたからです。 Sokaklardan geçip ne yapılması gerektiğine dair emir verdiğinde, bazı insanlar korkuyorlardı, çünkü Roma'da istediklerini yapmak için tüm gücünün olduğunu biliyorlardı. 當他穿過街道，下達命令時，有些人感到害怕，因為他們知道他在羅馬擁有一切權力，可以為所欲為。 But he armed the guards and the boys, and went out at their head to fight the fierce mountain men, and free the Roman army from the trap into which it had fallen. Ale vyzbrojil stráže a chlapce a vydal se v jejich čele, aby bojoval s divokými horskými muži a osvobodil římskou armádu z pasti, do které padla. しかし、彼は衛兵と少年たちを武装させ、獰猛な山の男たちと戦うために先頭に立って出陣し、ローマ軍が陥った罠から解放した。 Ancak gardiyanları ve çocukları silahlandırdı ve sert dağ adamlarıyla savaşmak için kafasına girdi ve Roma ordusunu düştüğü tuzaktan kurtardı. 但他武裝了衛兵和男孩，帶頭去與兇猛的山民作戰，將羅馬軍隊從陷入的陷阱中解救出來。

A few days afterward there was great joy in Rome. Několik dní poté zavládla v Římě velká radost. Через кілька днів після цього в Римі була велика радість. 幾天后，羅馬充滿了歡樂。 There was good news from Cincinnatus. Cincinnatus'tan iyi haberler vardı. The men of the mountains had been beaten with great loss. Muži z hor byli poraženi s velkou ztrátou. 山の男たちは打ちのめされ、大きな損失を被りました。 Dağların adamları büyük bir kayıpla dövüldü. 山裡的人被打得損失慘重。 They had been driven back into their own place. Byli zahnáni zpět na své vlastní místo. 他們被趕回了自己的地方。

And now the Roman army, with the boys and the guards, was coming home with banners flying and shouts of victory; and at their head rode Cincinnatus. A nyní se římská armáda s chlapci a strážemi vracela domů s vlajícími prapory a výkřiky vítězství; a v jejich čele jel Cincinnatus. そして今、ローマ軍は、少年たちと警備員とともに、旗をはためかせ、勝利の叫びを上げて帰宅していました。そして彼らの頭にはシンシナトゥスが乗った。 Ve şimdi Roma ordusu, çocuklar ve gardiyanlarla birlikte, pankartlar uçan ve zafer çığlıkları ile eve geliyordu; ve kafalarına Cincinnatus sürdü. 現在，羅馬軍隊帶著孩子和衛兵，旗幟飄揚，歡呼著勝利，正在回家。辛辛納圖斯走在他們的前面。 He had saved Rome. Roma'yı kurtarmıştı. 他拯救了羅馬。

Cincinnatus might then have made himself king; for his word was law, and no man dared lift a finger against him. Cincinnatus se pak mohl stát králem; neboť jeho slovo bylo zákonem a nikdo se proti němu neodvážil pohnout prstem. その場合、シンシナトゥスは自分自身を王にしたかもしれません。彼の言葉は律法であり、あえて指を彼に向けて持ち上げる人は誰もいなかったからです。 Цинциннат мог бы стать королем; ибо слово его было законом, и никто не осмеливался поднять на него палец. Cincinnatus daha sonra kendini kral yapmış olabilir; Çünkü onun sözü yasa idi ve hiçbir erkek ona karşı parmağını kaldıramadı. 辛辛納圖斯可能會自立為王。因為他的話就是法律，沒有人敢對他動一根手指頭。 But, before the people could thank him enough for what he had done, he gave back the power to the white-haired Roman Fathers, and went again to his little farm and his plow. Ale než mu lidé stačili poděkovat za to, co udělal, vrátil moc bělovlasým římským otcům a vrátil se na svou malou farmu a svůj pluh. しかし、人々が彼のしたことに十分に感謝する前に、彼は白髪のローマ教皇たちに権力を返し、小さな農場と鋤に戻った。 但是，在人們對他所做的事情表示足夠的感謝之前，他將權力歸還給白髮蒼蒼的羅馬教父，並再次回到他的小農場和他的犁地。

He had been the ruler of Rome for sixteen days. 彼は16日間ローマの支配者でした。 On altı gündür Roma'nın hükümdarı olmuştu.