Yapay Zekanın Girdabı | Cem Say | TEDxKoçUniversity
Transcriber: Esra Çakmak Gözden geçirme: Figen Ergürbüz (Alkış)
Merhabalar.
1997 yılının Mart ayında, İstanbul Teknik Üniversitesinde, bir popüler bilim konferansı yapmıştık.
Orada ben de yapay zeka hakkında konuşmuştum. Konuşmamda, kısa süre sonra insanların,
Dünya İnsan Satranç şampiyonunun, bir bilgisayar tarafından yenileceğini iddia etmiştim.
Bunun üzerine, oradaki izleyicilerden biriyle hararetli bir tartışmaya girmiştik.
Bunun asla mümkün olmadığını, insanların satranç oynarken bilgisayarların asla sahip olamayacağı bir şey kullandığını iddia eden bir izleyici ile.
Keşke bahse girseymişim, çünkü bu olayın üstünden iki ay falan geçtikten sonra, Dünya İnsan Satranç Şampiyonu Garri Kasparov, New York'taki bir maçta,
IBM şirketinin Deep Blue adlı bilgisayarına feci şekilde yenildi. Ben de, bir uzman olarak, haklı çıkmanın gururunu yaşadım. Ama aynı gururu, bu senenin başlarında, yaşayamadım. Çünkü, 2015 yılında ben dahil herhangi bir yapay zeka hocasına, ünlü Uzak Doğu oyunu Go'nun ne zaman bilgisayarlar tarafından ele geçirileceğini, ne zaman Go şampiyonunun bilgisayarlar tarafından yenileceğini sorsanız, ohoo o işe en az on yıl var derdik. Ama, şu olay 2016'nın mart ayında gerçekleşti. Dünyanın en iyi oyuncularından Güney Koreli Lee Sedol, Google Deep Mind şirketinin bizden gizli geliştirmiş olduğu Alfa Go adlı bir bilgisayar programına yenildi. Yapay zeka da, bir girdap gibi yavaş başlayıp giderek hızlanan ve bizi etkisi altına alan, kendine uzman diyenleri bile şaşırtan bir hızla ilerliyor.
Olayı biraz baştan alalım.
Hikâyemiz 1769 yılında, şu beyefendi tarafından başlatıldı: Gottfried Wilhelm Leibniz.
Çok büyük bir adam, ama bizim konumuzla ilgili olan kısmı, inşa etmiş olduğu bu makine.
Bu makine tarihte dört aritmetik işlemi, toplama, çıkarma, çarpma, bölme, hepsini birden gerçekleştirebilen ilk mekanik cihaz. Ve Leibniz bu kadarla kalmamış,
insan zihni gerektiren bu ulvi işi yapabilen bir makine yapabildiğimize göre, insan zihninin geri kalan faaliyetlerini de, düşünmeyi de, muhakeme etmeyi de makineye yaptırabiliriz, diye düşünmüş. Ama bunun için, aritmetik sembollerini yazıp gösterebildiğimiz bir dilimizin olduğu gibi,
düşünce işlemlerini de, formel olarak matematik gibi gösterebilen bir dile ihtiyaç var, demiş.
Bunu demesinden 175 yıl sonra, şu beyefendi, George Boole, İngiliz matematikçi, esasen bu dili ortaya çıkarmış. Artık George Boole sayesinde, doğru ve yanlış gibi kavramları bir ve sıfır gibi rakamlarla ifade edip
ve veya ise gibi cümleler arası ilişki kuran işleçleri, tıpkı bir matematik dilinde gösterebiliyoruz, her şeyi Boole başlatmış.
Boole'un attığı bu temel üzerine, 1910'da
Bertrand Russell adlı çok ünlü İngiliz,
matematik ile mantık madem evlendi, işe öbür yönden bakalım; matematikle hiçbir şeyin, hiçbir yanlışın kanıtlanamayacağını, matematiğin bu anlamda sağlam olduğunu gösterelim, diye bir altyapı kurmuş. Bu altyapıyı kullanan Kurt Gödel adlı dahi matematikçi, 1931 yılında, matematik dünyasına bir bomba atmış,
çünkü matematikte bir tür delik olduğunu keşfetmiş, bazı gerçeklerin, asla matematik sistemi ile kanıtlanamayacağını, bunun matematikçilerin beceriksizliğinden değil, matematiğin doğasının, kendi eksikliğinden olduğunu ortaya koymuş. Bunun konumuzla ne ilgisi var?
Şu ilgisi var.
Gödel'in bu çalışmasından etkilenen, benim en sevdiğim bilim adamı Alan Turing, 1936 yılında, bazı soruların asla hiçbir bilgisayar ya da hiçbir fizik kurallarına göre çalışan mekanizma tarafından yanıtlanamayacağının mükemmel bir ispatını ortaya koymuş ve bu ispatı ortaya koyduğu makalede de, bir tür yan ürün olarak, şimdi artık Turing makinesi dediğimiz, bir tür makine tarif etmiş.
Bu makine harika bir makine,
çünkü başka her tür sistemi taklit edebilen bir makine. Turing bunu kağıt üzerinde bırakmamış, 1. Dünya Savaşında değil, 2. Dünya Savaşındaki birtakım kahramanlıklarından sonra, 1946'da, böyle makineleri nasıl gerçek dünyada inşa edebileceğimizin de örneğini vermiş.
İngiltere'de inşa edilen ilk elektronik bilgisayarı yapan insanlar arasında Turing de varmış, o kadarla da kalmamış,
bu makinelerin potansiyelini anlamış ve 1950'de, bu makineler gerçekten bütün bilişsel faaliyet gösteren varlıkları taklit edebildiklerine göre, 2000 yılına doğru, bunlara resmen zeki diyebileceğiz, bütün zeka gerektiren işleri de yapabilecekler ve onlara zeki denildiğinde insanlar bunu yadırgamayacak, diye bir öngörüde bulunmuş. 1956'da, Amerika'da Dartmouth konferansı diye önemli bir bilimsel toplantı yapıldı.
Şimdi 2016 yılındayız.
Dartmouth konferansı, yapay zekanın başlangıcı sayılır. Demek ki yapay zeka çalışmalarının 50. yılındayız. Bu süre boyunca, işler yavaş başlayıp
giderek hızlanarak bizi bugüne getirdi.
Yapay zeka tekniklerini ben üçe ayırarak anlatıyorum. Başlangıçta bilgisayarlara zekice işleri yapmalarının nasıl bir yöntemi olduğunu, ''anlatarak öğretme'' dediğim bir yöntemle öğretiyorduk. Yani mesela satranç buna güzel bir örnek.
Satranç oynayan bilgisayarları programlayan programcılar, önce satrancın nasıl oynandığını kendileri gayet iyi anlıyordu, nasıl kazanılabileceğine dair, çok detaylı aptala anlatır gibi, adım adım bir talimatnameyi hazırlayıp bilgisayara yüklüyorlardı, onu programlıyorlardı yani. Ve bilgisayar da, herhangi bir insandan bunu çok daha hızlı icra edebileceği için herhangi bir insandan, söz gelimi dünya şampiyonundan, daha iyi satranç oynar hale geliyordu.
Bu anlatarak öğretmenin özelliği, sizin o bilişsel faaliyeti çok iyi anlamış anlatabilir hale gelmiş olmanız gerekiyor programlayabilmek için. Ama bazı faaliyetler için, bu sistemi kullanamadık. Mesela, bir resmin içinde bir arkadaşımızın görüntüsünü tanımak gibi. Çünkü biz insanlar bunu çok rahat yapabiliyoruz ama, bunu nasıl yaptığımızı bilmiyoruz.
Ama Allah'tan bunu da bilgisayarlara yaptırmanın bir yolunu bulduk, benim göstererek öğretme dediğim yöntemde.
Bir resmin içinde amcamın yüzünün var olduğunu tanıma yeteneğini bilgisayara göstermek istersem,
o resmi oluşturan binlerce renk noktasından oluşan diziyi bilgisayara veriyorum ve içinde amcamın olduğu resimlerde evet, amcamın olmadığı resimlerde hayır diyerek binlerce, binlerce olumlu ve olumsuz örnek gösteriyorum bilgisayarıma.
Bilgisayarım da, kendi insan beynine
benzetilerek hazırlanmış milyonlarca parametreden oluşan gösteriminde, her seferinde küçük değişiklikler yaparak,
bu tanıma işinde yaptığı hatayı giderek azaltıyor, birsüre sonra benim amcamı gerçekten daha önce örnekler sırasında hiç göstermediğim yeni resimlerde bile,
var yok diye tanıyabilen bir programımız oluyor. Artık bu iş, bilgisayarlar tarafından yapılabilir hale geldi. Ama beni en heyecanlandıran,
benim ''kendi kendine öğrenme'' dediğim teknik, orada bilgisayarlarımız artık, mesela bu Go şampiyonunu yenen Alfa Go'nun yaptığı gibi,
göstererek öğretmenin ötesine geçen bir teknikle öğreniyorlar. Alfa Go'ya hiçkimse Go şampiyonu nasıl yenilir, diye anlatarak ya da göstererek öğretmedi, çünkü hiçkimse Go şampiyonunu nasıl yeneceğini bilmiyordu.
Alfa Go,
yüz elli bin kadar insan Go oyununu görüp
insanlar nasıl yapıyor bu işi şeklinde öğrendikten sonra, kendi kendine binlerce, on binlerce defa maçlar oynayıp kendi kopyalarından hangisi bir maç sırasında galip geldiyse, parametrelerini ona benzetecek şekilde ayarlayıp kendi tecrübesini yaratarak, insanüstü seviyeye geldi. Yapay zeka, aldı başını gidiyor.
Ve gerçekten de yapay zeka bizi de mutlu ediyor. Bugün yapay zeka kullanan, yani cep telefonu kullanan demek istiyorum, insanlar, bu özelliğe sahip olmayan insanlardan on kat daha iyi yaşıyorlar. Trafikte daha kolay yoldan, daha kısa zamanda gidiyorlar. Hatta yavaş yavaş bazı ülkelerde,
trafik derdinde kendileri araba sürmek zorunda da kalmıyor. Başka, dilini bilmedikleri insanlarla anlaşabiliyorlar. Yepyeni bir arkadaş edinme şekilleri var
ve kendilerine ilgi alanı açısından uygun insanlarla, dünyanın öbür ucunda olsa bile bilgisayar tarafından tanıştırılıp güzel arkadaşlıklar kurabiliyorlar ve tabii ki burada bütün örnekleri veremem, çünkü gerçekten bir TED konuşmasına sığmayacak kadar çok güzel şeyler kazandırıyor yapay zeka bize.
Ama bir de işin bazı insanları korkutan bir yönü var, karanlık mı desem bilmiyorum.
Güney Kore'de bir şirket,
tamamen kendi kendine çalışan, yani insanların hiç işe karışmadığı uzaktan bir insan geldiğinde ona nişan alıp ateş eden bir akıllı otomatik silah geliştirmiş durumda.
Amerika'da, savaş uçağı pilotlarının bu işi öğrenirken geçmek zorunda olduğu simülasyon programlarından birinde, bütün insanlardan, uzman insanlar dahil, bütün insanlardan daha yüksek not alan bir savaş uçağı uçurma programı var. Acaba ipin ucunu kaçırıyor muyuz?
Şu örnek, ki bu da 2016'nın Mart ayında yaşandı, belki bize bir fikir verebilir.
Microsoft şirketi,
Tay adında bir Twitter karakteri icat etti, bu ergen bir kızı simüle etmek fikri üzerine kurulmuştu. Tay'in özelliği, o tweet'ler atacak, insanlar da ona cevap verecek ve öğrenme özelliğine sahip,
bu şekilde insanların dil özelliklerini daha iyi öğrenecek. Bu haberde görebileceğimiz gibi, işte böylelikle daha doğal konuşacak diyordu, öğrenme özelliği sayesinde.
Bu haberden, yani Tay'in açılmasından tam 24 saat sonra, şu haber çıktı.
Tay biraz fazla öğrenmişti, birtakım kötü niyetli insanlar onunla öyle abuk subuk konuşmuşlardı ki,
24 saat içinde Tay; Hitler hayranı, soykırım çok iyi bir şeydir diyen, abuk subuk seksle ilgili şeyler söyleyen, nefret edilecek bir karaktere dönüşmüştü. Ve Microsoft hemen o saatte hesabı kapattı. Yani biz bilgisayarlara kötülüğü de öğretebiliyoruz. Maalesef.
Bilgisayarlarımız giderek zeki oluyor,
demin anlatmaya çalıştığım, bu iyi bir şey. Çünkü bu bize, birkaç yıl öncesine kadar aklımıza bile gelmeyen, ama bizim çocuklarımızın, vazgeçmeyi bile düşünemeyecekleri kadar yaşamsal yararlar sağlıyor.
Ama öte yandan, fazla akıllanırlarsa, kontrolü fazla ele geçirirlerse, acaba bize bir kötülük yaparlar mı,
kötü insanların elinde nasıl bir hal alırlar diye korkanlar da var. Bazı kişiler bunun, bu ihtimalle mücadele için diyorlar ki, bazı bilişsel faaliyetlerin bilgisayarlar tarafından yapılmasını yasaklayalım. Yani bu tip yeteneklere sahip bilgisayarların, programların üretilmesini yasaklayalım.
Benim gördüğüm kadarıyla, tarihte bariz nedenlerden ötürü, eğer bir özellik, bir alet sahip olan kişilere bir rekabet avantajı veriyorsa, böyle yasaklar hiç işlemiyor.
Siz yasağa uyan insanlar olarak, yasağa uymayanların gerisinde kalıyorsunuz. O yüzden ben bunun çalışacağına pek inanmıyorum. Başka bir fikir de,
bildiğiniz gibi,
o zaman bilgisayarlarımıza bir tür ahlak kazandıralım. Isaac Asimov'un, Amerikan bilim kurgu yazarı Isaac Asimov'un, Robotik Yasaları diye ünlü bir buluşu vardır. Okumuşsanız bilirsiniz, Asimov'un romanlarındaki robotlar daha fabrikada birtakım ahlak yasalarıyla donatılırlar; yani insanlara asla zarar vermeyeceksin, kendini koruyacaksın, ama eğer bir insana zarar vermek söz konusuysa, kendini korumayacaksın filan gibi.
Bu temeller, o kadar onların beynine gömülüdür ki, asla bundan çıkamazlar. Ve Asimov'un romanları, böyle bir ahlak sistemine sahip robotların başına gelen ilginç olaylarla doludur.
Bence buna benzer bir şey, yani ya bizim kodlamamız buradaki gibi, ya da demin bahsettiğim öğrenme sistemlerini kullanarak iyi ahlaklı davranışlarımızı gösterek bilgisayarlarımıza öğretmemiz iyi bir çözüm olur gibi geliyor.
Yine bu senenin başlarında, hatta başlarında da değil sanırım iki ay falan önce,
şu örneğin olduğu bir makale yayınladım, birkaç konuşmamda da bahsettim. Bu, Google'ın ünlü çeviri sisteminin
Türkçe-İngilizce arasındaki çevirileri ile ilgileniyorum. Ve Türkçe'den İngilizce'ye ''Ben bir politikacıyım,'' diye çevrilmesi gereken bir cümleyi,
''Ben politikacı değilim,'' diye çeviriyor yıllardan beri. Bunun teknik nedenlerini falan da anlatabilirim isterseniz. Ama şu daha komikti.
İngilizce'den Türkçe'ye, ''Davutoğlu iklim değişikliğine önem veriyor,'' cümlesini, ısrarlı şekilde
''Obama iklim değişikliğine önem veriyor,'' diye çeviriyordu, buna çok gülmüştük.
Ama şimdi telefonunuzu açıp bakarsanız,
böyle yapmadığını göreceksiniz.
Çünkü bir ay önce Google, bir Sinirsel Makine Çevirisi Sistemi diye bir yeni sisteme geçti
ve bu gibi örnekler artık çok mükemmel şekilde çevrilebiliyor. Hatta, Türkçe eğitim veren üniversitelerdeki hocaların başına yeni bir sorun açılmak üzere, çünkü teknik çeviriyi çok iyi yapıyor ve artık öğrencinizin yazdığı bir makaleyi ya da bir tezi, hop diye İngilizce bir yerden bulup çevirip size vermediğinden emin olamayacaksınız. Aynı şekilde otomatik olarak insanlara şu kandırma e-postalarını gönderen yabancılar da artık Türkçe'yi,
eskisine oranla çok daha iyi kullanabilecek. Biz bilgisayarlarımızı çocuklarımız gibi görmeliyiz. Onlardan vazgeçemeyiz.
Onlara doğru yolu göstermek de bizim sorumluluğumuz. Böylece, kötü insanlar ve kötü bilgisayarlara karşı ancak böylece biz birlikte mücadele edebiliriz. Teşekkürler.
(Alkış)