Anne Ben Geldim
Terör örgütünde faaliyet gösterip, bu yapılar içerisindeki yanlışı ve kötülüğü görerek oralardan uzaklaşmış insanların anlattığı çarpıcı gerçeklerden oluşuyor bu kitap.
Kırsalda faaliyet yürütmekten dolayı gözaltına alınmış bir şahıs, örgüt içinde gördüğü cinsel sapıklıklar nedeniyle bir gece nöbet tutarken silahını bırakarak kaçtığını anlatıyordu.
Bu kişinin abisi daha önce bir polisi katletmişti.
Mülakat yapan görevli bir an o polisin cenazesini hatırladı.
Yetim kalan çocuklarının ve ayakta güçlükte duran gözü yaşlı eşinin bayrağı sarılı tabuta önündeki mahzun bakışlarını hatırladı ve nasıl oldu da yurt dışına kaçmadan önce yakalayamadık bu katili diye kendi kendine sistem etti.
Bir an gözlerinin önüne babasının fotoğrafını cılız ve çelimsiz kolları minicik elleri arasında taşıyan ve göz yaşları ile öpen çocuk geldi.
Ne söyleyeceğini bilememiş ve kelimeler boğazında düğünlenmişti o anda.
Birden kendine geldi.
Toparlanmak üzere odadan çıkarken elinde tuttuğu çay bardağını ne kadar sıktığının farkında bile değildi.
Küçük bir patlama sesiyle bardak tuz buz oluverdi.
Bir süre soluklandıktan sonra başka çocuklar yetim kalmasın, vatan evlatları içlerini bir kor gibi yakan hüzünleriyle annelerini baş başa bırakmasın diyerek mülakat yapılan odaya tekrar girdi ve göz altındaki örgüt üyesine yürekler yakıp yuvalar yıkan terörün kanlı yüzünü yavaş yavaş anlatmaya başladı.
Konuşma sırasında şahsın gözü masanın üzerinde duran içi toprak dolu bir kavanoza takıldı.
Karşısındakinin meraklı bakışlarını fark eden görevli açıklama yapma ihtiyacı hissetti.
Şişenin içinde gördüğün bu toprak bir hafta önce ziyarete gittiğimiz Çanakkale şehitlerinin bulunduğu yerin toprağıdır.
Şehit dedelerimiz bu toprağa ayaklarını basmış kanlarını akıtmışlar.
Ben de bu toprağın başımın üzerine gelecek şekilde yarın bir gün öldüğümde mezarıma konulması için arkadaşlarıma vasiyet ettim.
Evet, emperyalist güçler ellerindeki bütün imkanları birleştirmiş ama ne Çanakkale'yi ne de Anadolu muza ile geçirebilmişlerdi.
Tarihinde esaret nedir bilmeyen bir milleti savaşarak yenemeyeceklerini anladıklarından ülkeye ayrılık tohumları serperek toplumun tarih boyunca barışık kesimlerinin birbirlerine karşı güven ve sevgisini sarsma üzerine yapmışlardı kirli planlarını.
Tarihte birçok devlet dış güçlerden dolayı değil kendi yanılgıları sonucu halkın ihtilafa düşmesiyle yıkıldı.
Savaş meydanlarına çıkmaya cesaret edemeyen devletler hedefleri ve aldatmalarla halkı birbirine düşürerek sonuç almaya çalıştı.
Söz Çanakkale'den açılmışken sohbet bir destanla süslenmeliydi görevi de öyle yaptı karşısında oturan terör örgütü mensubuna anlatmaya devam etti.
1930'lu 40'lu yıllarda Balıkesir'de bir Adile teyze yaşardı.
Bağıra bağıra konuşur her fırsatta da ağlardı.
Adeta yarım meczuptu.
Deliydi biraz.
Seferberlik başlar başlamaz kocası askere Çanakkale'ye gönderilmişti.
Tek evladı olan Hasan'la yapayalnız kalmıştı Adile teyze.
Hasan daha 17'sindeydi.
Başkasının dükkanında çalışıyor ailesini öyle geçindirmeye çalışıyordu.
Derken Çanakkale'den gelen yaralıların şehitlerin haberleri duyulmaya başladı.
Bir gün eve gelen bir kırmızı mektupla babanın şehit olduğu haberini aldılar.
Sadece birliği ve şehit düştüğü gün yazılıydı.
Göz yaşları sel oldu.
Ana oğul daha sıkı keneplendiler birbirlerine.
Ama günler geçmek bilmiyordu.
Fatihalar, hatimler, mevlidler acı bir türlü azalmıyordu.
Bir gün yine davullar dövülmeye başlandı balıkesirde.
Yine gönüllüler toplanmaya başlandı.
Askerlik şubesinin önü kalabalıktı.
Davullar zurnalar ey gazileri çalıyordu.
Yüksek bir yere çıkan çavuş elinde koca bir bayrak sallıyordu durmadan.
Hasan davul sesini duyunca dükkanı kapayıp askerlik şubesinin önünde aldı soluğu.
Sıraya girdi.
Gelenler sırayla kaydediliyor, hemen geri alınıp asker elbiseleri giydiriliyor.
Çavuşlar yeni askerlere durmadan öğütler veriyor, tavsiyelerde bulunuyorlardı.
Gönüllüler hemen aynı gün yola çıkacaktı.
Bir adet vardı, önünde davullar, sancağın arkasında gönüllüler,
sokak sokak dolaşırken tanıdıklarıyla, akrabalarıyla, aileleriyle helalleşirler,
dualar alırlar, cepheye öyle giderlerdi.
Davullar sokaklarda dolaşmaya başlayınca bütün balıkesirler kapılara, pencerelere çıkar,
acaba kimi son defa göreceğiz, kim Çanakkale'ye gidiyor, kimin çocuğuyla helalleşiyoruz diye merakla bakarlardı.
Davulları duyar duymaz, Adile teyze de kapıya çıkmış, gönüllülerin gelmesini beklemeye başlamıştı.
Kolay değildi, o da kocasını bu şekilde davullarla vurlamıştı Çanakkale'ye.
Davullar vuruyor, uzaktan sancağın ardı sıra bir asker yaklaşıyor.
Birden en önde gülümseyerek kendisine bakan bir askere takıldı gözleri.
Bu onun can yongası, tek yavrusuydu, Hasan'ıydı gelen.
Yavrum evladım, gözümün nuru Hasan'ım, hayrola dedi.
Ana ben Çanakkale'ye gidiyorum, babamın yanına dedi Hasan.
Yavrum, aslanım sana helal olsun uslu.
Uykusuz gecelerim helal olsun, analık hakkım helal olsun.
Ama Çanakkale'de düşmana sırtını dönersen, babanı utandırırsan haram olsun.
Adile teyze feryan eder.
Komşular, kına yetiştirin koç yiğidimi vatanıma kurban gönderiyorum, kına yetiştirin.
Adet olduğu üzere kına getirilir.
Oğlum uzat tetik parmağını kınanı yakayım, onu kullanırken gizli hatırla der.
Kına yakılır parmağa, oğlum bekle bakalım der.
İçeri girer, açar sandığı, duanı çıkarır getirir.
Yavrum bu dua baban almıştı.
Çanakkale'ye git, babanın mezarını bul, bu dua onun üzerine ört.
Peki ana der Hasan.
Eller öpülür, kucaklaşır, ağlaşılır.
Hasan'ın arkasından sular dökülür, gidenler sokağın ucundan marş söyleye söyleye kaybolurlar.
Aradan belki on beş gün, belki de yirmi yirmi beş gün geçmiştir.
Eve bir kırmızı mektup daha gelir.
Adile teyze mektubu görür görmez, anladım postacı, anladım.
Ama ne olur sen oku, ana yüreğidir dayanamaz, sen okuttur.
Mektup anne diye başlar.
Anne ben oğlunun bölük komutanıyım.
Babasının mezarını bulmak maalesef mümkün olamadı.
Şehitleri toplu gömeriz.
Ama oğlun vasiyet etmişti, duanı oğlunun üzerine örtük.
Analar evlatlarını vatana kurban gönderme hissiyatıyla kınalıyor.
Evlatlar geri dönmeyeceklerini bildiklerinden kendi cenaze namazlarını kılarak düşmanın üzerine korkusuzca gidiyordu.
Böyle toplu vuran yürekleri hangi düşman sindirebilirdik?
Konuşma vitninde görevli memurla birlikte tutuklu şahsın da gözlerinden yaşa bakıyordu.
Kendisinin ve polis katili abisinin durumunu aklından geçiren şahıs, abidedi.
Sizde bu kadar vatan aşkı varken nasıl oluyor da hiçbir şey olmamış gibi oturup gittiğim yolun yanlış olduğunu anlatmak için benimle konuşabiliyorsunuz.
Bazen iradeniz dışında tamamen hisleriniz ve iç sezişinize uyarak birine yakınlık duyarsınız.
Geldiğimden beri bana gösterdiğiniz tavır beni o kadar etkiledi ki konuşmalarınız bir annenin yüreğinden kopup gelen sözler kadar içli ve sıcak.
Beni dinlediniz, hislerimi ve acılarımı paylaştınız.
Halbuki biz örgüt olarak, PKK olarak sadece kırsaldan ayrılmak istiyor diye kendi insanlarımızı öldürüyor, toprağa gömüyorduk.
Size düşman gözüyle bakanların bu toprakların insan olduklarından şüphe edilir.
Kendimden utanıyorum, terörist olduğumdan dolayı utanıyorum, terör faaliyetlerine katıldığımdan dolayı utanıyorum.
Ne olur beni affedin.
Bu millet öyle bir millettir ki diye bitiyor hikaye.
Bu millet öyle bir millettir ki en zor zamanlarda, en yorgun ve en perişan, en yoksun ve en bitkin olduğu günlerde bile vatan uğruna can veren evlatlar yetiştirmiştir.
Bu topraklar o hatıralarla doluyken dahili veya harici hiçbir hain elinin ektiği ayrılık tohumu yeşermeyecektir.
Altyazı M.K.