×

Utilizziamo i cookies per contribuire a migliorare LingQ. Visitando il sito, acconsenti alla nostra politica dei cookie.

image

Asım Yıldırım Hikayeler, Iğdırlı Onbaşı Hasan

Iğdırlı Onbaşı Hasan

Mevki Kudüs sevgili seyirciler.

Mekan Mescid-ül Aksa.

Tarih 21 Mayıs 1972 günlerden Cuma.

Ben, İlhan Bardakçı ve gazeteci arkadaşım rahmetli Sait Terzioğlu...

İsrail Dışişleri rehberlerinin yardımıyla bu mübarek yerleri dolaşıyoruz.

Kudüs kapalı çarşısında, rüzgâr gibi dolanan entarili kahvecilerin ellerindeki askılara çarpmadan biraz yürüdünüz mü,

Önünüze çıkan kapı sizi Mescid-ül Aksa'nın önüne çıkarır.

Miraç mucizesinin soluklandığı ilk kıblemize yani.

Hemen oracıkta bir avlu vardır ki, hala bizim lakabımızla anılır.

12 bin şamdamlı avlu.

Öyle derler oraya.

Yavuz Sultan Selim 30 Aralık 1517 Salı günü Kudüs'ü devlete katmıştır da, ortalık kararmıştır.

Yatsı namazını o avluda kılar.

Kendisi ve bütün ordu da beraber...

Şamdamları yakarlar.

Tam 12 bin şamdan.

O isim işte Yavuz Selim'in zamanından kalmıştır.

12 bin şamdan.

8-10 basamaklı geniş merdiveni adımladınız mı, o mukaddes mescidin bağdaş kurduğu ikinci avluya ulaşırsınız.

İşte onu o merdivenin başında gördüm.

2 metreye yakın bir boy iskeletmiş iskeletleşmiş vücudu üzerinde bir garip giysi.

Palto hayır.

Kaput, pardesu veya kaftan? Değil değil!

Öyle bir şey işte.

Başındaki kalpak mı takke mi fes mi hiçbiri değil.

Oraya dimdik dikilmiş.

Dimdik.

Yüzüne baktım da ürktüm.

Hasadı yeni kaldırılmış kıraç topraklar gibiydi.

Yüz binlerce çizgi kırışık ve kavruk bir deri kalıntısı...

Yanımda İsrail Dışişleri Bakanlığı Daire Başkanı Yusuf var.

Bizim eski vatandaşımız İstanbullu.

Kim bu adam, dedim.

Lakaydı ile omuz sikti.

Bilmem diye cevap verdi.

Bir meczup işte.

Ben bildim bileli yıllardır burada dururmuş.

Çakılı gibi, hala duruyor.

Hala duruyor ya.

Kimseye bir şey sormaz.

Kimseye bakmaz.

Kimseyi de görmez.

Kan mı çekti nedir?

Nasıl neden niçin? Hala bilmiyorum.

Yanına vardı.

Türkçe selam dedi ki baba dedim.

Torbalanmış göz kapaklarının ardında, sütrelenmiş gibi jiletle çizilirmişçesine donuk gözlerini araladı.

Yüzü gerildi.

Bana bizim o canım Anadolu Türkçemizle cevap verdi.

Aleyküm selam oğul.

Donakaldım.

Ellerine sarıldım.

Öptüm öptüm.

Kimsin sen baba dedim.

Anlattı ki ben de size anlatacağım.

Ama, ama evvela biliniz.

O canım devlet çökerken, biz Kudüs'ü 401 yıl 3 ay 6 günlük bir hakimiyetten sonra bırakırız.

Günlerden 9 Aralık 1917 Pazar günüdür.

Tutmaya imkan yok.

Ordu bozulmuş çekiliyor.

Devlet zevalin kapısında İngiliz girinceye kadar geçen zaman içinde yağmalanmasın diye oraya bir artçı bölük bırakırız.

Adet odur ki, kenti zapt eden Galip asayiş görevi yapan yeni kordu askerlerine esir muamelesi yapmaz.

Anlattı dedim ya.

Gerisini tamamlayayım.

Ben, dedi, Kudüs'ü kaybettiğimiz gün buraya bırakılan artçı bölüğünden, sustu.

Sustu sonra elindeki silahın namlusuna sürdüğü fişekleri ateşler gibi zımbaladı.

Ben o gün buraya bırakılmış 20. kol ordu, 36. tabur, 8. bölük, 11. ağır makineli tüfek takım komutanı onbaşı Hasan'ım.

Allah'ım baktım bir minare şerefesi gibi gergin omuzları üzerindeki başı öpülesi sancak gibiydi.

Ellerine bir kere daha uzandım. Gürler gibi mırıldandı.

Sana bir emanetim var oğul. Nice yıldır saklarım.

Emaneti yerine teslim eden mi?

Elbette dedim. Elbette baba hele buyur. Buyur hele.

Konuştu.

Memleketi adetinde yolun tokat sancağına düşerse git burayı bana emanet eden kumandanım kol ağası,

ön yüzbaşı Musa Efendi'yi ellerinden benim için öp, buğset, ona de ki, sonra kumandanı olduğu takımın makinelisi gibi yeniden görüledi.

Ona de ki, gönül koymasın.

Ona de ki 11. makineli takım komutanı, ıdırlı 10 başı Hasan o günden bu yana bıraktığın yerde nöbettedir.

Nöbetinin başındadır. Tekmilim tamamdır kumandanım dedi dersin.

Öleyazdı. Öleyazdı. Sonra yine dineldi, taş kesildi.

Bir kez daha baktım kapalı gözleri ardından 4000 yıllık Peygamber Ocağı ordumuzun Serhat nöbetçisi gibiydi.

Ufukları gözlüyordu. Nöbetinin başındaydı.

Tam 55 yıl kendisini unutmuşumuzdaki nadanlığımıza rağmen, devletine kesinlikle ama kesinlikle küsmemişti Iğdırlı onbaşı Hasan.

Hoşçakalın.

www.feyyaz.tv

Learn languages from TV shows, movies, news, articles and more! Try LingQ for FREE

Iğdırlı Onbaşı Hasan |Onbaşı| Iğdırlı|Onbaşı| إيغديرلي|عريف| |Онбаши| Hasan from Iğdır|Corporal|Hasan from Iğdır Gefreiter Hasan aus Igdir Δεκανέας Hasan από το Igdir Corporal Hasan from Igdir Cabo Hasan de Igdir Caporal Hasan d'Igdir イグディールのハサン伍長 Kapral Hasan z Igdir Cabo Hasan de Igdir Капрал Хасан из Игдыра Korpral Hasan från Igdir Капрал Хасан з Ігдіра 哈桑下士 哈桑下士

Mevki Kudüs sevgili seyirciler. |||toeschouwers Position|Jerusalem|| Location|Jerusalem|dear|viewers Jerusalem, dear viewers. Jerusalém, caros espectadores. Иерусалим, дорогие зрители.

Mekan Mescid-ül Aksa. Ort|Moschee|von|Aqsa place|Mosque|of|Aqsa The place is Masjid al-Aqsa. Место - Масджид аль-Акса.

Tarih 21 Mayıs 1972 günlerden Cuma. |May|the day is|Friday |mei|van de dagen|vrijdag The date is Friday, May 21, 1972. Дата - пятница, 21 мая 1972 года.

Ben, İlhan Bardakçı ve gazeteci arkadaşım rahmetli Sait Terzioğlu... ||باردكجي||||||ترزيوغلو ||Бардакчы||||||Терзиоглу |İlhan|Bardakçı||||verstorben|Sait|Terzioğlu |Ilhan|Bardakçı||journalist friend|my journalist friend|the late|Sait|Terzioğlu ||||journalist||overleden|| Me, İlhan Bardakçı and my journalist friend the late Sait Terzioglu... Я, Ильхан Бардакчи и мой друг-журналист покойный Саит Терзиоглу...

İsrail Dışişleri rehberlerinin yardımıyla bu mübarek yerleri dolaşıyoruz. ||своих гидов||||| Israel|Außenministerium|ihre Reiseführer|Hilfe||heilig||besuchen إسرائيل||مرشديهم|||||نذهب ||hun gidsen|||heilige|| Israel|Foreign Affairs|foreign ministry guides|with the help|these|blessed|holy places|we are touring With the help of Israeli foreign guides, we visit these holy places. С помощью израильских иностранных гидов мы посещаем эти святые места.

Kudüs kapalı çarşısında, rüzgâr gibi dolanan entarili kahvecilerin ellerindeki askılara çarpmadan biraz yürüdünüz mü, |||||drehend|in Entari|||an die Haken|ohne zu stoßen||gingen| القدس|مغلق|في السوق|||يدور|المعطف|القهوة|في أيديهم|الرفوف|من دون الاصطدام||مشيتم| Jeruzalem||||||entari|||aan de haken|||| Jerusalem's bazaar|closed|in the market|||whirling around|robed coffee sellers|coffee sellers|in their hands|hangers|without hitting||you walked| Sind Sie auf dem Jerusalemer Basar eine Weile spazieren gegangen, ohne über die Kleiderbügel in den Händen der Kaffeehausbesitzer zu stolpern, die mit ihren Mänteln wie der Wind umherziehen? In Jerusalem's covered bazaar, you can walk for a while without bumping into the hangers in the hands of the coffeehouse owners in their robe, who move around like the wind, Ходили ли вы хоть немного по иерусалимскому крытому базару, не натыкаясь на вешалки в руках владельцев кофеен, в их шубах, которые развеваются как ветер?

Önünüze çıkan kapı sizi Mescid-ül Aksa'nın önüne çıkarır. vor Ihnen||||||Aksa|| in front of||||Mosque||Aqsa|in front of|brings The door in front of you leads you to Masjid al-Aqsa.

Miraç mucizesinin soluklandığı ilk kıblemize yani. ||تنفست||| Miraj|Wunder|atmete||Qibla| Mirac|van de Mirac|gebeurde||onze qibla| Miraj miracle's|"of the miracle"|breathed into||our first qibla|that is Our first qiblah, where the miracle of Miraj was breathed.

Hemen oracıkta bir avlu vardır ki, hala bizim lakabımızla anılır. ||فناء|فناء|||||لقبنا| |||binnenplaats|||||naam|wordt genoemd |da drüben|||||||Spitznamen|erwähnt |right there||courtyard||||our|our nickname|is called There is a courtyard right there, which is still called by our nickname.

12 bin şamdamlı avlu. |Kandelaber|Hof |شمعدان| |kandelaar| |12,000-candelabra|courtyard 12,000 candlestick courtyards.

Öyle derler oraya. they say so|they say| That's what they call it.

Yavuz Sultan Selim 30 Aralık 1517 Salı günü Kudüs'ü devlete katmıştır da, ortalık kararmıştır. ||||||||heeft toegevoegd|||is donker geworden |Sultan|||||Jerusalem||||die Umgebung|ist dunkel geworden Yavuz|Sultan|Selim||Tuesday||Jerusalem|to the state|has added||the atmosphere|has darkened |||||||الدولة|ضمّ||الجو|أظلمت When Yavuz Sultan Selim I annexed Jerusalem to the state on Tuesday, December 30, 1517, it became dark.

Yatsı namazını o avluda kılar. |||in de binnenplaats| Nachtgebet|Gebet|||beten العشاء|||| Night prayer|prayer||courtyard|performs He prayed Isha in that courtyard.

Kendisi ve bütün ordu da beraber... ||the whole|army||together |||leger|| Himself and the whole army together...

Şamdamları yakarlar. kaarsen| Kerzenständer|brennen شمعدانات|يُشعلون Light the candlesticks.|light up They burn the candlesticks.

Tam 12 bin şamdan. ||Kerzenständer full||candles 12,000 candlesticks.

O isim işte Yavuz Selim'in zamanından kalmıştır. ||||Selim|Zeit|ist geblieben constant time||||Selim's|time|has remained ||||سليم|| That name dates back to the time of Yavuz Selim.

12 bin şamdan.

8-10 basamaklı geniş merdiveni adımladınız mı, o mukaddes mescidin bağdaş kurduğu ikinci avluya ulaşırsınız. ذو 8-10 درجات|عريض|السلم|خطوت||||المسجد|جلوس||الثانية|الفناء| stufig||treppe|gestiegen|||heiliges|Moschee|Sitz|sich niederließ||Hof|erreichen treden|brede||stapte|||heilige||zitplaats|||binnenplaats| stepped|wide|the wide stairs|stepped on|question particle|O(1)|sacred|the sacred mosque|sitting|sitting|second|to the second courtyard|you will reach Stepping up the wide staircase of 8-10 steps, you reach the second courtyard where the holy masjid sits.

İşte onu o merdivenin başında gördüm. |||Treppen|| well|||ladder|at the top| I saw him at the top of that staircase.

2 metreye yakın bir boy iskeletmiş iskeletleşmiş vücudu üzerinde bir garip giysi. ||||هيكل|||||| |||||iskeleterend||||vreemd| Meter|||Größe|sollte ein Skelett sein|skelettiert||||| to the meter|||height|skeletal frame|skeletal|body|||strange|clothing Nearly 2 meters tall skeletonized body wearing a strange garment.

Palto hayır. معطف| jas| coat| No coat.

Kaput, pardesu veya kaftan? Değil değil! |mantel||kaftan|| Kaput|Mantel||Kaftan|| عباءة|بردة||قفطان|ليس| Coat|Overcoat||robe|| Hood, topcoat or caftan? No, it's not!

Öyle bir şey işte. Something like that.

Başındaki kalpak mı takke mi fes mi hiçbiri değil. |||||fes||| auf dem Kopf|Kalpak||Kopfbedeckung||Fes||keiner| على رأسه|قلنسوة||تُكَّة||فَسّ||| |fur hat||skullcap||fez hat||| He is not wearing a kalpak, a skullcap or a fez, none of them.

Oraya dimdik dikilmiş. |rechtop|geplant |senkrecht|gestellt إلى هناك|مستقيم|مُزْرَع there|stood upright|stood upright there He's standing there.

Dimdik. ديمديك Straight up.

Yüzüne baktım da ürktüm. |||ich erschrak وجهك|||خفت |||schrok |||I was scared I looked at your face and I got scared.

Hasadı yeni kaldırılmış kıraç topraklar gibiydi. de oogst|||onvruchtbaar|| Die Ernte||geerntet|mager|Äcker| محصوله||مرفوع|بوار|| The harvest||harvested|barren|lands| It was like barren land that had just been harvested.

Yüz binlerce çizgi kırışık ve kavruk bir deri kalıntısı... |||||сухая|||остаток кожи |||faltenwürdig||runzelig||Haut|Überrest وجه||خطوط|||مُجَعَّد||جلد|بقايا Face (1)|thousands|lines|wrinkled||wrinkled and shriveled|a|skin|remnant |||||gerimpeld||huid| Hundreds of thousands of lines of wrinkled and parched skin...

Yanımda İsrail Dışişleri Bakanlığı Daire Başkanı Yusuf var. |||Ministerium|||| next to me|||Ministry|Department|Director|Yusuf| |||الوزارة|||| Next to me is Yousef, the head of the Israeli Foreign Ministry Department.

Bizim eski vatandaşımız İstanbullu. ||unserer| ||onze oude burger| ||our citizen|from Istanbul Our old citizen is from Istanbul.

Kim bu adam, dedim. I said, who is this man?

Lakaydı ile omuz sikti. Лакаид|||сосал член Lakaydı||Schulter|klopfen لاكايد||كتف|رفع Lakaydı|met|schouder|schudde Lakaydı||shoulder|shoulder-banged He shrugged with a sneer.

Bilmem diye cevap verdi. He replied, "I don't know.

Bir meczup işte. |сумасшедший| |Verrückter| واحد|| |gek| |crazy person| He's a lunatic.

Ben bildim bileli yıllardır burada dururmuş. ||с тех пор||| |weiß|seit|||steht |have known|as long as I can remember|for years||has been standing ||bileli||| It's been here for as long as I can remember.

Çakılı gibi, hala duruyor. как Чакылы||| wie ein Nagel||| مسمار||| versteend||| like a nail||still|standing still It's like it's nailed down, it's still there.

Hala duruyor ya. It's still there.

Kimseye bir şey sormaz. |||не спрашивает |||fragt |||asks He doesn't ask anyone anything.

Kimseye bakmaz. |не смотрит |sieht nicht hin |looks at He doesn't look at anyone.

Kimseyi de görmez. And he sees no one.

Kan mı çekti nedir? blood|question particle|pulling| هل||| Did he draw blood or what?

Nasıl neden niçin? Hala bilmiyorum. ||why|| ||||لا أعلم How, why, why? I still don't know.

Yanına vardı. next to| إلى جانبه| He came to her.

Türkçe selam dedi ki baba dedim. Turkish||||| He said hello in Turkish and I said baba.

Torbalanmış göz kapaklarının ardında, sütrelenmiş gibi jiletle çizilirmişçesine donuk gözlerini araladı. завернутый||вековых крышек||завуалированный||бритвой|как будто царапали||| Torbalanmış|||hinter|sich wie ein Vorhang verhüllt||mit dem Rasiermesser|als ob sie mit einem Rasiermesser geschnitten wären|||öffnete مُحَصَّنَة|عين|||مُسَتَّرَة||بالموس||باهت|عينيه| Torbalanmış||van de oogleden||afgeschermd|||||| Bagged||eyelids|behind|veiled||with a razor|as if scratched|dull||parted Behind his bagged eyelids, he opened his eyes, which were as dull as if they had been scratched with a razor blade.

Yüzü gerildi. |spannte sich |spande zich |tightened His face tensed.

Bana bizim o canım Anadolu Türkçemizle cevap verdi. |||||нашим турецким|| |||||Türkisch|| to me|||dear||our Turkish|| He answered me in our dear Anatolian Turkish.

Aleyküm selam oğul. Aleyküm|| upon you||son Alaikum salaam, son.

Donakaldım. Я остолбенел ich war verblüfft توقفت ik was verstijfd I was stunned I froze.

Ellerine sarıldım. your arms|I hugged يديك|عانقت I hugged your hands.

Öptüm öptüm. I kissed| Kiss kiss kiss.

Kimsin sen baba dedim. who||| I said, who are you, dad?

Anlattı ki ben de size anlatacağım. he/she told||||| He told me and I will tell you.

Ama, ama evvela biliniz. |aber|zuerst|wissen but||first|know ||eerst| But, but first, know.

O canım devlet çökerken, biz Kudüs'ü 401 yıl 3 ay 6 günlük bir hakimiyetten sonra bırakırız. |||падает|||||||власти||оставим |||wenn (es) fällt|||||||Herrschaft||lassen ||دولة|||||||||| ||staat|valt tijdens|||||||heerschappij|| ||state|falls||Jerusalem|||||rule||we will leave While that dear state collapsed, we left Jerusalem after 401 years, 3 months and 6 days of rule.

Günlerden 9 Aralık 1917 Pazar günüdür. |||день |||ist |December||is |december|| It was Sunday, December 9, 1917.

Tutmaya imkan yok. |Möglichkeit| الاحتفاظ|| holding|possibility| There's no way to hold it.

Ordu bozulmuş çekiliyor. ||zieht sich zurück |has deteriorated|is being pulled The army is broken and retreating.

Devlet zevalin kapısında İngiliz girinceye kadar geçen zaman içinde yağmalanmasın diye oraya bir artçı bölük bırakırız. |государства зевалин|||пока англичанин войдет|||||не разграбят|||||| |Zeval|||bis er eintritt|||||nicht geplündert werden||||Nachzügler|Truppe| |زوال|||||||خلال|لا تُنهب|||واحد|احتياطي|فصيلة| |van de staat||||||||niet wordt geplunderd||||nabeel|eenheid| |of the state|at the door||until the Englishman enters|||||not be looted|to prevent|||rear|platoon|we leave We leave a rearguard there so that the state is not looted at the gates of ruin until the British enter.

Adet odur ki, kenti zapt eden Galip asayiş görevi yapan yeni kordu askerlerine esir muamelesi yapmaz. |||المدينة||||الأمن|||||||| |||||||порядок общественной безопасности||||корпус|||обращение с пленными| |ist|||erobern||Galip|Sicherheit|aufgabe|||kordte|seinen Soldaten|Gefangene|behandeln|macht the fact that|is||the city|conquering|who captured|Galip|public order|duty|||newly arrived|to his soldiers|prisoner|treatment|does het aantal|||stad|veroveren|||de openbare orde|taak|||||gevangene|behandeling| It was customary that the victor who had captured the city did not treat the new corps soldiers who had been acting as public order officers as prisoners.

Anlattı dedim ya. I told|I said| I told you he told me.

Gerisini tamamlayayım. остальное| den Rest|fertigstellen the rest|let me finish Let me complete the rest.

Ben, dedi, Kudüs'ü kaybettiğimiz gün buraya bırakılan artçı bölüğünden, sustu. |||||||الطليعة|| ||||||оставленная||отряда| |||verlorenen|||verlassenen||von der Abteilung|schweigen |||we lost|||left||the reserve unit|he was silent ||||||gelaten||eenheid|schoot I am, he said, from the rearguard company that was left here the day we lost Jerusalem.

Sustu sonra elindeki silahın namlusuna sürdüğü fişekleri ateşler gibi zımbaladı. ||||ствол||патроны|как пули|| |||deiner Waffe|Lauf||Patronen|Feuer||zurrte ||في يدك|سلاحك|مَاسورة سلاحه|سارّها||نار|مثل|دبّس ||in his hand|of the gun|to the barrel|he put on|the bullets|like fires||slammed ||||loop van het wapen||patronen|||vastte He fell silent and then punched the cartridges into the barrel of the gun in his hand as if firing them.

Ben o gün buraya bırakılmış 20. kol ordu, 36. tabur, 8. bölük, 11. ağır makineli tüfek takım komutanı onbaşı Hasan'ım. ||||||||فصيلة||||||| |||||korps||bataljon||||geweer|||| ||||gelassen|Korps||Bataillon|||Maschinengewehr|Gewehr||Kommandeur||mein Hasan ||||left|corps||battalion||heavy|machine|rifle|squad|commander|corporal|my Hasan ||||||||||пулеметный||||| I am Corporal Hasan, the commander of the 11th heavy machine gun platoon of the 36th Battalion, 8th Company, 8th Battalion, 20th Army Corps, who was left here that day.

Allah'ım baktım bir minare şerefesi gibi gergin omuzları üzerindeki başı öpülesi sancak gibiydi. ||||شرفة|مثل|مستقيم|||رأسه|يُقبَّل|علم| ||||балкон|||плечи|||целующийся|| |||Minare|Sonnenschein|||Schultern|||küssen|Banner| my Allah|||minaret|balcony|||shoulders|||worthy of being kissed|flag| |||minaret|schoorsteen||groot||||om te kussen|| My God, I looked at him, his head on his tense shoulders like a minaret's honor was like a kissable banner.

Ellerine bir kere daha uzandım. Gürler gibi mırıldandı. ||||протянул руки|Гюрлер|| ||||erreichte|Gürler||murmelte إلى يديك||||مددت||| |||once more|I reached out|Gürler|like|murmured |||||Gürler||mompelde I reached for his hands once more, and he murmured.

Sana bir emanetim var oğul. Nice yıldır saklarım. |||||||أحفظ ||долгосрочная вещь||||| ||Vermächtnis|||wie viele||bewahre ich auf ||vertrouwen|||welke|| ||trustee|||how many|years|I keep I have a favor for you, son. I've kept it for many years.

Emaneti yerine teslim eden mi? the trust||delivering|| het vertrouwen|||| The one who delivers?

Elbette dedim. Elbette baba hele buyur. Buyur hele. of course||||just|come in|| Of course. Of course, Dad, come on in. Come in.

Konuştu. He spoke.

Memleketi adetinde yolun tokat sancağına düşerse git burayı bana emanet eden kumandanım kol ağası, ||الطريق|توكتا||||||||قائدي||أغا родина||||санджак Токат|||||||мой командир|| Heimat|in der Gewohnheit|||Sultanat|fällt||||||mein Kommandant|| zijn land|aantal||Tokat|van het district|||||toevertrouwd|||kol|aanspreekvorm his hometown|in the number of|road|Tokat|to the Tokat province|falls||||trust||my commander||ağa In the tradition of his hometown, if your way falls into the tokat sanjak, go to my commander, kol agha, who entrusted this place to me,

ön yüzbaşı Musa Efendi'yi ellerinden benim için öp, buğset, ona de ki, sonra kumandanı olduğu takımın makinelisi gibi yeniden görüledi. ||||||||بُغْسَت||||||||||| ||Муса Эфенди|||||||||||командир|||машинист|||восстал |Hauptmann|Musa|Efendi||||küssen|Buğset|||||der Kommandant||der Mannschaft|Maschinist|||sah sehen first|captain|Musa|Efendi||||kiss|buğset|||||the commander||of the team|the machine gunner||again|saw |kapitein|||||||buğset|||||||van het team||||zagende Kiss captain Musa Efendi on the hands for me, forgive him, and tell him that later he was seen again like the machine gun of the squad he commanded.

Ona de ki, gönül koymasın. ||||не обижайся |||heart|be offended |||hart|het zich niet aantrekken Tell him not to be so hard-hearted.

Ona de ki 11. makineli takım komutanı, ıdırlı 10 başı Hasan o günden bu yana bıraktığın yerde nöbettedir. |||||||||||||تركتَ|| |||||||||||||оставленном тобой||на посту ||||||Idırlı|||||||verlassenen||steht Wache ||||||Idırlı|||||||||is op wacht ||||||Idırlı|head|||||since|you left||is on duty Tell him that Hasan, the commander of the 11th machine gun platoon, the head of the 10, has been on guard where you left him since that day.

Nöbetinin başındadır. Tekmilim tamamdır kumandanım dedi dersin. ||تكميلي||||دروسك дежурства||доклад готов|всё в порядке||| der Wache|ist an der Spitze|Mein Bericht|ist in Ordnung||| of the duty|is at the head|my report|is ready||said|lesson ||rapport|||| He's at his post. You'll say, "My report is complete, Commander said so.

Öleyazdı. Öleyazdı. Sonra yine dineldi, taş kesildi. чуть не умер|едва не умер||||| verpasste||||erholte sich|| was about to die||||calmed down|stone| ||||verkwikte||versteende

Bir kez daha baktım kapalı gözleri ardından 4000 yıllık Peygamber Ocağı ordumuzun Serhat nöbetçisi gibiydi. ||||||||Пророк||нашей армии|пограничный|страж границы| ||||||||Prophet|Herzogtum|unserer Armee|Serhat|Wächter| |||||eyes|||Prophet|hearth|of our army|Serhat|guard| |||||||||مهد|||| ||||||||||onze leger||wachter| I looked at him once more, and through his closed eyes he was like the Serhat sentry of our 4000 year old army.

Ufukları gözlüyordu. Nöbetinin başındaydı. Ufukları|beobachtete|| الأفق|كان يراقب||كان في رأس نوبته de horizon|was aan het kijken|van de wacht| the horizons|was watching|of the watch|he was at the head He was watching the horizon. He was on guard duty.

Tam 55 yıl kendisini unutmuşumuzdaki nadanlığımıza rağmen, devletine kesinlikle ama kesinlikle küsmemişti Iğdırlı onbaşı Hasan. |||في نسياننا|سذاجتنا|||||بالتأكيد|لم يكن زعلاناً|إيغديرلي|| ||||нашей глупости||||||не обиделся||| |||vergessen|Unfähigkeit||seinem Staat||||hatte nicht böse gewesen||| |||vergeten|onze domheid|ondanks|||||was niet boos||| |||in forgetting|our foolishness|despite|to its state|definitely|||hadn't been angry|Iğdırlı|| Despite our folly in forgetting him for 55 years, Corporal Hasan from Iğdır had never, ever sulked against his state.

Hoşçakalın.

www.feyyaz.tv www|Feyyaz|tv