Kadın. | Banu Çiftçi | TEDxBahcesehirUniversity
Çeviri: Orkun Nazim Kadioglu Gözden geçirme: Yunus ASIK
Merhaba herkese.
Evet, Batuhan'ın söylediği gibi
benim adım Banu.
Banu ne demek biliyor musunuz bilmiyorum ama
Banu farsça bir kelime ve kadın demek.
Evet, kraliçe, hanımefendi,
tüm kadın kavramlarını kapsayan bir kelime.
Ve ben kadın hastalıkları ve doğum uzmanıyım.
Şimdi...
Ayrıca, Afrika'dan New York'a,
Van Başkale'den İran sınırından Nişantaşı'na kadar
binlerce kadının doğumunu yaptırttım,
ameliyat ettim
ve belki yüz binlercesini muayene ettim.
Dolayısıyla, böyle kadın deyince birazcık konuşma hakkım var herhalde.
O yüzden sizlerle "kadın"ı konuşmak istiyorum.
Klasiktir, neyle başlayalım?
Türk Dil Kurumu ile başlayalım.
Evet. Kadın! Erişkin dişi insan.
Mutabık mıyız? Evet.
Peki.
Erişkin ne demek? Ona gelelim.
Bu, Dünya Sağlık Örgütü'nün sınıflaması.
24 yaş ve üzerini yetişkin kabul ediyoruz.
18-24 de genç yetişkin.
Peki, 24 yaş ve üzeri.
Şu oku biraz ilerletelim.
25 yaşında bir dişiye kız mı dersiniz kadın mı?
Yani şu geçiş ne zaman oluyor?
İşte burada, toplumda çok ciddi bir anlam karmaşası var.
Ama karmaşa kelimede değil,
çok daha derinlerde.
Ben size bunu anlatacağım.
Sorumuza dönelim,
24 yaşında bir dişi
kız mı dersiniz kadın mı?
Bana hemen şunu sorarsınız:
evli mi?
Aslında orada onu sormak istemiyorsunuz siz.
De ötekini de nasıl soracağız şimdi?
Değil mi?
Evet, merak ettiğimiz şey
maalesef cinsel deneyimi.
Ona göre kadın veya kız diyeceğiz.
Hani erişkin dişiydi?
Niye biz bunu medeni duruma
veya cinsel öyküye dönüştürdük?
Kelimenin korkutuculuğu burada başlıyor.
Ben size kadın kelimesinin korkutuculuğunu anlatacağım.
Kadın cinsiyet belirten bir kelime sadece,
erkek gibi, kadın, erkek.
Ama biz cinsiyet belirten bir kelimeyi almışız
cinsel öykü belirten bir kelimeye çevirmişiz.
Yani, Türk Dil Kurumu erişkin dişi diyor
ama biz "cinsel deneyimi olan" dişi diyoruz aslında.
Buradan bir konuya geleceğim,
bayan-kadın tartışmaları değil mi?
Bundan bahsetmesek olmaz.
Ama, üzgünüm ama ben burada erkeklere hak veriyorum.
Şimdi tanımadığı bir dişiye diyelim,
yolda hitap etmesi gerekiyor,
hanımefendi demek aklına gelmiyor diyelim ki.
Şimdi, bayan-kadın dedik.
Tanımadığı bir dişi yürüyor yolda,
hanımefendi demek de aklına gelmiyor diyelim.
Kadın dediğinde alacağı tepkiyi düşünebiliyor musunuz?
Biraz sert bir tepki olabilir, değil mi?
Dolayısıyla, erkekler de bayan kelimesine sığınıyor aslında.
Kadın derse başına gelecekleri bilmediğinden.
Peki, kadın derse niye başına bir şey geliyor?
Çünkü, sorun erkeklerde değil.
Kadının kendisini "kadın" diye tanımlarkenki çatışmasında.
Neden? Türk Dil Kurumu'ndan tutun da,
demin anlattığım anlama kadar.
Çünkü bu cinsellik belirten bir ifadeye çevrilmiş.
Ve toplumun kadın kelimesine yüklediği anlamı,
o da haklı olarak kendisine alıyor.
Aslında (toplum) size haksızlık da etmeyelim.
Şurada, çok kısa bir dönem kadın olmanıza izin veriyor.
Ne zaman bu biliyor musunuz?
Evlendikten anne olana kadarki dönem.
Burada, hem kadın kendisine "evet, ben kadınım" diye tanımlıyor
hem de toplum ona rahatlık kadın diyor.
Hani, sevgili Duygu Asena "kadının adı yok" diyor ya.
Kadının adı değil, kadının kendi yok!
Kadın yok.
Bir örnek daha vereyim.
45 ya da 50 yaşlarında evlenmemiş bir hanımefendiyi düşünelim.
Ne diyoruz?
Evde kalmış kız, evde kalmış kız kurusu.
Gene kadın olamadı!
Niye evde kalmış kadın demiyoruz?
Madem evde kalmışı kullanacağız, hadi kabul ettik.
Gene kadın olamadı.
Peki biraz daha gerilere gidelim.
Küçük çocuğa inelim, kız oğlan tanımlarına gelelim.
Ne diyor Türk Dil Kurumu kıza?
Dişi çocuk. Peki.
Oğlana bakalım, karşılığı: erkek çocuk.
Tamam.
Şimdi, kız çocuğunun büyümesinden korkuyoruz ya
kadın olmak, hakaret gibi kabul ediliyor ya.
Erkekte de tam tersi var.
O da bir an önce büyüsün istiyoruz, oğlan denilmesin ona istiyoruz.
Neden?
Şu tanımdan dolayı.
Yani, biri bir an önce büyüsün erkek olsun
ama diğeri hep çocuk kalsın, kız kalsın.
Burada asıl amaç cinsellik yaşamasın.
Peki niye bu konuyu seçtim? Ne demek istiyorum?
Kadın kelimesinin ve onu çağrıştıran her kelime veya tümcenin
ayıp karşılanmasının, çekinilmesinin,
bu kelimeden kaçınılmasının tek bir sebebi var.
Kadını cinsel kimliğinden uzak tutmak.
Kadının cinselliğini görmezden gelmek ya da yok saymak.
Kadının cinsiyetinin ve hormonlarının ona verdiği cinsiyet, doğurganlık, üreme yeteneğini kabul edip
cinselliği ona hak görmemek.
Psikanaliz bunu çok güzel açıklıyor.
Yani bunun bilimsel açıklaması da var.
O, kız kadın anne vardı ya,
kadın sadece ve sadece anne kimliği ile korkutucu olmaktan çıkıyor.
Anne olana kadarki -o zaten adı olmayan dönemde-
korkutucu ve tehlikeli.
Hatta biz buna yöresel olarak bir kelime daha eklemişiz:
namus nesnesi.
Namusun hiçbir dilde karşılığı yok
biliyor musunuz sözlükte?
Erdem, dürüstlük, gerçek namusun var.
Ama bizim kast ettiğimiz bacak arası namusun
Türkçe dışında hiçbir dilde karşılığı yok.
Kadının cinselliğini yok saymak dedik ya,
bir de bunun fiziksel yapılan hali var.
Vahşice kadının cinselliğini yok etmek.
Evet, kadın sünnetinden bahsedeceğim.
Ben buna çok aşinayım.
Ben Afrika'ya çok sık gidiyorum.
Gönüllü doktor olarak orada ameliyatlar yapıyorum,
muayeneler yapıyorum.
Şimdi, muayenelerde enteresan bir şey var.
Kadınlara baktığımda genital anatomi farklı.
Hani biri doğumsal olabilir, anlamadım görmediğim bir anatomi var.
Nedir bu diye yanımdaki oradaki yerel görevliye sorduğumda
"hocam onlar sünnetli kadınlar" dedi.
Size ne olduğunu anlatayım, ne yaptıklarını.
Birleşmiş Milletler buna
"genital sakatlama"diyor, bu şekilde geçiyor.
Şimdi, 3 tipi var:
ya klitorisi çıkarıyorlar, ya klitorisle beraber iç dudakları çıkarıyorlar,
ya da tüm genital bölgeyi çıkarıp dikiyorlar.
Sadece âdet kanı ve idrarın akışına izin verecek şekilde.
Bu üçüncünün diğer amacı da ne biliyor musunuz?
Evlendiğinde, eşi bıçakla açıyor orayı ki
bakire olduğundan emin oluyor.
Şimdi, evet bu vahşice ama çok sık yapılıyor.
Bu tüm konuşmayı da bunun için yapıyorum.
Biz de kelimelerimizle çok da farklı bir şey yapmıyoruz.
Orada amaç zevk almasın, haz duymasın.
Bir kadının zevk alması niye bu kadar korkutucu?
Öyle korkutucu ki!
Bir de bunu sağlama alıyorlar.
Bu sünnet edilen çocuklar, yaklaşık 5 yaşında kız çocukları.
Evet, bu Uganda'dan bir fotoğraf, yetimhaneden.
Bunun bu arada bir dinle falan ilgisi yok.
Mesela, Somali %85i müslüman olan bir ülke, çok sıktı.
Kongo Demoktratik Cumhuriyeti'ne gittiğimde,
orası da yüzde 80-85 hristiyan ve katolik bir ülke,
orada da çok sıktı.
Bunun dinle bir ilgisi yok.
Ve bu sünnetlerde bu kız çocuklarının çoğu
kan kaybından kaybediliyor.
Bir o kadarı da, bunlar yaşlı kadınların aynı jileti kullanarak
yaptıkları işlemler, AIDS bulaşıyor. Zaten çok yaygın.
Ya inanılmaz kötü bir şey.
Tabii psikolojik etkilerini hiç konuşmuyorum.
Bu hala bitmedi.
Evet, insan hakları ihlali ama
Birleşmiş Milletler'in raporuna göre
önümüzdeki 10 yılda hala 30 milyon kız çocuğu
sünnet tehlikesi ile karşı karşıya.
Bu bir tek doğuda değil, batıda da böyle
yine etnik gruplar arasında Amerika'da da Avrupa'da da
sünnet hâlâ var.
Peki, biraz da özel olalım değil mi?
Kadınlarımız özeldir, özeldir...
Güzel bir kelimemiz var: "kadının özel günleri".
Değil mi? Âdet günleri.
Peki, size polikliniğimden bir diyalogla devam etmek istiyorum.
Steteskobu olan benim, bana benzeyen bir şey seçtik.
Şimdi, şunu soruyorum: en son ne zaman âdet gördünüz?
Bu benim için çok önemli.
Hani fonksiyonel bir sıkıntı var mı diye.
Evet, aldığım cevap: "dün temizlendim".
"Kirli miydiniz?"
"Evet, 5 gün kirli kalıyorum, ama zamanında kirlenirim hep, hiç aksamaz".
Evet, gülüyorsunuz ama benim çok sık yaşadığım bir şey öykü alırken.
Sizce burada kast edilen hijyenik bir kirlenme mi?
Maalesef değil.
Çünkü âdet gördüğünde,
kadın o ay gebe kalmayacak demek.
Gebe kalmayacak, hani anne olamayacak ya
bu da bunun bir yansıması.
O zaman kirli.
Peki, bu kirlenme dediğiniz şeyin
dünyanın en temiz şeyi olduğunu biliyor musunuz?
Biz niye âdet görürüz, ya da niye "kirleniriz"?
Yeni bir yaşam başlayacak.
O yüzden vücut onu öyle bir sisteme alıyor ki, o kadar titizlikle.
Yepyeni olsun diye her ay yenisini yapıyor.
Âdet dediğimiz şey, her ay, rahmin bir iç tabakası var
bebeğin yerleştiği yer,
orası bebek gelecek diye hazırlanır, kalınlaşır,
damarlanması artar, bir yuva oluşturulur, âdet görülmesse o yuva dökülür.
Biz buna âdet kanaması diyoruz.
Ama "kirlenme" de diyoruz.
Peki, tıbbi olarak size bunu gösterip gebe kalmaya geçeceğim.
Bir animasyon üzerinden göstereceğim.
Şimdi, bu bizim alt karın bölgemiz, genital organlarımız.
Kabaca, şu armut gibi gördüğünüz şey rahim,
yandakiler yumurtalıklar ve tüpler.
Şimdi her ay hormonların etkisiyle, şu yumurtalıklarımızdan
birinde yumurta oluşmaya başlıyor.
Bunlar doğuştan beri bekliyor orada.
Bir tanesi büyüyor ve atılıyor.
Biz buna yumurtlama diyoruz.
Bu her ay oluyor, düzenli bir şekilde.
Bu yumurtlama olurken, oradan salınan hormonların etkisiyle
-bahsettiğim rahmin iç tabakası burası-
kalınlaşıyor.
Niye kalınlaşıyordu? Bebek gelirse diye.
Peki, cinsel ilişki oldu. Milyonlarca spermden bir tanesi döllemeyi başardı.
Bebek oluştu, o hazır olmuş yuvaya geliyor, yerleşiyor.
Tebrikler, gebesiniz!
Doğuracaksınız, anne olacaksınız, Cennet ayaklarınızın altında.
Değil mi?
Peki, diyelim ki gebelik oluşmadı.
Bakın o zaman da, yumurta döllenmedi ya,
ya da tutunamıyor döllendi,
o oluşmuş iç tabaka dökülüyor.
İşte biz buna âdet kanaması diyoruz.
Yani, görüyor musunuz ne kadar titizlikle hazırlanmış bir şey,
her ay yenisi yapılıyor ve biz buna "kirlenmek" diyoruz.
Daha da önemlisi var,
bir kız çocuğunun ilk âdet gördüğünü düşünün.
Âdet görmek ve doğurganlık kadındaki en kompleks mekanizma.
Hipofiz bezinden başlıyor, bir sürü hormonların etkisi var.
Bu kız çocuğunda, hepsi çok sağlam bir şekilde çalışıyor,
sağlıklı doğurgan demek.
E niye ayıplıyoruz?
Niye kız çocuğu ben âdet gördüm diye çıkamıyor?
Niye bunu saklıyor?
Anne olacak işte!
Biraz sinirlendim, düzeleyim.
Peki...
Size sinirlenmedim, eminim burada hiç öyle düşünen yok.
Peki, bir şey daha anlatacağım şimdi.
Yine bunlar tıbbi kısımlar.
Anne karnında cinsiyet nasıl oluşuyor?
Değil mi?
Leylekler niye bazen kız, bazen erkek getiriyor?
Şimdi, o döllenme var ya,
o anda hangi şampiyon sperm oraya ulaşıp döllemeyi başardıysa,
o taşıdığı kromozom Y ise erkek bebek oluyor, X ise kız bebek oluyor.
Bu oran %50.
Peki, diyelim ki erkek, Y kromozomu taşıyor, erkek çocuk doğacak. Öyle hemen olmuyor birleşmeyle.
Diyor ki o Y kromozomundaki bir bölge:
iki bebeğin de 1,5 aylık olana kadar anne karnında,
ortak bir yumurtalığı var.
O bölge diyor ki, bu çocuk erkek olacak diyor
sen diyor onu testis yap diyor, testise dönüş diyor.
Ve testis oluşuyor.
Sonra da başka bir madde diyor ki:
testosteron salgıla, erkek bebek olacak.
Bu hormonun etkisiyle de erkeğin iç üreme organları oluşuyor.
Sonra yine enzimsel başka bir basamakla da erkeğin dış organları oluşuyor.
Erkek çocuk doğuyor, sıkıntı yok.
Peki, kız bebeğe gelelim.
Kız bebek ne demek? X taşıyordu Y yok, ya bu bölge yok.
Hiçbir hormon vermeseniz de -ki anne karnında almıyor-
ya östrojen uyarısı anne karnında yok kız bebekte,
testosteron olmadığı için direk sağlıklı bir kız bebek doğuyor.
Ya, tüm bu sistemler o testis yerine yumurtalığa dönüyor,
yumurtalıktan sonra rahim ve iç genital organlar oluşuyor.
Sonra da dış üreme organları oluşuyor, kız bebek oluyor.
Ya burada söylemek istediğim
hiçbir şey vermeseniz de
doğa kız yapmaya meyilli.
Evet, kadın cinsiyeti yapıyor.
Ya, doğa bunu yapıyor ve erkeğin o uzun bir yolu vardı ya
hani hormonlar oluşuyordu, iç üreme vesaire,
orada herhangi bir doğumsal kusur olduğunda
hop dişiye dönüyor gene.
Mesela şöyle düşünün,
kromozomu Y, testisi var, testosteron üretiyor,
işte prostat vesaire iç üreme organları oluşmuş,
tam orada bir doğumsal kusur var.
Dış üreme organları oluşamıyor.
Ama oluşamıyor değil, ne oluyor biliyor musunuz?
Kız organları oluşuyor.
Yani, takıldığı yerde doğa onu hemen dişiye çeviriyor.
Siz orada ne diyorsunuz?
"Aaa kızım oldu" diyorsunuz.
Bu kız geliyor, ergenlik döneminde âdet görmüyor,
niye âdet görmüyor diye bize getiriyorsunuz.
Biz bakıyoruz diyoruz ki: "e bu kız değil ki".
Nasıl değil? Kromozomlarına bakıyoruz başka bir şey,
içeride rahim, yumurtalık yok
hatta testis var, karnında.
İşte bunlar da cinsiyet bozuklukları.
Neyse bu çok karmaşık bir konu...
Demek istediğim şu,
doğa kadın yapmaya çalışıyor.
Evet, erkek tali bir cinsiyet
mi acaba? Bu esprisi tabii...
Bir de şu gözle bakarsanız tam tersi,
"erkek olmak ciddi iş".
Değil mi?
Evet, yani, sen kalk o kadar milyon spermin içinden ulaş,
bir taneyi dölle, şampiyon ol, sonra bütün bu mekanizmaları geç,
hormonların doğru çalışsın, bütün enzimlerin doğru çalışsın,
son basamağa kadar, erkek oluyorsun ya.
Gerçekten zor iş.
Şaka olsun diye söylemiyorum.
Bakın iki farklı bakış açısı.
Tali cinsiyetten özel cinsiyete.
Peki, o zaman bir de yine Türk Dil Kurumu'na dönelim.
Dişi ile erkeğin tanımına bakalım.
Yumurta oluşturan veya yavru doğuran birey.
Peki.
Yetmiyor, şuh, işveli, çekici olacak bir de ki dişi olabilsin.
Değil mi?
Bu kadar size kadın anlatıyorum diye böyle giyindim.
Sırf bu sebeple.
Evet, yetmedi yani.
Erkeğe bakalım,
yetişkin adam, bay, peki.
Sperm oluşturan organizma, tamam bunu anlattık zaten.
Yetmedi, sözüne güvenilir, mert olacak bir de.
Yani şimdi erkek oldu yetmiyor, adam olacak.
O da yetmiyor, adam gibi adam olacak yahu!
Peki, yani farkındaysanız dengeli anlatıyorum,
öyle erkeklere sıkıntılı bir şey anlatacağımı düşünmeyin.
Dönelim kadın tanımına, çok güldük.
Bakın, analık veya ev yönetimi bakımından gereken erdemleri ve becerileri olan.
Şimdi, sağlıklı yüz çiftten her şeyi yolunda olan 15 tanesinde gebelik oluşmaz.
Biz bunları araştırmaya başlarız.
Siz bu 15 kadını erdemsiz yaptınız, becereksiz yaptınız,
bir de kadın olmaktan bile attınız.
Bunların öyle hikâyeleri var ki,
her ay gebe miyim diye âdet gördüklerinde,
bir de onlara kirli diyorsunuz.
Oturur ağlarsınız.
Evet, şimdi size komik bir şey daha göstereceğim.
Benim bir meslek ilanım.
Bayan kadın doğum uzmanı.
Hani aynıydı bu ikisi madem.
Niye ikisi de bayan değil, biri bayan biri kadın?
Benim aklıma birkaç şey geliyor.
Bir, doktorun cinsel deneyimini bilmiyoruz ya,
nasıl kadın diyeceğiz şimdi, bayan diyelim ona.
Doktor ya, biraz daha saygıyı hak ediyor, ona bayan diyelim.
Öteki zaten kadın doğumcuya gidiyor, ilişkisi var demek ki bırak o kadın kalsın. Tabii bir de bunun daha bir kötü versiyonu var,
"bayandan az kullanılmış".
Evet, bu bütün dünyada böyle, bizde değil merak etmeyin.
Sadece onlar kelimeleri bu kadar rahat kullanamıyorlar.
Onlarda da "kız gibi yapmak", "kız gibi koşmak" vesaire var.
Orada sorun farklı yapmak değil, eksik veya yetersiz yapmak.
Ben bunu çok yaşıyorum.
Nerede yaşıyorum?
Ben bir cerrahım, ameliyatlar yapıyorum.
Evet, benim asistanlık eğitimim şöyle geçti,
vakada bir hata yaptığımızda, ameliyatta yanlış bir şey yaptığınızda
ameliyathaneden atılırken, şu sözler eşliğinde atılırdık:
"kız gibi ameliyat yapma!".
Yalnız size bir şey söyleyeyim, "kız gibi" çok güzel ameliyat yapılıyor.
Hele bir de "kadın" gibi yaparsanız...
Evet, biz yine çok şanslıyız. Neden?
Bütün dünyada birçok ülkeden önce
kadına değer veren, kadına seçme-seçilme hakkını veren
bir liderimiz var bizim.
Bu topraklardan çıkmış.
Mustafa Kemal Atatürk'ümüz var!
Ben, bu sahnede, bu coğrafyada bir kadın olarak
kadını size anlatabiliyorsam, O'nun sayesinde.
Ben O'na teşekküre çok sık gidiyorum, her sene Dolmabahçe Sarayı'na.
Tek başıma da gitmiyorum.
Bunlar benim doğumunu yaptırttığım çocuklar.
Çete kurdum.
Önce annelerinin karnında geliyorlar,
ertesi sene de işte böyle beşikte arabada
sonra da yürüyerek geliyorlar.
Evet, Atatürk'e böyle teşekküre gidiyoruz,
onlara Atatürk'ü ben anlatıyorum özellikle.
Evet, ben Atatürk'e teşekküre giderken
her sene gidiyorum, her ameliyatımda da
bonemde gördüğünüz gibi O'na teşekkürlerimi sunuyorum.
Ama müsaadenizle bir de burada sunmak istiyorum.
Canım Ata'm, canım Atatürk'üm!
Senin sayende, senin kurduğun Cumhuriyet,
senin ilke ve inkılapların, senin vizyonun ve senin önderliğinde
özgür, çağdaş, laik, en hakiki mürşiti ilim olan
bir Türk kadını ve bir Türk hekimi olarak,
ait olduğum coğrafyada bu günlerime tek başıma gelebildim.
Senin sayende.
Sana minnettarım ve ölene kadar izindeyim.