×

우리는 LingQ를 개선하기 위해서 쿠키를 사용합니다. 사이트를 방문함으로써 당신은 동의합니다 쿠키 정책.

image

Hayvan Çiftliği - George Orwell, 1 Bölüm

1 Bölüm

Birinci Bölüm Beylik Çiftlik'in sahibi Bay Jones, her gece yaptığı gibi kümesin kapısını örtmüş, ama çok sarhoş olduğu için tavukların girip çıktıkları delikleri kapatmayı unutmuştu. Avluda tökezlene tekerlene yürürken, elindeki fenerin ışığı da bir o yana bir bu yana yalpa vuruyordu. Arka kapıda botlarını çıkarıp attı, kilerdeki fıçıdan son bir bardak daha bira doldurup bir dikişte içti, sonra üst kata çıkıp yatak odasına girdi. Bayan Jones horul horul uyuyordu.

Yatak odasının ışığı söner sönmez, çiftliğin tüm binalarında bir patırtı, bir koşuşturmadır başladı. Gündüzden haber salınmıştı: Koca Reis dedikleri, bir zamanlar ödül kazanmış kır erkek domuz, bir gece önce gördüğü garip düşü tüm hayvanlara anlatmak istiyordu. Bay Jones ortalıktan çekilir çekilmez, herkesin büyük samanlıkta toplanması kararlaştırılmıştı. Koca Reis'e (yarışmaya Willingdon Güzeli adıyla katılmıştı, ama herkes ona Koca Reis diyordu) çiftlikte o kadar büyük bir saygı duyuluyordu ki, onun ne diyeceğini öğrenmek için herkes uykusundan olmaya razıydı.

Reis, büyük samanlığın bir köşesinde, tavandaki kirişlerden birinden sarkan bir fenerin aydınlattığı bir yükseltinin üzerine serili saman döşeğine kurulmuştu bile. On iki yaşındaydı, son zamanlarda gövdesi biraz yağ bağlamıştı; uzun sivri köpekdişleri hiç kesilmemiş olmasına karşın, bilge ve babacan görünen heybetli bir domuzdu. Çok geçmeden öteki hayvanlar da birbiri ardı sıra sökün ettiler; yolu yordamınca yerlerini almaya başladılar. Önce Bluebell, Jessie ve Pincher adlı üç köpek göründü; ardından domuzlar geldiler, yükseltinin hemen önündeki samanların üzerine yerleştiler. Tavuklar pencere eşiklerine tünediler, güvercinler çatı kirişlerine kondular, koyunlarla inekler domuzların arkasına uzanıp geviş getirmeye koyuldular. Boxer ve Clover adlı iki araba atı içeri birlikte girdiler; samanların arasında göremeyecekleri kadar küçük bir hayvan bulunabileceği kaygısıyla ağır ağır yürüyor, kıllı, kocaman ayaklarını yere usulca basıyorlardı. Clover, orta yaşlı sayılabilecek, iriyarı, anaç bir kısraktı; dördüncü tayını doğurduktan sonra eski endamını bir türlü bulamamıştı. Boxer ise neredeyse iki metre yüksekliğinde, iki beygir gücünde, çok iri bir hayvandı. Alnından burnunun üstüne doğru inen akıtma onu biraz ahmak gösteriyordu; gerçekten de çiftlikteki hayvanların en zekisi sayılmazdı, ama sağlam kişiliği ve akıllara durgunluk veren çalışkanlığıyla herkesin saygısını kazanmıştı. Atların ardından, beyaz keçi Muriel ile Benjamin adlı eşek göründüler. Benjamin, çiftliğin en yaşlı, en huysuz hayvanıydı. Ağzından bal damladığı söylenemezdi, ama az söyler, öz söylerdi: "Tanrı bana sinekleri kovayım diye bir kuyruk vermiş; ama keşke sinekler de olmasaydı, kuyruğum da." Çiftlikteki hayvanlar arasında bir tek o hiç gülmezdi. Neden gülmediğini soranlara, "Gülünecek ne var ki?" diye karşılık verirdi. Ama açıkça belli etmemesine karşın, Boxer'a hayrandı; ikisi pazar günlerini birlikte geçirir, genellikle meyve bahçesinin arkasındaki çayırda hiç konuşmadan yan yana otlarlardı.

İki at henüz yere uzanmışlardı ki, annelerini yitirmiş yavru ördekler ciyak ciyak bağırarak birerlekol halinde samanlığa girdiler; paytak paytak koşturuyor, ayaklar altında ezilmeyecekleri bir yer aranıyorlardı. Clover, kocaman ön ayağıyla ördek yavrularının çevresine bir duvar ördü; onlar da oraya sığınıp birbirlerine sokuldular ve o saat uykuya daldılar. Son anda, Bay Jones'un iki tekerlekli arabasını çeken saçı uzun aklı kısa, beyaz kısrak Mollie çıkageldi; ağzında kesmeşekeri, süzüm süzüm süzülerek içeri girdi. Kendine önlerde bir yer seçti; bakışları üzerinde toplamak umuduyla kırmızı kurdelelerle örülü beyaz yelesini iki yana sallamaya başladı. Son olarak da kedi göründü; huyu kurusun, hemen en sıcak yeri aranmaya başladı, sonunda Boxer ile Clover'ın arasına sığıştı; Koca Reis'in söylevinin sonuna kadar –söylediklerinin bir tekine bile kulak vermeden– keyifli keyifli mırlayıp durdu.

Arka kapının oradaki tünekte uyuyan evcil kuzgun Moses'ı saymazsak, hayvanların tümü gelmişti artık. Reis, baktı ki herkes yerini almış suspus bekliyor, gırtlağını temizleyip konuşmaya başladı:

"Yoldaşlar, dün gece garip bir düş gördüğümü hepiniz biliyorsunuz. Düşe sonra geleceğim. Size daha önce başka bir şey söylemek istiyorum. Yoldaşlar, fazla bir ömrüm kaldığını sanmıyorum. Onun için, bugüne kadar edindiğim bilgileri, deneyimleri sizlere aktarmayı görev biliyorum. Çok uzun yaşadım, ağılımda bir başıma yatarken düşünecek çok zamanım oldu; bu dünyanın düzenini, yaşamakta olan her hayvan kadar kavradığımı söyleyebilirim. Bugün sizlerle konuşmak istediğim de bu işte.

"Evet yoldaşlar, yaşadığımız hayat nasıl bir hayattır? Açıkça söylemekten korkmayalım: Şu kısa ömrümüz yoksulluk içinde, sabahtan akşama kadar uğraşıp didinmekle geçip gidiyor. Dünyaya geldikten sonra yaşamamıza yetecek kadar yiyecek verirler; ayakta kalanlarımızı canı çıkana kadar çalıştırırlar; işlerine yaramaz duruma geldiğimizde de korkunç bir acımasızlıkla boğazlarlar. İngiltere'de, bir yaşına geldikten sonra, hiçbir hayvan mutluluk nedir bilmez, hiçbir hayvan dinlenip eğlenemez. İngiltere'de hiçbir hayvan özgür değildir. Hayatımız sefillikten, kölelikten başka nedir ki! İşte, tüm çıplaklığıyla gerçek budur.

"Peki, bu durum, Doğa'nın bir yasası mıdır? Ülkemiz, topraklarında yaşayanlara düzgün bir hayat sunamayacak kadar yoksul mudur? Hayır, yoldaşlar, asla! İngiltere toprakları bereketlidir; havası suyu iyidir yurdumuzun; bugün bu ülkede yaşayan hayvanlardan çok daha fazlasına bol bol yiyecek sağlayabilir. Yalnızca şu bizim çiftlik bile bir düzine atı, yirmi ineği, yüzlerce koyunu besleyebilir; besleyebilir ne demek, onlara bugün bizim hayal bile edemeyeceğimiz kadar rahat ve onurlu bir hayat yaşatabilir. Öyleyse, bu sefilliğe neden boyun eğelim? İnsanlar, emeğimizle ürettiklerimizin neredeyse tümünü bizden çalıyorlar. İşte, yoldaşlar, tüm sorunlarımızın yanıtı burada. Tek bir sözcükte özetlenebilir: İnsan. Tek gerçek düşmanımız İnsandır. İnsan'ı ortadan kaldırın, açlığın ve köle gibi çalışmanın temelindeki neden de sonsuza dek silinecektir yeryüzünden.

"İnsan, üretmeden tüketen tek yaratıktır. Süt vermez, yumurta yumurtlamaz, sabanı çekecek gücü yoktur, tavşan yakalayacak kadar hızlı koşamaz. Gene de, tüm hayvanların efendisidir. Hayvanları çalıştırır, karşılığında onlara açlıktan ölmeyecekleri kadar yiyecek verir, geri kalanını kendine ayırır. Bizse emeğimizle tarlayı sürer, gübremizle toprağı besleriz; oysa hiçbirimizin postundan başka bir şeyi yoktur. Siz, şu karşımda oturan inekler; bu yıl kaç bin litre süt verdiniz? Güçlü kuvvetli danalar yetiştirmek için gerekli olan sütleriniz nereye gitti? Her bir damlası düşmanlarımızın midesine indi. Siz, tavuklar; bu yıl kaç yumurta yumurtladınız, o yumurtaların kaçından civciv çıkarabildiniz? Tümüne yakını pazarda satıldı, Jones ve adamlarına para kazandırdı. Ve sen, Clover, doğurduğun o dört tay nerede; yaşlandığında sırtını dayayacağın, keyfini süreceğin o taylar nerede? Dördü de bir yaşına geldiklerinde satıldı; onları bir daha hiç göremeyeceksin. İnsanlara verdiğin o dört tay ve tarlalardaki emeğinin karşılığında bir avuç yem ve soğuk bir ahırdan başka ne gördün?

"Kaldı ki, yaşadığımız şu sefil hayatın doğal sonuna varmasına bile izin vermezler. Ben gene talihli sayılırım, onun için pek o kadar yakınmıyorum. On iki yaşındayım, dört yüzden fazla çocuğum oldu. Bir domuz için çok doğal. Ama hiçbir hayvan sonunda o gaddar bıçaktan kaçamaz. Siz, karşımda oturan genç domuzlar; bir yıla kalmaz, bıçağın altında ciyaklaya ciyaklaya can verirsiniz. İnekler, domuzlar, tavuklar, koyunlar; bu korkunç son hepimizi bekliyor, hepimizi. Atların ve köpeklerin yazgısı da bizimkinden farklı sayılmaz. Sen, Boxer, şu koca kasların gücünü yitirmeyegörsün, Jones o saat, sakat ve kocamış atları alan kasaba satar seni. Kasap da gırtlağını keser, kazanda kaynatıp av köpeklerine mama yapar. Köpeklere gelince; yaşlanıp dişleri dökülmeyegörsün, Jones boyunlarına bir taş bağlar, en yakın göle atar.

"Öyleyse, yoldaşlar, bu hayatta başımıza gelen tüm kötülüklerin insanların zorbalığından kaynaklandığı gün gibi açık değil mi? Şu İnsanoğlu'ndan kurtulalım, emeğimizin ürünü bizim olsun. İşte o zaman zengin ve özgür olacağız. Öyleyse, ne yapmalı? Gece gündüz, var gücümüzle insan soyunu alt etmeye çalışmalı! İşte, söylüyorum yoldaşlar: Ayaklanın! Bu Ayaklanma ne zaman gerçekleşir bilemem, bir haftaya kadar da olabilir, yüz yıla kadar da; ama şu ayaklarımın altındaki samanı gördüğüm gibi görüyorum: Hak er geç yerini bulacaktır. Yoldaşlar, şu kısa ömrünüzde bunu aklınızdan çıkarmayın!

Ve en önemlisi, bu öğüdümü sizden sonra gelenlere iletin ki, gelecek kuşaklar zafere kadar savaşsın.

"Ve yoldaşlar, kararlılığınız asla, ama asla sarsılmasın. Hiçbir tartışma sizi yolunuzdan saptırmasın. İnsan ile hayvanların ortak bir çıkarı vardır, birinin dirliği öbürlerinin de dirliğidir, diyenler çıkabilir. Onlara sakın kulak asmayın. Hepsi yalan. İnsanoğlu, kendinden başka hiçbir yaratığın çıkarını gözetmez. Bu savaşımımızda hayvanlar arasında tam bir birlik kurun, kusursuz bir yoldaşlık sağlayın. Bütün insanlar düşmandır! Bütün hayvanlar yoldaştır!"

Tam o sırada müthiş bir gürültü koptu. Koca Reis konuşurken, deliklerinden dışarı süzülen dört iri sıçan, arka ayaklarının üzerine oturmuş, onu dinlemeye koyulmuşlardı. Köpekler, onları görür görmez saldırıya geçmişler; sıçanlar çarçabuk deliklerine kaçarak canlarını zor kurtarmışlardı. Reis, ön ayağını kaldırarak herkesi susturdu:

"Yoldaşlar. Çözmemiz gereken bir sorun var. Sıçanlar ve tavşanlar gibi yabanıl hayvanlar, dostumuz mu, düşmanımız mı? Oylamaya koyalım. Şu soruyu soruyorum: Sıçanlar yoldaşımız mıdır?"

Hemen oylamaya geçildi; çok büyük bir çoğunlukla sıçanların yoldaş olduklarına karar verildi. Yalnızca dört karşı oy çıkmış, onlar da üç köpekle kediden gelmişti.

Sonradan, kedinin hem evet, hem de hayır oyu kullandığı anlaşıldı. Koca Reis, sözünü sürdürdü:

"Daha fazla bir şey söyleyecek değilim. Yalnız tekrarlamak istediğim bir nokta var: İnsan'a ve onun başının altından çıkan tüm uğursuzluklara karşı düşmanca davranmanın göreviniz olduğunu hiçbir zaman akıldan çıkarmayın. İki ayaklılar düşmanımızdır. Dört ayaklılar ve kanatlılar dostumuzdur. Şunu da unutmayın ki, İnsan'a karşı savaşırken sonunda ona benzememeliyiz. Onu alt ettiğiniz zaman bile, onun kötü alışkanlıklarını benimsemeye kalkmayın. Hiçbir hayvan asla bir evde yaşamamalı, yatakta yatmamalı, giysi giymemeli, içki ve sigara içmemeli, paraya el sürmemeli, ticaretle uğraşmamalı. İnsan'ın bütün alışkanlıkları kötüdür. Ve en önemlisi, hiçbir hayvan kendi türünden olanlara zorbalık etmemeli. Güçlüsü güçsüzü, akıllısı akılsızı, hepimiz kardeşiz. Hiçbir hayvan başka bir hayvanı öldürmemeli. Bütün hayvanlar eşittir.

"Yoldaşlar, artık dün gece gördüğüm düşten söz edebilirim. Tam olarak anlatmam mümkün değil, ama İnsan ortadan kalktıktan sonra yeryüzünün nasıl bir yer olacağını gördüm diyebilirim. Çoktandır unutmuş olduğum bir şeyi anımsadım. Yıllar önce, ben küçük bir domuzken, annem ve öteki dişi domuzlar, yalnızca ezgisini ve ilk üç sözcüğünü bildikleri eski bir şarkı söylerlerdi. Şarkının ezgisini çocukken öğrenmiştim, ama nicedir aklımdan çıkmıştı. Dün gece düşümde geri geldi şarkının ezgisi. Dahası, şarkının sözlerini de anımsadım. Hiç kuşkum yok, hayvanların çok eski çağlarda söyledikleri, kuşaklardır unutulmuş olan şarkının sözleriydi bunlar. Şimdi, yoldaşlar, size bu şarkıyı söyleyeceğim. Yaşlıyım, sesim kısık, ama ezgisini öğrettiğim zaman siz şarkıyı çok daha güzel söyleyebilirsiniz. Şarkının adı, İngiltere'nin Hayvanları."

Koca Reis, gırtlağını temizleyip şarkıya başladı. Gerçekten de kısıktı sesi, ama hiç de fena söylemiyordu. Şarkının coşkulu bir ezgisi vardı, Clementine ile La Cucuracha arası bir şarkıydı. Sözleri şöyleydi:

İngiltere ve İrlanda'nın hayvanları, Bütün ülkelerin, bütün iklimlerin hayvanları, Kulak verin müjdelerin en güzeline, Düşlediğimiz Altın Çağ önümüzde.

Er geç bir gün gelecek, Zorba İnsan devrilecek, İngiltere'nin bereketli topraklarında Yalnızca hayvanlar gezinecek.

Burnumuza geçirilen halkalar, Sırtımıza vurulan semer sökülüp atılacak, Karnımıza saplanan mahmuz çürüyüp paslanacak, Acımasız kırbaç bir daha şaklamayacak.

Zenginlikler düşlere sığmayacak, Buğdayı arpası, yulafı samanı, Yoncası, baklası, pancarı, O gün hepsi bizim olacak.

İngiltere'nin çayırları daha yeşil, Irmakları daha aydınlık olacak, Rüzgârlar daha tatlı esecek, Biz özgürlüğümüze kavuşunca.

O günü göremeden ölüp gitsek de, Herkes bu uğurda savaşmalı, İneklerle atlar, kazlarla hindiler el ele, Özgürlük uğruna ter akıtmalı.

İngiltere ve İrlanda'nın hayvanları, Bütün ülkelerin, bütün iklimlerin hayvanları, Kulak verin müjdeme, haber salın her yere, Düşlediğimiz Altın Çağ önümüzde.

Şarkı, hayvanların yüreğine yabanıl bir coşku salmıştı. Reis daha sonuna gelmeden, hep birlikte söylemeye başlamışlardı. En aptalları bile şarkının ezgisini ve birkaç sözünü kapmıştı; domuzlar ve köpekler gibi akıllı olanlarıysa şarkının tümünü birkaç dakikada ezberlemişti. Birkaç denemeden sonra, hep bir ağızdan söyledikleri İngiltere'nin Hayvanları ile inledi çiftlik. İnekler böğürüyor, köpekler havlıyor, koyunlar meliyor, atlar kişniyor, ördekler vaklıyordu. O kadar hoşlarına gitmişti ki, şarkıyı baştan sona tam beş kez söylediler; Bay Jones uyanmasa, belki de sabaha kadar söyleyeceklerdi.

Ama ne yazık ki, Bay Jones gürültüden uyandı; avluya tilki girdiğini sanarak yatağından fırladı. Her zaman yatak odasının köşesinde duran tüfeğini kaptığı gibi karanlığa saçma yağdırdı. İri saçmalar samanlığın duvarına saplanır saplanmaz, toplantıdaki hayvanlar çil yavrusu gibi dağıldılar. Herkes yattığı yere koştu. Kuşlar tüneklerine sıçradılar, hayvanlar saman döşeklerine uzandılar. Çok geçmeden bütün çiftlik uykuya daldı.

Learn languages from TV shows, movies, news, articles and more! Try LingQ for FREE

1 Bölüm Episode 1 Capítulo 1 1º Episódio Capitolo 1 الجزء 1 1 Abschnitt Part 1 1 Sección 1 Section 1 Sezione 1 skyrius 1 Sekcja 1 Раздел 1 sektion 1 Bölüm 第1部分

Birinci Bölüm Beylik Çiftlik'in sahibi Bay Jones, her gece yaptığı gibi kümesin kapısını örtmüş, ama çok sarhoş olduğu için tavukların girip çıktıkları delikleri kapatmayı unutmuştu. |глава|Поместье|фермы|владелец|господин|Мистер Джонс||ночью|который он||курятника|дверь|закрыл|||пьян|||куриц||входа и выхода|отверстия|закрыть| ||Beylik|la ferme de|propriétaire||Monsieur Jones||la nuit|||le poulailler|||||ivre|||les poules||||| First|Chapter|Manor|"of the farm"|owner|Mr|Mr. Jones|her|night|he does|like|the coop's|the door|had closed|but|very|drunk|was|because|the chickens'|enter|they go in and out|holes|close|had forgotten Primeiro|Primeira Parte|Senhorio|da fazenda|proprietário|Senhor||toda|noite|fazia|como sempre fazia|do galinheiro|porta do galinheiro|fechou|mas||bêbado|estava|por estar muito|das galinhas|entrar e sair|entravam e saíam|buracos|fechar os|tinha esquecido ||Beylik|von der Farm|||Jones||||||||||betrunken|||||von denen||das Schließen| Primo||Beylik|della fattoria||signor|Jones(1)||ogni notte||come al solito|||chiuso||||era molto ubriaco||gallo|entrare|uscita|fori|chiudere|aveva dimenticato |||المزرعة||||||قام به||الحظيرة|باب الحظيرة|غطى|||مخمور جداً|كان عليه||الدجاجات|الدخول والخروج|دخلوا وخرجوا منه|الثقوب|إغلاق|كان قد نسي ||Beylik|la granja|propietario|Señor|Jones(1)|||como hacía|||de la puerta|cerrado||||||||||| الفصل الأول كان مالك مزرعة الإمارة ، السيد جونز ، قد أغلق باب الحظيرة كما يفعل كل ليلة ، ولكن لأنه كان مخمورًا جدًا ، فقد نسي سد الثقوب التي يدخل منها الدجاج ويخرج منها. 1\. Kapitel Der Besitzer der Fürstenfarm, Mr. Jones, hatte wie jeden Abend die Stalltür geschlossen, aber weil er zu betrunken war, hatte er vergessen, die Löcher zu stopfen, durch die die Hühner ein- und ausgingen. Chapter One The owner of the Principality Farm, Mr. Jones, had closed the door of the coop as he did every night, but because he was too drunk, he had forgotten to plug the holes through which the chickens came in and out. Capítulo primero El señor Jones, el dueño de la granja, había cerrado la puerta del gallinero como todas las noches, pero estaba tan borracho que se olvidó de cerrar los agujeros por los que entraban y salían las gallinas. Chapitre 1 M. Jones, le propriétaire de la ferme, avait fermé la porte du poulailler comme il le faisait tous les soirs, mais il était tellement ivre qu'il avait oublié de fermer les trous par lesquels les poules allaient et venaient. Capítulo Um O Sr. Jones, o dono da quinta, tinha fechado a porta do galinheiro como fazia todas as noites, mas estava tão bêbedo que se esqueceu de fechar os buracos por onde as galinhas entravam e saíam. Глава первая Владелец фермы Княжества, мистер Джонс, закрыл дверь курятника, как делал это каждую ночь, но, будучи слишком пьян, забыл заткнуть дыры, через которые входили и выходили цыплята. Avluda tökezlene tekerlene yürürken, elindeki fenerin ışığı da bir o yana bir bu yana yalpa vuruyordu. Во дворе|спотыкаясь|спотыкаясь||в руках|фонаря|||||||||качаться| In the courtyard|stumbling|rolling|walking|in your hand|lantern's|light|also|a|that|to one side|a|this|to one side|"swung wildly"|was flickering No pátio|tropeçando|cambaleando|caminhando enquanto|na mão|da lanterna|luz do|também|um||um lado|um|enquanto isso|um lado|balançar|balançava im Hof||rollen||||||||||||schwankend| nel cortile|||camminando|la lanterna|lanterna|luce|anche|||quella|||di qua|oscillava|oscillava في الفناء|يتعثر|يتعثر|أثناء المشي|في يده|مصباحك|ضوء الفانوس||||تلك الجهة|||تلك الجهة|تتمايل|كان يتأرجح en el camino|tropezó|rodando||la linterna que llevas|linterna|luz||||||||| كان ضوء الفانوس في يده يتأرجح من جانب إلى آخر وهو يتعثر في الفناء. Während er im Hof stolperte und strauchelte, schwankte das Licht der Laterne in seiner Hand hin und her. The light of the lantern in his hand wobbled from side to side as he stumbled across the courtyard. Alors qu'il trébuche dans la cour, la lumière de la lanterne qu'il tient à la main oscille d'un côté à l'autre. Enquanto cambaleava e tropeçava no pátio, a luz da lanterna que tinha na mão oscilava de um lado para o outro. Arka kapıda botlarını çıkarıp attı, kilerdeki fıçıdan son bir bardak daha bira doldurup bir dikişte içti, sonra üst kata çıkıp yatak odasına girdi. ||свои ботинки|||из кладовой|бочки||||||налил||одним глотком|||||||| back|at the back|his boots|take off|he threw|from the cellar|from the barrel|last|one|glass|one more|beer|fill|one|in one gulp|drank it|then|upstairs|upstairs|going up|bedroom|to her room|entered ||botas|||na despensa|barril||||||||um gole|||||||| |||||aus der Vorratskammer|vom Fass||||||||Zug (in einem Zug)|||||||| dietro||||buttò|in cantina|barile|l'ultima||bicchiere||birra|riempiendo||un sorso|beve bevuto||piano superiore|al piano superiore|salì|camera da letto|alla camera da letto|entrò خلف|عند الباب الخلفي|أحذيته|خلع||في القبو|من البرميل|||كأس|||ملأ||جرعة واحدة||||الطابق العلوي||سرير|غرفة النوم| |||||la despensa|||||||||||||||||entró أزال حذاءه في الباب الخلفي ورماه، ثم امتلأ كأس آخر من البيرة من البرميل في الخزانة وشربها في جلسة واحدة، ثم صعد إلى الطابق العلوي ودخل غرفة النوم. Er trat seine Stiefel an der Hintertür aus, schenkte ein letztes Glas Bier aus dem Fass im Keller ein und trank es in einem Zug aus, dann ging er nach oben ins Schlafzimmer. He threw off his boots at the back door, poured one last glass of beer from the keg in the cellar, drank it in one gulp, then went upstairs to the bedroom. Il déchausse ses bottes à la porte arrière, se sert un dernier verre de bière dans le tonneau de la cave et le boit d'un trait, puis monte dans la chambre à coucher. Bayan Jones horul horul uyuyordu. ||храпела|храпела|спала крепко Ms.|Mrs. Jones|snoring|snoring|was snoring ||roncava|| |||schnarchen| ||تغطيط بعمق|تشخير|كانت السيدة جونز نائمة. la señora|Bayan Jones||| السيدة جونز كانت تنام بصوت. Frau Jones schlief tief und fest. Miss Jones was snoring. Mme Jones dormait profondément.

Yatak odasının ışığı söner sönmez, çiftliğin tüm binalarında bir patırtı, bir koşuşturmadır başladı. |||погаснет|как только|фермы||зданиях фермы||шум||суета| bed|its room|the light|goes out|goes out|the farm's|all|the buildings|a|commotion|a|bustle|began |||apaga||||||barulho||correria| |||geht aus|sobald|des Bauernhofs||in den Gebäuden||Lärm||Hektikerei| سرير|غرفة النوم|الضوء|تنطفئ|فور انطفاء|المزرعة||مباني المزرعة||ضوضاء||هرولة| la habitación|||||||||||| بمجرد أن انطفأت أنوار غرفة النوم، بدأت هدوء الحقل في شكل ضجيج وهرولة في كل مباني المزرعة. Sobald das Licht im Schlafzimmer erlosch, gab es einen Aufruhr und ein Gewusel in allen Gebäuden des Hofes. As soon as the bedroom light went out, there was a clamor and bustle in all the buildings of the farm. Dès que la lumière s'est éteinte dans la chambre, il y a eu une agitation et une ruée dans tous les bâtiments de la ferme. Gündüzden haber salınmıştı: Koca Reis dedikleri, bir zamanlar ödül kazanmış kır erkek domuz, bir gece önce gördüğü garip düşü tüm hayvanlara anlatmak istiyordu. С утра||было отправлено сообщение||Вождь|которого звали|||||дикий||свинья||||||сон|||| von tagsüber||||Reis||||||||||||||||den Tieren|| من النهار||تم إبلاغه|الزعيم الكبير|الزعيم الكبير|الذي يُدعى|||جائزة|فاز بجائزة|كبير السن|ذكر|خنزير بري||الليلة الماضية||رآه|غريب|الحلم الغريب||الحيوانات|يخبر|أراد أن ||tinha sido enviado||||||||vermelho|macho||uma|||||sonho|||| from daytime|news|had been sent|big|big chief|they call|a|once|prize|won|prize-winning|male|boar||night|the night before|he saw|strange|dream|all|animals|to tell|wanted to tell تم نشر الأخبار خلال النهار: أراد الخنزير الرمادي الحائز على جائزة، والذي أطلقوا عليه اسم الرئيس الكبير، أن يخبر جميع الحيوانات عن الحلم الغريب الذي رآه في الليلة السابقة. Die Nachricht war im Laufe des Tages ausgesandt worden: Das einst preisgekrönte Grizzly-Schwein, das sie Big Chief nannten, wollte allen Tieren von dem seltsamen Traum erzählen, den er in der Nacht zuvor gehabt hatte. The news of the day was out: the once-award-winning prairie boar, whom they called Big Chief, wanted to tell all the animals about the strange dream he had had the night before. La nouvelle avait été diffusée dans la journée : Le cochon grizzly mâle, autrefois primé, que l'on appelait Big Chief, voulait raconter à tous les animaux le rêve étrange qu'il avait fait la nuit précédente. Bay Jones ortalıktan çekilir çekilmez, herkesin büyük samanlıkta toplanması kararlaştırılmıştı. ||исчезновения|уйдёт||||сене|собрание людей|было решено ||von der Mitte||zieht|||Scheune|Versammlung|war beschlossen |Mr. Jones|from the center|pulls back|withdraws|everyone|big|big hayloft|gathering together|had been decided ||من المشهد|ينسحب|بمجرد أن|الجميع||الحظيرة الكبيرة|التجمع في|تقرر |||||||feno do estáb||foi decidido تم الاتفاق على أنه بمجرد خروج السيد جونز من الطريق، سيتجمع الجميع في الحظيرة الكبيرة. Sobald Herr Jones außer Sichtweite war, wurde vereinbart, dass sich alle auf dem großen Heuboden versammeln sollten. It was decided that as soon as Mr. Jones had been removed, everyone should gather in the great barn. Dès que M. Jones est hors de vue, il est convenu que tout le monde se rassemble dans le grand grenier à foin. Koca Reis'e (yarışmaya Willingdon Güzeli adıyla katılmıştı, ama herkes ona Koca Reis diyordu) çiftlikte o kadar büyük bir saygı duyuluyordu ki, onun ne diyeceğini öğrenmek için herkes uykusundan olmaya razıydı. |К Большому Вождю|соревнование|Виллингдон|красавица|под именем|участвовал в||||||говорил|||||||уважали||||что он скажет||||сна||был согласен |Reis||Willingdon|||hatte teilgenommen|||||||||||||wurde gehört||||||||aufwachen||war bereit Big|Big Chief|compete|Willingdon Beauty Contest|Beauty|name|had participated|but|everyone|him||Reis|was called|the farm|it|so much|great|a|respect|was felt|that||what|you would say|to learn|||from their sleep|waking|was willing ||المسابقة|ويلينجدون|الجميلة|باسمها|شارك في||الجميع|||||||||||كان يُحترم|لدرجة أن|||ماذا سيقول|معرفة|||من نومه|أن يفقدوا|مستعدون لذلك |||||||||||||||||||||||||||||estava disposto كان Big Chief (دخل المسابقة تحت اسم Miss Willingdon، لكن الجميع أطلقوا عليه اسم Big Chief) يحظى باحترام كبير في المزرعة لدرجة أن الجميع كانوا على استعداد لفقدان النوم لسماع ما سيقوله. Big Reis (sie nahm als Miss Willingdon an dem Wettbewerb teil, aber alle nannten sie Big Reis) genoss auf der Farm ein so hohes Ansehen, dass jeder bereit war, seinen Schlaf zu verlieren, um zu hören, was sie zu sagen hatte. Big Chief (she had entered the contest as Miss Willingdon, but everyone called her Big Chief) was held in such high regard on the farm that everyone was willing to fall asleep to see what he had to say. Big Reis (elle s'est présentée au concours sous le nom de Miss Willingdon, mais tout le monde l'appelait Big Reis) était tenue en si haute estime à la ferme que tout le monde était prêt à perdre le sommeil pour entendre ce qu'elle avait à dire.

Reis, büyük samanlığın bir köşesinde, tavandaki kirişlerden birinden sarkan bir fenerin aydınlattığı bir yükseltinin üzerine serili saman döşeğine kurulmuştu bile. Начальник||сарая||углу|потолочный|балок|одной из|свисающий|||освещаемой||возвышение||разложенный на|солома|соломенный матрас|| ||der Scheune||||von den Balken||hängend|||||Erhöhung|||Heu|Döschung|war eingerichtet| Chief|big|hay barn's||in the corner|the ceiling|"from the beams"|one of them|hanging||the lantern|illuminated|one|elevation|on top of|spread out|haystack|straw bed|had settled|even ||الحظيرة الكبيرة||في زاوية|في السقف|من العوارض|من أحد|مُتَدَلٍّ||الفانوس|أضاءه||منصة مرتفعة|على|مفروش على|قش|فراش القش|كان مستلقياً|حتى الآن كان الرئيس جالسًا بالفعل على مرتبة من القش في زاوية الحظيرة الكبيرة، على ارتفاع مضاء بفانوس معلق من إحدى عوارض السقف. In einer Ecke des großen Heubodens hatte es sich der Häuptling bereits auf einer Strohmatratze auf einer Erhöhung bequem gemacht, die von einer Laterne an einem der Deckenbalken beleuchtet wurde. The chief was already set up on a straw mattress in one corner of the great barn, on a spur lit by a lantern hanging from one of the beams in the ceiling. Dans un coin du grand grenier à foin, le chef s'est déjà installé sur une paillasse, sur une aire éclairée par une lanterne suspendue à l'une des poutres du plafond. On iki yaşındaydı, son zamanlarda gövdesi biraz yağ bağlamıştı; uzun sivri köpekdişleri hiç kesilmemiş olmasına karşın, bilge ve babacan görünen heybetli bir domuzdu. |||||тело|||оброс жирком|||клыки||не обрезанные||несмотря на то|||отеческий||внушительный||свинья ||||||||angelegt||spitz|Eckzähne||nicht geschnitten||trotz|||vaterlich||majestätisch||Schwein he|two|was twelve|last|recently|body|a little|fat|gained fat|long|sharp|canine teeth|not at all|uncut|having not been|despite|wise|and|fatherly|appearing|majestic||pig ||كان عمره||الأوقات الأخيرة|جسمه|قليلاً|دهن|ربطت|طويل|حادّ|الأنياب الطويلة||لم تُقطع|رغم أن|رغم أن|حكيم||ودود وأبوي|يبدو عليه|خنزير مهيب||خنزير مهيب كان يبلغ من العمر اثني عشر عامًا وقد اكتسب مؤخرًا بعض الدهون في الجسم. لقد كان خنزيرًا مهيبًا، بدا حكيمًا وأبويًا، على الرغم من أن أنيابه الطويلة المدببة لم تُقطع أبدًا. Er war zwölf Jahre alt, sein Körper hatte sich in letzter Zeit etwas gemästet, und obwohl seine langen, spitzen Eckzähne nie gestutzt worden waren, war er ein imposantes Schwein mit weisem und väterlichem Blick. He was twelve years old, his torso had some fat recently; It was an imposing pig who looked wise and fatherly, though his long sharp fangs had never been cut. Il avait douze ans, son corps avait récemment grossi et, bien que ses longues canines pointues n'aient jamais été taillées, c'était un cochon imposant, à l'allure sage et paternelle. Çok geçmeden öteki hayvanlar da birbiri ardı sıra sökün ettiler; yolu yordamınca yerlerini almaya başladılar. |||||друг за другом|||появились один за другим|||соответственно||| ||die anderen|||||||||ordnungsgemäß||| very|before long|the other|the other animals|too|each other|in succession|in a row|charge forward|they came|way|by means of|their places|take their places|they began Bald trafen die anderen Tiere nacheinander ein und begannen, ihre Plätze nach und nach einzunehmen. Before long, the other animals descended, one after another; They started to take their places when they followed the road. Bientôt, les autres animaux arrivent les uns après les autres et commencent à prendre place méthodiquement. Önce Bluebell, Jessie ve Pincher adlı üç köpek göründü; ardından domuzlar geldiler, yükseltinin hemen önündeki samanların üzerine yerleştiler. |Колокольчик|Джесси||Пинчер||||||свиньи пришли||||перед|солома||расположились |Bluebell|Jessie||||||erschienen|||||||Heu|| |bluebell|Jessie||Pincher|named|three|dogs|appeared|then|pigs|arrived|of the hill||in front of|the hay|over|settled Zuerst tauchten die drei Hunde Bluebell, Jessie und Pincher auf, dann kamen die Schweine und ließen sich auf dem Stroh direkt vor der Anhöhe nieder. Three dogs first appeared, named Bluebell, Jessie, and Pincher; then the pigs came and settled down on the straw just in front of the mound. D'abord les trois chiens, Bluebell, Jessie et Pincher, sont apparus, puis les cochons sont venus s'installer sur la paille juste devant la montée. Tavuklar pencere eşiklerine tünediler, güvercinler çatı kirişlerine kondular, koyunlarla inekler domuzların arkasına uzanıp geviş getirmeye koyuldular. Куры||подоконники|уселись|голуби|крыша|балки крыши|сели на|с овцами|коровы|свиней|||жевать жвач|жевать жвач|принялись Die Hühner|||sich niederließen|die Tauben|Dach|||mit den Schafen|kühe|der Schweine|||wiederkäuen||koyten chickens|window sills|window sills|perched|pigeons|roof|rafter beams|landed|with the sheep|cows|the pigs|behind|lying down|ruminate|bring|started ruminating Hühner hockten auf den Fensterbänken, Tauben hockten auf den Dachsparren, Schafe und Kühe legten sich hinter den Schweinen nieder und kauten ihr Futter. Chickens perched on window sills, pigeons perched on rafters, sheep and cows lay behind the pigs to ruminate. Les poules se sont perchées sur le rebord des fenêtres, les pigeons sur les poutres des toits, les moutons et les vaches se sont couchés derrière les cochons et ont ruminé. Boxer ve Clover adlı iki araba atı içeri birlikte girdiler; samanların arasında göremeyecekleri kadar küçük bir hayvan bulunabileceği kaygısıyla ağır ağır yürüyor, kıllı, kocaman ayaklarını yere usulca basıyorlardı. Боксер||Клевер|||||||вошли внутрь|||не увидят|||||может быть|с беспокойством|||идут медленно|волосатые||своими большими|||ставили ноги Boxer||Clover|||Auto|||||||sehen werden||||||||||haarig||||sanft|drückten Boxer||Clover|named|two|cart horses|horse|inside||entered|the straw|between|they won't see||||animal|could be|with concern|slowly||are walking|hairy|huge|their feet|ground|gently|were pressing Die beiden Karrenpferde, Boxer und Clover, kamen gemeinsam herein, langsam, mit ihren großen haarigen Füßen sanft auf dem Boden, aus Angst, es könnte ein Tier im Heu sein, das zu klein ist, um es zu sehen. Two chariot horses, Boxer and Clover, entered together; they walked slowly, planting their huge hairy feet on the ground, worried that there might be an animal too small for them to see in the straw. Les deux chevaux de charrette, Boxer et Clover, sont entrés ensemble, marchant lentement, leurs grands pieds poilus touchant doucement le sol, craignant qu'il n'y ait un animal trop petit pour eux dans le foin. Clover, orta yaşlı sayılabilecek, iriyarı, anaç bir kısraktı; dördüncü tayını doğurduktan sonra eski endamını bir türlü bulamamıştı. Кловер|||можно считать|крупная|материнский||кобыла||жеребёнка|родив|||фигуру||| Clover||||großgewachsen|||Stute||Fohlen|geboren|||Erscheinung|||finden Clover|middle-aged|old|considered|large-bodied|breeding mare||mare|fourth|foal|after giving birth|after|old|figure|a|various|had not regained Clover war eine Stute mittleren Alters, eine große, matronenhafte Stute, die nach der Geburt ihres vierten Fohlens nicht mehr zu ihrer alten Figur gefunden hatte. Clover was a large, matriarchal mare of middle-aged; she had not been able to find her old figure after giving birth to her fourth foal. Clover était une jument d'âge moyen, une grande jument matrone, qui n'avait pas réussi à retrouver sa silhouette d'antan après avoir donné naissance à son quatrième poulain. Boxer ise neredeyse iki metre yüksekliğinde, iki beygir gücünde, çok iri bir hayvandı. |||||высотой||лошадиных сил|в два лошадиных||||животное |||||||Pferd|||||Tier |if|almost||two meters|height of||horse|horsepower||very large||animal Der Boxer war ein sehr großes Tier, fast zwei Meter hoch, mit zwei Pferdestärken. The Boxer, on the other hand, was a very large animal, almost two meters high, two horsepower. Le boxeur était un très gros animal, de près de deux mètres de haut, doté d'une puissance de deux chevaux. Alnından burnunun üstüne doğru inen akıtma onu biraz ahmak gösteriyordu; gerçekten de çiftlikteki hayvanların en zekisi sayılmazdı, ama sağlam kişiliği ve akıllara durgunluk veren çalışkanlığıyla herkesin saygısını kazanmıştı. Со лба|нос||к |спускающаяся вниз|Пятно|||глупый||||на ферме|||самым умным|не считался|||личные качества||умопомрачительная|замешательство||усердной работой||уважение| Von der Stirn|||||Fluss|||dumm|zeigte|||vom Bauernhof|||der klügste|war nicht|||Persönlichkeit|||Stille||mit seiner Arbeitsamkeit||| From the forehead|nose|on top of|toward|descending|dripping|it||fool|was showing|indeed|indeed|in the farm|animals|the|smartest|was not considered||strong|character|and|to minds|stupor|giving|hard work||respect|he had earned Die laufende Nase von der Stirn bis zur Nasenspitze ließ ihn ein wenig dumm aussehen; tatsächlich war er nicht das klügste der Tiere auf dem Hof, aber mit seiner starken Persönlichkeit und seinem verblüffenden Fleiß gewann er den Respekt aller. The drip from his forehead to the top of his nose made him look a little stupid; He wasn't really the smartest of the farm animals, but he earned the respect of everyone for his tough personality and mind-blowing hard work. Le nez qui coulait du front jusqu'à la pointe du nez lui donnait un air un peu bête ; en effet, il n'était pas le plus intelligent des animaux de la ferme, mais il gagnait le respect de tous grâce à sa forte personnalité et à sa diligence époustouflante. Atların ardından, beyaz keçi Muriel ile Benjamin adlı eşek göründüler. лошади|за ними||коза|Мюриэль||Бенджамин||осел|появились ||||Muriel||Benjamin||Esel|erscheinen The horses|after|white|goat|Muriel|with|Benjamin the donkey||donkey|appeared Nach den Pferden kamen Muriel, die weiße Ziege, und Benjamin, der Esel. After the horses, Muriel the white goat and a donkey named Benjamin appeared. Après les chevaux, Muriel la chèvre blanche et Benjamin l'âne sont apparus. Benjamin, çiftliğin en yaşlı, en huysuz hayvanıydı. |||||вредный|был животным Benjamin|||||zickig|war das Tier Benjamin|the farm's||old||grumpy|it was an animal Benjamin war das älteste und mürrischste Tier auf dem Hof. Benjamin was the farm's oldest, most cranky animal. Benjamin est l'animal le plus âgé et le plus grincheux de la ferme. Ağzından bal damladığı söylenemezdi, ama az söyler, öz söylerdi: "Tanrı bana sinekleri kovayım diye bir kuyruk vermiş; ama keşke sinekler de olmasaydı, kuyruğum da." Из его уст||капало|нельзя было сказать|||||говорил|||мухи|прогонять|||хвост||||мухи||не было бы|мой хвост| von seinem Mund||tropfte|||||||||||||||||Fliegen|||mein Schwanz| From your mouth|honey|dripped|could not be said||a little|speaks|concise, meaningful|would say|God||flies|chase|||tail|given||if only|flies||were not|tail| Er war kein Mann der vielen Worte, aber er war ein Mann der wenigen Worte: "Gott gab mir einen Schwanz, um die Fliegen zu verjagen, aber ich wünschte, es gäbe keine Fliegen und keinen Schwanz." It could not be said that honey was dripping from his mouth, but he said little, succinctly: "God gave me a tail to repel flies; but I wish there were no flies, and my tail." Il n'était pas un homme de beaucoup de mots, mais il était un homme de peu de mots : "Dieu m'a donné une queue pour chasser les mouches, mais j'aimerais qu'il n'y ait ni mouches ni queue". Çiftlikteki hayvanlar arasında bir tek o hiç gülmezdi. |||||||не улыбался |||||||lachte The farm|the animals|among|a|only|||wouldn't laugh Von allen Tieren auf dem Hof war er der einzige, der nie lachte. Among the animals on the farm, he was the only one who never laughed. De tous les animaux de la ferme, il était le seul à ne jamais rire. Neden gülmediğini soranlara, "Gülünecek ne var ki?" |не смеётся|спрашивающим почему|смешного||| |lächeln|denjenigen, die fragen|zu lachen||| Why|not laughing|to those asking|It's funny||is there| Auf die Frage, warum er nicht lache, antwortete er: "Was gibt es da zu lachen?" To those who ask why he does not laugh, "What is there to laugh at?" À ceux qui lui demandaient pourquoi il ne riait pas, il répondait : "Qu'y a-t-il à rire ?". diye karşılık verirdi. that|response|would respond und er würde antworten. he would reply. et il répondait. Ama açıkça belli etmemesine karşın, Boxer'a hayrandı; ikisi pazar günlerini birlikte geçirir, genellikle meyve bahçesinin arkasındaki çayırda hiç konuşmadan yan yana otlarlardı. |||не показывая||Боксеру|восхищался|||воскресенья||проводят|||сада||луг||без разговоров|||паслись вместе |offensichtlich||etwas zu tun||Boxer|bewunderte||||||||des Gartens||Wiese|||||sassen but|clearly|clear|not showing|despite|Boxer|admired him|the two of them|Sunday|their days||spend|usually|fruit|garden|behind|meadow||without talking|next to|side by side|sit Er bewunderte Boxer, auch wenn er es nicht offen zeigte; die beiden verbrachten die Sonntage zusammen und grasten oft Seite an Seite auf der Wiese hinter dem Obstgarten, ohne zu sprechen. But he did admire Boxer, though he didn't make it obvious; The two of them spent Sundays together, often grazing side by side in the meadow behind the orchard without speaking. Il admire Boxer, même s'il ne le montre pas ouvertement ; tous deux passent les dimanches ensemble, broutant souvent côte à côte dans le pré derrière le verger, sans se parler.

İki at henüz yere uzanmışlardı ki, annelerini yitirmiş yavru ördekler ciyak ciyak bağırarak birerlekol halinde samanlığa girdiler; paytak paytak koşturuyor, ayaklar altında ezilmeyecekleri bir yer aranıyorlardı. ||||лежали||их мать|потерявшие|утята|утята|Пищать|пищать|кричащие|по одному|в группе|сарай||Переваливаясь|неуклюже|бегают|ноги||не будут раздавлены|||Искали место ||||gelegen||||||quaken|ciyak|schreiend|einzeln||||watschelnd|paytak|rennen|unter den Füßen||nicht zerdrückt werden|||aranıyorlardı |horses|still|ground|had lain down||their mothers|lost|ducklings|ducklings|quack|quack|screaming|in pairs|one by one|haystack|entered|clumsy||running|feet|underfoot|not be crushed|||were being searched Die beiden Pferde lagen gerade auf dem Boden, als die Entenküken, die ihre Mutter verloren hatten, in einer Kolonne auf den Heuboden stürmten und quakend und watschelnd einen Platz suchten, wo sie nicht zertrampelt werden konnten. The two horses were just laying on the ground when the baby ducks, who had lost their mothers, screeched into the barn as a screech; they were running around in vain, looking for a place where they would not be trampled underfoot. Les deux chevaux étaient à peine couchés sur le sol que les canetons, ayant perdu leur mère, entrèrent en colonne dans le grenier à foin, piaillant, se dandinant, cherchant un endroit où ils ne seraient pas piétinés. Clover, kocaman ön ayağıyla ördek yavrularının çevresine bir duvar ördü; onlar da oraya sığınıp birbirlerine sokuldular ve o saat uykuya daldılar. |||передней лапой||утят||||построила||||приютились||прижались друг к другу|||||заснули |||||||||||||sich verkriechen||kuschelten|||||schliefen |huge|front|front foot|duck|ducklings|surroundings||wall|built|they||there|shelter|to each other|huddled together|||then|to sleep|fell asleep Clover baute mit ihrem riesigen Vorderfuß eine Mauer um die Entenküken; sie suchten dort Schutz, kauerten zusammen und schliefen noch in dieser Stunde ein. Clover built a wall around the ducklings with his huge forefoot; they also took shelter there and huddled together and fell asleep that hour. Clover a construit un mur autour des canetons avec son énorme pied avant, et ils se sont blottis les uns contre les autres et se sont endormis à l'heure dite. Son anda, Bay Jones'un iki tekerlekli arabasını çeken saçı uzun aklı kısa, beyaz kısrak Mollie çıkageldi; ağzında kesmeşekeri, süzüm süzüm süzülerek içeri girdi. |||господина Дж||колёсный||||||||кобыла|Молли|появилась внезапно|во рту|рафинадный сахар|плавно|кокетливо|плавно скользя|| |||von Jones|||||||||||Mollie||im Mund|Zuckerstück|süßem|süß||| in the|last||Mr. Jones's||wheelchair|his car|pulling|hair|long|head|not smart||mare|Mollie|suddenly appeared|in her mouth|sugar cube|swaying|swaying|gliding in|inside| Im letzten Moment tauchte Mollie auf, eine weiße Stute mit langem Haar und kurzem Kopf, die den zweirädrigen Wagen von Mr. Jones zog; sie kam mit einem Maul voller Bonbons herangeschwebt. At the last moment, Mollie, the white mare with long hair and short mind, pulling Mr. Jones' chariot, appeared; sugar in his mouth, strained and filtered in. Au dernier moment, Mollie, une jument blanche aux cheveux longs et à l'esprit court, tirant la charrette à deux roues de M. Jones, apparut ; elle entra en glissant, la bouche pleine de bonbons. Kendine önlerde bir yer seçti; bakışları üzerinde toplamak umuduyla kırmızı kurdelelerle örülü beyaz yelesini iki yana sallamaya başladı. |в первых рядах|||выбрал себе|взгляды людей||собирать на себе|с надеждой||лентами|сплетённый||гриву|||покачивать| |vorne||||Blicke|||in der Hoffnung||mit Bändern|gebunden||Mähne|||| |in front||place|selected|gazes|on|gathering attention|in hopes of||with ribbons|braided with|white|mane||to the sides|swaying back and forth|started Er wählte einen Platz in der ersten Reihe und begann, seine weiße Mähne mit den roten Bändern hin und her zu schwenken, in der Hoffnung, Aufmerksamkeit zu erregen. He chose a place ahead of himself; She began to wave her white mane, knitted with red ribbons, hoping to draw attention to herself. Il choisit une place à l'avant et commence à agiter sa crinière blanche ornée de rubans rouges d'un côté à l'autre dans l'espoir d'attirer l'attention. Son olarak da kedi göründü; huyu kurusun, hemen en sıcak yeri aranmaya başladı, sonunda Boxer ile Clover'ın arasına sığıştı; Koca Reis'in söylevinin sonuna kadar –söylediklerinin bir tekine bile kulak vermeden– keyifli keyifli mırlayıp durdu. |||||пусть его черта|пропади пропадом|||||искать себе место|||||Кловера и||втиснулся между||Вождя|речи|в конце||сказанному тоб||одной из них||||весело|весело|мурлыча| |||||Natur||||||suchen|||||Clover||sich quetschen||Reis|Rede|||seiner Aussagen||einem einzigen||||vergnüglich||mırlayıp| |as||cat|appeared|temperament|let it dry|||hottest|place|to be searched||finally|||Clover's|between|squeezed|Big|The Chief's|speech|at the end||what you said|one|one||ear|without|pleasant|contentedly|purring contentedly|kept purring Zuletzt erschien der Kater, der, Gott sei Dank, sofort den wärmsten Platz suchte und sich schließlich zwischen Boxer und Clover niederließ und bis zum Ende der Rede des großen Häuptlings fröhlich weiterschnurrte, ohne ein Wort zu hören. Finally, the cat appeared; bless its heart, it immediately began to search for the warmest place and finally squeezed between Boxer and Clover; it purred comfortably, without paying any attention to a single word of the Big Chief's speech until the end. Le chat apparut en dernier lieu et, béni soit-il, il chercha immédiatement l'endroit le plus chaud, se réfugia finalement entre Boxer et Clover et ronronna joyeusement jusqu'à la fin du discours du grand chef, sans écouter un seul mot de ce qu'il disait.

Arka kapının oradaki tünekte uyuyan evcil kuzgun Moses'ı saymazsak, hayvanların tümü gelmişti artık. |двери||насесте|||ворон Моисей|Моисея|не считая||все|| |Tür der Tür||auf der Stange|||Rabe|Moses|wenn wir nicht zählen|||| back|the door's|over there|nook|sleeping|pet|raven|Moses|if we don't count||all|had arrived|by now If we don't count Moses, the pet raven sleeping on the perch by the back door, all the animals had now arrived. À l'exception de Moïse, le corbeau domestique qui dort sur son perchoir près de la porte arrière, tous les animaux sont maintenant arrivés. Reis, baktı ki herkes yerini almış suspus bekliyor, gırtlağını temizleyip konuşmaya başladı: Вождь||||||тихо и спокойно||горло||| ||||||still||||| Chief|looked|||its place|has taken their place|silent|waiting|throat|clearing his throat|speaking| The Chief saw that everyone had taken their place and was waiting in silence, so he cleared his throat and began to speak: Le chef, voyant que tout le monde est assis et attend en silence, se racle la gorge et commence à parler :

"Yoldaşlar, dün gece garip bir düş gördüğümü hepiniz biliyorsunuz. Товарищи||||||что я видел|| Freunde|||||Traum|gesehen habe|| Buddies|yesterday|night|strange||dream|dream I had|all of you|you all know "Genossen, ihr wisst alle, dass ich letzte Nacht einen seltsamen Traum hatte. "Comrades, you all know that I had a strange dream last night. "Camarades, vous savez tous que j'ai fait un rêve étrange la nuit dernière. Düşe sonra geleceğim. Падение|| Düşe|| falling down||I will come Ich werde später auf den Traum zurückkommen. I'll come after the fall. Je reviendrai plus tard. Size daha önce başka bir şey söylemek istiyorum. to you|earlier||something else|||to say| Ich möchte euch vorher noch etwas anderes sagen. I want to tell you something else before. Je voudrais vous dire quelque chose d'autre avant. Yoldaşlar, fazla bir ömrüm kaldığını sanmıyorum. Товарищи|||моя жизнь|| comrades|too||my life|you have left|I don't think Comrades, I don't think I have much to live. Camarades, je ne pense pas qu'il me reste beaucoup de temps à vivre. Onun için, bugüne kadar edindiğim bilgileri, deneyimleri sizlere aktarmayı görev biliyorum. ||||приобретённые мной||опыт||передавать|| ||||edendeten||||übermitteln|| ||to this day|until|I've acquired|information|experiences|to you|share|task|I know Deshalb halte ich es für meine Pflicht, die Informationen und Erfahrungen, die ich bis heute gesammelt habe, mit Ihnen zu teilen. Therefore, I consider it my duty to convey the knowledge and experiences I have gained so far. Je considère donc qu'il est de mon devoir de partager avec vous les connaissances et l'expérience que j'ai acquises jusqu'à présent. Çok uzun yaşadım, ağılımda bir başıma yatarken düşünecek çok zamanım oldu; bu dünyanın düzenini, yaşamakta olan her hayvan kadar kavradığımı söyleyebilirim. |||в уме|||лежать|думать||||||порядок|живущих|||||понял| |||in|||||||||||lebend|||||kapiert| |long|lived|in my mind||on my mind|while lying|think about||my time|||the world|order|living|||animal||understood|I can say Ich habe sehr lange gelebt und hatte viel Zeit, um alleine im Bett nachzudenken; ich kann sagen, dass ich die Ordnung dieser Welt ebenso gut verstanden habe wie jedes lebende Tier. I've lived too long, I've had a lot of time to think, lying alone in my pen; I can say that I understand the order of this world as much as any living animal. J'ai vécu longtemps, j'ai eu beaucoup de temps pour réfléchir lorsque j'étais seul dans ma crypte ; je peux dire que je comprends l'ordre de ce monde aussi bien que n'importe quel animal vivant. Bugün sizlerle konuşmak istediğim de bu işte. |with you|to talk|I want|||this job Das ist auch das, worüber ich heute mit Ihnen sprechen möchte. This is what I want to talk to you about today. C'est de cela que je veux vous parler aujourd'hui.

"Evet yoldaşlar, yaşadığımız hayat nasıl bir hayattır? ||||||жизнь ||||||Leben |comrades|we live|life|||life "Ja, Genossen, was für ein Leben ist das, das wir leben? "Yes comrades, what kind of life is the life we live? "Oui, camarades, quelle est la vie que nous vivons ? Açıkça söylemekten korkmayalım: Şu kısa ömrümüz yoksulluk içinde, sabahtan akşama kadar uğraşıp didinmekle geçip gidiyor. |говорить|не будем бояться|||наша жизнь|бедности||с утра|||трудиться|трудиться|| ||können wir keine Angst haben|||unser Leben|Armut||||||arbeiten|| Clearly|to say|let's not fear|||our life|poverty||from morning|from morning to evening||struggling|toiling|passing|is passing Wir sollten uns nicht scheuen, es offen auszusprechen: Unser kurzes Leben verbringen wir in Armut und arbeiten von morgens bis abends. Let's not be afraid to say it openly: Our short life is spent in poverty, struggling from morning to night. N'ayons pas peur de le dire franchement : Cette courte vie, nous la passons dans la pauvreté, à travailler du matin au soir. Dünyaya geldikten sonra yaşamamıza yetecek kadar yiyecek verirler; ayakta kalanlarımızı canı çıkana kadar çalıştırırlar; işlerine yaramaz duruma geldiğimizde de korkunç bir acımasızlıkla boğazlarlar. |прихода в мир||нашему существованию|достаточно|||||оставшихся из нас||выживет||заставляют работать||бесполезными||когда мы пришли||||с жестокостью|задушат нас |||||||||unseren Verbleibenden||||||||||||mit Grausamkeit|erwürgen the world|after being born||our living|will be enough||food|they give|standing|those of us|life|to||they make us work|their work|useless|situation|when we arrive||terrible||with cruelty|slaughter us Nachdem wir auf die Welt gekommen sind, geben sie uns gerade genug zu essen, um zu überleben; diejenigen von uns, die übrig bleiben, arbeiten sie zu Tode; und wenn wir nicht mehr nützlich sind, schlachten sie uns mit schrecklicher Grausamkeit. After coming into the world, they give us enough food to live; they make our survivors work to the death; And when we become useless, they strangle us with terrible cruelty. Après notre venue au monde, ils nous donnent juste assez de nourriture pour vivre ; ceux d'entre nous qui restent debout, ils les font travailler jusqu'à ce que mort s'ensuive ; et lorsque nous ne sommes plus utiles, ils nous massacrent avec une terrible cruauté. İngiltere'de, bir yaşına geldikten sonra, hiçbir hayvan mutluluk nedir bilmez, hiçbir hayvan dinlenip eğlenemez. ||||||||||||отдохнуть|не может развлекаться ||||nach||||||||ruhen| in England||age|after arriving|||animal|happiness|what is|doesn't know|no|animal|resting|can't have fun In England weiß kein Tier, nachdem es ein Jahr alt geworden ist, was Glück ist, kein Tier kann sich ausruhen und genießen. In England, after reaching the age of one, no animal knows what happiness is, no animal can rest and have fun. En Angleterre, après avoir atteint l'âge d'un an, aucun animal ne sait ce qu'est le bonheur, aucun animal ne peut se reposer et s'amuser. İngiltere'de hiçbir hayvan özgür değildir. in England||animal|free|is not In England ist kein Tier frei. No animal is free in England. Aucun animal n'est libre en Angleterre. Hayatımız sefillikten, kölelikten başka nedir ki! Наша жизнь|нищета|рабство||| unser Leben|Elendigkeit|von der Sklaverei||| Our life|from misery|slavery|other|what| Was ist unser Leben anderes als Elend und Sklaverei! What is our life but misery, slavery! Qu'est-ce que notre vie, sinon la misère et l'esclavage ? İşte, tüm çıplaklığıyla gerçek budur. ||во всей наготе||это ||mit seiner ganzen Nacktheit|| Here is|all|with its nakedness|truth|this is Das ist die Wahrheit in ihrer ganzen Nacktheit. This is the truth in its entirety. C'est la vérité dans toute sa nudité.

"Peki, bu durum, Doğa'nın bir yasası mıdır? |||Доганова||закон природы| |||von Doğa||Gesetz| ||situation|Nature's||law|question marker "Aber ist das ein Naturgesetz? "Well, is this a law of Nature? "Mais est-ce une loi de la nature ? Ülkemiz, topraklarında yaşayanlara düzgün bir hayat sunamayacak kadar yoksul mudur? |на землях|живущим там|достойную|||не может предложить|||настолько бедна ||den lebenden||||sunen||| Our country|in its lands|to those living|decent||life|cannot provide||poor|is Ist unser Land so arm, dass es seinen Bewohnern kein anständiges Leben bieten kann? Is our country too poor to offer a decent life to its inhabitants? Notre pays est-il si pauvre qu'il ne peut offrir une vie décente à ses habitants ? Hayır, yoldaşlar, asla! no|comrades|never Nein, Genossinnen und Genossen, niemals! No, comrades, never! Non, camarades, jamais ! İngiltere toprakları bereketlidir; havası suyu iyidir yurdumuzun; bugün bu ülkede yaşayan hayvanlardan çok daha fazlasına bol bol yiyecek sağlayabilir. |земли|плодородны||||нашей страны|||||животным|||гораздо больше|||| ||||||unseres Landes|||||von Tieren||||||| England|lands|fertile|air|water|is good|our country|||the country|living in|animals|||more than that|abundantly|abundantly|food|provide food Der Boden in England ist fruchtbar, die Luft und das Wasser in unserem Land sind gut, es kann viel mehr Tiere ernähren als die, die heute in diesem Land leben. The lands of England are fertile; air and water of our country is good; It could provide ample food for far more animals than can live in this country today. Le sol de l'Angleterre est fertile ; l'air et l'eau de notre pays sont bons ; il peut fournir de la nourriture en abondance à beaucoup plus d'animaux que ceux qui vivent dans ce pays aujourd'hui. Yalnızca şu bizim çiftlik bile bir düzine atı, yirmi ineği, yüzlerce koyunu besleyebilir; besleyebilir ne demek, onlara bugün bizim hayal bile edemeyeceğimiz kadar rahat ve onurlu bir hayat yaşatabilir. ||||||дюжина|||коровы||овец|может содержать|может прокормить||||||||вообразить себе||||достойный|||может обеспечить |||||||||Kühe||Schafe||besen||||||||edemeyeceğimiz||||ehrenhaft||| only||our|farm|||dozen|horses|twenty|cows|hundreds of|sheep|feed|can feed|||them|||imagination||we can't imagine||comfortable||honorable||life|can provide Allein unser Hof kann ein Dutzend Pferde, zwanzig Kühe und Hunderte von Schafen ernähren; und was meine ich mit ernähren, ich meine, ihnen ein Leben in Komfort und Ehre zu ermöglichen, das wir uns heute nicht einmal vorstellen können. This farm of ours alone can feed a dozen horses, twenty cows, hundreds of sheep; What does it mean, it can provide them with a comfortable and dignified life that we cannot even imagine today. Notre ferme à elle seule peut nourrir une douzaine de chevaux, vingt vaches, des centaines de moutons ; et que dis-je, les nourrir, je veux dire leur donner une vie de confort et d'honneur que nous ne pouvons même pas imaginer aujourd'hui. Öyleyse, bu sefilliğe neden boyun eğelim? ||нищете|||подчиняться ||Elendigkeit||| then||to misery||neck|submit to Warum also sollten wir uns dieser Erbärmlichkeit unterwerfen? So why should we succumb to this misery? Alors pourquoi devrions-nous nous soumettre à cette misère ? İnsanlar, emeğimizle ürettiklerimizin neredeyse tümünü bizden çalıyorlar. |нашим трудом|наших произведений||всё||воруют у нас |mit unserer Arbeit|unseren Produkten||||stehlen people|our labor|what we produce|almost|all of it|from us|are stealing Die Menschen stehlen uns fast alles, was wir mit unserer Arbeit produzieren. People steal from us almost all of what we produce with our labor. Les gens nous volent presque tout ce que nous produisons avec notre travail. İşte, yoldaşlar, tüm sorunlarımızın yanıtı burada. |||наших проблем|| ||||Antwort| here||all|problems|answer|here Hier, liebe Genossinnen und Genossen, liegt die Antwort auf all unsere Probleme. Here, comrades, is the answer to all our problems. Voilà, camarades, la réponse à tous nos problèmes. Tek bir sözcükte özetlenebilir: İnsan. ||слове|можно резюмировать| ||Wort|zusammengefasst| ||word|can be summarized|human Sie lässt sich in einem Wort zusammenfassen: Menschlich. It can be summed up in one word: Human. Elle peut être résumée en un mot : Humain. Tek gerçek düşmanımız İnsandır. ||наш враг|человек ||unser Feind| |true|our true enemy|is humanity Der Mensch ist unser einziger wahrer Feind. Our only real enemy is Human. L'homme est notre seul véritable ennemi. İnsan'ı ortadan kaldırın, açlığın ve köle gibi çalışmanın temelindeki neden de sonsuza dek silinecektir yeryüzünden. человека||уберите|голода||рабский труд|||основная причина|||||исчезнет|с лица земли den Menschen||||||||von der Grundlage|||||wird verschwinden| human|from existence|remove|hunger||slavery||the work|underlying|||forever|the human|will be erased|from the earth Schafft den Menschen ab, und die Ursache von Hunger und Sklavenarbeit wird für immer vom Angesicht der Erde verschwinden. Eliminate Man, and the root cause of hunger and slavery will be erased from the face of the earth forever. Abolissez l'homme, et la cause première de la faim et de l'esclavage disparaîtra à jamais de la surface de la terre.

"İnsan, üretmeden tüketen tek yaratıktır. |не производя|потребляющий||существо ||verbrauchend||Wesen Human|without producing|consuming|only|creature "Der Mensch ist das einzige Lebewesen, das konsumiert, ohne zu produzieren. "Man is the only creature that consumes without producing. "L'homme est la seule créature qui consomme sans produire. Süt vermez, yumurta yumurtlamaz, sabanı çekecek gücü yoktur, tavşan yakalayacak kadar hızlı koşamaz. |||не откладывает яйца|плуг||||кролик|поймает|||не может бегать ||||Pflug||||der Hase|fangen|||laufen Milk|does not give|egg|does not lay|plow|will pull|the strength|does not have|rabbit|catch|||cannot run Es gibt keine Milch, es legt keine Eier, es hat keine Kraft, den Pflug zu ziehen, es kann nicht schnell genug laufen, um Kaninchen zu fangen. It does not give milk, does not lay eggs, does not have the strength to pull the plow, cannot run fast enough to catch a rabbit. Il ne donne pas de lait, il ne pond pas d'œufs, il n'a pas la force de tirer la charrue, il ne peut pas courir assez vite pour attraper les lapins. Gene de, tüm hayvanların efendisidir. ||||хозяин всех животных ||||Herr Gene is|of|||master Dennoch ist er der Herr über alle Tiere. Still, he is the master of all animals. Néanmoins, il est le maître de tous les animaux. Hayvanları çalıştırır, karşılığında onlara açlıktan ölmeyecekleri kadar yiyecek verir, geri kalanını kendine ayırır. |Заставляет работать|в обмен на|||не умрут|||||||оставляет себе |arbeitet|||||||||||legt beiseite the animals|exploits|in return||hunger|not die|||gives them||the rest||set aside Er lässt die Tiere arbeiten, gibt ihnen im Gegenzug so viel zu essen, dass sie nicht verhungern, und behält den Rest für sich selbst. He makes the animals work, gives them enough food to not die of hunger in return, and keeps the rest for himself. Il fait travailler les animaux, en échange de quoi il leur donne suffisamment de nourriture pour qu'ils ne meurent pas de faim, et garde le reste pour lui. Bizse emeğimizle tarlayı sürer, gübremizle toprağı besleriz; oysa hiçbirimizin postundan başka bir şeyi yoktur. Мы же|нашим трудом|поле||нашим удобрением||питаем землю||ни у кого|шкуры|||| ||Feld||mit unserem Dünger|||||Haut|||| As for us|our labor|the field|we plow|our fertilizer|the soil|nourish|however|none of us|skin|||thing| Wir pflügen das Feld mit unserer Arbeit und nähren den Boden mit unserem Dung, aber keiner von uns hat etwas anderes als seine Haut. We plow the field with our labor and feed the soil with our manure; whereas none of us has anything but his hide. Nous labourons le champ avec notre travail et nourrissons le sol avec notre fumier, mais aucun d'entre nous ne possède autre chose que sa peau. Siz, şu karşımda oturan inekler; bu yıl kaç bin litre süt verdiniz? ||in front of me|sitting||||||liters||produced Wie viele tausend Liter Milch haben Sie, die Kühe, die vor mir sitzen, dieses Jahr gegeben? You, those cows sitting across from me; How many thousand liters of milk did you give this year? Combien de milliers de litres de lait avez-vous donné cette année, vous, les vaches assises devant moi ? Güçlü kuvvetli danalar yetiştirmek için gerekli olan sütleriniz nereye gitti? ||телята|выращивать||||Ваше молоко где?|| ||Kälber|||||Ihre Milch|| Strong|strong|calves|raise||necessary||your milk||went Wo ist die Milch geblieben, die für die Aufzucht starker, kräftiger Kälber notwendig ist? Where did your milk, which is necessary to raise strong calves, go? Où est passé le lait, nécessaire pour élever des veaux forts et vigoureux ? Her bir damlası düşmanlarımızın midesine indi. ||капля|наших врагов|животам|попала в ||Tropfen||Bauch|ginge Every||each drop|our enemies|to their stomach|went down Jeder Tropfen davon landete in den Mägen unserer Feinde. Every drop of it went into the stomachs of our enemies. Siz, tavuklar; bu yıl kaç yumurta yumurtladınız, o yumurtaların kaçından civciv çıkarabildiniz? ||||||снесли яйца||яиц|скольких|цыпленок|смогли вывести ||||||||Eiern||Küken|herausbekommen ||||||you laid eggs||eggs|how many|chick|could hatch Wie viele Eier haben Sie, die Hühner, dieses Jahr gelegt, und aus wie vielen dieser Eier haben Sie Küken ausgebrütet? You chickens; How many eggs did you lay this year, how many of those eggs did you hatch? Tümüne yakını pazarda satıldı, Jones ve adamlarına para kazandırdı. Почти всё|большая часть|||||||принесла доход allen||||||||hatte gebracht all of them|most of them|in the market|was sold|||his men||earned money Fast alles davon wurde auf dem Markt verkauft und brachte Jones und seinen Männern Geld ein. Nearly all were sold in the market, making money for Jones and his men. La quasi-totalité est vendue sur le marché, ce qui rapporte de l'argent à Jones et à ses hommes. Ve sen, Clover, doğurduğun o dört tay nerede; yaşlandığında sırtını dayayacağın, keyfini süreceğin o taylar nerede? |||родила|||жеребёнок||постареешь|спина|опираться на||будешь наслаждаться||жеребята| ||||||Fohlen||wenn du alt bist||stützen||verbringen||Fohlen| |you||you gave birth to|||foal||when you age|your back|you will lean|enjoy|enjoy||foals| Und du, Clover, wo sind die vier Fohlen, die du zur Welt gebracht hast, wo sind die Fohlen, an die du dich anlehnen und an denen du dich erfreuen wirst, wenn du alt bist? And you, Clover, where are those four foals you gave birth to; Where are those foals that you will lean on and enjoy when you get old? Et toi, Clover, où sont les quatre poulains que tu as mis au monde, où sont les poulains sur lesquels tu t'appuieras et dont tu profiteras quand tu seras vieille ? Dördü de bir yaşına geldiklerinde satıldı; onları bir daha hiç göremeyeceksin. Четверо||||||||||не увидишь vier||||||||||werden sehen All four||||when they turn||||||will not see Alle vier wurden verkauft, als sie ein Jahr alt waren; Sie werden sie nie wieder sehen. All four were sold when they were one year old; you will never see them again. Les quatre ont été vendus à l'âge d'un an ; vous ne les reverrez jamais. İnsanlara verdiğin o dört tay ve tarlalardaki emeğinin karşılığında bir avuç yem ve soğuk bir ahırdan başka ne gördün? |которую ты дал|||жеребёнка||полях|труда||||корма||||холодного хлева||| |verfügst||||||||||Futter||||Stall||| to people|you gave|that||foal||in the fields|labor|in return for||handful|feed||cold||barn|other||you see Was hast du für die vier Fohlen, die du den Menschen geschenkt hast, und für deine Arbeit auf den Feldern bekommen außer einer Handvoll Futter und einem kalten Stall? What did you see but those four foals you gave the people and a handful of fodder and a cold barn for your labor in the fields? Qu'avez-vous vu en échange des quatre poulains que vous avez donnés aux gens et de votre travail dans les champs, si ce n'est une poignée de fourrage et une étable froide ?

"Kaldı ki, yaşadığımız şu sefil hayatın doğal sonuna varmasına bile izin vermezler. ||||убогий||||достижения|||не позволят ||||elendig|||||||vergeben ||we live||miserable life|life|natural|end|reaching||allow|they won't allow "Außerdem lassen sie nicht einmal zu, dass dieses erbärmliche Leben, das wir führen, sein natürliches Ende findet. "Besides, they won't even let this miserable life we live come to its natural end. "En outre, ils ne laisseront même pas cette vie misérable que nous vivons arriver à sa fin naturelle. Ben gene talihli sayılırım, onun için pek o kadar yakınmıyorum. |всё ещё|счастливчик|считаюсь||||||не жалуюсь ||glücklich|gilt||||||ich beschwere mich nicht ||lucky|I am considered||that reason|very|||not complaining Ich habe wieder einmal Glück gehabt, also beschwere ich mich nicht allzu sehr. Again, I'm considered lucky, I'm not so complaining about him. J'ai encore de la chance, alors je ne me plains pas trop. On iki yaşındayım, dört yüzden fazla çocuğum oldu. ||мне лет||||| ||||hundred||children| Ich bin zwölf Jahre alt, ich habe über vierhundert Kinder bekommen. I am twelve years old and have had more than four hundred children. J'ai douze ans, j'ai eu plus de 400 enfants. Bir domuz için çok doğal. Sehr natürlich für ein Schwein. Very natural for a pig. Très naturel pour un cochon. Ama hiçbir hayvan sonunda o gaddar bıçaktan kaçamaz. |||||предательский|ножа|не может избежать |||||grausam|Messer| |no||||cruel|knife|cannot escape Doch kein Tier kann der bösartigen Klinge entkommen. But no animal can escape that vicious blade in the end. Mais aucun animal n'échappe finalement à la lame vicieuse. Siz, karşımda oturan genç domuzlar; bir yıla kalmaz, bıçağın altında ciyaklaya ciyaklaya can verirsiniz. ||||||году||ножа||визжа визжа|визжа визжа||умрёте ||||||||||quieken|quieken|| |in front of me||young|||year|will not remain|knife||squeal||life|you will give Ihr jungen Schweine, die ihr mir gegenübersitzt, werdet in einem Jahr zu Tode gequiekt unter dem Messer liegen. You young pigs sitting before me; in less than a year, you die squeaking under the knife. Vous, les jeunes cochons assis en face de moi, vous serez en train de couiner à mort sous le bistouri dans un an. İnekler, domuzlar, tavuklar, koyunlar; bu korkunç son hepimizi bekliyor, hepimizi. |||||||||всех нас |||sheep||terrible||all of us|| Kühe, Schweine, Hühner, Schafe - dieses schreckliche Ende erwartet uns alle, jeden von uns. Cows, pigs, chickens, sheep; This terrible end awaits us all, all of us. Atların ve köpeklerin yazgısı da bizimkinden farklı sayılmaz. ||собак|судьба||нашего||не отличается |||Schicksal||von unserem||ist nicht ||dogs|fate||ours|different|is not different Das Schicksal von Pferden und Hunden ist nicht anders als das unsere. The fate of horses and dogs is no different from ours. Le sort des chevaux et des chiens n'est pas différent du nôtre. Sen, Boxer, şu koca kasların gücünü yitirmeyegörsün, Jones o saat, sakat ve kocamış atları alan kasaba satar seni. ||||мышцы|силу|потеряешь силу||||калека||дряхлый|лошадей||город|продаст| ||||Muskeln||verliere|Jones||||||Pferde||Stadt|| ||that|big|muscles|strength|lose strength|Jones|O(1) hour||injured||old|horses|to the|town|will sell| Du, Boxer, wenn deine dicken Muskeln anfangen, ihre Kraft zu verlieren, wird Jones dich noch in derselben Stunde an den Schlachter verkaufen, der verkrüppelte und alte Pferde kauft. If you, Boxer, see those big muscles lose their strength, Jones will sell you that hour, the town that takes the crippled and old horses. Toi, Boxer, quand tes gros muscles commenceront à perdre de leur force, Jones te vendra à l'heure même au boucher qui achète les chevaux estropiés et vieux. Kasap da gırtlağını keser, kazanda kaynatıp av köpeklerine mama yapar. ||горло|перережет|в котле|кипятит||своим собакам|корм для собак| ||||im Topf||für|Hunden|Futter| Butcher||his throat|cuts|in the pot|boil|game|hunting dogs|dog food| Der Schlachter schneidet ihm die Kehle durch, kocht es in einem Kessel und verfüttert es an die Hunde. The butcher cuts his throat, boils it in a cauldron and makes food for hunting dogs. Le boucher l'égorge, le fait bouillir dans un chaudron et le donne à manger aux chiens. Köpeklere gelince; yaşlanıp dişleri dökülmeyegörsün, Jones boyunlarına bir taş bağlar, en yakın göle atar. ||постаревшие|зубы|выпадут||на шеи||камень||||озеро|бросает в ||alt werden||dass sie nicht ausfallen||||||||| the dogs|when it comes to|aging|teeth|don't let fall||to their necks||stone|ties a stone|||lake|throws Wenn die Hunde alt werden und ihnen die Zähne ausfallen, wird Jones ihnen einen Stein um den Hals legen und sie in den nächsten See werfen. As for dogs; As they grow old and their teeth fall out, Jones ties a stone around their neck and throws it into the nearest lake. Quant aux chiens, lorsqu'ils seront vieux et que leurs dents tomberont, Jones leur attachera une pierre autour du cou et les jettera dans le lac le plus proche.

"Öyleyse, yoldaşlar, bu hayatta başımıza gelen tüm kötülüklerin insanların zorbalığından kaynaklandığı gün gibi açık değil mi? Тогда|товарищи||||||злых дел||насилия людей|происходит из||||| |||||||des Übels||Tyrannei|herkommt||||| so|||in life|to us|that happen|all|of the evils|humans|bullying|originates from|||clear|| "Ist es denn nicht sonnenklar, Genossen, dass alle Übel, die uns in diesem Leben widerfahren, auf die Tyrannei der Menschen zurückzuführen sind? "Then, comrades, isn't it clear as day that all the evil that has happened to us in this life is due to human tyranny? "Alors, camarades, n'est-il pas évident que tous les maux qui nous frappent dans cette vie sont dus à la tyrannie des hommes ? Şu İnsanoğlu'ndan kurtulalım, emeğimizin ürünü bizim olsun. |человека|избавимся|нашего труда|плод труда|| |vom Menschen||unserer||| |humanity|Let's get rid of|our labor's|product|ours| Schaffen wir den Menschensohn ab und behalten wir das Produkt unserer Arbeit. Let's get rid of this Mankind, let the product of our labor be ours. Débarrassons-nous du Fils de l'Homme et gardons le produit de notre travail. İşte o zaman zengin ve özgür olacağız. ||||||we will be Dann werden wir reich und frei sein. Then we will be rich and free. Öyleyse, ne yapmalı? then||should be done Was ist also zu tun? So what to do? Alors, que faire ? Gece gündüz, var gücümüzle insan soyunu alt etmeye çalışmalı! |||всеми силами||человеческий род|||должны стараться |||mit unserer Kraft|das Menschheit|||| Night|day|we|with our strength|human|humanity|defeat|overcome|should work Wir müssen Tag und Nacht und mit aller Kraft versuchen, die Menschen zu besiegen! Day and night, we must try with all our might to defeat the human race! Jour et nuit, de toutes nos forces, nous devons essayer de vaincre la race humaine ! İşte, söylüyorum yoldaşlar: Ayaklanın! |||Восстаньте! |||Steht auf |I say|comrades|Rise up Hier, ich sage es euch, Kameraden: Erhebt euch! Here, I say, comrades: Rise! Voilà, je vous le dis, camarades : Levez-vous ! Bu Ayaklanma ne zaman gerçekleşir bilemem, bir haftaya kadar da olabilir, yüz yıla kadar da; ama şu ayaklarımın altındaki samanı gördüğüm gibi görüyorum: Hak er geç yerini bulacaktır. |Восстание|||произойдёт|||через неделю||||||||||моих ног||солому|||||человек|||найдёт своё место |||||||||||||||||||Stroh||||||||wird finden |Uprising|||will occur|I can't know||next week|||could be|||||||my feet|under my feet|straw|I see||I see|Truth|man|||will find Ich weiß nicht, wann dieser Aufstand stattfinden wird, es kann in einer Woche sein, es kann in hundert Jahren sein; aber ich sehe es wie das Stroh unter meinen Füßen: das Recht wird sich früher oder später erfüllen. I don't know when this Uprising will take place, it may be up to a week or a hundred years; but I see this as I see the straw under my feet: sooner or later the truth will find its way. Je ne sais pas quand ce soulèvement aura lieu, ce sera peut-être dans une semaine, ce sera peut-être dans cent ans, mais je le vois comme je vois la paille sous mes pieds : le droit s'accomplira tôt ou tard. Yoldaşlar, şu kısa ömrünüzde bunu aklınızdan çıkarmayın! |||вашей жизни||из головы|не забывайте ||||||vergessen |||your life||mind|don't forget Genossinnen und Genossen, denkt in eurem kurzen Leben daran! Comrades, keep this in mind in your short life! Camarades, souvenez-vous de cela dans votre courte vie !

Ve en önemlisi, bu öğüdümü sizden sonra gelenlere iletin ki, gelecek kuşaklar zafere kadar savaşsın. ||||мой совет|||пришедшим|передайте|||поколения|победе||сражались ||||meinen Rat|||denjenigen, die kommen||||Generationen|zum Sieg||sollten kämpfen ||most importantly||my advice|you||those who come|send|||generations|to victory||may fight Und das Wichtigste: Geben Sie diesen Rat an Ihre Nachkommen weiter, damit auch künftige Generationen bis zum Sieg kämpfen werden. And most importantly, pass this advice on to those who come after you so that future generations will fight to victory. Et surtout, transmettez ces conseils à ceux qui vous succéderont, afin que les générations futures se battent jusqu'à la victoire.

"Ve yoldaşlar, kararlılığınız asla, ama asla sarsılmasın. ||ваша решимость||||не поколеблется ||||||soll nicht wanken ||your determination||||shake your resolve "Und, Kameraden, lasst niemals, niemals eure Entschlossenheit schwanken. “And comrades, never, never let your resolve be shaken. "Et, camarades, ne laissez jamais, jamais, votre détermination faiblir. Hiçbir tartışma sizi yolunuzdan saptırmasın. |||пути|не сбивает вас ||||ablenken |discussion|you|your path|divert Lasst euch von keinem Argument von eurem Weg abbringen. Let no argument lead you astray. İnsan ile hayvanların ortak bir çıkarı vardır, birinin dirliği öbürlerinin de dirliğidir, diyenler çıkabilir. |||||интерес|||благополучие|других||благополучие|говорящие так|могут появиться |||||||||der anderen||Wohlsein|| |||common||interest||one's|well-being|the others||well-being|those who say|may arise Manche mögen sagen, dass Mensch und Tier ein gemeinsames Interesse haben, dass das Wohl des einen das Wohl des anderen ist. There may be people who say that humans and animals have a common interest, the welfare of one is the welfare of the others. Certains diront que l'homme et l'animal ont un intérêt commun, que le bien-être de l'un est le bien-être de l'autre. Onlara sakın kulak asmayın. |||не слушайте |||as hören |do not|ear|listen Hören Sie nicht auf sie. Do not listen to them. Ne les écoutez pas. Hepsi yalan. |lie Das sind alles Lügen. All lies. Ce ne sont que des mensonges. İnsanoğlu, kendinden başka hiçbir yaratığın çıkarını gözetmez. Человечество||||существа|интересы|не учитывает ||||Wesen|Interesse|berücksichtigt Mankind|himself|||creature|interest|takes into account Der Mensch kümmert sich nicht um die Interessen eines anderen Lebewesens als um seine eigenen. Mankind does not look after the interests of any creature other than itself. L'être humain ne se préoccupe pas des intérêts d'une autre créature que lui-même. Bu savaşımımızda hayvanlar arasında tam bir birlik kurun, kusursuz bir yoldaşlık sağlayın. |в нашей борьбе|||||единство|установите|безупречное||товарищество|обеспечьте |unserem Kampf|||||||||Geselligkeit|gewährleisten |our struggle|||||unity|establish|perfect||companionship|provide Schaffe in diesem Kampf völlige Einigkeit und vollkommene Kameradschaft unter den Tieren. In this struggle, establish a complete unity among the animals, ensure perfect companionship. Dans ce combat, établissez une unité complète et une parfaite camaraderie entre les animaux. Bütün insanlar düşmandır! ||враги ||sind Feinde ||are enemies Alle Menschen sind Feinde! All humans are enemies! Bütün hayvanlar yoldaştır!" ||Все животные товарищи! ||Freunde ||friend Alle Tiere sind Kameraden!" All animals are companions!"

Tam o sırada müthiş bir gürültü koptu. |||ужасный|||раздался ||that moment|huge||noise|burst In diesem Moment gab es einen schrecklichen Lärm. Just then, there was a tremendous noise. C'est alors qu'un bruit terrible se fait entendre. Koca Reis konuşurken, deliklerinden dışarı süzülen dört iri sıçan, arka ayaklarının üzerine oturmuş, onu dinlemeye koyulmuşlardı. |||дырок||просачивающиеся наружу|||крысы||задние лапы|||||принялись слушать |||Löchern||sich schleichend||große|Ratten||||||| ||while speaking|holes||oozing out|||rat||feet||sitting up||listening to him|had settled Während der große Jarl sprach, saßen vier große Ratten, die aus ihren Löchern gekrochen waren, auf ihren Hinterbeinen und hörten ihm zu. While the Big Chief was speaking, the four large rats that had slid out of their holes sat on their hind legs and listened to him. Pendant que Big Jarl parlait, quatre gros rats, qui étaient sortis de leurs trous, s'assirent sur leurs pattes arrière et l'écoutèrent. Köpekler, onları görür görmez saldırıya geçmişler; sıçanlar çarçabuk deliklerine kaçarak canlarını zor kurtarmışlardı. собаки||||атаку|перешли в атаку|крысы|быстро|в свои норы|прибегая|свои жизни||спаслись с трудом |||||gegangen|die Ratten|schnell|in ihre Löcher|flüchtend|leben||gerettet The dogs||see|seeing|to attack|attacks|rats|quickly|holes|by fleeing|lives|hard|barely escape Die Hunde griffen sie an, sobald sie sie sahen, und die Ratten flüchteten in ihre Löcher und kamen nur knapp mit dem Leben davon. The dogs attacked as soon as they saw them; the rats had barely escaped by escaping into their holes. Les chiens les ont attaqués dès qu'ils les ont vus, et les rats se sont réfugiés dans leurs trous et en ont réchappé de justesse. Reis, ön ayağını kaldırarak herkesi susturdu: |||подняв переднюю||замолчать ||Fuß|||zum Schweigen brachte |front|your foot|raising it|everyone|silenced everyone The chief silenced everyone by raising his front foot: Le chef fait taire tout le monde en levant le pied avant :

"Yoldaşlar. "Kameraden. "Comrades. Çözmemiz gereken bir sorun var. Нам нужно решить|||| unsere Lösung|||| our solution|we need to||| Wir haben ein Problem zu lösen. We have a problem to solve. Nous avons un problème à résoudre. Sıçanlar ve tavşanlar gibi yabanıl hayvanlar, dostumuz mu, düşmanımız mı? Крысы||||дикие||наш друг||| ||||wild||||| Rats||rabbits||wild||friend||our enemy| Sind wilde Tiere wie Ratten und Kaninchen unsere Freunde oder Feinde? Are wild animals like rats and rabbits our friend or foe? Les animaux sauvages tels que les rats et les lapins sont-ils nos amis ou nos ennemis ? Oylamaya koyalım. Давайте подумаем.| zur Abstimmung| to the vote|put Lassen Sie uns darüber abstimmen. Let's put it to the vote. Mettons-le au vote. Şu soruyu soruyorum: Sıçanlar yoldaşımız mıdır?" |вопрос|||наши товарищи| ||||unserer| |question|asking|rats|our comrade| Ich stelle die Frage: Sind Ratten unsere Kameraden?" I ask the question: Are rats our comrades?"

Hemen oylamaya geçildi; çok büyük bir çoğunlukla sıçanların yoldaş olduklarına karar verildi. ||перешли к|||||крыс|товарищи|являются товарищами|| |||||||der Ratten|Gefährte||| |vote|proceeded to||||mostly|rats|companions|they are comrades||it was decided Es wurde sofort abgestimmt und mit überwältigender Mehrheit beschlossen, dass die Ratten Kameraden sind. Voting was started immediately; it was decided by the overwhelming majority that rats were companions. Un vote est immédiatement organisé et il est décidé à une écrasante majorité que les rats sont des camarades. Yalnızca dört karşı oy çıkmış, onlar da üç köpekle kediden gelmişti. ||||||||собаками|кошки| |||||||||der Katze| Only|||votes|come out||||with dogs|cat|had come Es gab nur vier Gegenstimmen, und die kamen von drei Hunden und einer Katze. There were only four dissenting votes, and they came from three dogs and cats. Il n'y a eu que quatre votes divergents, émanant de trois chiens et d'un chat.

Sonradan, kedinin hem evet, hem de hayır oyu kullandığı anlaşıldı. |||||||голос|голосовала|стало понятно |||||||Stimme|| Later|the cat's||||||vote|voted|it was understood Später wurde festgestellt, dass die Katze sowohl mit Ja als auch mit Nein gestimmt hatte. It turns out that the cat voted both yes and no. On a découvert par la suite que le chat avait voté à la fois pour et contre. Koca Reis, sözünü sürdürdü: |||hielt big guy||word|continued Big Chief fuhr fort: Big Chief continued: Big Chief poursuit :

"Daha fazla bir şey söyleyecek değilim. more|more|||say| "Ich habe nichts mehr zu sagen. "I'm not going to say anything more. "Je n'ai rien à ajouter. Yalnız tekrarlamak istediğim bir nokta var: İnsan'a ve onun başının altından çıkan tüm uğursuzluklara karşı düşmanca davranmanın göreviniz olduğunu hiçbir zaman akıldan çıkarmayın. |повторить|||||человеку|||||||несчастья||враждебно|поведением|ваша обязанность||||из головы| ||||||dem Menschen|||||||Unglücklichkeiten||||Ihre Aufgabe||||akıldan| Only|to repeat|||point||human|||your head's|under|emerging||misfortunes||hostile|behaving|your task|is|never||mind| Einen Punkt möchte ich wiederholen: Vergessen Sie nie, dass es Ihre Pflicht ist, dem Menschen und allem Bösen, das unter seinem Kopf hervorbricht, feindlich gegenüberzustehen. There is only one point I would like to repeat: Never forget that it is your duty to be hostile towards Man and all the evils that come his way. Il y a un point que je voudrais répéter : N'oubliez jamais qu'il est de votre devoir d'être hostile à l'Homme et à tout le mal qui sort de sa tête. İki ayaklılar düşmanımızdır. |двуногие|наш враг |Menschen|unser Feind |bipedals|our enemy Zweibeiner sind der Feind. Bipeds are our enemies. Dört ayaklılar ve kanatlılar dostumuzdur. |||крылатые|наши друзья |Vierbeiner||Vögel| |four-legged||winged animals|our friends Vierbeiner und geflügelte Kreaturen sind unsere Freunde. Quadrupeds and wings are our friends. Şunu da unutmayın ki, İnsan'a karşı savaşırken sonunda ona benzememeliyiz. ||||||сражаясь|||не должны уподобляться ||||||sollten|||wir dürfen nicht ähnlich sein This||don't forget|||against|while fighting|||should not resemble Und denkt daran: Wenn wir gegen den Menschen kämpfen, dürfen wir nicht wie er enden. Remember, too, that when we fight against Man, we must not end up like him. Et rappelez-vous qu'en luttant contre l'Homme, nous ne devons pas finir comme lui. Onu alt ettiğiniz zaman bile, onun kötü alışkanlıklarını benimsemeye kalkmayın. ||вы||||||принимать на себя|не пытайтесь ||||||||anzunehmen|versuchen |||||||habits|adopt|don't attempt Auch wenn Sie ihn besiegt haben, versuchen Sie nicht, seine schlechten Gewohnheiten zu übernehmen. Even when you outwit him, don't try to adopt his bad habits. Même si vous l'avez vaincu, n'essayez pas d'adopter ses mauvaises habitudes. Hiçbir hayvan asla bir evde yaşamamalı, yatakta yatmamalı, giysi giymemeli, içki ve sigara içmemeli, paraya el sürmemeli, ticaretle uğraşmamalı. |||||не должна жить||должен лежать||не должен носить|алкоголь||сигареты|не должен пить|||касаться|заниматься торговлей|заниматься торговлей |||||should not live|in bed|should not sleep|clothing|shouldn't wear|drink alcohol||smoke cigarettes|should not drink|money|hand|shouldn't do|trade|engage in trade Kein Tier sollte jemals in einem Haus leben, in einem Bett schlafen, Kleidung tragen, trinken oder rauchen, mit Geld umgehen oder Handel treiben. No animal should ever live in a house, sleep in a bed, wear clothes, drink or smoke, touch money, or engage in trade. İnsan'ın bütün alışkanlıkları kötüdür. человека||привычки|плохи Human's||habits|are bad Alle menschlichen Gewohnheiten sind schlecht. All human habits are bad. Ve en önemlisi, hiçbir hayvan kendi türünden olanlara zorbalık etmemeli. ||||||своего вида|принадлежащим к|издевательства|не должен ||||||of its kind|to those|bullying|should not bully Und am wichtigsten ist, dass kein Tier seine Artgenossen schikanieren sollte. And most importantly, no animal should bully those of its own kind. Et surtout, aucun animal ne doit malmener les autres animaux de son espèce. Güçlüsü güçsüzü, akıllısı akılsızı, hepimiz kardeşiz. сильный|слабого|умный человек|глупец||братья и сестры |schwächeren|der Klügere|der Unkluge||sind strong|the weak|smarter|fool|we all|we are brothers Stark und schwach, weise und töricht, wir sind alle Brüder. The strong and the weak, the wise and the foolish, we are all brothers. Forts et faibles, sages et fous, nous sommes tous frères. Hiçbir hayvan başka bir hayvanı öldürmemeli. |||||не должен убивать |||||sollte nicht töten ||||animal|shouldn't kill Kein Tier sollte ein anderes Tier töten. No animal should kill another animal. Bütün hayvanlar eşittir. ||равны ||equals Alle Tiere sind gleich. All animals are equal.

"Yoldaşlar, artık dün gece gördüğüm düşten söz edebilirim. |||||сна|| |||||Traum|| |||||dream|word|can talk "Kameraden, jetzt kann ich über den Traum sprechen, den ich letzte Nacht hatte. "Comrades, I can now speak of the dream I had last night. "Camarades, je peux maintenant vous parler du rêve que j'ai fait la nuit dernière. Tam olarak anlatmam mümkün değil, ama İnsan ortadan kalktıktan sonra yeryüzünün nasıl bir yer olacağını gördüm diyebilirim. ||объяснить полностью невозможно||||||исчезновения человека||земля|||||| ||||||||||der Erde|||||| ||explain|possible|||||after disappearing||earth's|||||I saw|I can say Es ist nicht möglich, es genau zu beschreiben, aber ich kann sagen, dass ich gesehen habe, wie die Erde nach dem Verschwinden des Menschen aussehen wird. It is not possible for me to explain exactly, but I can say that I saw what the earth would be like after the disappearance of Man. Il n'est pas possible de le décrire exactement, mais je peux dire que j'ai vu ce que serait la terre après la disparition de l'homme. Çoktandır unutmuş olduğum bir şeyi anımsadım. Давно уже|||||вспомнил seit langem|||||erinnert For a long time|forgotten|I had forgotten|||I remembered Ich erinnerte mich an etwas, das ich schon lange vergessen hatte. I remembered something I had long forgotten. Je me suis souvenu d'une chose que j'avais oubliée depuis longtemps. Yıllar önce, ben küçük bir domuzken, annem ve öteki dişi domuzlar, yalnızca ezgisini ve ilk üç sözcüğünü bildikleri eski bir şarkı söylerlerdi. |||||поросёнком||||соседки по|||мелодию||||слова его|||||пели |||||Schwein||||weibliche|||Melodie||||Wort|||||sangen Years ago|||||pig|||other female pigs|female|pigs|only|melody||||word|they knew|||song|they would say Vor vielen Jahren, als ich ein kleines Schwein war, sangen meine Mutter und die anderen Sauen ein altes Lied, von dem sie nur die Melodie und die ersten drei Worte kannten. Years ago, when I was a little pig, my mother and the other sows sang an old song, of which they only knew the tune and the first three words. Il y a bien longtemps, lorsque j'étais un petit cochon, ma mère et les autres truies avaient l'habitude de chanter une vieille chanson dont elles ne connaissaient que l'air et les trois premières paroles. Şarkının ezgisini çocukken öğrenmiştim, ama nicedir aklımdan çıkmıştı. |||выучил||давно уже|| des Liedes|Melodie||||lange|von meinem Kopf| The song's|melody|as a child|I had learned||a long time|from my mind|forgotten Ich hatte die Melodie als Kind gelernt, aber sie war mir schon lange entfallen. I learned the melody of the song as a child, but it had been on my mind for a long time. J'avais appris l'air quand j'étais enfant, mais il m'était sorti de la tête depuis longtemps. Dün gece düşümde geri geldi şarkının ezgisi. ||во сне|||песни|мелодия песни |||||des Liedes|Melodie last night||in my dream|back||song's|melody of the song Die Melodie des Liedes tauchte letzte Nacht in meinen Träumen auf. The melody of the song came back in my dream last night. Dahası, şarkının sözlerini de anımsadım. Более того|||| ||||erinnert Moreover||lyrics||I remembered Außerdem erinnerte ich mich an den Liedtext. Moreover, I remembered the lyrics of the song. De plus, je me suis souvenu des paroles. Hiç kuşkum yok, hayvanların çok eski çağlarda söyledikleri, kuşaklardır unutulmuş olan şarkının sözleriydi bunlar. |сомнений|||||века назад||поколениями|забытая|||слова песни| |Zweifel|||||Zeitaltern|||vergessen|||waren die Worte| |my doubt|||||in ancient times|they said|generations|forgotten|||words|these Ich zweifle nicht daran, dass dies die Worte eines Liedes waren, das die Tiere in alten Zeiten gesungen haben und das seit Generationen vergessen ist. I have no doubt that these were the words of a song that the animals sang in ancient times, forgotten for generations. Je ne doute pas qu'il s'agisse des paroles d'une chanson chantée par les animaux dans les temps anciens, oubliée depuis des générations. Şimdi, yoldaşlar, size bu şarkıyı söyleyeceğim. ||||the song|I will sing Nun, Genossen, werde ich euch dieses Lied singen. Now, comrades, I will sing you this song. Yaşlıyım, sesim kısık, ama ezgisini öğrettiğim zaman siz şarkıyı çok daha güzel söyleyebilirsiniz. Я старый.|мой голос|охрипший||мелодию|научил|||||||можете спеть ||||Melodie|unterrichtete||||||| I am old|my voice|hoarse||its melody|I taught|||song||||sing Ich bin alt, meine Stimme ist tief, aber wenn ich dir die Melodie beibringe, kannst du das Lied viel besser singen. I'm old, my voice is low, but when I teach the tune, you can sing the song much better. Je suis vieux, ma voix est basse, mais quand je vous apprends la mélodie, vous pouvez chanter la chanson beaucoup mieux. Şarkının adı, İngiltere'nin Hayvanları." ||England's|Animals Es heißt "Animals of England". The song is called Animals of England."

Koca Reis, gırtlağını temizleyip şarkıya başladı. ||горло||песню| ||||Lied| big chief|Chief|throat|clearing his throat|song| Der große Jarl räusperte sich und begann zu singen. Big Chief cleared his throat and began to sing. Le grand Jarl s'est éclairci la gorge et a commencé à chanter. Gerçekten de kısıktı sesi, ama hiç de fena söylemiyordu. ||охрипший||||||не пел плохо ||war eng||||||sagte ||was hoarse|voice||||bad|wasn't saying Seine Stimme war wirklich heiser, aber er hat nicht schlecht gesungen. His voice was indeed hoarse, but he didn't sound bad at all. Sa voix était vraiment rauque, mais il ne chantait pas mal. Şarkının coşkulu bir ezgisi vardı, Clementine ile La Cucuracha arası bir şarkıydı. |воодушевлённый||||Клементина||Ла|Ла Кукарача|||была песня |||Melodie||Clementine|||Cucuracha|||Lied The song's|joyful||melody||Clementine||the|The Cockroach|between||song Das Lied hatte eine überschwängliche Melodie, eine Mischung aus Clementine und La Cucuracha. The song had an exuberant melody, a cross between Clementine and La Cucuracha. La chanson avait une mélodie exubérante, un croisement entre Clementine et La Cucuracha. Sözleri şöyleydi: |были такими |waren words|were like this Seine Worte waren: His words were:

İngiltere ve İrlanda'nın hayvanları,  Bütün ülkelerin, bütün iklimlerin hayvanları,  Kulak verin müjdelerin en güzeline,  Düşlediğimiz Altın Çağ önümüzde. ||Ирландии|||||климатов||||благие вести||самой прекрасной|Мечтаемый||Золотой Век|перед нами |||||||Klima||||der guten Nachrichten||schönsten|von dem wir träumen|Gold|| ||Ireland's|||||climates||||the good news||most beautiful|We envisioned|Golden Age|Golden Age|ahead Ihr Tiere Englands und Irlands, ihr Tiere aller Länder, ihr Tiere aller Gegenden, hört die frohe Botschaft, das goldene Zeitalter, von dem wir träumen, liegt vor uns. Animals of England and Ireland, Animals of all lands and all climates, Listen to the most beautiful of the gospels, The Golden Age we dreamed of is before us. Bêtes d'Angleterre et d'Irlande, Bêtes de tous les pays, Bêtes de tous les climats, Écoutez la meilleure des nouvelles, L'âge d'or dont nous rêvons est devant nous.

Er geç bir gün gelecek,  Zorba İnsan devrilecek,  İngiltere'nin bereketli topraklarında  Yalnızca hayvanlar gezinecek. |||||Зорба Человек свергнут||будет свергнут||плодородных||||будут бродить |||||Zorba||wird fallen||fruchtbaren||||werden umherstreifen |||||tyrant||will be overthrown||fertile||||will roam Eines Tages, früher oder später, wird der Tyrann Mensch gestürzt werden, und nur noch Tiere werden den fruchtbaren Boden Englands durchstreifen. Sooner or later there will come a day when Man the Bully will be overthrown, Only animals will roam the fertile land of England. Un jour, tôt ou tard, l'homme tyran sera renversé, et seules les bêtes parcourront le sol fertile de l'Angleterre.

Burnumuza geçirilen halkalar,  Sırtımıza vurulan semer sökülüp atılacak,  Karnımıza saplanan mahmuz çürüyüp paslanacak,  Acımasız kırbaç bir daha şaklamayacak. Наши носы|проведенные|Кольца|на спину|нанесённый на|седло|сняты и выброшены|будет выброшен|в наши животы|вонзённый в|шпора|сгниёт|заржавеет||кнут|||не будет щелкать ||Ringe|auf unseren Rücken|geschlagenes|Sattel|abgenommen|werden wirft|in unseren Bauch|sapenden|Sporn|verrottet|passt||Peitsche|||knallen To our nose|passed through|rings|on our backs|hit|saddle|removed|will be discarded|Our belly|stabbing|spur|rotting|will rust|merciless|merciless whip|||will not crack Die Ringe in unseren Nasen, der Sattel auf unseren Rücken werden abgerissen, der Sporn in unseren Bäuchen wird verrotten und rosten, die grausame Peitsche wird nicht mehr knallen. The rings on our noses, The saddle that hits our backs will be ripped out, The spur stuck in our stomachs will rot and rust, The merciless whip will never snap again. Les anneaux dans nos nez, la selle sur nos dos seront arrachés, l'éperon dans nos ventres pourrira et rouillera, le fouet cruel ne claquera plus.

Zenginlikler düşlere sığmayacak,  Buğdayı arpası, yulafı samanı,  Yoncası, baklası, pancarı,  O gün hepsi bizim olacak. Богатства|мечты|не вместятся|пшеница|ячмень|овёс||Клевер|бобы|свекла||||| Reichtümer|Träume|werden nicht passen|Weizen|Gerste|Hafer|Stroh|Klee|die Bohne|||||| Riches|dreams|will not fit|Wheat|barley|oats|straw|clover|broad bean|beet||||| Reichtümer passen nicht in Träume, Weizen, Gerste, Hafer, Stroh, Klee, Bohnen, Rüben, An jenem Tag werden sie alle unser sein. Riches will not fit into dreams, Wheat barley, oat straw, alfalfa, broad beans, beets, On that day, they will all be ours. Le blé, l'orge, l'avoine, la paille, le trèfle, les haricots, les betteraves, Ce jour-là, ils seront tous à nous.

İngiltere'nin çayırları daha yeşil,  Irmakları daha aydınlık olacak,  Rüzgârlar daha tatlı esecek,  Biz özgürlüğümüze kavuşunca. |луга|||реки||светлее||ветры|||будет дуть||наша свобода|обретём свободу ||||die Flüsse||||der Wind|||wehen||unserer Freiheit|erreichen |meadows|more|greener|Rivers||brighter||Winds|||will blow||freedom|when we attain Englands Wiesen werden grüner sein, ihre Flüsse werden heller sein, ihre Winde werden süßer wehen, wenn wir frei sind. England's meadows will be greener, Its rivers brighter, The winds will blow sweeter, When we are free.

O günü göremeden ölüp gitsek de,  Herkes bu uğurda savaşmalı,  İneklerle atlar, kazlarla hindiler el ele,  Özgürlük uğruna ter akıtmalı. ||не увидев|умерев|умрём||||ради|должен бороться|С коровами||с гусями|индюки||||ради|пот汗|потеть ради ||||||||Weg|sollte kämpfen|mit den Kühen||Gänsen|Truthähne|||||ter|vergießen O(1) day||without seeing||die without seeing||||for luck|should fight|with cows|horses|geese|turkeys||hand in hand|freedom|for the sake of|sweat|sweat should flow Selbst wenn wir sterben, ohne diesen Tag zu erleben, müssen alle für diese Sache kämpfen, Kühe und Pferde, Gänse und Truthähne Hand in Hand, schwitzen für die Freiheit. Even though we die before we see that day, Everyone should fight for this cause, Cows and horses, geese and turkeys hand in hand, Sweat for freedom. Même si nous mourons sans voir ce jour, chacun doit se battre pour cette cause, vaches et chevaux, oies et dindes main dans la main, transpirer pour la liberté.

İngiltere ve İrlanda'nın hayvanları,  Bütün ülkelerin, bütün iklimlerin hayvanları,  Kulak verin müjdeme, haber salın her yere,  Düşlediğimiz Altın Çağ önümüzde. |||||||||||моей радостной вести||передайте|||||| |||||||||||meiner Botschaft||verbreitet|||||| ||||||||||listen to|my message||send news|||The Golden Age||Age| Ihr Tiere Englands und Irlands, ihr Tiere aller Länder und Gegenden, hört meine frohe Botschaft und verkündet sie überall, das Goldene Zeitalter, von dem wir träumen, liegt vor uns. Animals of England and Ireland, Animals of all lands, all climates, Listen to my gospel, spread the word everywhere, The Golden Age we dreamed of is before us. Bêtes d'Angleterre et d'Irlande, Bêtes de tous les pays et de tous les climats, Écoutez mes bonnes nouvelles et répandez-les partout, L'âge d'or dont nous rêvons est devant nous.

Şarkı, hayvanların yüreğine yabanıl bir coşku salmıştı. ||сердце||||вселила ||Herz||||eingeflößt ||heart|||excitement|had unleashed Das Lied löste eine wilde Begeisterung in den Herzen der Tiere aus. The song struck a wild ecstasy in the hearts of the animals. Ce chant a suscité une ferveur sauvage dans le cœur des animaux. Reis daha sonuna gelmeden, hep birlikte söylemeye başlamışlardı. |||||||начали говорить |||||||hatten begonnen |||arriving|||to say|had started Before the chief even reached the end, they all started to sing together. Avant même que le chef n'ait atteint la fin, ils ont tous commencé à chanter ensemble. En aptalları bile şarkının ezgisini ve birkaç sözünü kapmıştı; domuzlar ve köpekler gibi akıllı olanlarıysa şarkının tümünü birkaç dakikada ezberlemişti. |самые глупые|||||||запомнил|свиньи|||||же те, кто|||||выучили наизусть ||||||||hatte bekommen||||||diejenigen||||| |the dumbest|||||||had caught||||like|smart|the smart ones||||in a few minutes|had memorized Selbst die Dümmsten unter ihnen hatten die Melodie und einige Worte des Liedes aufgeschnappt; die Klugen, wie Schweine und Hunde, hatten das ganze Lied in wenigen Minuten auswendig gelernt. Even the dumbest of them had snatched the tune and a few lines of the song; clever ones, like pigs and dogs, had memorized the entire song in a matter of minutes. Même les plus stupides d'entre eux avaient retenu la mélodie et quelques mots de la chanson ; les plus intelligents, comme les cochons et les chiens, avaient mémorisé toute la chanson en quelques minutes. Birkaç denemeden sonra, hep bir ağızdan söyledikleri İngiltere'nin Hayvanları ile inledi çiftlik. |попыток|||||||||загудела| ||||||||||in der die Tiere von| |after a few attempts||||in unison||England's|||groaned| Nach ein paar Versuchen war der Bauernhof von den Animals of England erfüllt, die sie unisono sangen. After a few tries, the farm groaned with the Beasts of England they said in unison. Après quelques tentatives, la ferme était animée par les "Animals of England", qu'ils chantaient à l'unisson. İnekler böğürüyor, köpekler havlıyor, koyunlar meliyor, atlar kişniyor, ördekler vaklıyordu. |мычат||лают|овцы блеют|блеют||ржут||крякали |muhen||bellen||blöken||wiehern||quakten |is bellowing||bark||bleating||neighing||quacked Kühe brüllten, Hunde bellten, Schafe blökten, Pferde wieherten, Enten quakten. Cows were bellowing, dogs were barking, sheep were bleating, horses were neighing, ducks were quacking. O kadar hoşlarına gitmişti ki, şarkıyı baştan sona tam beş kez söylediler; Bay Jones uyanmasa, belki de sabaha kadar söyleyeceklerdi. ||||||||||||||не проснулся бы|||до утра||спели бы ||gefiel||||||||||||nicht aufwacht||||| ||they liked it|had liked|||from start|to end|||times|they sang|||wake up|||until morning||would have said Es gefiel ihnen so gut, dass sie das Lied fünfmal von Anfang bis Ende sangen; vielleicht hätten sie es die ganze Nacht gesungen, wenn Herr Jones nicht aufgewacht wäre. They liked it so much that they sang the song from start to finish five times; If Mr. Jones hadn't woken up, perhaps they would have told him by morning. Ils l'ont tellement appréciée qu'ils l'ont chantée cinq fois du début à la fin ; ils l'auraient peut-être chantée toute la nuit si M. Jones ne s'était pas réveillé.

Ama ne yazık ki, Bay Jones gürültüden uyandı; avluya tilki girdiğini sanarak yatağından fırladı. ||||||шума|проснулся|во двор||что вошла|думая что|своей кровати|вскочил ||||||||in den Hof|Fuchs|||aus seinem Bett| ||||||the noise|woke up|to the courtyard|fox|entered|thinking|from his bed|jumped out Leider wurde Herr Jones durch den Lärm geweckt und sprang aus dem Bett, weil er dachte, ein Fuchs sei in den Hof eingedrungen. But unfortunately, Mr. Jones awoke from the noise; He jumped out of bed, thinking that a fox had entered the courtyard. Malheureusement, M. Jones a été réveillé par le bruit et a sauté du lit, pensant qu'un renard était entré dans la cour. Her zaman yatak odasının köşesinde duran tüfeğini kaptığı gibi karanlığa saçma yağdırdı. ||||||своё ружьё|схватив||в темноту||посыпал пулями ||||||Gewehr|konnte|||| |||||standing|his rifle|grabbed||into the dark|shotgun pellets|poured out Er schnappte sich sein Gewehr, das immer in der Ecke seines Schlafzimmers lag, und feuerte Schrot in die Dunkelheit. He snatched up his rifle, which had always stood in the corner of the bedroom, and rained pellets into the darkness. Il saisit son fusil, qui se trouvait toujours dans le coin de sa chambre, et tire des chevrotines dans l'obscurité. İri saçmalar samanlığın duvarına saplanır saplanmaz, toplantıdaki hayvanlar çil yavrusu gibi dağıldılar. |дробь||стене сарая|вонзились|вонзились|на собрании||разбежались врассыпную|пятнистый дет||разбежались |Sägeme||||sobald|bei der Sitzung||çıl|yavru||verstreuten |scatter||to the wall|embed|gets stuck|in the meeting||spotted|puppy||scattered everywhere Sobald die großen Kügelchen die Wand des Heuhaufens trafen, zerstreuten sich die anwesenden Tiere wie wilde Tiere. As soon as the flounder stuck in the wall of the barn, the animals at the meeting scattered like freckles. Dès que les grosses boulettes ont frappé la paroi de la meule de foin, les animaux présents se sont dispersés comme des bêtes sauvages. Herkes yattığı yere koştu. |где он лежал|| |he lay down||ran Alle rannten dorthin, wo sie gelegen hatten. Everyone ran to their bed. Kuşlar tüneklerine sıçradılar, hayvanlar saman döşeklerine uzandılar. птицы|насесты|прыгнули на|||на свои подстилки|легли |auf die Tücken|sprangen|||auf den Matratzen|legten sich the birds|perches|jumped|||bedding|lay down Die Vögel sprangen auf ihre Sitzstangen, die Tiere legten sich auf ihre Strohmatten. Birds jumped on their perches, animals lay on their straw mats. Les oiseaux sautent sur leurs perchoirs, les animaux se couchent sur leurs paillasses. Çok geçmeden bütün çiftlik uykuya daldı. |||||погрузилась в сон very|after a short time|||to sleep|fell Bald schlief der ganze Hof ein. Soon the whole farm fell asleep. Bientôt, toute la ferme s'endort.