×

Mes naudojame slapukus, kad padėtume pagerinti LingQ. Apsilankę avetainėje Jūs sutinkate su mūsų slapukų politika.

image

Barış Özcan 2018, Bir fincan kahve daha, ben gitmeden

Bir fincan kahve daha, ben gitmeden

Kahve bizi sert, ciddi ve felsefi yapıyor. -Jonathan Swift, 1722

Aynı üniversiteden mezun bir grup genç. İş hayatına atılıyor. Başarılı da oluyorlar. Kendilerince. Sonra bir gün toplanıp mezun oldukları üniversiteyi ziyaret ediyorlar. Orada çok sevdikleri bir hocaları var. Ona gidiyorlar, hoş beş kelam edip eski günleri yad ediyorlar. Sonra sohbet derinleşiyor. Herkes işinden gücünden bahsediyor bahsetmesine ama aynı zamanda hayatın zorlukları ve stresi de artık onları biraz yıldırmış gibi gözüküyor. Ne de olsa her başarının bir bedeli var. Hayatımızdaki stres bunun bir parçasıdır belki de. Neyse…

İşte tam o sırada bizim profesör misafirlerine kahve yapmak üzere kalkıp mutfağa gidiyor. Sonra da kahveyle birlikte elinde böyle farklı tipteki fincanlarla, bardaklarla, kaplarla geri dönüyor.

Şimdi siz de kendinize bir kahve kapın, çünkü videonun sonunda hikayenin de sonunu anlatacağım ve o zaman elinizde tuttuğunuz kahvenin de onu taşıyan kabın da bir anlamı olacak. İpucu veriyorum, fal bakmayacağım.

Anlatmaya başladığım hikayemiz orada geçmiyor ama İngiltere'de Cambridge Üniversitesi'nde bu profesör gibi üniversitenin mutfağındaki kahve makinesinden sürekli kahve almaya gidip gelen kişiler, makineye gitmeden kahve olup olmadığını görebilmek için dünyanın ilk webcam'ini yaptılar. Yani kahve tutkusu, tembellikle birleşince teknolojik inovasyonlara bile yol açabiliyor.

Ama ben bugün işin teknolojiden çok kültür sanat tarafına dikkat çekmek istiyorum. Hikayemizden de anlayacağınız gibi Batı kültüründe de misafire kahve ikram etme geleneği oluşmuş durumda. Ne de olsa dünyanın en popüler ikinci içeceği bu. Birincisi su.

Bizim kültürümüzde yeri biraz daha özel sanki. Çoğumuz günde üç kere yemek yiyoruz değil mi? Akşam yemeği, öğle yemeği. Ama sabah yemeği yok. Kahvaltı var. Kahve altı. Yani sabahları aç karnına kahve içmemek için diğer şeyleri yiyoruz. Öğünün amacı kahve. İlginçtir artık kahvaltıda kahve içen pek kalmadı. Daha çok çay içilir bizde. Kahve sanki biraz daha özel anlar için saklanır.

Tıpkı profesör ve öğrencilerinin hikayesinde olduğu gibi… Mesela bir misafir geldiğinde ikram etmek için. Ne yapılır?

Türk kahvesi. Mesela kız istemeye gidersin. Ne yapılır?

Durun durun hani geçenlerde Japonya'dan misafirlerim gelmişti ya. O zaman yayınladığım VLOG'da size bir söz vermiştim. Şimdi biraz geriye saralım ve o gün kahveyle ilgili bizim misafire, Kazuko'ya sorduğum soruya kulak verelim. Tuzlu Türk kahvesi. Gülmeyin, benim başıma geldi. Sizin de gelebilir. Peki kızı istediniz, verdiler, evlendiniz. Ama ona yeterince kahve veremediniz. Bu boşanma sebebi olabilir. En azından eskiden yeterli miktarda kahve temin edememenin kadınlar için boşanma sebebi olduğu yönünde bir rivayet dolaşır. Bu rivayetten yola çıkarak ta 1921'de ABD'de basılan gazetelerde kahve reklamı yapılmış. Kahvaltıların, misafirliklerin, evliliklerin başlangıcının ve sonunun yani hayatımızın en kritik dönemeçlerinin resmi içeceğidir kahve.

Japonlar bile Türk kahvesinin nasıl demlendiğini ve hangi ortamda nasıl kullanılacağını, işin ritüelini öğrenmişler. O gün kahve kelimesinin Japonca'daki karşılığını da sordum. “Kohi” demiş Japonlar “Coffee” kelimesini duyunca. E “coffee” demişlerdi zaten “kave” kelimesini duyunca.

“Kahve kelimesi Arapça'dan geliyor: Kahva. Oradan Türklere geçiyor, kahve diyoruz biz. Oradan da dünyaya yayılıyor…”

Oxford İngilizce Sözlüğü'ne göre “Coffee” kelimesi tam olarak 1582'de İngilizce diline girmiş. Osmanlılardan. O zamanlar biz de epeyce meşhur bir içecekmiş. Kelime İngilizce'ye geçtikten sonra kültürü de otomatik olarak kendine çekmiş. 17.yy'ın ortalarında “coffee shop”lar açılmaya başlamış. Bizdeki kahvehaneler gibi. Ve oraya giden Jonathan Swift gibi bazı yazarlar bir yandan kahvelerini içerken bir yandan “Güliver'in Seyahatleri” gibi kitaplarını yazmaya başlamışlar ve demişler ki “Kahve bizi sert, ciddi ve felsefi yapıyor.” Ya da mesela Bach gibi klasik müziğin babası kabul edilen bir müzisyen kahve tutkunu bir kadın hakkında opera yazmış. Geçen yüzyılın ortalarında kahve artık evlere girmeye başladı. Instant kahveler var ya. Bardağa koyup karıştırıp içiyoruz. Bu döneme tarihçiler “kahvenin 1. Dalgası” diyor. Sonra ikinci dönem başlıyor.

“70'ler 80'lerde başlıyor. Starbucks başlatıyor diyebiliriz. Kahvehane kültürü.”

Orada bu kahve hareketi ve dönemleri hakkında bir benzetme daha yapıyorum ama sesi çok iyi temizleyemediğim için buradan söyleyeyim. Kahve akımları adeta sanat akımları gibi. 1. Döneminde müziğin kaydedilip çoğaltılarak evlerde dinlenebilmesine benzer şekilde kahve de bol miktarda üretilip evlerde tüketiliyor. 2. Dönemindeyse tekrar konser alanlarına gidip müzik dinlemeye başlıyoruz. Yani Starbucks gibi modern kahvehanelere gidip kahvemizi içiyoruz.

Şimdilerdeyse 2000'li yıllarda artık 3. Dönemi yaşamaya başladık. Kahvenin sadece hangi ülkeden değil o ülkedeki hangi çiftlikten çıkarıldığı, dolayısıyla kahve çekirdeklerinin nasıl bir toprakta yetiştiği, sonra nasıl kavrulduğu ve ne şekilde demlendiği önem kazandı. Bu kahveleri hazırlarken bir yandan da onun bu hikayesini anlatan kişiler ortaya çıkmaya başladı. Baristalar. Baristalık dünyanın pek çok yerinde oldukça saygın bir meslek. Zamanında Osmanlılarda sarayda çalışan “kahvecibaşı” gibi. Bazıları sadrazamlık mertebesine kadar yükselmiş. Kahvenin kültürüne vakıf olmak, kökenini, izlediği yolculuğu, farklı hazırlama ve demleme tekniklerini bilmek işte kahvenin 3. Dalga hareketini oluşturan temel konular. Çünkü toprak, aldığı su, güneşlenme zamanı, nem; kahvenin tadını ve aromasını değiştiriyor. Eğer kahve yanardağın eteğinde yetiştiriliyorsa kül kokuyor. Muz ağaçlarının gölgesinde yetişiyorsa daha aromatik bir tadı oluyor. Ve bu konuda yapılan bilimsel araştırmalar kahvenin sadece kokusunun bile beynimizi harekete geçirdiğini gösteriyor.

Bilimsel araştırmalar deyince bizim profesör ve öğrencilerine ne oldu? Profesör bu farklı kapları getirip öğrencilerinin önüne koyuyor. Herkes kendine bir fincan seçip kahvesini yudumlamaya başlıyor. Ve yine hayatın zorluklarından konuşmaya devam ediyorlar. Bizim profesör de diyor ki:

“Gördüğünüz gibi pahalı ve gösterişli fincanların hepsi alındı. Geriye sadece ucuz ve düz olanlar kaldı. Kendiniz için en iyisini istemeniz gayet normal. Ama bu aynı zamanda sizin problemlerinizin ve stresinizin de temel kaynağı.”

“Nasıl barista olunur? 101” dersi gibi bir ders veriyor anlayacağınız profesör ve şöyle devam ediyor sözlerine…

“Kabın kendisi kahvenin kalitesine bir şey katmaz. Çoğu zaman pahalı olduğu için kahvenin bile ötesine geçer ve onu örter. Bizim asıl istediğimizse sadece kahvedir, fincan değil. Ama biz yine de en iyi kabı, fincanı isteriz. Ve sonra da başkalarının kaplarına göz dikeriz.

Şöyle düşünün. Hayat kahvedir. İşimiz, paramız ya da pozisyonumuzsa sadece onu taşıyan bir kap… Sadece hayatı içermesi, onu taşıması gereken bir araç. Ve bu aracın, o kabın, fincanın tipi, şekli bizim hayatımızın kalitesini belirleyemez.

Bazen sadece kaba konsantre oluyoruz. Kahvenin keyfini kaçırıyoruz. Fincanın tadına değil kahvenin tadına bakın. En mutlu insanlar her şeyin en iyisine sahip olanlar değildir. Onlar her şeyi en iyi hale getirenlerdir. Ellerinde olan her neyse…”

Kahve hareketlerinde 3. Dalganın içinde olduğumuzu söylemiştim ya. Kahvenin tüm yönleriyle en kaliteli şekilde içilmeye çalışıldığı bir dönem demiştim. Müzik benzetmesini devam ettirecek olursak artık sanat için sanat döneminde gibiyiz. Kahve için kahve.

Kahve deyince artık ne kastettiğimi anlıyorsunuzdur. Nobel ödüllü şair ve müzisyen Bob Dylan'ın da kastettiği şeyi. Zaten kendisi profesör gibi bir adam. Tıpkı kahve kelimesi gibi Bob Dylan'ın da kökleri bizim oralardan yola çıkmış. Ataları Kağızman'dan Amerika'ya gelmiş. Ve sanırım beraberinde “kahve bahane sohbet şahane” kültürünü de getirmiş. Çünkü diyor ki Bob Dylan:

“Bir fincandaki kahve gibidir hayat. Bazen tatlı, bazen değildir. Önemli olan kahvenin tadı değil zaten, onu kiminle içtiğinizdir.”

Learn languages from TV shows, movies, news, articles and more! Try LingQ for FREE

Bir fincan kahve daha, ben gitmeden |une tasse|||| Noch eine Tasse Kaffee, bevor ich gehe. Another cup of coffee, before I go Otra taza de café, antes de irme. Une autre tasse de café, avant de partir. Еще одна чашка кофе, прежде чем я уйду.

Kahve bizi sert, ciddi ve felsefi yapıyor. |||||philosophical| Coffee makes us strong, serious and philosophical. Le café nous rend durs, sérieux et philosophiques. Кофе делает нас строгими, серьезными и философскими. -Jonathan Swift, 1722 Jonathan Swift| -Jonathan Swift, 1722 -Джонатан Свифт, 1722 г.

Aynı üniversiteden mezun bir grup genç. Un groupe de jeunes diplômés de la même université. Группа молодых людей, окончивших один университет. İş hayatına atılıyor. He goes into business. Он уходит в бизнес. Başarılı da oluyorlar. Kendilerince. à leur manière In their own way. Sonra bir gün toplanıp mezun oldukları üniversiteyi ziyaret ediyorlar. Then one day they meet and visit the university they graduated from. Затем в один прекрасный день они встречаются и посещают университет, который они закончили. Orada çok sevdikleri bir hocaları var. ||||professeur| У них там есть учитель, которого они очень любят. Ona gidiyorlar, hoş beş kelam edip eski günleri yad ediyorlar. ||||conversation||||se souvenir| They go to him, say a good word, and reminisce about the old days. Ils s'y rendent, échangeant quelques mots agréables et se remémorant les vieux jours. К нему идут, говорят доброе слово, вспоминают былые времена. Sonra sohbet derinleşiyor. ||s'approfondit Then the conversation deepens. Puis la conversation devient plus profonde. Herkes işinden gücünden bahsediyor bahsetmesine ama aynı zamanda hayatın zorlukları ve stresi de artık onları biraz yıldırmış gibi gözüküyor. ||||de parler||||||||||||épuisé|| Everyone talks about their work and their strength, but at the same time, the difficulties and stress of life seem to intimidate them a little. Chacun parle de son travail, mais il semble en même temps que les difficultés et le stress de la vie les ont un peu fatigués. Все говорят о своей работе и своих силах, но в то же время трудности и стрессы жизни, похоже, их немного напугали. Ne de olsa her başarının bir bedeli var. Ведь у каждого успеха есть цена. Hayatımızdaki stres bunun bir parçasıdır belki de. de notre vie|||||| Может быть, стресс в нашей жизни является частью этого. Neyse…

İşte tam o sırada bizim profesör misafirlerine kahve yapmak üzere kalkıp mutfağa gidiyor. ||||||à ses invités|||pour faire||| Just then, our professor gets up and goes to the kitchen to make coffee for his guests. В этот момент наш профессор встает и идет на кухню варить кофе для своих гостей. Sonra da kahveyle birlikte elinde böyle farklı tipteki fincanlarla, bardaklarla, kaplarla geri dönüyor. |||avec||||de type|des tasses|verres|récipients|| Then he comes back with the coffee with different types of cups, glasses and containers. Затем он возвращается с кофе в таких разных типах чашек, стаканов и контейнеров.

Şimdi siz de kendinize bir kahve kapın, çünkü videonun sonunda hikayenin de sonunu anlatacağım ve o zaman elinizde tuttuğunuz kahvenin de onu taşıyan kabın da bir anlamı olacak. ||||||prenez-en|||||||||||||||||conteneur|||| Now get yourself a cup of coffee, because at the end of the video I will tell the end of the story, and then the coffee you hold in your hand will have a meaning, too. Maintenant, prenez-vous aussi un café, car à la fin de la vidéo, je raconterai la fin de l'histoire et à ce moment-là, le café que vous tenez et le récipient qui le contient auront aussi un sens. А теперь возьмите чашку кофе, потому что в конце видео я расскажу вам конец истории, и тогда кофе, который вы держите в руке, тоже будет иметь смысл. İpucu veriyorum, fal bakmayacağım. I'm giving a hint, I'm not going to tell fortunes. Je donne un indice, je ne vais pas lire l'avenir.

Anlatmaya başladığım hikayemiz orada geçmiyor ama İngiltere'de Cambridge Üniversitesi'nde bu profesör gibi üniversitenin mutfağındaki kahve makinesinden sürekli kahve almaya gidip gelen kişiler, makineye gitmeden kahve olup olmadığını görebilmek için dünyanın ilk webcam'ini yaptılar. ||notre histoire|||||||||||cuisine de l'université||||||||||||||||||webcam| L'histoire que je commence à raconter ne se déroule pas là-bas, mais à l'Université de Cambridge en Angleterre, des personnes qui allaient constamment chercher du café à la machine à café de l'université, comme ce professeur, ont fabriqué la première webcam du monde pour voir s'il y avait du café sans avoir à aller à la machine. История, которую я начал рассказывать, происходит не там, а в Кембриджском университете в Англии, люди, подобные этому профессору, который постоянно ходил за кофе из кофеварки на университетской кухне, построили первую в мире веб-камеру, чтобы видеть, есть ли кофе, не подходя к кофеварке. Yani kahve tutkusu, tembellikle birleşince teknolojik inovasyonlara bile yol açabiliyor. ||passion for|la paresse|en se combinant||inventions technologiques|||peut mener Другими словами, страсть к кофе в сочетании с ленью может даже привести к технологическим инновациям.

Ama ben bugün işin teknolojiden çok kültür sanat tarafına dikkat çekmek istiyorum. ||||la technologie||||||| But today I would like to draw attention to the culture and art side of the business rather than technology. Mais aujourd'hui, je veux attirer l'attention sur le côté culture et art plutôt que sur la technologie. Но сегодня я хотел бы обратить внимание не столько на технологическую сторону бизнеса, сколько на культуру и искусство. Hikayemizden de anlayacağınız gibi Batı kültüründe de misafire kahve ikram etme geleneği oluşmuş durumda. As you can see from our story, there is a tradition of offering coffee to guests in Western culture. Comme vous pourrez le comprendre à travers notre histoire, une tradition d'offrir du café aux invités s'est également développée dans la culture occidentale. Как вы можете понять из нашего рассказа, традиция предлагать гостям кофе закрепилась и в западной культуре. Ne de olsa dünyanın en popüler ikinci içeceği bu. |||||||boisson| After all, it's the second most popular drink in the world. Après tout, c'est la deuxième boisson la plus populaire au monde. В конце концов, это второй по популярности напиток в мире. Birincisi su.

Bizim kültürümüzde yeri biraz daha özel sanki. It seems to have a special place in our culture. Кажется, что он занимает особое место в нашей культуре. Çoğumuz günde üç kere yemek yiyoruz değil mi? Большинство из нас ест три раза в день, верно? Akşam yemeği, öğle yemeği. Dinner, lunch. Ama sabah yemeği yok. Kahvaltı var. Kahve altı. Yani sabahları aç karnına kahve içmemek için diğer şeyleri yiyoruz. |||à jeun||ne pas boire||les autres|| So we eat other things in order not to drink coffee on an empty stomach in the morning. Donc, le matin, nous mangeons d'autres choses pour ne pas boire de café à jeun. Поэтому утром мы едим другие продукты, чтобы не пить кофе на голодный желудок. Öğünün amacı kahve. ton repas|| Le but du repas est le café. Цель трапезы - кофе. İlginçtir artık kahvaltıda kahve içen pek kalmadı. Interestingly, not many people drink coffee for breakfast anymore. Il est intéressant de noter qu'il n'y a plus beaucoup de gens qui boivent du café au petit-déjeuner. Интересно, что уже не так много людей пьют кофе на завтрак. Daha çok çay içilir bizde. Мы в основном пьем чай. Kahve sanki biraz daha özel anlar için saklanır. |||||||est réservée Кофе, похоже, предназначен для особых моментов.

Tıpkı profesör ve öğrencilerinin hikayesinde olduğu gibi… Mesela bir misafir geldiğinde ikram etmek için. Как в истории про профессора и его учеников... Например, обслуживать, когда приходит гость. Ne yapılır? Что делать?

Türk kahvesi. Mesela kız istemeye gidersin. |||tu vas For example, you go to ask a girl. Ne yapılır? Что делать?

Durun durun hani geçenlerde Japonya'dan misafirlerim gelmişti ya. |attendez||||mes invités|| Wait, wait, I had guests from Japan recently. Attendez, récemment, j'avais des invités du Japon. Подождите, подождите, подождите. Недавно у меня были гости из Японии. O zaman yayınladığım VLOG'da size bir söz vermiştim. |||dans le VLOG|||| À ce moment-là, dans le VLOG que j'avais publié, je vous avais fait une promesse. Şimdi biraz geriye saralım ve o gün kahveyle ilgili bizim misafire, Kazuko'ya sorduğum soruya kulak verelim. |||rewind||||||||à Kazuko|j'ai posé||| Now let's rewind a little and listen to the question I asked our guest, Kazuko, about coffee that day. Revenons un peu en arrière et écoutons la question que j'avais posée à notre invitée, Kazuko, concernant le café ce jour-là. Tuzlu Türk kahvesi. Café turc salé. Gülmeyin, benim başıma geldi. ne riez pas||| Don't laugh, it happened to me. Ne riez pas, cela m'est arrivé. Sizin de gelebilir. Cela peut aussi vous arriver. Peki kızı istediniz, verdiler, evlendiniz. ||vous avez voulu||vous vous êtes marié Well, you wanted the girl, they gave, you got married. Eh bien, vous avez voulu la fille, ils l'ont donnée, vous vous êtes marié. Ama ona yeterince kahve veremediniz. But you couldn't give him enough coffee. Mais vous ne lui avez pas donné assez de café. Bu boşanma sebebi olabilir. Cela pourrait être un motif de divorce. En azından eskiden yeterli miktarda kahve temin edememenin kadınlar için boşanma sebebi olduğu yönünde bir rivayet dolaşır. ||||||fournir|ne pas pouvoir||||||à ce sujet|||court At least, a rumor circulates that not being able to obtain enough coffee in the past was a reason for divorce for women. Il existe une rumeur selon laquelle, autrefois, le fait de ne pas pouvoir se procurer suffisamment de café était une raison de divorce pour les femmes. Bu rivayetten yola çıkarak ta 1921'de ABD'de basılan gazetelerde kahve reklamı yapılmış. |la source|||||||||| En se basant sur cette rumeur, des publicités pour le café ont été publiées dans des journaux aux États-Unis en 1921. Kahvaltıların, misafirliklerin, evliliklerin başlangıcının ve sonunun yani hayatımızın en kritik dönemeçlerinin resmi içeceğidir kahve. les petits déjeuners|visites|les mariages|début de||fin||||critique|tournants de vie||| Coffee is the official beverage of the beginning and the end of breakfasts, guests, marriages, the most critical turning points of our lives. Le café est la boisson officielle des petits déjeuners, des visites, des débuts et fins de mariages, c'est-à-dire des tournants les plus critiques de notre vie.

Japonlar bile Türk kahvesinin nasıl demlendiğini ve hangi ortamda nasıl kullanılacağını, işin ritüelini öğrenmişler. |||||préparation|||||utilisation de||rituel|ils ont appris Даже японцы узнали, как варится кофе по-турецки, в какой обстановке его употреблять и каков ритуал этой работы. O gün kahve kelimesinin Japonca'daki karşılığını da sordum. ||||en japonais|équivalent|| That day, I also asked the Japanese word for coffee. В тот день я также спросил, как по-японски называется кофе. “Kohi” demiş Japonlar “Coffee” kelimesini duyunca. Café||||| “Kohi” said the Japanese when they heard the word “Coffee”. Les Japonais ont dit « Kohi » en entendant le mot « Coffee ». E “coffee” demişlerdi zaten “kave” kelimesini duyunca. ||ils avaient dit||kave|| Ils avaient déjà dit « coffee » en entendant le mot « kave ».

“Kahve kelimesi Arapça'dan geliyor: Kahva. ||||boisson de café Le mot « kahve » vient de l'arabe : kahva. Oradan Türklere geçiyor, kahve diyoruz biz. De là, il passe aux Turcs, nous disons café. Oradan da dünyaya yayılıyor…” |||se répand

Oxford İngilizce Sözlüğü'ne göre “Coffee” kelimesi tam olarak 1582'de İngilizce diline girmiş. ||au dictionnaire||||||||langue| Osmanlılardan. des Ottomans O zamanlar biz de epeyce meşhur bir içecekmiş. |||||||boisson It was a very famous drink at that time. Kelime İngilizce'ye geçtikten sonra kültürü de otomatik olarak kendine çekmiş. |à l'anglais|||||||| After the word passed into English, it automatically attracted the culture. 17.yy'ın ortalarında “coffee shop”lar açılmaya başlamış. du 17e siècle|au milieu du||cafés||ont commencé à s'ouvrir| In the middle of the 17th century, “coffee shops” started to open. Bizdeki kahvehaneler gibi. |les cafés| Just like our coffee shops. Ve oraya giden Jonathan Swift gibi bazı yazarlar bir yandan kahvelerini içerken bir yandan “Güliver'in Seyahatleri” gibi kitaplarını yazmaya başlamışlar ve demişler ki “Kahve bizi sert, ciddi ve felsefi yapıyor.” Ya da mesela Bach gibi klasik müziğin babası kabul edilen bir müzisyen kahve tutkunu bir kadın hakkında opera yazmış. ||||||||||leur café||||Les voyages de Gulliver|Voyages de Gulliver||||||||||||||||||Bach||||||||||amatrice de café||||| And some writers, like Jonathan Swift, who went there, started to write books like "Güliver's Travels" while drinking their coffee, and they said, "Coffee makes us tough, serious and philosophical." Or, for example, a musician like Bach, who is considered the father of classical music, wrote an opera about a woman who is fond of coffee. Geçen yüzyılın ortalarında kahve artık evlere girmeye başladı. Instant kahveler var ya. Il y a||| There are instant coffees. Bardağa koyup karıştırıp içiyoruz. ||en mélangeant| Pour it into a glass and drink it. Bu döneme tarihçiler “kahvenin 1. Historians to this period call it the "1st century of coffee". Этот период историки называют "1-м веком кофе". Dalgası” diyor. la vague| wave,” he says. Волна", - говорит он. Sonra ikinci dönem başlıyor. Then the second term begins. Затем начинается второй срок.

“70'ler 80'lerde başlıyor. “The 70s begin in the 80s. Starbucks başlatıyor diyebiliriz. |lance| We can say that Starbucks is starting. Kahvehane kültürü.”

Orada bu kahve hareketi ve dönemleri hakkında bir benzetme daha yapıyorum ama sesi çok iyi temizleyemediğim için buradan söyleyeyim. |||||||||||||||je ne peux pas||| There, I make another analogy about this coffee movement and periods, but since I can't clean the sound very well, I'll tell you here. Là, je fais une autre analogie sur ce mouvement de café et ses périodes, mais comme je ne peux pas vraiment bien nettoyer le son, je vais le dire depuis ici. Там я провожу еще одну аналогию об этом движении кофе и его периодах, но я не могу хорошо очистить звук, поэтому я скажу это здесь. Kahve akımları adeta sanat akımları gibi. |courants du café|||| Coffee movements are almost like art movements. Les courants de café sont en quelque sorte comme des courants artistiques. Кофейные течения - это почти как художественные течения. 1. 1. Döneminde müziğin kaydedilip çoğaltılarak evlerde dinlenebilmesine benzer şekilde kahve de bol miktarda üretilip evlerde tüketiliyor. ||enregistrée|enregistrée et multipliée||écoute à domicile|||||||produite||est consommée In the same way that music could be listened to at home by recording and reproducing it, coffee was produced in abundance and consumed at home. Подобно тому, как музыка записывалась, воспроизводилась и слушалась дома, кофе производился в больших количествах и потреблялся дома. 2. Dönemindeyse tekrar konser alanlarına gidip müzik dinlemeye başlıyoruz. à l'époque||||||| In the period, we go to the concert venues again and start listening to music. В его период мы снова идем в концертные залы и начинаем слушать музыку. Yani Starbucks gibi modern kahvehanelere gidip kahvemizi içiyoruz. ||||||notre café|

Şimdilerdeyse 2000'li yıllarda artık 3. de nos jours||| Now, in the 2000s, it is now 3. В настоящее время, в 2000-х годах, их стало 3. Dönemi yaşamaya başladık. We are living the era. Мы начали жить этим периодом. Kahvenin sadece hangi ülkeden değil o ülkedeki hangi çiftlikten çıkarıldığı, dolayısıyla kahve çekirdeklerinin nasıl bir toprakta yetiştiği, sonra nasıl kavrulduğu ve ne şekilde demlendiği önem kazandı. ||||||||ferme|provenance|||grains de café|||sols|où elle pousse|||a été torréfiée||||préparation|| It became important not only from which country but also from which farm in that country, so what kind of soil the coffee beans were grown in, how they were then roasted and how they were brewed. Стало более важным не только то, из какой страны поставляется кофе, но и то, какие фермы в этой стране, на какой почве выращиваются кофейные зерна, как они обжариваются и как варятся. Bu kahveleri hazırlarken bir yandan da onun bu hikayesini anlatan kişiler ortaya çıkmaya başladı. |les cafés|en préparant||d'autre part||||||||| While preparing these coffees, people who told this story of him started to emerge. En préparant ces cafés, des personnes racontant son histoire ont commencé à émerger. Пока он готовил этот кофе, стали появляться люди, чтобы рассказать его историю. Baristalar. les baristas Baristas. Baristalık dünyanın pek çok yerinde oldukça saygın bir meslek. Barista|||||||| Barista is a highly respected profession in many parts of the world. Le métier de barista est très respecté dans de nombreux endroits du monde. Zamanında Osmanlılarda sarayda çalışan “kahvecibaşı” gibi. |les Ottomans|||chef des cafés| Just like the “kahvecibaşı” who worked in the Ottoman palace at the time. Bazıları sadrazamlık mertebesine kadar yükselmiş. |grand vizirat|au rang de||s'élever Some have risen to the rank of grand vizier. Kahvenin kültürüne vakıf olmak, kökenini, izlediği yolculuğu, farklı hazırlama ve demleme tekniklerini bilmek işte kahvenin 3. ||connaissance|||suivre|||préparation||infusion|techniques de préparation||| Knowing the culture of coffee, its origin, the journey it followed, and the different preparation and brewing techniques are the 3rd part of coffee. Чтобы узнать о культуре кофе, его происхождении, путешествии, различных способах приготовления и заваривания, вот 3. Dalga hareketini oluşturan temel konular. Fundamentals of wave motion. Çünkü toprak, aldığı su, güneşlenme zamanı, nem; kahvenin tadını ve aromasını değiştiriyor. ||||exposition au soleil||humidité||||arôme| Because the soil, the water it receives, sunbathing time, humidity; It changes the taste and aroma of coffee. Eğer kahve yanardağın eteğinde yetiştiriliyorsa kül kokuyor. ||volcan|au pied de|growing|cendre| If coffee is grown at the foot of the volcano, it smells of ash. Если кофе выращивается у подножия вулкана, он пахнет пеплом. Muz ağaçlarının gölgesinde yetişiyorsa daha aromatik bir tadı oluyor. Muz (bananier)||à l'ombre|si elle pousse||plus aromatique||| If it is grown in the shade of banana trees, it has a more aromatic taste. Если он растет в тени банановых деревьев, то имеет более ароматный вкус. Ve bu konuda yapılan bilimsel araştırmalar kahvenin sadece kokusunun bile beynimizi harekete geçirdiğini gösteriyor. ||||||||odeur||||| And scientific research on this subject shows that even just the smell of coffee activates our brain. А научные исследования на эту тему показывают, что даже просто запах кофе активизирует наш мозг.

Bilimsel araştırmalar deyince bizim profesör ve öğrencilerine ne oldu? Profesör bu farklı kapları getirip öğrencilerinin önüne koyuyor. |||les différents contenants|||| The professor brings these different containers and puts them in front of his students. Herkes kendine bir fincan seçip kahvesini yudumlamaya başlıyor. ||||||siroter| Everyone chooses a cup for themselves and starts to sip their coffee. Ve yine hayatın zorluklarından konuşmaya devam ediyorlar. |||difficultés||| И они продолжают говорить о трудностях жизни. Bizim profesör de diyor ki: Наш профессор говорит:

“Gördüğünüz gibi pahalı ve gösterişli fincanların hepsi alındı. ||||ostentatoire|les tasses|| “As you can see, all the expensive and fancy cups have been taken away. Geriye sadece ucuz ve düz olanlar kaldı. Only the cheap and flat ones remained. Kendiniz için en iyisini istemeniz gayet normal. ||||votre souhait|| Ama bu aynı zamanda sizin problemlerinizin ve stresinizin de temel kaynağı.” |||||vos problèmes||votre stress||| But it's also the main source of your problems and stress."

“Nasıl barista olunur? |barista| “How do you become a barista? 101” dersi gibi bir ders veriyor anlayacağınız profesör ve şöyle devam ediyor sözlerine… The professor gives a lecture like 101”, you can see, and continues his words as follows…

“Kabın kendisi kahvenin kalitesine bir şey katmaz. |||quality|||n'ajoute rien “The container itself does not add to the quality of the coffee. Çoğu zaman pahalı olduğu için kahvenin bile ötesine geçer ve onu örter. |||||||au-delà||||la couvre It goes beyond even coffee and covers it up, as it's often expensive. Часто он не ограничивается даже кофе, а прикрывается им, потому что он дорогой. Bizim asıl istediğimizse sadece kahvedir, fincan değil. ||ce que nous voulons||café|| What we really want is just coffee, not a cup. На самом деле нам нужен просто кофе, а не чашка. Ama biz yine de en iyi kabı, fincanı isteriz. ||||||tasse|la tasse| Ve sonra da başkalarının kaplarına göz dikeriz. ||||les portes||nous lorgnons And then we covet other people's pots.

Şöyle düşünün. Подумайте об этом так. Hayat kahvedir. Жизнь - это кофе. İşimiz, paramız ya da pozisyonumuzsa sadece onu taşıyan bir kap… Sadece hayatı içermesi, onu taşıması gereken bir araç. ||||notre position|||||conteneur|||qui contient||qui le transporte||| If it's our job, our money or our position, it's just a container that carries it… It's just a tool that should contain life, carry it. Наша работа, деньги или должность - это только сосуд, который несет ее... Это только средство, которое должно содержать жизнь, которое должно нести ее. Ve bu aracın, o kabın, fincanın tipi, şekli bizim hayatımızın kalitesini belirleyemez. |||||de la tasse||||||détermine pas And the type and shape of this tool, that cup, that cup cannot determine the quality of our life. И тип и форма этого инструмента, этой чашки, этого кубка, не может определять качество нашей жизни.

Bazen sadece kaba konsantre oluyoruz. Sometimes we just concentrate on the rough. Иногда мы просто концентрируемся на грубости. Kahvenin keyfini kaçırıyoruz. ||nous gâchons We miss our coffee. Мы портим кофе. Fincanın tadına değil kahvenin tadına bakın. Пробуйте кофе, а не чашку. En mutlu insanlar her şeyin en iyisine sahip olanlar değildir. ||||||le meilleur||| The happiest people aren't the ones who have the best of everything. Самые счастливые люди - это не те, у кого есть все самое лучшее. Onlar her şeyi en iyi hale getirenlerdir. ||||||ceux qui améliorent They are the ones who make everything the best. Именно они извлекают из всего лучшее. Ellerinde olan her neyse…” Whatever you have…” Что бы у них ни было..."

Kahve hareketlerinde 3. |dans les mouvements 3\. In coffee moves. 3 в кофейных движениях. Dalganın içinde olduğumuzu söylemiştim ya. la vague|||| I told you we were in the wave. Я же говорил, что мы в волне. Kahvenin tüm yönleriyle en kaliteli şekilde içilmeye çalışıldığı bir dönem demiştim. ||aspects||||à boire|on essaie||| I said it was a period when coffee was tried to be drunk in the best quality with all its aspects. J'avais dit qu'il y avait une période où l'on s'efforçait de boire le café dans toutes ses dimensions de la meilleure qualité. Я сказал, что это был период, когда кофе старались пить самого высокого качества во всех аспектах. Müzik benzetmesini devam ettirecek olursak artık sanat için sanat döneminde gibiyiz. |||continuera||||||| If we continue the music analogy, we are now in the art-for-art era. Si nous continuons la métaphore de la musique, nous sommes maintenant dans une période d'art pour l'art. Если продолжить аналогию с музыкой, то сейчас мы находимся в эпохе искусства ради искусства. Kahve için kahve. Coffee for coffee. Du café pour le café.

Kahve deyince artık ne kastettiğimi anlıyorsunuzdur. ||||je veux dire|vous comprenez You know what I mean when I say coffee. Nobel ödüllü şair ve müzisyen Bob Dylan'ın da kastettiği şeyi. |lauréat du prix Nobel||||Bob Dylan|de Dylan||ce à quoi| What the Nobel Prize-winning poet and musician Bob Dylan also meant. Zaten kendisi profesör gibi bir adam. He's like a professor anyway. В общем, он как профессор. Tıpkı kahve kelimesi gibi Bob Dylan'ın da kökleri bizim oralardan yola çıkmış. |||||||origines||ces lieux|| Just like the word coffee, Bob Dylan's roots originated in our region. Ataları Kağızman'dan Amerika'ya gelmiş. ses ancêtres|de Kağızman|| Their ancestors came to America from Kağızman. Его предки приехали в Америку из Кагызмана. Ve sanırım beraberinde “kahve bahane sohbet şahane” kültürünü de getirmiş. ||||||génial||| And I think it brought with it the culture of “coffee is an excuse, chat is wonderful”. И я думаю, что это принесло с собой культуру "кофе извините, поболтать - это здорово". Çünkü diyor ki Bob Dylan: ||||Dylan

“Bir fincandaki kahve gibidir hayat. |dans la tasse||| “Life is like coffee in a cup. Bazen tatlı, bazen değildir. Иногда сладко, иногда нет. Önemli olan kahvenin tadı değil zaten, onu kiminle içtiğinizdir.” ||||||||avec qui Важен не вкус кофе, а то, с кем вы его пьете".