×

Mes naudojame slapukus, kad padėtume pagerinti LingQ. Apsilankę avetainėje Jūs sutinkate su mūsų slapukų politika.

image

TED x Istanbul, İstanbul'da Yaşamayın İstanbul'u Yaşayın | Saffet Emre Tonguç | TEDxIstanbul

İstanbul'da Yaşamayın İstanbul'u Yaşayın | Saffet Emre Tonguç | TEDxIstanbul

Transcriber: Gözde Caymazer Gözden geçirme: Mehmet Şeker

Saffet Emre Tonguç Modern Evliya Çelebi

Yüz otuz civarında ülkeye gitmiş, yüzlerce şehir görmüş bir seyahat yazarı

ve profesyonel bir rehber olarak ben size en sevdiğim şehri anlatacağım.

Hatta bu şehirle ilgili bir sloganım da var:

‘'İstanbul'da yaşamayın, İstanbul'u yaşayın.'' diye.

Fakat bunun için öncelikle bir psikiyatristin koltuğuna oturup

çocukluğuma, geçmişe geri dönmem gerekiyor.

Benim çocukluğum, bana göre İstanbul'un en güzel köyünde geçti, yani Kandilli'de;

iki bin kişinin yaşadığı, iki sarayın bahçeleri arasına

bir vadiye sıkışmış bir köyde.

Ve benim çocukluğumda hâlâ mahalleli kültürü vardı.

İnsanlar birbirlerini tanırlardı ve şimdiki gibi servis minibüsleriyle

okula gidilmezdi.

Bir pasom vardı vapura binerdim, bu Şirket-i Hayriye'nin vapurlarına

ve onunla kıtalar arası yolculuk yaptığımı bilmeksizin Beşiktaş'a giderdim.

Oradan da 1950 model Cadillac'lara, aynı zamanda Chevrolet'lere biner

ve Nişantaşı'ndaki okuluma giderdim.

Bugün okulumun yerinde alışveriş merkezi var.

Bu İstanbul'u sevmeme engel mi? Asla değil.

Hâlâ İstanbul'un her şeye rağmen Dünya'nın en güzel şehri olduğuna inanıyorum.

Ve bu çerçevede isterseniz gelin İstanbul'da birazcık dolaşalım diyorum.

Şimdi İstanbul'u dolaşmak için ne yapmak lazım?

Tarihi Yarımada'ya gitmek lazım, yani Suriçi denilen bölgeye.

Biliyorsunuz İstanbul yedi tepe üzerine kurulmuş.

Neden?

Çünkü Roma yedi tepe üzerine kurulmuş.

O yüzden de Konstantin buraya geldiğinde yedi tepe üzerine kurulu

yeni bir şehir istemiş.

Bu yüzden şehrin diğer bir adı da Yeni Roma olarak geçiyor.

Ve ne yapmış?

Yedi tepeyi birbirinden güzel eserlerle taçlandırmış.

Sakın yedi tepe neresidir diye sorarlarsa Çamlıca, Güzeltepe, Fikirtepe,

Gayrettepe falan demeyin.

Hepsi bunların tarihi yarımadada yer alıyor.

Ve Osmanlılar ne yapmış?

Yedi tepeye birbirinden güzel camiler yapmış.

İsterseniz bunları bir sayarak başlayalım işe.

Birinci tepede Sultan Ahmet Cami var.

Altı minaresiyle çok görkemli

ve tam karşısında da bana göre dünya mimarlık tarihinin en olağanüstü

eserlerinden bir tanesi olan Ayasofya, yani Kutsal Bilgelik Kilisesi bulunuyor ki

şu anda bir müze olarak kullanılıyor

ve içine girdiğinizde, iki dinin bir arada kardeşlik içinde görebileceğiniz

dünyadaki tek mekân olarak geçiyor.

Oradan ikinci tepeye geçiyoruz.

Bizi selamlayan, karşımıza çıkan, Nuruosmaniye Cami.

Tam Kapalı Çarşı'nın girişinde.

III. Osman yaptırdığı için ne demiş?

"Osman'ın Işığı" demiş ve gerçekten ışıklar içerisinde bir cami.

Ama üçüncü tepeye gittiğinizde, bana göre şehrin en muhteşem cami bulunuyor.

Koca Sinan'ın yaptığı; Süleymaniye.

Kanuni'nin tahta çıkışının otuzuncu yıl dönümünde yapmış bunu

ve dört tane minareyle süslemiş bu camiyi.

Neden dört tane minare?

Çünkü Kanuni, Osmanlı'nın İstanbul'u fethinden sonra başa geçen dördüncü sultan

ve aynı zamanda on tane de birbirinden güzel şerefe, yani balkon yapmış.

Bu da Kanuni'nin, Osmanlı'nın kuruluşundan

itibaren onuncu sultan olduğunu gösteriyor.

İsterseniz dördüncü tepeye doğru yola çıkalım

ve karşımıza Fatih Cami'nin çıktığını göreceğiz.

Fatih Camii aslında baktığınızda Osmanlı'nın

dört yüz yıl yaşadığı saraydan çok uzakta.

Peki neden orayı seçmiş? Aslında bir sebebi var.

Çünkü Kanuni üçüncü tepeye yapmış, fakat dördüncü tepeye Fatih yapmış.

Çünkü orada Konstantin'in mezarı bulunuyormuş.

Yani şehrimizi kuran kişinin mezarı.

Ve Havarium Kilisesi'nin, On İki Havariler Kilisesi'nin içindeymiş.

Dolayısıyla kendisini çok önemli bir Roma İmparatoru'yla özdeşleştirdiği için

dördüncü tepeyi tercih etmiş Fatih.

Ve çok enteresan bir şey daha söyleyeyim, türbesi de hemen Konstantin'in Türbesi'nin

olduğu yere yapılmış.

Beşinci tepeye geldiğimizde ise muhteşem bir başka cami ile karşılaşıyoruz.

Çarşamba'da Yavuz Sultan Selim Cami.

Fatih'in devamında bulunuyor Yavuz Sultan Selim Cami

ve Kanuni'nin babası için yapılmış.

Haliç'e, o muhteşem manzaraya bakan, olağanüstü bir cami.

İsterseniz altıncı tepeye gidelim.

Altıncı tepede ise Mihrimah Sultan Cami'ni göreceksiniz.

Şimdi hep bir hikâye vardır, Mihrimah'a âşıktı Koca Sinan,

onun için birbirinden güzel iki tane cami yaptı.

Bir tanesi Üsküdar'daydı, bir tanesi ise Edirnekapı'daydı.

Yani altıncı tepedeydi.

Edirnekapı'da güneş batarken, Üsküdar'da ise ay çıkardı.

Bu gerçek mi?

Aslında gerçek olup olmadığı bilinmiyor.

Peki nedeni ne?

1972 de Arthur Stratton isimli bir İngiliz bir kitap yazıyor, Mimar Sinan kitabi.

Aynı dizi taktiği, kitabın çok satması için ne yapacak?

Kan, kin, nefret, aşk, entrika katacak işin içine.

O yüzden de böyle bir hikâye uydurmuş

ve Koca Sinan'ın Mihrimah'a âşık olduğunu söylemiş.

Çünkü Mihrimah'ı biliyorsunuz güneş ve ay demek.

O yüzden de Arthur Stratton güneşli aylı bir aşk hikâyesi yapmış.

Yedinci tepeye geldiğimizde çoğu zaman insanlar nerede olduğunu bilmezler.

Oysa bana göre İstanbul'un en çok tarihi eser olan semtlerinden biridir.

Ama biz maalesef oradaki hastaneyi biliriz; Cerrahpaşa.

İstanbul'un yedinci tepesidir ve gene Mimar Sinan'ın bir eseri karşımıza çıkar.

Bu sefer neyi görürüz? Haseki Hürrem Cami'ni görürüz.

Bunlar İstanbul'un birbirinden güzel yedi tepesi.

Ama sadece güzellikler burada değil, İstanbul'un tamamına dağılmış bir şekilde.

Çok şanslı olduğumuzu düşünüyorum.

Çünkü İstanbul iki kıta üzerine kurulmuş, üç imparatorluğa yani Roma'ya, Bizans'a

ve Osmanlı'ya ev sahipliği yapmış, olağanüstü bir şehir.

Aynı zamanda içinden deniz geçen tek şehir olarak geçiyor.

İsterseniz yukarıdan, tepelerden aşağıya inelim ve Mısır Çarşısı civarına gelelim.

Mısır Çarşısı biliyorsunuz, İpek Yolu'nun son durağı.

Oraya gelen baharatlar, Mısır Çarşısı'ndan Avrupa'nın değişik limanlarına götürülmüş.

Fakat hemen yakınında, bana göre mücevher gibi bir cami var.

Zaten Newsweek dergisi de, Avrupa'nın Elli Mücevher'inden

bir tanesi olarak belirtti bu yeri:

Rüstem Paşa Cami.

Yani Mihrimah'nın kocası için yapılan Rüstem Paşa Cami

ve olağanüstü İznik çinilerini göreceğiniz bir Mimar Sinan eseri,

Rüstem Paşa Cami.

Fakat Rüstem Paşa Cami'nde bu çinilerin bir kısmı çalınmış.

Bununla ilgili bir anımı anlatmak istiyorum.

Ağırlıklı olarak Amerikalılarla tur yapıyorum.

Bir gün bir aile ile şehri dolaşıyoruz ve aile dedi ki,

''Biz Rüstem Paşa Cami'ne gitmek istiyoruz.''

Çok sevindim, dedim ki ne kadar sofistike insanlar, ne kadar bilgililer,

Rüstem Paşa'nın farkındalar, böyle güzel bir cami olduğunu da biliyor.

Çünkü herkes biliyorsunuz Sultan Ahmet Cami'ne gider, Süleymaniye'ye gider.

Bunlar dedim küçük de olsa çok güzel mücevher gibi

bir camiyi görmeye gidecekler.

Biz gittik.

Ben heyecanlı bir şekilde sordum ''Nereden biliyordunuz bu caminin

bu kadar özel olduğunu? ''

Adam şöyle bana bir baktı.

‘'Amerika'da'' dedi ‘'çok ünlü bir müzayede salonu var,

burada çalınan çinileri sattılar, çiniler de bizim evde duruyor,

nerede olduğunu merak ettiğimiz için gelip baktık'' dedi.

Böyle içime böyle bir acı sindi.

Ama keşke çaldırmasaydık ve hâlâ aynı yerde dursaydı o güzelim çiniler.

Onun tam karşısında hep önünden geçtiğimiz bir başka cami var:

Ahi Çelebi Cami.

Ve caminin çok ilginç bir özelliği var.

Evliya Çelebi'yi biliyorsunuz, orada bir gün uykuya dalıyor

ve rüyasında ne diyor biliyor musunuz Evliya Çelebi?

‘'Şefaat ya Resulallah'' diyeceğine ‘'Seyahat ya Resulallah'' diyor.

Ve ondan sonra da bütün dünyayı gezmeye başlıyor.

İsterseniz Galata Köprüsü'nden karşıya doğru geçelim.

Galata Köprüsü aslında iki kıtayı değil

ama eski ile yeni şehri birbirine bağlıyor.

Ve çok ilginç de bir hikâyesi var.

Kırım Savaşı esnasında İngiliz askerler bu köprüden geçiyorlar.

Köprüyü çok beğeniyorlar

ve ondan ilham alıyorlar ve tarihi yarımadada oynadıkları oyuna da

köprüden dolayı "bridge" yani "köprü" adını veriyorlar.

Ve gerçekten de Galata Köprüsü sayesinde eski ile yeni şehir buluşuyorlar.

Çünkü Bizanslılar ve Osmanlılar, yüzyıllarca hep tarihi yarımadada,

Suriçinde yaşıyorlar.

Karşıya baktıkları için Bizanslılar ne diyor?

"Karşı" yani "Pera" diyorlar ve köprü yapıldıktan sonra Pera'ya taşınıyorlar.

Özellikle de Levantenler, yani Avrupalı gayrimüslimler,

Pera'da oturmayı tercih ediyorlar.

Ve birbirinden güzel binalar yapılıyor.

Bana göre İstanbul'un en sıradan olma sebeplerinden biri

birbirinden güzel mimariye sahip olması.

Baktığınızda Roma'yı Bizans'ı Osmanlı'yı, ama Avrupa'nın da Barok'undan tutun

Art Nouveau'suna kadar bütün mimari üsluplarını görebiliyorsunuz.

Bir Pera Palas Oteli var, dünyalar güzeli bir otel

ve İkinci Dünya Savaşı'nda baktığınızda bu Pera Palas Oteli,

adeta bütün casusların cirit attığı bir yer olmuş.

Mata Hari de o casuslardan bir tanesi.

Ama bana göre en ilginç hikâye sahibi ile ilgili.

Sahibi Misbah Muhayyeş,

Beyrut'lu ve Atatürk'e de Kurtuluş Savaşı esnasında

çok yardımcı olan isimlerden biri.

Dolayısıyla Misbah Muhayyeş otelde güzel zaman geçiriyor.

Ama çok asosyal bir adam ve hiç kimselerle konuşmuyor.

Bir tane kedisi var on dokuz kiloluk ve insanlar onunla sohbet edebilmek için

kediye iyi davranmak zorunda kalıyorlar.

Bir gün kedi ölüyor.

Adam başını duvarlara vura vura intihar ediyor.

Demek ki para her zaman saadet getirmiyor.

Ve hemen aşağı inelim isterseniz Pera'dan.

Tophane'de karşımıza olağanüstü güzel bir cami çıkacak.

Caminin adı Kılıç Ali Paşa Cami.

Gene bir Mimar Sinan eseri.

Mimar Sinan yapmış bu muhteşem camiyi.

Fakat batılı kaynaklara baktığınızda, Don Kişot'un Cami olarak geçiyor.

Peki neden Don Kişot'un Cami demişler?

Çünkü bu camiyi yaptıran Occhiali isimli bir İtalyan aslında ve devşirme.

Dolayısıyla İnebahtı'nda gösterdiği kahramanlıktan dolayı

adını Kılıç Ali Paşa yapıyorlar.

Ve Kılıç Ali Paşa, İnebahtı Savaşı esnasında bir esir getiriyor.

Getirdiği esir ise kim?

Cervantes, yani Don Kişot'un yazarı.

Ve dediklerine göre yıllarca çalışıyor, hatta kalem işlerinin bazılarını

camideki Cervantes yapıyor.

Bazı kaynaklar daha da ileri gidiyorlar,

diyorlar ki Kılıç Ali Paşa öyle ilginç bir karakterdi ki,

Cervantes ondan çok etkilendiği için Don Kişot'un karakterini oturturken

ondan faydalandı.

Ve bu yüzden de batılı kaynaklarda Don Kişot'un Cami olarak görüyoruz.

Ardından Boğaz'da, bana göre Dünya'nın en güzel su yolunda ilerlediğimizde,

çok güzel ilginç şeyler karşımıza çıkıyor.

Bir tanesi Beylerbeyi Sarayı.

Beylerbeyi Sarayı'nı biliyorsunuz Abdüllaziz yaptırıyor.

Önemli sultanlardan biri.

Ve diyorlar ki oraya aslında Süveyş Kanalı'nın açılışı için

lll. Napolyon'nun karısı geldi. Yani Eugenie geldi.

Ve Eugenie ile Sultan büyük bir aşk yaşadılar.

Hatta İspanyol bir yazarın bununla ilgili bir kitabı da bulunuyor.

Her neyse bu ikili bir gemiye atlıyorlar ve Süveyş Kanalı'na gidiyorlar.

Şimdi anlatacağım hikâye Süveyş Kanalı'yla ilgili.

O dönemde Süveyş Kanalı, Mısır, Osmanlı'nın bir parçası.

Zaten 1914'e kadar da Osmanlı'ya bağlı kalıyor

ve Hidiv denen valiler tarafından yönetiliyor.

Sultana diyorlar ki ''Yav sultanım şu Süveyş Kanalı çok güzel bir yer,

ne de olsa Afrika ile Asya'nın bir araya geldiği bir nokta.

Neden biz buraya şöyle görkemli bir eser yapmıyoruz?''

Sultanın da aklına yatıyor, tamam diyor, parayı da bastırıyor.

Bunlar Fransız Frederic Bartholdi isimli bir heykeltraş buluyorlar.

Ve Frederic Bartholdi, Gustave Eiffel'in, yani Eyfel Kulesi'ni yapan

Gustave Eiffel'in yardımıyla iç mekaniğini hazırlıyor, heykeli bitiriyor.

Tam dikecekler bizimkiler vazgeçiyor.

Diyorlar ki ''Yav biz müslüman bir ülkeyiz,

eğer biz bunu dikersek millet bizi topa tutar.

O yüzden de projeden vazgeçiyorlar

ve Frederic Bartholdi bu güzelim heykeli

maalesef bir depoya kaldırmak zorunda kalıyor.

Aradan yıllar geçiyor, 1869'da Süveyş Kanalı açılmış,

kanal için Aida operası özel olarak besteletmiş.

Ve 1876'a geliyoruz, yani Amerika'nın 100. kuruluş yıl dönümüne.

Fransız iş adamları diyorlar ki ''Yav şu Amerikalı kardeşlerimize

güzel bir hediye versek ne hoş olur.''

Bunun için de Frederic Bartholdi'le konuşuyorlar.

Adam uyanık, zaten elinde bir tane heykel var, heykel depoda duruyor.

Hemen heykelin yüzünü biraz değiştiriyor, annesini model olarak kullanıyor.

Allıyor pulluyor heykeli ve heykel parçalar hâlinde,

gemiyle New York limanının girişine götürülüyor.

Hürriyet Heykeli yada Özgürlük Heykeli, parasını bizim verdiğimiz,

fakat düdüğünü Fransızların çaldığı bir heykel olarak karşımıza çıkıyor.

Gerçekten İstanbul birbirinden ilginç hikâyelerle dolu.

Ben şunu söylüyorum, ''İstanbul iyi yada kötü,

her köşesinde bir sürprizin olduğu bir şehir.''

Altı tane kitap yazmamın sebebi de zaten İstanbul'a olan aşkımdan kaynaklanıyor.

Ve "İstanbul hakkında her şey" kitabımın girişinde şunu yazdım,

"Her şeye rağmen dünyanın en güzel şehri olan İstanbul'a".

Çünkü bunu çok yürekten söylüyorum, o ''Her Şey''in içini

istediğiniz gibi doldurabilirsiniz.

Ama gene de İstanbul bana göre Dünya'nın en güzel şehri.

İsterseniz hikâyelerimize devam edelim.

Şimdi Beylerbeyi Sarayı'na bir uğramıştık.

Onun devamında Beylerbeyi Cami bulunuyor.

Beylerbeyi Cami'ni yaptıran kim?

l. Abdülhamit yaptırıyor.

Peki Abdülhamit ile biraz sonra anlatacağım kadının ilişkisi ne?

İki tane küçük Fransız kızın hikâyesi bu.

Kızlar Paris'te okuyorlar, fakat Martenik kökenliler.

Martenik biliyorsunuz Karayipler'deki bir Fransız adası.

Ve kızlar bir falcıya gidiyorlar çocukken.

Falcı kristal küresini çıkartıyor bakıyor, diyor ki,

''Vallahi'' diyor ''ikiniz de kraliçe olacaksınız'' diyor.

''Biriniz doğunun yani orientin, biriniz batının oksidentin

kraliçesi olacaksınız.''

Kızlar bu işe pek akıl sır erdiremiyorlar.

Yani nasıl olacak da ikimiz de birden kraliçe olacağız diye.

Ve bu çerçevede ne yapıyorlar?

Okullarına devam ediyorlar, yıllar geçiyor.

Kızlardan bir tanesi Josephine, Napolyon'un karısı oluyor.

Ve o dönemde Napolyon Avrupa'nın büyük bir kısmına hâkim.

Ve batının kraliçesi oluyor Josephine.

Peki Emma'ya ne oluyor?

Emma okulu bitirmiş, bir gemiye biniyor, tıngır mıngır Atlantik'i geçecekler

ve Martina'ya gidecekler.

Yolda korsanlar durduruyorlar gemiyi ve kızı kaçırıyorlar.

Önce Cezayir'e götürüyorlar.

Cezayir Beyi hediye olarak kızı hareme yolluyor

ve kızın adını değiştiriyorlar.

Otuz altı tane Osmanlı Sultanı var,

bunların otuz dördünün annesi ise devşirme.

O da onlardan bir tanesi.

Bir isim veriyorlar, Nakşidil, yani gönüllere nakşedilmiş.

Ve Nakşidil Sultan ll. Mahmut'un annesi oluyor.

Dolayısıyla aynı zamanda Valide Sultan ünvanına da sahip olduğu için

doğunun, orientin kraliçesi oluyor.

Hikâyeler İstanbul'da hiç bitmiyor.

O kadar kadim bir şehir ki burası, sekiz bin yıllık bir tarihe sahip.

Nereyi kazsanız altından ya bir hikâye çıkıyor

ya da tarihi bir eser çıkıyor.

Learn languages from TV shows, movies, news, articles and more! Try LingQ for FREE

İstanbul'da Yaşamayın İstanbul'u Yaşayın | Saffet Emre Tonguç | TEDxIstanbul |don't live||live|Saffet||Tonguç| |لا تعيشوا||عيشوا|صفاء|إيمري|تونغوتش|تيد إكس إسطنبول Lebe nicht in Istanbul, lebe Istanbul | Saffet Emre Tonguç | TEDxIstanbul Don't Live in Istanbul Experience Istanbul | Saffet Emre Tonguc | TEDxIstanbul Ne vivez pas à Istanbul, vivez Istanbul | Saffet Emre Tonguç | TEDxIstanbul Не живите в Стамбуле, живите Стамбулом | Saffet Emre Tonguç | TEDxIstanbul Lev inte i Istanbul, lev Istanbul | Saffet Emre Tonguç | TEDxIstanbul لا تعيشوا في إسطنبول، عيشوا إسطنبول | سافيت إمري تونغوت | TEDxIstanbul

Transcriber: Gözde Caymazer Gözden geçirme: Mehmet Şeker Transcriber|Gözde|Caymazer|Gözden||| |عيون|جيمزر|من عيون|مراجعة|محمد|شكر Transcriber: Gözde Caymazer Review: Mehmet Şeker ناسخ: غوزدي جيمزر مراجعة: محمد شكر

Saffet Emre Tonguç Modern Evliya Çelebi صفّت|إمري|تونج|حديث|أوليا|جليبي ||||Evliya|Çelebi سافيت إمري تونغوت، ابن سليم الحديث

Yüz otuz civarında ülkeye gitmiş, yüzlerce şehir görmüş bir seyahat yazarı مئة|ثلاثون|حوالي|إلى البلدان|قد سافر|مئات|مدينة|قد رأى|كاتب|سفر|رحالة A travel writer who has been to around one hundred and thirty countries and seen hundreds of cities. كاتب رحلات زار حوالي مئة وثلاثين دولة، ورأى مئات المدن

ve profesyonel bir rehber olarak ben size en sevdiğim şehri anlatacağım. و|محترف|واحد|مرشد|كـ|أنا|لكم|أكثر|أحب|مدينة|سأخبركم وسأخبركم عن مدينتي المفضلة كمرشد محترف.

Hatta bu şehirle ilgili bir sloganım da var: حتى|هذه||المتعلقة|واحد|شعاري|أيضا|موجود بل لدي شعار يتعلق بهذه المدينة:

‘'İstanbul'da yaşamayın, İstanbul'u yaşayın.'' diye. |لا تعيشوا||عيشوا| ‘'لا تعيشوا في إسطنبول، عيشوا إسطنبول.'' كما أقول.

Fakat bunun için öncelikle bir psikiyatristin koltuğuna oturup |||||روانپزشک|| لكن|هذا|من أجل|أولاً|واحد|طبيب نفسي|على كرسيه|الجلوس لكن قبل ذلك، يجب أن تجلسوا على كرسي طبيب نفسي.

çocukluğuma, geçmişe geri dönmem gerekiyor. به کودکی‌ام|||| إلى طفولتي|إلى الماضي|مرة أخرى|عودتي|يجب يجب أن أعود إلى طفولتي، إلى الماضي.

Benim çocukluğum, bana göre İstanbul'un en güzel köyünde geçti, yani Kandilli'de; لي|طفولتي|لي|حسب||الأكثر|جميلة|في قريته|قضى|يعني|في كانديلي ||||||||||in Kandilli طفولتي قضيتها، برأيي، في أجمل قرية في إسطنبول، أي في كانديلي؛

iki bin kişinin yaşadığı, iki sarayın bahçeleri arasına اثنان|ألف|شخص|يعيش|اثنان|قصر|حدائق|بين |||||of the palace|| في قرية يقطنها ألفي شخص، محصورة بين حدائق قصرين

bir vadiye sıkışmış bir köyde. |دره||| أحد|وادي|محاصر|أحد|في القرية |valley|stuck|| في وادٍ.

Ve benim çocukluğumda hâlâ mahalleli kültürü vardı. و|لي|في طفولتي|لا يزال|من الحي|الثقافة|كانت موجودة ||||neighborhood|| وكان لا يزال هناك ثقافة الجوار في طفولتي.

İnsanlar birbirlerini tanırlardı ve şimdiki gibi servis minibüsleriyle |بعضهم البعض|كانوا يعرفون|و|الحالي|مثل|خدمة|بالحافلات الصغيرة ||would know||||| كان الناس يعرفون بعضهم البعض، ولم يكن هناك حافلات صغيرة مثل اليوم.

okula gidilmezdi. إلى المدرسة|لم يكن يُذهب |was not gone لم يكن الذهاب إلى المدرسة يتم بالحافلات.

Bir pasom vardı vapura binerdim, bu Şirket-i Hayriye'nin vapurlarına یک||||||||| كان|جواز سفري|موجود|في العبارة|أركب|هذه|||الحيرية|للعبارات |passenger|||||||of Hayriye|to its ferries كان لدي باص، وكنت أركب العبارة، هذه كانت عبارات شركة خيرية.

ve onunla kıtalar arası yolculuk yaptığımı bilmeksizin Beşiktaş'a giderdim. و|معه|القارات|بين|سفر|قمت|دون أن يعرف|إلى بشيكتاش|كنت أذهب ||continents||||without knowing|| وكنت أذهب إلى بشيكتاش دون أن أعلم أنني أقوم برحلات عبر القارات.

Oradan da 1950 model Cadillac'lara, aynı zamanda Chevrolet'lere biner من هناك|أيضا|طراز|كاديلاك|نفس|في نفس الوقت|شيفروليه|يركب |||to Cadillacs|||to Chevrolets| ومن هناك كنت أركب سيارات كاديلاك موديل 1950، وكذلك شيفروليه.

ve Nişantaşı'ndaki okuluma giderdim. و|في نيشانتاشي|إلى مدرستي|كنت أذهب |in Nişantaşı|to my school| وكنت أذهب إلى مدرستي في نيشانتاشي.

Bugün okulumun yerinde alışveriş merkezi var. اليوم|مدرستي|في مكانها|التسوق|المركز|موجود |my school|||| اليوم، في مكان مدرستي، يوجد مركز تسوق.

Bu İstanbul'u sevmeme engel mi? Asla değil. هذا||حبي|عائق|أداة استفهام|أبدا|ليس هل يمنعني هذا من حب إسطنبول؟ أبداً لا.

Hâlâ İstanbul'un her şeye rağmen Dünya'nın en güzel şehri olduğuna inanıyorum. لا زلت||كل|شيء|رغم|العالم|الأكثر|جمالا|مدينة|أنها|أؤمن ما زلت أؤمن أن إسطنبول هي أجمل مدينة في العالم رغم كل شيء.

Ve bu çerçevede isterseniz gelin İstanbul'da birazcık dolaşalım diyorum. ||در این چارچوب|||||| و|هذا|في الإطار||تعالوا||قليلاً|نتجول|أقول |||||||we should walk around| وفي هذا الإطار، أقول لكم دعونا نتجول قليلاً في إسطنبول إذا أردتم.

Şimdi İstanbul'u dolaşmak için ne yapmak lazım? الآن||التجول|من أجل|ماذا|فعل|ضروري الآن، ماذا يجب أن نفعل للتجول في إسطنبول؟

Tarihi Yarımada'ya gitmek lazım, yani Suriçi denilen bölgeye. تاريخ|إلى شبه الجزيرة|الذهاب|ضروري|يعني|سوريتشي|المسمى|إلى المنطقة |to the Peninsula||||the Old City|| يجب الذهاب إلى شبه الجزيرة التاريخية، أي إلى المنطقة المعروفة باسم سوريك.

Biliyorsunuz İstanbul yedi tepe üzerine kurulmuş. أنتم تعرفون||سبع|تلة|على|مبنية |||hills|| كما تعلمون، تم بناء إسطنبول على سبع تلال.

Neden? لماذا؟ لماذا؟

Çünkü Roma yedi tepe üzerine kurulmuş. لأن|روما|سبعة|تلال|على|مُؤَسَّسَة لأن روما بنيت على سبع تلال.

O yüzden de Konstantin buraya geldiğinde yedi tepe üzerine kurulu هذا|السبب|أيضا|قسطنطين|إلى هنا|عندما جاء|سبعة|تلال|على|مبنية لذلك عندما جاء قسطنطين إلى هنا، أراد مدينة جديدة مبنية على سبع تلال.

yeni bir şehir istemiş. جديد|واحد|مدينة|طلب لهذا السبب يُعرف المدينة أيضًا باسم روما الجديدة.

Bu yüzden şehrin diğer bir adı da Yeni Roma olarak geçiyor. هذا|بسبب|المدينة|الآخر|واحد|اسم|أيضا|جديدة|روما|ك|يُعتبر وماذا فعل؟

Ve ne yapmış? و|ماذا|فعل

Yedi tepeyi birbirinden güzel eserlerle taçlandırmış. سبعة|التلال|من بعضهم البعض|جميلة|بالتحف|قد توجها ||||works|crowned توجّهت سبع تلال بأعمال جميلة.

Sakın yedi tepe neresidir diye sorarlarsa Çamlıca, Güzeltepe, Fikirtepe, احذر|سبع|تلة|أين هي|أن|يسألون إذا|تشامليجا|غوزالتبه|فكرتبه |||where is||||| إذا سألوا أين هي سبع تلال، فلا تقل شاملة، أو جميلة، أو فكرية،

Gayrettepe falan demeyin. Gayrettepe|| غايرتيبي|مثل|لا تقولوا أو غايرتيبي.

Hepsi bunların tarihi yarımadada yer alıyor. كلهم|هؤلاء|التاريخ|في شبه الجزيرة|يقع|موجود |||on the peninsula|| كلها تقع في هذه المنطقة التاريخية.

Ve Osmanlılar ne yapmış? و|العثمانيون|ماذا|فعلوا وماذا فعل العثمانيون؟

Yedi tepeye birbirinden güzel camiler yapmış. سبعة|تلال|من بعضهم البعض|جميلة|مساجد|بنى ||||mosques| لقد بنوا مساجد جميلة على سبع تلال.

İsterseniz bunları bir sayarak başlayalım işe. |هذه الأشياء|واحد|بالعد|لنبدأ|العمل إذا أردتم، يمكننا أن نبدأ بعدّها.

Birinci tepede Sultan Ahmet Cami var. الأول|على التل|السلطان|أحمد|مسجد|يوجد في التل الأول يوجد مسجد السلطان أحمد.

Altı minaresiyle çok görkemli ستة|بمآذنه|جدا|رائعة |with its minaret|| مهيب بستة مآذن

ve tam karşısında da bana göre dünya mimarlık tarihinin en olağanüstü و|تمام|أمامه|أيضا|لي|حسب|عالم|العمارة|تاريخ|الأكثر|روعة |||||||architecture||| وأمامها مباشرة، أرى أنها واحدة من أعظم الأعمال في تاريخ العمارة العالمية

eserlerinden bir tanesi olan Ayasofya, yani Kutsal Bilgelik Kilisesi bulunuyor ki of his works|||||||||| من أعمالهم|واحد|من|الذي|آيا صوفيا|يعني|المقدس|الحكمة|كنيسة|موجودة|الذي وهي آيا صوفيا، أي كنيسة الحكمة المقدسة، التي

şu anda bir müze olarak kullanılıyor الآن|في الوقت|كـ|متحف|كـ|يُستخدم تستخدم حالياً كمتحف

ve içine girdiğinizde, iki dinin bir arada kardeşlik içinde görebileceğiniz و|في|دخلتم|اثنين|دين|واحد|معًا|أخوة|في|يمكنكم رؤيته ||when you enter||||||| وعندما تدخلونها، يمكنكم رؤية الأخوة بين دينين معًا

dünyadaki tek mekân olarak geçiyor. في العالم|الوحيد|مكان|ك|يُعتبر تعتبر المكان الوحيد في العالم.

Oradan ikinci tepeye geçiyoruz. من هناك|الثانية|إلى التلة|ننتقل ننتقل من هناك إلى القمة الثانية.

Bizi selamlayan, karşımıza çıkan, Nuruosmaniye Cami. نحن|يحيينا|أمامنا|يظهر|نور عثمانية|مسجد ||||Nuruosmaniye| المسجد النور عثمانية الذي يرحب بنا، يظهر أمامنا.

Tam Kapalı Çarşı'nın girişinde. تمام|مغلق|السوق|عند المدخل |||at the entrance عند مدخل السوق المغطاة.

III. Osman yaptırdığı için ne demiş? III(1)|Osman|||| |عثمان|أنشأ|من أجل|ماذا|قال ماذا قال لأنه بناه السلطان عثمان الثالث؟

"Osman'ın Işığı" demiş ve gerçekten ışıklar içerisinde bir cami. of Osman|Light||||||| عثمان|ضوء|قال|و|حقا|الأضواء|داخل|واحد|مسجد قال "نور عثمان" وهو بالفعل مسجد وسط الأضواء.

Ama üçüncü tepeye gittiğinizde, bana göre şehrin en muhteşem cami bulunuyor. لكن|الثالثة|إلى التلة|عندما تذهبون|لي|حسب|المدينة|الأكثر||مسجد|يوجد لكن عندما تذهب إلى التل الثالث، يوجد برأيي أجمل مسجد في المدينة.

Koca Sinan'ın yaptığı; Süleymaniye. الكبير|سنان|الذي بناه|سليمانية |Sinan's||Suleymaniye ما فعله المعمار سنان؛ سليمانية.

Kanuni'nin tahta çıkışının otuzuncu yıl dönümünde yapmış bunu of Kanuni||ascension|thirtieth|||| القانوني|العرش|صعوده|الثلاثين|سنة|الذكرى|فعل هذا|هذا قام بذلك في الذكرى الثلاثين لتولي القانوني العرش.

ve dört tane minareyle süslemiş bu camiyi. و|أربعة|عدد|بالمآذن|زينت|هذا|المسجد ||||decorated|| وزين هذه المسجد بأربعة مآذن.

Neden dört tane minare? لماذا|أربعة|عدد|مئذنة |||minare لماذا أربعة مآذن؟

Çünkü Kanuni, Osmanlı'nın İstanbul'u fethinden sonra başa geçen dördüncü sultan لأن|القانوني|العثمانيين||من الفتح|بعد|إلى الحكم|الذي تولى|الرابع|سلطان ||||conquest||||| Because Kanuni was the fourth sultan to come to power after the conquest of Istanbul by the Ottomans. لأن القانوني هو السلطان الرابع الذي تولى الحكم بعد فتح العثمانيين للقسطنطينية.

ve aynı zamanda on tane de birbirinden güzel şerefe, yani balkon yapmış. و|نفس|الوقت|عشرة|قطع|أيضا|من بعضهم البعض|جميلة|شرفات|يعني|شرفة|بنى ||||||||balconies||| and at the same time, he built ten beautiful balconies, or 'şerefe'. كما أنه قام ببناء عشرة شرفات جميلة، أي شرفات.

Bu da Kanuni'nin, Osmanlı'nın kuruluşundan هذا|أيضا|القانوني|العثمانيين|من تأسيس This also shows Kanuni's significance since the establishment of the Ottoman Empire. وهذا يدل على أن القانوني هو السلطان العاشر منذ تأسيس الدولة العثمانية.

itibaren onuncu sultan olduğunu gösteriyor. اعتبارا من|العاشر|سلطان|أنه|يظهر It shows that he has been the tenth sultan since the foundation of the Ottoman Empire.

İsterseniz dördüncü tepeye doğru yola çıkalım |الرابعة|إلى التلة|نحو|الطريق|نخرج إذا أردتم، دعونا نبدأ الطريق نحو التل الرابع.

ve karşımıza Fatih Cami'nin çıktığını göreceğiz. و|أمامنا|فاتح|جامع|ظهوره|سنرى وسنرى أمامنا مسجد الفاتح.

Fatih Camii aslında baktığınızda Osmanlı'nın الفاتح|جامع|في الواقع|عندما تنظر|العثمانيين |Mosque||| مسجد الفاتح في الواقع بعيد جداً عن القصر الذي عاشت فيه الدولة العثمانية لمدة أربعمائة عام.

dört yüz yıl yaşadığı saraydan çok uzakta. أربعة|مئة|سنة|عاش|من القصر|جدا|بعيدا ||||from the palace||

Peki neden orayı seçmiş? Aslında bir sebebi var. حسنا|لماذا|ذلك المكان|اختار|في الواقع|واحد|سبب|موجود لماذا اختار ذلك المكان؟ في الواقع هناك سبب.

Çünkü Kanuni üçüncü tepeye yapmış, fakat dördüncü tepeye Fatih yapmış. لأن|القانوني|الثالث|إلى التل|قد بنى|لكن|الرابع|إلى التل|الفاتح|قد بنى لأن القانوني بنى على التل الثالث، لكن الفاتح بنى على التل الرابع.

Çünkü orada Konstantin'in mezarı bulunuyormuş. لأن||قسطنطين|قبر|موجود ||||was located لأن قبر قسطنطين كان هناك.

Yani şehrimizi kuran kişinin mezarı. يعني|مدينتنا|مؤسس|الشخص|قبره أي قبر الشخص الذي أسس مدينتنا.

Ve Havarium Kilisesi'nin, On İki Havariler Kilisesi'nin içindeymiş. و|هافاريوم|كنيسته|على||الحواريين|كنيسته|كانت داخلها |Havarium||||Apostles||was inside وكانت كنيسة هافاريوم داخل كنيسة الاثني عشر حواري.

Dolayısıyla kendisini çok önemli bir Roma İmparatoru'yla özdeşleştirdiği için لذلك|نفسه|جدا|مهم|واحد|روما||الذي يعتقد أنه هو|من أجل |||||||identifying| لذلك، لأنه ارتبط بشخصية إمبراطور روماني مهم جداً.

dördüncü tepeyi tercih etmiş Fatih. الرابع|التل|اختار|فعل|فاتح فضل الفاتح التل الرابع.

Ve çok enteresan bir şey daha söyleyeyim, türbesi de hemen Konstantin'in Türbesi'nin و|جدا|مثير للاهتمام|واحد|شيء|آخر|أخبرك|ضريحه|أيضا|مباشرة|قسطنطين|ضريح قسطنطين |||||||his tomb|||| وأقول شيئاً مثيراً للاهتمام، قبره أيضاً قريب من قبر قسطنطين.

olduğu yere yapılmış. الذي|المكان|تم بناؤه تم بناؤه في المكان الذي هو فيه.

Beşinci tepeye geldiğimizde ise muhteşem bir başka cami ile karşılaşıyoruz. الخامس|إلى التل|عندما وصلنا|فإننا|رائع|آخر|آخر|مسجد|مع|نواجه عندما وصلنا إلى التل الخامس، نواجه مسجداً رائعاً آخر.

Çarşamba'da Yavuz Sultan Selim Cami. يوم الأربعاء||||مسجد مسجد يافوز سلطان سليم في تشارشمبا.

Fatih'in devamında bulunuyor Yavuz Sultan Selim Cami of Fatih|||||| فاتح|في استمرار|يقع|يافوز|سلطان|سليم|جامع يقع مسجد يافوز سلطان سليم في استمرار الفاتح.

ve Kanuni'nin babası için yapılmış. و|القانوني|والد|من أجل|مُعَدّ وتم بناؤه لأب القانوني.

Haliç'e, o muhteşem manzaraya bakan, olağanüstü bir cami. to the Golden Horn|||view|||| إلى القرن الذهبي|ذلك|الرائع|المنظر|الذي يطل|الاستثنائي|واحد|مسجد مسجد رائع يطل على خليج القرن الذهبي، مع منظر مذهل.

İsterseniz altıncı tepeye gidelim. |السادسة|إلى التلة|لنذهب إذا أردتم، دعونا نذهب إلى التل السادس.

Altıncı tepede ise Mihrimah Sultan Cami'ni göreceksiniz. السادس|على التل|لكن|مِهرماه|سلطان|مسجدها|سترون |||Mihrimah||| في التل السادس، سترون مسجد ميمرماه سلطان.

Şimdi hep bir hikâye vardır, Mihrimah'a âşıktı Koca Sinan, الآن|دائماً|واحدة|قصة|موجودة|مِهرِمَاه|كان يحب|كوجا|سنان |||||to Mihrimah||| الآن هناك دائمًا قصة، كان كوجا سنان يحب مِهرِمَه.

onun için birbirinden güzel iki tane cami yaptı. له|من أجل|من بعضهم البعض|جميل|اثنان|قطعة|مسجد|بنى لذلك بنى مسجدين جميلين.

Bir tanesi Üsküdar'daydı, bir tanesi ise Edirnekapı'daydı. أحد|منهم|كان في أوسكودار|أحد|منهم|لكن|كان في إيديرني كابي ||was in Üsküdar||||was in Edirnekapı واحد كان في أوسكودار، والآخر كان في إديرنكابي.

Yani altıncı tepedeydi. يعني|السادس|كان على التل ||was on the hill أي أنه كان على التل السادس.

Edirnekapı'da güneş batarken, Üsküdar'da ise ay çıkardı. in Edirnekapı||setting|in Üsküdar|then|| في إديرنكابي|الشمس|عند غروبها|في أوسكودار|بينما|القمر|أشرق عندما كانت الشمس تغرب في إدرينكابي، كانت القمر يظهر في أسكودار.

Bu gerçek mi? هذا|حقيقي|؟ هل هذا حقيقي؟

Aslında gerçek olup olmadığı bilinmiyor. في الحقيقة|حقيقي|أن يكون|عدم|معروف ||being||it is not known في الواقع، لا يُعرف ما إذا كان حقيقيًا أم لا.

Peki nedeni ne? حسنا|السبب|ماذا ما هو السبب إذن؟

1972 de Arthur Stratton isimli bir İngiliz bir kitap yazıyor, Mimar Sinan kitabi. في|آرثر|ستراتون|المسمى|واحد||واحد|كتاب|يكتب|معمار|سنان|كتابه |Arthur|Stratton||||||||| في عام 1972، كتب إنجليزي يدعى آرثر ستراتون كتابًا بعنوان "مimar Sinan".

Aynı dizi taktiği, kitabın çok satması için ne yapacak? نفس|مسلسل|استراتيجية|الكتاب|كثير|بيعه|من أجل|ماذا|سيفعل ||tactic|||selling||| ما هي الخطوات التي سيتخذها لجعل الكتاب يحقق مبيعات كبيرة؟

Kan, kin, nefret, aşk, entrika katacak işin içine. دم|قرابة|كراهية|حب|مكيدة|سيضيف|عملك|فيه |grudge|||intrigue|will add|| سيضيف دماء، وحنق، وكراهية، وحب، ومؤامرات إلى القصة.

O yüzden de böyle bir hikâye uydurmuş هذا|السبب|أيضا|مثل هذه|واحدة|قصة|اختلق ||||||fabricated لذلك، اختلق مثل هذه القصة.

ve Koca Sinan'ın Mihrimah'a âşık olduğunu söylemiş. و|كوجا|سنان|مِهرِمَه|عاشق|أنه|قد قال وقال إن كوجا سنان أحب ميهرماه.

Çünkü Mihrimah'ı biliyorsunuz güneş ve ay demek. لأن|مِهرِمَه|تعرفون|الشمس|و|القمر|تعني |Mihrimah||||| لأنكم تعرفون أن ميهرماه تعني الشمس والقمر.

O yüzden de Arthur Stratton güneşli aylı bir aşk hikâyesi yapmış. هذا|السبب|أيضا|آرثر|ستراتون|مشمس|قمري|واحد|حب|قصته|صنع ||||||moonlit|||| لذلك قام آرثر ستراتون بكتابة قصة حب مشمسة وقمرية.

Yedinci tepeye geldiğimizde çoğu zaman insanlar nerede olduğunu bilmezler. السابع|إلى التل||معظم|الوقت|الناس|أين|وجوده|لا يعرفون عندما نصل إلى التل السابع، غالبًا ما لا يعرف الناس أين هم.

Oysa bana göre İstanbul'un en çok tarihi eser olan semtlerinden biridir. لكن|لي|حسب||الأكثر|كثير|تاريخي|معلم|الذي|من أحياء|واحد من |||||||||districts| ومع ذلك، أعتقد أن إسطنبول هي واحدة من الأحياء التي تحتوي على أكبر عدد من المعالم التاريخية.

Ama biz maalesef oradaki hastaneyi biliriz; Cerrahpaşa. لكن|نحن|للأسف|هناك|المستشفى|نعرف|جراح باشا ||||||Cerrahpaşa لكننا للأسف نعرف المستشفى هناك؛ جراح باشا.

İstanbul'un yedinci tepesidir ve gene Mimar Sinan'ın bir eseri karşımıza çıkar. |السابعة|تلة|و|مرة أخرى|معمار|سنان|واحد|عمل|أمامنا|يظهر إنها التلة السابعة في إسطنبول، ومرة أخرى يظهر لنا عمل المعماري سنان.

Bu sefer neyi görürüz? Haseki Hürrem Cami'ni görürüz. هذا|المرة|ماذا|سنرى|حُرِّم|هُرِّم|المسجد|سنرى |||we see|Haseki|Hürrem|| هذه المرة، ماذا نرى؟ نرى مسجد هاسيكي حريم.

Bunlar İstanbul'un birbirinden güzel yedi tepesi. هؤلاء||من بعضهم البعض|جميلة|سبعة|تلال هذه هي التلال السبع الجميلة في إسطنبول.

Ama sadece güzellikler burada değil, İstanbul'un tamamına dağılmış bir şekilde. لكن|فقط|الجماليات|هنا|ليست||بالكامل|منتشرة|واحدة|بطريقة |||||||scattered|| لكن الجمال ليس هنا فقط، بل منتشر في جميع أنحاء إسطنبول.

Çok şanslı olduğumuzu düşünüyorum. جدا|محظوظين|نحن|أعتقد ||we are| أعتقد أننا محظوظون جداً.

Çünkü İstanbul iki kıta üzerine kurulmuş, üç imparatorluğa yani Roma'ya, Bizans'a لأن||اثنين|قارة|على|مبنية|ثلاثة|إمبراطورية|يعني|إلى روما|إلى بيزنطة |||||||to the empire||| لأن إسطنبول مبنية على قارتين، وثلاث إمبراطوريات، أي الرومانية، والبيزنطية.

ve Osmanlı'ya ev sahipliği yapmış, olağanüstü bir şehir. و|العثمانيين|منزل|استضافة|قد فعلت|رائعة|واحدة|مدينة |to the Ottoman Empire|||||| وهي مدينة رائعة استضافت العثمانيين.

Aynı zamanda içinden deniz geçen tek şehir olarak geçiyor. نفس|في نفس الوقت|من خلاله|البحر|الذي يمر|الوحيد|مدينة|ك|يُعتبر It is also referred to as the only city through which the sea flows. كما أنها المدينة الوحيدة التي يمر بها البحر.

İsterseniz yukarıdan, tepelerden aşağıya inelim ve Mısır Çarşısı civarına gelelim. |من الأعلى|من التلال|إلى الأسفل|ننزل|و|مصر|السوق|إلى منطقة|نصل ||from the hills||||||| If you want, let's descend from above, from the hills, and come to the vicinity of the Spice Bazaar. إذا أردتم، دعونا ننزل من الأعلى، من التلال، ونذهب إلى منطقة سوق مصر.

Mısır Çarşısı biliyorsunuz, İpek Yolu'nun son durağı. مصر|بازار|أنتم تعرفون||طريق|الأخير|محطة |Bazaar||||| As you know, the Spice Bazaar is the last stop on the Silk Road. سوق مصر، كما تعلمون، هو المحطة الأخيرة لطريق الحرير.

Oraya gelen baharatlar, Mısır Çarşısı'ndan Avrupa'nın değişik limanlarına götürülmüş. إلى هناك|القادمة|التوابل|مصر|من السوق|أوروبا|مختلفة|إلى الموانئ|تم نقلها ||||from the Spice Bazaar|||| التوابل التي وصلت إلى هناك، تم نقلها من سوق مصر إلى موانئ مختلفة في أوروبا.

Fakat hemen yakınında, bana göre mücevher gibi bir cami var. لكن|مباشرة|بالقرب|لي|حسب|مجوهرات|مثل|واحد|مسجد|موجود However, very close by, there is a mosque that I consider like a jewel. لكن بالقرب منه، يوجد مسجد يشبه الجوهرة من وجهة نظري.

Zaten Newsweek dergisi de, Avrupa'nın Elli Mücevher'inden بالفعل|نيوزويك|المجلة|أيضا|أوروبا|الخمسون|من المجوهرات ||||||Jewels The Newsweek magazine already mentioned the Fifty Jewels of Europe. في الواقع، ذكرت مجلة نيوزويك هذا المكان كواحد من خمسين جوهرة في أوروبا:

bir tanesi olarak belirtti bu yeri: واحد|منهم|ك|أشار|هذا|المكان he stated this place as one of them:

Rüstem Paşa Cami. Rüstem|| رستم|باشا|جامع Rüstem Paşa Mosque. مسجد رستم باشا.

Yani Mihrimah'nın kocası için yapılan Rüstem Paşa Cami يعني|ميهرماه|زوجها|من أجل|المبني|رستم|باشا|جامع |||||Rüstem|| That is the Rüstem Paşa Mosque built for Mihrimah's husband. أي مسجد رستم باشا الذي تم بناؤه لزوج ميهرماه.

ve olağanüstü İznik çinilerini göreceğiniz bir Mimar Sinan eseri, و|رائع||بلاطها|سترون|عمل|معمار|سنان|تحفة |||tiles||||| وهو عمل من أعمال المعمار سنان حيث سترى بلاط إزنيك الرائع,

Rüstem Paşa Cami. رستم|باشا|جامع مسجد رستم باشا.

Fakat Rüstem Paşa Cami'nde bu çinilerin bir kısmı çalınmış. لكن|رستم|باشا|في المسجد|هذه|البلاط|واحد|جزء|سُرِقَت |||in the mosque||||| لكن بعض هذه البلاط المسروق من مسجد رستم باشا.

Bununla ilgili bir anımı anlatmak istiyorum. بهذا|متعلق|واحد|ذكرياتي|أن أروي|أريد |||memory|| أريد أن أروي لكم ذكرى تتعلق بذلك.

Ağırlıklı olarak Amerikalılarla tur yapıyorum. mainly|||tour| بشكل رئيسي|مع|مع الأمريكيين|جولة|أقوم أقوم بجولات سياحية بشكل أساسي مع الأمريكيين.

Bir gün bir aile ile şehri dolaşıyoruz ve aile dedi ki, يوم|عائلة|عائلة|العائلة||||||قالت|أن ||||||we are touring|||| One day we are touring the city with a family and the family said, في يوم من الأيام كنا نتجول في المدينة مع عائلة، وقالت العائلة:

''Biz Rüstem Paşa Cami'ne gitmek istiyoruz.'' نحن|رستم|باشا|إلى المسجد|نذهب|نريد |||to the mosque|| ''We want to go to the Rüstem Pasha Mosque.'' ''نحن نريد الذهاب إلى مسجد رستم باشا.''

Çok sevindim, dedim ki ne kadar sofistike insanlar, ne kadar bilgililer, جدا|فرحت|قلت|أن|كم|جدا|متطور|الناس|كم|جدا|مثقفون ||||||sophisticated|||| I was very glad, I said how sophisticated these people are, how knowledgeable they are, كنت سعيدًا جدًا، وقلت كم هم أشخاص متطورون، كم هم مثقفون،

Rüstem Paşa'nın farkındalar, böyle güzel bir cami olduğunu da biliyor. رستم|باشا|هم مدركون|هكذا|جميل|واحد|مسجد|أنه|أيضا|يعرف |of Pasha|||||||| إنهم يدركون رستم باشا، ويعرفون أن هناك مسجد جميل كهذا.

Çünkü herkes biliyorsunuz Sultan Ahmet Cami'ne gider, Süleymaniye'ye gider. لأن|الجميع|تعرفون|السلطان|أحمد|إلى المسجد|يذهب|إلى سليمانيه|يذهب |||||||to Süleymaniye| لأن الجميع يعرفون أن الناس يذهبون إلى مسجد السلطان أحمد، ويذهبون إلى مسجد سليمان.

Bunlar dedim küçük de olsa çok güzel mücevher gibi هؤلاء|قلت|صغير|حتى|كان|جدا|جميل|مجوهرات|مثل قلت إن هذه المجوهرات جميلة جداً حتى لو كانت صغيرة.

bir camiyi görmeye gidecekler. أحد||لرؤية|سيذهبون |||they will go سوف يذهبون لرؤية مسجد.

Biz gittik. نحن|ذهبنا ذهبنا.

Ben heyecanlı bir şekilde sordum ''Nereden biliyordunuz bu caminin أنا|متحمس|واحد|بطريقة|سألت|من أين|كنتم تعرفون|هذه|المسجد I asked excitedly, 'How did you know this mosque was سألت بحماس: ''كيف كنتم تعرفون هذا المسجد؟

bu kadar özel olduğunu? '' هذا|قدر|خاص|كنت so special?' هل كنت تعتقد أنه خاص إلى هذا الحد؟ ''

Adam şöyle bana bir baktı. آدم|هكذا|إليّ|واحدة|نظر The man looked at me like this. نظر إلي الرجل هكذا.

‘'Amerika'da'' dedi ‘'çok ünlü bir müzayede salonu var, في أمريكا|قال|جدا|مشهور|واحد|مزاد|قاعة|يوجد |||||auction|| 'In America,' he said, 'there is a very famous auction house, قال 'في أمريكا' 'هناك صالة مزادات مشهورة جداً،

burada çalınan çinileri sattılar, çiniler de bizim evde duruyor, هنا|المسروقة|البلاط|باعوا|البلاط|أيضا|لنا|في المنزل|موجود |stolen||||||| they sold the tiles that were stolen, the tiles are still in our house, لقد باعوا الفخاريات المسروقة هنا، والفخاريات لا تزال في منزلنا,

nerede olduğunu merak ettiğimiz için gelip baktık'' dedi. أين|أنت|فضول|نحن|من أجل|جاء|نظرنا|قال |||we were|||| we came to check it out because we were wondering where it is,' he said. قال: "جئنا لننظر لأننا كنا نتساءل أين كنت."

Böyle içime böyle bir acı sindi. هكذا|إلى داخلي|هكذا|واحد|ألم|استقر |||||settled Such a pain has settled inside me. لقد استقر في داخلي مثل هذا الألم.

Ama keşke çaldırmasaydık ve hâlâ aynı yerde dursaydı o güzelim çiniler. لكن|ليت|لم نفقدها|و|لا يزال|نفس|في المكان|كانت ستبقى|تلك|الجميلة|البلاط |||||||were still||| But I wish we hadn't let it be stolen and that those beautiful tiles were still in the same place. لكن ليتنا لم نفقدها ولا زالت تلك البلاطات الجميلة في نفس المكان.

Onun tam karşısında hep önünden geçtiğimiz bir başka cami var: له|تماما|أمامه|دائما|من أمامه|مررنا|واحد|آخر|مسجد|موجود There is another mosque right across from it that we always walked past: هناك مسجد آخر دائمًا ما كنا نمر أمامه تمامًا مقابل له:

Ahi Çelebi Cami. Ahi|| أخي|جلال الدين|جامع Ahi Çelebi Mosque. مسجد آخي تشلبي.

Ve caminin çok ilginç bir özelliği var. و|المسجد|جدا|مثير للاهتمام|واحد|خاصية|موجودة And the mosque has a very interesting feature. وللمسجد ميزة مثيرة جداً للاهتمام.

Evliya Çelebi'yi biliyorsunuz, orada bir gün uykuya dalıyor إيفليا|تشيليبي|أنتم تعرفون|هناك|واحد|يوم|إلى النوم|يغفو |||||||falls asleep You know Evliya Çelebi, he falls asleep there one day. أنتم تعرفون إيفليا تشلبي، في يوم من الأيام ينام هناك

ve rüyasında ne diyor biliyor musunuz Evliya Çelebi? و|في حلمه|ماذا|يقول|يعرف|هل تعرفون|إيفليا|تشيليبي وما يقوله في حلمه، هل تعرفون ماذا يقول إيفليا تشلبي؟

‘'Şefaat ya Resulallah'' diyeceğine ‘'Seyahat ya Resulallah'' diyor. الشفاعة|يا|رسول الله|كان سيقول|السفر|||يقول |||saying|||| بدلاً من أن يقول 'شفاعت يا رسول الله' يقول 'سياحة يا رسول الله'.

Ve ondan sonra da bütün dünyayı gezmeye başlıyor. و|منه|بعد|أيضا|كل|العالم|للسفر|يبدأ ثم يبدأ في السفر حول العالم.

İsterseniz Galata Köprüsü'nden karşıya doğru geçelim. |غلطة|من الجسر|إلى الجانب الآخر|مباشرة|دعنا نعبر ||from the Bridge||| إذا أردتم، دعونا نمر عبر جسر غلطة.

Galata Köprüsü aslında iki kıtayı değil غلطة|جسر|في الواقع|اثنين||ليس جسر غلطة في الواقع لا يربط بين قارتين.

ama eski ile yeni şehri birbirine bağlıyor. لكن|القديم|و|الجديد|المدينة|ببعضهما البعض|يربط لكنها تربط بين المدينة القديمة والمدينة الجديدة.

Ve çok ilginç de bir hikâyesi var. و|جدا|مثير للاهتمام|أيضا|واحدة|قصته|موجودة ولها قصة مثيرة جداً.

Kırım Savaşı esnasında İngiliz askerler bu köprüden geçiyorlar. القرم|الحرب|أثناء||الجنود|هذا|من الجسر|يعبرون خلال حرب القرم، كان الجنود الإنجليز يعبرون من هذا الجسر.

Köprüyü çok beğeniyorlar الجسر|جدا|يعجبهم إنهم يحبون الجسر كثيراً.

ve ondan ilham alıyorlar ve tarihi yarımadada oynadıkları oyuna da و|منه|إلهام|يأخذون|و|التاريخي|في شبه الجزيرة|يلعبون|اللعبة|أيضا ||inspiration||||||| and they are inspired by it and also by the game they play in the historical peninsula و يستلهمون منه و يطلقون على اللعبة التي يلعبونها في شبه الجزيرة التاريخية أيضاً

köprüden dolayı "bridge" yani "köprü" adını veriyorlar. من الجسر|بسبب|جسر|يعني|جسر|اسمه|يعطون they call it "bridge" because of the bridge. اسم "bridge" أي "جسر" بسبب الجسر.

Ve gerçekten de Galata Köprüsü sayesinde eski ile yeni şehir buluşuyorlar. و|حقًا|أيضًا|غلطة|جسر|بفضل|القديمة|مع|الجديدة|المدينة|يلتقون And indeed, thanks to the Galata Bridge, the old and new city meet. و بالفعل، بفضل جسر غلطة، يلتقي القديم بالجديد في المدينة.

Çünkü Bizanslılar ve Osmanlılar, yüzyıllarca hep tarihi yarımadada, لأن|البيزنطيون|و|العثمانيون|لقرون عديدة|دائماً|التاريخي|في شبه الجزيرة ||||for centuries||| Because the Byzantines and Ottomans have always been in the historic peninsula for centuries, لأن البيزنطيين والعثمانيين، لقرون عديدة، كانوا دائماً في شبه الجزيرة التاريخية,

Suriçinde yaşıyorlar. in the Sur district| في سور|يعيشون يعيشون في سور.

Karşıya baktıkları için Bizanslılar ne diyor? إلى الأمام|ينظرون|لأن|البيزنطيون|ماذا|يقولون What do the Byzantines say because they are looking across? ماذا يقول البيزنطيون لأنهم ينظرون إلى الجانب الآخر؟

"Karşı" yani "Pera" diyorlar ve köprü yapıldıktan sonra Pera'ya taşınıyorlar. كارشي|يعني|بيرا|يقولون|و|جسر|بعد بناء|بعد|إلى بيرا|ينتقلون ||||||||to Pera| "Across" that is, "Pera" they say and after the bridge is built, they move to Pera. يقولون "الجانب الآخر" أي "بيرا" وينتقلون إلى بيرا بعد بناء الجسر.

Özellikle de Levantenler, yani Avrupalı gayrimüslimler, خاصةً|أيضاً|الشوام|يعني|أوروبي|غير المسلمين ||the Levantines||| Especially the Levantines, that is, European non-Muslims, خصوصاً اللوانتينيون، أي الأوروبيون غير المسلمين,

Pera'da oturmayı tercih ediyorlar. في بيرا|السكن|يفضلون| |sitting|| يفضلون العيش في بيرا.

Ve birbirinden güzel binalar yapılıyor. و|من بعضهم البعض|جميلة|مباني|تُبنى وتُبنى مبانٍ جميلة من بعضها البعض.

Bana göre İstanbul'un en sıradan olma sebeplerinden biri لي|حسب||الأكثر|عادية|أن تكون|من أسباب|واحد One of the reasons why Istanbul is so ordinary in my opinion برأيي، أحد أسباب كون إسطنبول عادية جداً هو

birbirinden güzel mimariye sahip olması. من بعضه البعض|جميل|معمارية|يمتلك|أن يكون ||architecture|| is its beautiful architecture. امتلاكها عمارة جميلة من بعضها البعض.

Baktığınızda Roma'yı Bizans'ı Osmanlı'yı, ama Avrupa'nın da Barok'undan tutun عند النظر|روما|بيزنطة|العثمانيين|لكن|أوروبا|أيضا|من الباروك|تمسكوا ||Byzantium|||||| When you look at it, you see Rome, Byzantium, the Ottomans, but also the Baroque of Europe. عندما تنظر إلى روما وبيزنطة والعثمانيين، ولكن أيضًا من باروك أوروبا

Art Nouveau'suna kadar bütün mimari üsluplarını görebiliyorsunuz. فن|النيو الكلاسيكي|حتى|جميع|المعمارية|أنماطها|تستطيعون رؤيتها ||||||you can see إلى فن الآرت نوفو، يمكنك رؤية جميع أنماط العمارة.

Bir Pera Palas Oteli var, dünyalar güzeli bir otel يوجد|بيرا|بالاس|فندق|هناك|من العالم|جميل|واحد|فندق ||Palas|||||| هناك فندق بيرا بالاس، فندق جميل للغاية

ve İkinci Dünya Savaşı'nda baktığınızda bu Pera Palas Oteli, و||العالم|في الحرب|عندما تنظر|هذا|بيرا|بالاس|فندق |||||||Pera Palace| وعندما تنظر إلى فندق بيرا بالاس في الحرب العالمية الثانية،

adeta bütün casusların cirit attığı bir yer olmuş. كما لو كانت|جميع|الجواسيس|رمي الرمح|الذي يرمي فيه|مكان|مكان|أصبح |||javelin|||| لقد أصبحت مكانًا يتجول فيه جميع الجواسيس.

Mata Hari de o casuslardan bir tanesi. ماتا|هاري|من|ذلك|الجواسيس|واحد|منهم |Hari||||| ماتا هاري كانت واحدة من هؤلاء الجواسيس.

Ama bana göre en ilginç hikâye sahibi ile ilgili. لكن|لي|حسب|الأكثر|مثيرة للاهتمام|قصة|صاحب|مع|متعلق لكن بالنسبة لي، القصة الأكثر إثارة تتعلق بالمالك.

Sahibi Misbah Muhayyeş, صاحب|مصباح|محييش |Misbah| المالك هو مصباح محييش,

Beyrut'lu ve Atatürk'e de Kurtuluş Savaşı esnasında from Beirut||||Liberation|| من بيروت|و|إلى أتاتورك|أيضا|التحرير|الحرب|أثناء "From Beirut and also during the War of Independence to Atatürk." من بيروت وكان من الأسماء التي ساعدت أتاتورك خلال حرب الاستقلال

çok yardımcı olan isimlerden biri. جدا|مساعد|الذي|من الأسماء|واحد |||names| one of the names that is very helpful. واحد من الأسماء التي ساعدت كثيراً.

Dolayısıyla Misbah Muhayyeş otelde güzel zaman geçiriyor. لذلك|مصباح|محييش|في الفندق|جميل|وقت|يقضي Therefore, Misbah Muhayyeş is having a good time at the hotel. لذلك، يقضي مصباح محييش وقتاً جميلاً في الفندق.

Ama çok asosyal bir adam ve hiç kimselerle konuşmuyor. لكن|جدا|انطوائي|واحد|رجل|و|أبدا|مع أحد|لا يتحدث ||asocial|||||| But he is a very antisocial man and doesn't talk to anyone. لكنه رجل غير اجتماعي للغاية ولا يتحدث مع أي شخص.

Bir tane kedisi var on dokuz kiloluk ve insanlar onunla sohbet edebilmek için واحد|قطعة|قطته|لديه|تسعة|عشرون|كيلوغرام|و|الناس|معه|محادثة|أن يتحدثوا|من أجل ||||||kilo|||||| لديه قطة تزن تسعة عشر كيلوغرامًا، ويجب على الناس أن يتعاملوا معها بشكل جيد حتى يتمكنوا من التحدث إليها.

kediye iyi davranmak zorunda kalıyorlar. للقط|جيد|التصرف|مضطر|يبقون يجب عليهم أن يعاملوا القطة بشكل جيد.

Bir gün kedi ölüyor. يوم|الكلب|يموت|القط في يوم من الأيام، تموت القطة.

Adam başını duvarlara vura vura intihar ediyor. آدم|رأسه|بالجدران|يضرب|يضرب|انتحار|يفعل |||hit||| يبدأ الرجل في ضرب رأسه بالجدران وينتحر.

Demek ki para her zaman saadet getirmiyor. يعني|أن|المال|كل|وقت|السعادة|لا يجلب |||||happiness| إذن المال لا يجلب السعادة دائمًا.

Ve hemen aşağı inelim isterseniz Pera'dan. و|فورًا|إلى الأسفل|ننزل||من بيرا |||||from Pera ودعونا ننزل مباشرة من بيرا إذا أردتم.

Tophane'de karşımıza olağanüstü güzel bir cami çıkacak. in Tophane|||||| في توفاني|أمامنا|رائعة|جميلة|واحدة|مسجد|ستظهر سنواجه مسجدًا جميلًا بشكل استثنائي في توفاني.

Caminin adı Kılıç Ali Paşa Cami. المسجد|اسم|كليتش|علي|باشا|جامع ||Sword||| اسم المسجد هو مسجد كليتش علي باشا.

Gene bir Mimar Sinan eseri. مرة أخرى|واحد|معمار|سنان|عمل إنه عمل من أعمال المعمار سنان.

Mimar Sinan yapmış bu muhteşem camiyi. المعمار|سنان|بنى|هذا|الرائع| المعمار سنان هو من أنشأ هذه المسجد الرائع.

Fakat batılı kaynaklara baktığınızda, Don Kişot'un Cami olarak geçiyor. لكن|غربي|المصادر|عندما تنظر|دون|كيشوت|جامع|ك|يُذكر |Western||||||| لكن عند النظر إلى المصادر الغربية، يُشار إليه بمسجد دون كيشوت.

Peki neden Don Kişot'un Cami demişler? حسنا|لماذا|دون|كيشوت|جامع|قالوا |||||they have said لماذا إذن أطلقوا عليه اسم مسجد دون كيشوت؟

Çünkü bu camiyi yaptıran Occhiali isimli bir İtalyan aslında ve devşirme. لأن|هذا|المسجد|الذي بناه|أوكالي|المسمى|واحد||في الواقع|و|مُجَنَّس ||||Occhiali|||||| لأن الذي بنى هذه المسجد هو إيطالي يُدعى أوكالي، وهو في الأصل مُتجنس.

Dolayısıyla İnebahtı'nda gösterdiği kahramanlıktan dolayı لذلك||التي أظهرها|من البطولة| ||showed|| لذلك، بسبب بطولته التي أظهرها في إينباهت.

adını Kılıç Ali Paşa yapıyorlar. اسمه|كليتش|علي|باشا|يسمونه يُطلقون عليه اسم كليتش علي باشا.

Ve Kılıç Ali Paşa, İnebahtı Savaşı esnasında bir esir getiriyor. و|كليتش|علي|باشا||الحرب|أثناء|واحد|أسير|يجلب ||||Inebahtı||||| وفي أثناء معركة كليتش علي باشا، يُحضر أسيراً.

Getirdiği esir ise kim? if the one he brought is a prisoner?||| التي أحضرها|أسير|ف|من من هو الأسير الذي أحضره؟

Cervantes, yani Don Kişot'un yazarı. ثيربانتيز|يعني|دون|كيشوت|كاتب سيرفانتس، كاتب دون كيشوت.

Ve dediklerine göre yıllarca çalışıyor, hatta kalem işlerinin bazılarını و|إلى ما قالوه|وفقًا|لسنوات|يعمل|حتى|قلم|الأعمال|بعضها ووفقًا لما قاله، كان يعمل لسنوات، حتى أن بعض الأعمال الكتابية

camideki Cervantes yapıyor. at the mosque|| في المسجد|ثيربانتيز|يعمل يقوم بها سيرفانتس في المسجد.

Bazı kaynaklar daha da ileri gidiyorlar, بعض|المصادر|أكثر|أيضا|إلى الأمام|يذهبون تذهب بعض المصادر إلى أبعد من ذلك,

diyorlar ki Kılıç Ali Paşa öyle ilginç bir karakterdi ki, يقولون|أن|كليتش|علي|باشا|هكذا|مثير للاهتمام|واحد|كان شخصية|أن ||||||||character| تقول إن كليتش علي باشا كان شخصية مثيرة للاهتمام لدرجة أن,

Cervantes ondan çok etkilendiği için Don Kişot'un karakterini oturturken ثيربانتيز|منه|كثيرا|تأثر|بسبب|دون|كيشوت|شخصيته|أثناء وضعه |||was influenced||||| سيرفانتس تأثر به كثيرًا عندما كان يضع شخصية دون كيشوت,

ondan faydalandı. منه|استفاد |benefited واستفاد منه.

Ve bu yüzden de batılı kaynaklarda Don Kişot'un Cami olarak görüyoruz. و|هذا|السبب|أيضا|غربي|في المصادر|دون|كيشوت|جامع|ك|نرى |||||in the sources||||| ولهذا السبب نرى في المصادر الغربية أن دون كيشوت هو المسجد.

Ardından Boğaz'da, bana göre Dünya'nın en güzel su yolunda ilerlediğimizde, بعد|في البوسفور|لي|حسب|العالم|الأكثر|جميل|ماء|في طريقه|عندما تقدمنا |||||||||when we advanced ثم عندما نتقدم في مضيق البوسفور، برأيي، أجمل ممر مائي في العالم،

çok güzel ilginç şeyler karşımıza çıkıyor. جدا|جميل|مثير للاهتمام|أشياء|أمامنا|تظهر تظهر أمامنا أشياء مثيرة وجميلة.

Bir tanesi Beylerbeyi Sarayı. أحد|منها|بييرلبي| |||Palace واحدة منها هي قصر بييلربي.

Beylerbeyi Sarayı'nı biliyorsunuz Abdüllaziz yaptırıyor. Beylerbeyi|||| بيليربي|قصره|أنتم تعرفون|عبد العزيز|أمر ببنائه أنتم تعرفون قصر بييرلبي، الذي بناه عبد العزيز.

Önemli sultanlardan biri. مهم|السلاطين|واحد |sultans| أحد السلاطين المهمين.

Ve diyorlar ki oraya aslında Süveyş Kanalı'nın açılışı için و|يقولون|أن|إلى هناك|في الواقع|السويس|قناة|افتتاح|من أجل |||||||opening| ويقال إن هناك في الواقع لافتتاح قناة السويس.

lll. Napolyon'nun karısı geldi. Yani Eugenie geldi. |Napoleon's||||| |نابليون|زوجته|جاءت|يعني|يوجيني|جاءت جاءت زوجة نابليون الثالث. أي يوجيني جاءت.

Ve Eugenie ile Sultan büyük bir aşk yaşadılar. و|يوجيني|مع|سلطان|كبير|واحد|حب|عاشوا |Eugenie|||||| وعاشت يوجيني والسلطان حبًا عظيمًا.

Hatta İspanyol bir yazarın bununla ilgili bir kitabı da bulunuyor. حتى||واحد|كاتب|بهذا|متعلق|واحد|كتاب|أيضا|موجود |||author|||||| حتى أن هناك كتابًا عن هذا الموضوع لكاتب إسباني.

Her neyse bu ikili bir gemiye atlıyorlar ve Süveyş Kanalı'na gidiyorlar. أي||هذا|الثنائي|واحد|إلى السفينة|يقفزون|و|السويس|إلى القناة|يذهبون |||||||||to the Suez Canal| على أي حال، هذان الاثنان يركبان سفينة ويتجهان إلى قناة السويس.

Şimdi anlatacağım hikâye Süveyş Kanalı'yla ilgili. الآن|سأروي|القصة|السويس|بالقناة|المتعلقة الآن، القصة التي سأرويها تتعلق بقناة السويس.

O dönemde Süveyş Kanalı, Mısır, Osmanlı'nın bir parçası. ذلك|الوقت|السويس|قناة|مصر|العثمانيين|جزء|جزء في ذلك الوقت، كانت قناة السويس جزءًا من مصر، جزءًا من الدولة العثمانية.

Zaten 1914'e kadar da Osmanlı'ya bağlı kalıyor بالفعل|إلى 1914|حتى|أيضا|الدولة العثمانية|مرتبطة|تبقى وبالفعل، ظلت مرتبطة بالدولة العثمانية حتى عام 1914.

ve Hidiv denen valiler tarafından yönetiliyor. و|حاكم|المسمى|الولاة|بواسطة|يُدار |Viceroy|||| وكانت تُدار من قبل الولاة المعروفين باسم الخديوي.

Sultana diyorlar ki ''Yav sultanım şu Süveyş Kanalı çok güzel bir yer, Sultana||||||||||| السلطانة|يقولون|أن|يا|سلطاني|هذا|السويس|قناة|جدا|جميل|مكان|مكان يقولون للسلطانة: "يا سلطانتي، إن قناة السويس مكان جميل جدًا،"

ne de olsa Afrika ile Asya'nın bir araya geldiği bir nokta. لا|أيضا|كانت|أفريقيا|مع|آسيا|واحد|معًا|اجتمع|واحد| |||||Asia's||||| على أي حال، إنها نقطة التقاء إفريقيا وآسيا.

Neden biz buraya şöyle görkemli bir eser yapmıyoruz?'' لماذا|نحن|إلى هنا|هكذا|رائع|واحد|عمل|لا نقوم بعمله لماذا لا نبني هنا عملاً رائعاً مثل هذا؟

Sultanın da aklına yatıyor, tamam diyor, parayı da bastırıyor. السلطان|أيضا|إلى ذهنه|يوافق|حسنا|يقول|المال|أيضا|يطبع ||||||||printing هذا يعجب السلطان أيضاً، فيقول حسناً، ويقوم بطباعة المال.

Bunlar Fransız Frederic Bartholdi isimli bir heykeltraş buluyorlar. هؤلاء|فرنسي|فريدريك|بارثولدي|المسمى|واحد|نحات|يجدون ||Frederic||||| يكتشفون نحاتاً فرنسياً يُدعى فريدريك بارتولدي.

Ve Frederic Bartholdi, Gustave Eiffel'in, yani Eyfel Kulesi'ni yapan و|فريدريك|بارتولدي|غوستاف|إيفل|يعني|إيفل|برجه|الذي صنع ||||||Eiffel|| And Frederic Bartholdi, Gustave Eiffel's, that is, the creator of the Eiffel Tower. وفريدريك بارتولدي، بمساعدة غوستاف إيفل، أي الذي صنع برج إيفل

Gustave Eiffel'in yardımıyla iç mekaniğini hazırlıyor, heykeli bitiriyor. غوستاف|إيفل|بمساعدة|الداخل|ميكانيك|يحضر|التمثال|ينهي |Eiffel's|||||| يعد التصميم الداخلي، وينهي التمثال.

Tam dikecekler bizimkiler vazgeçiyor. تمام|سيزرعون|أصدقاؤنا|يتراجعون |they will plant|| عندما كانوا سيقومون برفعه، يتراجعون.

Diyorlar ki ''Yav biz müslüman bir ülkeyiz, يقولون|أن|يا|نحن|مسلم|واحد|دولة ||||||country يقولون: "نحن بلد مسلم،

eğer biz bunu dikersek millet bizi topa tutar. إذا|نحن|هذا|زرعنا|الشعب|لنا|باللوم|يلوم |||plant|||| إذا زرعنا هذا، ستهاجمنا الأمة.

O yüzden de projeden vazgeçiyorlar هذا|السبب|أيضا||يتخلون عن ||||they are giving up لذلك يتخلون عن المشروع.

ve Frederic Bartholdi bu güzelim heykeli و|فريدريك|بارتولدي|هذا|الجميل|التمثال و فريدريك بارتولدي يضطر للأسف إلى تخزين هذه التمثال الجميل.

maalesef bir depoya kaldırmak zorunda kalıyor. للأسف|واحد|إلى المستودع|رفع|مضطر|يبقى ||to the warehouse|||

Aradan yıllar geçiyor, 1869'da Süveyş Kanalı açılmış, من بين|السنوات|تمر|في عام 1869|السويس|القناة|تم فتحها تمر السنوات، في عام 1869 تم افتتاح قناة السويس،

kanal için Aida operası özel olarak besteletmiş. القناة|لـ|عايدة|أوبرا|خاصة|بشكل|ألّفها ||||||composed وقد تم تأليف أوبرا عايدة خصيصًا للقناة.

Ve 1876'a geliyoruz, yani Amerika'nın 100\. kuruluş yıl dönümüne. و|إلى 1876|نصل|يعني|أمريكا|تأسيس|سنة|الذكرى |||||||anniversary ونصل إلى عام 1876، أي الذكرى المئوية لتأسيس أمريكا.

Fransız iş adamları diyorlar ki ''Yav şu Amerikalı kardeşlerimize فرنسي|عمل|رجال الأعمال|يقولون|أن|يا|هؤلاء|أمريكي|إخوتنا ||||||||to our brothers يقول رجال الأعمال الفرنسيون: "يا إخواننا الأمريكيين

güzel bir hediye versek ne hoş olur.'' جميل|واحد|هدية|أعطينا|كم|لطيف|سيكون |||we give||| إذا أعطينا هدية جميلة، سيكون ذلك لطيفًا.

Bunun için de Frederic Bartholdi'le konuşuyorlar. هذا|من أجل|أيضا|فريدريك|مع بارثولدي|يتحدثون ||||with Bartholdi| لذلك يتحدثون مع فريدريك بارتولدي.

Adam uyanık, zaten elinde bir tane heykel var, heykel depoda duruyor. آدم|يقظ|بالفعل|في يده|واحد|تمثال|تمثال|||في المخزن|موجود |||||||||in the warehouse| الرجل ذكي، لديه بالفعل تمثال واحد، والتمثال موجود في المخزن.

Hemen heykelin yüzünü biraz değiştiriyor, annesini model olarak kullanıyor. فوراً|التمثال|وجهه|قليلاً|يغير|والدته|نموذج|ك|يستخدم ||||is changing|||| يغير وجه التمثال قليلاً على الفور، ويستخدم والدته كنموذج.

Allıyor pulluyor heykeli ve heykel parçalar hâlinde, He is pulling|||||| يأخذ|يسحب|التمثال|و|التمثال|قطع|في حالة يأخذ التمثال ويقوم بتفكيكه إلى قطع,

gemiyle New York limanının girişine götürülüyor. بالسفينة|نيويورك|يورك|الميناء|إلى مدخل|يتم نقله |||of the port|| ثم يتم نقله بواسطة سفينة إلى مدخل ميناء نيويورك.

Hürriyet Heykeli yada Özgürlük Heykeli, parasını bizim verdiğimiz, Hürriyet||||||| الحرية|تمثال|أو|الحرية|تمثال|ثمنه|نحن|الذي دفعناه تمثال الحرية أو تمثال الحرية، الذي دفعنا ثمنه,

fakat düdüğünü Fransızların çaldığı bir heykel olarak karşımıza çıkıyor. لكن|صفارته|الفرنسيين|عزفها|تمثال|تمثال|ك|أمامنا|يظهر |dud||||||| لكن صفقته كانت من قبل الفرنسيين.

Gerçekten İstanbul birbirinden ilginç hikâyelerle dolu. حقًا||من بعضه البعض|مثيرة للاهتمام|بالقصص|مليئة ||||with stories| إسطنبول مليئة حقًا بقصص مثيرة للاهتمام.

Ben şunu söylüyorum, ''İstanbul iyi yada kötü, أنا|هذا|أقول||جيد|أو|سيء أنا أقول هذا، ''إسطنبول جيدة أو سيئة،

her köşesinde bir sürprizin olduğu bir şehir.'' كل|في زاويته|واحد|مفاجأة|موجودة|واحد|مدينة |||surprise||| إنها مدينة بها مفاجأة في كل زاوية.''

Altı tane kitap yazmamın sebebi de zaten İstanbul'a olan aşkımdan kaynaklanıyor. ستة|عدداً|كتاب|كتابتي|سبب|أيضاً|بالفعل||الموجودة|من حبي|ينشأ |||my writing||||||| سبب كتابة ستة كتب هو بالفعل نابع من حبي لإسطنبول.

Ve "İstanbul hakkında her şey" kitabımın girişinde şunu yazdım, و||عن|كل|شيء|كتابي|في مقدمة|هذا|كتبت |||||of my book||| وفي مقدمة كتابي "كل شيء عن إسطنبول" كتبت ما يلي,

"Her şeye rağmen dünyanın en güzel şehri olan İstanbul'a". كل|شيء|رغم|العالم|الأكثر|جمالا|مدينة|التي| "رغم كل شيء، إلى مدينة إسطنبول، أجمل مدينة في العالم".

Çünkü bunu çok yürekten söylüyorum, o ''Her Şey''in içini لأن|هذا|جدا|من القلب|أقول|هو|كل|شيء|داخلها |||from the heart||||| لأنني أقول هذا من أعماق قلبي، يمكنك أن تملأ محتوى ذلك "كل شيء"

istediğiniz gibi doldurabilirsiniz. تريدون|مثل|يمكنكم ملؤها ||you can fill كما تشاء.

Ama gene de İstanbul bana göre Dünya'nın en güzel şehri. لكن|مرة أخرى|أيضا||لي|بالنسبة|العالم|الأكثر|جمالا|مدينة لكن لا يزال إسطنبول بالنسبة لي أجمل مدينة في العالم.

İsterseniz hikâyelerimize devam edelim. |our stories|| |إلى قصصنا|نواصل|فعلنا إذا أردتم، دعونا نواصل قصصنا.

Şimdi Beylerbeyi Sarayı'na bir uğramıştık. الآن|بييلربيي||واحد|كنا قد مررنا ||to the Palace|| الآن كنا قد زرنا قصر بييرلبي.

Onun devamında Beylerbeyi Cami bulunuyor. 他的|后面|贝勒贝伊|清真寺|在 بعده يوجد مسجد بييرلبي.

Beylerbeyi Cami'ni yaptıran kim? بيليربي|المسجد|الذي بناه|من من الذي أنشأ مسجد بييرلبي؟

l. Abdülhamit yaptırıyor. |Abdulhamid| |عبد الحميد|يُنفِذُ السلطان عبد الحميد هو من أنشأه.

Peki Abdülhamit ile biraz sonra anlatacağım kadının ilişkisi ne? حسناً|عبد الحميد|مع|قليلاً|لاحقاً|سأخبرك|المرأة|علاقتها|ماذا |||||||relationship| ما هي العلاقة بين عبد الحميد والمرأة التي سأروي قصتها بعد قليل؟

İki tane küçük Fransız kızın hikâyesi bu. |عدد|صغير|فرنسي|الفتاة|قصة|هذه إنها قصة فتاتين فرنسيتين صغيرتين.

Kızlar Paris'te okuyorlar, fakat Martenik kökenliler. الفتيات|في باريس|يدرسن|لكن|مارتينيك|من أصل |||||are of Martenik origin تدرس الفتيات في باريس، لكن أصولهن من مارتينيك.

Martenik biliyorsunuz Karayipler'deki bir Fransız adası. Martenique||||| مارتينيك|تعرفون|في الكاريبي|واحد|فرنسي|جزيرة مارتينيك، كما تعلمون، هي جزيرة فرنسية في الكاريبي.

Ve kızlar bir falcıya gidiyorlar çocukken. و|الفتيات|إلى|عرافة|يذهبون|عندما كانوا أطفالًا |||to a fortune teller|| وذهبت الفتيات إلى عراف عندما كن صغيرات.

Falcı kristal küresini çıkartıyor bakıyor, diyor ki, العرافة|كريستال|الكرة|تخرج|تنظر|تقول|أن ||ball|||| تخرج العراف كرة الكريستال وتنظر، وتقول،

''Vallahi'' diyor ''ikiniz de kraliçe olacaksınız'' diyor. والله|يقول|أنتما|أيضاً|ملكة|ستصبحان| |||||you will be| ''والله'' تقول ''ستكونان ملكتين'' تقول.

''Biriniz doğunun yani orientin, biriniz batının oksidentin one of you|||||| أحدكم|الشرق|يعني|الشرق|أحدكم|الغرب|الغرب ''إحداكن ستكون ملكة الشرق، أي الأوريانت، والأخرى ستكون ملكة الغرب، أي الأوكسي dent.

kraliçesi olacaksınız.'' الملكة|ستكونون ''ستكونان ملكتين.''

Kızlar bu işe pek akıl sır erdiremiyorlar. الفتيات|هذه|العمل|كثيرًا|عقل|سر|لا يفهمون ||||||understand الفتيات لا يستطعن فهم هذا الأمر جيدًا.

Yani nasıl olacak da ikimiz de birden kraliçe olacağız diye. يعني|كيف|سيكون|أيضا|نحن الاثنان|أيضا|فجأة|ملكة|سنكون|من أجل كيف سيكون الأمر حتى نصبح كلانا ملكتين في نفس الوقت؟

Ve bu çerçevede ne yapıyorlar? و|هذا|في هذا الإطار|ماذا|يفعلون وماذا يفعلون في هذا الإطار؟

Okullarına devam ediyorlar, yıllar geçiyor. إلى مدارسهم|يستمرون|في الدراسة|السنوات|تمر يستمرون في الذهاب إلى مدارسهم، تمر السنوات.

Kızlardan bir tanesi Josephine, Napolyon'un karısı oluyor. from the girls|||||| من الفتيات|واحدة|منهن|جوزفين|نابليون|زوجة|تصبح إحدى الفتيات، جوزفين، تصبح زوجة نابليون.

Ve o dönemde Napolyon Avrupa'nın büyük bir kısmına hâkim. و|هو|في تلك الفترة|نابليون|أوروبا|كبير|جزء|من|مسيطر |||||||part| وفي تلك الفترة، كان نابليون يسيطر على جزء كبير من أوروبا.

Ve batının kraliçesi oluyor Josephine. و|الغرب|ملكة|تصبح|جوزفين وأصبحت جوزفين ملكة الغرب.

Peki Emma'ya ne oluyor? حسنا|إيمّا|ماذا|يحدث |to Emma|| ماذا يحدث لإيما؟

Emma okulu bitirmiş, bir gemiye biniyor, tıngır mıngır Atlantik'i geçecekler Emma||||||||| إيما|المدرسة|تخرجت|واحدة|إلى السفينة|تصعد|||المحيط الأطلسي|سيتجاوزون Emma has graduated from school, they are boarding a ship, they will be crossing the Atlantic with a clatter. أنهت إيما دراستها، وركبت سفينة، وسيتجاوزون الأطلسي.

ve Martina'ya gidecekler. و|مارتينا|سيذهبون |to Martina| And they will go to Martina. وسيتوجهون إلى مارتينا.

Yolda korsanlar durduruyorlar gemiyi ve kızı kaçırıyorlar. في الطريق|القراصنة|يوقفون|السفينة|و|الفتاة|يختطفون |||the ship||| On the way, pirates stop the ship and kidnap the girl. في الطريق، يوقف القراصنة السفينة ويختطفون الفتاة.

Önce Cezayir'e götürüyorlar. أولا|إلى الجزائر|يأخذونهم ||they take أولاً، يأخذونها إلى الجزائر.

Cezayir Beyi hediye olarak kızı hareme yolluyor Algeria|||||| الجزائر|الباي|هدية|كـ|ابنته|إلى الحريم|يرسل يرسل والي الجزائر الفتاة كهدية إلى الحريم.

ve kızın adını değiştiriyorlar. و|ابنتك|اسمها|يغيرون ويغيرون اسم الفتاة.

Otuz altı tane Osmanlı Sultanı var, ثلاثون|ستة|عدد|عثماني|سلطان|موجود يوجد ستة وثلاثون سلطانا عثمانيا,

bunların otuz dördünün annesi ise devşirme. هؤلاء|ثلاثون|الرابع|والدته|لكن|من أصل غير مسلم ||of the four||| أمهات أربعة وثلاثين منهم هن من الجوار.

O da onlardan bir tanesi. هو|أيضا|منهم|واحد|واحد من وهي واحدة منهن.

Bir isim veriyorlar, Nakşidil, yani gönüllere nakşedilmiş. (م)|اسم|يعطون|نقشيديل|يعني|إلى القلوب|منقوش ||||||inscribed يُعطون اسمًا، نقشيديل، أي المنقوش في القلوب.

Ve Nakşidil Sultan ll. Mahmut'un annesi oluyor. و|نكشيديل|سلطان|الثاني|محمود|والدته|تصبح |||is||| وتصبح نقشيديل سلطان والدة السلطان محمود الثاني.

Dolayısıyla aynı zamanda Valide Sultan ünvanına da sahip olduğu için وبالتالي|نفس|في الوقت نفسه|والدة|السلطان|بلقب|أيضا|حامل|الذي كان|من أجل |||||title|||| لذلك، لأنها تحمل أيضًا لقب والدة السلطان,

doğunun, orientin kraliçesi oluyor. الشرق|الشرق|ملكة|تصبح تصبح ملكة الشرق.

Hikâyeler İstanbul'da hiç bitmiyor. stories||| القصص||أبداً|تنتهي القصص لا تنتهي أبداً في إسطنبول.

O kadar kadim bir şehir ki burası, sekiz bin yıllık bir tarihe sahip. هذا|جدا|قديم|واحد|مدينة|الذي|هنا|ثمانية|ألف|سنوي|واحد|تاريخ|يمتلك إنها مدينة قديمة جداً، تمتلك تاريخاً يمتد لثمانية آلاف عام.

Nereyi kazsanız altından ya bir hikâye çıkıyor أينما|تحفرون|من تحت|إما|واحدة|قصة|تخرج |you dig||||| أينما حفرت، ستجد إما قصة أو قطعة أثرية تاريخية.

ya da tarihi bir eser çıkıyor. أو|أيضا|تاريخي|واحد|عمل|يظهر أو ستجد شيئاً تاريخياً.

SENT_CWT:AFkKFwvL=4.79 PAR_TRANS:gpt-4o-mini=5.1 ar:AFkKFwvL openai.2025-02-07 ai_request(all=355 err=0.00%) translation(all=284 err=1.76%) cwt(all=2003 err=3.99%)