×

Mes naudojame slapukus, kad padėtume pagerinti LingQ. Apsilankę avetainėje Jūs sutinkate su mūsų slapukų politika.

image

TED x Istanbul, Masal Gibi Yaşamalı Hayatı | Talat Kırış | TEDxIstanbul

Masal Gibi Yaşamalı Hayatı | Talat Kırış | TEDxIstanbul

Transcriber: Hakan Akgün Gözden geçirme: Figen Ergürbüz

Prof. Dr. Talat KIRIŞ Nöroşirürji Uzmanı

Özge ziyaretime geldi. ''Hocam'' dedi.

''19 Mayıs'taki TEDx etkinliğinde sizi mutlaka aramızda görmek istiyoruz.''

Ben hasta yatağımda, öksürükler içinde halsiz mecalsiz yatarken,

hayır diyemediğimden ''İyi o zaman'' diyebildim.

İşte şimdi aranızdayım.

Ama biraz hınzırca, biraz da inadına, hüzünlü bir konuşma yapacağım.

Özge benden pozitif cıvıl cıvıl bir konuşma istemişti.

Bir masal anlatacağım size bugün.

Bir küçük İstanbul masalı.

İçinde doğup büyüdüğüm, sevindiğim,

üzüldüğüm, okullarını okuduğum,

yıllardır insanların beyinlerini ameliyat ettiğim,

bir dünya kongresinin başkanlığını yaptığım,

yağmurlarında ıslanıp,

lodos estiğinde bütün İstanbullular gibi gerildiğim,

bir küçük İstanbul masalı.

Hâlâ gece yarıları tekinsiz sokaklarında

cılız ışıklarda grafitilerini fotoğrafladığım şehrime dair bir masal.

Bir fotoğraf karesinde, şehri, maziyi,

hayalleri ve aşkı yeniden keşfetmek üzerine bir masal.

Masallarda hüzün ile sevinç yanyana durur ve

gökten elmalar düşerken de payınıza düşeni alırsınız.

Masallarda gerçek üstü öyküler anlatılır. Onun için güzeldirler, hayata benzerler ve

hayatımızdaki onca sahteliğin arasında en samimi hakikatler de masallarda bulunur.

Masal gibi yaşamalı hayatı.

O zaman tek bir geçmişiniz ve tek bir geleceğiniz olmaz.

Mümkün geçmişleriniz ve mümkün gelecekleriniz olur.

Anlarınız ve tercihlerinizle şekillenir. mümkün geçmişleriniz ve gelecekleriniz.

Her zaman masal gibi yaşadığınızda, tercihlerinizi

hayâllerinizden yana kullanırsınız, korkmazsınız.

Şimdi Sinbad gibi dalalım masalımızın içine.

Antarktika'da, Spirit of Sydney yelkenlisinde,

bir gece,

yedi denizden mürettabatla içiyorduk.

Kavafis'in şiiri geldi aklıma.

Dedin "bir başka ülkeye gideceğim, bir başka denize gideceğim.

Bundan daha iyi bir başka ülke bir başka kent bulunur elbet."

Yeni ülkeler bulamayacaksın, başka denizler bulamayacaksın.

Bu kent peşini bırakmayacak. Aynı sokaklarda dolaşacaksın,

aynı mahallede yaşlanacaksın; Aynı evlerde kır düşecek saçlarına.

Bu kentdir gidip gideceğin yer. Başkasını umma.

Spirit of Sydney yelkenlisinde,

Antarktika'da, hiçbir kenti olmayan, o denizin kıyısında,

7 Aralık 2013'te bir kutlama yaptık.

Kızımın doğum gününü ve başka güzel şeyleri.

Şili şarabı su gibi akıp gitti. Herkes şarkılar söyledi.

Ben de mürettebata Türkçe şarkılar dinlettim.

Gecenin bir yarısı herkes sarhoşken,

kendimizi Fikrimin İnce Gülü'nü söylerken bulduk.

Sonra herkes ranzalarına çekilip uyudu.

Ben dışarı çıktım. Gece saat 3'tü.

Ortalık gündüz gibi aydınlıktı. Antarktika'nın yazında gece olmuyor.

Spirit of Sydney, Lemaire Kanalı'nda demirliydi. Karşımızda çenesi çizgili

penguenlerden oluşmuş bir sürü ve küçük bir fok ailesi vardı.

Deniz çırpıntılı, hava soğuktu. Penguenler mır mır konuşuyorlardı.

İnce bir kar yağmaya başladı ve İstanbul peşimden geldi.

Not tuttuğum bir defterim vardı. Buz dağlarının gri mavi ışıklarında,

yansıyan hayallerimi sözcüklerle resmettiği.

O defterimin arasında Kavafis'in şiiri, sararmış bir fotoğraf ve Atilla İlhan'ın

İstanbul Ağrısı yan yana duruyordu.

O fotoğrafta Madam Anahit ile resmimiz,

yaprakların arasından Atilla İlhan'ın dizelerine dolanmış bana bakıyordu.

İstanbul Ağrısı uzun bir şiirdir. Hayatımın şiirlerinden biridir aslında.

O şiirde geçen İstanbul'u eski bir kitap gibi koltuğunun altında götürmek istediği

Sicilyalı balıkçılara Marsilyalı dok işçilerine satır satır anlatmak

istediği satırlar hayallerimi süslemiştir.

Biraz da onun için denizci olmuşumdur.

Biraz da onun için yelkenleri öğrenmişimdir.

Ne zaman seyyaleyle Akdeniz'de bir seyir yapsak

bir limana yanaşırken o dizeleri hatırlamışımdır.

Spirit of Sydney'in havuzluğunda oturdum,

İstanbul Ağrısı'ndan bir bölüm okumaya başladım.

"sonbahar karanlıklıları tuttu tutacak

Tarlabaşı pansiyonlarında bekarlar buğulanıyor

imtihan çığlıkları yükseliyor üniversiteden

diesel kamyonları Tophane İskelesi'nde sarhoş

direksiyonlarının koynuna girmiş bıçkın şoförler uykusuz dalgalanıyor

ulan İstanbul bu sen misin senin ellerin mi bu eller

ulan bu gemiler senin gemilerin mi

minarelerini kürdan gibi dişlerinin arasında liman liman götüren

ulan bu mazot tüküren bu dövmeli gemiler senin mi

akşamlar yassıldıkça neden böyle devleşiyorlar

neden durmaksızın imdat kıvılcımları fışkırıyor antenlerinden

neden

peki İstanbul ya ben

ya mısralarını dört renkli duvar afişleri gibi boy boy

gümrük duvarlarına yapıştıran yolcu Abbas

ya benim kahrım ya senin ağrın

ağır kabaranlarınla uykularını ezerek deliksiz bıraktığın

çaresiz zehirler kusan çılgın bir yılan gibi burgu burgu içime boşaltığın

o senin ağrın o senin

sen eğer yine İstanbul'san yanılmıyorsam koltuğumun altında eski bir kitap diye

götürmek istediğim Sicilyalı balıkçılara Marsilyalı dok işçilerine

satır satır okumak istediğim sen eğer yine İstanbul'san

senin ağrınsa iğneli beşik gibi her tarafımda hissettiğim

ulan yine sen kazandın İstanbul sen kazandın ben yenildim

kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar emrindeyim

ölsem yalnız kalsam parasız kalsam cüzdanım kaybolsa

kimsesiz kalsam tenhalarda kalsam

sen eğer yine İstanbul'san

senin ıslıklarınsa kulaklarıma saplanan bu ıslıklar

gözbebeklerimde gezegenler gibi dönen yalnızlığımdan

bir tekmede kapılarını kırıp çıktım demektir"

(Alkış)

O kapıdan çıktım ve kendimi yıllar öncesinde

Çiçek Pasajı'nda Cavit'in Yeri'nde buldum.

Sıkı meyhaneciydi Cavit.

Ağzına içki koymazdı. Yeşilay üyesiydi.

Kadınları mayfer leydi diye buyur eder, erkeklere ekselans derdi.

Lakabı, entellektüel Cavit'ti.

Bir kaç yıl önce 80 yaşında öldü.

İlk defa babamla oraya gitmiştik. 18 yaşımdaydım.

Bana meyhane adabını öğretmişti.

Nasıl oturulur? Nasıl kalkılır? Nasıl içilir?

Ama daha önemlisi, meyhanenin yalnızca içki içilecek bir yer olmadığını,

ama sohbet edilecek, edebiyat konuşulacak, şiir konuşulacak,

hatta ders çalışabilecek bir yer olduğunu öğretmişti.

Sonraları tıbbiyedeyken daha sık gitmeye başladık.

Bir elimizde temel bilimler notları, bir elimizde şiir kitapları...

Nazım Hikmet, Hasan Hüseyin, Can Yücel, Bedri Rahmi.

Sonraları aşk kapıyı çaldığında Cemal Süreya tabii.

Bir de Özdemir Asaf, bir de Atilla İlhan.

Ağır takılıyorsak Melih Cevdet, Ece Ayhan, bir de Metin Eloğlu.

Madam Anahit ile ilk tanışmamız o yıllardı.

Bizler tıfıl öğrencileriz, Madam ise ağır abla.

Daha bira düzeyindeyiz, açılmamışız denizlere.

Yine de yazıyoruz kendimizce.

Ben mesela Düşün Dergisi'nin masal yarışmasına katılmışım.

Soğuk bir İstanbul sabahında sonuçlar açıklandığında,

ayın ilk günü,

derginin paketini çözen ilk gazete bayisinde,

orta sayfada adım, yanında masalım. Daha Dünya Bebekken.

Rahmetli Onat Kutlar'ın elinden ödül almak bahtiyarlığına da erişmiştim.

Onat Kutlar yıllar sonra Taksim'de, bir hotelin altında kahvesini yudumlarken,

patlayan bir bomba ile öldürüldüğünde,

bana ödül verirken, Taksim'e her indiğimde içimde gülen gözlerini taşımıştım.

Daha Dünya Bebekken, Kuzey Kutbu ile Güney Kutbu'nun

imkansız aşkını anlatan bir masaldı. Yani kutuplara sevdam o zamanlardan.

Çok gençtim, çok heyecanlıydım ve yıllar sonra Grönland'tan aldığım bir taşı

Antarktika'da buzların arasına bırakırken, penguenlerden utanmasam ağlayacaktım.

Masalım gerçek olmuştu, sevgililer kavuşmuştu.

İstanbul ile el ele tutuşarak yılları yürüdük.

Beyin cerrahisinde asistandım.

Hayatı her yönüyle yaşamak, eşek sudan gelinceye kadar yorulup,

yine de geceleri jilet gibi bu şehirle sevişmek fena halde bize yakışıyordu.

Cavit'in Yeri'nde üç garson vardı, üç kardeş.

Ben en büyükleri Şevket ile ahbaptım.

Beyaz bir Renault'u vardı.

İçkiyi fazla kaçıranları geceleri evine bırakırdı.

Akciğer kanserinden öldü.

Kardeşleri Cengiz ile Vedat.

Madam Anahit ile fotoğrafımız o yıllarda çekilmişti.

Beyin cerrahisi dergilerinde makalelerim yayınlanmaya başlamıştı.

Gazetede yazılarım, sanat dergilerinde denemelerim ve öyküm;

Kurşun Asker ile Balerin.

Kırmızı bir elma gibi şehvetle hayatı ısırıyordum ve

gece yarıları İstanbul'un boynuna bir öpücük konduruyordum.

Madam Anahit ile dostluğumuz ayrıydı.

Bir kambur balina zerafetiyle meyhanelerin arasında süzülürdü.

Bir masaya yanaştığında, Papatya Gibisin Beyaz ve İnce'yi çalardı.

Cavit'in yerine yalnız başına gitmeye başlamıştım.

Asma katta her zamanki masamda oturur, saatlerce okurdum.

Okyanuslara açılmıştık artık.

Köşedeki balıkçıdan alınmış füme uskumru, az beyaz peynir, iki duble rakı.

Masanın üstünde yanyana duran nöroşirurji yazıları

ve Latin Amerika'nın kesik damarları.

Kortazar, Márquez, Borges ve beni kalbimden yaralayan öyküleri.

Graffiti, Karda Kan İzlerin, ve Yolları Çatallanan Bahçe.

Kendimi okuduğumdan beri zaman labirentlerine atıp durduğum

ve her seferinde yolumu yitirdiğim o muhteşem öykü.

Madam meyhanenin kapısından girdiğinde, beni görünce Mazi'yi çalardı.

Mazi kalbimde bir yaradır bahtım saçlarından karadır

beni zaman zaman ağlatan işte bu hazin hatıradır

ne göğsünde uyuttu beni ne bûseyle avuttu beni

geçti ardından uzun yıllar o kadın da unuttu beni

Sonra gelir yanıma otururdu.

Şevket acilce iki bardağı yetiştirirdi. Ben bir parça peyniri tabağına bölerdim.

Konuşmya başlardık.

Herkesle içmezdi Madam, benle içerdi.

Birbirimize anlatacak hikayelerimiz olurdu.

İstanbul'un muhteşem kadınlarındandı.

Bedeninin bir parçası olmuş akordeonu, iki yanağında elma şekeri gibi iki allık,

kırmızı ruju ve her zaman gülen gözleriyle konuşurduk, anlatırdı.

Bir beni gördüğünde, bir de kalkarken Mazi'yi mutlaka çalardı.

Bana bir defanın yetmediğini bilirdi. Belki de kendi için çalardı bilmiyorum.

Ama sonuna kadar beraber söylerdik.

"Ben de gönül çektim eskiden yandı hayatım bu sevgiden

anladım ki bir aşka bedel gençliğimmiş elimden giden

önünde ben geldim de dize yar olmadı bu kimse bize

en nihayet düşüp can verdim gözündeki yeşil denize

sarmadımsa da belden, geçmedim bu emelden

bir hazin maceradır onu aldılar elden

başkasına yâr oldu eller bahtiyâr oldu

gönlüm hep baştan başa viran bir diyâr oldu"

O 7 Aralık 2013 gecesinde,

Spirit of Sydney'de, bir fotoğraf karesinde,

ben bütün mümkün geşmişlerimi ve mümkün geleceklerimi yeniden keşfettim.

Deniz çırpıntılı, hava soğuktu. Penguenler mır mır konuşuyorlardı.

Kocaman bir buzdağı infilak etti, buzlar Güney Okyanusu'na saçıldı.

Spirit of Sydney deliler gibi sallandı.

Başka bir kent bulamayacaksın demişti Kavafis.

Bu kent peşini bırakmayacak.

İstanbul yanıma geldi, birbirimize sarıldık.

Biz bu kenti çok sevdik çocuklar.

Kaldırım taşlarını okşayarak büyüdük. Meyhanelerinde tangolar söyledik.

Sokaklarında sırıl sıklam aşık olduk.

Sevdalımıza şiirler yazdık, şiirler okuduk. Meydanlarında fena halde terkedildik.

Yağmurlarında aşkımızı kanadık. Gözyaşlarımız akan kanımıza karıştı.

Sonra kısmet oldu. Bangır bangır Mazi çalarken,

bir ağır poyrazda, tangodaki kız, maziden çıkıp yanıma geldi.

El ele tutuştuk. Bembeyaz yelkenlerimizi açtık.

İstanbul mavi patiskadan elbisesini giydi.

Sabahlara kadar dans ettik.

Haliç'te bir vapur vuruyorlardı, yemyeşil bir ay gökte dağılırken.

(Alkış)

Çeviri: Hakan Akgün

Learn languages from TV shows, movies, news, articles and more! Try LingQ for FREE

Masal Gibi Yaşamalı Hayatı | Talat Kırış | TEDxIstanbul Märchen|wie|leben sollte|Leben|Talat|Kırış|TEDxIstanbul ||||Talat|Kırış|TEDxIstanbul حياة خرافية | طلعت كيريس | TEDx اسطنبول Η ζωή πρέπει να ζει σαν παραμύθι | Talat Kırış | TEDxIstanbul Life should be lived like a fairy tale | Talat Kırış | TEDxIstanbul La vie doit être vécue comme un conte de fées | Talat Kırış | TEDxIstanbul 人生はおとぎ話のように生きるべき|タラート・クルシュ|TEDxIstanbul A vida deve ser vivida como um conto de fadas | Talat Kırış | TEDxIstanbul Жизнь должна быть прожита как сказка | Талат Кырыш | TEDxIstanbul Das Leben wie ein Märchen leben | Talat Kırış | TEDxIstanbul

Transcriber: Hakan Akgün Gözden geçirme: Figen Ergürbüz Transkribierer|Hakan|Akgün|von|Überprüfung|Figen|Ergürbüz Transcriber||Akgün|from the eye|review|Figen|Ergürbüz الناسخ: مراجعة هاكان أكغون: Figen Ergurbuz Transkribierer: Hakan Akgün Überprüfung: Figen Ergürbüz

Prof. Dr. Talat KIRIŞ Nöroşirürji Uzmanı Prof|Dr|Talat|KIRIŞ|Neurochirurgie|Spezialist الأستاذ. دكتور. طلعت كريتش أخصائي جراحة المخ والأعصاب Prof. Dr. Talat KIRIŞ Neurochirurg

Özge ziyaretime geldi. ''Hocam'' dedi. Özge|meinem Besuch|kam|Mein Lehrer|sagte Özge|||| جاء أوزجي لزيارتي. قال: سيدي. Özge came to visit me. 'Sir,' he said. Özge kam zu meinem Besuch. ''Herr Doktor'' sagte sie.

''19 Mayıs'taki TEDx etkinliğinde sizi mutlaka aramızda görmek istiyoruz.'' am 19 Mai|TEDx|bei der Veranstaltung|Sie|unbedingt|unter uns|sehen|wollen "نريد بالتأكيد أن نراكم بيننا في حدث TEDx يوم 19 مايو." "We definitely want to see you among us at the TEDx event on May 19th." ''Wir möchten Sie unbedingt bei unserer TEDx-Veranstaltung am 19. Mai dabei haben.''

Ben hasta yatağımda, öksürükler içinde halsiz mecalsiz yatarken, Ich|krank|in meinem Bett|Husten|in|schwach|energielos|während ich lag |||coughs||feeble|without strength| بينما كنت مستلقية في سريري المريضة ، أسعل وكسلًا ، While I lay in my sick bed, coughing and sluggish, Während ich in meinem Krankenbett liege, schwach und ohne Kraft, mit Husten,

hayır diyemediğimden ''İyi o zaman'' diyebildim. nein|weil ich nicht nein sagen konnte||dann|Zeitpunkt|sagen konnte نظرًا لأنني لم أستطع الرفض ، فقد تمكنت من قول "حسنًا آنذاك". konnte ich nicht nein sagen und sagte nur "Gut, dann".

İşte şimdi aranızdayım. |jetzt|bin ich unter euch ها أنا معك الآن. Here I am with you now. Hier bin ich jetzt unter euch.

Ama biraz hınzırca, biraz da inadına, hüzünlü bir konuşma yapacağım. Aber|ein wenig|schelmisch|ein wenig|auch|aus Trotz|traurige|eine|Rede|halten werde ||slyly|||in spite of|||| لكنني سأقوم بإلقاء خطاب حزين ، شرير قليلاً ، قليل الحقد. But I'm going to make a sad speech, a little wickedly, a little out of spite. Aber ich werde eine etwas schelmische, ein wenig trotzig und traurige Rede halten.

Özge benden pozitif cıvıl cıvıl bir konuşma istemişti. Özge|von mir|positiv|||ein|Gespräch|hatte gefragt |||civility|||| أراد أوزجي محادثة إيجابية ومرحة مني. Özge wanted a positive, chirpy conversation from me. Özge hatte mich um eine positive, lebhafte Rede gebeten.

Bir masal anlatacağım size bugün. Ein|Märchen|werde erzählen|Ihnen|heute |story||| سأخبرك قصة خرافية اليوم. Ich werde Ihnen heute ein Märchen erzählen.

Bir küçük İstanbul masalı. Eine|kleine||Märchen Ein kleines Märchen aus Istanbul.

İçinde doğup büyüdüğüm, sevindiğim, |geboren|aufgewachsen|wo ich glücklich war In dem ich geboren und aufgewachsen bin, in dem ich mich gefreut habe,

üzüldüğüm, okullarını okuduğum, dass ich traurig war|ihre Schulen|dass ich gelesen habe I'm sorry, I read their school, traurig war, die Schulen besucht habe,

yıllardır insanların beyinlerini ameliyat ettiğim, seit Jahren|der Menschen|Gehirne|operiert|ich operiere I've operated on people's brains for years, in dem ich seit Jahren die Gehirne der Menschen operiere,

bir dünya kongresinin başkanlığını yaptığım, ein|Welt|Kongress|Präsidentschaft|ich gemacht habe die ich als Präsident eines Weltkongresses geleitet habe,

yağmurlarında ıslanıp, in den Regenfällen|durchnässt |getting wet getting wet in the rain in den Regen gefallen,

lodos estiğinde bütün İstanbullular gibi gerildiğim, der Südwestwind|wenn wehte|alle||wie|ich angespannt war when the south wind|when it blew||Istanbulites||I get tense When the southwest wind blows, I was tense like all Istanbulites, und mich wie alle Istanbuler angespannt habe, als der Südwestwind wehte,

bir küçük İstanbul masalı. ein|kleines||Märchen eine kleine Istanbul-Märchen.

Hâlâ gece yarıları tekinsiz sokaklarında Immer noch|Nacht|um Mitternacht|unsicher|in seinen Straßen ||nights|unsafe| Still on its haunted streets at midnight Immer noch in den unheimlichen Straßen um Mitternacht

cılız ışıklarda grafitilerini fotoğrafladığım şehrime dair bir masal. schwach|bei den Lichtern|seine Graffiti|die ich fotografiert habe|meiner Stadt|über|ein|Märchen faint||||my city||| A fairy tale about my city, whose graffiti I photographed in dim lights. Ein Märchen über meine Stadt, in der ich ihre Grafiken bei schwachem Licht fotografiert habe.

Bir fotoğraf karesinde, şehri, maziyi, Ein|Foto|im Rahmen|Stadt|Vergangenheit ||frame||the past In einem Foto, ein Märchen über die Wiederentdeckung der Stadt, der Vergangenheit,

hayalleri ve aşkı yeniden keşfetmek üzerine bir masal. ihre Träume|und|die Liebe|wieder|entdecken|über|ein|Märchen der Träume und der Liebe.

Masallarda hüzün ile sevinç yanyana durur ve In Märchen|Traurigkeit|und|Freude|nebeneinander|stehen|und In fairy tales, sadness and joy stand side by side. In Märchen stehen Traurigkeit und Freude nebeneinander und

gökten elmalar düşerken de payınıza düşeni alırsınız. vom Himmel|Äpfel|fallend|auch|Ihrem Anteil|fallenden|erhalten Sie When apples fall from the sky, you get your share. wenn Äpfel vom Himmel fallen, bekommt man auch seinen Anteil.

Masallarda gerçek üstü öyküler anlatılır. Onun için güzeldirler, hayata benzerler ve In Märchen|Realität|übernatürliche|Geschichten|erzählt|Sie|für|sind schön|dem Leben|ähneln| In Märchen werden übernatürliche Geschichten erzählt. Deshalb sind sie schön, sie ähneln dem Leben und

hayatımızdaki onca sahteliğin arasında en samimi hakikatler de masallarda bulunur. in unserem Leben|so viel|Falschheit||die|aufrichtigsten|Wahrheiten|auch|in Märchen|gefunden werden Among all the falsehoods in our lives, the most sincere truths are found in fairy tales. inmitten all der Falschheit in unserem Leben findet man die aufrichtigsten Wahrheiten auch in Märchen.

Masal gibi yaşamalı hayatı. Märchen|wie|leben sollte|sein Leben Man sollte das Leben wie ein Märchen leben.

O zaman tek bir geçmişiniz ve tek bir geleceğiniz olmaz. Dann|Zeit|einzig|ein|Ihre Vergangenheit|und|einzig|ein|Ihre Zukunft|wird nicht sein Dann hat man nicht nur eine Vergangenheit und eine Zukunft.

Mümkün geçmişleriniz ve mümkün gelecekleriniz olur. möglich|Vergangenheiten|und|möglich|Zukünfte|werden Man hat mögliche Vergangenheiten und mögliche Zukünfte.

Anlarınız ve tercihlerinizle şekillenir. mümkün geçmişleriniz ve gelecekleriniz. Ihre Verständnisse|und|mit Ihren Präferenzen|formt sich|möglich|Ihre Vergangenheiten|und|Ihre Zukünfte It is shaped by your moments and preferences. your possible pasts and futures. Sie formen sich mit Ihren Momenten und Vorlieben. Ihre möglichen Vergangenheiten und Zukünfte.

Her zaman masal gibi yaşadığınızda, tercihlerinizi immer|Zeit|Märchen|wie|Sie leben|Ihre Entscheidungen When you always live like a fairy tale, Immer wenn Sie leben wie in einem Märchen, treffen Sie Ihre Entscheidungen

hayâllerinizden yana kullanırsınız, korkmazsınız. von Ihren Träumen|zu|nutzen|Sie haben keine Angst zu Ihren Träumen, Sie haben keine Angst.

Şimdi Sinbad gibi dalalım masalımızın içine. Jetzt|Sinbad|wie|tauchen wir ein|unseres Märchens|hinein Lassen Sie uns jetzt wie Sinbad in unser Märchen eintauchen.

Antarktika'da, Spirit of Sydney yelkenlisinde, In der Antarktis|Spirit|von|Sydney|auf dem Segelboot In Antarctica, on the Spirit of Sydney sailboat, In der Antarktis, auf dem Segelschiff Spirit of Sydney,

bir gece, eine|Nacht eine Nacht,

yedi denizden mürettabatla içiyorduk. sieben|von dem Meer|mit der Besatzung|tranken tranken wir mit der Besatzung von sieben Meeren.

Kavafis'in şiiri geldi aklıma. von Kavafis|Gedicht|kam|mir in den Sinn Kavafis' Gedicht kam mir in den Sinn.

Dedin "bir başka ülkeye gideceğim, bir başka denize gideceğim. Du hast gesagt|ein|anderes|Land|ich werde gehen|ein|anderes|Meer|ich werde gehen Du sagtest: "Ich werde in ein anderes Land gehen, ich werde zu einem anderen Meer gehen.

Bundan daha iyi bir başka ülke bir başka kent bulunur elbet." davon|mehr|gut|ein|anderes|Land|ein|anderer|Stadt|wird gefunden|sicherlich Es gibt sicherlich ein besseres anderes Land, eine andere Stadt."

Yeni ülkeler bulamayacaksın, başka denizler bulamayacaksın. Neue|Länder|wirst finden|andere|Meere|wirst finden Du wirst keine neuen Länder finden, du wirst keine anderen Meere finden.

Bu kent peşini bırakmayacak. Aynı sokaklarda dolaşacaksın, Diese|Stadt|seine|wird nicht loslassen|Gleichen|in den Straßen|wirst du gehen This city won't let up. You will wander the same streets, Diese Stadt wird dich nicht loslassen. Du wirst in denselben Straßen umherwandern,

aynı mahallede yaşlanacaksın; Aynı evlerde kır düşecek saçlarına. gleich|Nachbarschaft|wirst du alt werden|Gleich|in den Häusern|grau|wird fallen|auf dein Haar you will grow old in the same neighborhood; Your hair will turn gray in the same houses. du wirst im selben Viertel alt werden; In denselben Häusern wird der Schnee in dein Haar fallen.

Bu kentdir gidip gideceğin yer. Başkasını umma. Diese|Stadt|hinfahren|du hinfahren wirst|Ort|Jemanden anders|erwarte nicht This is the city where you will go. Don't expect anyone else. Diese Stadt ist der Ort, an den du gehen wirst. Erwarte nichts anderes.

Spirit of Sydney yelkenlisinde, Spirit|von|Sydney|auf dem Segelboot Auf dem Segelboot Spirit of Sydney,

Antarktika'da, hiçbir kenti olmayan, o denizin kıyısında, in der Antarktis|keine|Stadt|nicht vorhandene|dieser|Meer|am Ufer In der Antarktis, wo es keine Stadt gibt, am Ufer des Meeres,

7 Aralık 2013'te bir kutlama yaptık. Dezember|im Jahr 2013|eine|Feier|haben wir gemacht feierten wir am 7. Dezember 2013.

Kızımın doğum gününü ve başka güzel şeyleri. meiner Tochter|Geburtstag||und|andere|schöne|Dinge Den Geburtstag meiner Tochter und andere schöne Dinge.

Şili şarabı su gibi akıp gitti. Herkes şarkılar söyledi. Chile|Wein|Wasser|wie|fließend|ging|Jeder|Lieder|sang Der chilenische Wein floss wie Wasser. Jeder sang Lieder.

Ben de mürettebata Türkçe şarkılar dinlettim. Ich|auch|der Besatzung|Türkisch|Lieder|ließ hören I also played Turkish songs to the crew. Ich ließ die Besatzung türkische Lieder hören.

Gecenin bir yarısı herkes sarhoşken, der Nacht|ein|Mitternacht|jeder|betrunken ist In the middle of the night when everyone is drunk Mitten in der Nacht, als alle betrunken waren,

kendimizi Fikrimin İnce Gülü'nü söylerken bulduk. wir uns|meines Gedankens||Rose|beim Singen|fanden we found ourselves singing The Thin Rose of My Idea. fanden wir uns beim Singen von Fikrimin İnce Gülü.

Sonra herkes ranzalarına çekilip uyudu. Dann|alle|in ihre Etagenbetten|sich zurückgezogen|schlief Dann zogen sich alle in ihre Betten zurück und schliefen.

Ben dışarı çıktım. Gece saat 3'tü. Ich|nach draußen|ging|Nacht|Uhr|es war 3 I went out. It was 3 o'clock at night. Ich ging nach draußen. Es war 3 Uhr nachts.

Ortalık gündüz gibi aydınlıktı. Antarktika'nın yazında gece olmuyor. |Tag|wie|hell war|Antarktikas|im Sommer|Nacht|nicht vorhanden ist Die Umgebung war so hell wie am Tag. In der Antarktis gibt es im Sommer keine Nacht.

Spirit of Sydney, Lemaire Kanalı'nda demirliydi. Karşımızda çenesi çizgili Spirit|von|Sydney|Lemaire|Kanal|war vor Anker|Vor uns|Kinn|gestreift Der Geist von Sydney lag im Lemaire-Kanal vor Anker. Vor uns war eine Gruppe von Pinguinen mit gestreiften Kinn.

penguenlerden oluşmuş bir sürü ve küçük bir fok ailesi vardı. von Pinguinen|bestehend|eine|Herde|und|kleine|eine|Robbe|Familie|gab Es gab eine kleine Familie von Robben.

Deniz çırpıntılı, hava soğuktu. Penguenler mır mır konuşuyorlardı. Das Meer|unruhig|die Luft|war kalt|Die Pinguine|||sprachen The sea was rough, the air was cold. The penguins were purring. Das Meer war unruhig, die Luft war kalt. Die Pinguine murmelten.

İnce bir kar yağmaya başladı ve İstanbul peşimden geldi. |ein|Schnee|zu fallen|begann|und||mir|folgte A thin snow began to fall and Istanbul followed me. Es begann leicht zu schneien und Istanbul folgte mir.

Not tuttuğum bir defterim vardı. Buz dağlarının gri mavi ışıklarında, Notiz|die ich hielt|ein|mein Heft|hatte|Eis|der Berge|grau|blau|im Licht Ich hatte ein Notizbuch, in dem ich Notizen machte. Im graublauen Licht der Eisberge,

yansıyan hayallerimi sözcüklerle resmettiği. reflektierende|meine Träume|mit Worten|malte die meine reflektierten Träume mit Worten malte.

O defterimin arasında Kavafis'in şiiri, sararmış bir fotoğraf ve Atilla İlhan'ın Der|mein Heft|zwischen|Kavafis'|Gedicht|vergilbt|ein|Foto|und|Atilla| In that notebook, Kavafis's poem, a yellowed photograph and Atilla İlhan's In meinem Notizbuch lagen Kavafis' Gedicht, ein vergilbtes Foto und Atilla Ilhans

İstanbul Ağrısı yan yana duruyordu. |Schmerz|nebeneinander|Seite|stand Istanbul Pain stood side by side. Istanbul-Schmerz nebeneinander.

O fotoğrafta Madam Anahit ile resmimiz, Das|im Foto|Madam|Anahit|mit|unser Bild Auf diesem Foto war unser Bild mit Madame Anahit,

yaprakların arasından Atilla İlhan'ın dizelerine dolanmış bana bakıyordu. der Blätter|hindurch|Atilla||zu den Versen|verwickelt|mir|schaute He was looking at me, wrapped in Atilla İlhan's verses through the leaves. das mich zwischen den Blättern in Atilla Ilhans Versen anblickte.

İstanbul Ağrısı uzun bir şiirdir. Hayatımın şiirlerinden biridir aslında. |Schmerz|lang|ein|Gedicht|meines Lebens|Gedichte|eines|eigentlich Istanbul Pain is a long poem. It is actually one of the poems of my life. Istanbul-Schmerz ist ein langes Gedicht. Es ist eigentlich eines der Gedichte meines Lebens.

O şiirde geçen İstanbul'u eski bir kitap gibi koltuğunun altında götürmek istediği Er|im Gedicht|vorkommende||alt|ein|Buch|wie|seines Stuhls|unter|tragen|wollte He wants to take the Istanbul mentioned in that poem under his arm like an old book. Das Istanbul, das in diesem Gedicht vorkommt, wollte er wie ein altes Buch unter seinem Arm tragen.

Sicilyalı balıkçılara Marsilyalı dok işçilerine satır satır anlatmak Sizilianer|Fischern|Marseiller|Dock|Arbeitern|Zeile|Zeile|erklären Tell Sicilian fishermen line by line to Marseille dock workers Er wollte es den sizilianischen Fischern und den marseillerischen Textilarbeitern Zeile für Zeile erzählen.

istediği satırlar hayallerimi süslemiştir. die gewünschten|Zeilen|meine Träume|geschmückt hat The lines he wanted adorned my dreams. Die Zeilen, die er wollte, haben meine Träume geschmückt.

Biraz da onun için denizci olmuşumdur. Ein wenig|auch|sein|für|Seemann|bin ich geworden Ein bisschen deshalb bin ich Seemann geworden.

Biraz da onun için yelkenleri öğrenmişimdir. Ein wenig|auch|sein|für|Segeln|habe ich gelernt Ich habe auch ein wenig das Segeln gelernt.

Ne zaman seyyaleyle Akdeniz'de bir seyir yapsak Wann|Zeit|mit dem Segelboot|im Mittelmeer|eine|Fahrt|wir machen Wann immer wir mit dem Segelboot im Mittelmeer unterwegs sind,

bir limana yanaşırken o dizeleri hatırlamışımdır. ein|Hafen|beim Anlegen|ich|Verse|habe erinnert habe ich mich an diese Verse erinnert, wenn wir in einen Hafen einlaufen.

Spirit of Sydney'in havuzluğunda oturdum, Spirit|von|Sydney's|am Pool|saß ich Ich saß im Pool von Spirit of Sydney,

İstanbul Ağrısı'ndan bir bölüm okumaya başladım. |von Ağrı|ein|Kapitel|zu lesen|begann ich und begann einen Abschnitt aus Istanbul Ağrısı zu lesen.

"sonbahar karanlıklıları tuttu tutacak Herbst|Dunkelheit|hielt|halten wird "Der Herbst hält die Dunkelheiten fest

Tarlabaşı pansiyonlarında bekarlar buğulanıyor Tarlabaşı|in den Pensionen|alleinstehende Männer|sind beschlagen In den Pensionen von Tarlabaşı beschlagen sich die Singles

imtihan çığlıkları yükseliyor üniversiteden Prüfung|Schreie|steigen|von der Universität Die Schreie der Prüfungen steigen von der Universität auf

diesel kamyonları Tophane İskelesi'nde sarhoş Diesel|Lastwagen|Tophane||betrunken Diesel-Lkw sind am Tophane-Pier betrunken

direksiyonlarının koynuna girmiş bıçkın şoförler uykusuz dalgalanıyor der Lenkräder|unter die Decke|gegangen|schlagfertig|Fahrer|schlaflos|schwanken Die rüden Fahrer, die in den Armen ihrer Lenkräder liegen, schwanken schlaflos

ulan İstanbul bu sen misin senin ellerin mi bu eller hey||this|you|are|your|hands|question particle|this|hands Hey, ist das Istanbul, bist du das, sind das deine Hände?

ulan bu gemiler senin gemilerin mi hey|diese|Schiffe|deine|Schiffe| Hey, sind das deine Schiffe?

minarelerini kürdan gibi dişlerinin arasında liman liman götüren ihre Minarette|Zahnstocher|wie|Zähne|zwischen|Hafen|Hafen|tragend Die Minarette, die wie Zahnstocher zwischen deinen Zähnen von Hafen zu Hafen getragen werden.

ulan bu mazot tüküren bu dövmeli gemiler senin mi hey|this|Diesel|verbrauchenden|this|tätowierten|Schiffe|dein|Fragepartikel Hey, gehören diese schmutzigen, tätowierten Schiffe dir?

akşamlar yassıldıkça neden böyle devleşiyorlar abends|je mehr sie sich flach machen|warum|so|riesig werden Warum werden sie abends immer größer, je mehr sie sich flach machen?

neden durmaksızın imdat kıvılcımları fışkırıyor antenlerinden warum|unaufhörlich|Hilfe|Funken|sprudeln|von ihren Antennen Warum sprühen die Notfunken unaufhörlich aus ihren Antennen?

neden warum Warum?

peki İstanbul ya ben naja||oder|ich Was ist mit mir in Istanbul?

ya mısralarını dört renkli duvar afişleri gibi boy boy oder|deine Verse|vier|farbigen|Wand|Plakate|wie|groß|hoch Oder mit den Versen, die wie bunte Wandplakate an die Zollmauern geklebt werden?

gümrük duvarlarına yapıştıran yolcu Abbas Zoll|an die Wände|klebende|Passagier|Abbas Reisender Abbas.

ya benim kahrım ya senin ağrın oder|mein|Kummer|oder|dein|Schmerz entweder mein Kummer oder dein Schmerz

ağır kabaranlarınla uykularını ezerek deliksiz bıraktığın schwer|mit deinen aufsteigenden|Schlaf|zerdrückend|ohne Löcher|du gelassen hast schwer, mit deinen Wellen, die du zerdrückst und mir den Schlaf raubst

çaresiz zehirler kusan çılgın bir yılan gibi burgu burgu içime boşaltığın hilflos|vergiftet||verrückt|ein|Schlange|wie|Schraube|Schraube|in mich|entleert hast wie eine verzweifelte Schlange, die Gift spuckt und mich mit ihrem Wurm in mich hinein entleert

o senin ağrın o senin das|dein|Schmerz|| das ist dein Schmerz, das ist dein Schmerz

sen eğer yine İstanbul'san yanılmıyorsam koltuğumun altında eski bir kitap diye du|wenn|wieder||wenn ich mich nicht irre|meines Stuhls|unter|altes|ein|Buch| wenn du wieder Istanbul bist, täusche ich mich nicht, als wäre ich ein altes Buch unter meinem Arm

götürmek istediğim Sicilyalı balıkçılara Marsilyalı dok işçilerine bringen|den wollte|Sizilianer|Fischern|Marseiller|Dock|Arbeitern Ich möchte die sizilianischen Fischer zu den marseillerischen Textilarbeitern bringen.

satır satır okumak istediğim sen eğer yine İstanbul'san Zeile|Zeile|lesen|ich wollte|du|wenn|wieder| Wenn du wieder in Istanbul bist, möchte ich dich Zeile für Zeile lesen.

senin ağrınsa iğneli beşik gibi her tarafımda hissettiğim dein|Schmerz|mit Nadeln|Wiege|wie|jeder|in mir|ich fühle Wenn dein Schmerz überall in mir ist, wie in einer genadelten Wiege.

ulan yine sen kazandın İstanbul sen kazandın ben yenildim hey|again|you|won||you|won|I|lost Verdammtes Istanbul, du hast wieder gewonnen, du hast gewonnen, ich habe verloren.

kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar emrindeyim aus meinen Ohren|Blut|spritzen|bis|ich bin dir untertan Ich bin dir zu Diensten, bis das Blut aus meinen Ohren spritzt.

ölsem yalnız kalsam parasız kalsam cüzdanım kaybolsa ich sterbe|allein|bleibe|ohne Geld|bleibe|meine Geldbörse|verloren geht Wenn ich sterbe, allein bleibe, kein Geld habe, mein Geldbeutel verloren geht.

kimsesiz kalsam tenhalarda kalsam ohne jemanden|bleibe|in der Einsamkeit|bleibe Wenn ich ohne jemanden bleibe, in der Einsamkeit bleibe.

sen eğer yine İstanbul'san du|wenn|wieder| Wenn du wieder in Istanbul bist.

senin ıslıklarınsa kulaklarıma saplanan bu ıslıklar dein|Pfeifen|in meine Ohren|eindringenden|diese|Pfeifen Wenn deine Pfiffe in meine Ohren stechen, sind das diese Pfiffe.

gözbebeklerimde gezegenler gibi dönen yalnızlığımdan in meinen Pupillen|Planeten|wie|drehend|von meiner Einsamkeit Von meiner Einsamkeit, die in meinen Pupillen wie Planeten kreist.

bir tekmede kapılarını kırıp çıktım demektir" ein|Tritt|ihre Türen|zerbrochen|bin ich heraus|bedeutet es bedeutet, dass ich mit einem einzigen Tritt die Türen aufgebrochen habe.

(Alkış) Applaus (Applaus)

O kapıdan çıktım ve kendimi yıllar öncesinde Die|von der Tür|ich ging hinaus|und|mich selbst|Jahre|in der Vergangenheit Ich bin durch diese Tür gegangen und fand mich vor Jahren wieder.

Çiçek Pasajı'nda Cavit'in Yeri'nde buldum. Blumen|Passage|Cavits|Ort|fand Im Çiçek Pasajı, im Cavits Ort.

Sıkı meyhaneciydi Cavit. strenger|war ein Wirt|Cavit Cavit war ein strenger Wirt.

Ağzına içki koymazdı. Yeşilay üyesiydi. an seinen Mund|Alkohol|würde nicht legen|die Grüne Halte|war Mitglied Er legte keinen Alkohol in seinen Mund. Er war Mitglied der Grünen.

Kadınları mayfer leydi diye buyur eder, erkeklere ekselans derdi. Die Frauen|Mayfer|Lady|so|begrüßt|er|Die Männer|Exzellenz|nannte Er nannte Frauen "Mayfer Lady" und Männer "Exzellenz".

Lakabı, entellektüel Cavit'ti. sein Spitzname|intellektuell|war Cavit Sein Spitzname war der intellektuelle Cavit.

Bir kaç yıl önce 80 yaşında öldü. Ein|paar|Jahre|zuvor|alt|starb Vor ein paar Jahren starb er im Alter von 80 Jahren.

İlk defa babamla oraya gitmiştik. 18 yaşımdaydım. |Mal|mit meinem Vater|dorthin|waren wir gegangen|ich war alt Ich war das erste Mal mit meinem Vater dort. Ich war 18 Jahre alt.

Bana meyhane adabını öğretmişti. Mir|Weinlokal|Etikette|hatte beigebracht Er hatte mir die Etikette der Kneipe beigebracht.

Nasıl oturulur? Nasıl kalkılır? Nasıl içilir? Wie|sitzt man|Wie|steht man|Wie|trinkt man Wie setzt man sich? Wie steht man auf? Wie trinkt man?

Ama daha önemlisi, meyhanenin yalnızca içki içilecek bir yer olmadığını, Aber|noch|wichtiger|der Kneipe|nur|Alkohol|getrunken|ein|Ort|nicht war Aber noch wichtiger war, dass er mir beigebracht hatte, dass die Kneipe nicht nur ein Ort zum Trinken ist,

ama sohbet edilecek, edebiyat konuşulacak, şiir konuşulacak, aber|Gespräch|geführt|Literatur|gesprochen|Gedicht|gesprochen sondern auch ein Ort, um zu plaudern, Literatur zu besprechen, Gedichte zu diskutieren,

hatta ders çalışabilecek bir yer olduğunu öğretmişti. sogar|Unterricht|lernen kann|ein|Ort|dass es|ihm beigebracht hatte sogar um zu lernen.

Sonraları tıbbiyedeyken daha sık gitmeye başladık. später|als wir in der medizinischen Fakultät waren|noch|häufig|zum Gehen|begannen Später, als wir in der medizinischen Fakultät waren, fingen wir an, häufiger zu gehen.

Bir elimizde temel bilimler notları, bir elimizde şiir kitapları... Eine|in der Hand|Grund|Wissenschaften|Notizen|Eine|in der Hand|Gedicht|Bücher In einer Hand hatten wir die Notizen der Naturwissenschaften, in der anderen Hand die Gedichtbände...

Nazım Hikmet, Hasan Hüseyin, Can Yücel, Bedri Rahmi. Nazım|Hikmet|Hasan|Hüseyin|Can|Yücel|Bedri|Rahmi Nazım Hikmet, Hasan Hüseyin, Can Yücel, Bedri Rahmi.

Sonraları aşk kapıyı çaldığında Cemal Süreya tabii. später|Liebe|die Tür|als klopfte|Cemal|Süreya|natürlich Später, als die Liebe an die Tür klopfte, natürlich Cemal Süreya.

Bir de Özdemir Asaf, bir de Atilla İlhan. Ein|auch|Özdemir|Asaf|ein|auch|Atilla| Und Özdemir Asaf, und Atilla İlhan.

Ağır takılıyorsak Melih Cevdet, Ece Ayhan, bir de Metin Eloğlu. schwer|wir feststecken|Melih|Cevdet|Ece|Ayhan|ein|auch|Metin|Eloğlu Wenn wir schwer hängen bleiben, Melih Cevdet, Ece Ayhan und Metin Eloğlu.

Madam Anahit ile ilk tanışmamız o yıllardı. Frau|Anahit|mit|erste|unser Kennenlernen|diese|Jahre Unsere erste Bekanntschaft mit Madam Anahit war in diesen Jahren.

Bizler tıfıl öğrencileriz, Madam ise ağır abla. Wir|kleinwüchsig|sind Schüler|Madam|hingegen|ernst|Schwester Wir sind kleine Schüler, Madam hingegen ist eine große Schwester.

Daha bira düzeyindeyiz, açılmamışız denizlere. Noch|Bier|sind wir auf dem Niveau|sind wir nicht geöffnet|zu den Meeren Wir sind noch auf Bier-Niveau, wir haben uns noch nicht in die Meere geöffnet.

Yine de yazıyoruz kendimizce. Wieder|auch|schreiben|nach unserem eigenen Verständnis Dennoch schreiben wir auf unsere eigene Art.

Ben mesela Düşün Dergisi'nin masal yarışmasına katılmışım. Ich|zum Beispiel|Denken|der Zeitschrift|Märchen|Wettbewerb|habe teilgenommen Ich habe zum Beispiel am Märchenwettbewerb der Düşün Dergisi teilgenommen.

Soğuk bir İstanbul sabahında sonuçlar açıklandığında, kalt|ein||am Morgen|Ergebnisse|als sie bekannt gegeben wurden Als die Ergebnisse an einem kalten Morgen in Istanbul bekannt gegeben wurden,

ayın ilk günü, des Monats|ersten|Tag am ersten Tag des Monats,

derginin paketini çözen ilk gazete bayisinde, der Zeitschrift|Paket|öffnende|erste|Zeitung|Verkaufsstelle in dem ersten Zeitungskiosk, der das Paket des Magazins öffnete,

orta sayfada adım, yanında masalım. Daha Dünya Bebekken. Mitte|auf der Seite|mein Name|neben|meine Geschichte|Noch|die Welt|als ich ein Baby war stand auf der Mittelseite mein Name, neben meinem Märchen. Noch als die Welt ein Baby war.

Rahmetli Onat Kutlar'ın elinden ödül almak bahtiyarlığına da erişmiştim. der Verstorbene|Onat|Kutlar's|von seiner Hand|Preis|zu nehmen|Glückseligkeit|auch|hatte ich erreicht Ich hatte das Glück, einen Preis aus den Händen des verstorbenen Onat Kutlar zu erhalten.

Onat Kutlar yıllar sonra Taksim'de, bir hotelin altında kahvesini yudumlarken, Onat|Kutlar|Jahre|später|in Taksim|ein|Hotel|unter|seinen Kaffee|schlürfend Jahre später, als Onat Kutlar in Taksim, während er seinen Kaffee in einem Hotel trank,

patlayan bir bomba ile öldürüldüğünde, explodierenden|eine|Bombe|mit|getötet wurde wurde er durch eine explodierende Bombe getötet,

bana ödül verirken, Taksim'e her indiğimde içimde gülen gözlerini taşımıştım. mir|Preis|während|nach Taksim|jedes|Mal|in mir|lächelnden|Augen|hatte ich getragen und als er mir den Preis überreichte, trug ich bei jedem Besuch in Taksim seine lächelnden Augen in mir.

Daha Dünya Bebekken, Kuzey Kutbu ile Güney Kutbu'nun Als|Erde|als Baby|Nord|Pol|und|Süd|Pol Als die Welt noch ein Baby war, zwischen dem Nordpol und dem Südpol

imkansız aşkını anlatan bir masaldı. Yani kutuplara sevdam o zamanlardan. unmögliche|Liebe|erzählende|ein|Märchen|Also|zu den Polen|Liebe|diese|Zeiten Es war ein Märchen, das von einer unmöglichen Liebe erzählte. Also war meine Liebe zu den Polen schon damals.

Çok gençtim, çok heyecanlıydım ve yıllar sonra Grönland'tan aldığım bir taşı sehr|jung war ich|sehr|aufgeregt war ich|und|Jahre|später|aus Grönland|den ich bekam|einen|Stein Ich war sehr jung, ich war sehr aufgeregt und Jahre später, als ich einen Stein, den ich aus Grönland mitgebracht hatte,

Antarktika'da buzların arasına bırakırken, penguenlerden utanmasam ağlayacaktım. in der Antarktis|des Eises|zwischen|als ich ließ|von den Pinguinen|wenn ich mich nicht schämen würde|würde ich weinen zwischen den Eisklötzen in der Antarktis liegen ließ, hätte ich, wenn ich mich nicht für die Pinguine geschämt hätte, geweint.

Masalım gerçek olmuştu, sevgililer kavuşmuştu. meine Märchen|wahr|war|Liebenden|vereint Mein Märchen war wahr geworden, die Liebenden waren vereint.

İstanbul ile el ele tutuşarak yılları yürüdük. |mit|Hand|Hand|haltend|Jahre|gingen Hand in Hand mit Istanbul gingen wir durch die Jahre.

Beyin cerrahisinde asistandım. Gehirn|in der Chirurgie|ich assistierte Ich war Assistenzarzt in der Neurochirurgie.

Hayatı her yönüyle yaşamak, eşek sudan gelinceye kadar yorulup, Das Leben|jede|in jeder Hinsicht|leben|Esel|aus dem Wasser|bis er kommt|bis|erschöpft Das Leben in all seinen Facetten zu leben, bis man müde ist,

yine de geceleri jilet gibi bu şehirle sevişmek fena halde bize yakışıyordu. wieder|doch|nachts|Rasiermesser|wie|diese|mit der Stadt|Sex haben|schlecht|sehr|uns|stand und trotzdem nachts mit dieser Stadt zu schlafen, passte uns wirklich gut.

Cavit'in Yeri'nde üç garson vardı, üç kardeş. Cavit's|in Cavit's place|three|waiters|there were|three|brothers In Cavits Ort gab es drei Kellner, drei Brüder.

Ben en büyükleri Şevket ile ahbaptım. Ich|am|ältesten|Şevket|mit|bin befreundet Ich war mit dem ältesten, Şevket, befreundet.

Beyaz bir Renault'u vardı. Weiß|ein|Renault|hatte Er hatte einen weißen Renault.

İçkiyi fazla kaçıranları geceleri evine bırakırdı. |zu viel|übertreibenden|nachts|zu ihm nach Hause|brachte Er brachte die, die es mit dem Trinken übertrieben, nachts nach Hause.

Akciğer kanserinden öldü. Lunge|Krebs|starb Er starb an Lungenkrebs.

Kardeşleri Cengiz ile Vedat. Seine Geschwister|Cengiz|und|Vedat Seine Brüder sind Cengiz und Vedat.

Madam Anahit ile fotoğrafımız o yıllarda çekilmişti. Frau|Anahit|mit|unser Foto|diese|Jahre|wurde aufgenommen Unser Foto mit Madam Anahit wurde in diesen Jahren gemacht.

Beyin cerrahisi dergilerinde makalelerim yayınlanmaya başlamıştı. Gehirn|Chirurgie|in den Zeitschriften|meine Artikel|veröffentlicht zu werden|hatte begonnen Meine Artikel hatten begonnen, in Fachzeitschriften für Neurochirurgie veröffentlicht zu werden.

Gazetede yazılarım, sanat dergilerinde denemelerim ve öyküm; In der Zeitung|meine Artikel|Kunst|in den Zeitschriften|meine Essays|und|meine Kurzgeschichte Meine Artikel in der Zeitung, meine Essays in Kunstzeitschriften und meine Geschichte;

Kurşun Asker ile Balerin. Zinn|Soldat|und|Ballerina Der Bleistift Soldat und die Ballerina.

Kırmızı bir elma gibi şehvetle hayatı ısırıyordum ve rot|ein|Apfel|wie|mit Begierde|das Leben|biss ich| Ich biss das Leben mit Lust wie in einen roten Apfel und

gece yarıları İstanbul'un boynuna bir öpücük konduruyordum. Nacht|um Mitternacht||auf den Hals|ein|Kuss|gab ich küsste mitten in der Nacht den Hals von Istanbul.

Madam Anahit ile dostluğumuz ayrıydı. Frau|Anahit|mit|unsere Freundschaft|war besonders Unsere Freundschaft mit Madam Anahit war besonders.

Bir kambur balina zerafetiyle meyhanelerin arasında süzülürdü. Ein|Buckel|Wal|mit Anmut|der Weinstuben|zwischen|schwebte Sie schwebte mit der Anmut eines Buckelwals zwischen den Tavernen.

Bir masaya yanaştığında, Papatya Gibisin Beyaz ve İnce'yi çalardı. Ein|Tisch|als er sich näherte|Gänseblümchen|wie du bist|Weiß|und||würde stehlen Wenn sie sich an einen Tisch näherte, spielte sie "Papatya Gibisin" Weiß und Zart.

Cavit'in yerine yalnız başına gitmeye başlamıştım. Cavit|anstatt|allein|alleine|zu gehen|hatte ich begonnen Ich hatte begonnen, alleine an Cavits Stelle zu gehen.

Asma katta her zamanki masamda oturur, saatlerce okurdum. Asma|im|jeder|gewohnten|an meinem Tisch|sitzt|stundenlang|ich würde lesen Ich saß in meinem gewohnten Tisch im Obergeschoss und las stundenlang.

Okyanuslara açılmıştık artık. zu den Ozeanen|waren wir geöffnet| Wir hatten uns nun den Ozeanen geöffnet.

Köşedeki balıkçıdan alınmış füme uskumru, az beyaz peynir, iki duble rakı. am Eck|vom Fischer|gekauft|geräuchert|Makrele|wenig|weiß|Käse|zwei|doppelt|Raki Geräucherte Makrele vom Fischer um die Ecke, etwas Feta, zwei Doppel-Raki.

Masanın üstünde yanyana duran nöroşirurji yazıları Der Tisch|auf|nebeneinander|stehenden|Neurochirurgie|Schriften Die Neurochirurgie-Schriften, die nebeneinander auf dem Tisch lagen

ve Latin Amerika'nın kesik damarları. und|Latein|Amerikas|durchtrennt|Adern und die durchtrennten Adern Lateinamerikas.

Kortazar, Márquez, Borges ve beni kalbimden yaralayan öyküleri. Kortázar|Márquez|Borges|und|mich|von meinem Herzen|verletzenden|Geschichten Cortázar, Márquez, Borges und die Geschichten, die mir das Herz verletzen.

Graffiti, Karda Kan İzlerin, ve Yolları Çatallanan Bahçe. Graffiti|im Schnee|Blut||und|Wege|sich gabelnden|Garten Graffiti, Spuren im Schnee und der verzweigte Garten.

Kendimi okuduğumdan beri zaman labirentlerine atıp durduğum mich|seit ich lese|seit|Zeit|in Labyrinthen|geworfen|habe aufgehört Seit ich lese, werfe ich mich in die Labyrinthe der Zeit.

ve her seferinde yolumu yitirdiğim o muhteşem öykü. und|jede|Mal|meinen Weg|den ich verloren habe|diese|wunderbare|Geschichte Und jedes Mal verliere ich meinen Weg in dieser wunderbaren Geschichte.

Madam meyhanenin kapısından girdiğinde, beni görünce Mazi'yi çalardı. Die Dame|der Kneipe|von der Tür|als sie hineinging|mich|als sie mich sah|Mazi|spielte Als Madam durch die Tür der Kneipe trat, spielte sie Mazi, als sie mich sah.

Mazi kalbimde bir yaradır bahtım saçlarından karadır Vergangenheit|in meinem Herzen|eine|Wunde|mein Schicksal|von deinen Haaren|schwarz Mazi ist eine Wunde in meinem Herzen, mein Schicksal ist schwarz wie ihre Haare.

beni zaman zaman ağlatan işte bu hazin hatıradır mich|manchmal|Zeit|zum Weinen bringende|genau|diese|traurige|Erinnerung dies ist die traurige Erinnerung, die mich manchmal zum Weinen bringt.

ne göğsünde uyuttu beni ne bûseyle avuttu beni weder|auf deiner Brust|ließ schlafen|mich|weder|mit einem Kuss|tröstete|mich Weder hat sie mich in ihrer Brust schlafen lassen, noch hat sie mich mit einem Kuss getäuscht.

geçti ardından uzun yıllar o kadın da unuttu beni verging|nach|langen|Jahren|sie|Frau|auch|verga|mich Viele Jahre vergingen, und auch diese Frau hat mich vergessen.

Sonra gelir yanıma otururdu. Dann|kam|neben mir|setzte sich Dann kam sie und setzte sich neben mich.

Şevket acilce iki bardağı yetiştirirdi. Ben bir parça peyniri tabağına bölerdim. Şevket|schnell|zwei|Gläser|bringen würde|Ich|ein|Stück|Käse|auf seinen Teller|würde schneiden Şevket brachte hastig zwei Gläser.

Konuşmya başlardık. Sprechen|würden wir anfangen Wir würden anfangen zu sprechen.

Herkesle içmezdi Madam, benle içerdi. mit jedem|trank nicht|Madam|mit mir|trank Madam trank nicht mit jedem, sie trank mit mir.

Birbirimize anlatacak hikayelerimiz olurdu. einander|erzählbare|Geschichten|hätten Wir hatten Geschichten, die wir uns erzählen konnten.

İstanbul'un muhteşem kadınlarındandı. |großartigen|war eine der Frauen Sie war eine der wunderbaren Frauen von Istanbul.

Bedeninin bir parçası olmuş akordeonu, iki yanağında elma şekeri gibi iki allık, seines Körpers|ein|Teil|geworden|Akkordeon|zwei|auf seinen Wangen|Apfel|Zuckerl|wie|zwei|Rouge Ihr Akkordeon, das ein Teil ihres Körpers geworden war, und zwei rote Wangen wie Zuckeräpfel.

kırmızı ruju ve her zaman gülen gözleriyle konuşurduk, anlatırdı. rot|Lippenstift|und|immer|Zeit|lächelnden|mit ihren Augen|wir sprachen|er/sie erzählte Wir sprachen mit ihrem roten Lippenstift und ihren immer lächelnden Augen, sie erzählte.

Bir beni gördüğünde, bir de kalkarken Mazi'yi mutlaka çalardı. Wenn|mich|sahne|einmal|auch|aufsteht|Mazi|unbedingt|spielen würde Wenn sie mich sah, spielte sie unbedingt Mazi, als sie aufstand.

Bana bir defanın yetmediğini bilirdi. Belki de kendi için çalardı bilmiyorum. mir|ein|Fehler|nicht genügte|wüsste|Vielleicht|auch|sich|für|spielte|ich weiß nicht Sie wusste, dass eine Runde nicht genug für mich war. Vielleicht spielte sie auch für sich selbst, ich weiß es nicht.

Ama sonuna kadar beraber söylerdik. Aber|bis zum Ende|zu|zusammen|würden wir singen Aber bis zum Ende sangen wir zusammen.

"Ben de gönül çektim eskiden yandı hayatım bu sevgiden Ich|auch|Herz|litt|früher|brannte|mein Leben|diese|Liebe "Ich habe auch früher das Herz gezogen, mein Leben brannte von dieser Liebe.

anladım ki bir aşka bedel gençliğimmiş elimden giden ich habe verstanden|dass|eine|Liebe|Preis|meine Jugend|von mir|gehende Ich habe verstanden, dass meine Jugend, die mir entglitt, einen Preis für eine Liebe hatte.

önünde ben geldim de dize yar olmadı bu kimse bize vor|ich|kam|aber|Vers|nützlich|war nicht|das|niemand|uns Ich kam vor dir, aber niemand wurde für uns zum Vers.

en nihayet düşüp can verdim gözündeki yeşil denize endlich|endlich|gefallen|Leben|gab|in deinem Auge|grün|ins Wasser Schließlich fiel ich und gab mein Leben dem grünen Meer in deinen Augen.

sarmadımsa da belden, geçmedim bu emelden wenn ich nicht umarmte|obwohl|von der Taille|übertreffen konnte|dieses|Ziel Auch wenn ich nicht umschlungen wurde, habe ich dieses Ziel nicht überschritten.

bir hazin maceradır onu aldılar elden eine|tragische|Abenteuer|ihn|nahmen|aus der Hand Es ist ein trauriges Abenteuer, das sie mir entrissen haben.

başkasına yâr oldu eller bahtiyâr oldu jemand anderem|Freund|wurde|Hände|glücklich|wurde Die Hände wurden einem anderen zum Freund, das Schicksal wurde glücklich.

gönlüm hep baştan başa viran bir diyâr oldu" mein Herz|immer|von Anfang an|zu Ende|verwüstet|ein|Land|wurde Mein Herz wurde von Anfang bis Ende zu einem verwüsteten Land.

O 7 Aralık 2013 gecesinde, Er|Dezember|in der Nacht In der Nacht des 7. Dezember 2013,

Spirit of Sydney'de, bir fotoğraf karesinde, Spirit|von|in Sydney|ein|Fotoografie|Rahmen auf der Spirit of Sydney, in einem Foto,

ben bütün mümkün geşmişlerimi ve mümkün geleceklerimi yeniden keşfettim. ich|alle|möglichen|meine Vergangenheit|und|möglichen|meine Zukunft|erneut|entdeckte entdeckte ich all meine möglichen Vergangenheiten und möglichen Zukünfte neu.

Deniz çırpıntılı, hava soğuktu. Penguenler mır mır konuşuyorlardı. Das Meer|unruhig|die Luft|war kalt|Die Pinguine|||sprachen Das Meer war aufgewühlt, die Luft war kalt. Die Pinguine redeten leise.

Kocaman bir buzdağı infilak etti, buzlar Güney Okyanusu'na saçıldı. riesig|ein|Eisberg|explodierte|wurde|Eis|Süd|Ozean|verstreut Ein riesiger Eisberg explodierte, das Eis verstreute sich im Südpazifik.

Spirit of Sydney deliler gibi sallandı. Spirit|von|Sydney|verrückt|wie|schwankte Der Spirit of Sydney schwankte wie verrückt.

Başka bir kent bulamayacaksın demişti Kavafis. andere|ein|Stadt|wirst du nicht finden|hatte gesagt|Kavafis Kavafis hatte gesagt, dass du keine andere Stadt finden wirst.

Bu kent peşini bırakmayacak. Diese|Stadt|seine Verfolgung|wird nicht aufgeben Diese Stadt wird dich nicht loslassen.

İstanbul yanıma geldi, birbirimize sarıldık. |zu mir|kam|einander|umarmten uns Istanbul kam zu mir, wir umarmten uns.

Biz bu kenti çok sevdik çocuklar. Wir|diese|Stadt|sehr|haben geliebt|Kinder Wir haben diese Stadt sehr geliebt, Kinder.

Kaldırım taşlarını okşayarak büyüdük. Meyhanelerinde tangolar söyledik. Bürgersteig|Steine|streichelnd|wuchsen|In ihren Tavernen|Tangos|sangen Wir sind auf den Gehwegplatten aufgewachsen. In ihren Kneipen haben wir Tangos gesungen.

Sokaklarında sırıl sıklam aşık olduk. In den Straßen|völlig|durchnässt|verliebt|wurden In ihren Straßen haben wir uns bis auf die Knochen verliebt.

Sevdalımıza şiirler yazdık, şiirler okuduk. Meydanlarında fena halde terkedildik. unserem Geliebten|Gedichte|wir schrieben|Gedichte|wir lasen|Auf ihren Plätzen|schlecht|sehr|wir wurden verlassen Wir haben Gedichte für unsere Geliebten geschrieben, Gedichte gelesen. Auf ihren Plätzen wurden wir schrecklich verlassen.

Yağmurlarında aşkımızı kanadık. Gözyaşlarımız akan kanımıza karıştı. in den Regenfällen|unsere Liebe|wuchs|Unsere Tränen|fließend|in unser Blut|vermischten sich In den Regen haben wir unsere Liebe genährt. Unsere Tränen vermischten sich mit unserem Blut.

Sonra kısmet oldu. Bangır bangır Mazi çalarken, Dann|Schicksal|geschah|||Vergangenheit|spielte Dann geschah es. Während die Vergangenheit laut spielte,

bir ağır poyrazda, tangodaki kız, maziden çıkıp yanıma geldi. ein|starker|im Nordostwind|im Tango|Mädchen|aus der Vergangenheit|herauskommend|zu mir|kam kam das Mädchen aus dem Tango, in einem schweren Nordwind, zu mir.

El ele tutuştuk. Bembeyaz yelkenlerimizi açtık. Hand|zusammen|hielten|strahlend weiß|unsere Segel|öffneten Wir hielten uns an den Händen. Wir setzten unsere schneeweißen Segel.

İstanbul mavi patiskadan elbisesini giydi. |blau|aus Baumwolle|ihr Kleid|trug Istanbul zog ihr Kleid aus blauer Baumwolle an.

Sabahlara kadar dans ettik. bis zum Morgen|bis|tanzen|haben wir Wir haben bis zum Morgen getanzt.

Haliç'te bir vapur vuruyorlardı, yemyeşil bir ay gökte dağılırken. an der Golden Horn|ein|Fähre|fuhren|leuchtend grün|ein|Mond|am Himmel|während er verschwand Es gab ein Boot auf dem Goldenen Horn, während ein leuchtend grüner Mond am Himmel zerfiel.

(Alkış) Applaus (Applaus)

Çeviri: Hakan Akgün Übersetzung|Hakan|Akgün Übersetzung: Hakan Akgün

SENT_CWT:AFkKFwvL=5.96 PAR_TRANS:gpt-4o-mini=4.64 de:AFkKFwvL openai.2025-01-22 ai_request(all=263 err=0.00%) translation(all=219 err=0.00%) cwt(all=1442 err=3.61%)