×

We gebruiken cookies om LingQ beter te maken. Als u de website bezoekt, gaat u akkoord met onze cookiebeleid.

image

Barış Özcan 2018, Kimdi bu Stephen Hawking?

Kimdi bu Stephen Hawking?

Beni duyabiliyor musunuz?

Pek çoğunuzun duyduğu üzere ünlü fizikçi Stephen Hawking geçtiğimiz 14 Mart günü, içinde yaşadığı “ceviz kabuğundaki evren”inden ayrıldı. Ve yine pek çoğunuzun fark ettiği gibi Galile'nin ölümünün 300. Yıldönümünde doğan bu parlak beyin, Albert Einstein'ın doğduğu Pi gününde de ölmüş oldu.

“Kimdi ulan bu Stephen Hawking?” diye bir video yaparsın artık abi diye pek çok mesaj gönderdiniz bana. Sizi duymamak mümkün mü? Yaparım tabi. Ama başlığını böyle atmam. Çünkü kim olursa olsun bizde ölünün arkasından kötü konuşulmaz. Ulan bile denmez. Zaten böyle bir adam hakkında nasıl kötü konuşulabilir ki diye düşünüyorsunuz değil mi? Ah, ah… N'olur, öyle kalın

Tamam konuşalım da, hakkında onu tanıyan tanımayan, bilen bilmeyen herkes bir şeyler söyledi zaten. Söylenecek daha ne kaldı? diye düşünürken kendi kişisel hikayemdeki rolünü aktarmak aklıma geldi. Onunla ilk kez 90'lı yıllarda bir üniversite öğrencisiyken tanışmıştım. Biliyorsunuz özellikle yazarlarla tanışmak çok kolay. Kitabını alıp okuyorsunuz. Ben de öyle yaptım. “Zamanın Kısa Tarihi”ni okudum. Bu popüler bir bilim kitabı. Bilim insanı olmayan kişilerin de okuyup anlayabilmesi için yazılmış. Hatta içinde Einstein'ın E=mc² formülü dışında herhangi bir formül dahi yok. Bazı kısımları beni çok heyecanlandırmıştı bu kitabın ama itiraf etmeliyim ki bazı bölümlerini de anlayamamıştım. Şimdi bu videonun bazı kısımları da size öyle gelebilir, sıkın dişinizi.

“Büyük Patlama – Big Bang”den başlayıp kara deliklere uzanan zamanın “kısa” hikayesi. Big Bang denince akla ilk gelen kişilerden biri olduğu için son yıllarda önce adını sonra da kendisini komedi dizisi “Big Bang Theory”de de duymaya başlamıştık.

Stephen Hawking sadece dizilerde Sheldon'ın hatalarını bulmakla kalmadı, Einstein'ın eksik bıraktığı bazı şeyleri de tamamlamaya çalıştı. Özellikle kara deliklerle ilgili. Kara deliklerin aslında o kadar da kara olmadığını ileri sürdü. Onların parçacık yaydığını ve bu sayede kütle kaybettiğini söyledi. Bu teorik radyasyona artık Hawking ışıması deniyor.

İyi de bu neden önemli? Önemli çünkü “her şeyin teorisi”ni bulmaya çalışırken böyle bir sonuca ulaştı. Neredeyse tüm bilim insanlarının aradığı “her şeyi açıklayacak olan o tek teori.”

“En büyük ve en küçük” adında bir video yayınlamıştım geçenlerde. Hatırlayacaksınız o video kendi boyutlarımızda ve ölçeğimizde başlıyordu. Newton yasalarının geçerli olduğu bir dünyada. Sonra ölçeğimizi gözlemlenebilir evrene kadar büyüttük. Einstein'ın ışık hızı hakkındaki tespitlerinin ve “izafiyet teorisi”nin geçerli olduğu bir dünyayı gördük. Sonra da tam tersi yönde küçüldük ve “kuantum teorisi”nin geçerli olduğu atom altı bir dünyaya gittik.

İşte Stephen Hawking böylesine farklı gibi görünen bu dünyaları açıklayacak bir teori geliştirmeye çalıştı. En küçüklerin dünyasındaki kuantum teorisiyle en büyüklerin dünyasındaki genel görelilik kuramını birleştirmeye çalıştı. Ve bunu yapmaya çalışırken neyi buldu? Kara deliklerin sadece içine bir şeyler çektikçe büyüyen bir dev gibi olmadığını aynı zamanda bu radyasyonla yani kendi adını verdiği Hawking ışımasıyla kütle kaybettiğini. Hımmm. Einstein'ın “izafiyet teorisine” göre kara delikler küçülemezler, yani olay ufuklarının alanı azalamaz. Bu bilim dünyasını şaşırtan yeni bir teori ve işte bu yüzden Stephen Hawking sadece dizilerde boy gösteren bir imajdan ibaret değil.

Ama biz yine de dizilerden gidelim çünkü bunlardan bir tanesinde, Star Trek'in bir bölümünde ince ince işleniyor bu konular. Biliyorsunuz gelecekte geçen bu dizide Data diye bir karakter var, aklı temsil ediyor. Böyle bir karakterin en büyük fantezisi ne olabilir? Ünlü bilim insanlarıyla takılmak değil mi? İşte o da Stephen Hawking ve Albert Einstein'la poker oynuyor. Bu oyun esnasında Einstein, Hawking'in blöf yaptığını düşünüyor, muhtemelen güçlü bir “poker face”i olduğu için de sonuçta oyunu kazanan Hawking oluyor. Peki masadaki dördüncü kişiyi tahmin edebildiniz mi? Isaac Newton. Oyunun ilk kaybedeni. Göndermeleri anladınız mı? Gerçekten de yaklaşık üç asır önce bilim dünyasının en güçlü çalışmalarını yapmıştı. O zamanın en popüler bilim insanıydı. Ta ki Einstein'a kadar. Einstein geldi ve evreni daha iyi açıklamaya çalışan bir kuram geliştirdi: izafiyet teorisini. Bu kez de o en popüler isim haline geldi. Stephen Hawking fizik dünyasına yaptığı katkılarla bu iki isimden daha büyük bir noktaya ulaştı mı tartışılır ama hem pokerde hem de popülerlikte kazandığı kesin. Asıl kazanansa insanlık oluyor elbette. Newton'un da dediği gibi daha ileriyi görebilmek için bu devlerin omuzlarında yükseliyoruz.

Yükseliyoruz yükselmesine de bütün bu ilham verici kişiliklerden fizik dışında ne öğrenebiliriz? Sonuçta hepimiz fizikçi olmayacağız bu hayatta. Sizi bilmem ama benim Stephen Hawking'den öğrendiğim en önemli şey ondaki bu düşünme, öğrenme ve öğrendiklerini paylaşma azmi oldu. Kendinizi onun yerine bir koyun. 21 yaşındayken bir hastalığınız olduğunu öğreniyorsunuz. Öyle bir hastalık ki konuşmanızı, yürümenizi, yutkunmanızı ve hatta nefes almanızı bile etkiliyor. Buna yakalananlara ortalama 2 yıl yaşayabilir diyorlar. Çünkü kas kontrolü diye bir şey kalmıyor. Kendisine bu haberi veren doktora ne diyor biliyor musunuz? Peki ya beynim? Onu kontrol edebilir miyim?

Hayatını bir tekerlekli sandalye üzerinde geçiriyor. Neredeyse bilim-kurgu hikayelerinde gördüğümüz kavanozdaki bir beyin gibi yaşıyor hayatı. Konuşma yetisini kaybedince bir bilgisayar yardımıyla iletişim kurmaya başlıyor. Hareket edememesine rağmen son anlarına kadar düşünmeye, çalışmaya, üretmeye devam ediyor. Adeta hayatının sonuna doğru sağırlaşmaya başlayan Beethoven'ın kompozisyonlarına devam etmesi gibi o da bilimsel çalışmalarını aksatmıyor.

Öldükten sonra sosyal medyada hakkında yazılanlara baktım da bu konsept bazılarına pek inandırıcı gelmemiş. İşte “aslında o bunların hiçbirini söylemiyor, yazıp çizmiyor, arkasında bir ekip var bu adamın” filan diyenler… Şu hayatta fiziksel bir engeli olmamasına rağmen dişe, tırnağa dokunan bir şey üretemeyen insanlar, engeli olan ama sınırı olmayan bu tür kişilerin üretken olabileceğine nedense pek inanmak istemezler. İlla arkasında bir bityeniği ararlar. Ben size söyleyeyim. O bityeniğini sizin bakış açınızda, hayat algınızda. Tabiki bir ekip olacak böyle bir kişinin arkasında. Hatta ekip de değil, koskoca bir topluluk vardı Hawking'e yardım eden. Biz buna üniversite diyoruz. Latince'den gelen bir kelime. Öğrenci ve öğretmenlerden oluşan bir topluluk anlamına geliyor. Yani işi gücü eğitim olan insanlardan oluşan bir topluluk.

Stephen Hawking, öğrenme serüvenine Oxford Üniversitesi'nde başladı. “İngilizce konuşan dünya”nın en eski üniversitesidir bu. Kurulduğu tarih tam olarak bilinemiyor ama 1096'dan beri orada sürekli olarak eğitim yapıldığı kesin. Neredeyse 1000 yıldır. Hawking daha sonra Cambridge Üniversitesi'ne geçiyor ve hayatının sonuna kadar orada çalışmalarına devam ediyor. Bu üniversite de 1209 yılından beri faaliyet gösteren bir eğitim kurumu. Hatta öyle ki Isaac Newton da bu okulda profesörmüş. Stephen Hawking, daha önce Newton'un sahip olduğu bir pozisyona gelmiş, bir Lucasian profesörü olmuş. Dünyanın en prestijli akademik ünvanlarından biri bu. İşte yüzyıllardır ısrarla, nesilden nesle devam eden bir öğrenme ve öğretme eylemi, akademik bir geleneğin oluşmasına yol açıyor.

Şu anda artık sadece Oxford ve Cambridge değil İngiltere'deki daha pek çok üniversite, bu akademik geleneği uyguluyor. Bu üniversitelerde sadece ders yapmıyorsunuz. Seminerlere, tartışmalara katılıyorsunuz. Konuşuyorsunuz ve dinliyorsunuz. Tez üretiyorsunuz. Beğenmezseniz antitez geliştiriyorsunuz. Uygulama projeleri üretip, eğitmenlerle aktif bir ilişki içinde yer alıyorsunuz. Bu sayede eleştirel düşünme beceriniz, yaratıcılığınız ve özgüveniniz gelişiyor. Tıpkı nadir yetişen bitkilerin özel ortamlara ihtiyacı olmasına benzer bir şekilde Hawking gibi bilim insanları da ancak böyle ortamlarda yetişebiliyor. Daha 21 yaşında kendisine 2 yıl ömür biçilmesine rağmen kuruyup gitmemesini başka nasıl açıklayabiliriz ki? Emekli olan insanlara bir bakın. Eğer anlamlı bir uğraş bulmazlarsa solup gidiverirler. Oysa nefes almakta bile güçlük çeken bir zihni oksijen dolu böyle bir ortama koyunca yeşerip büyümeye başlıyor. Kısacık zamanı kalmış olmasına rağmen zamanın kısa tarihini yazabilecek zamanı bulabiliyor… Hawking'in neredeyse yarım asır daha yaşayabilmesinin sırrı belki de etrafını çevreleyen öğrenmeye ve öğretmeye açık, oksijen dolu bu zihinlerdir kim bilir?

Onun akıllara kazınan şu imajı için bazı teorilerini birlikte geliştirdiği ünlü matematikçi Roger Penrose “aklın maddeye üstünlüğü”nü sembolize ettiğini yazdı.

“Pek çok insan beni bilimsel çalışmalarımla değil de Simpsonlar çizgi filminden tanıyor” demişti bir keresinde Profesör Hawking. Ama bunu şikayet etmek için söylemiyordu. Hatta böyle bir popüler kültür ikonu olma noktasında neredeyse hevesli biri olduğunu bile söyleyebiliriz. İlerleyen yaşına ve fiziksel durumuna aldırmadan dünyayı dolaşıp konuşmalar yaptı, dizilerde rol aldı. Ama bir “ekib”in yönettiği kukla gibi değil. Tam tersine bazen dizilerde kendisi için yazılan senaryoya bile müdehale edip bir kısmını kendisinin yazdığı söylenir. Az önce gösterdiğim Star Trek'te oynamayı kendisi teklif etmiş. Teknoloji gelişmesine ve daha iyi ses sentezleyicileri çıkmasına rağmen eski ve Amerikan aksanlı sesini kullanmaya devam etti. Telif hakları kendisine ait olan bir ses haline getirdi. Bir keresinde en çok uzaya gitmek istediğini belirtmişti. Bunun üzerine yeryüzünde yerçekimsiz ortamı simüle edebilen Zero-G uçağına davet edildi. Ve o da tabiki kabul etti. Bir çoğumuzun cesaret edemeyeceği böyle bir deneyimi yaşarken ne kadar mutlu olduğunu hayal edebiliyor musunuz? Ne de olsa bize ayaklarımızın altına değil de yukarıya, yıldızlara bakmayı öğütleyen biriydi. “Benim amacım çok basit. Evreni bütünüyle anlamak. Neden var olduğunu…”

Amacına ulaşamadı ve “Her şeyin formülü”nü de bulamadı. Ama içinde bulunduğu kısıtlayıcı duruma rağmen hayatının sonuna kadar bu basit amaçtan vazgeçmedi. Kendisinin de dediği gibi “hayat ne kadar zor görünürse görünsün, yapabileceğin ve başarabileceğin bir şey mutlaka vardır. Sadece vazgeçmemene bağlı.”

İşte fizik ötesinde bana böyle şeyler öğretti Hawking. Çünkü o konuşamamasına rağmen çok şey söyleyebiliyordu. Sesi olmamasına rağmen sesini duyurabiliyordu. Kaslarının çoğunu hareket ettiremese de gülmeyi ve güldürmeyi becerebiliyordu. İnanmayanlar hemen her konuşmasında olduğu gibi ölmeden önce yaptığı son konuşmasında da yaptığı şu ince espriye kulak verebilir Can you hear me? (Beni duyabiliyor musunuz?)

Learn languages from TV shows, movies, news, articles and more! Try LingQ for FREE

Kimdi bu Stephen Hawking? Wer war dieser Stephen Hawking? Who was this Stephen Hawking? Qui était ce Stephen Hawking ? Quem era este Stephen Hawking? Кем был этот Стивен Хокинг? Vem var denne Stephen Hawking?

Beni duyabiliyor musunuz? |entendez| Can you hear me

Pek çoğunuzun duyduğu üzere ünlü fizikçi Stephen Hawking geçtiğimiz 14 Mart günü, içinde yaşadığı “ceviz kabuğundaki evren”inden ayrıldı. |||||physicien||||||||coquille de noix|coquille de noix|univers|univers|nous a quittés As many of you have heard, the famous physicist Stephen Hawking left his "nutshell universe" in which he lived, on March 14th. Comme beaucoup d'entre vous le savent, le célèbre physicien Stephen Hawking nous a quittés le 14 mars dernier de son "univers dans une coquille de noix". Ve yine pek çoğunuzun fark ettiği gibi Galile'nin ölümünün 300. |||||||Galilée|300e anniversaire And again, as many of you have noticed, the 300th anniversary of Galileo's death. Et comme beaucoup d'entre vous l'ont également remarqué, c'est le 300ème anniversaire de la mort de Galilée. Yıldönümünde doğan bu parlak beyin, Albert Einstein'ın doğduğu Pi gününde de ölmüş oldu. anniversaire|||brillant|||d'Einstein||jour Pi(1)|||| This brilliant mind, born on the anniversary, died on the day of Pi, Albert Einstein was born. Ce brillant esprit né à l'époque du jour Pi d'Albert Einstein est également décédé ce jour-là.

“Kimdi ulan bu Stephen Hawking?” diye bir video yaparsın artık abi diye pek çok mesaj gönderdiniz bana. |eh||||||||||||||| "Who is this Stephen Hawking?" You'll make a video saying, now you've sent me a lot of messages saying bro. « Qui était ce Stephen Hawking ? » vous avez envoyé beaucoup de messages en me disant que je devrais faire une vidéo à ce sujet. Sizi duymamak mümkün mü? Is it possible not to hear you? Est-il possible de ne pas vous entendre ? Yaparım tabi. Ama başlığını böyle atmam. |je ne mets|| But I don't title it like that. Mais je ne mettrai pas ce titre. Çünkü kim olursa olsun bizde ölünün arkasından kötü konuşulmaz. ||||||||on ne parle pas Because no matter who it is, we don't talk badly behind the dead. Parce que peu importe qui c'est, on ne parle pas en mal des morts chez nous. Ulan bile denmez. ||on ne dit pas It's not even worth trying. On ne le dit même pas. Zaten böyle bir adam hakkında nasıl kötü konuşulabilir ki diye düşünüyorsunuz değil mi? You're already thinking, how can you talk bad about such a man, right? Ah, ah… N'olur, öyle kalın ||s'il vous plaît|| Ah, ah… Please stay that way Ah, ah… S'il te plaît, reste comme ça

Tamam konuşalım da, hakkında onu tanıyan tanımayan, bilen bilmeyen herkes bir şeyler söyledi zaten. ||||||qui ne le connaît pas||||||| Okay, let's talk, everyone who knows him, who doesn't know him, has already said something about him. D'accord, parlons-en, mais tout le monde, ceux qui le connaissent et ceux qui ne le connaissent pas, ont déjà dit quelque chose à son sujet. Söylenecek daha ne kaldı? à dire||| Que reste-t-il à dire ? diye düşünürken kendi kişisel hikayemdeki rolünü aktarmak aklıma geldi. ||||histoire personnelle|||| While I was thinking, it occurred to me to convey your role in my own personal story. En pensant à cela, il m'est venu à l'esprit de transmettre son rôle dans mon histoire personnelle. Onunla ilk kez 90'lı yıllarda bir üniversite öğrencisiyken tanışmıştım. ||||||||j'avais rencontré I first met him when I was a college student in the 90s. Je l'ai rencontré pour la première fois dans les années 90, alors que j'étais étudiant à l'université. Biliyorsunuz özellikle yazarlarla tanışmak çok kolay. ||les auteurs||| You know, it is very easy to meet writers especially. Vous savez, il est très facile de rencontrer des écrivains. Kitabını alıp okuyorsunuz. ||vous lisez You are taking and reading his book. Ben de öyle yaptım. I did the same. “Zamanın Kısa Tarihi”ni okudum. I read "A Brief History of Time". Bu popüler bir bilim kitabı. Bilim insanı olmayan kişilerin de okuyup anlayabilmesi için yazılmış. ||||||puisse comprendre|| Hatta içinde Einstein'ın E=mc² formülü dışında herhangi bir formül dahi yok. |||||formule|||||| In fact, it doesn't even contain any formula other than Einstein's E=mc² formula. Il n'y a même pas d'autre formule que la formule E=mc² d'Einstein à l'intérieur. Bazı kısımları beni çok heyecanlandırmıştı bu kitabın ama itiraf etmeliyim ki bazı bölümlerini de anlayamamıştım. ||||||||||||chapitres de|| Certaines parties de ce livre m'ont beaucoup excité, mais je dois avouer que je n'ai pas compris certaines sections. Şimdi bu videonun bazı kısımları da size öyle gelebilir, sıkın dişinizi. |||||||||serrez les dents| Now, some parts of this video may sound like that to you, grind your teeth. Maintenant, certaines parties de cette vidéo peuvent aussi vous sembler comme ça, serrez les dents.

“Büyük Patlama – Big Bang”den başlayıp kara deliklere uzanan zamanın “kısa” hikayesi. |||Big Bang||||||de l'univers|| A "short" story of time from the "Big Bang" to black holes. Big Bang denince akla ilk gelen kişilerden biri olduğu için son yıllarda önce adını sonra da kendisini komedi dizisi “Big Bang Theory”de de duymaya başlamıştık. |Big Bang|||||||||||||||||||||||| Since he is one of the first people to come to mind when Big Bang is mentioned, we have started to hear his name and then himself in the comedy series "Big Bang Theory" in recent years.

Stephen Hawking sadece dizilerde Sheldon'ın hatalarını bulmakla kalmadı, Einstein'ın eksik bıraktığı bazı şeyleri de tamamlamaya çalıştı. |||||erreurs|||||||||| Stephen Hawking n'a pas seulement trouvé les erreurs de Sheldon dans les séries, mais il a également essayé de compléter certaines choses laissées inachevées par Einstein. Özellikle kara deliklerle ilgili. ||les trous noirs| En particulier en ce qui concerne les trous noirs. Kara deliklerin aslında o kadar da kara olmadığını ileri sürdü. |les trous|||||||| He suggested that black holes are actually not that black after all. Il a soutenu que les trous noirs ne sont en réalité pas si noirs que ça. Onların parçacık yaydığını ve bu sayede kütle kaybettiğini söyledi. ||qu'ils émettent|||||| He said they emitted particles and thus lost mass. Il a dit qu'ils émettent des particules et qu'ils perdent ainsi de la masse. Bu teorik radyasyona artık Hawking ışıması deniyor. |||||radiation| This theoretical radiation is now called Hawking radiation. Cette radiation théorique est maintenant appelée rayonnement de Hawking.

İyi de bu neden önemli? Mais pourquoi est-ce important ? Önemli çünkü “her şeyin teorisi”ni bulmaya çalışırken böyle bir sonuca ulaştı. ||||théorie de tout||||||| It's important because he came to such a conclusion while trying to find the "theory of everything." Neredeyse tüm bilim insanlarının aradığı “her şeyi açıklayacak olan o tek teori.” |||||||expliquera tout|||| La "théorie unique qui expliquera tout" recherchée par presque tous les scientifiques.

“En büyük ve en küçük” adında bir video yayınlamıştım geçenlerde. ||||||||j'avais publié| I recently published a video called “The biggest and the smallest”. J'avais publié récemment une vidéo intitulée "Le plus grand et le plus petit". Hatırlayacaksınız o video kendi boyutlarımızda ve ölçeğimizde başlıyordu. ||||nos dimensions||| You will remember that video started in our own dimensions and scale. Vous vous souviendrez que cette vidéo commençait à nos propres dimensions et échelles. Newton yasalarının geçerli olduğu bir dünyada. Newton||||| In a world where Newton's laws apply. Sonra ölçeğimizi gözlemlenebilir evrene kadar büyüttük. |notre échelle|||| Then we scaled up to the observable universe. Einstein'ın ışık hızı hakkındaki tespitlerinin ve “izafiyet teorisi”nin geçerli olduğu bir dünyayı gördük. ||||||théorie de la relativité||||||| We have seen a world where Einstein's determinations about the speed of light and his "theory of relativity" are valid. Sonra da tam tersi yönde küçüldük ve “kuantum teorisi”nin geçerli olduğu atom altı bir dünyaya gittik. ||||||||||||monde subatomique|||| Then we shrank in the opposite direction and went to a subatomic world where "quantum theory" was valid.

İşte Stephen Hawking böylesine farklı gibi görünen bu dünyaları açıklayacak bir teori geliştirmeye çalıştı. |||"in such a"|||||||||| So Stephen Hawking tried to develop a theory to explain these seemingly different worlds. En küçüklerin dünyasındaki kuantum teorisiyle en büyüklerin dünyasındaki genel görelilik kuramını birleştirmeye çalıştı. |||||||||relativité générale||| |||||||||relativity||| He tried to combine the quantum theory in the world of the smallest with the general theory of relativity in the world of the largest. Ve bunu yapmaya çalışırken neyi buldu? Kara deliklerin sadece içine bir şeyler çektikçe büyüyen bir dev gibi olmadığını aynı zamanda bu radyasyonla yani kendi adını verdiği Hawking ışımasıyla kütle kaybettiğini. |||||||||monstre||||||||||||rayonnement|| |||into|||"as they pull"||||||||||||||||mass| That black holes are not just like a giant that grows as something is pulled into it, but also lose mass with this radiation, Hawking radiation, which he calls himself. Les trous noirs ne sont pas seulement comme des géants qui grandissent à mesure qu'ils aspirent des choses, mais ils perdent également de la masse grâce à ce rayonnement, qu'il a lui-même nommé le rayonnement de Hawking. Hımmm. Hmm Hmmm. Einstein'ın “izafiyet teorisine” göre kara delikler küçülemezler, yani olay ufuklarının alanı azalamaz. ||théorie de||||||||| |relativity|||||||||area| According to Einstein's "theory of relativity", black holes cannot shrink, that is, the area of their event horizons cannot decrease. Selon la "théorie de la relativité" d'Einstein, les trous noirs ne peuvent pas rétrécir, c'est-à-dire que la surface de leurs horizons d'événements ne peut pas diminuer. Bu bilim dünyasını şaşırtan yeni bir teori ve işte bu yüzden Stephen Hawking sadece dizilerde boy gösteren bir imajdan ibaret değil. ||scientifique|||||||||||||||||| This is a new theory that has shocked the scientific world, and that's why Stephen Hawking isn't just a TV show. C'est une nouvelle théorie qui surprend le monde scientifique et c'est pourquoi Stephen Hawking n'est pas seulement une image qui apparaît dans des séries.

Ama biz yine de dizilerden gidelim çünkü bunlardan bir tanesinde, Star Trek'in bir bölümünde ince ince işleniyor bu konular. |||||||||une||||||en détail||| But let's go from the TV series anyway, because in one of them, in a part of Star Trek, these issues are elaborated. Mais continuons avec les séries car dans l'une d'elles, un épisode de Star Trek traite de ces sujets en profondeur. Biliyorsunuz gelecekte geçen bu dizide Data diye bir karakter var, aklı temsil ediyor. |||||Data|||||intelligence|| ||||||||||mind|represents intelligence| As you know, there is a character named Data in this series that takes place in the future, he represents the mind. Vous savez, dans cette série qui se déroule dans le futur, il y a un personnage nommé Data qui représente l'intellect. Böyle bir karakterin en büyük fantezisi ne olabilir? |||||fantaisie|| What could be the biggest fantasy of such a character? Ünlü bilim insanlarıyla takılmak değil mi? ||avec des scientifiques||| |famous scientists|||| Hanging out with famous scientists, right? Ce n'est pas s'amuser avec des scientifiques célèbres ? İşte o da Stephen Hawking ve Albert Einstein'la poker oynuyor. |||||||Einstein|| Here he is playing poker with Stephen Hawking and Albert Einstein. Eh bien, il joue au poker avec Stephen Hawking et Albert Einstein. Bu oyun esnasında Einstein, Hawking'in blöf yaptığını düşünüyor, muhtemelen güçlü bir “poker face”i olduğu için de sonuçta oyunu kazanan Hawking oluyor. ||||Hawking||||||||||||||||| |game|"during"||||||||||||||||||| During this game, Einstein thinks Hawking is bluffing, probably because he has a strong “poker face”, Hawking ultimately wins the game. Pendant ce jeu, Einstein pense que Hawking bluffe, probablement parce qu'il a un fort 'poker face', et au final, c'est Hawking qui gagne la partie. Peki masadaki dördüncü kişiyi tahmin edebildiniz mi? |sur la table||||| Can you guess the fourth person at the table? Isaac Newton. Isaac Newton| Oyunun ilk kaybedeni. ||perdant Göndermeleri anladınız mı? les références|| The references|| Do you understand the posts? Gerçekten de yaklaşık üç asır önce bilim dünyasının en güçlü çalışmalarını yapmıştı. ||||siècle||||||| Indeed, he had done the most powerful work in the scientific world nearly three centuries ago. En effet, il avait réalisé des travaux parmi les plus puissants du monde scientifique il y a environ trois siècles. O zamanın en popüler bilim insanıydı. |||||c'était un scientifique C'était le scientifique le plus populaire de son temps. Ta ki Einstein'a kadar. ||à Einstein| Until Einstein. Jusqu'à Einstein. Einstein geldi ve evreni daha iyi açıklamaya çalışan bir kuram geliştirdi: izafiyet teorisini. |||l'univers||||||||| |||||||||||relativity| Bu kez de o en popüler isim haline geldi. ||||||||became This time he became the most popular name. Stephen Hawking fizik dünyasına yaptığı katkılarla bu iki isimden daha büyük bir noktaya ulaştı mı tartışılır ama hem pokerde hem de popülerlikte kazandığı kesin. ||||||||||||point||||||||||| ||physics|||||||||||||||||||||"for sure" It is debatable whether Stephen Hawking has reached a greater point than these two names with his contributions to the world of physics, but it is certain that he has won both in poker and in popularity. Asıl kazanansa insanlık oluyor elbette. |ce qui gagne||| The real|the real winner||| The real winner is humanity, of course. Newton'un da dediği gibi daha ileriyi görebilmek için bu devlerin omuzlarında yükseliyoruz. ||||||||||sur les épaules| As Newton said, we rise on the shoulders of these giants to see further. Comme l'a dit Newton, nous nous élevons sur les épaules de ces géants pour voir plus loin.

Yükseliyoruz yükselmesine de bütün bu ilham verici kişiliklerden fizik dışında ne öğrenebiliriz? |à son sujet|||||||||| "We are rising"|||||inspiration|||||| As we rise, what can we learn from all these inspiring personalities other than physics? Nous élevons, certes, mais que pouvons-nous apprendre d'autre que la physique de toutes ces personnalités inspirantes ? Sonuçta hepimiz fizikçi olmayacağız bu hayatta. |||ne serons pas|| ||physicist||| Après tout, nous ne serons pas tous physiciens dans cette vie. Sizi bilmem ama benim Stephen Hawking'den öğrendiğim en önemli şey ondaki bu düşünme, öğrenme ve öğrendiklerini paylaşma azmi oldu. |||||Hawking||||||||||||| ||||||||||"in him"||thinking|||||determination| I don't know about you, but the most important thing I learned from Stephen Hawking was his determination to think, learn and share what he learned. Je ne vous connais pas, mais la chose la plus importante que j'ai apprise de Stephen Hawking est sa détermination à penser, à apprendre et à partager ce qu'il a appris. Kendinizi onun yerine bir koyun. ||||un mouton Put yourself in his place. Mettez-vous à sa place. 21 yaşındayken bir hastalığınız olduğunu öğreniyorsunuz. ||maladie|| Vous apprenez que vous avez une maladie à l'âge de 21 ans. Öyle bir hastalık ki konuşmanızı, yürümenizi, yutkunmanızı ve hatta nefes almanızı bile etkiliyor. ||||votre parole|votre marche|votre déglutition||||respiration|| ||||||your swallowing||even|breathing||| Buna yakalananlara ortalama 2 yıl yaşayabilir diyorlar. |ceux qui sont attrapés|||| They say that those who get it can live an average of 2 years. Çünkü kas kontrolü diye bir şey kalmıyor. |muscle||||| |muscle||||| Because there is no such thing as muscle control. Kendisine bu haberi veren doktora ne diyor biliyor musunuz? Do you know what he says to the doctor who gave him this news? Peki ya beynim? ||mon cerveau What about my brain? Onu kontrol edebilir miyim?

Hayatını bir tekerlekli sandalye üzerinde geçiriyor. ||roue||| ||wheelchair||| He spends his life in a wheelchair. Neredeyse bilim-kurgu hikayelerinde gördüğümüz kavanozdaki bir beyin gibi yaşıyor hayatı. ||fiction|les histoires||||||| |||||in a jar||brain in a jar||| He lives life almost like a brain in a jar that we see in sci-fi stories. Il vit presque comme un cerveau dans un bocal que l'on voit dans les histoires de science-fiction. Konuşma yetisini kaybedince bir bilgisayar yardımıyla iletişim kurmaya başlıyor. |||||avec un ordinateur|communication|| |ability to speak||||||to communicate| When he loses his ability to speak, he begins to communicate with the help of a computer. Lorsqu'il perd sa capacité de parler, il commence à communiquer avec l'aide d'un ordinateur. Hareket edememesine rağmen son anlarına kadar düşünmeye, çalışmaya, üretmeye devam ediyor. |incapacité de bouger|||dernières||||produire|| ||||final moments|||||| Bien qu'il ne puisse pas bouger, il continue à penser, à travailler et à produire jusqu'à ses derniers instants. Adeta hayatının sonuna doğru sağırlaşmaya başlayan Beethoven'ın kompozisyonlarına devam etmesi gibi o da bilimsel çalışmalarını aksatmıyor. ||||devenir sourd||Beethoven|ses compositions||||||||ne néglige pas Almost like||||"becoming deaf"|||||||||||"does not interrupt"

Öldükten sonra sosyal medyada hakkında yazılanlara baktım da bu konsept bazılarına pek inandırıcı gelmemiş. |||||ce qui est écrit||||concepte|à certains||| ||||||||||||convincing| After he died, I looked at what was written about him on social media, and this concept did not seem very convincing to some. Après ma mort, j'ai regardé ce qui était écrit à mon sujet sur les réseaux sociaux et ce concept n'a pas paru très crédible à certains. İşte “aslında o bunların hiçbirini söylemiyor, yazıp çizmiyor, arkasında bir ekip var bu adamın” filan diyenler… Şu hayatta fiziksel bir engeli olmamasına rağmen dişe, tırnağa dokunan bir şey üretemeyen insanlar, engeli olan ama sınırı olmayan bu tür kişilerin üretken olabileceğine nedense pek inanmak istemezler. |||||||n'écrit pas|||||||||||||handicap|||||toucher|||qui ne produisent pas|||||limite|||||productifs|peuvent l'être|||| ||||||||||||||||||physical||disability||despite having no|tooth|to the nail|tangible|||||disability|||no limits|||||productive||for some reason||| Here are those who say, "Actually, he doesn't say any of these, he doesn't write or draw, there is a team behind this man"... they don't want. Voilà ceux qui disent : "en fait, il ne dit rien de tout ça, il n'écrit ni ne dessine, cet homme a une équipe derrière lui"… Les gens qui, malgré l'absence d'un handicap physique, ne parviennent pas à produire quoi que ce soit de concret, semblent avoir du mal à croire que des personnes handicapées mais sans limites puissent être productives. İlla arkasında bir bityeniği ararlar. |||un bityeniği| They always|||hidden agenda| They always look for something behind it. Ils cherchent toujours un coup monté derrière tout cela. Ben size söyleyeyim. Let me tell you. O bityeniğini sizin bakış açınızda, hayat algınızda. |ce que vous voyez|||votre perspective||perception de la vie ||||||your perception of life That loser is in your perspective, in your view of life. Tabiki bir ekip olacak böyle bir kişinin arkasında. ||team||||| Of course there will be a team behind such a person. Hatta ekip de değil, koskoca bir topluluk vardı Hawking'e yardım eden. ||||une énorme||communauté||Hawking|| ||||||community|||| Biz buna üniversite diyoruz. We call it university. Latince'den gelen bir kelime. du latin||| Öğrenci ve öğretmenlerden oluşan bir topluluk anlamına geliyor. |||||Community|| It means a community of students and teachers. Yani işi gücü eğitim olan insanlardan oluşan bir topluluk. ||power|||||| In other words, a community of people whose job is education. C'est une communauté composée de personnes dont le travail est l'éducation.

Stephen Hawking, öğrenme serüvenine Oxford Üniversitesi'nde başladı. |||aventure||| |||learning journey||| Stephen Hawking started his learning journey at Oxford University. Stephen Hawking a commencé son aventure d'apprentissage à l'Université d'Oxford. “İngilizce konuşan dünya”nın en eski üniversitesidir bu. ||||||université| C'est la plus ancienne université du "monde anglophone". Kurulduğu tarih tam olarak bilinemiyor ama 1096'dan beri orada sürekli olarak eğitim yapıldığı kesin. ||||on ne sait pas||||||||| |||||but|||||||| Neredeyse 1000 yıldır. Hawking daha sonra Cambridge Üniversitesi'ne geçiyor ve hayatının sonuna kadar orada çalışmalarına devam ediyor. |||Université de Cambridge|à l'Université de Cambridge|||||||ses travaux|| Hawking later transferred to Cambridge University and continued his studies there for the rest of his life. Bu üniversite de 1209 yılından beri faaliyet gösteren bir eğitim kurumu. |||||operating|||| Hatta öyle ki Isaac Newton da bu okulda profesörmüş. ||||||||était professeur Stephen Hawking, daha önce Newton'un sahip olduğu bir pozisyona gelmiş, bir Lucasian profesörü olmuş. ||||||||position|||professeur Lucasien|| Stephen Hawking became a Lucasian professor, a position previously held by Newton. Dünyanın en prestijli akademik ünvanlarından biri bu. ||||titres académiques|| |||academic|"titles"|| It is one of the most prestigious academic titles in the world. İşte yüzyıllardır ısrarla, nesilden nesle devam eden bir öğrenme ve öğretme eylemi, akademik bir geleneğin oluşmasına yol açıyor. ||avec insistance|de génération|de génération en génération||||||enseignement|acte|||tradition académique|formation|| ||persistently|||||||||act|academic||tradition||| Voici une action d'apprentissage et d'enseignement qui se poursuit depuis des siècles, de génération en génération, et qui conduit à la formation d'une tradition académique.

Şu anda artık sadece Oxford ve Cambridge değil İngiltere'deki daha pek çok üniversite, bu akademik geleneği uyguluyor. |||||||||||||||tradition académique| Currently, not only Oxford and Cambridge but also many universities in the UK are following this academic tradition. Actuellement, non seulement Oxford et Cambridge, mais aussi de nombreuses autres universités en Angleterre appliquent cette tradition académique. Bu üniversitelerde sadece ders yapmıyorsunuz. Dans ces universités, vous ne vous contentez pas de suivre des cours. Seminerlere, tartışmalara katılıyorsunuz. |aux discussions|vous participez You attend seminars and discussions. Konuşuyorsunuz ve dinliyorsunuz. Tez üretiyorsunuz. vous produisez|vous produisez You are producing quickly. Beğenmezseniz antitez geliştiriyorsunuz. si vous n'aimez pas|thèse opposée|vous développez If you don't like it, you develop the antithesis. Uygulama projeleri üretip, eğitmenlerle aktif bir ilişki içinde yer alıyorsunuz. ||en produisant|avec les formateurs|||||| You are involved in producing application projects and maintaining an active relationship with instructors. Vous produisez des projets d'application et êtes en relation active avec les formateurs. Bu sayede eleştirel düşünme beceriniz, yaratıcılığınız ve özgüveniniz gelişiyor. ||critique|||||| |Thanks to this|critical|critical thinking|your skills|your creativity||your self-confidence|is developing This way, your critical thinking skills, creativity, and self-confidence improve. Cela permet de développer vos compétences en pensée critique, votre créativité et votre confiance en vous. Tıpkı nadir yetişen bitkilerin özel ortamlara ihtiyacı olmasına benzer bir şekilde Hawking gibi bilim insanları da ancak böyle ortamlarda yetişebiliyor. ||qui poussent|||environnements spéciaux|||||||||||||environnements spécifiques| "Just like"|rarely occurring|"grow"|plants'|||||||||like Hawking||||||| Just like rare plants needing special environments to grow, scientists like Hawking can only thrive in such environments. Tout comme les plantes rares ont besoin d'environnements spéciaux, les scientifiques comme Hawking ne peuvent s'épanouir que dans de tels environnements. Daha 21 yaşında kendisine 2 yıl ömür biçilmesine rağmen kuruyup gitmemesini başka nasıl açıklayabiliriz ki? |||||"being estimated"||wasting away|"not withering away"||||"can we" How else can we explain the fact that he did not wither away despite being given a life expectancy of 2 years at the young age of 21? Comment pourrions-nous expliquer autrement le fait qu'à seulement 21 ans, on lui ait donné une espérance de vie de 2 ans sans qu'il ne se dessèche? Emekli olan insanlara bir bakın. Retired|||| Look at people who have retired. Regardez les personnes retraitées. Eğer anlamlı bir uğraş bulmazlarsa solup gidiverirler. |||||ils se fanent| |meaningful||meaningful pursuit||fade away|fade away quickly If they do not find a meaningful pursuit, they wither away. S'ils ne trouvent pas une occupation significative, ils se flétrissent. Oysa nefes almakta bile güçlük çeken bir zihni oksijen dolu böyle bir ortama koyunca yeşerip büyümeye başlıyor. ||||difficulté|||esprit|oxygène|||||en plaçant|germe|| "However"|breath|having difficulty|even|difficulty|struggling||||||||||| However, when a mind that has difficulty even breathing is placed in such an oxygen-filled environment, it begins to sprout and grow. Alors, même lorsqu'un esprit a du mal à respirer, il commence à fleurir et à grandir lorsqu'il est placé dans un environnement rempli d'oxygène. Kısacık zamanı kalmış olmasına rağmen zamanın kısa tarihini yazabilecek zamanı bulabiliyor… Hawking'in neredeyse yarım asır daha yaşayabilmesinin sırrı belki de etrafını çevreleyen öğrenmeye ve öğretmeye açık, oksijen dolu bu zihinlerdir kim bilir? très peu|||||||||||||demi siècle|||vivre|||||entourant|||enseigner|||||esprits|| Very short|"Time"||||||||||||||||secret|||||||||||||| Malgré le peu de temps qu'il lui reste, il parvient à trouver le temps d'écrire l'histoire courte du temps... Peut-être que le secret de la capacité d'Hawking à vivre presque un demi-siècle de plus réside dans ces esprits, ouverts à l'apprentissage et à l'enseignement, qui l'entourent, qui sait ?

Onun akıllara kazınan şu imajı için bazı teorilerini birlikte geliştirdiği ünlü matematikçi Roger Penrose “aklın maddeye üstünlüğü”nü sembolize ettiğini yazdı. ||gravée||||||ensemble|||mathématicien|Roger Penrose|Penrose||la matière|supériorité de l'esprit|la supériorité de l'esprit|symbolise|| |||||||||||||||over matter|superiority over matter|||| Pour l'image mémorable qu'il laisse, le célèbre mathématicien Roger Penrose, avec qui il a développé certaines de ses théories, a écrit qu'elle symbolisait « la supériorité de l'esprit sur la matière ».

“Pek çok insan beni bilimsel çalışmalarımla değil de Simpsonlar çizgi filminden tanıyor” demişti bir keresinde Profesör Hawking. |||||mes travaux scientifiques|||||||avait dit||une fois|| ||||scientific|||||cartoon||||||| “Many people know me from the Simpsons cartoons, not from my scientific work,” Professor Hawking once said. « Beaucoup de gens me connaissent non pas pour mes travaux scientifiques, mais grâce au dessin animé Les Simpsons », avait déclaré un jour le professeur Hawking. Ama bunu şikayet etmek için söylemiyordu. |||||ne disait pas Mais il ne le disait pas pour s'en plaindre. Hatta böyle bir popüler kültür ikonu olma noktasında neredeyse hevesli biri olduğunu bile söyleyebiliriz. |||||icône|||||||| |||||||||"eager"|||| We can even say that he is almost as enthusiastic about being such a pop culture icon. En fait, on peut même dire qu'il était presque enthousiaste à l'idée de devenir une telle icône de la culture populaire. İlerleyen yaşına ve fiziksel durumuna aldırmadan dünyayı dolaşıp konuşmalar yaptı, dizilerde rol aldı. |||||sans se soucier|||discours|||| |||||"without regard to"||||||| Regardless of his advancing age and physical condition, he traveled the world and gave speeches and took part in TV series. Ama bir “ekib”in yönettiği kukla gibi değil. ||équipe|||marionnette|| |||||puppet|| But not like a puppet led by a "team". Tam tersine bazen dizilerde kendisi için yazılan senaryoya bile müdehale edip bir kısmını kendisinin yazdığı söylenir. |||||||scénario écrit||intervention|||||| |||||||||intervene|||||| Az önce gösterdiğim Star Trek'te oynamayı kendisi teklif etmiş. ||que j'ai montré||Star Trek|||| |||||to act|himself|| He offered to act in Star Trek, which I just showed him. Teknoloji gelişmesine ve daha iyi ses sentezleyicileri çıkmasına rağmen eski ve Amerikan aksanlı sesini kullanmaya devam etti. |de la technologie|||||synthétiseurs vocaux||||||accentué américain|||| He continued to use his old, American-accented voice, despite the advancement of technology and better voice synthesizers. Telif hakları kendisine ait olan bir ses haline getirdi. Droits d'auteur|||||||| Copyright|||||||| He made it into a sound whose copyrights belong to him. Il a transformé cela en un son qui lui appartient. Bir keresinde en çok uzaya gitmek istediğini belirtmişti. |||||||avait mentionné He once stated that he most wanted to go to space. Une fois, il avait déclaré qu'il voulait le plus aller dans l'espace. Bunun üzerine yeryüzünde yerçekimsiz ortamı simüle edebilen Zero-G uçağına davet edildi. ||sur la terre|environnement sans gravité||simuler|capable of simulating|Zero(1)-G|||| ||on Earth|gravity-free|||||||| Thereupon, he was invited to the Zero-G aircraft, which can simulate the zero-gravity environment on earth. Suite à cela, il a été invité dans l'avion Zero-G qui peut simuler un environnement sans gravité sur Terre. Ve o da tabiki kabul etti. Bir çoğumuzun cesaret edemeyeceği böyle bir deneyimi yaşarken ne kadar mutlu olduğunu hayal edebiliyor musunuz? ||courage|n'osera pas|||expérience|en vivant||||||| ||||||experience|||||||| Can you imagine how happy he was when he had such an experience that many of us would not dare? Ne de olsa bize ayaklarımızın altına değil de yukarıya, yıldızlara bakmayı öğütleyen biriydi. ||||nos pieds||||vers le haut|aux étoiles||conseiller| "What"|||||||||||advising| After all, he was the one who advised us to look up at the stars, not under our feet. Après tout, c'était quelqu'un qui nous conseillait de regarder vers le haut, vers les étoiles, et non pas sous nos pieds. “Benim amacım çok basit. |My goal|| “My aim is very simple. « Mon but est très simple. Evreni bütünüyle anlamak. To fully understand the universe. Comprendre l'univers dans son ensemble. Neden var olduğunu…” Why is there…”

Amacına ulaşamadı ve “Her şeyin formülü”nü de bulamadı. ||||||||n'a pas trouvé Ama içinde bulunduğu kısıtlayıcı duruma rağmen hayatının sonuna kadar bu basit amaçtan vazgeçmedi. |||restrictive||||||||objectif|n'a pas renoncé |||restrictive||||||||| Kendisinin de dediği gibi “hayat ne kadar zor görünürse görünsün, yapabileceğin ve başarabileceğin bir şey mutlaka vardır. ||||||||semble|elle|tu peux|||||| |||||how much||||||||||"definitely"| Sadece vazgeçmemene bağlı.” |à ne pas abandonner| It just depends on you not giving up.”

İşte fizik ötesinde bana böyle şeyler öğretti Hawking. ||au-delà||||| Çünkü o konuşamamasına rağmen çok şey söyleyebiliyordu. ||ne pas parler||||pouvait dire Sesi olmamasına rağmen sesini duyurabiliyordu. ||||pouvait se faire entendre ||||make herself heard Although he had no voice, he could hear his voice. Kaslarının çoğunu hareket ettiremese de gülmeyi ve güldürmeyi becerebiliyordu. ses muscles|||il ne pouvait pas||rire||faire rire|pouvait ||||||||was able to İnanmayanlar hemen her konuşmasında olduğu gibi ölmeden önce yaptığı son konuşmasında da yaptığı şu ince espriye kulak verebilir   Can you hear me? les sceptiques|||sa parole|||avant de mourir|||||||||blague subtile||||tu|m'entends| ||||||||||||||subtle|witty remark|||||| Those who do not believe can listen to this witty joke he made in his last speech before he died, as in almost every other speech. Can you hear me? Les incroyants peuvent prêter attention à cette fine blague qu'il a faite dans son dernier discours avant de mourir, comme dans presque tous ses discours : Pouvez-vous m'entendre ? (Beni duyabiliyor musunuz?) (Pouvez-vous m'entendre ?)