Büyükanne ile Tatil
Grandma||
Urlaub mit Oma
Διακοπές με τη γιαγιά
Vacation with Grandma
Vacances avec grand-mère
Vacanze con la nonna
할머니와 함께하는 휴가
Vakantie met oma
Каникулы с бабушкой
Semester med mormor
Odongo ve Apiyo babalarıyla birlikte şehirde yaşıyorlardı.
|||with their father|together|in the city|
Odongo and Apiyo lived in the city with their father.
Одонго и Апийо жили в городе со своим отцом.
Onlar,tatili dört gözle bekliyorlardı.
|||look forward to|
Sie freuten sich auf die Ferien.
They were looking forward to the holiday.
Они с нетерпением ждали праздников.
Sadece okul kapalı olacağı için değil, büyükannelerini ziyarete gidecekleri için de heyecanlılardı.
|||"will be"|||their grandmother|||||were excited
Sie waren nicht nur aufgeregt, weil die Schule geschlossen war, sondern auch, weil sie ihre Großmutter besuchen wollten.
They were excited not only because the school would be closed, but also because they were going to visit their grandmother.
Они радовались не только потому, что школа была закрыта, но и потому, что собирались навестить свою бабушку.
Büyükanneleri, büyük bir gölün yanındaki bir balıkçı köyünde yaşıyordu.
|||of a lake|next to||||lived
Their grandmother lived in a fishing village next to a large lake.
Их бабушка жила в рыбацкой деревне у большого озера.
Odongo ve Apiyo heyecanlılardı, çünkü yine büyükannelerini ziyaret etme zamanı gelmişti.
Odongo und Apiyo waren aufgeregt, denn es war wieder Zeit, ihre Großmutter zu besuchen.
Odongo and Apiyo were excited because it was time to visit their grandmother again.
Bir gece öncesinden tüm eşyalarını paketlediler ve büyükannelerinin köyüne doğru uzun bir yolculuk için hazırlandılar.
|||||packed up|||to her village||||||got ready
They packed all their belongings the night before and prepared for the long journey to their grandmother's village.
Tüm gece boyunca da uyuyamayıp, tatil hakkında konuştular.
||||couldn't sleep|||
Sie konnten die ganze Nacht nicht schlafen und redeten über den Urlaub.
They couldn't sleep all night and talked about the holiday.
Ertesi sabah erkenden, köye gitmek için babalarının arabasıyla ayrıldılar.
||||||their father's||
Früh am nächsten Morgen fuhren sie mit dem Auto ihres Vaters ins Dorf.
Early the next morning, they left in their father's car for the village.
Dağlardan, vahşi hayvanların ve çay ekim alanlarının yanından geçtiler.
From the mountains||||||||passed by
Sie passierten die Berge, vorbei an wilden Tieren und Teeplantagen.
They passed the mountains, past wild animals and tea plantations.
Geçen arabaları saydılar ve şarkı söylediler.
|the cars||||
They counted the passing cars and sang.
Bir süre sonra çocuklar yoruldular, ve uyuyakaldılar.
||||||fell asleep
After a while the children got tired and fell asleep.
Babaları, Odongo ve Apiyo'yu köye vardıklarında uyandırdı.
Their father||||||
Ihr Vater weckte Odongo und Apiyo, als sie im Dorf ankamen.
Their father woke Odongo and Apiyo when they arrived in the village.
Их отец разбудил Одонго и Апийо, когда они пришли в деревню.
Büyükanneleri Nyar- Kanyada'yı, ağacın altında bir kilimin üzerinde dinlenirken buldular.
|Nyar||||||||
They found their grandmother, Nyar-Kanyada, resting on a rug under the tree.
Они нашли свою бабушку Ньяр-Каньяду отдыхающей на ковре под деревом.
Luo'da, Nyar-Kanyada, ‘Kanyada insanlarının kızı' anlamına gelmektedir.
||||people's||means|means
Auf Luo bedeutet Nyar-Kanyada „Tochter des Kanyada-Volkes“.
In Luo, Nyar-Kanyada means 'daughter of the Kanyada people'.
На языке луо Ньяр-Каньяда означает "дочь народа Каньяда".
Büyükanneleri güzel ve güçlü bir kadındı.
|||||was a woman
Their grandmother was a beautiful and strong woman.
Их бабушка была красивой и сильной женщиной.
Nyar-Kanyada, onları evin içine davet etti, ve neşeyle odanın içinde dönerek dans etti.
||||||||with joy|the room's||||
Nyar-Kanyada invited them into the house, and they danced around the room merrily.
Няр-Каньяда пригласил их в дом, и они весело танцевали по комнате.
Torunları, ona şehirden getirdikleri hediyeleri vermek için sabırsızlanıyorlardı.
||from the city|||||
His grandchildren were looking forward to giving him the gifts they had brought from the city.
Его внуки не могли дождаться, чтобы вручить ему подарки, которые они привезли из города.
“İlk önce benim hediyemi aç,” dedi Odongo.
|||my gift|||
“Open my present first,” Odongo said.
“Hayır, ilk önce benim hediyem!” dedi Apiyo.
||||my gift||
“No, it's my gift first!” said Apio.
Hediyelerini açtıktan sonra, Nyar-Kanyada, torunlarına geleneksel bir şekilde teşekkür etti.
|||||to his grandchildren|||||
Nach dem Öffnen ihrer Geschenke bedankte sich Nyar-Kanyada traditionell bei ihren Enkelkindern.
After opening her presents, Nyar-Kanyada traditionally thanked her grandchildren.
Ardından, Odongo ve Apiyo dışarı çıktılar.
|||||went outside
Then, Odongo and Apiyo went out.
Затем Одонго и Апийо вышли.
Kelebekleri ve kuşları kovaladılar.
Butterflies|||
They chased butterflies and birds.
Ağaçlara tırmandılar, ve gölde suyla oynadılar.
|climbed||||
They climbed trees, and played with water in the lake.
Они лазали по деревьям и играли с водой в озере.
Karanlık olduğunda, akşam yemeği yemek için eve döndüler.
Dark|||||||
When it got dark, they returned home to have dinner.
Когда стемнело, они вернулись домой, чтобы поужинать.
Yemeklerini bitiremeden uyuyakaldılar!
|before finishing|
Sie schliefen ein, bevor sie ihre Mahlzeit beenden konnten!
They fell asleep before they could finish their meal!
Ertesi gün, babaları, çocukları Nyar-Kanyada ile bırakarak şehre geri döndü.
||||||||to the city||
The next day, their father returned to the city, leaving the children with Nyar-Kanyada.
На следующий день их отец вернулся в город, оставив детей с Ньяр-Каньядой.
Odongo ve Apiyo ev işlerinde büyükannelerine yardım ettiler.
|||||their grandmother||
Odongo and Apiyo helped their grandmother with the housework.
Su ve odun taşıdılar.
|||carried
They carried water and wood.
Tavuklardan yumurta, bahçeden yeşillik topladılar.
||from the garden||
They collected eggs from chickens and greens from the garden.
Nyar-Kanyada, torunlarına yumuşak Ugali yapmasını ve yahni ile yenmesini öğretti.
|||||to make|||||
Nyar-Kanyada brachte seinen Enkelkindern bei, wie man weiches Ugali zubereitet und es mit Eintopf isst.
Nyar-Kanyada taught his grandchildren how to make soft Ugali and eat it with stew.
Ньяр-Каньяда научил своих внуков делать мягкое угали и есть его с тушеным мясом.
Onlara, kızarmış balıkla yemek için nasıl hindistan cevizli pilav yapacaklarını gösterdi.
||||||coconut||||
He showed them how to make coconut rice to eat with fried fish.
Он показал им, как приготовить кокосовый рис, который можно есть с жареной рыбой.
Bir gün, Odongo, büyükannesinin ineklerini otlatmaya götürdü.
||||his grandmother's cows||
Eines Tages nahm Odongo die Kühe seiner Großmutter mit auf die Weide.
One day, Odongo took his grandmother's cows to graze.
Однажды Одонго повел коров своей бабушки пастись.
İnekler komşu tarlaya girdiler.
|||entered
The cows entered the neighboring field.
Коровы ушли на соседнее поле.
Çiftçi Odongo'ya kızmıştı.
|to Odongo|
The farmer was angry with Odongo.
Onu, inekler ekinlerini yediği için onlara el koyacağını söyleyerek tehdit etti.
|||||||confiscate|||
Er drohte ihr, dass er sie beschlagnahmen würde, weil die Kühe ihre Ernte fraßen.
He threatened her saying that he would confiscate them because the cows were eating their crops.
Он пригрозил ему, что конфискует их, потому что коровы съели его урожай.
O günden sonra, Odongo ineklerin tekrardan bir belaya bulaşmayacağına söz verdi.
||||||||would not get involved||
Von diesem Tag an versprach Odongo, dass die Kühe nicht wieder in Schwierigkeiten geraten würden.
From that day forward, Odongo promised that the cows would not be in trouble again.
С того дня Одонго пообещал, что коровы больше никогда не попадут в беду.
Başka bir gün, çocuklar Nyar-Kanyada ile birlikte pazara gittiler.
Another day, the children went to the market with Nyar-Kanyada.
В другой день дети пошли на рынок с Ньяр-Каньядой.
Onun, sebze, şeker ve sabun satmak için bir tezgahı vardı.
|||||sell|||stall|
Er hatte einen Stand, an dem er Gemüse, Zucker und Seife verkaufte.
He had a stall to sell vegetables, sugar and soap.
У него был ларек, где продавались овощи, сахар и мыло.
Apiyo, müşterilere eşyaların fiyatlarını söylemekten hoşlanmıştı.
|||prices|telling|
Apiyo teilte Kunden gerne die Preise von Artikeln mit.
Apiyo liked to tell customers the prices of items.
Апийо любил рассказывать покупателям о ценах на вещи.
Odongo da müşterilerin aldıklarını paketledi.
||customers'||
Odongo also packaged what customers bought.
Одонго также упаковывал то, что покупали клиенты.
Günün sonunda, hep birlikte sütlü çay içtiler.
||||milky||
At the end of the day, they all drank milk tea together.
В конце дня все они пили чай с молоком.
Büyükannelerine kazandığı parayı saymasında yardım ettiler.
|||counting||
They helped their grandmother count the money she earned.
Они помогали своей бабушке считать заработанные деньги.
Ama çok kısa bir sürede tatil bitti ve çocuklar şehre geri dönmek zorundaydılar.
||||||ended||||||had to
But in a very short time the holiday was over and the children had to go back to the city.
Но очень скоро каникулы закончились, и детям пришлось вернуться в город.
Nyar Kanyada Odongo'ya bir şapka, Apiyo'ya da bir kazak verdi.
|||||to Apiyo||||
Nyar Kanyada gave Odongo a hat and Apiyo a sweater.
Ньяр Каньяда подарил Одонго шапку, а Апийо - свитер.
Yolculuk için onlara yiyecek paketledi.
He packed them food for the trip.
Он собрал им еду в дорогу.
Onları almak için babaları geldiğinde, onlar gitmek istemiyorlardı.
|to pick up|||when he arrived|||
When their father came to pick them up, they didn't want to go.
Когда отец пришел за ними, они не хотели уходить.
Çocuklar Nyar-Kanyada'ya onlarla şehre gelmesi için yalvardılar.
||to Kanyada||to the city|coming||
Die Kinder baten Nyar-Kanyada, mit ihnen in die Stadt zu kommen.
The children begged Nyar-Kanyada to come with them to the city.
Дети умоляли Ньяр-Каньяду пойти с ними в город.
O gülümsedi ve dedi ki “Ben şehir hayatı için çok yaşlıyım.
|"he smiled"|||||||||
He smiled and said, “I'm too old for city life.
Он улыбнулся и сказал: "Я слишком стар для городской жизни.
Sizin köyüme tekrar gelmenizi bekleyeceğim.”
|"to my village"||your coming|
Ich werde darauf warten, dass du in mein Dorf zurückkommst.“
I will wait for you to come back to my village.”
Odongo ve Apiyo büyükannelerine sıkıca sarıldılar ve veda ettiler.
||||tightly|||farewell|
Odongo and Apiyo hugged their grandmother tightly and said goodbye.
Odongo ve Apiyo okula geri döndüklerinde, arkadaşlarına köy hayatını anlattılar.
||||back|||||told
When Odongo and Apiyo returned to school, they told their friends about village life.
Когда Одонго и Апийо вернулись в школу, они рассказали своим друзьям о жизни в деревне.
Bazı çocuklar şehir hayatının iyi olduğunu düşünürlerken, diğerleri de köy hayatının daha iyi olduğunu düşündü.
||||||"while thinking"||||||||
Einige Kinder fanden das Stadtleben gut, während andere das Dorfleben besser fanden.
Some children thought that city life was better, while others thought that village life was better.
Некоторые дети считали, что городская жизнь лучше, а другие - что деревенская.
Ama en önemlisi, herkes Odongo ve Apiyo'nun mükemmel bir büyükannesi olduğu konusunda hemfikirdi.
||most important|everyone||||||||about|agreed
Aber vor allem waren sich alle einig, dass Odongo und Apiyo die perfekten Großmütter waren.
But most importantly, everyone agreed that Odongo and Apiyo had the perfect grandmother.
Но самое главное, все согласились, что у Одонго и Апийо была замечательная бабушка.