×

Używamy ciasteczek, aby ulepszyć LingQ. Odwiedzając stronę wyrażasz zgodę na nasze polityka Cookie.

image

Nur's Turkish Coffee, Me and Him /Part 1/ - Ben ve O

Me and Him /Part 1/ - Ben ve O

Ben ve O/ 1. Kısım

Selam millet! Nasılsınız? Hayat nasıl gidiyor? Benim güzel gidiyor ama biraz yoğunum.Çünkü aynı zamanda hem okula gidiyorum hem de çalışıyorum. O yüzden yeni bölüm hazırlayacak çok vaktim olmuyor. Ama şimdi vakit buldum ve 5. bölümle karşınızdayım.

Bugünkü bölümümüzde sizinle bir hikaye, bir öykü paylaşmak istiyorum. Normal bölümlerden biraz farklı olacak ama değişiklik iyidir öyle değil mi?

Sizinle paylaşacağım öykünün adı "Ben ve O" . Ben Arap Dili okurken bu öyküyü Arapça'dan Türkçe'ye çevirmiştim.Arapça'dan Türkçe'ye tercüme etmiştim. Okuldan başka arkadaşlarım da başka Arap hikayelerini Türkçe'ye çevirmişti ve bunları bir kitap haline getirmiştik.Eğer Türkçe kitap okumak istiyorsanız, Türkçeniz çok çok iyiyse ve Arap Edebiyatına ilgiliyseniz bu kitabı internet sitemden satın alabilirsiniz. Ama dediğim gibi Türkçe'niz çok iyiyse anlayabilirsiniz yoksa size zor gelecektir. Bu hikayeyi de bu kitabın içinde bulabilirsiniz.

Ben bu bölümde, çevirdiğim bu hikayeyi anlamanız için biraz basitleştirdim, kolaylaştırdım. Zor kısımları çıkardım. Hikayeye başlamadan önce de bilmediğinizi düşündüğüm kelimeleri ve deyimleri açıklamak istiyorum. Böylece ben hikayeyi anlatırken siz de daha kolay anlayabilirsiniz.

Evet, birinci kelimemizle başlayalım. Birinci kelimemiz, daha doğrusu bu bir deyim; "kulaklarına inanamamak" deyimi. Kulaklarına inanamamak ne demek? Duyduklarından şüphe etmek demek. Mesela en yakın arkadaşın yanına geldi ve sana şöyle dedi: "Bir ay sonra evleniyorum! " . Ve sen de bu haberi ilk defa duydun ve çok şaşırdın . Arkadaşına dedin ki:"Kulaklarıma inanamıyorum! Gerçekten mi?"

İkinci kelimemiz ise "bencil" kelimesi. Bencil ne demek? Bencil sadece kendini düşünen insanlara deniyor.Yani bu insanlar kendilerinden başka kimseyi düşünmüyorlar. Bu cümleye nasıl bir örnek verebiliriz? Mesela sen ve arkadaşın bir pasta aldınız. Ve bu pastayı ikiye böldünüz. Bir parçası büyük, bir parçası da küçük oldu. Ve arkadaşınız hemen büyük parçayı aldı. O zaman siz ona şöyle diyebilirsiniz. "Büyük parçayı mı aldın! Ne kadar da bencilsin!"

Üçüncü kelimemiz "üvey" kelimesi. Üvey ne demek? Mesela anneniz ve babanız boşandı, yani ayrıldı. Siz de annenizle yaşıyorsunuz. Sonra anneniz yeniden evlendi. Bu evlendiği adam sizin üvey babanız oluyor. Ve o adamın, o evlendiği adamın yani üvey babanızın başka çocukları varsa, bunlar da sizin üvey kardeşleriniz oluyor.

Dördüncü kelimemiz "alınmak" kelimesi. Çok önemli bir kelime bu. Alınmak demek yani gücenmek demek. Mesela bir arkadaşınızın evine gittiniz. Ve o da size bir yemek pişirdi. Siz de yemeği yediniz ama hiç beğenmediniz. Ve arkadaşınıza şöyle dediniz: "Alınma ama, yemeğin çok kötü olmuş." Tabii ki böyle bir şeyi söylemeyin. Sadece örnek vermek için söyledim. Ya da mesela çok beğendiğiniz bir şapka var. Bu şapkayı taktınız. Sonra bu şapkayla okula gittiniz.Öğretmeniniz de size dedi ki" çok komik bir şapka bu! " ve siz de buna alındınız. Biraz üzüldünüz. Yani alınmak birinin size söylediği bir şeye üzülmek , kırılmak anlamına geliyor.

Beşinci kelimemiz "bekar" kelimesi. Bekar kelimesi henüz evlenmemiş olanlara deniyor. Yani mesela ben şu anda evli değilim. Yani bekarım.

Bu aslında birazcık gereksiz ama bunu da söyleyeyim. Şöyle derler mesela "Bekarım, önüme gelene bakarım." Yani bekar olduğum için herkese bakabilirim.Böyle bir tabir de halk arasında kullanılıyor.

Evet, bu kelimeleri anladıysanız, hikayeye başlayabiliriz. Bu arada hatırlatmak isterim, bölümün transkriptlerini, bazı kelimelerin çevirilerini ve daha bir çok şeyi internet sitemde bulabilirsiniz. Bu bölümleri sadece dinleyerek anlamakta zorlanıyorsanız, bu transkriptler size yardımcı olacaktır. Üstelik tamamen ücretsiz ve üye olmanız da gerekmiyor. Hadi o zaman başlayalım.

Ben ve O

Benden istedikleri gibi onun odasına girdim. Ancak onu görür görmez bir çığlık attım. korkmuş gözlerle bana baktı. Şaşkındı ve sanki beni tanımıyor gibiydi. Beni hatırlamamıştı. Tam odadan çıkarken bir ağlama sesi duydum. Kulaklarıma inanamadım. O koca adam ağlıyordu. Gözyaşları bana eski yılları ve unutmaya çalıştığım şeyleri hatırlattı.

Annem ben iki yaşında çok küçükken ölmüştü. Babam yeniden evlendi. Evlendiği kadına da "anne" diyordum. Bu kadın bana hiç kötü davranmadı. Bana karşı kendi kızıymışım gibi şefkatliydi. Asla bencil değildi. Ama onun gerçek annem olmadığını bilmem bana acı veriyordu. Diğer kardeşlerimden farklı olduğumu bilmek beni çok üzüyordu.

Üvey annem gerçekten harika biriydi. Bunu inkar etmiyorum. Beni tamamen kendi evlatları, kendi çocukları gibi görürdü. Hatta bana kendi evlatlarından daha çok önem verirdi. Üvey anneme bütün sırlarımı anında söylerdim.. Babam gibi severdim onu da.

Sadece o komşulara ya da misafirlere benden bahsederken "Bu benim öz kızım değil, eşimin kızı.” dediğinde alınırdım. İşte o zaman, onun annem olmadığını hissederdim. Ve asla da annem olmayacaktı. Annem olmak için çok gençti zaten.

Ve büyüdüm. Çok güzel bir kız oldum. Ailedeki en güzel kızdım. Akrabalar da dahil olmak üzere bütün erkekler benimle evlenmek istiyordu ama ben reddediyordum. Evliliğe şiddetle karşı çıkıyordum. Ömrümün sonuna kadar bekar kalsam da asla evlenmeyi istemiyordum. Evlilikten korkuyordum. Evlenirsem ve bir çocuğum olursa annem gibi ölüp çocuğumu tek başına bırakırım diye korkuyordum. Evleneceğim kişiyi, annemin babama yaptığı gibi acılar içerisinde bırakmak istemiyordum. Babamın üzüntüsü hala geçmemişti.

Babamın beni hep annemin bir kopyası olarak gördüğünü hissederdim.Annemi çok sevdiğini ve onu asla unutmayacağını hissederdim. İkinci eşini yani şu anki üvey annemi sevdiğinden çok daha fazla seviyordu annemi. Gerçekten çok seviyordu...

...

O gün ağladım... O gün çok ağladım. Ben ağlarken üvey annem geldi ve bana benimle evlenmek isteyen yeni birinin söyledi. Bana bu yeni adayın özelliklerinden bahsetti ama onu duymuyordum bile. Bambaşka bir dünyadaydım. Babamın annemle olan evliliğini ve onların ne kadar mutlu olduğunu düşündüm. Üvey annem:

-Harika bir adam. Onun gibisini bulamazsın.

dedi.

Ama ben ona şöyle diyerek bağırdım:

-Demek harika bir adam. Kendi kızınla evlendir o zaman! Niye evlendirmek istediğin kişi benim? Niye kızını evlendirmiyorsun? Kızın benden sadece beş yaş küçük, on sekiz yaşında.

Üvey annemin rengi bembeyaz oldu. Benden böyle davranmamı ve ona bu şekilde saldırmamı beklemiyordu. Sesini çıkarmadı.İşte o zaman kendimi suçlu hissettim. Hayatı boyunca ona böyle yapmamı hak edecek hiçbir şey yapmamıştı. Pişman oldum ve özür dilemek için koşarak yanına gittim. Hiçbir şey olmamış gibi bana kollarını açtı.Beni affetti.

Babam ise beni hiçbir zaman evlenmeye zorlamamıştı. İstediğimi yapmama izin vermişti. Hayatıma karışmak istememişti.

Evet arkadaşlar, bu bölüm çok uzun olmasın diye bu hikayeyi iki kısma ayırmak istedim. Bu birinci kısımdı. İkinci kısmı da bir sonraki bölümde paylaşacağım. Kendinizi iyi bakın. Hoşça kalın!

Learn languages from TV shows, movies, news, articles and more! Try LingQ for FREE

Me and Him /Part 1/ - Ben ve O Moi||lui|||| Me|and|Him|Part one||| أنا||هو|جزء||| 私|と|彼|パート(1)||| |||||og| Ich und er /Teil 1/ - Ich und er Εγώ και Εκείνος /Part 1/ - Εγώ και Εκείνος Me and Him /Part 1/ - Me and Him Él y yo /Parte 1/ - Él y yo Moi et lui /Partie 1/ - Moi et lui Hij en ik /Deel 1/ - Hij en ik Eu e ele /Parte 1/ - Eu e ele Я и он /часть 1/ - Я и он Jag och han /Del 1/ - Jag och han Я і Він /Частина 1/ - Я і Він 我和他/第 1 部分/ - 我和他

Ben ve O/ 1. أنا و O / 1. Me and O / 1. Kısım Part Section الجزء 部分(1) Portion Sectie

Selam millet! |peuple Hello|people |أهلاً يا أصدقاء! |みんな Hallo Leute! Hi guys! Hallo allemaal! Привет, ребята! Nasılsınız? How are you? Hayat nasıl gidiyor? ||va ||تسير How is life going? Benim güzel gidiyor ama biraz yoğunum.Çünkü aynı zamanda hem okula gidiyorum hem de çalışıyorum. ||va|||occupé||en même temps|en même temps||||||je travaille |||||busy|||at the same time|||||| |||||مشغول||||||||| |||||忙しい||||||||| I'm going well, but I'm a little busy because I'm going to school and working at the same time. O yüzden yeni bölüm hazırlayacak çok vaktim olmuyor. ||||préparer||temps|doesn't happen ||||prepare||time| ||||سيعد||وقت|لا يتوفر |||エピソード|準備する|||ない So I don't have much time to prepare a new department. Dus ik heb niet veel tijd om nieuwe afleveringen voor te bereiden. Ama şimdi vakit buldum ve 5. bölümle karşınızdayım. ||le temps|j'ai trouvé||le chapitre|je suis là لكن|||||| |||I found|and|the chapter|I am here But now I have time, and I'm here with chapter five. Maar nu heb ik de tijd gevonden en ben ik hier met hoofdstuk 5.

Bugünkü bölümümüzde sizinle bir hikaye, bir öykü paylaşmak istiyorum. aujourd'hui|notre section|||histoire||histoire|partager|je veux today's|in our section|with you||||story|| |في قسمنا||||واحدة|قصة|| |私たちのセクションで||||||| I want to share a story with you in our section today. In de aflevering van vandaag wil ik graag een verhaal met jullie delen. В сегодняшнем выпуске я хочу поделиться с вами историей, историей. Normal bölümlerden biraz farklı olacak ama değişiklik iyidir öyle değil mi? |sections||différent|||changement|||| Normal|sections||different||but|change|is good||| |من الأقسام|||||التغيير|||| |部門から||||||||| Es wird ein wenig anders sein als normale Episoden, aber Veränderung ist gut, nicht wahr? It's going to be a little different from the normal part, but the change is good, right? Он будет немного отличаться от обычных отделов, но ведь перемены - это хорошо, не так ли?

Sizinle paylaşacağım öykünün adı "Ben ve O" . |je vais partager|histoire|titre||| ||the story's|||| ||القصة|||| ||物語の|||| Die Geschichte, die ich mit Ihnen teilen werde, heißt „Ich und Er“. The story I will share with you is called "Me and Him". История, которой я с вами поделюсь, называется "Я и он". Ben Arap Dili okurken bu öyküyü Arapça'dan Türkçe'ye çevirmiştim.Arapça'dan Türkçe'ye tercüme etmiştim. я|арабский||||||||||| |arabe||en lisant||histoire|de l'arabe|en turc|traduit|de l'arabe||traduction|j'avais traduit |Arabic|language|||the story|from Arabic|to Turkish|I had translated|from Arabic||translation| |عربي|||هذه|القصة|من العربية|إلى التركية|ترجمت|||ترجمة|كنت |||読むとき||物語|アラビア語から|トルコ語に|翻訳していました|アラビア語から|トルコ語に|翻訳|していました Während ich Arabisch lernte, übersetzte ich diese Geschichte aus dem Arabischen ins Türkische, ich übersetzte sie aus dem Arabischen ins Türkische. While I was reading the Arabic language, I translated this story from Arabic to Turkish. I translated it from Arabic to Turkish. J'ai traduit cette histoire de l'arabe au turc lorsque j'étudiais la langue arabe. Я перевел эту историю с арабского на турецкий, когда изучал арабский язык. Okuldan başka arkadaşlarım da başka Arap hikayelerini Türkçe'ye çevirmişti ve bunları bir kitap haline getirmiştik.Eğer Türkçe kitap okumak istiyorsanız, Türkçeniz çok çok iyiyse ve Arap Edebiyatına ilgiliyseniz bu kitabı internet sitemden satın alabilirsiniz. |||||||||||||||||||||||очень хороши|||||||||| de l'école||mes amis||autres||leurs histoires||traduit||ces histoires|||sous forme|nous avions fait|Si|||||votre turc|||très bonne|||littérature arabe|si vous êtes intéressé||le livre||mon site|acheter|vous pouvez acheter ||||||stories|Turkish|had translated|||||form|we had made||||||your Turkish||very|very good|||Literature|if you are interested||the book||from my website|buy|"can buy" ||||||||ترجم|||||حالة|أعددنا|||||||||إذا كانت||العربية|الأدب العربي|إذا كنتم مهتمين||||من موقعي||يمكنكم ||||||物語||翻訳していた||これらを||||作っていました||トルコ語|||||||良ければ||アラビア|文学に|関心があるなら||||私の不満||できます Meine Schulfreunde haben auch andere arabische Geschichten ins Türkische übersetzt und wir haben daraus ein Buch gemacht. My friends from the school had also translated other Arab stories into Turkish and turned them into a book. Si vous voulez lire des livres en turc, si votre turc est très bon et si vous êtes intéressé par la littérature arabe, vous pouvez acheter ce livre sur mon site web. Мои школьные друзья также перевели другие арабские рассказы на турецкий язык, и мы сделали из них книгу. Ama dediğim gibi Türkçe'niz çok iyiyse anlayabilirsiniz yoksa size zor gelecektir. |||||||||трудно|будет сложно |comme je dis||votre turc||si elle est bonne|vous pouvez comprendre||||sera difficile |||your Turkish||if it's very good|you can understand|"if not"|||will be difficult |||التركية||||||| |私が言った||トルコ語||良ければ|理解できます|さもなければ|||なります Aber wie gesagt, wenn dein Türkisch sehr gut ist, kannst du es verstehen, sonst wird es schwierig für dich. But as I said, you can understand if your Turkish is very good or it will be difficult for you. Mais comme je l'ai dit, si votre turc est très bon, vous pourrez comprendre, sinon ce sera difficile pour vous. Но, как я уже сказал, если ваш турецкий очень хорош, вы можете его понять, иначе вам будет трудно. Bu hikayeyi de bu kitabın içinde bulabilirsiniz. ||||du livre|dans|vous trouverez |the story|||book||can find ||||||見つけることができます Diese Geschichte finden Sie in diesem Buch. You can also find this story in this book. Vous trouverez cette histoire dans ce livre.

Ben bu bölümde, çevirdiğim bu hikayeyi anlamanız için biraz basitleştirdim, kolaylaştırdım. ||le chapitre|que j'ai traduite|||votre compréhension|||j'ai simplifié|facilité I|||I translated|||your understanding|||I simplified|made easier |||ترجمته|||فهمكم|||بسّطت|سهلت ||部で|翻訳した|||理解すること|||簡単にしました|簡単にしました In diesem Abschnitt habe ich diese Geschichte vereinfacht und erleichtert, die ich übersetzt habe, damit Sie sie verstehen können. In this episode, I've made it a little easier for you to understand this story I've translated. В этой главе я упростил и облегчил для вас понимание этой истории, которую я перевел. Zor kısımları çıkardım. |les parties|j'ai extrait Difficult|parts|I removed |الأجزاء| |部分| Ich entfernte die harten Teile. I took out the hard parts. J'ai enlevé les parties difficiles. Я убрал сложные части. Hikayeye başlamadan önce de  bilmediğinizi düşündüğüm kelimeleri ve deyimleri  açıklamak istiyorum. l'histoire|avant de commencer|||vous ne savez pas|je pense|les mots||expressions|expliquer| the story||||you don't know|I thought|||phrases|explain| |قبل البدء|||||الكلمات||التعابير|أشرح| ||||||||表現|| ||||||||udtryk|| Bevor ich mit der Geschichte beginne, möchte ich die Wörter und Sätze erklären, von denen ich glaube, dass Sie sie nicht kennen. Before I start the story, I want to explain words and phrases that I don't think you know. Avant de commencer l'histoire, j'aimerais expliquer des mots et des phrases que vous ne connaissez peut-être pas. Прежде чем начать рассказ, я хотел бы объяснить слова и фразы, которые, как мне кажется, вы можете не знать. Böylece ben hikayeyi anlatırken siz de daha kolay anlayabilirsiniz. Ainsi|||en racontant|||||vous comprenez ||القصة|أخبرت||||| |||while telling||||| |||話しているとき||||| So können Sie leichter verstehen, während ich die Geschichte erzähle. So you can understand more easily as I tell the story. Так вам будет легче понять историю, пока я ее рассказываю.

Evet, birinci kelimemizle başlayalım. |première|notre premier mot|commençons ||"our first word"| ||كلمتنا| ||言葉| Ja, beginnen wir mit unserem ersten Wort. Yeah, let's start with our first word. Да, давайте начнем с первого слова. Birinci kelimemiz, daha doğrusu bu bir deyim; "kulaklarına inanamamak" deyimi. première|notre mot||à vrai dire||||leurs oreilles|ne pas croire|expression |our first|rather|rather|||idiom|to their ears|not being able to believe|idiom |||||||آذانه|يُصدِّق|عبارة |||||||耳に|| Unser erstes Wort, oder besser gesagt, dies ist eine Redewendung; Der Satz „kann deinen Ohren nicht trauen“. Our first word, or rather it is an idiom; "can't believe your ears." Notre premier mot, ou plutôt, il s'agit d'une expression idiomatique ; l'expression "ne pas en croire ses oreilles". Наше первое слово, вернее, это идиома; Фраза «не верю своим ушам». Kulaklarına inanamamak ne demek? |not believing|| 耳に||| Was bedeutet es, seinen Ohren nicht zu trauen? What do you mean, you can't believe your ears? Duyduklarından şüphe etmek demek. ce que tu as entendu|doute|| what you heard|doubt|| مما سمعه|شكّ|| 聞いたことから||| Es bedeutet, an dem zu zweifeln, was man hört. To doubt what you heard. Это значит сомневаться в том, что вы слышите. Mesela en yakın arkadaşın yanına geldi ve sana şöyle dedi: "Bir ay sonra evleniyorum! " ||||à côté de|||||||||je me marie |to|||to you||||like this|||||I'm getting married |||||||||||||أتزوج |||||||||||||結婚します Zum Beispiel kam dein bester Freund zu dir und sagte zu dir: "Ich werde in einem Monat heiraten!" For example, your best friend came to you and said: "I am getting married in a month!" Например, ваша лучшая подруга подошла к вам и сказала: "Через месяц я выхожу замуж!". . Ve sen de bu haberi ilk defa duydun ve çok şaşırdın . ||||la nouvelle|première|fois|tu as entendu|||tu as été surpris ||||||time|heard|||you were surprised ||||||||||تفاجأت |||||||聞いた|||驚いた . Und Sie haben diese Nachricht zum ersten Mal gehört und waren sehr überrascht. . And you heard this news for the first time, and you were very surprised. Вы впервые услышали эту новость и были удивлены. Arkadaşına dedin ki:"Kulaklarıma inanamıyorum! à ton ami|tu as dit||à mes oreilles|je n'en crois pas |||to my ears|I can't believe |||لأذني| |言った||耳に| Sie haben zu Ihrem Freund gesagt: „Ich traue meinen Ohren nicht! You said to your friend, "I can't believe my ears! Vous avez dit à votre ami : "Je n'en crois pas mes oreilles ! Gerçekten mi?" Really?"

İkinci kelimemiz ise "bencil" kelimesi. |notre mot||égoïste|mot |||selfish| |||أناني| |||自己中心的| Das zweite Wort ist „egoistisch“. Our second word is "selfish". Le deuxième mot est "égoïste". Второе слово - "эгоист". Bencil ne demek? selfish|| 自己中心的|| Was bedeutet egoistisch? What does selfish mean? Bencil sadece kendini düşünen insanlara deniyor.Yani bu insanlar kendilerinden başka kimseyi düşünmüyorlar. ||eux-mêmes|qui pensent|les gens|||||eux-mêmes|autres|personne|pensent pas ||themselves||people|||||themselves||nobody|they don't think ||نفسه|يُفكّر||يُطلق على|أيّ أن|||من أنفسهم|غير|أحدًا| |||||||||||誰も|考えていない Egoistisch bezieht sich auf Menschen, die nur an sich selbst denken, mit anderen Worten, diese Menschen denken an niemanden außer an sich selbst. Selfish people are only thinking of people who think of themselves. On appelle égoïstes les personnes qui ne pensent qu'à elles-mêmes. Ces personnes ne pensent donc à personne d'autre qu'à elles-mêmes. Эгоистами называют людей, которые думают только о себе. То есть эти люди не думают ни о ком, кроме себя. Bu cümleye nasıl bir örnek verebiliriz? |la phrase|||exemple|nous pouvons donner هذا|الجملة|||| |this sentence|||example|we can give |文に||||与えられます Wie können wir ein Beispiel für diesen Satz geben? How can we give an example of this sentence? Mesela sen ve arkadaşın bir pasta aldınız. |||ami||un gâteau|vous avez acheté |||||cake|you bought Zum Beispiel haben Sie und Ihr Freund einen Kuchen gekauft. For example, you and your friend bought a cake. Par exemple, vous et votre ami avez acheté un gâteau. Например, вы и ваш друг купили торт. Ve bu pastayı ikiye böldünüz. ||le gâteau|en deux|vous avez coupé ||the cake|in half|you divided ||||قسمتم ||ケーキを||切りました Und du schneidest diesen Kuchen in zwei Hälften. And you cut this cake in half. А вы разрезаете этот торт пополам. Bir parçası büyük, bir parçası da küçük oldu. |une partie|||une partie||| |a piece|large||||| |قطعة|||||| Ein Teil davon war groß und ein Teil davon war klein. Part of it was big, part of it was small. Une partie était grande et l'autre petite. Одна часть была большой, а другая - маленькой. Ve arkadaşınız hemen büyük parçayı aldı. |votre ami|tout de suite||la grande pièce|a pris |||كبير|القطعة| ||||the piece| And your friend immediately took the big piece. И ваш друг сразу же взял большой кусок. O zaman siz ona şöyle diyebilirsiniz. ||vous||comme ça|vous pouvez dire ||you|||can say |||||تستطيعون |||||言えます Dann kannst du zu ihm sagen: Then you can tell him. Vous pouvez alors lui dire. Тогда вы можете сказать ему. "Büyük parçayı mı aldın! |la grande pièce||tu as pris |||took |||買った „Du hast das große Stück! "You took the big piece! "У тебя большой кусок! Ne kadar da bencilsin!" |||tu es égoï |||How selfish you are! |||أناني |||自己中心的だ Wie egoistisch von dir!" How selfish you are! " Какой же ты эгоист!"

Üçüncü kelimemiz  "üvey" kelimesi. troisième|notre mot|beau|mot ||step| ||غير الشقيق| ||義理の| Unser drittes Wort ist das Wort "Stiefmutter". Our third word is "stepfather." Le troisième mot est "étape". Третье слово - "шаг". Üvey ne demek? beau-père|| Step-sibling|| أبناء الزوجة|| Was bedeutet Stiefmutter? What is stepmother? Что означает слово "шаг"? Mesela anneniz ve babanız boşandı, yani ayrıldı. |||votre père|ont divorcé||se sont séparés |||father|got divorced|| |||والدكم|انفصلوا|| |||あなたの父|離婚した|| Zum Beispiel haben sich Ihre Mutter und Ihr Vater getrennt, also getrennt. For example, your mother and father divorced, so she left. Siz de annenizle yaşıyorsunuz. ||votre mère|vous vivez ||with your mother| ||مع والدتكم| ||お母さんと| Du lebst auch bei deiner Mutter. You live with your mother. Vous vivez avec votre mère. Ты живешь со своей мамой. Sonra anneniz yeniden evlendi. ||à nouveau|s'est remariée ||"again"|got married again |||結婚した Dann hat deine Mutter wieder geheiratet. Then your mother remarried. Puis ta mère s'est remariée. Потом твоя мама снова вышла замуж. Bu evlendiği adam sizin üvey babanız oluyor. |qu'elle a épous|||beau-père par|| |married to|||stepfather|| |تزوجها||أنتم||| |結婚した||||| Dieser Mann, den sie geheiratet hat, wird Ihr Stiefvater. This man he married is your stepfather. L'homme qu'elle a épousé est ton beau-père. Мужчина, за которого она вышла замуж, - твой отчим. Ve o adamın, o evlendiği adamın yani üvey babanızın başka çocukları varsa, bunlar da sizin üvey kardeşleriniz oluyor. ||l'homme||avec qui il s'est|||beau-père|votre beau-père||les enfants|s'il y a|ceux-ci||||vos demi-frères| And|||that|||||your stepfather's||||these|||step|step-siblings| ||||||||والدكم||||||||أشقاؤكم| ||||||つまり|義理の|あなたの義父||||||||あなたの義理の兄弟| Und wenn dieser Mann, der Mann, den er geheiratet hat, dein Stiefvater, noch andere Kinder hat, dann sind das deine Stiefgeschwister. And if that man, the man he married, your stepfather, has other children, they become your half brothers. Et si cet homme, l'homme qu'il a épousé, ton beau-père, a d'autres enfants, ils deviennent tes demi-frères et sœurs. А если у того мужчины, за которого он вышел замуж, вашего отчима, есть другие дети, они станут вашими сводными братьями и сестрами.

Dördüncü kelimemiz "alınmak" kelimesi. ||быть полученным| quatrième|notre mot|être pris|mot ||be offended|"word" |Das Wort "alınmak".|genommen werden| الرابع||أن تؤخذ| ||取得する| Unser viertes Wort ist „zu nehmen“. Our fourth word is "to be taken." Notre quatrième mot est "offensé". Наше четвертое слово - "обиженный". Çok önemli bir kelime bu. |||mot| |Sehr wichtig||| |||言葉| Es ist ein sehr wichtiges Wort. It's a very important word. Это очень важное слово. Alınmak demek yani gücenmek demek. Be taken|||Обижаться| se vexer|||se vexer| to take offense|||To be offended| |||beleidigt sein| |||الزعل| |||怒る| Gefangengenommen werden bedeutet gekränkt sein. It means being offended. Обидеться - значит обидеться. Mesela bir arkadaşınızın evine gittiniz. ||un ami|chez un ami|vous êtes allé ||||"you went" ||||行きました Sie sind zum Beispiel zu einem Freund nach Hause gegangen. For example, you went to a friend's house. Par exemple, vous êtes allé chez un ami. Например, вы пришли в гости к другу. Ve o da size bir yemek pişirdi. ||aussi|vous|||a cuisiné ||||||cooked ||||||作った Und sie hat dir auch eine Mahlzeit gekocht. And he cooked you a meal. Et elle vous a préparé un repas. Siz de yemeği yediniz ama hiç beğenmediniz. |||vous avez mangé||pas du tout|vous n'avez pas aimé ||the meal|"you ate"|||did not like |||食べました|||気に入りませんでした Du hast das Essen auch gegessen, aber es hat dir überhaupt nicht geschmeckt. You also ate the food but did not like it at all. Vous avez mangé la nourriture, mais vous ne l'avez pas aimée. Вы съели еду, но она вам не понравилась. Ve arkadaşınıza şöyle dediniz: "Alınma ama, yemeğin çok kötü olmuş." |à votre ami|||ne te fâche||le plat||| |your friend|||Don't take offense||the food|very|bad|was ||||لا تأخذها||الطعام|جداً|| |あなたの友達に|||気を悪くしないで||||| Und du hast zu deinem Freund gesagt: "Nichts für ungut, dein Essen war sehr schlecht." And you said to your friend, "No offense, but your food is bad." Et vous avez dit à votre ami : "Sans vouloir vous offenser, votre nourriture est épouvantable". И ты сказал своему другу: «Не обижайся, ты очень плохо поел». Tabii ki böyle bir şeyi söylemeyin. |||||ne le dites pas |||||don't say it Sagen Sie so etwas natürlich nicht. Of course, don't say that. Конечно, не стоит так говорить. Sadece örnek vermek için söyledim. ||||je l'ai dit |example||| Ich habe es nur gesagt, um ein Beispiel zu geben. I just told you to give me an example. Я просто привожу пример. Ya da mesela çok beğendiğiniz bir şapka var. ||||que vous aimez||un chapeau| ||||you like||hat| ||||تعجبكم||| ||||気に入った||| Oder Sie haben zum Beispiel einen Hut, der Ihnen sehr gut gefällt. Or, for example, a hat that you like very much. Ou, par exemple, il y a un chapeau que vous aimez beaucoup. Или, например, у вас есть шапка, которая вам очень нравится. Bu şapkayı taktınız. |le chapeau|vous avez mis هذه|القبعة|ارتديتم |this hat|wore |帽子を|かぶりました Du hast diesen Hut getragen. You wore this hat. Sonra bu şapkayla okula gittiniz.Öğretmeniniz de size dedi ki" çok komik bir şapka bu! " ||avec ce chapeau|||votre enseignant|||||||||cette ||with this hat||went|your teacher||||||||| ||بالقبعة|||معلمكم|||||جداً|||قبعة| ||帽子を使って|||||||||||| Dann bist du mit diesem Hut zur Schule gegangen, dein Lehrer hat zu dir gesagt: "Das ist ein sehr lustiger Hut!" And then you went to school with this hat. Потом вы пошли в школу в этой шляпе, и учитель сказал: "Забавная шляпа!". ve siz de buna alındınız. ||||vous avez été touché و||||انخدعتم ||||got offended ||||騙されました und du bist dazu gebracht. and you are taken to it. а вы обиделись. Biraz üzüldünüz. |vous êtes triste |You got upset. |حزنتُم |悲しみました Sie sind ein wenig verärgert. You're a little upset. Yani alınmak birinin size söylediği bir şeye üzülmek , kırılmak anlamına geliyor. |être affecté|de quelqu'un||ce que||chose|être triste|se vexer|signifie|signifie |take offense|someone's||"said to you"|||to be upset|get hurt|means| ||شخص ما||قاله|||الحزن|الانكسار|| |||||||悲しむ|傷つく|| Beleidigt zu sein bedeutet also, sich über etwas aufzuregen oder beleidigt zu sein, das jemand zu Ihnen gesagt hat. So to be taken means to feel sorry for something that someone has told you. Ainsi, être offensé signifie être contrarié et offensé par quelque chose que quelqu'un vous dit. Итак, быть обиженным означает быть расстроенным или обиженным чем-то, что вам кто-то сказал.

Beşinci kelimemiz "bekar" kelimesi. cinquième||célibataire| خامس||| ||single/unmarried/bachelor| ||独身| Unser fünftes Wort ist "Single". Our fifth word is "single". Наше пятое слово - "одинокий". Bekar kelimesi henüz evlenmemiş olanlara deniyor. ||encore|non mariés|ceux qui| عازب||حتى الآن||الذين| ||"not yet"|not yet married|"those who are"| 独身|||||言われている The word single is called for those who have not yet married. Le mot "célibataire" désigne les personnes qui ne sont pas encore mariées. Слово "холостяк" относится к тем, кто еще не женат. Yani mesela ben şu anda evli değilim. |||||marié|je ne suis pas ||||now|married| I mean, I'm not married right now. Например, сейчас я не женат. Yani bekarım. |je suis célibataire |I am single |أنا أعزب |独身です So I'm single. Так что я одинока.

Bu aslında birazcık gereksiz ama bunu da söyleyeyim. |en fait|un peu|inutile|||aussi|je vais dire this|actually|a little bit|unnecessary||this||I'll say ||قليلًا||||| ||ein bisschen||||| Das ist eigentlich ein wenig überflüssig, aber lassen Sie mich Ihnen eines sagen. It's a little unnecessary, but let me tell you that. C'est en fait un peu redondant, mais je le dis. Это на самом деле немного избыточно, но позвольте мне сказать вам вот что. Şöyle derler mesela "Bekarım, önüme gelene bakarım." |||||приходит| |on dit||je suis célibataire|à moi|celui qui vient|je regarde like this|they say|||"in front of"|comes along|"I look around" |يقولون||عازب|إلى أمامي|يأتي| |||||来る人| Sie sagen zum Beispiel: „Ich bin Single, ich schaue, was vor mir liegt.“ They say, for example, "I'm single, I'll see what comes before me." Ils disent : "Je suis célibataire." Например, говорят: «Я холост, смотрю на то, что передо мной». Yani bekar olduğum için herkese bakabilirim.Böyle bir tabir de halk arasında kullanılıyor. ||язык|||||||||| |célibataire|je suis célibataire||à tout le monde|je peux m'occuper|une telle||expression||le peuple|parmi le peuple|est utilisé ||"I am"||to everyone|I can look|||expression|||among|is used ||||||||udtryk|||| |||||أستطيع|مثل هذا||تعبير|||| |||||見ることができる|||言い回し||人々|| Mit anderen Worten, ich kann jeden ansehen, weil ich Single bin.“ So ein Begriff wird auch unter den Leuten verwendet. So I can look at everyone because I'm single. Je veux dire que je peux regarder tout le monde parce que je suis célibataire. Cette phrase est également utilisée par les gens. Другими словами, я могу смотреть на всех, потому что я одинок, в народе тоже используется такой термин.

Evet, bu kelimeleri anladıysanız, hikayeye başlayabiliriz. ||les mots|vous comprenez|l'histoire|nous pouvons commencer |||if you understand|| Yes, if you understand these words, we can start the story. Bu arada hatırlatmak isterim, bölümün transkriptlerini, bazı kelimelerin çevirilerini ve daha bir çok şeyi internet sitemde bulabilirsiniz. |au fait|rappeler|||les transcriptions|certain|les mots|les traductions|||||||mon site|vous pouvez trouver |by the way|remind|I want||transcripts of episodes|||translations of words|||||||"on my website"| ||تذكير|||النصوص|||ترجماتها|||||||موقعي| |||||トランスクリプト|||翻訳|||||||| Übrigens möchte ich Sie daran erinnern, dass Sie Transkripte der Episode, Übersetzungen einiger Wörter und vieles mehr auf meiner Website finden können. In the meantime, I would like to remind you that you can find the transcripts of the section, translations of some words and much more on my website. Кстати, хочу напомнить, что вы можете найти расшифровку эпизода, переводы некоторых слов и многое другое на моем сайте. Bu bölümleri sadece dinleyerek anlamakta zorlanıyorsanız, bu transkriptler size yardımcı olacaktır. |les sections||en écoutant|comprendre|vous avez du mal||||aide|seront |sections|only|by listening|having difficulty understanding|"having difficulty"||transcripts||| |||الاستماع|فهمه|إذا كنتم تواجهون صعوبة||النصوص||| |||聞いて|理解する|難しい場合||トランスクリプト||| Wenn Sie Schwierigkeiten haben, diese Teile nur durch Zuhören zu verstehen, werden Ihnen diese Transkripte helfen. These transcripts will help you if you have difficulty understanding these sections by just listening. Если вам трудно понять эти части, просто слушая, эти стенограммы помогут вам. Üstelik tamamen ücretsiz ve üye olmanız da gerekmiyor. de plus|entièrement|gratuit||membre|vous devez vous inscrire||n'est pas nécessaire Moreover|completely|free||member|to be||is not required بالإضافة إلى ذلك||||عضو|كونك|| ||||会員|あなたが|| And it's completely free and you don't have to be a member. Более того, это совершенно бесплатно, и вам не нужно быть членом клуба. Hadi o zaman başlayalım. |||commençons Come on||| Let's start then.

Ben ve O me and him

Benden istedikleri gibi onun odasına girdim. de moi|ce qu'ils voula||sa|sa chambre|je suis entré مني|يريدون|مثل||| from me|they want|||to his room|I entered |wie sie wollten|||| |ønskede|||| Ich ging in sein Zimmer, wie sie mich baten. I went into her room as they asked me to. Je suis entré dans sa chambre comme on me l'avait demandé. Я вошел в его комнату, как они меня просили. Ancak onu görür görmez bir çığlık attım. ||je le vois|je l'ai vue||cri|je poussai but|it|see|sees||scream|screamed |عندما||||صراخ| |||||Schrei|einen Schrei ausgestoßen Aber sobald ich ihn sah, schrie ich. But as soon as I saw him, I screamed. Mais dès que je l'ai vu, j'ai poussé un cri. Но как только я увидела его, я закричала. korkmuş  gözlerle bana baktı. avec des yeux effray|des yeux effrayés||me regarda خائف|بعيون خائفة|| Mit ängstlichen Augen|mit ängstlichen Augen|| |目で|| with fearful eyes|with scared eyes|| sah er mich mit erschrockenen Augen an. She looked at me with scared eyes. il m'a regardé avec des yeux effrayés. он посмотрел на меня испуганными глазами. Şaşkındı ve sanki beni tanımıyor gibiydi. était surpris||comme si||ne me connaît pas|comme Verwirrt||als ob||| was confused||as if|me|doesn't recognize|"as if" ||まるで|私を||ようだった He was confused and seemed to not recognize me. Il était perplexe et c'était comme s'il ne me reconnaissait pas. Он был сбит с толку и как будто не знал меня. Beni hatırlamamıştı. me|ne se souvenait pas |hadn't remembered |لم يتذكرني |覚えていなかった Er hat mich nicht erkannt. He didn't remember me. Il ne m'avait pas reconnu. Он не узнал меня. Tam odadan çıkarken bir ağlama sesi duydum. juste|de la chambre|en sortant||pleur|un bruit|j'ai entendu في|من الغرفة|عند الخروج||بكاء|| gerade|||||| |部屋から|||||聞いた |from the room|"while leaving"||cry|crying sound|I heard Gerade als ich das Zimmer verließ, hörte ich einen Schrei. I heard a crying sound just as I left the room. Juste au moment où je sortais de la pièce, j'ai entendu un son de pleurs. Когда я выходил из комнаты, я услышал крик. Kulaklarıma inanamadım. mes oreilles|je n'ai pas cru إلى أذني|لم أصدق |I couldn't believe |信じられなかった Ich traute meinen Ohren nicht. I couldn't believe my ears. Je n'en croyais pas mes oreilles. Я не мог поверить своим ушам. O koca adam ağlıyordu. |grand|grand homme|pleurait |كبير||كان يبكي |der große|| |||泣いていた |big|| Der große Mann hat geweint. That big guy was crying. Ce grand homme pleurait. Этот большой человек плакал. Gözyaşları bana eski yılları ve unutmaya çalıştığım şeyleri hatırlattı. слезы|||||||| les larmes|||les années||oublier||les choses|m'ont rappelé Tears|||years||"to forget"|I tried to forget||reminded of Tränen|||||||| الدموع|إلىّ||السنوات||نسيان|أحاول نسيان||ذكرتني 涙|||年||忘れること|||思い出させた Tränen erinnerten mich an alte Jahre und Dinge, die ich zu vergessen versuchte. Tears remind me of old years and things I've been trying to forget. Ses larmes m'ont rappelé de vieilles années et des choses que j'essayais d'oublier. Слезы напомнили мне о старых годах и вещах, которые я пытался забыть.

Annem ben iki yaşında çok küçükken ölmüştü. |||лет||| |||deux||quand j'étais petit|était morte ||||||had passed away ||||||ماتت ||||||亡くなった Meine Mutter starb, als ich zwei Jahre alt war. My mother died when I was two years old. Ma mère est morte quand j'étais très jeune, à l'âge de deux ans. Моя мать умерла, когда мне было два года. Babam yeniden evlendi. |à nouveau|s'est remarié My father remarried. Mon père s'est remarié. Мой отец снова женился. Evlendiği kadına da "anne" diyordum. qu'il a épous|la femme|||je disais |the woman||| ||||أقول Die Frau, die er heiratete, nannte ich "Mum". I was calling the woman she married a "mom." J'appelais aussi la femme avec qui il s'est marié "maman". Я называл женщину, на которой он женился, "мамой". Bu kadın bana hiç kötü davranmadı. |la femme|à moi|||ne s'est pas comport |||||did not treat |||||تصرفت |||||しなかった Diese Frau hat mich nie schlecht behandelt. This woman never treated me badly. Cette femme ne m'a jamais maltraité. Эта женщина никогда не относилась ко мне плохо. Bana karşı kendi kızıymışım gibi şefkatliydi. Мне||свою|я дочь|| |contre|ma propre|je suis sa fille||affectueuse "To me"|towards me||"his own daughter"||was very caring |||seine Tochter wäre||mir gegenüber fürsorglich |||||varmildende لي|||ابنتها||كانت رحيمة |||娘だった||優しかった Sie kümmerte sich um mich, als wäre ich ihre eigene Tochter. He was kind to me like I was his own daughter. Elle s'est occupée de moi comme si j'étais sa propre fille. Она заботилась обо мне так, словно я была ее собственной дочерью. Asla bencil değildi. ||не был jamais|égoïste| never|selfish| Er war nie egoistisch. He was never selfish. Он никогда не был эгоистом. Ama onun gerçek annem olmadığını bilmem bana acı veriyordu. |sa mère|vraie||n'est pas|je sais||fait mal|me faisait mal but||real|||I don't know||pain|was giving |||||لا أعرف||ألم|كان يؤلمني Aber es schmerzte mich zu wissen, dass sie nicht meine richtige Mutter war. But it hurts me to know she wasn't my real mother. Mais je souffrais de savoir qu'elle n'était pas ma vraie mère. Но мне было больно осознавать, что она не была моей настоящей матерью. Diğer kardeşlerimden farklı olduğumu bilmek beni çok üzüyordu. autres|mes frères|différent|je suis|savoir|||me rendait triste |||I am|knowing|||was upsetting ||||يعرف|||كان يحزنني |||||||悲しませていた |||||||machte mich traurig Es machte mich sehr traurig zu wissen, dass ich anders war als meine anderen Geschwister. It made me very sad to know that I was different from my other brothers. J'étais très triste de savoir que j'étais différent de mes frères et sœurs. Мне было очень грустно осознавать, что я отличаюсь от других моих братьев и сестер.

Üvey annem gerçekten harika biriydi. belle-mère||vraiment|géniale|personne |أمي||| |||wonderful| My stepmother was really great. Ma belle-mère était vraiment géniale. Моя мачеха была просто замечательной. Bunu inkar etmiyorum. ||не отрицаю |je ne nie|je n'niqu |deny|I'm not |إنكار| |否定| Ich bestreite dies nicht. I'm not denying it. Je ne le nie pas. Я не отрицаю этого. Beni tamamen kendi evlatları, kendi çocukları gibi görürdü. |entièrement|ses propres|ses enfants|ses propres|enfants||verrait ||خاصته|أولاده|خاصته|||يرى |||eigene Kinder|||| |||子供たち|||| |||own children||||would see Er sah mich ganz und gar als seinen eigenen Sohn, sein eigenes Kind. He saw me as his own son, his own child. Il me considérait complètement comme son propre fils, son propre enfant. Он воспринимал меня как своего сына, своего ребенка. Hatta bana kendi evlatlarından daha çok önem verirdi. |||своих детей|||| même|à moi||ses enfants|||importance|aurait donné |||"his own children"|||importance| |||أولاده|||أهمية| |||子供たち|||| Er kümmerte sich sogar mehr um mich als um seine eigenen Kinder. He even cared more about me than his own children. En fait, il s'occupait de moi plus que de ses propres enfants. На самом деле, он заботился обо мне больше, чем о своих собственных детях. Üvey anneme bütün sırlarımı anında söylerdim.. Babam gibi severdim onu da. belle-mère|ma belle-mère|toutes|mes secrets|immédiatement|je dirais|||j'aimais|| |stepmother||my secrets|immediately|"I would tell"|my dad||would love|| |||||||مثل||| ||||すぐに|言っていた|||愛していた|| |||mine hemmeligheder||||||| Früher erzählte ich meiner Stiefmutter sofort alle meine Geheimnisse, ich liebte sie wie meinen Vater. I would tell my stepmother all my secrets instantly. J'ai confié tous mes secrets à ma belle-mère sur-le-champ. Je l'aimais comme mon père. Все свои секреты я всегда выдавал мачехе моментально, любил ее, как отца.

Sadece o komşulara ya da misafirlere benden bahsederken "Bu benim öz kızım değil, eşimin kızı.” dediğinde alınırdım. ||||||от меня||||||не|||| ||les voisins|ou||les invités||en parlant|||vraie|ma fille||ma femme|fille|elle a dit|je me vexais only||to the neighbors|||guests||"talking about me"|||biological|||my spouse's||when she said|I would be offended ||للجيران|||||يتحدث||بيتي|الحقيقية|||||| ||隣人たちに|||||話すとき|||||||||私は傷ついていました Es ist nur so, wenn er Nachbarn oder Gästen von mir erzählt: "Das ist nicht meine eigene Tochter, es ist die Tochter meiner Frau." Ich wurde genommen, als er sagte. I would only be taken when she said to me, "This is not my own daughter, my wife's daughter." Je n'étais offensée que lorsqu'elle parlait de moi aux voisins ou aux invités : "Ce n'est pas ma fille, c'est la fille de mon mari." Просто когда она рассказывает обо мне соседям или гостям: «Это не моя дочь, это дочь моей жены». Я был взят, когда он сказал. İşte o zaman, onun annem olmadığını hissederdim. c'est|||sa mère||pas|je sentirais then|||her||not|"I would feel" ||||||كنت سأشعر ||||||感じていた Da hatte ich das Gefühl, dass sie nicht meine Mutter war. That's when I felt she wasn't my mother. C'est à ce moment-là que j'ai senti qu'elle n'était pas ma mère. Именно тогда я почувствовала, что она не моя мама. Ve asla da annem olmayacaktı. |never|||ne serait pas ||||would never be ||||なかった Und ich würde niemals meine Mutter sein. And she would never be my mother. Et elle ne serait jamais ma mère. И я никогда не буду своей матерью. Annem olmak  için çok gençti zaten. |être|||était trop jeune|de toute façon ||||"was too young"| ||||كانت| ||||若かった| Sie war sowieso zu jung, um meine Mutter zu sein. He was too young to be my mother. De toute façon, elle était trop jeune pour être ma mère. Она была слишком молода, чтобы быть моей мамой.

Ve büyüdüm. |j'ai grandi |I grew up Und ich bin erwachsen geworden. And I grew up. Et j'ai grandi. И я вырос. Çok güzel bir kız oldum. |||fille|je suis devenu Ich wurde ein sehr schönes Mädchen. I became a beautiful girl. Je suis devenue une très belle fille. Я стала очень красивой девушкой. Ailedeki en güzel kızdım. |||я девушка de la famille|||je suis la plus belle "In the family"|||I am the most beautiful في العائلة||جميلة|فتاة 家族の|||私は怒った Ich war das hübscheste Mädchen in der Familie. I was the most beautiful girl in the family. J'étais la plus jolie fille de la famille. Я была самой красивой девочкой в семье. Akrabalar da dahil olmak üzere bütün erkekler benimle evlenmek istiyordu ama ben reddediyordum. les proches||y compris|être|y compris|tous les|les hommes||||||je refusais relatives|too|including|to be|including||men||||||I was rejecting الأقارب||بما في ذلك||||||||||كنت أرفض 親戚||||||||||||拒否していました ||einschließlich||||||||||lehnte ab Alle Männer, auch Verwandte, wollten mich heiraten, aber ich lehnte ab. All the men, including relatives, wanted to marry me, but I refused. Tous les hommes, y compris mes proches, voulaient m'épouser, mais je refusais. Все мужчины, включая родственников, хотели жениться на мне, но я отказывалась. Evliliğe şiddetle karşı çıkıyordum. au mariage|ferme opposition|contre|je m'opposais to marriage|strongly||I was opposing |heftig|| |voldeligt|| الزواج|||كنت أعارض 結婚に|強く||出ていました Ich war strikt gegen die Ehe. I was violently opposing marriage. Je m'opposais fermement au mariage. Я был категорически против брака. Ömrümün sonuna kadar bekar kalsam da asla evlenmeyi istemiyordum. ||до тех пор|||||| ma vie|à la fin|||je reste||jamais|me marier|je ne voulais pas My life’s||||remain|||to marry| meines Lebens|||||||| عمري||||أبقى|||الزواج| 私の人生の||||いる|||結婚| Obwohl ich für den Rest meines Lebens Single war, wollte ich nie heiraten. Even if I was single for the rest of my life, I never wanted to get married. Je ne voulais jamais me marier, même si je restais célibataire jusqu'à la fin de ma vie. Несмотря на то, что я был одинок до конца своей жизни, я никогда не хотел жениться. Evlilikten korkuyordum. le mariage|j'avais peur من الزواج|كنت أخاف "Of marriage"| 結婚から|怖がっていました |Ich hatte Angst. Ich hatte Angst vor der Ehe. I was afraid of marriage. Evlenirsem ve bir çocuğum olursa annem gibi ölüp çocuğumu tek başına bırakırım diye korkuyordum. si je me marie|||mon enfant|si j'ai|||en mourant|mon enfant|seul|seul|je laisserai|que|j'avais peur If I marry|||||||dying|my child||alone|leave them alone|| إذا تزوجت|||||||موت|طفلي|||أترك|| 結婚したら|||||||死ぬ|子供|||残す|| Ich hatte Angst, dass ich, wenn ich heiraten und ein Kind bekommen würde, wie meine Mutter sterben und mein Kind allein lassen würde. I was afraid that if I married and I had a child, I would die like my mother and leave my child alone. J'avais peur que si je me marie et que j'ai un enfant, je meure comme ma mère et que je laisse mon enfant seul. Я боялась, что если выйду замуж и рожу ребенка, то умру, как моя мать, и оставлю ребенка одного. Evleneceğim kişiyi, annemin babama yaptığı gibi acılar içerisinde bırakmak istemiyordum. je vais me marier|la personne|ma mère|mon père|a fait||souffrances|dans la douleur|laisser|je ne voulais pas I will marry|person||to my dad|"did to"||sufferings|pain|to leave|"did not want" سأتزوج|الشخص|أمي||||آلام||يترك| |||父に|||苦しみ|中に|| Ich wollte die Person, die ich heiraten würde, nicht unter Schmerzen zurücklassen, wie es meine Mutter meinem Vater angetan hat. I didn't want to leave the person I would marry in pain like my mother did to my father. Je ne voulais pas laisser la personne que j'allais épouser dans la douleur, comme ma mère l'avait fait pour mon père. Я не хотела оставлять человека, за которого собиралась выйти замуж, в боли, как моя мать сделала моему отцу. Babamın üzüntüsü hala geçmemişti. mon père|tristesse|encore pas|n'était pas passée My father's|my father's sorrow||had not passed أبي|حزنه|ما زال|لم تَزُل |悲しみ||過ぎていなかった Mein Vater war immer noch aufgebracht. My father's grief was still not over. Mon père était encore bouleversé. Мой отец все еще был расстроен.

Babamın beni hep annemin bir kopyası olarak gördüğünü hissederdim.Annemi çok sevdiğini ve onu asla unutmayacağını hissederdim. |||||||||||||||не забудет| |moi|toujours|ma mère||copie||qu'il voyait|je ressentais|ma mère||l'aimait beaucoup||elle|jamais|qu'il n'oubliera| ||||واحدة|نسخة||يرى||||يحب||||| |||||copy||"saw me as"|I would feel|my mother||"loved her very much"||her||"would never forget"|"I would feel" |||||コピー||見ている||母||愛している||||忘れないだろう| Ich hatte immer das Gefühl, dass mein Vater mich als Kopie meiner Mutter sah, ich hatte das Gefühl, dass er meine Mutter sehr liebte und sie nie vergessen würde. I used to feel that my father always saw me as a copy of my mother. J'ai toujours eu l'impression que mon père me voyait comme une copie de ma mère, qu'il l'aimait beaucoup et qu'il ne l'oublierait jamais. Я всегда чувствовала, что мой отец видел во мне копию моей матери, я чувствовала, что он очень любит мою маму и никогда ее не забудет. İkinci eşini yani şu anki üvey annemi sevdiğinden çok daha fazla seviyordu annemi. deuxième|sa femme|||ma mère|belle-mère par|ma mère|qu'elle aimait||||aimait|ma mère second|your spouse||this|current|stepmother||than he loved||||loved|my mother الثانية|زوجته|||الآن|||أحبها||||| |妻|||現在の|||愛していたので||||| ||||meine Mutter|||||||| Er liebte meine Mutter viel mehr als seine zweite Frau, meine jetzige Stiefmutter. She loved her second wife, my current stepmother more than she loved her. Il aimait beaucoup plus ma mère que sa deuxième femme, c'est-à-dire ma belle-mère actuelle. Он любил мою мать гораздо больше, чем свою вторую жену, мою нынешнюю мачеху. Gerçekten çok seviyordu... ||любил Er liebte wirklich ... He really loved it ... Il l'aimait vraiment beaucoup... Ему очень понравилось...

... ... ...

O gün ağladım... O gün çok ağladım. ||j'ai pleuré||||j'ai pleuré ||I cried|||| ||بكيت|O(2)|||بكيت ||泣いた|||| Ich habe an diesem Tag geweint ... Ich habe an diesem Tag viel geweint. That day I cried ... That day I cried a lot. J'ai pleuré ce jour-là... j'ai beaucoup pleuré ce jour-là. Я плакала в тот день... Я много плакала в тот день. Ben ağlarken üvey annem geldi ve bana benimle evlenmek isteyen yeni birinin söyledi. |en pleurant|belle-mère||est venue|||avec moi|épouser|qui veut||quelqu'un|a dit أنا|كنت أبكي||||||||||| |was crying|||||||||||said |泣いている||||||||||| Während ich weinte, kam meine Stiefmutter und sagte mir, dass jemand Neues mich heiraten wollte. When I was crying my stepmother came and told me a new one who wanted to marry me. Alors que je pleurais, ma belle-mère est venue me dire que quelqu'un de nouveau voulait m'épouser. Пока я плакала, ко мне подошла мачеха и сказала, что кто-то новый хочет на мне жениться. Bana bu yeni adayın özelliklerinden bahsetti ama onu duymuyordum bile. à moi|||candidat|caractéristiques|parlait||je|je n'écoutais|même |||المرشح|خصائصه||||كنت أسمع| |||des neuen Kandidaten|||||| |||候補者|特徴について||||聞いていなかった| |||the new candidate|"of the traits"||||I wasn't hearing|even not hearing Er erzählte mir von den Eigenschaften dieses neuen Kandidaten, aber ich hörte ihn nicht einmal. He told me about the qualities of this new candidate, but I didn't even hear him. Il m'a parlé des qualités de ce nouveau candidat, mais je ne l'entendais même pas. Он рассказал мне о характеристиках этого нового кандидата, но я его даже не услышал. Bambaşka bir dünyadaydım. complètement différente||dans un monde A whole different||I was in مختلفة||كنت في عالم مختلف ||私は別の世界にいました Ich war in einer anderen Welt. I was in a whole different world. J'étais dans un autre monde. Я был в другом мире. Babamın annemle olan evliliğini ve onların ne kadar mutlu olduğunu düşündüm. mon père|ma mère|avec|mariage||eux||||qu'ils étaient|j'ai pensé أبي|مع أمي||زواجه||||||| |my mother||his marriage||||||| |母と||結婚||||||だった| Ich dachte an die Ehe meines Vaters mit meiner Mutter und wie glücklich sie waren. I thought about my father's marriage to my mother and how happy they were. J'ai pensé au mariage de mon père avec ma mère et à leur bonheur. Я думал о женитьбе моего отца на моей матери и о том, как они были счастливы. Üvey annem: belle-mère| My step mother: Моя мачеха:

-Harika bir adam. super||homme - He's a great guy. -Он отличный парень. Onun gibisini bulamazsın. |comme lui|tu ne peux pas |like him/her|"You can't find" |مثلها|تجد |ような|見つけられない Du wirst niemanden wie ihn finden. You can't find one like him. Vous ne trouverez personne comme lui. Вы не найдете никого, похожего на него.

dedi. said.

Ama ben ona şöyle diyerek bağırdım: |||comme ça|en disant|je criais But||||saying|I shouted saying |||||صحت |||||叫びました Aber ich schrie ihn an und sagte: But I yelled at him saying: Mais je lui ai crié : "C'est toi qui m'as donné le pouvoir ! Но я закричал на него, говоря:

-Demek harika bir adam. c'est|superbe|| - Er ist also ein toller Kerl. -So he's a great guy. -C'est donc un type formidable. -Так что он отличный парень. Kendi kızınla evlendir o zaman! ta propre|ta fille|marie|| |with your daughter|marry off|| |ابنتك|تزوج|| |娘|結婚させる|| Dann heirate deine eigene Tochter! Marry your own daughter! Épousez votre propre fille ! Женитесь на собственной дочери! Niye evlendirmek istediğin kişi benim? Pourquoi|marier|tu veux|la personne|moi |marry off|you want||me |تزوّج|تريد|| |結婚させる|あなたが望んでいる|| Warum bin ich derjenige, den du heiraten willst? Why am I the one you want to marry? Pourquoi est-ce moi que tu veux épouser ? Почему я тот, на ком ты хочешь жениться? Niye kızını evlendirmiyorsun? Pourquoi|ta fille|tu ne maries pas |your daughter|"not marrying off" |ابنتها|تزوجت ||結婚させない Warum heiratest du nicht deine Tochter? Why don't you marry your daughter? Pourquoi ne maries-tu pas ta fille ? Почему ты не женишься на своей дочери? Kızın benden sadece beş yaş küçük, on sekiz yaşında. ta fille|moi||cinq|ans|plus jeune|elle|dix-huit|ans ||||age|||| Your daughter is only five years younger than me, eighteen years old. Ta fille a seulement cinq ans de moins que moi, elle a dix-huit ans. Ваша дочь всего на пять лет моложе меня, ей восемнадцать лет.

Üvey annemin rengi bembeyaz oldu. ||couleur|d'un blanc éclat| ||color|pure white| |||أبيض تمامًا| Meine Stiefmutter wurde weiß. My stepmother's color turned white. La couleur de ma belle-mère est devenue toute blanche. Моя мачеха побелела. Benden böyle davranmamı ve ona bu şekilde saldırmamı beklemiyordu. de moi|de cette façon|mon comportement|||||que je l'attaque|s'attendait pas ||تصرف|||||هجومى| ||"to behave"||||way|attack him|"wasn't expecting" ||行動すること|||||攻撃すること|期待していなかった |||||||mich anzugreifen| Er hat nicht erwartet, dass ich mich so verhalte und ihn so angreife. He didn't expect me to behave like this and attack him like that. Il ne s'attendait pas à ce que je me comporte ainsi et que je l'attaque de la sorte. Он не ожидал, что я буду так себя вести и так нападать на него. Sesini çıkarmadı.İşte o zaman kendimi suçlu hissettim. |не произнесла|||||| sa voix|n'a pas parlé|c'est alors|||je me|coupable|je me suis senti Her voice|did not speak|then||||guilty| صوته|لم يخرج||||نفسي|مذنب| |出さなかった|||||罪悪感| Er hat geschwiegen, und da hatte ich ein schlechtes Gewissen. That's when I felt guilty. Il s'est tu. C'est là que je me suis sentie coupable. Вот тогда я почувствовал себя виноватым. Hayatı boyunca ona böyle yapmamı hak edecek hiçbir şey yapmamıştı. sa vie|durant sa vie|lui|comme ça|me faire|droit|méritera|rien||n'avait pas fait حياتي||||يجب أن أفعل|حق||||فعل life|throughout his life|to her||me to do|right|deserve|||"had not done" |||||||||していなかった |||||verdient|||| Er hatte noch nie in seinem Leben etwas getan, was es verdient hätte, dass ich ihm das antat. He's never done anything in his life that deserves me to do that to him. Il n'a jamais rien fait dans sa vie pour mériter cela. Он никогда в жизни не сделал ничего такого, что заслужило бы то, что я сделал с ним. Pişman oldum ve özür dilemek için koşarak yanına gittim. Je suis désolé|je suis désolé||des excuses|présenter des excuses||en courant|à toi|je suis allé Regretful||||apologize||running||I went ندم|||||||| Ich bedauerte es und lief zu ihm, um mich zu entschuldigen. I regretted it and ran over to apologize. Je l'ai regretté et j'ai couru vers lui pour m'excuser. Я пожалел об этом и побежал извиняться. Hiçbir şey olmamış gibi bana kollarını açtı.Beni affetti. aucun||n'a pas eu|||ses bras|a ouvert||m'a pardonné ||لم يكن||لي|||| ||hasn't happened|||arms|opened||forgave ||||||||許してくれた ||||||||verzieh mir Er öffnete seine Arme für mich, als wäre nichts geschehen, und verzieh mir. He opened his arms at me as if nothing had happened. He forgave me. Il m'a ouvert les bras comme si de rien n'était. Il m'a pardonné. Он открыл мне объятия, как будто ничего не произошло, Он простил меня.

Babam ise beni hiçbir zaman evlenmeye zorlamamıştı. |quant à|moi|||se marier|ne m'a forcé |||أبداً||للزواج|لم يُجبر |||||get married|had not forced |||||結婚すること|していなかった Mein Vater hat mich nie gezwungen zu heiraten. My father never made me marry. Mon père ne m'a jamais forcé à me marier. Мой отец никогда не заставлял меня выходить замуж. İstediğimi yapmama izin vermişti. ce que je voulais|ne pas faire|permission|avait permis what I wanted|not doing||had allowed ما أريده||| |しない|| Er ließ mich machen, was ich wollte. He let me do what I wanted. Il m'avait permis de faire ce que je voulais. Он позволил мне делать то, что я хотел. Hayatıma karışmak istememişti. |يتدخل| ma vie|s'immiscer|ne voulait pas In mein Leben|| My life|interfere with|"did not want" 私の人生に|干渉する|したくなかった Er wollte sich nicht in mein Leben einmischen. He didn't want to interfere with my life. Il ne voulait pas s'immiscer dans ma vie. Он не хотел вмешиваться в мою жизнь.

Evet arkadaşlar, bu bölüm çok uzun olmasın diye bu hikayeyi iki kısma ayırmak istedim. |||chapitre||long|ne soit pas|pour que||||parties|diviser|je voulais ||||||"not be"|||||parts|split into| |||||||||||جزء|| ||||||||||||分ける| |||||||||||Teile|| Ja, Freunde, ich wollte diese Geschichte in zwei Teile aufteilen, damit dieses Kapitel nicht zu lang wird. Yeah, guys, I wanted to split this story into two parts so that this episode wasn't too long. Oui les amis, pour que ce chapitre ne soit pas trop long, j'ai voulu diviser cette histoire en deux parties. Да, друзья, я хотел разделить эту историю на две части, чтобы этот раздел не получился слишком длинным. Bu birinci kısımdı. |première|partie ||This was the first part. |第一の|部分だった That was part one. C'était la première partie. Это была первая часть. İkinci kısmı da bir sonraki bölümde paylaşacağım. |part|||suivant|chapitre|je partagerai الثانية|||||| |part||||in the chapter| |部分||||部| I will share the second part in the next section. Je partagerai la deuxième partie dans le prochain chapitre. Я поделюсь второй частью в следующем разделе. Kendinizi iyi bakın. vous||prenez soin Take care of yourself|well| 自分自身を|| Take good care of yourself. Prenez soin de vous. Hoşça kalın! Goodbye!