Bu resme bakınca ne görüyorsun?
|image|||
Was sehen Sie, wenn Sie dieses Bild betrachten?
What do you see when you look at this picture?
¿Qué ves cuando miras esta foto?
Que voyez-vous en regardant cette image ?
この写真を見て何が見える?
Wat zie je als je naar deze foto kijkt?
O que é que vês quando olhas para esta imagem?
Что вы видите, глядя на эту картинку?
Vad ser du när du tittar på den här bilden?
Sherlock Holmes'un nasıl bir analiz yeteneğine sahip olduğuna pek çok kez tanık olduk.
Sherlock|de Sherlock Holmes||||capacité d'analyse|||||||
Wir haben schon oft erlebt, dass Sherlock Holmes die Fähigkeit hatte, zu analysieren.
We have witnessed many times what kind of analytical ability Sherlock Holmes has.
Başka insanların göremediklerini görme konusunda çok özel bir yeteneği var.
||qu'ils ne voient pas||||||talent|
Er hat die besondere Fähigkeit zu sehen, was andere Menschen nicht sehen können.
He has a very special ability to see what other people cannot see.
Bir fikrin var mı?
Do you have an idea?
Şu ana kadar yedi tane.
Seven so far.
Sept jusqu'à présent.
Yedi mi?
Yedi mi?
Nasıl oluyor da böyle bir görme yeteneği kazanabiliyor?
|||||||acquérir
Wie hat er dieses Sehvermögen erlangt?
How does he gain such a vision?
Gelin biz de bu videoda biraz Sherlock Holmes'cülük oynayalım.
|||||||enquête|
1.
Sezonun 3. bölümündeki bu sahnede onun ipuçlarını aradığı hikayeyle hiç ilgisi olmayan bir ayrıntıya dikkatiniz çekmek istiyorum.
|de l'épisode|||||||||||détail|votre attention||
season's||||||||||||detail|||
Ich möchte Ihre Aufmerksamkeit auf ein Detail lenken, das nichts mit der Geschichte zu tun hat, in der er in dieser Szene in der dritten Folge der Staffel nach Hinweisen sucht.
I would like to draw your attention to a detail that has nothing to do with the story in which he seeks clues in this scene in episode 3 of the season.
Je voudrais attirer votre attention sur un détail qui n'a rien à voir avec l'histoire : il cherche des indices dans cette scène du 3ème épisode de la saison.
Arkadaki köprüye…
To the bridge|
Jusqu'au pont à l'arrière.
İzlediğimiz sahnenin hemen başında bu köprünün bir “timelapse görüntüsü”nü, hızlandırılmış çekimini izledik.
|la scène||||||vidéo en timelapse|||accéléré|vidéo accélérée|
Ganz am Anfang der Szene, die wir gesehen haben, sahen wir einen "Zeitraffer", einen Zeitraffer dieser Brücke.
Right at the beginning of the scene we watched, we watched a timelapse image of this bridge, a time-lapse shot.
Au tout début de la scène que nous avons regardée, nous avons vu un "timelapse", un laps de temps de ce pont.
Bu tür çekimler bize nesneleri algılayışımızın ışıkla ne kadar değişebileceğini hatırlatır.
|||||notre perception|||||
Solche Aufnahmen erinnern uns daran, wie sehr sich unsere Wahrnehmung von Objekten durch das Licht verändern kann.
Such shots remind us how much our perception of objects can change with light.
Ces clichés nous rappellent à quel point notre perception des objets peut changer avec la lumière.
Aynı nesne farklı renklerde algılanabilir.
|||couleurs|peut être perçue
Ein und dasselbe Objekt kann in verschiedenen Farben wahrgenommen werden.
The same object can be perceived in different colors.
Un même objet peut être perçu en différentes couleurs.
Nitekim Sherlock'un durduğu bu noktanın tam karşı kıyısına, 1899 yılında Fransız ressam Claude Monet kendi tuvalini yerleştirmişti.
|de Sherlock|s'est arrêté||point|||rive||||Claude Monet|Monet||toile|avait placé
Tatsächlich stellte der französische Maler Claude Monet 1899 seine eigene Leinwand an das gegenüberliegende Ufer der Stelle, an der Sherlock stand.
As a matter of fact, the French painter Claude Monet placed his own canvas on the opposite bank of this point where Sherlock was standing.
En effet, en 1899, le peintre français Claude Monet a posé sa propre toile sur la rive opposée à l'endroit où se trouvait Sherlock.
Amacı bir “timelapse” yapmaktı.
|||faire
His goal was to make a "timelapse".
Tabi o zamanlar ne bunu yapacak bir teknoloji ne de böyle bir kavram vardı.
Of course, at that time there was neither a technology to do this nor such a concept.
Ama o yine de farklı zamanlarda aynı şeyin görüntüsünü yakalamak ve tuvaline yansıtmak istiyordu.
||||||||image|capturer||sur toile|projeter|
Dennoch wollte er das Bild ein und derselben Sache zu verschiedenen Zeiten einfangen und auf seiner Leinwand widerspiegeln.
But he still wanted to capture the image of the same thing at different times and reflect it on his canvas.
Mais il voulait toujours capturer l'image de la même chose à différents moments et la refléter sur sa toile.
6 yıl boyunca Fransa'dan Londra'ya farklı zamanlarda seyahat ederek Thames nehri üzerindeki bu Waterloo Köprüsü'nün tam 37 tane tablosunu yaptı.
||||||||Thames River||||Waterloo Bridge|de Waterloo|||tableaux|
Onun bu tablo serisi ışığın, sisin, buğunun ve daha başka atmosferik etkilerin renkleri nasıl oluşturduğunu ve bizim bunları nasıl algıladığımızı gösteren çok önemli bir sanat çalışması haline geldi ve sonra da bilimsel bir araştırmanın konusu oldu.
|||de tableaux||la brume|la buée|||||atmosphériques||||||||nous percevons||||||||||||||||
|||||mist||||||effects||||||||||||||||||||||||
Diese Gemäldeserie wurde zu einem sehr wichtigen Kunstwerk, das zeigt, wie Licht, Nebel, Dunst und andere atmosphärische Effekte Farben erzeugen und wie wir sie wahrnehmen, und wurde dann zum Gegenstand wissenschaftlicher Forschung.
This series of his paintings became a very important work of art, showing how light, fog, mist and other atmospheric effects create colors and how we perceive them, and later became the subject of scientific research.
Cette série de peintures est devenue une œuvre d'art très importante montrant comment la lumière, le brouillard, la brume et d'autres effets atmosphériques créent des couleurs et comment nous les percevons, et a ensuite fait l'objet de recherches scientifiques.
Geçenlerde bir müzede bu eserlerin 8 tanesi bir araya getirildi ve bu vesileyle bilim insanları da tablolardaki renk pigmentlerini analiz etmeye başladılar.
||au musée||les œuvres|||ensemble|ont été réunies|||à cette occasion||||sur les tableaux||pigments de couleur|||
|||||||||||||||in the paintings|||||
Kürzlich wurden 8 dieser Werke in einem Museum ausgestellt und Wissenschaftler begannen, die Farbpigmente in den Gemälden zu analysieren.
Tıpkı Sherlock benzeri bir dedektif gibi çıkarımlar yapmaya başladılar.
||||détective||inférences||
They began to make inferences, just like a Sherlock-like detective.
Sanatçı son derece sınırlı bir renk paleti kullanmıştı.
||||||palette|
L'artiste a utilisé une palette de couleurs extrêmement limitée.
Ama bunlarla çok farklı ambiyansları yansıtabilmişti.
||||ambiances|avait pu refléter
|||||reflect different atmospheres
Aber er konnte mit ihnen sehr unterschiedliche Stimmungen wiedergeben.
Peki bunu nasıl başarabilmişti?
|||avait réussi
İşin sırrı ışığın dalga boylarında.
||||longueurs d'onde
Das Geheimnis liegt in den Wellenlängen des Lichts.
The secret is in the wavelengths of light.
Le secret réside dans les longueurs d'onde de la lumière.
Gözümüzdeki retinada renkleri algılamamızı sağlayan üç tip hücre var: “S-cone”lar ışığın kısa dalga boyuna; “M-cone”lar orta dalga boyuna ve “L-cone”lar da uzun dalga boyuna karşı hassas.
dans notre œil|rétine||notre perception|||||||cônes S|||||||||||||||||||||
In der Netzhaut des Auges gibt es drei Arten von Zellen, die es uns ermöglichen, Farben wahrzunehmen: "S-Zapfen" sind für kurze Wellenlängen des Lichts empfindlich, "M-Zapfen" für mittlere Wellenlängen und "L-Zapfen" für lange Wellenlängen.
Il existe trois types de cellules dans la rétine de l'œil qui nous permettent de percevoir les couleurs : les "cônes S" sensibles aux courtes longueurs d'onde de la lumière, les "cônes M" aux longueurs d'onde moyennes et les "cônes L" aux grandes longueurs d'onde.
Algıladığımız tüm renkler bu üç ana rengin tonlarından ve karışımından ortaya çıkıyor.
Nous percevons|||||principales|couleur|teintes||de mélange||
|||||||shades of||||
Alle Farben, die wir wahrnehmen, ergeben sich aus den Tönen und Mischungen dieser drei Grundfarben.
All the colors we perceive arise from the tones and mixtures of these three primary colors.
1990'lı yıllarda bu konudaki ilk bilimsel çalışmaları yapan Profesör David Williams da o müzeyi ziyarete gidenlerden biri.
||||||||||Williams|||||ceux qui sont allés|
Professor David Williams, who made the first scientific studies on this subject in the 1990s, is one of those who visit that museum.
Monet'nin sadece bir köprüyü konu alan bu serisiyle ilgili şunu söylüyor:
de Monet|||la pont||||série|||
Monet's|||||||"this series"|||
Er sagt dies über die Serie von Monet, die nur eine Brücke zum Thema hat:
Neredeyse sanata bilimsel bir yaklaşım diyebiliriz.
Man kann es fast als eine wissenschaftliche Herangehensweise an die Kunst bezeichnen.
We can almost call it a scientific approach to art.
Bir şeyi sabit tut, ve diğer şeyleri değiştirerek etkilerini anlamaya çalış.
Halten Sie eine Sache konstant, und versuchen Sie, die Auswirkungen zu verstehen, wenn Sie andere Dinge ändern.
Herhangi bir nesneye baktığımızda farklı dalga boylarındaki ışık gözümüze girer.
||un objet||||longueurs d'onde||dans nos yeux|
||object||||wavelengths of|||
Wenn wir ein Objekt betrachten, fällt Licht verschiedener Wellenlängen in unsere Augen.
Gözümüz bu ışığı retina tabakasına odaklar.
notre œil|||rétine|couche rétinienne|focalise
Unser Auge bündelt dieses Licht auf der Netzhaut.
Böylece retinada görselin ters çevrilmiş bir görüntüsü oluşur.
||image||retournée|||
||visual image's|||||
So entsteht auf der Netzhaut ein umgekehrtes Bild des Bildes.
Bu sırada ışığa hassas “cone hücreleri” uyarılır.
||||||sont stimulées
Dadurch werden die lichtempfindlichen "Zapfenzellen" stimuliert.
Optik sinirlerle beynin görsel veri işleme merkezine taşınır.
|nerfs optiques||||traitement visuel||
Burası sinyali beynin farklı bölgelerine yönlendirir.
|||||dirige
Dadurch wird das Signal an verschiedene Teile des Gehirns weitergeleitet.
Sinyal bu bölgeler arasında ileri geri hareket ederken biz nesnenin ne olduğunu algılarız.
||||||||||||percevons
Während sich das Signal zwischen diesen Regionen hin und her bewegt, nehmen wir wahr, was das Objekt ist.
Mesela bir köprü olduğunu.
Dikkat ederseniz görme işlemi teknik olarak gözde başlasa da orada bitmiyor.
|||||||commence dans|||
Beachten Sie, dass der Prozess des Sehens zwar technisch gesehen im Auge beginnt, aber nicht dort endet.
Si vous faites attention, le processus de vision commence techniquement dans l'œil, mais ne s'arrête pas là.
Beynin hemen her bölümüyle alakalı.
Es ist mit fast jedem Teil des Gehirns verbunden.
Il est lié à presque toutes les parties du cerveau.
O yüzden de çok karmaşık.
C'est pourquoi c'est très complexe.
Bir şeyi görmeye çalışırken sinyaller beynimizin hafıza bölümünden de geçiyor.
||||signaux|||||
Wenn wir versuchen, etwas zu sehen, gehen die Signale auch durch den Gedächtnisteil unseres Gehirns.
Yani geçmiş tecrübelerimiz görme algımızı etkiliyor.
||||notre perception|
Mit anderen Worten: Unsere früheren Erfahrungen beeinflussen unsere Wahrnehmung des Sehens.
In other words, our past experiences affect our perception of vision.
Aynı şekilde beklentilerimiz, o andaki dikkat durumumuz, bulunduğumuz ortam gibi görünüşte ilgisiz zannedeceğimiz pek çok şey görüşümüzü etkileyebiliyor.
||nos attentes|O(1)|||notre attention||||apparente|sans rapport|nous penserons||||notre opinion|influencent
Bunun en çarpıcı örneklerinden biri şu tahta üzerindeki kareler.
||frappant||||tableau||carrés
Eines der auffälligsten Beispiele dafür sind die Quadrate auf dem Spielbrett.
One of the most striking examples of this is the squares on the board.
Şimdi şu iki kareye odaklanmanızı istiyorum.
|||carrés|votre attention|
Jetzt möchte ich, dass Sie sich auf diese beiden Bilder konzentrieren.
Hangisi daha karanlık?
Daha soruyu sorarken bile sizi manipüle ettim.
Ich habe Sie manipuliert, noch bevor ich die Frage gestellt habe.
I manipulated you even before I asked the question.
Çünkü eminim bu iki kareyi birbirinden farklı renklermiş gibi algılıyorsunuz.
||||carrés|||sont de couleurs||vous percevez
Denn ich bin sicher, dass Sie diese beiden Rahmen als unterschiedliche Farben wahrnehmen.
Birisi siyaha diğeri de beyaza daha yakınmış gibi.
|noir|||au blanc||se plaignait|
Oysa ikisi de aynı renk.
Bunu kanıtlamak için birinden alacağımız renk örneğini diğerinin yanına götürmemiz yeterli.
|||||||l'autre||notre apport|
Um dies zu beweisen, genügt es, ein Farbmuster von einem der beiden zu nehmen und es neben das andere zu legen.
To prove this, we just need to take the color sample from one to the other.
Göz göre göre yanılıyoruz.
|||nous nous trompons
Das ist ein eklatanter Irrtum.
We are blindly mistaken.
Çünkü beynimiz “renk sabitliği” denilen bir fenomene sahip.
|||stabilité des couleurs||||
Denn unser Gehirn hat ein Phänomen namens "Farbkonstanz".
İşte size ne kadar sabit fikirli, ön yargılı olduğumuzun görsel bir kanıtı.
|||||têtu|préjugé|préjugé|nous sommes|||preuve
Hier ist ein visueller Beweis dafür, wie starrsinnig und voreingenommen wir sind.
Bu iki rengi farklı algılıyoruz çünkü yeşil renkli silindirin üç boyutlu bir cisim olduğunu, sağ üst köşeden ışık aldığını o yüzden tahta üzerine gölgesinin düştüğünü zannediyoruz.
||||||||cylindre vert|||||||||||||||||nous pensons
Wir nehmen diese beiden Farben unterschiedlich wahr, weil wir denken, dass der grün gefärbte Zylinder ein dreidimensionales Objekt ist und dass er Licht von der oberen rechten Ecke empfängt und daher sein Schatten auf die Tafel fällt.
Kendimize böyle bir hikaye anlatıyoruz.
||||nous racontons
We tell ourselves such a story.
Çünkü görme işlemi burada bitmiyor, baktıkça algıladığımız sinyaller beynimizin içinde ileri geri hareket ederek böyle bir hikayeye dönüşüyor.
|||||en regardant||||||||||||
||||||we perceive|||||||||||
Because the process of seeing does not end here, the signals we perceive as we look turn into such a story by moving back and forth in our brain.
Kendimize anlattığımız bir hikayeye.
|nous racontons||
İşte Monet gibi ressamlar beynin bu prensiplerini çalışmışlar.
|||les peintres|||principes|
Maler wie Monet haben diese Prinzipien des Gehirns studiert.
Son derece kısıtlı bir renk paletiyle bize sadece bir köprüyü 37 farklı şekilde gösterip her seferinde 37 farklı duygu durumuna sokmayı bu sayede başarıyorlar.
|||||palette|||||||||||||nous plonge|||ils réussissent
|||||with a palette||||||||||||||||
So gelingt es ihnen, uns nur eine Brücke auf 37 verschiedene Arten mit einer sehr begrenzten Farbpalette zu zeigen und uns jedes Mal in 37 verschiedene Gefühlszustände zu versetzen.
Sadece ressamlar değil tüm sanatçılar ellerindeki paleti kullanarak bize kendi hikayelerini çok daha güçlü bir biçimde anlatmaya çalışıyorlar.
||||les artistes|||||||||||||
All artists, not just painters, are trying to tell us their stories in a much more powerful way by using the palette in their hands.
Sinemanın ilk zamanlarında filmler siyah beyazdı.
le cinéma|||||était en noir et blanc
In the early days of cinema, movies were black and white.
Ne zamanki renkli filmler ortaya çıkmaya başladı o zamandan beri sinemacılar da rengi kullanarak hikaye anlatmaya başladılar.
||||||||||les cinéastes||||||
Dünyanın ilk uzun metrajlı renkli filmi Becky Sharp ve Türkiye'nin ilk uzun metrajlı renkli filmi Halıcı Kız rengi de hikayenin bir parçası haline getirdi.
|||long métrage|||Becky Sharp|Becky Sharp||||||||Halıcı Kız||||||||
Becky Sharp, der erste abendfüllende Farbfilm der Welt, und Halıcı Kız, der erste abendfüllende Farbfilm der Türkei, machten die Farbe zu einem Teil der Geschichte.
Stanley Kubrick ta 1968 yılında kırmızı renkle yapay zeka arasında bir ilişki kurdu.
Stanley Kubrick|Kubrick||||couleur rouge|||entre|||
|Kubrick||||||||||
Stanley Kubrick also established a relationship between the color red and artificial intelligence in 1968.
Trafik lambasındaki kırmızı gibi duran bu ışık HAL 9000 adındaki bilgisayarın ışığı.
|du feu de signalisation|||||||||
|"at the traffic"|||||||||
Dieses Licht, das wie das Rot einer Ampel aussieht, ist das Licht eines Computers namens HAL 9000.
2001 Uzay Macerası filmindeki bu bilgisayar kendisine verilen emirleri bir noktadan sonra yerine getirmiyor.
|||||||ordres|||||
Space|Odyssey|||||||||||
In dem Film 2001 Odyssee im Weltraum führt dieser Computer ab einem bestimmten Punkt die ihm erteilten Aufträge nicht mehr aus.
This computer in the 2001 Space Adventure movie does not follow the orders given to it after a point.
Dans le film 2001, l'Odyssée de l'espace, cet ordinateur ne suit plus les ordres qui lui sont donnés à un certain moment.
Üzgünüm Dave.
Désolé Dave.
Korkarım bunu yapamam.
I'm afraid I can't do that.
J'ai bien peur de ne pas pouvoir faire cela.
Yönetmen kendisini yaratan insanlığa isyan edecek bir yapay zekanın işaretlerini çok önceden görerek biz insanları uyarmak için ona kırmızı rengi iliştirmiş.
|||humanity||||||signes|||en voyant|||avertir|||||attaché
||||||||intelligence's|||||||warn|||||
Der Regisseur sah die Anzeichen einer künstlichen Intelligenz, die sich gegen die Menschheit, die sie erschaffen hat, auflehnen würde, und versah sie mit der Farbe Rot, um uns Menschen zu warnen.
The director saw the signs of an artificial intelligence that will rebel against the humanity that created him, and attached the color red to it to warn us people.
Neden kırmızı?
Çünkü pek çok kültür için kırmızı tehlike anlamına gelir.
Neden bu anlama gelir?
Çünkü en uzun dalga boyuna sahip olan bu rengi beynimiz çok uzaklardan bile algılayabilir.
|||||||||||||perçoit
İşte Sherlock gibi bir analiz yaparak sanatta bilimin ve kültürün izlerini sürdük ve bir sonuca ulaştık.
||||||dans l'art|||la culture||nous avons suivi||||
||||||in art|||||||||
Bu işlerde ustalaşmak için bir sanatçı olmasak bile sanat eserlerini görmeyi, okumayı öğrenmemiz gerekiyor.
||maîtriser|||||||les œuvres||||
Um diese Werke zu beherrschen, müssen wir lernen, Kunstwerke zu sehen und zu lesen, auch wenn wir keine Künstler sind.
To master these works, we need to learn to see and read works of art, even if we are not an artist.
Bunun eğitimi de genellikle müzelerde yapılıyor.
Diese Ausbildung findet in der Regel in Museen statt.
Monet'nin Waterloo köprüsü serisinden 8 tabloyu bir araya getirip sergileyen bir müze sayesinde sadece kültür-sanat severler değil bilim insanları bile pek çok şey öğrenebildiler.
|||série de Monet|tableaux||||exposant|||||||||||||||ont pu apprendre
Dank eines Museums, das 8 Gemälde aus der Serie der Waterloo-Brücke von Monet zusammengetragen und ausgestellt hat, konnten nicht nur Kultur- und Kunstliebhaber, sondern auch Wissenschaftler viel lernen.
Nereden geldik buraya?
Sherlock Holmes'den.
|de Sherlock Holmes
Cinayet mahallini incelerken kullandığı akıl yürütmelerden.
crime scene|lieu du crime||||raisonnements
Die Überlegungen, die er bei der Untersuchung des Tatorts anstellte.
From the reasoning he used when examining the murder scene.
Peki bunun müzelerle, sanatla, resimle ne alakası var?
||les musées|||||
Ama bunun resimle ne alakası var?
But what does that have to do with the picture?
Görmüyorum… Görüyorsun, sadece bakmıyorsun.
|||tu ne regardes pas
|||not looking
I don't see… You see, you just don't look.
Waterloo köprüsü yakınlarındaki bu cinayet mahallinden o köprüyü resimleyen Monet'ye geri dönecek olursak…
|||||de la scène|||peignant|Monet|||
Monet'nin yaptığı şey bizi dünyayı normal yollardan algılama konusunda zorlaması.
|||||||perception||pression
|||||||perceiving||
What Monet is doing is forcing us to perceive the world in normal ways.
Ce que Monet fait, c'est nous forcer à percevoir le monde de manière non conventionnelle.
Dikkatimizi aydınlatmanın etkilerine yönlendirmesi ve nesneyi görmezden gelmeye zorlaması.
|||||l'objet|||
Sie lenken unsere Aufmerksamkeit auf die Auswirkungen der Beleuchtung und zwingen uns, das Objekt zu ignorieren.
It directs our attention to the effects of lighting and forces us to ignore the object.
Il nous guide vers les effets de l'éclairage notre attention et nous pousse à ignorer l'objet.
Bunun için de son derece bilinçli bir şekilde resimlediği sahnedeki karmaşık detayların tonunu azaltması.
||||||||||||its tone|
Dafür hat er ganz bewusst die komplizierten Details der Szene, die er malte, zurückgenommen.
And for this, he lowers the tone of the complex details in the scene he very consciously paints.
Pour cela, il réduit de manière très consciente le ton des détails complexes de la scène qu'il a peinte.
Monet Waterloo Köprüsü'nü resimledikten tam 100 yıl sonra 2002'de aynı köprü üzerinde bir gece ansızın şöyle bir resim belirdi: Balonlu Kız.
||la Pont|||||||||||soudainement|||||Fille avec ballon|
||the bridge|painted|||||||||||||||Balloon Girl|
Genau 100 Jahre nachdem Monet die Waterloo-Brücke gemalt hatte, tauchte im Jahr 2002 eines Nachts auf derselben Brücke plötzlich folgendes Bild auf: Mädchen mit Ballon.
Kimliğini gizli tutan grafiti sanatçısı Banksy tarafından oraya bırakılmış olan bu eser daha sonra yine çok ses getirecek ve görünmeyeni görme konusunda bizleri zorlayacaktı, çünkü o da dünyayı normal yollardan algılama konusunda sıkıntılıydı.
|||graffiti||Banksy|||laissé|||œuvre||||||||l'invisible||||nous mettra au défi|||||||||avait des difficultés
identity||||||||||||||||||||||||||||||||
Dieses Werk, das der anonyme Graffitikünstler Banksy dort hinterlassen hat, sollte später für viel Aufsehen sorgen und uns auffordern, das Unsichtbare zu sehen, denn auch er hatte Schwierigkeiten, die Welt auf normale Weise wahrzunehmen.
This work, which was left there by the graffiti artist Banksy, who kept his identity secret, would later make a lot of noise and force us to see the invisible, because he too had trouble perceiving the world in normal ways.
O da beynimizin zayıflıklarını yine beynimizi uyarmak için kullanmıştı.
|||faiblesses|||||
He also used the weaknesses of our brains to stimulate our brain.
O da Sherlock'un kullandığı mantığı yürütmüş, Monet'nin yöntemleriyle karmaşık bir dünyayı sadeleştirmiş ve Kubrick gibi tek bir rengi kullanarak bizi uyarmıştı.
|||||appliqué||méthodes de||||simplifié|||||||||avait averti
Er benutzte dieselbe Logik wie Sherlock, vereinfachte eine komplexe Welt mit den Methoden von Monet und warnte uns mit einer einzigen Farbe wie Kubrick.
He also used Sherlock's logic, simplified a complex world with Monet's methods, and warned us by using a single color like Kubrick.