×

Używamy ciasteczek, aby ulepszyć LingQ. Odwiedzając stronę wyrażasz zgodę na nasze polityka Cookie.

image

Barış Özcan 2020, Milyonlarca Türk Mars’a neden ismini gönderiyor?

Milyonlarca Türk Mars'a neden ismini gönderiyor?

Geçen Pazarki videoda ne demiştik? Yürüyelim arkadaşlar! Peki bu hafta ne oldu? Milyonlarca kişi yürüyüşe çıktı! Sanal olarak. Nereye gidiyoruz? Mars'a! Şu haritaya bir bakın! NASA'nın 2020'de Mars'a göndereceği araçla ismini oraya ulaştırmak isteyen kişilerin yaşadığı ülkeyi gösteren harita bu. Gerçi bunlara anlatmama gerek yok, muhtemelen geçen hafta boyunca Instagram ya da Twitter'da defalarca gözünüzün önüne geldi, konuşuldu, yazıldı, çizildi, tüketildi. Yine de ben hem tarihe not düşebilmek için bir toparlama yapmak ve hem de konuya çok farklı bir yerden bakmak istiyorum. Bu video NASA ya da Mars'la ilgili değil. Sizinle ilgili. Beyninizle…

Konu özetle şöyle. NASA uzay konusunda insanların dikkatini çekebilmek için bir kampanya düzenledi. İnternetten isminizi yazıyorsunuz. Onlar da bu isimleri bir çipe kaydedip, 2020 yılında Mars'a gönderecekleri aracın içine koyuyor. Böylece sembolik olarak siz de Mars'a gitmiş oluyorsunuz. Bunu daha önce bir kaç kez daha yapmışlardı. Ama ilk kez bu kadar çok ilgi gördü. Özellikle Türkiye'den. Listenin en başındayız. Nüfusa oranladığımızda diğer ülkelere kat be kat fark atıyoruz. Ben bu videoyu hazırlarken 1 milyar 339 milyon nüfuslu Hindistan'tan sadece 455 bin civarında başvuru vardı ki dünyada en çok mühendis yetiştiren ülkelerden biridir. İşte bu ülkede yaşayan her 3000 kişiden biri ismini göndermiş. 80 milyonluk Türkiye'den 1 milyon 660 bin kişi başvurmuş. Dediğim gibi siz bu videoyu izlerken bu sayı çok daha artmış olabilir. Ama bu haliyle bile Türkiye'deki her 48 kişiden biri ismini Mars'a göndermek istiyor demektir. Uzaya bu kadar meraklı olduğumuzu görmek beni bile gerçekten çok şaşırttı. Uzayla, roketlerle, NASA'yla ilgili videolarım da çok izleniyor ve bazılarınız bu kadar çok başvuru yapılmasını buna bile bağlamış, çok teşekkürler bu iyi niyetiniz için ama bence bu ilginin arkasında başka sebepler aramalıyız. Çünkü bu kampanyayı ben sizlerden duydum. Bazılarınız benim adıma da bilet almış sağolsunlar. Onlar gönderince fark edebildim. Konuyu öğrendiğimde 48 saat geçmişti ve 700 küsür bin kişi çoktan başvurusunu yapmıştı. “Ya milletin işi gücü yok böyle boş işlerle uğraşıyor” diyebilir ve böylesi bir ilginin analizini pesimist bir bakış açısıyla yapabilirsiniz. Ben tabiki ne konuyu boş görüyorum ne de böylesine bir ilgi gösterilmesini eleştirecek değilim. Ama dedim ya konumuz bugün uzay değil. Bir sosyal medya kampanyasına adeta roket hızında tepki vermemiz. Ülke olarak çok büyük bir hızla örgütlenip adeta birbirimize kenetlenip liste başı haline gelebilmemiz. Bu iyi bir şey de olabilir, kötü bir şey de…

Bir an için kendinizi bir ülke gibi düşünün. Adınız Zeynep'se siz “Zeynepli Ülkesi”siniz. Murat'sa “Muratlı Ülkesi.” Selçuksa ya da Osmansa… öyle hemen havaya girmeyin canım, sadece bir metafor kurguluyoruz şu anda, gerçek ülke kurmuyoruz.

Her ülkenin bir iç işleri vardır, bir de dış işleri değil mi? Başka ülkelerle olan ilişkileri. İşte her cep telefonunuzu elinize alışınızda ülkenizin dış işleriyle ilgili bir iş yapmış oluyorsunuz. Telefon çalıyor, komşu ülkenin kralı ya da kraliçesi sizi arıyor. Konuşuyorsunuz, anlaşıyorsunuz, birlikte bir şeyler yapıyorsunuz. Gayet güzel. Dış ülkelerle ilişki geliştirmek. Sonra hazır telefon eldeyken Instagram'ı açıp kaydırmaya başlıyorsunuz. O da bir çeşit dünya turu yapmak gibi. Hiç tanımadığınız, gerçek hayatta görmediğiniz ülkeleri (yani insanları) görüyorsunuz. “Ooo Ayşeli ülkesi yazı erken getirmiş.” “Salihli ülkesinde odun köfteleri götürüyorlar, afiyet olsun.” Tabi bunları görünce ister istemez siz de hem köfte yemeyi hem de yaza formda girmeyi diliyorsunuz. Ama unutmayın bu gördükleriniz bir çeşit ülke tanıtımı. Gerçek ülkeler de kendisini tanıtırken biraz abartmıyor mu? Ülkesinin plajlarını tabiki böyle gösterecek, şöyle değil. Önemli olan bunun farkında olmak. Gördüklerimize kendimizi fazla kaptırmamak ve biraz da iç işlerimizle ilgilenmek.

“Barışlı ülkesinin ekonomik olarak güçlenmesi için ne gibi düzenlemeler yapabilirim?” Çünkü Instagram'a ne kadar mükemmel fotoğraflar koyarsam koyayım, gerçekte istediğim hayatı tam olarak yaşayamıyorum. “E komşu ülke Sinanlılar beni kıskanıyor” demek de yetmiyor. Gerçek anlamda bir şeyler yapmam lazım. Bir değer üretmeliyim. Ben de Mars'a gitmek istiyorum ama önce içinde yaşadığım bu dünyaya pozitif bir katkı sağlamalıyım.

Peki iç işlerimize yönelelim o zaman. Ne yapmamız gerekiyor? Kendi kaynaklarımızı gözden geçirmemiz. Gerçek ülkelerin kaynakları nelerdir? Petroldür, değerli madenlerdir vs. Peki sizin kişisel ülkenizin en değerli kaynağı nedir? Vaktiniz! Boşuna “vakit = nakit” denmiyor. Vakti nakte dönüştürebilmek için madencilik yapmak gerekiyor. Vakit madenciliği “dikkat”le yapılır. Sizin dikkatinizle. Dolayısıyla doğru formül şöyle olmalı: “dikkat + vakit = nakit” Yani özdeyişimizi de güncellememiz gerekiyor: “dikkatli geçirilen vakit, nakittir.”

Evet bu kaynak o kadar önemli. Çünkü herkesin her gün 24 saati var. Bu sabit. Ama dikkat süresi değişken. Herkes için farklı. Bazıları için tek oturuşta 4 saat bazıları için değişik zamanlarda toplam 2 saat. Bazıları için gece, bazıları için gündüz. Son derece sınırlı bir kaynak bu. Dikkat kaynağı. O yüzden onu harcarken, Mars'a filan gönderirken cebinizdeki parayı harcamaktan daha titiz, daha tutumlu olmalısınız.

Dikkat! Dikkatinizi en çok dağıtan şey de öbür cebinizde. Tüm dış tehditler buradan geliyor. Sizi tuvalette bile yalnız bırakmıyor. Bunun içinde çeşitli sosyal medya mecralarına mevzilenmiş emperyalist güçler, dikkatinizi sömürmek için hazır bekliyor. Hala metaforumuzun içindeyiz bu arada, fazla heyecanlanmayın, o emperyalist güç sizin en yakın arkadaşınız da olabilir. Farkında bile olmadan, tüm iyi niyetiyle sizin dikkatinizi sömürerek üstünüzde büyük oyunlar oynuyor olabilir. Günümüzde hırsızlıkların en büyüğü belki de bu: dikkat hırsızlığı. Çünkü maddi olarak bir şeyleriniz çalınsa onun yerine başka bir şey koyabilirsiniz. Ama çalınan dikkatinizin yerine hiç bir şey koyamazsınız. O sizin ham maddeniz, enerjiniz, geleceğiniz.

Son araştırmalara göre cep telefonlarımıza her gün ortalama 63 bildirim geliyor. Ortalama diyorum. Eminim bir kısmınız yüzlerce bildirimle boğuşuyordur. Çalışanlar günde ortalama 90 e-posta alıyor ve 40 e-posta yazıyor. Her gün. Her 3 dakikada bir odağımız değişiyor. Beynimizin dört lobundan ikisi sürekli bir mücadele halinde. Bazıları bunu bir halat çekme yarışmasına benzetiyor. Beynimizin bir lobu halatı kendi alanına yani dikkat dağıtıcı şeylere çekmeye çalışırken, diğer lobu odaklanmayı gerektiren görevleri yerine getirebilmek için halata asılıyor. Eğer başarırsa odaklanabilmiş oluyorsunuz.

Neyin önemli, neyin önemsiz olduğuna beyninizdeki bu halat yarışları karar veriyor. Size önemsiz gibi görünen bazı işler için bile beyniniz sürekli bir “challenge” içinde. En değersiz gibi görünen boş vaktinizde, mesela tuvalette Instagram'da parmağınızla kaydırıp bir sürü fotoğrafa bakmak çok basit gibi görünüyor olabilir. Ama siz bunu yaparken hiç farkında olmadan beyniniz sürekli mikro kararlar veriyor. Her bir fotoğraf için “güzel mi, değil mi, ne anlama geliyor, altına bir şey yazayım mı, ne yazsam tutar acaba, yine kabız mı oldum ben” gibi irili ufaklı kararlar veriyorsunuz. Bir fotoğraf için böyle 10 mikro karar verseniz beyninizde her gün sadece Instagram için on binlerce halat çekme yarışı yapılıyor demektir. Yanlış anlaşılmasın, amacım Instagram'ı ya da başka bir sosyal medyayı hedef tahtası yapmak değil. İçeride neler olup bittiğini anlayıp, daha bilinçli kullanıcılar haline gelmemizi sağlamak. Çünkü bunları kendi hayat ülkelerimiz için bir fırsata da dönüştürebiliriz.

Gerçek dünyadaki ülkeler kendileriyle ilgili tehditleri değerlendirirken aynı zamanda fırsatları da görmeye çalışırlar. Bir SWOT analizi yaparlar. İşte cebimizdeki bu büyük tehdit aynı zamanda bize inanılmaz fırsatlar da sunuyor. Düşünsenize hayatınız boyunca okuduğunuz ve okuyabileceğiniz tüm kitaplar bir cep telefonunun içine rahatlıkla sığabilir. Sosyal medyada doğru insanlara ulaşabilirseniz bu kişiler sizin en önemli öğretmeniniz haline gelebilir. Ofis işlerini yapmak için masa başında çalışmanıza gerek kalmayabilir. Ancak tüm bunlar için önce zayıflıklarımızın farkında olmamız gerekiyor. SWOT analizimize dönecek olursak, zayıf olduğumuz yanlar neler? İrade eksikliği mi? Disiplin mi? Sorumluluk duygusu mu? Önce bunları kendimize itiraf etmemiz gerekiyor. Öte yandan güçlü yanlarımız da vardır mutlaka. Bunları da listelersek artık iyi bir strateji ortaya koyabiliriz. Ben bu videoda güçlü yanlarınıza ekleyebileceğiniz bir teknik önermek istiyorum.

E-postalar konusunda bir araştırma yapılmış. İki gruptan ilkine “gelen kutusu”nu diledikleri zaman kontrol edebilecekleri söylenmiş. Diğer grupsa sınırlandırılmış. Sadece üç kez bakabileceklermiş. Gün içinde farklı zamanlarda e-posta kutusunu kontrol eden, gelenleri okuyan, başkalarına mesaj yazan kişilerin; yani bölük pörçük iş yapanların çok daha stresli olduğu ve daha çok yorulduğu tespit edilmiş. Dolayısıyla size önereceğim teknik işlerinizi biriktirip toplu olarak yapmak. Herkesin temposu farklı. O yüzden gelen kutusunu günde kaç kez kontrol edeceğinizi ya da yapmanız gereken işleri ne sıklıkta yapacağınızı size söyleyemem. Buna siz karar vermelisiniz. Anahtar kelimelerimiz sınırlandırmak ve toplu olarak yapmak. Örneğin ben günde sadece bir kez bakıyorum ve en fazla yarım saat ayırıyorum. Aynı sınırlandırmayı sosyal medya için de yapıyorum. Her istediğimde değil, belli zamanlarda göz atıyorum. O cazibeden korunmak tabiki çok zor oluyor ama elimden geleni yapıyorum, mesela cep telefonumun en değerli en göze batan yerine benim için en önemli olan şeyleri koyuyorum. Hem cep telefonumun ekranını hem de hayatımı tasarlıyorum.

Sonuçta bazı şeyleri kaçırıyorum. Bazılarını geç fark ediyorum. O yüzden geçen hafta sosyal medyada esen NASA'nın “ismini Mars'a gönder” rüzgarını, bu konularla çok ilgili bir kişi olmama rağmen 48 saat sonra görebildim. Bazı şeyleri hiç göremiyorum. Yetişemiyorum. Ama buna değiyor. Çünkü o sırada kendi hayat ülkemin iç işleriyle ilgileniyorum. İçimdeki değerli madenleri keşfedip, onları saklı oldukları yerlerden “tüm dikkatimi kullanarak” çıkartmaya çalışıyorum.

Çok becerikli olduğumu söyleyemem. Ama en azından deniyorum. Çünkü biliyorum ki bunu benim için benden başka hiç kimse yapamaz. Tüm sorumluluk bende. Hayatınızla ilgili tüm sorumluluk sizde.

Kendi hayat ülkelerimizin dış işlerinde çok başarılı olduğumuz ortada. Mars'a ismini göndermek isteyen diğer tüm ülkelerden hatta oraya uzay aracını gönderecek Amerikalılardan bile daha hızlıyız. Artık NASA'da çalışan herkes Türkiye'nin bu konudaki hevesini gördü. Bu gerçekten ülke adına çok güzel bir fırsat. Ama kendi hayat ülkelerimiz için aynı zamanda bir tehdit. Çünkü dışarıda, sosyal medyada bu kadar çok, bu kadar hızlı, bu kadar aktif olabiliyorsak bir yandan kendi içimizdeki bazı şeyleri, önceliklerimizi ihmal ediyor da olabilir miyiz acaba?

Mars'a ismimizi göndermeyi istemek bence çok güzel. Gelecek adına çok ümit verici. Bir vizyon göstergesi. Ama dışarıya karşı “bak ben de ismimi Mars'a gönderiyorum, ben de Dimyat'a pirince gidiyorum” derken, tüm dikkatini bu işlere verirken evdeki bulgurdan olmayalım sonra. Bir gün başka bir dünyaya sadece ismimizi değil cismimizi de göndermek, oraları varlığımızla doldurmak istiyorsak önce kendi dünyamızdaki boşlukları bir gözden geçirmeliyiz. Bu da ancak sorumluluğu ele alarak, vaktini dikkatli harcayarak olur. Şimdi. Yavaşça elinizdeki telefonu yere bırakın ve kendi ülkelerinize dönün. Onu listelerde en üst sıralara taşıyın. Hayat ülkenizin lideri olun!

Learn languages from TV shows, movies, news, articles and more! Try LingQ for FREE

Milyonlarca Türk Mars’a neden ismini gönderiyor? |Turcs|||| millions of||||| لماذا يرسل ملايين الأتراك اسمهم إلى المريخ؟ Warum schicken Millionen von Türken ihre Namen zum Mars? Why do millions of Turks send their name to Mars? ¿Por qué millones de turcos envían sus nombres a Marte? Pourquoi des millions de Turcs envoient-ils leur nom sur Mars ? Perché milioni di turchi mandano i loro nomi su Marte? Waarom sturen miljoenen Turken hun naam naar Mars? Porque é que milhões de turcos enviam os seus nomes para Marte? Почему миллионы турков отправляют свои имена на Марс? Varför skickar miljontals turkar sina namn till Mars? 为什么数以百万计的土耳其人将自己的名字送上火星?

Geçen Pazarki videoda ne demiştik? |la semaine dernière|||avons dit last||||we said ماذا قلنا في فيديو الأحد الماضي؟ What did we say in last Sunday's video? О чем мы говорили в прошлом воскресном видео? Yürüyelim arkadaşlar! Let's walk| دعونا نسير يا أصدقاء! Let's walk guys! Вперед, друзья! Peki bu hafta ne oldu? إذن ماذا حدث هذا الأسبوع؟ So what happened this week? Что же произошло на этой неделе? Milyonlarca kişi yürüyüşe çıktı! ||went for a walk| ذهب الملايين من الناس في مسيرة! Millions of people went for a walk! Des millions de personnes ont défilé ! Миллионы вышли на марш! Sanal olarak. Virtually| مثل الافتراضية. Virtuell. Like by the virtual. Виртуально. Nereye gidiyoruz? إلى أين نحن ذاهبون؟ Where are we going? Mars'a! إلى المريخ! to Mars! Şu haritaya bir bakın! |la carte|| ألق نظرة على هذه الخريطة! Take a look at this map! Посмотрите на эту карту! NASA'nın 2020'de Mars'a göndereceği araçla ismini oraya ulaştırmak isteyen kişilerin yaşadığı ülkeyi gösteren harita bu. |||qu'elle enverra||||atteindre||||||| |||will send|with the vehicle|||deliver||people's|||showing|| هذه هي الخريطة التي توضح البلد الذي سيعيش فيه الأشخاص الذين يرغبون في إرسال أسمائهم إلى المريخ بالمركبة التي سترسلها وكالة ناسا إلى المريخ في عام 2020. Diese Karte zeigt das Wohnsitzland der Personen, die mit dem Fahrzeug, das die NASA im Jahr 2020 zum Mars schicken wird, dort ihren Namen hinterlassen wollen. This is the map showing the country where the people who want to get their name there with the vehicle that NASA will send to Mars in 2020. Voici la carte indiquant le pays de résidence des personnes qui souhaitent inscrire leur nom sur le véhicule que la NASA enverra sur Mars en 2020. На этой карте указаны страны проживания людей, которые хотят получить свое имя вместе с аппаратом, который NASA отправит на Марс в 2020 году. Det här är kartan som visar landet där människorna som vill få sitt namn där med fordonet som NASA kommer att skicka till Mars 2020. Gerçi bunlara anlatmama gerek yok, muhtemelen geçen hafta boyunca Instagram ya da Twitter'da defalarca gözünüzün önüne geldi, konuşuldu, yazıldı, çizildi, tüketildi. ||||||||||||||votre vue|||||a été dessiné|a été consommé "Although"||my explaining|||||||||||multiple times|your eyes|||was discussed||was drawn|consumed على الرغم من أنني لست بحاجة إلى شرح هذه الأمور، إلا أنها ربما تكون قد ظهرت أمام أعينكم، وتم الحديث عنها وكتابتها ورسمها واستهلاكها عدة مرات على Instagram أو Twitter خلال الأسبوع الماضي. Ich muss Ihnen nicht von ihnen erzählen, Sie haben sie in der vergangenen Woche wahrscheinlich schon oft auf Instagram oder Twitter gesehen, darüber gesprochen, geschrieben, gezeichnet und konsumiert. Though I don't need to tell them, it has probably been seen, talked, written, drawn, consumed on Instagram or Twitter many times over the past week. Мне не нужно рассказывать вам о них - за последнюю неделю их наверняка уже много раз видели, обсуждали, писали, рисовали и употребляли в Instagram или Twitter. Även om jag inte behöver berätta för dem, har det förmodligen setts, pratats, skrivits, ritats, konsumerats på Instagram eller Twitter många gånger den senaste veckan. Yine de ben hem tarihe not düşebilmek için bir toparlama yapmak ve hem de konuya çok farklı bir yerden bakmak istiyorum. ||||||pouvoir noter|||synthèse||||||||||| ||||||||||||||to the topic|||||| ومع ذلك، أريد أن ألخص الأمر لأسجل ملاحظة في التاريخ وأنظر إلى القضية من منظور مختلف تمامًا. Dennoch möchte ich ein Resümee ziehen, um eine Notiz in der Geschichte zu machen und auch um das Thema aus einer ganz anderen Perspektive zu betrachten. However, I would like to make a summary in order to make a note of history and to look at the subject from a very different point of view. Тем не менее, я хотел бы подвести итог, чтобы оставить запись в истории, а также взглянуть на этот вопрос с совершенно иной точки зрения. Jag skulle dock vilja göra en sammanfattning för att anteckna historien och se på ämnet från en helt annan synvinkel. Bu video NASA ya da Mars'la ilgili değil. هذا الفيديو ليس عن ناسا أو المريخ. In diesem Video geht es nicht um die NASA oder den Mars. This video is not about NASA or Mars. Cette vidéo ne traite pas de la NASA ou de Mars. Это видео не о NASA или Марсе. Den här videon handlar inte om NASA eller Mars. Sizinle ilgili. الأمر يتعلق بك. It's about you. Речь идет о вас. Det handlar om dig. Beyninizle… avec votre cerveau بعقلك… With your brain… С вашим мозгом Med din hjärna...

Konu özetle şöyle. |en résumé| باختصار ، الموضوع على النحو التالي. Hier ist die Handlung in Kurzform. The subject is briefly as follows. Вот вкратце сюжет. Sammanfattningsvis är ämnet följande. NASA uzay konusunda insanların dikkatini çekebilmek için bir kampanya düzenledi. |||||||||a organisé نظمت وكالة ناسا حملة لجذب انتباه الناس إلى الفضاء. Die NASA organisierte eine Kampagne, um die Aufmerksamkeit der Menschen auf den Weltraum zu lenken. NASA organized a campaign to attract people's attention to space. La NASA a organisé une campagne pour attirer l'attention du public sur l'espace. NASA организовало кампанию, чтобы привлечь внимание людей к космосу. NASA organiserade en kampanj för att locka människors uppmärksamhet till rymden. İnternetten isminizi yazıyorsunuz. أنت تكتب اسمك على الإنترنت. You write your name online. Вы вводите свое имя в Интернете. Du skriver ditt namn på nätet. Onlar da bu isimleri bir çipe kaydedip, 2020 yılında Mars'a gönderecekleri aracın içine koyuyor. |||||puce||||||| إنهم يسجلون هذه الأسماء على شريحة ويضعونها في السيارة التي سيرسلونها إلى المريخ في عام 2020. Sie zeichnen diese Namen auf einem Chip auf und setzen sie in das Fahrzeug ein, das sie im Jahr 2020 zum Mars schicken werden. They record these names on a chip and put them in the vehicle they will send to Mars in 2020. Они записывают эти имена на чип и помещают его в аппарат, который отправят на Марс в 2020 году. De registrerar dessa namn på ett chip och lägger dem i fordonet som de kommer att skicka till Mars 2020. Böylece sembolik olarak siz de Mars'a gitmiş oluyorsunuz. وهكذا، رمزيًا، أنت أيضًا تذهب إلى المريخ. Thus, symbolically, you go to Mars. Таким образом, символически вы также совершили путешествие на Марс. Således, symboliskt, åker du till Mars. Bunu daha önce bir kaç kez daha yapmışlardı. |||||||ils avaient fait لقد فعلوا هذا عدة مرات من قبل. They had done this several times before. Они уже делали это несколько раз. Det hade de gjort flera gånger tidigare. Ama ilk kez bu kadar çok ilgi gördü. لكن هذه هي المرة الأولى التي يجذب فيها هذا القدر من الاهتمام. But this is the first time it has attracted so much attention. Mais c'est la première fois qu'elle attire autant l'attention. Men det är första gången det har väckt så mycket uppmärksamhet. Özellikle Türkiye'den. وخاصة من تركيا . Especially from Turkey. Особенно из Турции. Särskilt från Turkiet. Listenin en başındayız. ||en haut نحن في أعلى القائمة. Wir stehen ganz oben auf der Liste. We are at the top of the list. Мы находимся в верхней части списка. Vi är överst på listan. Nüfusa oranladığımızda diğer ülkelere kat be kat fark atıyoruz. |en proportion de||||||écart|nous surpassons عندما نقارنها بالسكان ، فإننا نحدث فرقًا كبيرًا في البلدان الأخرى. Im Verhältnis zur Bevölkerungszahl sind wir anderen Ländern um ein Vielfaches voraus. When we compare it to the population, we make a huge difference to other countries. Proportionnellement à la population, nous sommes bien plus avancés que d'autres pays. В соотношении с численностью населения мы во много раз опережаем другие страны. Ben bu videoyu hazırlarken 1 milyar 339 milyon nüfuslu Hindistan'tan sadece 455 bin civarında başvuru vardı ki dünyada en çok mühendis yetiştiren ülkelerden biridir. |||||||l'Inde|||||||||||formant des|| أثناء إعداد هذا الفيديو ، لم يكن هناك سوى 455 ألف طلب من الهند يبلغ عدد سكانها 1 مليار 339 مليون نسمة ، وهي إحدى الدول التي تدرب أكثر المهندسين في العالم. While I was preparing this video, there were only 455 thousand applications from India with a population of 1 billion 339 million, which is one of the countries that train the most engineers in the world. Pendant que je préparais cette vidéo, il n'y avait qu'environ 455 000 candidats originaires de l'Inde, qui compte 1 milliard 339 millions d'habitants et qui est l'un des pays qui forment le plus d'ingénieurs au monde. Пока я готовил это видео, было всего около 455 тысяч претендентов из Индии с населением 1 миллиард 339 миллионов человек, которая является одной из стран, готовящих больше всего инженеров в мире. İşte bu ülkede yaşayan her 3000 kişiden biri ismini göndermiş. أرسل واحد من كل 3000 شخص يعيشون في هذا البلد اسمه. One of every 3000 people living in this country has sent their name. Один из каждых 3 000 человек, живущих в этой стране, прислал свое имя. 80 milyonluk Türkiye'den 1 milyon 660 bin kişi başvurmuş. |||||a postuler وتقدم مليون و660 ألف شخص بطلبات من تركيا التي يبلغ عدد سكانها 80 مليون نسمة. 1 million 660 thousand people applied from Turkey with a population of 80 million. 1 миллион 660 тысяч человек подали заявки из Турции, страны с населением 80 миллионов человек. Dediğim gibi siz bu videoyu izlerken bu sayı çok daha artmış olabilir. وكما قلت، ربما يكون هذا العدد قد زاد أكثر أثناء مشاهدة هذا الفيديو. As I said, this number may have increased a lot while you watch this video. Как я уже сказал, это число могло увеличиться, пока вы смотрели это видео. Ama bu haliyle bile Türkiye'deki her 48 kişiden biri ismini Mars'a göndermek istiyor demektir. لكن حتى في هذه الولاية، يرغب واحد من كل 48 شخصًا في تركيا في إرسال اسمه إلى المريخ. But even in this state, one of every 48 people in Turkey wants to send their name to Mars. Но даже в таком виде это означает, что один из каждых 48 жителей Турции хочет отправить свое имя на Марс. Uzaya bu kadar meraklı olduğumuzu görmek beni bile gerçekten çok şaşırttı. لقد فاجأني حقًا أن أرى أننا مهتمون جدًا بالفضاء. It really surprised even me to see that we are so curious about space. Даже меня удивило, что мы так интересуемся космосом. Uzayla, roketlerle, NASA'yla ilgili videolarım da çok izleniyor ve bazılarınız bu kadar çok başvuru yapılmasını buna bile bağlamış, çok teşekkürler bu iyi niyetiniz için ama bence bu ilginin arkasında başka sebepler aramalıyız. l'espace|les fusées|avec la NASA|||||||certaines d'entre vous|||||||||||||votre bonne intention|||||intérêt||||nous devrions chercher تتم أيضًا مشاهدة مقاطع الفيديو الخاصة بي حول الفضاء والصواريخ ووكالة ناسا كثيرًا وقد نسب بعضكم الكثير من التطبيقات إلى هذا ، شكرًا جزيلاً لك على نواياك الطيبة ، لكن أعتقد أننا يجب أن نبحث عن أسباب أخرى وراء هذا الاهتمام. My videos about space, rockets and NASA are also watched a lot and some of you even attributed so many applications to this, thank you very much for your good intentions, but I think we should look for other reasons behind this interest. Mes vidéos sur l'espace, les fusées, la NASA sont également très regardées, et certains d'entre vous y ont même attribué de nombreuses applications, merci beaucoup pour cette bonne volonté, mais je pense que nous devrions chercher d'autres raisons à cet intérêt. Мои видео о космосе, ракетах, NASA тоже много смотрят, и некоторые из вас даже приписывают этому так много приложений, спасибо вам большое за эту добрую волю, но я думаю, что мы должны искать другие причины такого интереса. Çünkü bu kampanyayı ben sizlerden duydum. ||la campagne||| Weil ich durch Sie von dieser Kampagne erfahren habe. Because I heard about this campaign from you. Parce que j'ai entendu parler de cette campagne par vous. Потому что я узнал об этой кампании от вас. Bazılarınız benim adıma da bilet almış sağolsunlar. ||||||merci à eux شكرا لبعضكم الذين اشتروا لي تذاكر لي أيضا. Thanks to some of you who bought tickets for me as well. Некоторые из вас купили билеты от моего имени. Onlar gönderince fark edebildim. |quand ils ont envoyé||je pouvais remarquer استطعت أن ألاحظ عندما أرسلوها. I was able to notice when they sent it. Je ne m'en suis rendu compte que lorsqu'ils l'ont envoyé. Я понял это только тогда, когда они прислали его. Konuyu öğrendiğimde 48 saat geçmişti ve 700 küsür bin kişi çoktan başvurusunu yapmıştı. |||||||||sa demande| عندما علمت بالموضوع ، مرت 48 ساعة وتقدم بالفعل 700 ألف شخص. When I learned about the subject, 48 hours had passed and 700-odd thousand people had already applied. Lorsque je l'ai appris, 48 heures s'étaient écoulées et 700 000 personnes s'étaient déjà portées candidates. Когда я узнал об этом, прошло 48 часов, а заявки подали уже 700 с лишним тысяч человек. “Ya milletin işi gücü yok böyle boş işlerle uğraşıyor” diyebilir ve böylesi bir ilginin analizini pesimist bir bakış açısıyla yapabilirsiniz. |la nation|||||||||||||||||| يمكنك القول ، "الأمة ليس لديها وظيفة ، إنها تتعامل مع مثل هذه الأشياء الفارغة" ويمكنك تحليل هذا الاهتمام من وجهة نظر متشائمة. Sie könnten sagen: "Die Menschen sind mit solchen müßigen Beschäftigungen beschäftigt" und ein solches Interesse von einem pessimistischen Standpunkt aus analysieren. You can say, "The nation has no job, it's busy with such empty things" and you can analyze such an interest from a pessimistic point of view. Vous pouvez dire : "Les gens sont occupés à de telles activités oisives" et analyser cet intérêt d'un point de vue pessimiste. Вы можете сказать: "Люди заняты такими пустыми занятиями" и проанализировать такой интерес с пессимистической точки зрения. Ben tabiki ne konuyu boş görüyorum ne de böylesine bir ilgi gösterilmesini eleştirecek değilim. |||||||||||la démonstration|| بالطبع ، أنا لا أرى القضية فارغة ولن أنتقد مثل هذا الاهتمام. Of course, I neither see the subject as empty nor will I criticize such an interest. Bien entendu, je ne considère pas le sujet comme vide, ni ne critique un tel intérêt. Конечно, я не считаю эту тему пустой и не критикую такой интерес. Ama dedim ya konumuz bugün uzay değil. |||sujet||| But as I said, our topic is not space today. Но, как я уже сказал, космос - не наша тема сегодня. Bir sosyal medya kampanyasına adeta roket hızında tepki vermemiz. |||campagne|||vitesse de roquette||notre réaction |||to a campaign|almost like||at rocket speed|respond to|"our response" رد فعلنا الصاروخي على حملة وسائل التواصل الاجتماعي. Unsere raketenschnelle Reaktion auf eine Social-Media-Kampagne. Our rocket-like reaction to a social media campaign. Notre réaction rapide à une campagne de médias sociaux. Наша ракетно-быстрая реакция на кампанию в социальных сетях. Ülke olarak çok büyük bir hızla örgütlenip adeta birbirimize kenetlenip liste başı haline gelebilmemiz. ||||||s'organiser|||s'unir||||pouvons devenir حقيقة أننا ، كدولة ، يمكننا أن ننظم بسرعة كبيرة وأن نصبح على رأس القائمة من خلال الاقتراب من بعضنا البعض. Die Tatsache, dass wir als Land in der Lage sind, uns sehr schnell zu organisieren und an die Spitze der Liste zu gelangen. The fact that we, as a country, can organize very quickly and become the top of the list by getting close to each other. Le fait que nous puissions, en tant que pays, nous organiser très rapidement et devenir la tête de liste. То, что мы, как страна, можем очень быстро организоваться и занять первое место в списке. Bu iyi bir şey de olabilir, kötü bir şey de… Das kann eine gute oder eine schlechte Sache sein. This can be a good thing or a bad thing… Это может быть как хорошо, так и плохо.

Bir an için kendinizi bir ülke gibi düşünün. فكر في نفسك كدولة للحظة. Stellen Sie sich einen Moment lang ein Land vor. Think of yourself as a country for a moment. На мгновение представьте себя страной. Adınız Zeynep'se siz “Zeynepli Ülkesi”siniz. |si||pays de Zeynep||vous êtes إذا كان اسمك Zeynep ، فأنت "Zeynepli Country". Wenn dein Name Zeynep ist, bist du das "Land von Zeynep". If your name is Zeynep, you are the “Zeynepli Country”. Если вас зовут Зейнеп, вы - "Земля Зейнеп". Murat'sa “Muratlı Ülkesi.” Selçuksa ya da Osmansa… öyle hemen havaya girmeyin canım, sadece bir metafor kurguluyoruz şu anda, gerçek ülke kurmuyoruz. Murat'sa|pays de Murat||Selçukides|||Osmane||||ne vous emportez pas|||||nous construisons|||||nous ne créons pas مراد هي "أرض مراد". إذا كان هذا هو السلاجقة أو عثمان ... لا تدع الحالة المزاجية ، يا عزيزي ، نحن فقط نبني استعارة في الوقت الحالي ، نحن لا نبني دولة حقيقية. Wenn es Murat ist, ist es das "Muratli-Land". Wenn es Selcuk oder Osman ist... Jetzt nicht gleich in die Luft gehen, mein Lieber, wir konstruieren nur eine Metapher, wir bauen kein richtiges Land. Murat is "The Land of Murat". If it's Seljuk or Osman... don't get in the mood, my dear, we're just constructing a metaphor right now, we're not building a real country. Si c'est Murat, c'est "Muratli Country". Si c'est Selcuk ou Osman... ne vous envolez pas tout de suite, ma chère, nous ne construisons qu'une métaphore, nous ne construisons pas un vrai pays. Если это Мурат, то это "Страна Муратли". Если это Сельчук или Осман... не поднимайся пока в воздух, дорогая, мы только строим метафору, мы не строим настоящую страну.

Her ülkenin bir iç işleri vardır, bir de dış işleri değil mi? كل دولة لديها شؤون داخلية وخارجية ، أليس كذلك؟ Jedes Land hat innere und äußere Angelegenheiten, nicht wahr? Every country has internal affairs and foreign affairs, right? Chaque pays a des affaires internes et des affaires externes, n'est-ce pas ? У каждой страны есть внутренние дела и внешние, верно? Başka ülkelerle olan ilişkileri. Beziehungen zu anderen Ländern. relations with other countries. Отношения с другими странами. İşte her cep telefonunuzu elinize alışınızda ülkenizin dış işleriyle ilgili bir iş yapmış oluyorsunuz. |||||en le prenant|votre pays||||||| Here, every time you pick up your mobile phone, you are doing a job related to your country's foreign affairs. Chaque fois que vous décrochez votre téléphone portable, vous faites quelque chose en rapport avec les affaires étrangères de votre pays. Каждый раз, когда вы берете в руки мобильный телефон, вы делаете что-то, связанное с иностранными делами вашей страны. Telefon çalıyor, komşu ülkenin kralı ya da kraliçesi sizi arıyor. ||voisin(e)||||||| The telephone rings, the king or queen of the neighboring country is calling you. Звонит телефон, вам звонит король или королева соседней страны. Konuşuyorsunuz, anlaşıyorsunuz, birlikte bir şeyler yapıyorsunuz. |vous vous comprenez|||| Man redet miteinander, man versteht sich, man unternimmt etwas zusammen. You talk, you get along, you do things together. Вы общаетесь, ладите, делаете что-то вместе. Gayet güzel. It's pretty cool. Это очень хорошо. Dış ülkelerle ilişki geliştirmek. Developing relations with foreign countries. Развитие отношений с зарубежными странами. Sonra hazır telefon eldeyken Instagram'ı açıp kaydırmaya başlıyorsunuz. |||en main|Instagram||faire défiler| بعد ذلك ، مع وجود الهاتف في متناول اليد ، تفتح Instagram وتبدأ في التمرير. Dann öffnen Sie mit dem Telefon in der Hand Instagram und beginnen zu scrollen. Then, with the phone at hand, you open Instagram and start scrolling. Puis, téléphone en main, vous ouvrez Instagram et commencez à faire défiler les pages. Затем, с телефоном в руках, вы открываете Instagram и начинаете листать. O da bir çeşit dünya turu yapmak gibi. It's kind of like doing a world tour. C'est un peu comme un voyage autour du monde. Это похоже на кругосветное путешествие. Hiç tanımadığınız, gerçek hayatta görmediğiniz ülkeleri (yani insanları) görüyorsunuz. |que vous ne connaissez pas|||vous n'avez pas vu|||| ترى دولًا (أي أشخاص) لم تقابلها من قبل ، ولم تراها في الحياة الواقعية. You see countries (that is, people) that you have never met, that you have not seen in real life. Vous voyez des pays (c'est-à-dire des gens) que vous n'avez jamais rencontrés, que vous n'avez jamais vus dans la vie réelle. Вы видите страны (то есть людей), с которыми вы никогда не встречались, которых вы никогда не видели в реальной жизни. “Ooo Ayşeli ülkesi yazı erken getirmiş.” “Salihli ülkesinde odun köfteleri götürüyorlar, afiyet olsun.” Tabi bunları görünce ister istemez siz de hem köfte yemeyi hem de yaza formda girmeyi diliyorsunuz. |pays d'Ayşe|||||Salihli||bois|boulettes de viande|ils apportent||||||||||||||||en forme||vous souhaitez "بلد أوو أيشيلي جلب الصيف مبكرًا." "يأخذون كرات اللحم الخشبية في بلاد الصالحي ، شهية طيبة." بالطبع ، عندما ترى هذه ، فأنت حتما ترغب في أكل كرات اللحم والدخول في الصيف في الشكل. "Oh, das Ayşeli-Land hat den Sommer früh gebracht." "Im Salihli-Land bringen sie Holzfrikadellen, guten Appetit." Wenn man das sieht, wünscht man sich natürlich unweigerlich, sowohl Fleischbällchen zu essen als auch fit in den Sommer zu kommen. “Ooo Ayşeli country brought the summer early.” “They take wood meatballs in Salihli country, bon appetit.” Of course, when you see these, you inevitably wish to eat meatballs and enter the summer in shape. "Oh, le pays d'Ayşeli a apporté l'été en avance." "Ils apportent des boulettes de viande de bois dans le pays de Salihli, bon appétit." Bien sûr, quand on voit ça, on souhaite inévitablement à la fois manger des boulettes de viande et entrer dans l'été en pleine forme. "О, в стране Айшели лето наступило рано". "В стране Салихли привозят деревянные фрикадельки, приятного аппетита". Конечно, когда видишь это, неизбежно возникает желание и поесть фрикаделек, и войти в лето в форме. Ama unutmayın bu gördükleriniz bir çeşit ülke tanıtımı. |||ce que vous voyez||||promotion du pays Aber denken Sie daran, dass das, was Sie sehen, eine Art Länderpräsentation ist. But remember, this is a kind of country presentation. Но помните, что то, что вы видите, - это своего рода презентация страны. Gerçek ülkeler de kendisini tanıtırken biraz abartmıyor mu? ||||||exagère| Don't real countries exaggerate when they introduce themselves? Les pays réels n'exagèrent-ils pas aussi un peu lorsqu'ils font leur promotion ? Разве настоящие страны не преувеличивают, рекламируя себя? Ülkesinin plajlarını tabiki böyle gösterecek, şöyle değil. |les plages||||| Of course he will show his country's beaches like this, not like that. Конечно, он покажет пляжи своей страны так, а не иначе. Önemli olan bunun farkında olmak. The important thing is to be aware of this. Главное - осознавать это. Gördüklerimize kendimizi fazla kaptırmamak ve biraz da iç işlerimizle ilgilenmek. ce que nous voyons|||ne pas se laisser emporter|||||nos affaires| حتى لا ننشغل بما نراه ونهتم بشؤوننا الداخلية. Wir sollten uns nicht zu sehr von dem, was wir sehen, mitreißen lassen und uns um unsere inneren Angelegenheiten kümmern. Not to get too caught up in what we see and to take care of our internal affairs. Ne pas se laisser emporter par ce que l'on voit et s'occuper de ses affaires intérieures. Не слишком увлекаться тем, что мы видим, и заботиться о своих внутренних делах.

“Barışlı ülkesinin ekonomik olarak güçlenmesi için ne gibi düzenlemeler yapabilirim?” Çünkü Instagram'a ne kadar mükemmel fotoğraflar koyarsam koyayım, gerçekte istediğim hayatı tam olarak yaşayamıyorum. de la paix||||renforcement économique||||||||||||je mets|||||||je ne vis pas "Denn egal, wie viele perfekte Fotos ich auf Instagram stelle, ich kann nicht das Leben leben, das ich wirklich will. “What arrangements can I make for his peaceful country to become economically stronger?” Because no matter how many great photos I post on Instagram, I can't really live the life I want. "Quelles dispositions puis-je prendre pour le renforcement économique du pays en paix ?" Car peu importe le nombre de photos parfaites que je mets sur Instagram, je ne peux pas vivre la vie que je veux vraiment. "Какие меры я могу принять для экономического укрепления мирной страны?" Потому что, сколько бы идеальных фотографий я ни выкладывала в Instagram, я не могу жить так, как мне действительно хочется. “E komşu ülke Sinanlılar beni kıskanıyor” demek de yetmiyor. |||les Sinanlı||me jalouse||| Es reicht nicht aus, zu sagen: "Die benachbarten Sinanesen sind eifersüchtig auf mich". It is not enough to say “The people of Sinan, the neighboring country, are jealous of me”. Il ne suffit pas de dire "les Sinanais voisins sont jaloux de moi". Недостаточно сказать, что "соседние синанцы завидуют мне". Gerçek anlamda bir şeyler yapmam lazım. I really need to do something. Мне действительно нужно что-то сделать. Bir değer üretmeliyim. ||je dois produire Ich muss einen Wert produzieren. I have to generate a value. Я должен произвести значение. Ben de Mars'a gitmek istiyorum ama önce içinde yaşadığım bu dünyaya pozitif bir katkı sağlamalıyım. ||||||||||||||je dois contribuer Ich möchte zum Mars fliegen, aber zuerst muss ich einen positiven Beitrag zu dieser Welt leisten, in der ich lebe. I also want to go to Mars, but first I have to make a positive contribution to this world I live in. Я хочу полететь на Марс, но сначала я должен внести позитивный вклад в этот мир, в котором я живу.

Peki iç işlerimize yönelelim o zaman. |||let's focus|| Well, let's move on to our internal affairs then. Eh bien, occupons-nous de nos affaires internes. Что ж, тогда давайте займемся нашими внутренними делами. Ne yapmamız gerekiyor? What should we do? Kendi kaynaklarımızı gözden geçirmemiz. |nos ressources||notre examen Eine Überprüfung unserer Eigenmittel. Reviewing our own resources. Обзор наших собственных ресурсов. Gerçek ülkelerin kaynakları nelerdir? Was sind die Quellen der realen Länder? What are the resources of real countries? Каковы источники реальных стран? Petroldür, değerli madenlerdir vs. Peki sizin kişisel ülkenizin en değerli kaynağı nedir? pétrole||ressources minérales||||||||| Was ist die wertvollste Ressource Ihres persönlichen Landes? Petroleum, precious metals etc. So what is your personal country's most valuable resource? Что является самым ценным ресурсом вашей личной страны? Vaktiniz! Votre temps It's your time! Ваше время! Boşuna “vakit = nakit” denmiyor. ||argent|on ne dit pas It's not called "time = cash" for nothing. On ne dit pas pour rien que 'le temps, c'est de l'argent'. Не зря говорят, что "время = деньги". Vakti nakte dönüştürebilmek için madencilik yapmak gerekiyor. temps|à l'heure||||| Um Zeit in Geld umzuwandeln, muss man sie abbauen. Mining is required to turn time into cash. Pour pouvoir convertir le temps en argent, il faut faire de la mine. Чтобы превратить время в деньги, его нужно добывать. Vakit madenciliği “dikkat”le yapılır. Time mining is done with “attention”. Le minage de temps se fait avec de 'l'attention'. Добыча времени осуществляется с помощью "внимания". Sizin dikkatinizle. |votre attention with your attention. Dolayısıyla doğru formül şöyle olmalı: “dikkat + vakit = nakit” Yani özdeyişimizi de güncellememiz gerekiyor: “dikkatli geçirilen vakit, nakittir.” |||||||||notre aphorisme||notre mise à jour||||| Die korrekte Formel müsste also lauten: "Aufmerksamkeit + Zeit = Geld" Wir müssen also unsere Maxime aktualisieren: "Gut investierte Zeit ist gut investierte Zeit". So the correct formula should be: “attention + time = cash” So we also need to update our motto: “careful time is money.” Поэтому правильная формула должна звучать так: "внимание + время = деньги" Поэтому нам нужно обновить нашу максиму: "хорошо проведенное время - это хорошо проведенное время".

Evet bu kaynak o kadar önemli. Yes, this resource is that important. Çünkü herkesin her gün 24 saati var. Because everyone has 24 hours a day. Bu sabit. |constant (1) Dies ist behoben. This is fixed. Ama dikkat süresi değişken. لكن مدى الانتباه متغير. But attention span is variable. Herkes için farklı. It's different for everyone. Bazıları için tek oturuşta 4 saat bazıları için değişik zamanlarda toplam 2 saat. |||en une fois||||||| بالنسبة للبعض ، 4 ساعات في جلسة واحدة ، والبعض ، ساعتان إجمالاً في أوقات مختلفة. For some, 4 hours in one sitting, for some, 2 hours in total at different times. Bazıları için gece, bazıları için gündüz. Night for some, day for others. Son derece sınırlı bir kaynak bu. هذا مورد محدود للغاية. This is an extremely limited resource. Il s'agit d'une ressource extrêmement limitée. Dikkat kaynağı. A source of attention. O yüzden onu harcarken, Mars'a filan gönderirken cebinizdeki parayı harcamaktan daha titiz, daha tutumlu olmalısınız. |||en le dépensant|||en envoyant|votre poche||dépenser||plus prudent||économe| Deshalb sollten Sie es sorgfältiger und sparsamer ausgeben als das Geld in Ihrer Tasche, wenn Sie es zum Mars oder sonstwohin schicken. So when you spend it, you have to be more careful and frugal than spending the money in your pocket while sending it to Mars or something. Par conséquent, vous devriez être plus méticuleux, plus frugal en le dépensant qu'en dépensant l'argent que vous avez en poche lorsque vous l'envoyez sur Mars ou autre.

Dikkat! Dikkatinizi en çok dağıtan şey de öbür cebinizde. |||détourne|||| The thing that distracts you the most is in your other pocket. Et la plus grande distraction se trouve dans votre autre poche. Tüm dış tehditler buradan geliyor. All external threats come from here. Sizi tuvalette bile yalnız bırakmıyor. ||||laisse pas لا يتركك بمفردك حتى في المرحاض. He doesn't leave you alone even in the toilet. Bunun içinde çeşitli sosyal medya mecralarına mevzilenmiş emperyalist güçler, dikkatinizi sömürmek için hazır bekliyor. |||||plateformes|positionnées|puissances impérialistes|||exploiter votre attention||| ضمن هذا ، القوى الإمبريالية المنتشرة على قنوات التواصل الاجتماعي المختلفة مستعدة لاستغلال انتباهك. In dieser Hinsicht sind die imperialistischen Kräfte, die in verschiedenen sozialen Medienkanälen eingesetzt werden, bereit, Ihre Aufmerksamkeit auszunutzen. Within this, imperialist powers deployed on various social media channels are ready to exploit your attention. À l'intérieur de cela, des puissances impérialistes qui se positionnent sur divers médias sociaux sont prêtes à exploiter votre attention. Hala metaforumuzun içindeyiz bu arada, fazla heyecanlanmayın, o emperyalist güç sizin en yakın arkadaşınız da olabilir. We're still in our metaphor, by the way, don't get too excited, that imperialist power might be your best friend. Nous sommes encore dans notre métaphore, ne vous excitez pas trop, cette puissance impérialiste pourrait être votre plus proche ami. Farkında bile olmadan, tüm iyi niyetiyle sizin dikkatinizi sömürerek üstünüzde büyük oyunlar oynuyor olabilir. |||||sa bonne volonté|||en exploitant|sur vous|||| Without even realizing it, he may be playing big tricks on you by exploiting your attention with all his good intentions. Sans même en avoir conscience, elle pourrait jouer de grands jeux sur vous en exploitant votre attention de toutes ses bonnes intentions. Günümüzde hırsızlıkların en büyüğü belki de bu: dikkat hırsızlığı. |des vols|||||||vol de l'attention This is perhaps the biggest theft today: attention theft. Çünkü maddi olarak bir şeyleriniz çalınsa onun yerine başka bir şey koyabilirsiniz. ||||vos affaires|si on vous vole||||||remplacer لأنه في حالة سرقة شيء ما ، يمكنك استبداله بشيء آخر. Because if something is stolen, you can replace it with something else. Ama çalınan dikkatinizin yerine hiç bir şey koyamazsınız. |ce qui est volé||||||remplacer But nothing can replace your stolen attention. O sizin ham maddeniz, enerjiniz, geleceğiniz. ||toute|matière|| Es ist Ihr Rohmaterial, Ihre Energie, Ihre Zukunft. It is your raw material, your energy, your future.

Son araştırmalara göre cep telefonlarımıza her gün ortalama 63 bildirim geliyor. ||||nos téléphones||||| According to the latest research, we receive an average of 63 notifications on our mobile phones every day. Ortalama diyorum. I say average. Eminim bir kısmınız yüzlerce bildirimle boğuşuyordur. ||certain part||notifications|lutte Ich bin sicher, dass einige von Ihnen mit Hunderten von Benachrichtigungen überschwemmt werden. I'm sure some of you are struggling with hundreds of notifications. Je suis sûr que certains d'entre vous sont inondés de centaines de notifications. Çalışanlar günde ortalama 90 e-posta alıyor ve 40 e-posta yazıyor. Employees receive an average of 90 emails a day and write 40 emails. Her gün. Every day. Her 3 dakikada bir odağımız değişiyor. |||notre focus| Our focus changes every 3 minutes. Beynimizin dört lobundan ikisi sürekli bir mücadele halinde. ||lobes||||| Zwei der vier Lappen unseres Gehirns befinden sich in einem ständigen Kampf. Two of the four lobes of our brain are in constant struggle. Deux des quatre lobes de notre cerveau sont en lutte constante. Bazıları bunu bir halat çekme yarışmasına benzetiyor. |||corde||| Manche vergleichen es mit einem Tauziehen. Some liken it to a tug-of-war competition. Certains comparent cela à une lutte acharnée. Beynimizin bir lobu halatı kendi alanına yani dikkat dağıtıcı şeylere çekmeye çalışırken, diğer lobu odaklanmayı gerektiren görevleri yerine getirebilmek için halata asılıyor. ||lobe|corde||zone|||||||||||||accomplir des tâches||corde|s'accroche Während ein Teil unseres Gehirns versucht, das Seil in seinen eigenen Bereich, d. h. zu den Ablenkungen, zu ziehen, hängt der andere Teil am Seil, um Aufgaben auszuführen, die Konzentration erfordern. While one lobe of our brain tries to pull the rope into its own space, that is, distractions, the other lobe hangs on the rope to perform tasks that require focus. Tandis qu'un lobe de notre cerveau tente de tirer la corde vers sa propre zone, c'est-à-dire vers les distractions, l'autre lobe s'accroche à la corde pour effectuer les tâches qui requièrent de la concentration. Eğer başarırsa odaklanabilmiş oluyorsunuz. |il réussit|capable of focusing| If it succeeds, you are able to focus. S'il réussit, vous pourrez vous concentrer.

Neyin önemli, neyin önemsiz olduğuna beyninizdeki bu halat yarışları karar veriyor. ||||||||courses de tir à la corde|| Diese Seilschaften in Ihrem Gehirn entscheiden, was wichtig ist und was nicht. These rope races in your brain decide what is important and what is not. Size önemsiz gibi görünen bazı işler için bile beyniniz sürekli bir “challenge” içinde. |||||||||||défi| Your brain is in a constant “challenge” even for some tasks that seem unimportant to you. En değersiz gibi görünen boş vaktinizde, mesela tuvalette Instagram'da parmağınızla kaydırıp bir sürü fotoğrafa bakmak çok basit gibi görünüyor olabilir. |le plus inutile||||votre temps||||avec votre doigt|faire défiler||||||||| Es mag einfach erscheinen, mit dem Finger durch Instagram zu scrollen und sich in der scheinbar wertlosesten Freizeit, zum Beispiel auf der Toilette, einen Haufen Fotos anzusehen. It may seem so simple to swipe through a bunch of photos on Instagram in your most seemingly worthless free time, like on the toilet. Ama siz bunu yaparken hiç farkında olmadan beyniniz sürekli mikro kararlar veriyor. |||||||||micro|| Aber während Sie das tun, trifft Ihr Gehirn ständig Mikroentscheidungen, ohne dass Sie sich dessen bewusst sind. But while you are doing this, your brain is constantly making micro-decisions without even realizing it. Her bir fotoğraf için “güzel mi, değil mi, ne anlama geliyor, altına bir şey yazayım mı, ne yazsam tutar acaba, yine kabız mı oldum ben” gibi irili ufaklı kararlar veriyorsunuz. ||||||||||||||je vais écrire|||je vais écrire||||constipé|||||||| Für jedes Foto trifft man große und kleine Entscheidungen wie "ist es schön oder nicht, was bedeutet es, soll ich etwas darunter schreiben, was soll ich schreiben, bin ich wieder verstopft". For each photograph, you make big and small decisions such as "is it beautiful or not, what does it mean, should I write something under it, what will I write, am I constipated again?" Pour chaque photographie, vous prenez de grandes et de petites décisions telles que "est-elle belle ou non, que signifie-t-elle, dois-je écrire quelque chose en dessous, que dois-je écrire, suis-je encore constipé". Bir fotoğraf için böyle 10 mikro karar verseniz beyninizde her gün sadece Instagram için on binlerce halat çekme yarışı yapılıyor demektir. ||||||vous prenez||||||||||||| If you make 10 micro decisions like this for a photo, it means that there are tens of thousands of tug-of-war in your brain every day just for Instagram. Yanlış anlaşılmasın, amacım Instagram'ı ya da başka bir sosyal medyayı hedef tahtası yapmak değil. |ne pas||||||||||cible|| Don't get me wrong, it's not my intention to target Instagram or any other social media. Ne vous méprenez pas, mon objectif n'est pas de cibler Instagram ou tout autre média social. İçeride neler olup bittiğini anlayıp, daha bilinçli kullanıcılar haline gelmemizi sağlamak. À l'intérieur|||||||utilisateurs||| To understand what is going on inside and to enable us to become more conscious users. Çünkü bunları kendi hayat ülkelerimiz için bir fırsata da dönüştürebiliriz. |||||||opportunité||transformer Denn wir können sie auch zu einer Chance für unsere eigenen Lebensländer machen. Because we can turn these into an opportunity for our own countries of life.

Gerçek dünyadaki ülkeler kendileriyle ilgili tehditleri değerlendirirken aynı zamanda fırsatları da görmeye çalışırlar. |dans le monde||elles-mêmes||menaces|en évaluant|||opportunités||| Real-world countries try to see opportunities while assessing their own threats. Bir SWOT analizi yaparlar. |SWOT analysis|analyse| They do a SWOT analysis. İşte cebimizdeki bu büyük tehdit aynı zamanda bize inanılmaz fırsatlar da sunuyor. |||||||||opportunités||offre This great threat in our pocket also offers us incredible opportunities. Düşünsenize hayatınız boyunca okuduğunuz ve okuyabileceğiniz tüm kitaplar bir cep telefonunun içine rahatlıkla sığabilir. |||||vous pourrez lire||||||||peut tenir Stellen Sie sich vor, dass alle Bücher, die Sie im Laufe Ihres Lebens gelesen haben und noch lesen werden, problemlos in ein Mobiltelefon passen. Think about it, all the books you have read and can read throughout your life can easily fit in a mobile phone. Sosyal medyada doğru insanlara ulaşabilirseniz bu kişiler sizin en önemli öğretmeniniz haline gelebilir. ||||vous pouvez atteindre|||||||| If you can reach the right people on social media, they can become your most important teacher. Ofis işlerini yapmak için masa başında çalışmanıza gerek kalmayabilir. ||||||||il se peut que You may not need to work at a desk to do office work. Il se peut que vous n'ayez pas besoin de travailler derrière un bureau pour faire votre travail de bureau. Ancak tüm bunlar için önce zayıflıklarımızın farkında olmamız gerekiyor. But for all this, we need to be aware of our weaknesses first. Cependant, pour tout cela, nous devons d'abord être conscients de nos faiblesses. SWOT analizimize dönecek olursak, zayıf olduğumuz yanlar neler? |notre analyse|||||aspects| Returning to our SWOT analysis, what are our weaknesses? Si nous revenons à notre analyse SWOT, quels sont les domaines où nous sommes faibles ? İrade eksikliği mi? Mangelnde Willenskraft? Lack of will? Disiplin mi? Is it discipline? Sorumluluk duygusu mu? A sense of responsibility? Önce bunları kendimize itiraf etmemiz gerekiyor. ||à nous||| First we have to admit them to ourselves. Öte yandan güçlü yanlarımız da vardır mutlaka. |||nos points forts||| Andererseits müssen wir auch unsere Stärken haben. On the other hand, we also have strengths. Bunları da listelersek artık iyi bir strateji ortaya koyabiliriz. ||si nous listons||||stratégie|nous|nous pouvons If we list these as well, we can now come up with a good strategy. Ben bu videoda güçlü yanlarınıza ekleyebileceğiniz bir teknik önermek istiyorum. ||||vos points forts|vous pouvez ajouter|||proposer| In this video I would like to suggest a technique that you can add to your strengths.

E-postalar konusunda bir araştırma yapılmış. Research has been done on e-mails. İki gruptan ilkine “gelen kutusu”nu diledikleri zaman kontrol edebilecekleri söylenmiş. ||première||||souhaitent|||| The first of the two groups was told that they could check their "inbox" whenever they wanted. Le premier des deux groupes a été informé qu'il pouvait consulter sa "boîte de réception" à tout moment. Diğer grupsa sınırlandırılmış. |groupe|limité The other group is restricted. Sadece üç kez bakabileceklermiş. |||ils pourront regarder They could only look at it three times. Gün içinde farklı zamanlarda e-posta kutusunu kontrol eden, gelenleri okuyan, başkalarına mesaj yazan kişilerin; yani bölük pörçük iş yapanların çok daha stresli olduğu ve daha çok yorulduğu tespit edilmiş. ||||||boîte e-mail|||les messages reçus|||||||groupe de|en désordre||ceux qui travaillent||||||||ils se fatiguent|| Es hat sich herausgestellt, dass Menschen, die ihr E-Mail-Postfach zu verschiedenen Zeiten am Tag abrufen, eingehende Nachrichten lesen und anderen Nachrichten schreiben, mit anderen Worten, diejenigen, die fragmentiert arbeiten, viel mehr gestresst und müde sind. People who check their e-mail box at different times during the day, read incoming messages, write messages to others; In other words, it has been determined that those who do piecemeal work are much more stressed and more tired. Il a été constaté que les personnes qui consultent leur boîte aux lettres électronique à différents moments de la journée, lisent les messages reçus, écrivent des messages à d'autres personnes ; en d'autres termes, les personnes qui effectuent un travail fragmenté sont beaucoup plus stressées et plus fatiguées. Dolayısıyla size önereceğim teknik işlerinizi biriktirip toplu olarak yapmak. ||||vos travaux|en les regroupant||| Daher empfehle ich Ihnen, Ihre technischen Arbeiten zu sammeln und in großen Mengen zu erledigen. Therefore, what I would recommend to you is to collect your technical works and do them collectively. C'est pourquoi je vous recommande d'accumuler vos travaux techniques et de les réaliser en masse. Herkesin temposu farklı. |rythme| Everyone's pace is different. O yüzden gelen kutusunu günde kaç kez kontrol edeceğinizi ya da yapmanız gereken işleri ne sıklıkta yapacağınızı size söyleyemem. ||||||||vous allez|||||||||| So I can't tell you how many times a day you will check your inbox or how often you will do the things you need to do. Buna siz karar vermelisiniz. |||vous devez décider You must decide this. Anahtar kelimelerimiz sınırlandırmak ve toplu olarak yapmak. Clé|nos mots|limiter||en groupe|| Limiting our keywords and doing it in bulk. Limiter nos mots-clés et le faire en masse. Örneğin ben günde sadece bir kez bakıyorum ve en fazla yarım saat ayırıyorum. ||||||||||||je consacre For example, I only look at it once a day, and I set aside a maximum of half an hour. Aynı sınırlandırmayı sosyal medya için de yapıyorum. |limitation||||| I do the same limitation for social media. Her istediğimde değil, belli zamanlarda göz atıyorum. I browse at certain times, not whenever I want. O cazibeden korunmak tabiki çok zor oluyor ama elimden geleni yapıyorum, mesela cep telefonumun en değerli en göze batan yerine benim için en önemli olan şeyleri koyuyorum. |la tentation|||||||||||||||||qui attire l'attention||||||||je mets Natürlich ist es sehr schwierig, sich vor dieser Versuchung zu schützen, aber ich tue mein Bestes, zum Beispiel lege ich die Dinge, die mir am wichtigsten sind, an den wertvollsten und auffälligsten Platz meines Mobiltelefons. Of course, it is very difficult to protect from that attraction, but I do my best, for example, I put the most important things for me in the most valuable and most conspicuous place of my mobile phone. Hem cep telefonumun ekranını hem de hayatımı tasarlıyorum. |||||||je conçois Ich gestalte sowohl den Bildschirm meines Mobiltelefons als auch mein Leben. I design both the screen of my mobile phone and my life.

Sonuçta bazı şeyleri kaçırıyorum. |||je rate After all, I'm missing something. Bazılarını geç fark ediyorum. I notice some of them too late. O yüzden geçen hafta sosyal medyada esen NASA'nın “ismini Mars'a gönder” rüzgarını, bu konularla çok ilgili bir kişi olmama rağmen 48 saat sonra görebildim. ||||||tendances||||envoyer||||||||||||j'ai pu voir Deshalb konnte ich letzte Woche, 48 Stunden später, in den sozialen Medien sehen, wie der Wind der NASA "send your name to Mars" wehte, obwohl ich ein Mensch bin, der sich sehr für diese Themen interessiert. That's why I was able to see NASA's "send your name to Mars" wind blowing on social media last week, 48 hours later, even though I'm very interested in these issues. Bazı şeyleri hiç göremiyorum. |||je ne vois Some things I can't see at all. Yetişemiyorum. Je n'arrive pas Ama buna değiyor. ||en vaut la peine Aber das ist es wert. But it's worth it. Çünkü o sırada kendi hayat ülkemin iç işleriyle ilgileniyorum. |||||de mon pays||| Because at that time I was dealing with the internal affairs of my own country of life. Parce qu'à ce moment-là, je m'occupe des affaires intérieures de mon pays. İçimdeki değerli madenleri keşfedip, onları saklı oldukları yerlerden “tüm dikkatimi kullanarak” çıkartmaya çalışıyorum. ||les minéraux|||||||||| I try to discover the precious metals within me and extract them from their hiding places “using my full attention”. J'essaie de découvrir les précieux minerais en moi et de les extraire de leurs cachettes en utilisant "toute mon attention".

Çok becerikli olduğumu söyleyemem. I can't say I'm very talented. Je ne peux pas dire que je suis très habile. Ama en azından deniyorum. But at least I'm trying. Çünkü biliyorum ki bunu benim için benden başka hiç kimse yapamaz. Because I know that no one else can do this for me but me. Tüm sorumluluk bende. All responsibility is mine. Hayatınızla ilgili tüm sorumluluk sizde. You have full responsibility for your life.

Kendi hayat ülkelerimizin dış işlerinde çok başarılı olduğumuz ortada. ||de nos pays|||||| It is obvious that we are very successful in the foreign affairs of our own countries of life. Il est évident que nous sommes très réussis dans les affaires étrangères de nos pays. Mars'a ismini göndermek isteyen diğer tüm ülkelerden hatta oraya uzay aracını gönderecek Amerikalılardan bile daha hızlıyız. |||||||||||||||nous sommes rapides Wir sind schneller als jedes andere Land, das seinen Namen auf den Mars schicken will, sogar schneller als die Amerikaner, die ihr Raumschiff dorthin schicken werden. We are faster than any other country that wants to send its name to Mars, even the Americans who will send a spacecraft there. Nous sommes même plus rapides que tous les autres pays qui veulent envoyer leur nom sur Mars, même que les Américains qui enverront une sonde là-bas. Artık NASA'da çalışan herkes Türkiye'nin bu konudaki hevesini gördü. Jetzt hat jeder, der bei der NASA arbeitet, die Begeisterung der Türkei auf diesem Gebiet gesehen. Everyone working at NASA has seen Turkey's enthusiasm for this issue. Maintenant, tout le monde travaillant à la NASA a vu l'enthousiasme de la Turquie à cet égard. Bu gerçekten ülke adına çok güzel bir fırsat. This is really a great opportunity for the country. Ama kendi hayat ülkelerimiz için aynı zamanda bir tehdit. But it is also a threat to our own life countries. Mais en même temps, c'est une menace pour nos pays. Çünkü dışarıda, sosyal medyada bu kadar çok, bu kadar hızlı, bu kadar aktif olabiliyorsak bir yandan kendi içimizdeki bazı şeyleri, önceliklerimizi ihmal ediyor da olabilir miyiz acaba? ||||||||||||||||||||nos priorités|||||| Because if we can be so active, so fast and so active outside, on social media, is it possible that we are also neglecting some of our own priorities and priorities? Parce que si nous pouvons être si nombreux, si rapides, si actifs à l'extérieur, sur les réseaux sociaux, est-ce que nous négligeons certains de nos propres problèmes intérieurs, nos priorités ?

Mars'a ismimizi göndermeyi istemek bence çok güzel. |notre nom||||| I think it's nice to ask to send our name to Mars. Je pense que vouloir envoyer notre nom sur Mars est vraiment beau. Gelecek adına çok ümit verici. Very promising for the future. Bir vizyon göstergesi. A vision indicator. Ama dışarıya karşı “bak ben de ismimi Mars'a gönderiyorum, ben de Dimyat'a pirince gidiyorum” derken, tüm dikkatini bu işlere verirken evdeki bulgurdan olmayalım sonra. ||||||mon nom||j'envoie|||Dimyat au riz|au riz|||||||||du bulgur|ne soyulalım| Aber wenn wir zur Außenwelt sagen: "Seht her, ich schicke meinen Namen zum Mars, ich gehe zum Dimyat'a-Reis", dann sollten wir nicht den Weizen im Haus verlieren, während wir unsere ganze Aufmerksamkeit auf diese Arbeiten richten. But when you say to the outside, "Look, I'm sending my name to Mars, I'm going to Dimyat for rice", while giving all your attention to these works, let's not be the bulgur at home. Bir gün başka bir dünyaya sadece ismimizi değil cismimizi de göndermek, oraları varlığımızla doldurmak istiyorsak önce kendi dünyamızdaki boşlukları bir gözden geçirmeliyiz. ||||||||notre corps||||notre présence||||||les vides|||nous devons examiner Wenn wir eines Tages nicht nur unseren Namen, sondern auch unseren Körper in eine andere Welt schicken und sie mit unserer Anwesenheit erfüllen wollen, müssen wir zunächst die Lücken in unserer eigenen Welt überprüfen. If one day we want to send not only our name but also our body to another world and fill them with our existence, we must first review the gaps in our own world. Bu da ancak sorumluluğu ele alarak, vaktini dikkatli harcayarak olur. ||||||son temps||| Dies ist nur möglich, wenn man Verantwortung übernimmt und seine Zeit sorgfältig verbringt. This can only happen by taking responsibility and spending your time carefully. Şimdi. Now. Yavaşça elinizdeki telefonu yere bırakın ve kendi ülkelerinize dönün. |||||||pays| Gently put your phone down and return to your home countries. Onu listelerde en üst sıralara taşıyın. |dans les listes|||les classements|place it Bringen Sie ihn an die Spitze der Charts. Move it to the top of the charts. Hayat ülkenizin lideri olun! Be the leader of your life country!