"Olmaz"ları Birleştirmek | Mehmet Aksel | TEDxIstanbul
Çeviri: Erman Turkmen Gözden geçirme: Yunus ASIK
Mehmet Aksel Girişimci
Benim hayatım hep neyi yapamayacağımı veya neyin olmayacağını dinlemekle geçti.
Gündelik yaşamımıza baktığımız zaman hep insanlar iyi bir şey yapmak istiyor.
Hepimiz iyi bir şeyler yapmak istiyoruz.
Hepimiz iyi bir şeyler ortaya koymak istiyoruz.
Ama bir de öteki taraftan etraf tam aksine bizi adeta bir şeyler yapamamamız için,
bir şeyleri güzel istediğimiz şekilde ortaya koyamamamız için kurgulamaya çalışıyor vaziyette.
Ailemiz, arkadaşlarımız, danıştığımız insanlar, danışmadıklarımız. Hatta etrafta olan bütün fikirler, atasözlerimiz, her şey bizi
yapmak istediğimiz şeylerin aksine iteliyor vaziyette. Hayatım dediğim gibi hep neyi yapamayacağımı ve
neyin olmayacağını dinlemekle geçti.
Annem evin arkasındaki duvara çıkarsam düşeceğimi söyler dururdu.
Çevrem bu kadar haylazlık etmeye devam edersem daha fazla adam olamayacağımı,
bu şekilde adam olamayacağımı daha iyi şeyler yapmam gerektiğini söyler dururdu. Babam mühendisti.
Büyükbabam ordinaryüs profesör.
Eğer üniversiteyi düzgün okumazsam, üniversite okumazsam,
adam olamayacağımı söyler dururlardı.
Baskı yaptılar mı? Hayır, hem de hiç.
Ama hep bunu hissettim hayatımda.
Spor yaparken neyi kazanmamın imkânsız olduğunu,
koleksiyon yaparken neyi bulmamın imkânsız olduğunu
veya bir kızla takılırken, bir kıza asılırken
hangi kızın benim için imkânsız olduğunu hep anlatırlardı.
Devam etti bu, hep devam etti ve tüm acımasızlığıyla, tüm baskısıyla.
Bugün kesildi mi sanıyorsunuz?
Arkadaşlarım bu kadar hızlı otomobil kullanmaya devam edersem, çok fazla yaşamayacağımı söylüyor.
Yaşım oldu 50.
Bankam bu kadar fazla kredi çekersem, ödeyemeyeceğimi -çok biliyorlar ya-
yarısını çekersem rahat ödeyebileceğimi.
Yarısını çekersem zaten nasıl işi yapayım?
Karım insan ilişkilerinde bu kadar detaylara takılırsam,
çok fazla arkadaşım kalmayacağını söylüyor ki bence o haklı.
(Gülüşmeler)
(Alkışlar)
Bir de bir şey daha var. ''Ne gerek var abi.''
Arar en iyisini bulursun,
en iyisini bulmak için uğraşırsın, ''Ne gerek var ki abi.'' Uğraşır, yaptığın işin detaylarında kaybolursun, ''Ne gerek var ki abi.''
Yatırım yaparken elindeki avucundakini harcar, cebindekini harcar bir de üstüne güzel bir kredi alırsın, ''Ne gerek vardı ki abi, aptal mısın sen?'' Hep bir şekilde insanlar kendi yapamayacakları
ya da yapmaya cesaret edemeyecekleri şeylere,
sizi de ortak etmek istiyor sanırım.
Hayat hep böyle gelişiyor bizim karşımızda düşünce olarak. Her kim söylemişse bir de atalarımız var bizim. Bu atalarımızın törpü taşı gibi hikâyeleri var karşımızda. Kendileri bir halt becerememiş galiba --bilmiyorum o zamanları--
bizim de bir takım işler yapıp onları geride bırakmamamız için
bazı laflar söylemişler
ve bizim dilimize pelesenk olmuş vaziyette.
''Eski köye yeni adet getirme abi.''
''Ayağımızı yorganımıza göre uzatalım abi.'' --Ondan sonra ne var--
''Keskin olursak küpümüze zarar vermeyelim abi.'' Falan filan.
Ve işin daha kötüsü bu yıllar boyu ruhsuzlar, mutsuzlar ve cesaretsizler
tarafından benimsenmiş ve bu şekilde hareket etmeye yöneltilmişiz.
Daha da kötüsü olmuş, bu çoğu insanın beceriksizliklerine kılıf olmuş vaziyette.
Bugüne kadar maddi olarak çok iyi bir durumda insan olmadım ben. Benim ailem iyi bir okul okumamı, iyi bir şekilde mezun olmamı, hayata iyi
bir şekilde başlamamı, onlarla beraber de iyi bir kültürle yola başlamamı sağladı. Ortaokulu bitirdikten sonra lisede, lise 1'i ben okudum, lise 2 ve 3'ü annem. Annem okulu boyattırmasaydı liseyi zor bitirirdim. Üniversite zamanının gelmesi ise bana hep sünnet günümün gelmesi gibi hissettiriyordu.
Hep bir yaklaşan, bir ne olduğu belli olmayan bir şeydi benim için. Ama sünnet dediğiniz bir günde bitiyor, üniversite dört senede bitmiyor.
Amerika'ya göndermeye çalıştılar beni.
Amerika'da da olmayınca, yapamayınca,
''Ben bu üniversite hayatını istemiyorum galiba" deyince,
Türkiye'ye döndüm ve döndüğümde babaannem vefat etmişti. Babaannemin Levent'teki evinde, bir otomobil bayisine vermiş babam orayı. Çalıştırmaya başlamış, ben de gittim.
Baktı bana adam oradaki.
İşte ''Bu da nereden çıktı ev sahibinin oğlu'' gibi. Ama bir müddet sonra mümkün olduğu kadar düzgün bir şekilde ona yardım etmeye,
mümkün olduğu kadar benim bildiğim detaycılıkta
müşterilerin hesaplarını tutmaya,
işte ne bileyim kadınların doğum günlerini kaydedip
onların doğum günlerinde onlara çiçek göndermeye,
erkeklerin doğum günü aylarında onların daha makul şekillerde
servis almalarını sağlamaya falan başladım.
Bir müddet sonra çok çok çok satan bir bayi olmaya başlamıştım. Son dört sene Türkiye'nin en çok satan bayisi oldum.
Bir gün kız arkadaşımla beraber uçağa binmiş kış seyahatine gidiyorduk. Gazeteyi bir açtım, devalüasyon.
Varımı yoğumu kaybettim o seyahatte.
Geri döndüğümde şirketteki bütün arabalar bana bakıyor,
ben de bütün arabalara bakıyorum ve piyasada hiçbir yaprak oynamıyor,
rezil vaziyetteydim.
İflas ettim.
Ne yapayım, ne yapayım.
Aynı zamanda otomobil yarışı da yapıyorum, spor hayatımdan pek bahsetmeyeceğim
bu konuşmamda.
Otomobil yarışı da yapıyorum.
Bir parça otomobil yarışı yaptığım otomobilleri vitrinde sergilemeye başladım.
Derken kapıdan bir gün bir beyefendi girdi.
Son derece beyefendi bir adam.
Hatırlarsınız herhâlde ismini, Tuğrul Şavkay. Türkiye'nin en kıymetli gurmelerinden biriydi, vefat etti.
Tuğrul beyle tanıştık.
Çok seviştik, birbirimizi çok sevdik ve Tuğrul Bey şöyle bir baktı ve dedi ki benim cadde üstündeki otomobil sattığım yere. "Ya Mehmet Beyciğim" dedi, "Buranın önü ne kadar güzel bir kafe olur." Tamam, hemen kafe yapalım orayı.
(Gülüşmeler)
Ertesi gün indirdik balyozu.
Hemen kurguyu kurduk ve ben artık yiyecek içecek işinin içindeydim.
İşime de çok özen gösteriyorum.
İşte mutfakta da çalışıyorum, bulaşıkta da çalışıyorum, serviste de çalışıyorum,
hesap almada vermede de çalışıyorum, kasada da çalışıyorum falan.
Biraz vakit geçti ve ikincisini açtık.
Biraz vakit geçti ve iş iyice büyüdü.
Bir de baktım gayet güzel para kazandıran, gayet güzel işinin başında durduğun zaman
ve bazı must'ları yerine getirdiğin zaman her iş güzel iş yapıyor.
Tıkır tıkır tıkır işleyen iki kafemiz oldu.
Biri Levent'te, biri Maslak'ta.
Bir gün yaptığım spordan dolayı bir arkadaşımla beraber
yurt dışında spor malzemesi bakıyoruz.
Yani ata biniyorum ben, at bakıyoruz. (Gülüşmeler)
Nasıl bizim spor malzemesi?
At bakıyoruz.
Dedi ki:
Benim de lakabım "Yumurta Mehmet"
(Gülüşmeler)
--Atlı Spor'da.
"Yumurta" dedi.
"Bu çok güzel bir şey" dedi.
Bir restorana gittik, çok güzeldi böyle.
"Yumurta." dedi. "Bu harika bir restoran.
Böyle bir şey yap da akşamları da sana yemeğe gelelim." dedi. Çünkü daha evvel yaptığımız kafeler sadece öğlen ve sadece iş saatlerinde hizmet veren kafeler.
Neyse.
Döndüm benim gözüm artık ne kafe görüyor, ne araba görüyor, ne bir şey görüyor.
Hiçbir şey görmüyor.
Ben bir restoran açacağım ve akşamları insanları ağırlayacağım.
Ve elimde avucumda ne varsa sattım-- çok da bir şey yok.
Ondan sonra bankalardan kredi aldım, şöyle yaptım böyle yaptım.
O şöyle yaptım böyle yaptımlardan da para geliyor yani.
Şöyle yaptım, para gelmeyen bir şey değil.
Ondan sonra topladım toparladım falan ve 2000 senesinin sonlarına doğru inşaat bitti.
2001 senesiydi galiba yanlış hatırlamıyorsam Nişantaşı'nda, o zaman Türkiye için ikinci büyük yatırım ile Nişantaşı'nda bir restoran açtım.
Pazartesi günü Soft Opening'i yaptım.
Salı günü Amerika'daki kulelere uçak girdi. (Gülüşmeler)
Tamam mı?
Ve benim hangi tarafından bahsedeyim?
Finans tarafından mı?
Popo tarafından mı?
(Gülüşmeler)
(Alkışlar)
Yapı Kredi'nin Leasing müdürü yemin etmişti dolar 620 bin liranın üzerine --o zaman 620 bindi--
620 bin liranın üzerine çıkmaz diye.
1.750.000 TL'den leasing'leri ödemek zorunda kaldım. Neyse ilerleyen zamanda uğraştım didindim falan filan, yine o restoran çok iyi oldu, yine o restoran kendi kapasitesini çok iyi gösterdi.
Ama iki tane şey gördüm orada.
Birincisi,
bu restoran bir yere gitmiyor, bir işe doğru gitmiyor.
İkincisi, bu iş bana göre değil.
Bir iş yapmak istiyorsanız, şöyle davranmak lazım:
"Homoseksüel değilsen gay bar açmayacaksın kardeşim." (Gülüşmeler)
Kendinizi nasıl bir işte iyi hissediyorsanız, öyle bir iş yapacaksınız.
Yoksa yapmayacaksınız.
Neyse.
Ben, şöyle düşündüm ki, bu iş bana göre değil. Ben ailemi kurmak isteyen,
akşam gece birlere, ikilere, üçlere, dörtlere, beşlere kadar
bir restoranda veya müziği yükselen bir ortamda olmak istemeyen, sabahleyin o 5'te eve döndüğün yerden sabah tekrar 8'de 9'da satın almasına,
bilmem nesine bakmak istemeyen,
başka bir hayatın yolcusu olmak isteyen bir adamdım.
Derken bir baktım, bizim Tuğrul Abi, bir yerde bir mutfak ekipmanı satan bir markada mutfak kursları düzenliyor.
Hanımlara, beylere, meraklılara mutfak kursları düzenliyor. İşte geliyorlar oraya,
o mutfak ekipmanlarını satan adamlar bir villaya yerleşmişler,
bir de düzenek kurmuşlar herhâlde ve o düzeneğin içinde
hanımlara ve beylere bazı menüler yaptırıyorlar, bazı bilmem neler yaptırıyorlar falan.
Ben dedim ki Tuğrul abiye, "Yahu Tuğrul abi, bu çok iyi bir iş."
Yani ben zaten restoranlardan gördüm ki, şöyle bir deneyimim oldu ki, Türkiye'de herkes her şeyi yapıyor, herkes her şeyi biliyor, herkes her şey konusunda bir fikir sahibi. Ama asıl eksik şey, mesleki eğitim.
Mesleki eğitim konusunda bazı şeyler yapabilirsek müthiş bir şey yapabiliriz. "Aman Memocuğum" dedi, "Sen beni hiç karıştırma." "Sen ne yaparsan yap, ben zaten gazeteye bir yazı yazıyorum, ben pek sevmiyorum şey yapmayı."
"Peki." dedim.
"Ama bak" dedim, "Ben bir okul yapmak istiyorum ve bu okul şöyle şöyle şöyle olacak."
''Sen ne istiyorsan yap, beni hiç karıştırma." dedi. Peki.
Ondan sonra--
Bu arada tabii ben iflas ettim şeyde.
(Gülüşmeler)
(Alkışlar)
Tabii bizim Nişantaşı'ndaki restoran iflas etti. Neyse sonra ben bunu bir projelendirdim.
Projelendirmek öyle hani biraz da, öğrencilerle falan buluştuğum zaman da üniversitede anlatıyorum o detayları,
çok detaycıyım ya, onları da anlatmak istiyorum. Projelendirmeyi falan yüzlerce kâğıda, slaytlar, bilmem neler falan filan
yazmanıza da gerek yok.
Normal bir A4'e ne yapmak istediğinizi anlatacağınız bir şey verseniz karşınıza,
tamamdır.
İnsanları yormaya ve sayfalarca slaytlar, sayfalarca sunumlar yapmaya da gerek yok. Bir A4 kâğıdına, "Ben bir aşçılık okulu yapmak istiyorum ve bu aşçılık okulu dünyanın en iyi okulu olacak." yazdım ben.
Asıl buraya gülmeniz gerekiyordu.
(Gülüşmeler)
Bence spordaki başarılar gibi iş hayatındaki başarılarda da bazı noktalara direkt ilgi gösterir ve onlara direkt ihtimam gösterirseniz, başarısız olmak için pek bir neden yok.
2011 senesinde, Dünya Aşçılar Birliği tarafından dünyadaki en iyi aşçılık okulu seçildi.
(Alkışlar)
Çok, çok teşekkür ederim.
2012 senesinde, 2012 senesi, 2012, 2013, 2014, 2015 senelerinde,
İngiltere Kraliyet Akademisi Mesleki Eğitim Kurumu tarafından
dünyadaki en mükemmel mesleki eğitim kurumu seçildi.
Ama, anlatacağım abi, bir dakika durun ya. 2013 ve 2015'te, iki öğrencimiz ikişer milyon mezun arasından, bu sistemden
dünyadaki en iyi iki mezun seçildi.
Şu anda Türk Hava Yolları'nda uçan flying şeflerin -sayı olarak da verebilirim- 462 flying şefin 451'i MSA mezunu.
Bugüne kadar 6.192 mezun vermişiz.
42 tanesi Michelin Star'lı restoranlarda çalışıyor. Bugün-
bir dakika abi anlatacağım ya.
(Gülüşmeler)
Sahne benim anlatacağım.
(Gülüşmeler)
Dünyanın en iyi 50 restoranı olarak açıklanan
Fifty Best Restaurant in the World'de, 5 restoranda 6 MSA mezunu çalışıyor.
Bunların hepsi aşağı yukarı benim bir şekilde tahmin edebildiğim sonuçlardı. Yani bu kadar çalıştığınız zaman, binicilik sporu olsun, otomobil sporları olsun veya başka sporlar olsun --ben bu ikisiyle ilgilendim--
muhakkak ve muhakkak bir şekilde başarıyla karşılaşıyorsunuz, bu kadar detaylarla uğraşıp bu kadar işinize özen gösterince. Öyle veya böyle bazen param oldu, bazen param olmadı. Ben hep paraya depodaki yakıt muamelesi şeyini gösterdim. Çiçek gibi sepetime toplayacağıma, yakıt gibi depoma doldurmaya çalıştım, o para denen şeyi.
Bazen çok yakıtım oldu, bazen az.
Bazen depom borçla doldu, bazen kırmızı ışık yandı, bazen de yolda kaldım. Ama hep bir şekilde bir bidon daha bulup yoluma devam etmeye gayret ettim.
Belki biraz daha az kazandım, ama hep o aykırı bir şeyler yapabilmenin, aykırı bir şeyler yapabilecek olmanın heyecanı hep beni motive etti, mutlu etti. Belki biraz daha az kazandım ama insanların o Mehmet'in yaptıklarına şaşkın bakışları beni çok çok çok daha mutlu bir insan yaptı. Ve bütün bu o karşıma çıkıp yapma, olmaz, yapılamaz, bu kadar masraf mı edilir,
bu kadar kredi mi alınır, böyle iş mi olur, yanlış yapacaksın, ölüyorsun, öleceksin, çocuklarını arabaya alıp bu kadar hızlı mı gidilir falan filanları topladığım hayatımda, hatalarım ve başarılarımla, işime koşa koşa giden,
evime koşa koşa giden--
iş bittiğinde--
ve istersem, eğer istersem, karşıma çıkan her istediğim, yapmak istediğim,
gönül verdiğim işe seve seve vakit ayırabilen, çok çok çok mutlu bir insan oldum.
Hatta bu bazen yapmalar etmeler, şunlar bunlar hep bana bir kamçı görevi gördü.
Bir şeyi yapmadan evvel hep bütün arkadaşlarıma, bütün insanlara, bütün tanıdıklarıma danıştım.
Ama hiç kimseyi dinlemedim.
Bir şeyi yapmak istediğim zaman sadece ve sadece ve sadece kendimi dinledim ve sadece ve sadece kendi istediklerimi yaptım. Kıssadan hisse söylemek istediğim şu ki size, neyi yapıp yapamayacağınızı sadece ve sadece siz bilebilirsiniz. Sizden başka hiç kimse sizin ne yapabileceğinizi veya neyi yapamayacağınızı bilemez.
İnanın bilselerdi zaten kendileri yaparlardı. Lütfen ama lütfen hiç kimseyi hayatınızda dinlemeyin. Zamanı geldiği vakit -önde iki kızım var, onlar da dâhil-
annenizi babanızı bile dinlemeyin.
Neyi yapacaksanız, neyi yapabileceğinizi düşünüyorsanız, neyi hayatta başarabileceğinizi düşünüyorsanız onu siz yapın. Zaten öteki size hayır diyenler yapabilselerdi kendileri yaparlardı. Lütfen cüret edin ve kendi istediklerinizi yapın. Çok çok çok teşekkür ederim.
(Alkışlar)