×

Używamy ciasteczek, aby ulepszyć LingQ. Odwiedzając stronę wyrażasz zgodę na nasze polityka Cookie.

image

Hayvan Çiftliği - George Orwell, 7 Bölüm

7 Bölüm

Yedinci Bölüm

Kış çok sert geçti. Fırtınaların ardından, önce sulusepken, sonra kar geldi, daha sonra da her yer şubat ayına kadar buzla kaplandı. Hayvanlar, tüm dış dünyanın gözlerini Hayvan Çiftliği'ne diktiğini, yel değirmeni zamanında tamamlanmayacak olursa kıskanç insanların sevinçten bayram edeceklerini bildiklerinden var güçleriyle çalışıyorlardı. İnsanlar, sırf inat olsun diye, yel değirmenini Snowball'un yıktığına inanmamış görünüyorlar; yel değirmeninin, duvarları çok ince örüldüğü için çöktüğünü söylüyorlardı. Gerçi hayvanlar bunun doğru olmadığını bilmiyor değildiler, ama daha önce kırk beş santim kalınlığında olan duvarların bu kez doksan santim kalınlığında örülmesi kararlaştırılmıştı; bu da, çok daha fazla taş taşımayı gerektiriyordu. Taşocağı uzun bir süre kar altında kaldığından hiçbir şey yapılamadı. Daha sonra hava ayaza çevirip don yaptığında yeniden çalışmaya koyuldular, ama büyük güçlüklerle karşılaşıyorlardı, eskisi kadar umutlu değildiler. Soğuktan donuyorlar, çoğu zaman aç açına çalışıyorlardı. Yalnızca Boxer ile Clover cesaretlerini yitirmemişlerdi. Squealer halka hizmet etmenin mutluluğu ve emeğin onuru üstüne müthiş söylevler çekiyor, Boxer'ın gücü ve hiç vazgeçmediği "Daha çok çalışacağım!" çığlıkları hayvanları kışkırtıp coşturuyordu.

Ocak ayında yiyecekler tükenmeye yüz tuttu. Tahıl tayınları iyiden iyiye azaltıldı ve açığı gidermek için fazladan patates verileceği açıklandı. Ama çok geçmeden, üstleri yeterince örtülmediği için patateslerin donmuş olduğu anlaşıldı. Yumuşayıp bozulmuş olan patateslerin pek azı yenilebilir durumdaydı. Günlerce, kabuk ve pancardan başka bir şey yemediler. Artık açlıktan ölmenin eşiğine gelmişlerdi.

Bu durumun dış dünyadan kesinlikle gizlenmesi gerekiyordu. Yel değirmeninin yıkılmasından cesaret bulan insanlar, Hayvan Çiftliği'yle ilgili yeni yeni yalanlar uyduruyorlardı. Gene, tüm hayvanların kıtlık ve hastalıktan kırılmakta olduğu, durmadan birbirleriyle dalaştıkları, yamyamlığın alıp yürüdüğü, yeni doğan yavruların boğazlandığı söylentileri yayılmıştı. Napoléon, yiyecek durumuyla ilgili gerçekler öğrenilirse ortaya çıkabilecek kötü sonuçları çok iyi kestirebildiği için, tam tersi bir etki yaratmak üzere Bay Whymper'ı kullanmaya karar verdi. O güne kadar, hayvanlar, her hafta çiftliğe gelen Whymper'la ya pek az karşılaşıyor ya da hiç karşılaşmıyorlardı. Oysa bu kez, koyunların çoğunlukta olduğu bir grup hayvana, Bay Whymper'ın yakınında dolanmaları ve aralarında konuşuyormuş gibi yaparak, ama onun duyabileceği bir sesle tayınların artırıldığından söz etmeleri tembihlendi. Napoléon, ambarda neredeyse bomboş duran kovalara kum doldurulmasını, kumun üzerinin de elde kalan tahıl ve yemlerle örtülmesini buyurdu. Whymper bir bahane bulunarak ambara götürüldü ve ağzına kadar dolu kovaları göz ucuyla da olsa görmesi sağlandı. Napoléon'un numarasını yutan Whymper, her gittiği yerde Hayvan Çiftliği'nde yiyecek sıkıntısı olmadığını anlatmaya başladı. Gene de, ocak ayının sonlarına doğru, bir yerlerden biraz daha tahıl almak kaçınılmaz oldu. O günlerde Napoléon pek ortalıkta görünmüyor, kapısında korkunç köpeklerin beklediği çiftlik evinden dışarı adımını atmıyordu. Dışarı çıktığı zaman da, korumalığını üstlenen altı köpek eşliğinde, kimseye yüz vermeden dolanıp duruyor, fazla yaklaşan olursa köpekler hemen hırlıyorlardı. Artık pazar sabahları yapılan toplantılara da pek katılmayan Napoléon, buyruklarını öteki domuzlardan biriyle, genellikle de Squealer'la iletiyordu. Bir pazar sabahı, Squealer, daha yeni yumurtlayacak olan tavukların yumurtalarını çiftlik yönetimine vermeleri gerektiğini bildirdi. Napoléon, Whymper'ın aracılık ettiği bir sözleşmeyi imzalamıştı; sözleşmeye göre, haftada dört yüz yumurta teslim etmeleri gerekiyordu. Yumurtaların parasıyla, yaz gelip de durumlar düzelinceye kadar çiftliği geçindirecek tahıl ve yemi alacaklardı.

Tavuklar haberi duyar duymaz ortalığı birbirine kattılar. Gerçi daha önce bu tür bir özverinin gerekebileceği konusunda uyarılmışlardı, ama doğrusu bir gün bunun gerçek olabileceğine pek inanmamışlardı. Yumurtaların, tam da ilkbahar kuluçkasına hazırlandıkları sırada alınması cinayet değil de neydi? Jones'un çiftlikten kovuluşundan bu yana ilk kez ayaklanmaya benzer bir şey meydana geldi. Siyah Minorca cinsi üç pilicin önderliğindeki tavuklar, Napoléon'un buyruğuna kararlılıkla karşı koydular. Çatı kirişlerine tüneyip orada yumurtluyorlar, yumurtalar da yere düşüp kırılıveriyordu. Napoléon, hiç kuşkusuz, hızla ve acımasızca önlem almakta gecikmedi. Tavukların tayınlarının kesilmesini emretmekle yetinmedi, tavuklara azıcık da olsa yem vermeye kalkışan bütün hayvanların idam cezasına çarptırılmasını öngören bir kararname de çıkarttı. Buyruklara uyulmasını köpekler sağlayacaktı. Tavuklar, beş gün kadar direndilerse de, sonunda teslim olarak folluklarına döndüler. Bu arada ölen dokuz tavuk meyve bahçesine gömülmüş, tavukların kanlı ishalden öldükleri söylenmişti. Whymper'ın olup bitenlerden haberi bile olmamıştı; yumurtalar vaktinde teslim ediliyor, haftada bir çiftliğe kadar gelen bir yük arabası yumurtaları alıp götürüyordu. Bu arada, Snowball hiç ortalıkta görünmemiş; komşu çiftliklerden birinde, ya Foxwood'da ya da Pinchfield'da saklandığı söylentileri yayılmıştı. Artık Napoléon'un öteki çiftçilerle arası biraz düzelmişti. Avluda, on yıl kadar önce bir akgürgen korusu açılırken kesildikleri için artık iyice kurumuş olan koca bir kereste yığını duruyordu. Whymper, Napoléon'a bunları satmasını salık vermişti; Bay Pilkington da, Bay Frederick de keresteleri almaya can atıyorlardı, ama Napoléon hangisine satacağına bir türlü karar veremiyordu. Frederick'le anlaşır gibi olduğunda Snowball'un Foxwood Çiftliği'nde saklandığı haberi geliyor, Pilkington'a yönelir gibi olduğunda Snowball'un Pinchfield Çiftliğinde gizlendiği söylentisi yayılıyordu. İlkbaharın ilk günleriydi; ansızın duyulan bir haber ortalığı birbirine kattı: Snowball hava karardıktan sonra gizlice çiftliğe geliyordu! Hayvanlar öylesine tedirgin olmuşlardı ki, geceleri gözlerine uyku girmiyordu. Söylenenlere bakılırsa, Snowball her gece karanlıktan yararlanarak çiftliğe giriyor, yapmadığı uğursuzluk kalmıyordu. Tahılları çalıyor, süt kovalarını deviriyor, yumurtaları kırıyor, fidelikleri çiğneyip eziyor, meyve ağaçlarının kabuklarını kemiriyordu. Artık çiftlikte bir iş ters gitmeyegörsün, suç hemen Snowball'a yükleniyordu. Bir cam kırılsa ya da bir oluk tıkansa, Snowball'un gece gene çiftliğe geldiği, bu işi mutlaka onun yaptığı söyleniyordu. Bir gün ambarın anahtarı kaybolunca, bütün çiftlik Snowball'un anahtarı kuyuya attığı söylentisine inandı. İşin garibi, kaybolan anahtar un çuvalının altından çıktığında bile, hayvanlar bu söylentiye inanmaktan vazgeçmediler. İnekler, Snowball'un gizlice ahırlarına girdiğini ve uykularında sütlerini sağdığını bile söylediler. O kış çiftliğe çok zarar vermiş olan sıçanların da Snowball'la işbirliği içinde oldukları söyleniyordu. Snowball'un çevirdiği dolaplarla ilgili sıkı bir soruşturma açılması gerektiğine karar veren Napoléon, köpeklerini yanına alıp çiftlik binalarını dolaşmaya, en kuytu köşelere varıncaya kadar her yeri yoklayıp araştırmaya koyuldu; öteki hayvanlar da saygılı bir uzaklıktan onu izliyorlardı. Snowball'un izini kokusundan bulabileceğini ileri süren Napoléon, birkaç adımda bir durup yeri kokluyordu. Samanlığın, inek ağılının, kümeslerin, bostanın koklamadık köşesini bırakmadı ve hemen her yerde Snowball'un izine rastladı. Uzun burnunu yere dayayıp hızlı hızlı kokluyor, sonra da ürkünç bir sesle, "Snowball! Buradan geçmiş! Bu onun kokusu!" diye bağırıyordu. Napoléon'un her "Snowball!" diye bağırışında, köpekler dişlerini göstererek adamın kanını donduran hırıltılar çıkarıyorlardı.

Hayvanlar cin çarpmışa dönmüşlerdi. Snowball sanki görünmez olmuş her an çevrelerinde dolanıyor, ne zaman ne kötülük yapacağı kestirilemiyordu. Squealer, akşamleyin bütün hayvanları bir araya topladı ve kaygılı bir sesle, önemli haberleri olduğunu söyledi.

Tedirginlikle oradan oraya sıçrayarak, "Yoldaşlar!" diye bağırdı.

"Dehşet verici bir haber aldık. Satılmış Snowball, Pinchfield Çiftliğinin sahibi Frederick'le birlik olmuş! Frederick, bize saldırıp çiftliğimizi elimizden almayı planlıyormuş! Saldırı başladığında, Snowball kılavuzluk yapacakmış. Dahası var. Snowball'un burnu büyüklüğü ve açgözlülüğü yüzünden isyan ettiğini sanmıştık. Oysa yanılmışız, yoldaşlar. Gerçek neden neymiş biliyor musunuz? Snowball daha başından Jones'un adamıymış! Başından beri Jones'un gizli ajanıymış. Ardında bıraktığı belgeleri az önce ele geçirdik ve her şey ortaya çıktı. Bana kalırsa, her şey gün gibi açık, yoldaşlar. Ağıl Savaşı'nda bozguna uğrayıp yok olmamız için ne dolaplar çevirdiğini gözlerimizle görmemiş miydik zaten? Neyse ki becerememişti." Hayvanlar apışıp kalmışlardı. Yel değirmenini yıkmaktan çok daha büyük bir ihanetti bu. Ama ilk şaşkınlıkları geçer geçmez, Ağıl Savaşı'nda Snowball'un en ön saflarda nasıl yiğitçe çarpıştığını, geri çekilmeye kalktıklarında kendilerini nasıl toparlayıp yüreklendirdiğini, Jones'un tüfeğinden çıkan saçmalarla sırtından yaralandığı zaman bile nasıl ileri atıldığını anımsadılar ya da anımsar gibi oldular. Snowball'un savaştaki yararlıkları ile Jones'un gizli ajanı olmasını bağdaştırmak biraz zordu doğrusu. Pek az soru soran Boxer'ın bile kafası karışmıştı. Yere uzandı, ön ayaklarını altına aldı; gözlerini yummuş, kafasını toparlamaya çalışıyordu.

"Ben buna inanmıyorum," dedi. "Snowball, Ağıl Savaşı'nda aslanlar gibi çarpıştı. Gözlerimle gördüm. Savaş biter bitmez, ona 'Birinci Dereceden Kahraman Hayvan' nişanı vermedik mi?" Squealer, "Yanılmışız, yoldaş," diye karşılık verdi. "Aslında bizi yıkıma sürüklemeye çalışıyormuş meğer; ele geçirdiğimiz gizli belgeler her şeyi açıklıyor." "Ama yaralanmıştı," dedi Boxer. "Kanlar içinde oradan oraya koştuğunu hepimiz gördük." "Danışıklı dövüşmüş!" diye bağırdı Squealer hoplaya zıplaya. "Saçmalar sıyırıp geçmiş aslında. Okuma bilseydin, kendi yazısını gösterirdim sana; o zaman her şeyi anlardın. Snowball'un tüm kirli çamaşırları ortaya çıktı: Bir punduna getirip geri çekilme emri verecek ve meydanı düşmanı bırakacakmış da haberimiz yokmuş. Az kalsın başarıyormuş da. Aslında, hiç kuşkum yok yoldaşlar, eğer yiğit önderimiz Napoléon Yoldaş olmasaydı, mutlaka yapardı yapacağını. Jones ve adamları avluya daldıklarında, Snowball'un birden dönüp kaçmaya başladığını, birçok hayvanın da onun ardından gittiğini unuttunuz mu? İşte tam o anda, hepimizin paniğe kapıldığı ve savaşı kaybettiğini sandığı sırada, Napoléon Yoldaş'ın 'İnsanlığa Ölüm!' diye haykırarak nasıl ileri atıldığını, dişlerini Jones'un bacağına nasıl geçirdiğini anımsamıyor musunuz? Bunu unutmuş olamazsınız, yoldaşlar!" Squealer sahneyi bu kadar canlı bir biçimde anlatınca, hayvanlar da gerçekten anımsar gibi oldular. En azından, savaşın o can alıcı anında Snowball'un geri dönüp tabanları yağladığını anımsıyorlardı. Ama Boxer'da hâlâ bir tedirginlik seziliyordu. Sonunda baklayı ağzından çıkardı: "Snowball'un daha başından hain olduğuna inanmıyorum. Sonradan yaptıklarına bir diyeceğim yok. Ama Snowball'un Ağıl Savaşı'nda tam bir yoldaş gibi davrandığı inancındayım." Squealer, kısık, ama kararlı bir sesle, "Bak, yoldaş," dedi. "Önderimiz Napoléon Yoldaş, Snowball'un ta başından beri, üstelik ortalıkta daha Ayaklanma'nın lafı bile yokken Jones'un ajanı olduğunu tartışılmaz bir biçimde, evet tartışılmaz bir biçimde açıklamış bulunuyor." Bunun üzerine, "Ha, o zaman başka!" dedi Boxer. "Napoléon Yoldaş öyle dediyse öyledir." Squealer, "İşte, ben yoldaşlık ruhu diye buna derim!" diye bağırdı.

Ama durmadan kırpıştırdığı ufacık gözleriyle, Boxer'a kötü kötü baktığı da gözlerden kaçmadı. Tam dönmüş gidiyordu ki, birden durdu ve etkileyici bir sesle ekledi: "Bu çiftlikteki bütün hayvanları uyarırım, gözünüzü dört açın. Snowball'un ajanlarının şu anda bile ellerini kollarını sallayarak aramızda dolaştıkları besbelli!" Dört gün sonra, akşama doğru, Napoléon bütün hayvanların avluda toplanmasını emretti. Herkes toplandığında, göğsünde madalyalarıyla (bir süre önce, kendisine hem "Birinci Dereceden Kahraman Hayvan", hem de "İkinci Dereceden Kahraman Hayvan" nişanlarını vermişti) Napoléon belirdi; dokuz iri köpek de çevresinde dolanıyor, ikide bir hırlayarak tüm hayvanların yüreğine korku salıyorlardı. Çok kötü bir şey olacağını sezmişçesine, herkes sessizce yere çöktü.

Napoléon, orada dikilmiş, sert bakışlarla topluluğu süzüyordu; sonra ansızın tiz bir çığlık attı. Köpekler, çığlığı işitir işitmez, fırladıkları gibi domuzlardan dördünü kulaklarından yakaladılar, acıdan ve korkudan ciyak ciyak bağıran hayvancıkları sürüyüp Napoléon'un ayaklarının dibine bıraktılar. Domuzların kulaklarından kanlar akıyordu, kanın tadını almış olan köpekler çılgına dönmüşlerdi. Birden, köpeklerden üçü, herkesin şaşkın bakışları arasında Boxer'ın üstüne atıldı. Boxer, üstüne geldiklerini görür görmez, kocaman ön ayağını kaldırıp köpeklerden birini havada yakaladı ve yere çarptı. Yere yapışan köpek çığlık çığlığa merhamet dilenirken, öteki iki köpek kuyruklarını bacaklarının arasına kıstırıp tabanları yağladı. Boxer'ın gözü Napoléon'daydı; köpeği ezip gebertmeli miydi, yoksa salıp koyvermeli miydi? Napoléon'un suratı allak bullak olmuştu; Boxer'a, sert bir sesle, köpeği salıvermesini emretti. Bunun üzerine Boxer ayağını köpeğin üstünden çekti, köpek de acı iniltiler çıkararak sıvıştı oradan.

Az sonra ortalık sakinleşmişti. Suçlulukları yüzlerinden okunan dört domuz, tir tir titreyerek bekleşiyorlardı. Napoléon, onlara dönerek suçlarını itiraf etmelerini istedi. Bunlar, Napoléon'un pazar toplantılarını kaldırmasına karşı çıkmış olan domuzlardı. Fazla direnmeden her şeyi itiraf ettiler: Çiftlikten kovulduğu günden beri gizlice görüştükleri Snowball ile yel değirmeninin yıkılmasında işbirliği yapmışlar, Hayvan Çiftliği'nin Bay Frederick'e aktarılması konusunda anlaşmaya varmışlardı. Snowball'un, yıllardır Jones'un gizli ajanı olduğunu kendilerine itiraf ettiğini de söylemekten geri kalmadılar. İtirafları tamamlanır tamamlanmaz, köpekler üstlerine atılıp boğazlayıverdiler. Sonra, Napoléon yeniden topluluğa dönerek, korkunç bir sesle, "İtirafta bulunacak başka hayvanlar varsa, ortaya çıksınlar," dedi. Yumurta isyanında başı çekmeye kalkışmış olan üç tavuk öne çıkıp rüyalarında Snowball'un kendilerini Napoléon'un buyruklarını dinlememeye çağırdığını açıkladılar. Ve o saat köpekler tarafından gırtlaklandılar. Ardından, bir kaz çıktı ortaya ve geçen hasatta çalıp gizlediği altı buğday başağını geceleri gizli gizli yediğini itiraf etti. Sonra, koyunlardan biri, Snowball'un isteği üzerine, yalağa işediğini açıkladı. İki koyun da, Napoléon'a bağlılığıyla tanınan yaşlı bir koçu, öksürük nöbetleri tuttuğu bir sırada ateşin çevresinde kovalayarak öldürdüklerini itiraf ettiler. Hepsi de oracıkta boğazlandı. İtiraflar ve idamlar böylece sürüp gitti. Sonunda bir de baktılar, Napoléon'un ayakları dibinde cesetten geçilmiyor. Ortalığı kan kokusu kaplamıştı. Jones'un kovulduğu günden bu yana çiftlikte böyle bir koku duyulmamıştı. Her şey bittikten sonra, domuzlar ve köpekler dışında bütün hayvanlar birbirlerine sokularak oradan uzaklaştılar. Kuyruklarını kısmışlar, tir tir titriyorlardı. Hangisinin daha korkunç olduğunu kestiremiyorlardı: Snowball'la birlik olan hayvanların ihaneti mi, yoksa az önce tanık oldukları acımasız misillemeler mi? Eskiden de böyle kanlı kıyımlara az tanık olmamışlardı, ama hiç değilse birbirlerini boğazlamıyorlardı. Jones kovuldu kovulalı, bir hayvanın başka bir hayvanı öldürdüğü görülmemişti. Bir sıçan bile öldürülmemişti. Yarısı tamamlanmış yel değirmeninin bulunduğu küçük tepenin oraya vardıklarında, sanki ısınmaya çalışıyormuşçasına birbirlerine yanaşarak yere uzandılar. Clover, Muriel, Benjamin, inekler, koyunlar, kazlar, tavuklar, herkes oradaydı. Bir tek, Napoléon'un tüm hayvanların toplanmasını buyurmasından az önce ansızın ortalıktan kaybolmuş olan kedi yoktu aralarında. Bir süre kimse konuşmadı. Yalnız Boxer ayaktaydı. Yerinde duramıyor, uzun siyah kuyruğunu iki yana sallayıp duruyor, şaşkınlık içinde hafif hafif kişniyordu. Sonunda dedi ki:

"Olup bitene akıl sır erdiremiyorum. Kırk yıl düşünsem çiftliğimizde böyle şeyler olacağı aklıma gelmezdi. Bir yanlış yapmış olmalıyız. Bana sorarsanız, tek çıkar yol, daha sıkı çalışmak. Ben kendi payıma, bundan böyle sabahları bir saat daha erken kalkacağım." Olanca hantallığıyla tırısa kalkıp taşocağının yolunu tuttu. Oraya vardığında, arabayla iki posta taş taşıdı yel değirmenine, sonra da gidip yattı.

Hayvanlar Clover'ın çevresine toplaşmışlardı, kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Bulundukları tepeden, çepeçevre uzanıp giden kırları görebiliyorlardı. Hayvan Çiftliği'nin büyük bir bölümü görüş alanlarındaydı: anayola kadar uzanan otlak, biçilip kurutulmuş otlar, koru, yalak, sürülmüş tarlalarda filiz vermeye başlamış gür, yeşil ekinler, çiftlik binalarının kırmızı damları ve dumanı tüten bacalar... Pırıl pırıl bir ilkbahar akşamıydı. Güneş ışınlarının vurduğu çimenler ve yaprak fışkıran çitler ışıl ışıldı. Çiftlik gözlerine hiç bu kadar güzel görünmemişti. Birden, burasının kendi çiftlikleri olduğunu hatırladılar; bu toprakların her bir karışı onlarındı. Tepeden aşağılara bakarken, Clover'ın gözleri yaşardı. Düşüncelerini dile getirebilse, yıllar önce insan soyunu alaşağı etmek üzere yola çıktıklarında, hedeflerinin asla bu olmadığını söyleyecekti. Koca Reis'in ilk Ayaklanma çağrısını yaptığı o gece düşledikleri, bu şiddet ve kıyım olabilir miydi? Kendisinin gözünde canlandırdığı gelecekte, hayvanların açlık ve kırbaçtan kurtuldukları, herkesin eşit olduğu, herkesin kendi gücüne göre çalıştığı ve Koca Reis'in konuştuğu gece yolunu şaşırmış ördek yavrularına kucak açtığı gibi güçlülerin zayıfları koruduğu bir toplum vardı. Oysa, nedendir bilinmez, kimsenin düşüncesini açıklamaya cesaret edemediği, her yerde azgın, yabanıl köpeklerin hırlayarak kol gezdiği, yoldaşlarının korkunç suçları itiraf ettirildikten sonra paramparça edilişini seyretmek zorunda kaldıkları bir toplum çıkmıştı ortaya. Ama aklından, ayaklanalım ya da başkaldıralım gibisinden düşünceler geçmiyordu. Şu içinde bulundukları durumun bile Jones'un zamanındakinden çok daha iyi olduğunu ve her şeyden önce insanların çiftliğe geri dönmelerinin önlenmesi gerektiğini biliyordu. Ne olursa olsun yönetime bağlı kalacak, kendisine verilen emirleri harfi harfine yerine getirecek ve Napoléon'un önderliğini kabullenecekti. Ama gene de, onca umudun, onca emeğin karşılığı bu olmamalıydı. Yel değirmenini onca güçlükle inşa etmelerinin, Jones'un tüfeğinden çıkan saçmalara göğüslerini germelerinin karşılığı bu mu olmalıydı? Böyle düşünüyor, ama aklından geçenleri söze döküp dile getiremiyordu.

Sonunda bir bakıma, dile getiremediği sözcüklerin yerini tutacağını düşünerek, İngiltere'nin Hayvanları şarkısını söylemeye başladı Clover. Çevresinde oturmakta olan öteki hayvanlar da şarkıya katıldı. Şarkıyı tam üç kez, üstelik çok güzel okudular; ama hiç bu kadar ağır ve hüzünlü söyledikleri görülmemişti.

Tam bitirmişlerdi ki, yanında iki köpekle Squealer göründü; belli ki, önemli bir şey diyecekti. Yanlarına geldiğinde, Napoléon Yoldaş'ın özel bir kararıyla, İngiltere'nin Hayvanları şarkısının yürürlükten kaldırıldığını açıkladı. Artık İngiltere'nin Hayvanları'nı söylemek yasaktı. Hayvanlar şaşırmışlardı.

Muriel, "Niçin?" diye bağırdı.

Squealer, diklenerek, "Artık gereği kalmadı, yoldaş," dedi." İngiltere'nin Hayvanları, Ayaklanma'nın şarkısıydı. Ayaklanma artık tamamlandı. Bugün öğleden sonra hainlerin idam edilmesi son aşamaydı. Hem içteki, hem de dıştaki düşmanlar yenilgiye uğratıldı. İngiltere'nin Hayvanları şarkısında, gelecekte kurulacak daha güzel bir topluma özlemimizi dile getiriyorduk. O toplum artık kurulmuş olduğuna göre, bu şarkının bir anlamı kalmamıştır." Çok korkmuş olmalarına karşın hayvanlardan bazıları karşı çıkmaya hazırlanıyorlardı ki, koyunların her zamanki gibi, "Dört ayak iyi, iki ayak kötü!" diye melemeye başlamaları tartışmayı başlamadan bitirdi.

O günden sonra İngiltere'nin Hayvanları şarkısı bir daha hiç duyulmadı. Onun yerine, şair Minimus başka bir şarkı bestelemişti. Şarkı şöyle başlıyordu:

Hayvan Çiftliği, Hayvan Çiftliği, inan, Benden sana zarar gelmez hiçbir zaman!

Yeni şarkı, her pazar bayrak göndere çekildikten sonra söyleniyordu. Ama nedense hayvanlar, bestesini de, güftesini de, İngiltere'nin Hayvanları kadar sevememişlerdi.

Learn languages from TV shows, movies, news, articles and more! Try LingQ for FREE

7 Bölüm 7 Abschnitt 7 Section Sección 7 7 Раздел

Yedinci Bölüm Chapter Seven

Kış çok sert geçti. The winter has been very harsh. Fırtınaların ardından, önce sulusepken, sonra kar geldi, daha sonra da her yer şubat ayına kadar buzla kaplandı. |||мокрый снег|||||||||февраль|февраля||льдом|покрылась ль der Stürme|||||||||||||||Eis| After the storms, first sleet, then snow came, and then everything was covered with ice until February. Hayvanlar, tüm dış dünyanın gözlerini Hayvan Çiftliği'ne diktiğini, yel değirmeni zamanında tamamlanmayacak olursa kıskanç insanların sevinçten bayram edeceklerini bildiklerinden var güçleriyle çalışıyorlardı. |||||||||||не будет завершена||||||будут праздновать|||| |||||||gerichtet||||nicht fertiggestellt werden|||||||||| Die Tiere arbeiteten aus voller Kraft, weil sie wussten, dass alle Augen der Außenwelt auf die Tierfarm gerichtet waren und dass, wenn die Windmühle nicht rechtzeitig fertiggestellt würde, die neidischen Menschen vor Freude feiern würden. The animals worked with all their might, knowing that the entire outside world was staring at Animal Farm and that if the windmill was not completed on time, the envious people would rejoice. İnsanlar, sırf inat olsun diye, yel değirmenini Snowball'un yıktığına inanmamış görünüyorlar; yel değirmeninin, duvarları çok ince örüldüğü için çöktüğünü söylüyorlardı. ||упрямство|||||||не верят|||||||было построено||обрушилась| ||Eigensinn||||||abgerissen|glauben|||||sehr||gebaut||| Die Menschen schienen, nur aus Trotz, nicht zu glauben, dass die Windmühle von Snowball zerstört wurde; sie sagten, dass die Windmühle zusammengebrochen sei, weil die Wände zu dünn gebaut waren. People do not seem to believe that Snowball destroyed the windmill out of spite; They said that the windmill collapsed because its walls were too thin. Gerçi hayvanlar bunun doğru olmadığını bilmiyor değildiler, ama daha önce kırk beş santim kalınlığında olan duvarların bu kez doksan santim kalınlığında örülmesi kararlaştırılmıştı; bu da, çok daha fazla taş taşımayı gerektiriyordu. |||||||||||||толщиной||стен||||||возведении||||||||переноски кам| |||||||||||||||der Wände||||||Mauerbau||||||||| Obwohl die Tiere wussten, dass das nicht wahr war, wurde entschieden, dass die Wände, die zuvor fünfundvierzig Zentimeter dick waren, diesmal neunzig Zentimeter dick sein sollten; das bedeutete, viel mehr Steine transportieren zu müssen. Although the animals did not know that this was not true, it was decided that the walls that were forty-five centimeters thick before would be built ninety centimeters thick this time; this required carrying much more stones. Taşocağı uzun bir süre kar altında kaldığından hiçbir şey yapılamadı. |||||||||не удалось сделать ||||||geblieben ist|||konnte nicht gemacht werden Since the quarry was under snow for a long time, nothing could be done. Daha sonra hava ayaza çevirip don yaptığında yeniden çalışmaya koyuldular, ama büyük güçlüklerle karşılaşıyorlardı, eskisi kadar umutlu değildiler. ||||поменяв||когда он замер||||||с большими трудностями||||| ||||drehen|frier|||||||Schwierigkeiten||||hoffnungsvoll| Later, when the weather turned frosty and frosty, they got back to work, but they were facing great difficulties and were not as hopeful as before. Soğuktan donuyorlar, çoğu zaman aç açına çalışıyorlardı. |замерзают||||голодные| von der Kälte|frieren||||| Sie frieren vor Kälte, und oft arbeiteten sie hungers. They were freezing from the cold, and they were often working hungry. Yalnızca Boxer ile Clover cesaretlerini yitirmemişlerdi. ||||свою смел|не потеряли |||||hatten nicht verloren Nur Boxer und Clover hatten ihren Mut nicht verloren. Only Boxer and Clover did not lose heart. Squealer halka hizmet etmenin mutluluğu ve emeğin onuru üstüne müthiş söylevler çekiyor, Boxer'ın gücü ve hiç vazgeçmediği "Daha çok çalışacağım!" ||||счастье||труда|честь труда|||речи||||||не отказывался||| ||||||Arbeit||||||||||vazgeçteği||| Squealer hielt beeindruckende Reden über das Glück, der Bevölkerung zu dienen, und die Ehre der Arbeit und lobte Boxers Kraft und seinen unermüdlichen Spruch: 'Ich werde härter arbeiten!' Squealer gives great speeches on the joy of serving the public and the honor of labor, Boxer's power and his never-ending "I will work harder!" çığlıkları hayvanları kışkırtıp coşturuyordu. |||развлекал ||reizend| their cries agitated and agitated the animals.

Ocak ayında yiyecekler tükenmeye yüz tuttu. |||zu Ende gehen|| Im Januar waren die Lebensmittel knapp. Food began to run out in January. Tahıl tayınları iyiden iyiye azaltıldı ve açığı gidermek için fazladan patates verileceği açıklandı. ||||сокращены|||устранить дефиц||дополнительно|||было объявлено |||||||decken||zusätzlich||| Die Lebensmittelvorräte an Getreide wurden erheblich reduziert und es wurde angekündigt, dass zusätzlich Kartoffeln ausgegeben werden. Grain rations were drastically reduced and extra potatoes were announced to fill the gap. Ama çok geçmeden, üstleri yeterince örtülmediği için patateslerin donmuş olduğu anlaşıldı. |||||не были накрыты||картофели||| |||||||die Kartoffeln|gefroren|| Aber bald stellte sich heraus, dass die Kartoffeln gefroren waren, da sie nicht ausreichend bedeckt waren. But it soon became clear that the potatoes were frozen because they had not been adequately covered. Yumuşayıp bozulmuş olan patateslerin pek azı yenilebilir durumdaydı. размякнув|||картофелях||немного|| weichend|||||wenige|essbar| Few of the softened and spoiled potatoes were edible. Günlerce, kabuk ve pancardan başka bir şey yemediler. |||||||не ели |||Rüben||||aßen Tagelang haben sie nichts anderes als Schale und Rübe gegessen. For days, they ate nothing but skin and beets. Artık açlıktan ölmenin eşiğine gelmişlerdi. |||грани| ||sterben|Schwelle| Sie waren nun ganz am Rande des Hungertodes. They were now on the verge of starvation.

Bu durumun dış dünyadan kesinlikle gizlenmesi gerekiyordu. |||||скрытие| |||||verstecken| Diese Situation musste unbedingt vor der Außenwelt geheim gehalten werden. This situation had to be strictly hidden from the outside world. Yel değirmeninin yıkılmasından cesaret bulan insanlar, Hayvan Çiftliği'yle ilgili yeni yeni yalanlar uyduruyorlardı. ||||вдохновение|||Ферма животных||||лжи|выдумывали |||||||Farm||||Lügen| Die Menschen, die aus dem Einsturz der Windmühle Mut schöpfen, ersannen neue Lügen über die Tierfarm. Encouraged by the destruction of the windmill, people were making up new lies about Animal Farm. Gene, tüm hayvanların kıtlık ve hastalıktan kırılmakta olduğu, durmadan birbirleriyle dalaştıkları, yamyamlığın alıp yürüdüğü, yeni doğan yavruların boğazlandığı söylentileri yayılmıştı. ||||||вымирают|||||каннибализм|||||младенцы|потрошили|слухи| |||Hunger|||||||kämpften|||||||geschlachtet|Gerüchte| Außerdem verbreiteten sich Gerüchte, dass alle Tiere an Hunger und Krankheit litten, sich ständig gegenseitig anfeindeten, Kannibalismus grassierte und neugeborene Junge geschlachtet wurden. Again, rumors circulated that all animals were suffering from famine and disease, that they were constantly fighting with one another, that cannibalism was rampant, that newborn babies were slaughtered. Napoléon, yiyecek durumuyla ilgili gerçekler öğrenilirse ortaya çıkabilecek kötü sonuçları çok iyi kestirebildiği için, tam tersi bir etki yaratmak üzere Bay Whymper'ı kullanmaya karar verdi. ||||факты|если будет изучено||могущие возник|||||предсказать||||||создать эффект|||господин У|использовать|| ||||||||||||konnte voraussehen||||||erzeugen|||Whymper||| Napoléon entschied sich, Mr. Whymper zu benutzen, um einen gegenteiligen Effekt zu erzielen, da er die schlechten Konsequenzen, die eintreten könnten, wenn die Wahrheit über die Nahrungsmittelversorgung bekannt würde, sehr gut voraussah. Since Napoleon could well predict the dire consequences if the facts about the food situation were known, he decided to use Mr. Whymper to have the opposite effect. O güne kadar, hayvanlar, her hafta çiftliğe gelen Whymper'la ya pek az karşılaşıyor ya da hiç karşılaşmıyorlardı. ||||||||с Уимпером||||||||не встречались ||||||||Whymper||||||||trafen Until then, the animals had had little or no encounter with Whymper, who came to the farm every week. Oysa bu kez, koyunların çoğunlukta olduğu bir grup hayvana, Bay Whymper'ın yakınında dolanmaları ve aralarında konuşuyormuş gibi yaparak, ama onun duyabileceği bir sesle tayınların artırıldığından söz etmeleri tembihlendi. ||||||||||господин У|||||говорили|||||который он услыш||||увеличивались|||было предписано ||||||||||Whymper||herumzulaufen|||||||||||Fohlen|erhöht wurden|||tembihlendi Doch diesmal wurden die Tiere, die überwiegend Schafe sind, angewiesen, sich in der Nähe von Mr. Whymper aufzuhalten und so zu tun, als würden sie untereinander sprechen, wobei sie mit einer Stimme sprachen, die er hören konnte, und über die Erhöhung der Rationen berichteten. This time, however, a group of sheep-dominated animals were instructed to hover near Mr. Napoléon, ambarda neredeyse bomboş duran kovalara kum doldurulmasını, kumun üzerinin de elde kalan tahıl ve yemlerle örtülmesini buyurdu. |в амбаре||пустыми||ведрам||заполнения их||поверхности песка||||||кормами|покрыть его|приказал |im Lager||||Eimer|||Sand|des Überzugs||||||Futter|bedecken|befahl Napoléon befahl, die fast leeren Eimer im Lager mit Sand zu füllen und den Sand mit dem verbleibenden Getreide und Futter zu bedecken. Napoleon ordered the nearly empty buckets in the barn to be filled with sand, and the sand to be covered with leftover grain and fodder. Whymper bir bahane bulunarak ambara götürüldü ve ağzına kadar dolu kovaları göz ucuyla da olsa görmesi sağlandı. |||найдя||был доставлен||||||||||увидеть|было обеспечено |||||gebracht||||||||||| Whymper wurde unter einem Vorwand in die Scheune gebracht, und es wurde ihm ermöglicht, die bis zum Rand gefüllten Eimer zumindest mit einem Augenblick zu sehen. With an excuse, Whymper was taken to the barn, where he was allowed to glimpse the full buckets. Napoléon'un numarasını yutan Whymper, her gittiği yerde Hayvan Çiftliği'nde yiyecek sıkıntısı olmadığını anlatmaya başladı. ||||||||||нехватка еды||| ||überlistet||||||||||| Whymper, der Napoléons Nummer geschluckt hat, begann überall zu erzählen, dass es auf der Tierfarm an nichts fehlte. Swallowing Napoleon's trick, Whymper began to explain that wherever he went, there was no shortage of food at Animal Farm. Gene de, ocak ayının sonlarına doğru, bir yerlerden biraz daha tahıl almak kaçınılmaz oldu. ||||||||||||неизбежным| ||||||||||Getreide||| Dennoch wurde es gegen Ende Januar unvermeidlich, irgendwoher ein wenig mehr Getreide zu besorgen. However, towards the end of January, it was inevitable to buy some more grain from somewhere. O günlerde Napoléon pek ortalıkta görünmüyor, kapısında korkunç köpeklerin beklediği çiftlik evinden dışarı adımını atmıyordu. ||||||||||||||не выходил |||||||||||||Schritt|ging nicht hinaus In diesen Tagen zeigte sich Napoléon kaum, er trat nicht aus dem Bauernhaus heraus, vor dessen Tür furchterregende Hunde warteten. In those days Napoléon was hardly seen, never leaving the farmhouse, where terrible dogs were waiting at the door. Dışarı çıktığı zaman da, korumalığını üstlenen altı köpek eşliğinde, kimseye yüz vermeden dolanıp duruyor, fazla yaklaşan olursa köpekler hemen hırlıyorlardı. ||||защитника|||||||||||приближающим||||рычали ||||seine Sicherheit|übernimmt|||||||||||||| And when he went out, he was walking around indifferently, accompanied by six dogs as his bodyguard, and if anyone got too close, the dogs would immediately growl. Artık pazar sabahları yapılan toplantılara da pek katılmayan Napoléon, buyruklarını öteki domuzlardan biriyle, genellikle de Squealer'la iletiyordu. ||||встречам|||||||||||Сквирлером|общался |||||||||||||||mit Squealer|übermittelte Napoléon, der an den Sonntagsmorgenversammlungen kaum noch teilnahm, übermittelte seine Befehle oft an einen der anderen Schweine, normalerweise an Squealer. Napoléon, who no longer attended Sunday morning meetings, conveyed his orders to one of the other pigs, usually Squealer. Bir pazar sabahı, Squealer, daha yeni yumurtlayacak olan tavukların yumurtalarını çiftlik yönetimine vermeleri gerektiğini bildirdi. ||||||которые собираются нест|||яйца||управлению фермы||| |||||||||Eier||Verwaltung||| Eines Sonntagmorgens informierte Squealer, dass die Hühner, die gerade dabei waren, zu legen, ihre Eier an die Farmleitung abgeben müssten. One Sunday morning, Squealer reported that hens that were just going to lay should give their eggs to the farm management. Napoléon, Whymper'ın aracılık ettiği bir sözleşmeyi imzalamıştı; sözleşmeye göre, haftada dört yüz yumurta teslim etmeleri gerekiyordu. ||||||подписал|договору|||||||| ||||||hatte unterschrieben||||||||| Napoléon hatte einen Vertrag unterzeichnet, den Whymper vermittelt hatte; gemäß dem Vertrag mussten sie wöchentlich vierhundert Eier liefern. Napoleon had signed a contract brokered by Whymper; According to the contract, they were supposed to deliver four hundred eggs a week. Yumurtaların parasıyla, yaz gelip de durumlar düzelinceye kadar çiftliği geçindirecek tahıl ve yemi alacaklardı. |||||||||содержать|||корм|купят |||||||||unterhalten|||Futter| Mit dem Geld der Eier würden sie Getreide und Futter kaufen, um den Hof bis zum Sommer, wenn sich die Dinge verbessern würden, zu versorgen. With the money for the eggs, they would buy grain and fodder to support the farm until summer came and things improved.

Tavuklar haberi duyar duymaz ortalığı birbirine kattılar. ||||||перевернули ||||||verrückt gemacht Sobald die Hühner die Nachricht hörten, machten sie sofort Lärm. As soon as the chickens heard the news, they made a mess. Gerçi daha önce bu tür bir özverinin gerekebileceği konusunda uyarılmışlardı, ama doğrusu bir gün bunun gerçek olabileceğine pek inanmamışlardı. ||||||жертвы||||||||||может быть||не верили ||||||Selbstaufopferung|||waren gewarnt worden|||||||sein könnte||in den sie nicht geglaubt hatten Zwar waren sie zuvor gewarnt worden, dass solch ein Opfer erforderlich sein könnte, aber in der Tat hatten sie nicht wirklich daran geglaubt, dass dies eines Tages real werden könnte. Although they had been warned before that this kind of sacrifice might be needed, they were not quite convinced that it could ever come true. Yumurtaların, tam da ilkbahar kuluçkasına hazırlandıkları sırada alınması cinayet değil de neydi? |||||готовились к|||||| ||||Brutzeit|vorbereiteten|||||| If the eggs were taken just as they were preparing for the spring brood, what was it if not murder? Jones'un çiftlikten kovuluşundan bu yana ilk kez ayaklanmaya benzer bir şey meydana geldi. |||||||восстанию||||| ||von der Entlassung|||||Aufstand||||| Seit Jones' Entlassung vom Bauernhof gab es zum ersten Mal etwas, das einem Aufstand ähnelt. For the first time since Jones was fired from the farm, something resembling a riot has occurred. Siyah Minorca cinsi üç pilicin önderliğindeki tavuklar, Napoléon'un buyruğuna kararlılıkla karşı koydular. |Минорка|порода||птицы|под руководством||||решительно|| |Minorca|||küken||||||| Die Hühner, angeführt von drei schwarzen Minorca-Hühnern, setzten sich entschlossen über Napoleons Befehl hinweg. Led by three black Minorca chickens, the hens resolutely defied Napoleon's command. Çatı kirişlerine tüneyip orada yumurtluyorlar, yumurtalar da yere düşüp kırılıveriyordu. ||сидя||несут яйца||||| |Balken|nisten||legen|||||war kaputtging Sie nisten auf den Dachbalken und legen dort ihre Eier, die sofort zu Boden fallen und zerbrochen werden. They perched on the rafters and lay their eggs there, and the eggs fell to the ground and broke. Napoléon, hiç kuşkusuz, hızla ve acımasızca önlem almakta gecikmedi. |||||безжалостно||| |||||gnadenlos|Maßnahme|| Napoleon hat zweifellos nicht gezögert, schnell und grausam Maßnahmen zu ergreifen. Napoleon, of course, was quick to take action quickly and ruthlessly. Tavukların tayınlarının kesilmesini emretmekle yetinmedi, tavuklara azıcık da olsa yem vermeye kalkışan bütün hayvanların idam cezasına çarptırılmasını öngören bir kararname de çıkarttı. ||резке их|приказав|не ограничился|курицам||||||попытавшихся|||||приговору к|предусматривающий||указ||издал |||befehlen|sich nicht zufrieden gab|den Hühner||||||der es versucht|||||Verurteilung|vorsehen||Erlass|| Er begnügte sich nicht damit, die Menge der Hühnerrationen zu beschränken, sondern erließ auch ein Dekret, das die Hinrichtung aller Tiere anordnete, die versuchten, den Hühnern auch nur ein wenig Futter zu geben. Not only did he order the rations of chickens to be slaughtered, he also issued a decree that all animals that tried to feed the chickens, even a little, were sentenced to death. Buyruklara uyulmasını köpekler sağlayacaktı. приказам||| den Befehlen|die Einhaltung|| Die Hunde sollten dafür sorgen, dass die Befehle befolgt wurden. The dogs would ensure that the orders were obeyed. Tavuklar, beş gün kadar direndilerse de, sonunda teslim olarak folluklarına döndüler. ||||если сопротивлялись|||||гнездам своим| ||||wenn sie widerstanden|||||zu ihren Nistkästen| Die Hühner haben sich fünf Tage lang gewehrt, aber schließlich gaben sie auf und kehrten in ihr Nest zurück. The chickens resisted for about five days, but eventually surrendered and returned to their nests. Bu arada ölen dokuz tavuk meyve bahçesine gömülmüş, tavukların kanlı ishalden öldükleri söylenmişti. |||||||похоронены|||поноса||говорили ||||||||||||war gesagt worden In der Zwischenzeit wurden neun tote Hühner im Obstgarten begraben, und es wurde gesagt, dass die Hühner an blutigem Durchfall gestorben sind. Meanwhile, nine dead chickens were buried in the orchard, and they were said to have died of bloody diarrhea. Whymper'ın olup bitenlerden haberi bile olmamıştı; yumurtalar vaktinde teslim ediliyor, haftada bir çiftliğe kadar gelen bir yük arabası yumurtaları alıp götürüyordu. ||происходившем||||||||||||||||||увозил их ||||||||||||||||||Eier||brachte Whymper hatte von den Ereignissen nichts mitbekommen; die Eier wurden rechtzeitig abgegeben, und ein Lieferwagen kam einmal pro Woche auf den Bauernhof, um die Eier abzuholen und mitzunehmen. Whymper didn't even know what was going on; The eggs were delivered on time, and a trolley that came to the farm once a week took the eggs away. Bu arada, Snowball hiç ortalıkta görünmemiş; komşu çiftliklerden birinde, ya Foxwood'da ya da Pinchfield'da saklandığı söylentileri yayılmıştı. |||||не появлялся|||||Фоксвуд|||Пинчфил||| |||||||von den Bauernhöfen|||in Foxwood|||in Pinchfield||| Meanwhile, Snowball never showed up; Rumors spread that he was hiding on one of the neighboring farms, either at Foxwood or at Pinchfield. Artık Napoléon'un öteki çiftçilerle arası biraz düzelmişti. ||||||наладился |||mit den Bauern||| Now Napoleon's relations with the other farmers had improved somewhat. Avluda, on yıl kadar önce bir akgürgen korusu açılırken kesildikleri için artık iyice kurumuş olan koca bir kereste yığını duruyordu. |||||||лес|открываясь|который они были||||||||брус древесины|| ||||||Eisenholz|Hain||sie geschnitten wurden||||||||Brett|| Im Hof stand ein großer Holzstapel, der aufgrund der Abholzung vor etwa zehn Jahren vollständig ausgetrocknet war. In the courtyard stood a great pile of lumber, now well-dried because it had been cut down while a hornbeam grove was being opened some ten years ago. Whymper, Napoléon'a bunları satmasını salık vermişti; Bay Pilkington da, Bay Frederick de keresteleri almaya can atıyorlardı, ama Napoléon hangisine satacağına bir türlü karar veremiyordu. ||||||||||||доски|||||||продаст кому|||| ||||||||||||das Holz|||||||||||vermochte Whymper hatte Napoleon geraten, diese zu verkaufen; sowohl Herr Pilkington als auch Herr Frederick waren scharf darauf, das Holz zu kaufen, aber Napoleon konnte sich einfach nicht entscheiden, wem er verkaufen sollte. Whymper had advised Napoleon to sell them; Both Mr Pilkington and Mr Frederick were eager to buy the timbers, but Napoleon could not decide which to sell to. Frederick'le anlaşır gibi olduğunda Snowball'un Foxwood Çiftliği'nde saklandığı haberi geliyor, Pilkington'a yönelir gibi olduğunda Snowball'un Pinchfield Çiftliğinde gizlendiği söylentisi yayılıyordu. ||||||||||Пилкингт|обращается к|||||на ферме|скрывался||распространялась |versteht|||||||||zu Pilkington|sich wendet|||||Farm||Gerücht|verbreitete sich Als es so aussah, als würde er sich mit Frederick einigen, kam die Nachricht, dass Snowball sich auf der Foxwood-Farm versteckt hielt; als er sich so verhielt, als würde er sich Herrn Pilkington zuwenden, verbreiteten sich Gerüchte, dass Snowball auf der Pinchfield-Farm versteckt war. When she seemed to make a deal with Frederick, word came that Snowball was hiding at Foxwood Ranch, and when she seemed to head for Pilkington, rumors spread that Snowball was hiding at Pinchfield Ranch. İlkbaharın ilk günleriydi; ansızın duyulan bir haber ortalığı birbirine kattı: Snowball hava karardıktan sonra gizlice çiftliğe geliyordu! весны|||||||||встряхнуло|||потемнело|||| Frühling||||||||||||nachdem es dunkel geworden war|||| It was the first days of spring; A sudden news broke the ground: Snowball was sneaking into the farm after dark! Hayvanlar öylesine tedirgin olmuşlardı ki, geceleri gözlerine uyku girmiyordu. ||||||||не шла ||nervös||||||ginge The animals were so agitated that they could not sleep at night. Söylenenlere bakılırsa, Snowball her gece karanlıktan yararlanarak çiftliğe giriyor, yapmadığı uğursuzluk kalmıyordu. |||||||||не делал|неудача| den dem, was gesagt wird||||||nutzend|||||blieb nicht It was said that Snowball would enter the farm every night, taking advantage of the dark, and there was no bad luck he didn't do. Tahılları çalıyor, süt kovalarını deviriyor, yumurtaları kırıyor, fidelikleri çiğneyip eziyor, meyve ağaçlarının kabuklarını kemiriyordu. зерно||||||||попирая расс|разминает||||грызёт кору die Körner|||Eimer|umwirft||bricht|Setzlinge||einentritt||||nagte Er stahl die Körner, kippte die Milchkanister um, brach die Eier, kaute und zerdrückte die Setzlinge und nagte an der Rinde der Obstbäume. He stole grain, knocked over milk buckets, cracked eggs, chewed and crushed seedlings, gnawed at the bark of fruit trees. Artık çiftlikte bir iş ters gitmeyegörsün, suç hemen Snowball'a yükleniyordu. |||||||||обвиняли |||||gehen sehen||||wurde zugeschoben Wenn auf der Farm irgendetwas schief ging, wurde die Schuld sofort Snowball zugeschoben. Now, whenever something went wrong on the farm, the blame was immediately placed on Snowball. Bir cam kırılsa ya da bir oluk tıkansa, Snowball'un gece gene çiftliğe geldiği, bu işi mutlaka onun yaptığı söyleniyordu. |стекло|||||канал|забьется||||||||||| |||||||verstopft||||||||||| Falls ein Glas zerbrach oder ein Abfluss verstopfte, wurde gesagt, dass Snowball in der Nacht wieder zur Farm gekommen war und dass er auf jeden Fall dafür verantwortlich war. It was said that if a window was broken or a gutter clogged, Snowball would come back to the farm at night, and it was he who did it. Bir gün ambarın anahtarı kaybolunca, bütün çiftlik Snowball'un anahtarı kuyuya attığı söylentisine inandı. ||||когда пропала|||||||слуху|поверила |||||||||in den Brunnen||Gerücht| Eines Tages, als der Schlüssel zur Scheune verloren ging, glaubte die gesamte Farm den Gerüchten, dass Snowball den Schlüssel in den Brunnen geworfen hatte. One day, when the key to the barn was lost, the entire farm believed the rumor that Snowball had thrown the key into the well. İşin garibi, kaybolan anahtar un çuvalının altından çıktığında bile, hayvanlar bu söylentiye inanmaktan vazgeçmediler. |||||мешка с мукой||||||слуху|верить в это|не отказались |seltsam||||||||||Gerücht|zu glauben|gaben nicht auf Seltsamerweise gaben die Tiere, selbst als der verlorene Schlüssel unter dem Sack Mehl gefunden wurde, den Glauben an dieses Gerücht nicht auf. Oddly enough, the animals did not stop believing this rumor, even when the lost key was found under the flour sack. İnekler, Snowball'un gizlice ahırlarına girdiğini ve uykularında sütlerini sağdığını bile söylediler. |||в хлевах|||во сне|молоко их|доят|| |||||||Milch|melken|| Die Kühe sagten sogar, dass Snowball heimlich in ihre Ställe gegangen sei und im Schlaf ihre Milch gemolken habe. The cows even said that Snowball sneaked into their barn and milked them in their sleep. O kış çiftliğe çok zarar vermiş olan sıçanların da Snowball'la işbirliği içinde oldukları söyleniyordu. |||||||||Сноуболом|сотрудничестве||| |||||||||Snowball|||| The rats that had done so much damage to the farm that winter were also said to be in league with Snowball. Snowball'un çevirdiği dolaplarla ilgili sıkı bir soruşturma açılması gerektiğine karar veren Napoléon, köpeklerini yanına alıp çiftlik binalarını dolaşmaya, en kuytu köşelere varıncaya kadar her yeri yoklayıp araştırmaya koyuldu; öteki hayvanlar da saygılı bir uzaklıktan onu izliyorlardı. ||шкафами||||||||||||||здания фермы|обойти|||углы|до самых укромных||||обследуя||||||с почтением||удалённого расстоя|| ||mit den Schränken||||||notwendig|||||||||zu erkunden||versteckten|Ecken|bis||||zu überprüfen||||||respektvoll||von weitem|| Deciding that a strict investigation should be made about Snowball's plots, Napoléon took his dogs and wandered the farm buildings, probing and searching everywhere, even to the most secluded corners; the other animals were watching him from a respectful distance. Snowball'un izini kokusundan bulabileceğini ileri süren Napoléon, birkaç adımda bir durup yeri kokluyordu. ||||||||||||нюхал ||von dem Geruch||||||||||schnüffelte Claiming that he could trace Snowball by his scent, Napoleon stopped every few steps and sniffed the ground. Samanlığın, inek ağılının, kümeslerin, bostanın koklamadık köşesini bırakmadı ve hemen her yerde Snowball'un izine rastladı. ||коровника|птичниками|огород|не обошли|уголок|не оставил||||||следам| ||von der Weide|der Hühnerställe||geruchlich|Ecke|||||||Spur|fand Er ließ keinen Winkel des Strohlagers, des Kuhstalls, der Hühnerställe und des Gemüsegartens ungerochen und fand fast überall eine Spur von Snowball. He did not leave the smelly corner of the barn, the cow pen, the hens, the orchard, and found the traces of Snowball almost everywhere. Uzun burnunu yere dayayıp hızlı hızlı kokluyor, sonra da ürkünç bir sesle, "Snowball! ||||||нюхает|||||| |||stützend||||||||| Er legte seine lange Schnauze auf den Boden und schnüffelte schnell, dann rief er mit einer schrecklichen Stimme: "Snowball! He puts his long nose on the ground and sniffs quickly, then says in an eerie voice, "Snowball! Buradan geçmiş! Hier ist er vorbei!" It passed through here! Bu onun kokusu!" ||Geruch It's her scent!" diye bağırıyordu. |rief He was shouting. Napoléon'un her "Snowball!" Napoleon's every "Snowball!" diye bağırışında, köpekler dişlerini göstererek adamın kanını donduran hırıltılar çıkarıyorlardı. |крике|||||кровь|замораживающий||издавали |||||||dondierenden|Geräusche|machten Sie heulten, während die Hunde knurrten und die Zähne zeigten, und der Mann war vor Angst wie erstarrt. he shouted, the dogs baring their teeth, giving out growls that made the man's blood freeze.

Hayvanlar cin çarpmışa dönmüşlerdi. |порода|попавшие в|обратились ||geschlagen|waren zurückgekehrt Die Tiere waren, als hätten sie einen Schlag erlitten. The animals had become demon-possessed. Snowball sanki görünmez olmuş her an çevrelerinde dolanıyor, ne zaman ne kötülük yapacağı kestirilemiyordu. ||unsichtbar||||||||||| Snowball schien unsichtbar geworden zu sein, er schlich ständig um sie herum, und niemand konnte vorhersagen, wann er welches Unheil anrichten würde. It was as if Snowball was invisible, hovering around them at every moment, it was unpredictable when and what evil he would do. Squealer, akşamleyin bütün hayvanları bir araya topladı ve kaygılı bir sesle, önemli haberleri olduğunu söyledi. ||||||||besorgt|||||| Squealer versammelte abends alle Tiere und sagte mit besorgter Stimme, dass er wichtige Neuigkeiten hätte. Squealer gathered all the animals together in the evening and said in a worried voice that he had important news.

Tedirginlikle oradan oraya sıçrayarak, "Yoldaşlar!" mit Besorgnis|||springend| Mit Unruhe hin und her springend, rief er: "Genossen!" "Comrades!" diye bağırdı. rief er. he shouted.

"Dehşet verici bir haber aldık. "Wir haben eine schreckliche Nachricht erhalten. "We've had terrible news. Satılmış Snowball, Pinchfield Çiftliğinin sahibi Frederick'le birlik olmuş! |||Farm|||| Der verräterische Snowball hat sich mit Frederick, dem Besitzer der Pinchfield-Farm, verbündet! Sold Snowball teamed up with Frederick, owner of Pinchfield Farm! Frederick, bize saldırıp çiftliğimizi elimizden almayı planlıyormuş! ||angreifen|unsere Farm|||plantte Frederick plant, uns anzugreifen und unsere Farm in Besitz zu nehmen! Frederick was planning to attack us and take our farm away! Saldırı başladığında, Snowball kılavuzluk yapacakmış. |||führende|machen würde Als der Angriff begann, sollte Snowball führen. When the attack began, Snowball would guide. Dahası var. Es gibt noch mehr. There's more. Snowball'un burnu büyüklüğü ve açgözlülüğü yüzünden isyan ettiğini sanmıştık. ||||Gier|||| Wir dachten, er hätte sich wegen der Größe und Gier von Snowball rebelliert. We thought Snowball was rebelling because of his big nose and his greed. Oysa yanılmışız, yoldaşlar. |wir haben uns geirrt| But we were wrong, comrades. Gerçek neden neymiş biliyor musunuz? ||sei|| Do you know what the real reason is? Snowball daha başından Jones'un adamıymış! ||||Mann Snowball war von Anfang an Jones' Mann! Snowball was Jones' man from the start! Başından beri Jones'un gizli ajanıymış. ||||Agent Er war von Anfang an Jones' geheimer Agent. He was Jones' secret agent from the start. Ardında bıraktığı belgeleri az önce ele geçirdik ve her şey ortaya çıktı. hinter||Dokumente||||||||| Wir haben gerade die Dokumente in seinem Besitz beschlagnahmt und alles ist ans Licht gekommen. We just got hold of the documents he left behind, and it's all revealed. Bana kalırsa, her şey gün gibi açık, yoldaşlar. It seems to me that everything is clear as day, comrades. Ağıl Savaşı'nda bozguna uğrayıp yok olmamız için ne dolaplar çevirdiğini gözlerimizle görmemiş miydik zaten? |в битве||потерпев пораж||||||крутила|||разве не| |||||||||hatte|mit unseren Augen||| Haben wir nicht mit eigenen Augen gesehen, welche Machenschaften er gedreht hat, um bei der Schlacht von Ağıl zu scheitern und zu verschwinden? Haven't we seen with our own eyes what plots he was plotting so that we would be defeated and destroyed in the War of the Hollow? Neyse ki becerememişti." ||hatte es nicht geschafft Zum Glück hatte er es nicht geschafft. Fortunately, he couldn't." Hayvanlar apışıp kalmışlardı. |встряли| |verblüfft| Die Tiere waren perplex. The animals were stuck. Yel değirmenini yıkmaktan çok daha büyük bir ihanetti bu. ||разрушить|||||| ||zu zerstören|||||Verrat| Das war eine viel größere Verräterei, als die Windmühle zu zerstören. It was a greater betrayal than destroying the windmill. Ama ilk şaşkınlıkları geçer geçmez, Ağıl Savaşı'nda Snowball'un en ön saflarda nasıl yiğitçe çarpıştığını, geri çekilmeye kalktıklarında kendilerini nasıl toparlayıp yüreklendirdiğini, Jones'un tüfeğinden çıkan saçmalarla sırtından yaralandığı zaman bile nasıl ileri atıldığını anımsadılar ya da anımsar gibi oldular. ||удивление||не пройдет||||||в первых рядах|||сражался||отступить|||||подбадривал||||||||||||||||| ||Verwirrung||||||||||tapfer||||als sie versuchten||||ermutigt||Gewehr||mit den Haaren|von seinem Rücken|yaralandığı||||||erinnerten||||| Aber sobald ihre erste Überraschung vorbei war, erinnerten sie sich daran, wie tapfer Snowball an der Spitze im Krieg von der Scheune kämpfte, wie er sie aufmunterte und aufrichtete, als sie sich zurückziehen wollten, und wie er sich sogar vorwärts stürzte, als er von Jones' Gewehr beschossen wurde. But as soon as their initial astonishment wore off, they remembered, or seemed to remember, how Snowball had fought valiantly on the front lines in the Battle of the Hallows, how he had gathered and encouraged them when they tried to retreat, and how he had rushed forward even when Jones had been wounded in the back by the pellets from his rifle. Snowball'un savaştaki yararlıkları ile Jones'un gizli ajanı olmasını bağdaştırmak biraz zordu doğrusu. ||||||агент||сопоставить||| ||Nützlichkeiten||||||in Verbindung bringen||| Es war ehrlich gesagt etwas schwierig, Snowballs Verdienste im Krieg mit der Tatsache zu verbinden, dass Jones ein Geheimsagent war. It was a little difficult to reconcile Snowball's usefulness in war with Jones' being a secret agent. Pek az soru soran Boxer'ın bile kafası karışmıştı. |||задающий вопросы|||| |||stellt|||| Even Boxer, who had asked so few questions, was confused. Yere uzandı, ön ayaklarını altına aldı; gözlerini yummuş, kafasını toparlamaya çalışıyordu. |||||||закрыл||| |||||||geschlossen||| He lay down on the ground, tucked his forefeet under him; He closed his eyes, trying to clear his head.

"Ben buna inanmıyorum," dedi. "I don't believe it," he said. "Snowball, Ağıl Savaşı'nda aslanlar gibi çarpıştı. |||львы|| |||Löwen|| "Snowball fought like lions in the Battle of the Hallows. Gözlerimle gördüm. своими глазами| mit meinen Augen| I saw it with my own eyes. Savaş biter bitmez, ona 'Birinci Dereceden Kahraman Hayvan' nişanı vermedik mi?" |||||||||не дали| ||biter||||||Auszeichnung|vergeben| Sobald der Krieg vorbei war, haben wir ihm nicht die Auszeichnung 'Erster Grad Heldentier' verliehen? Didn't we give him the 'Hero Pet First-Rank' insignia as soon as the war was over?" Squealer, "Yanılmışız, yoldaş," diye karşılık verdi. Squealer antwortete: "Wir haben uns geirrt, Kamerad." "We were wrong, comrade," Squealer replied. "Aslında bizi yıkıma sürüklemeye çalışıyormuş meğer; ele geçirdiğimiz gizli belgeler her şeyi açıklıyor." |||ведет к|пытался|оказывается||которые мы захват|||||объясняют всё ||Zerstörung|sich zu ziehen||||erhaltenen||Dokumente||| "Tatsächlich hat er versucht, uns ins Verderben zu stürzen; die geheimen Dokumente, die wir erlangt haben, erklären alles." "Actually, it turns out he was trying to lead us to destruction; the classified documents we've got explain it all." "Ama yaralanmıştı," dedi Boxer. |был ранен|| |war verletzt worden|| “But he was hurt,” Boxer said. "Kanlar içinde oradan oraya koştuğunu hepimiz gördük." крови||||||видели Blut|||||| "We've all seen him run around covered in blood." "Danışıklı dövüşmüş!" сговоренный| abgesprochen|gekämpft "Es war ein inszenierter Kampf!" "It was a collusion!" diye bağırdı Squealer hoplaya zıplaya. rief Squealer hüpfend und springend. shouted Squealer, bouncing off. "Saçmalar sıyırıp geçmiş aslında. |проскочил|| |sich davonstehlen|| "Eigentlich hat er Unsinn geredet und ist durchgekommen." "The bullshit has actually gone. Okuma bilseydin, kendi yazısını gösterirdim sana; o zaman her şeyi anlardın. |||текст|||||||бы понял |wüsstest||schrift|würde ich zeigen||||||hättest du verstanden Wenn du lesen könntest, würde ich dir dein eigenes Geschriebenes zeigen; dann würdest du alles verstehen. If you could read, I would show you your own writing; then you would understand everything. Snowball'un tüm kirli çamaşırları ortaya çıktı: Alle dreckige Wäsche von Snowball kam ans Licht: All of Snowball's dirty laundry revealed: Bir punduna getirip geri çekilme emri verecek ve meydanı düşmanı bırakacakmış da haberimiz yokmuş. |||||приказ|прикажет|||врагу|оставит||новости| ein|Punduna|||Rückzug||||||||unserer Nachricht| Er würde einen Rückzugsbefehl erteilen und den Platz dem Feind überlassen, ohne dass wir davon wissen. We did not know that he would bring a punduna and order a retreat and leave the square to the enemy. Az kalsın başarıyormuş da. ||erfolgt| He almost succeeded. Aslında, hiç kuşkum yok yoldaşlar, eğer yiğit önderimiz Napoléon Yoldaş olmasaydı, mutlaka yapardı yapacağını. ||||||храбрый|наш вождь|||||| |||||||unserer Führer|||||| In fact, I have no doubt, comrades, that if it were not for our valiant leader Comrade Napoleon, he would certainly have done it. Jones ve adamları avluya daldıklarında, Snowball'un birden dönüp kaçmaya başladığını, birçok hayvanın da onun ardından gittiğini unuttunuz mu? ||||вошли||||||||||||забыли| ||||als sie eingedrungen sind||||||||||||| Have you forgotten that when Jones and his men burst into the courtyard, Snowball suddenly turned and fled, with many animals following him? İşte tam o anda, hepimizin paniğe kapıldığı ve savaşı kaybettiğini sandığı sırada, Napoléon Yoldaş'ın 'İnsanlığa Ölüm!' ||||||в панике находились|||что он проиграл|||||человечеству| ||||||kapitulierte|||verloren|||||| Genau in diesem Moment, als wir alle in Panik gerieten und dachten, wir hätten den Krieg verloren, erinnern Sie sich nicht daran, wie Genosse Napoléon 'Tod der Menschheit!' rief und sich nach vorne warf? At that very moment, when we all panicked and thought we had lost the war, Comrade Napoléon's 'Death to Humanity!' diye haykırarak nasıl ileri atıldığını, dişlerini Jones'un bacağına nasıl geçirdiğini anımsamıyor musunuz? |вопя||||||нога Джонса||вцепился|не помните| |||||||Bein|||erinnert| Erinnern Sie sich nicht daran, wie er seine Zähne in Jones' Bein grub? Don't you remember how she screamed, leaping forward, her teeth into Jones' leg? Bunu unutmuş olamazsınız, yoldaşlar!" ||könnt ihr nicht| Das können Sie nicht vergessen haben, Genossen! You cannot have forgotten that, comrades!” Squealer sahneyi bu kadar canlı bir biçimde anlatınca, hayvanlar da gerçekten anımsar gibi oldular. |||||||рассказывая|||||| |Szene||||||erzählte|||||| When Squealer described the scene so vividly, the animals really seemed to remember. En azından, savaşın o can alıcı anında Snowball'un geri dönüp tabanları yağladığını anımsıyorlardı. |||||||||||смазывал| |||||||||||geölt| At least, they remembered at that crucial moment of the battle, when Snowball came back and oiled the soles. Ama Boxer'da hâlâ bir tedirginlik seziliyordu. |в боксе||||ощущалась |Boxer||||war zu spüren But there was still a sense of uneasiness in Boxer. Sonunda baklayı ağzından çıkardı: "Snowball'un daha başından hain olduğuna inanmıyorum. |фасоль|||||||| |die Bohne|||||||| Finally he took the beans out of his mouth: "I don't believe Snowball was a traitor from the start. Sonradan yaptıklarına bir diyeceğim yok. |тому что ты||| I have nothing to say to what they did afterwards. Ama Snowball'un Ağıl Savaşı'nda tam bir yoldaş gibi davrandığı inancındayım." |||||||||я верю ||||||||verhielt|ich bin überzeugt But I believe Snowball behaved exactly like a comrade in the War of the Hallows." Squealer, kısık, ama kararlı bir sesle, "Bak, yoldaş," dedi. "Look, comrade," Squealer said in a low but firm voice. "Önderimiz Napoléon Yoldaş, Snowball'un ta başından beri, üstelik ortalıkta daha Ayaklanma'nın lafı bile yokken Jones'un ajanı olduğunu tartışılmaz bir biçimde, evet tartışılmaz bir biçimde açıklamış bulunuyor." |||||||||||слове||не было||||||||неоспоримо|||| |||||||||||||||||unbestreitbar|||||||| "Our leader, Comrade Napoleon, has declared indisputably, yes, unequivocally, that Snowball was an agent of Jones from the very beginning, and even before the Insurrection was even mentioned." Bunun üzerine, "Ha, o zaman başka!" On top of that, "Oh, that's another then!" dedi Boxer. said Boxer. "Napoléon Yoldaş öyle dediyse öyledir." |||gesagt hat| "If Comrade Napoleon said so, so it is." Squealer, "İşte, ben yoldaşlık ruhu diye buna derim!" ||||дух|||называю Squealer, "Das nenne ich den Geist der Kameradschaft!" Squealer said, "That's what I call the spirit of comradeship!" diye bağırdı. rief er.

Ama durmadan kırpıştırdığı ufacık gözleriyle, Boxer'a kötü kötü baktığı da gözlerden kaçmadı. ||показывая||||||||| |||winzig|mit seinen kleinen Augen||||besehen||| Aber es fiel nicht auf, dass er mit seinen ständig blinzelnden kleinen Augen böse zu Boxer schaute. But it did not go unnoticed that he glared at Boxer with his tiny eyes, which he kept blinking. Tam dönmüş gidiyordu ki, birden durdu ve etkileyici bir sesle ekledi: "Bu çiftlikteki bütün hayvanları uyarırım, gözünüzü dört açın. ||||||||||||||||||откройте |||||||||||||||ich warne|Augen|| He was just about to turn around when he suddenly stopped and added in an impressive voice: "I warn all the animals on this farm, keep your eyes peeled. Snowball'un ajanlarının şu anda bile ellerini kollarını sallayarak aramızda dolaştıkları besbelli!" |||||||||блуждают среди нас| |Agenten|||||||||offensichtlich Es ist offensichtlich, dass Snowballs Agenten sogar jetzt noch mit herumschlendern! It's obvious that Snowball's agents are waving among us even now!” Dört gün sonra, akşama doğru, Napoléon bütün hayvanların avluda toplanmasını emretti. |||||||||собраться| |||||||||Versammlung|befahl Vier Tage später, gegen Abend, befahl Napoleon, dass sich alle Tiere im Hof versammeln. Four days later, towards evening, Napoleon ordered all the animals to be gathered in the courtyard. Herkes toplandığında, göğsünde madalyalarıyla (bir süre önce, kendisine hem "Birinci Dereceden Kahraman Hayvan", hem de "İkinci Dereceden Kahraman Hayvan" nişanlarını vermişti) Napoléon belirdi; dokuz iri köpek de çevresinde dolanıyor, ikide bir hırlayarak tüm hayvanların yüreğine korku salıyorlardı. |||с медалями||||||||||||||||||||||||||||рыча|||||вдохновляли ||auf seiner Brust|mit seinen Medaillen||||||||||||||||Auszeichnungen|||||||||||||||||salıyorlardı Als sich alle versammelt hatten, erschien Napoleon mit seinen Medaillen auf der Brust (kurz zuvor hatte man ihm sowohl die Auszeichnung "Erster Grad Heldentier" als auch "Zweiter Grad Heldentier" verliehen); neun große Hunde umschwirrten ihn und knurrten gelegentlich, was allen Tieren Angst einjagte. When everyone was assembled, Napoléon appeared with medals on his chest (he had recently given himself both the "Hero of the First Order" and the "Heroic of the Second Order" insignia); And nine large dogs were circling around him, snarling every now and then, instilling fear into the hearts of all the animals. Çok kötü bir şey olacağını sezmişçesine, herkes sessizce yere çöktü. |||||||||сел |||||||||sank So wie es schien, dass etwas sehr Schlechtes passieren würde, saßen alle leise auf dem Boden. Everyone sank to the ground in silence, as if sensing that something terrible was going to happen.

Napoléon, orada dikilmiş, sert bakışlarla topluluğu süzüyordu; sonra ansızın tiz bir çığlık attı. ||стоял||суровым взглядом||осматривал|||||| ||||mit Blicken||sahte|||||| Napoléon stand dort, mit einem strengen Blick, der die Versammlung durchdrang; dann riss er plötzlich einen kreischenden Schrei aus. Napoleon stood there, staring hard at the crowd; then suddenly he let out a shrill cry. Köpekler, çığlığı işitir işitmez, fırladıkları gibi domuzlardan dördünü kulaklarından yakaladılar, acıdan ve korkudan ciyak ciyak bağıran hayvancıkları sürüyüp Napoléon'un ayaklarının dibine bıraktılar. ||услышат||как выскочили||||за уши|поймали за|от боли|||||кричащие|животных|тащили к||||оставили |Schrei|hört|hört||||vier|von den Ohren||vor Schmerz|||ciyak||schreiend|Tierchen|trieb|||| Sobald die Hunde den Schrei hörten, sprangen sie auf und packten vier der Schweine an den Ohren, zogen die quiekenden Tiere vor Schmerz und Angst zu Napoléons Füßen. As soon as the dogs heard the cry, they jumped up and grabbed four of the pigs by the ears, and drove the beasts screeching with pain and fear and dropped them at Napoleon's feet. Domuzların kulaklarından kanlar akıyordu, kanın tadını almış olan köpekler çılgına dönmüşlerdi. |||текла|кровь|||||сошли с у| |||floss||||||verrückt| Blood was pouring from the pigs' ears, the dogs that had tasted the blood went wild. Birden, köpeklerden üçü, herkesin şaşkın bakışları arasında Boxer'ın üstüne atıldı. ||||удивлённые||||| Suddenly, three of the dogs pounced on Boxer, to everyone's astonishment. Boxer, üstüne geldiklerini görür görmez, kocaman ön ayağını kaldırıp köpeklerden birini havada yakaladı ve yere çarptı. ||что они пришли|||||||||||||ударил о землю As soon as Boxer saw them land on him, he lifted his huge forefoot and caught one of the dogs in midair and crashed into the ground. Yere yapışan köpek çığlık çığlığa merhamet dilenirken, öteki iki köpek kuyruklarını bacaklarının arasına kıstırıp tabanları yağladı. ||||вопль|||||||между ног||прижимая к|| |||||Mitleid||||||||einklemmen|| Der am Boden liegende Hund schrie verzweifelt um Mitgefühl, während die anderen beiden Hunde ihre Schwänze zwischen die Beine klemmen und die Pfoten eicherten. The dog, clinging to the ground, screamed for mercy, while the other two dogs tucked their tails between their legs and oiled their soles. Boxer'ın gözü Napoléon'daydı; köpeği ezip gebertmeli miydi, yoksa salıp koyvermeli miydi? ||Наполеонe||||||отпустить|отпустить| ||Napoleon|||töten||||freilassen| Der Blick des Boxers war auf Napoléon gerichtet; sollte er den Hund platt machen und umbringen, oder ihn einfach gehen lassen? Boxer's eye was on Napoleon; Should he crush the dog or should he let it go? Napoléon'un suratı allak bullak olmuştu; Boxer'a, sert bir sesle, köpeği salıvermesini emretti. |лицо||вся в крови|||||||выпустить его| ||verrückt|durcheinander|||||||freilassen| Napoléons Gesicht war völlig verzweifelt; mit strenger Stimme befahl er Boxer, den Hund loszulassen. Napoleon's face was confused; He ordered Boxer in a stern voice to let the dog go. Bunun üzerine Boxer ayağını köpeğin üstünden çekti, köpek de acı iniltiler çıkararak sıvıştı oradan. ||||||||||стонал||сбежал от| ||||||||||Geräusche||| Daraufhin zog Boxer seinen Fuß vom Hund zurück, der Hund machte schmerzhafte Geräusche und schlich sich davon. At that, Boxer took his foot off the dog, and the dog, groaning bitterly, slipped away.

Az sonra ortalık sakinleşmişti. |||успокоилась |||war ruhig geworden Kurz darauf hatte sich die Situation beruhigt. Soon things calmed down. Suçlulukları yüzlerinden okunan dört domuz, tir tir titreyerek bekleşiyorlardı. вина||читаемое||||дрожащие||ожидали Die Schuld||gelesen|||||zitternd|warteten Die vier Schweine, deren schuldiges Aussehen ihnen ins Gesicht geschrieben stand, warteten zitternd. The four pigs, their guilt evident on their faces, waited, trembling. Napoléon, onlara dönerek suçlarını itiraf etmelerini istedi. |||преступления||чтобы они признали| |||ihre Verbrechen|geständnis|etwas tun| Napoléon verlangte von ihnen, ihre Vergehen zu gestehen. Napoleon turned to them and asked them to confess their guilt. Bunlar, Napoléon'un pazar toplantılarını kaldırmasına karşı çıkmış olan domuzlardı. ||||отмене||||свинки ||||Abhaltung||||Schweine Das waren die Schweine, die sich gegen Napoléons Entscheidung sträubten, die Marktversammlungen abzuschaffen. These were the pigs who had opposed Napoleon's abolition of Sunday meetings. Fazla direnmeden her şeyi itiraf ettiler: Çiftlikten kovulduğu günden beri gizlice görüştükleri Snowball ile yel değirmeninin yıkılmasında işbirliği yapmışlar, Hayvan Çiftliği'nin Bay Frederick'e aktarılması konusunda anlaşmaya varmışlardı. |||||||||||с которым встречались|||||разрушении ветр||||||господин Ф|передаче||соглашению|договорились |ohne Widerstand||||||seit er von der Farm gefeuert wurde|||||||||demontieren||||||an Frederick||||waren Ohne großen Widerstand gestanden sie alles: Seit dem Tag, an dem sie vom Bauernhof verbannt wurden, hatten sie heimlich Kontakte mit Snowball gehabt und bei dem Zusammenbruch der Windmühle zusammengearbeitet, und sie hatten sich darauf geeinigt, die Tierfarm an Herrn Frederick zu übertragen. They admitted everything without much resistance: they had collaborated with Snowball in the demolition of the windmill, with whom they had secretly met since the day he had been expelled from the farm, and had agreed that Animal Farm would be transferred to Mr. Frederick. Snowball'un, yıllardır Jones'un gizli ajanı olduğunu kendilerine itiraf ettiğini de söylemekten geri kalmadılar. ||||||||||||не остались They did not hesitate to say that Snowball had admitted to them that he had been Jones' secret agent for years. İtirafları tamamlanır tamamlanmaz, köpekler üstlerine atılıp boğazlayıverdiler. признания|как только завершатся|||на них||порвали горло die Geständnisse||||ihnen|sprangen|erledigten Sobald die Geständnisse beendet waren, sprangen die Hunde auf sie und erwürgten sie. As soon as their confession was complete, the dogs pounced on them and strangled them. Sonra, Napoléon yeniden topluluğa dönerek, korkunç bir sesle, "İtirafta bulunacak başka hayvanlar varsa, ortaya çıksınlar," dedi. |||сообществу|||||Признания||||||| ||||||||||||||sollen herauskommen| Dann wandte sich Napoleon wieder an die Versammlung und sagte mit schrecklicher Stimme: "Wenn es noch andere Tiere gibt, die ein Geständnis ablegen wollen, mögen sie hervortreten." Then, turning back to the crowd, Napoleon said in a terrible voice, "If there are other animals to confess, let them come forth." Yumurta isyanında başı çekmeye kalkışmış olan üç tavuk öne çıkıp rüyalarında Snowball'un kendilerini Napoléon'un buyruklarını dinlememeye çağırdığını açıkladılar. ||||попытались воз||||||снах|||||не слушать|призывал их| |||||||||||||||nicht zu hören|gerufen hat| Die drei Hühner, die versucht hatten, den Eieraufstand anzuführen, traten vor und erklärten, sie hätten in ihren Träumen gehört, dass Snowball sie dazu aufgerufen habe, Napoleons Befehlen nicht zu gehorchen. The three chickens who had taken the lead in the egg revolt came forward and announced in their dreams that Snowball had urged them not to obey Napoleon's orders. Ve o saat köpekler tarafından gırtlaklandılar. |||||погрызли г |||||erdrosselt Und in diesem Moment wurden sie von den Hunden erbärmlich geschnappt. And that hour they were strangled by dogs. Ardından, bir kaz çıktı ortaya ve geçen hasatta çalıp gizlediği altı buğday başağını geceleri gizli gizli yediğini itiraf etti. |||||||||скрывал|||колос пшени|||||| |||||||||versteckte|||||||yediğini|| Dann tauchte eine Gans auf und gestand, dass sie in der letzten Ernte heimlich sechs Weizenköpfe gestohlen und nachts gegessen hatte. Then a goose appeared and confessed that he had been eating six wheat ears secretly at night, which he had stolen and hidden at the last harvest. Sonra, koyunlardan biri, Snowball'un isteği üzerine, yalağa işediğini açıkladı. ||||||поилку|что он пописал| ||||||Tränke|uriniert| Dann erklärte eines der Schafe auf Bitten von Snowball, dass es in die Tränke gepinkelt hatte. Then, at Snowball's request, one of the sheep announced that he had peed in the trough. İki koyun da, Napoléon'a bağlılığıyla tanınan yaşlı bir koçu, öksürük nöbetleri tuttuğu bir sırada ateşin çevresinde kovalayarak öldürdüklerini itiraf ettiler. ||||преданностью|||||кашель|приступы кашля|который кашля|||огнем||гоняя|что убили|| ||||||||Widder||anfällen||||Feuer||verfolgend|sie|| Die beiden Schafe gestehen, dass sie den alten Schafhirten, der für seine Loyalität gegenüber Napoléon bekannt war, während eines Hustenanfalls umkreisten und töteten. Both sheep confessed to killing an old ram, known for his devotion to Napoleon, by chasing him around the fire while he was having coughing fits. Hepsi de oracıkta boğazlandı. |||была задушена |||erwürgt Alle wurden dort sofort hingerichtet. They were all strangled on the spot. İtiraflar ve idamlar böylece sürüp gitti. Признания||казни||| Geständnisse||Hinrichtungen||| So gingen die Geständnisse und Hinrichtungen weiter. Confessions and executions thus went on. Sonunda bir de baktılar, Napoléon'un ayakları dibinde cesetten geçilmiyor. ||||||||не пройти ||||||||nicht zu überqueren Schließlich schauten sie, und man konnte nicht um die Leiche herum, die zu Napoléon Füßen lag. Finally, they looked at the corpse at Napoleon's feet. Ortalığı kan kokusu kaplamıştı. |||hatte bedeckt Die Luft war vom Geruch von Blut erfüllt. There was the smell of blood all over the place. Jones'un kovulduğu günden bu yana çiftlikte böyle bir koku duyulmamıştı. |||||||||не было слышно |||||||||war nicht gehört worden So einen Geruch hatte man auf der Farm seit dem Tag, an dem Jones entlassen wurde, nicht mehr wahrgenommen. There hadn't been a smell like this on the farm since Jones was fired. Her şey bittikten sonra, domuzlar ve köpekler dışında bütün hayvanlar birbirlerine sokularak oradan uzaklaştılar. |||||||||||прижимаясь друг к|| |||||||||||nahekommen|| After it was all over, all the animals, except the pigs and the dogs, huddled and walked away. Kuyruklarını kısmışlar, tir tir titriyorlardı. |сжали|||дрожали ||||zitterten Sie hatten ihre Schwänze eingezogen und zitterten vor Angst. Their tails parted, they were trembling. Hangisinin daha korkunç olduğunu kestiremiyorlardı: Snowball'la birlik olan hayvanların ihaneti mi, yoksa az önce tanık oldukları acımasız misillemeler mi? ||||не могли предсказать|||||||||||||репрессии| |||||||||Verrat||||||||Vergeltungen| Sie konnten nicht abschätzen, welches schlimmer war: der Verrat der Tiere, die sich Snowball angeschlossen hatten, oder die grausamen Vergeltungsmaßnahmen, die sie gerade miterlebt hatten? They couldn't tell which was more gruesome: the betrayal of the animals who had teamed up with Snowball, or the brutal reprisals they had just witnessed. Eskiden de böyle kanlı kıyımlara az tanık olmamışlardı, ama hiç değilse birbirlerini boğazlamıyorlardı. |||||||не были свидетелями|||||не резали друг друга ||||Massakämpfen|||waren sie nicht||||| Früher hatten sie ebenfalls einige blutige Massaker miterlebt, aber zumindest hatten sie sich nicht gegenseitig die Kehlen durchgeschnitten. They had not seen such bloody massacres before, but at least they did not slaughter each other. Jones kovuldu kovulalı, bir hayvanın başka bir hayvanı öldürdüğü görülmemişti. |уволен|с тех пор как||||||убийство| |entlassen|||||||getötet hat| Since Jones has been fired, no animal has ever been seen killing another animal. Bir sıçan bile öldürülmemişti. |||не была убита |Rat||war nicht getötet worden Eine Maus war nicht einmal getötet worden. Not even a rat was killed. Yarısı tamamlanmış yel değirmeninin bulunduğu küçük tepenin oraya vardıklarında, sanki ısınmaya çalışıyormuşçasına birbirlerine yanaşarak yere uzandılar. ||||||||||разогреваться|как будто||приближаясь друг|| |||||||||||als ob es versuchen würde||nahegingend|| Als sie den kleinen Hügel erreichten, auf dem sich die zur Hälfte fertiggestellte Windmühle befand, legten sie sich auf den Boden, als ob sie versuchen würden, sich zu wärmen. When they got to the little hill where the half-completed windmill was located, they lay down on the ground, side by side as if trying to warm up. Clover, Muriel, Benjamin, inekler, koyunlar, kazlar, tavuklar, herkes oradaydı. Clover, Muriel, Benjamin, die Kühe, die Schafe, die Gänse, die Hühner, alle waren da. Clover, Muriel, Benjamin, the cows, the sheep, the geese, the chickens, everyone was there. Bir tek, Napoléon'un tüm hayvanların toplanmasını buyurmasından az önce ansızın ortalıktan kaybolmuş olan kedi yoktu aralarında. ||||||приказа о||||||||| ||||||von der Anordnung||||||||| Not only was the cat missing, who had suddenly disappeared just before Napoleon ordered all the animals to be assembled. Bir süre kimse konuşmadı. |||не говорил For a while no one spoke. Yalnız Boxer ayaktaydı. ||стоял Only Boxer was standing. Yerinde duramıyor, uzun siyah kuyruğunu iki yana sallayıp duruyor, şaşkınlık içinde hafif hafif kişniyordu. |||||||виляя||||||фыркал слегка |||||||schwappend||||||wieherte Er kann nicht stillstehen, schwenkt ständig seinen langen schwarzen Schwanz hin und her und wiehert leise vor Überraschung. He couldn't sit still, waving his long black tail from side to side, neighing slightly in surprise. Sonunda dedi ki: Schließlich sagte er: Finally he said:

"Olup bitene akıl sır erdiremiyorum. ||||не могу понять |zu Ende|Verstand|Sinn|erklären "Ich kann das, was passiert, nicht begreifen. "I can't fathom what's going on. Kırk yıl düşünsem çiftliğimizde böyle şeyler olacağı aklıma gelmezdi. |||на нашей ферме||||| |||auf unserem Bauernhof||||| If I thought for forty years, I would not have thought that such things would happen on our farm. Bir yanlış yapmış olmalıyız. We must have made a mistake. Bana sorarsanız, tek çıkar yol, daha sıkı çalışmak. If you ask me, the only way out is to work harder. Ben kendi payıma, bundan böyle sabahları bir saat daha erken kalkacağım." ||||||||||встану ||Anteil|||||||| Ich werde für meinen Teil ab jetzt jeden Morgen eine Stunde früher aufstehen. For my part, I'll be up an hour earlier in the morning from now on." Olanca hantallığıyla tırısa kalkıp taşocağının yolunu tuttu. ||прыгая|||| ||schnell|||| Mit aller Trägheit sprang er auf und machte sich auf den Weg zum Steinbruch. With all his clumsiness, he trotted to the quarry. Oraya vardığında, arabayla iki posta taş taşıdı yel değirmenine, sonra da gidip yattı. ||||||||||||лег спать ||||Poste|||||||| Als er dort ankam, transportierte er mit dem Auto zwei Lasten Steine zur Windmühle und legte sich dann schlafen. When he got there, he carried two pieces of stone to the windmill, and then went to bed.

Hayvanlar Clover'ın çevresine toplaşmışlardı, kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. ||||||нож|не открывалась |||waren versammelt||||öffnete The animals were huddled around Clover, no one spitting a knife. Bulundukları tepeden, çepeçevre uzanıp giden kırları görebiliyorlardı. |||||поляны| |||||Felder| From the hill they were standing on, they could see the countryside stretching out all around. Hayvan Çiftliği'nin büyük bir bölümü görüş alanlarındaydı: anayola kadar uzanan otlak, biçilip kurutulmuş otlar, koru, yalak, sürülmüş tarlalarda filiz vermeye başlamış gür, yeşil ekinler, çiftlik binalarının kırmızı damları ve dumanı tüten bacalar... Pırıl pırıl bir ilkbahar akşamıydı. ||||||||||пастбище||сушеный||||вспаханные|||||пышные||||||кровли фермер||дым|дымящиеся|дымы|||||вечер был ||||||||||Weide||getrocknet|||Tränke|gepflügt||Saat|||üppig||||||damme|||tüten|Bacalar|Pırıl|pırıl|||es war Abend Most of Animal Farm was within sight: the grassland that extended to the main road, the mown grass, the grove, the trough, the lush green crops sprouting in the plowed fields, the red roofs of the farm buildings and the smoking chimneys. It was a sparkling spring evening. Güneş ışınlarının vurduğu çimenler ve yaprak fışkıran çitler ışıl ışıldı. ||попадали на|||листья|блестящие||сверкали|сверкали ||getroffen hat||||springenden|||glänzten Die von Sonnenstrahlen beleuchteten Gräser und die blühenden Hecken leuchteten hell. The sun-drenched grass and leaf-sprinkling hedges gleamed. Çiftlik gözlerine hiç bu kadar güzel görünmemişti. ||||||не выглядела Der Bauernhof hatte ihnen nie so schön ausgesehen. The farm has never looked so good to her eyes. Birden, burasının kendi çiftlikleri olduğunu hatırladılar; bu toprakların her bir karışı onlarındı. |||||вспомнили они||земля|||| |||||||dieses Land|||Zentimeter| Plötzlich erinnerten sie sich, dass dies ihr eigener Bauernhof war; jeder Zentimeter dieses Landes gehörte ihnen. They suddenly remembered that this was their farm; Every inch of this land was theirs. Tepeden aşağılara bakarken, Clover'ın gözleri yaşardı. |вниз|||| |nach unten|||| Clover's eyes filled with tears as he looked down the hill. Düşüncelerini dile getirebilse, yıllar önce insan soyunu alaşağı etmek üzere yola çıktıklarında, hedeflerinin asla bu olmadığını söyleyecekti. ||мог бы выразить||||||||||||||скажет ||||||Rasse|stürzen||||sie ausgehen|Zielen|||| Würde er seine Gedanken äußern können, würde er sagen, dass es vor Jahren, als sie sich aufmachten, die Menschheit zu stürzen, niemals ihr Ziel gewesen sei. If he could voice his thoughts, he would say that this was never their goal when they set out to overthrow the human race years ago. Koca Reis'in ilk Ayaklanma çağrısını yaptığı o gece düşledikleri, bu şiddet ve kıyım olabilir miydi? ||||призыв||||они мечтали|||||| ||||||||von ihnen geträumt||||Massaker|| Konnte es die Gewalt und das Gemetzel sein, die sie sich in jener Nacht ausmalten, als der große Führer seinen ersten Aufstand ausrief? Could this violence and carnage be what they dreamed of that night when Big Chief made his first call for the Uprising? Kendisinin gözünde canlandırdığı gelecekte, hayvanların açlık ve kırbaçtan kurtuldukları, herkesin eşit olduğu, herkesin kendi gücüne göre çalıştığı ve Koca Reis'in konuştuğu gece yolunu şaşırmış ördek yavrularına kucak açtığı gibi güçlülerin zayıfları koruduğu bir toplum vardı. ||воссозданном|||||||||||||||||||||||утята|обнимает|||сильные|слабых|защищали||общество| ||verblasst||||||sie befreit werden||||||||||||||||||kucak|||der Starken|zayıfları|schützte||| In der Zukunft, die er sich vorstellte, gab es eine Gesellschaft, in der die Tiere von Hunger und Peitsche befreit waren, in der alle gleich waren, jeder nach seinen Kräften arbeitete und die starken, wie der große Führer, die schwachen Entenküken schützten. In the future he envisioned, there was a society where animals were spared hunger and whipping, where everyone was equal, everyone worked according to their own strength, and the strong protected the weak, just as they embraced the stray ducklings at night when the Big Chief spoke. Oysa, nedendir bilinmez, kimsenin düşüncesini açıklamaya cesaret edemediği, her yerde azgın, yabanıl köpeklerin hırlayarak kol gezdiği, yoldaşlarının korkunç suçları itiraf ettirildikten sonra paramparça edilişini seyretmek zorunda kaldıkları bir toplum çıkmıştı ortaya. ||||||||||бешеных||||||товарищей||преступлениях||после того как призн|||разделки его|наблюдать за||которым пришлось||общество|| |||||||||||||knurrend|kol|geht|seiner Gefährten|||||||edilişini||||||| Doch, aus welchem Grund auch immer, war eine Gesellschaft entstanden, in der niemand den Mut hatte, seine Meinung zu äußern, wo überall wilde, zottelige Hunde brüllten und wo die Gefährten gezwungen waren, zuzusehen, wie ihre schrecklichen Verbrechen gestanden und dann zerfetzt wurden. Yet, for some unknown reason, a society had emerged where no one dared to express their opinion, where fierce, wild dogs roamed everywhere, and where they had to watch their comrades smashed to pieces after being confessed to their dreadful crimes. Ama aklından, ayaklanalım ya da başkaldıralım gibisinden düşünceler geçmiyordu. ||восстанем||||||не проходили |||||aufbegehren|||gingen nicht Aber er hatte nicht einmal den Gedanken, dass wir uns erheben oder auflehnen sollten. But he was not thinking of whether we should revolt or rebel. Şu içinde bulundukları durumun bile Jones'un zamanındakinden çok daha iyi olduğunu ve her şeyden önce insanların çiftliğe geri dönmelerinin önlenmesi gerektiğini biliyordu. |||||||||||||||||||предотвращение|| ||||||||||||||||||Rückkehr||| Er wusste, dass die aktuelle Situation viel besser war als zur Zeit von Jones und dass vor allem die Rückkehr der Menschen zum Hof verhindert werden musste. He knew that even the current situation they were in was much better than in Jones' time, and that above all people should be prevented from returning to the farm. Ne olursa olsun yönetime bağlı kalacak, kendisine verilen emirleri harfi harfine yerine getirecek ve Napoléon'un önderliğini kabullenecekti. |||||||||||||||лидерству Наполе|примет руководство |||||||||||||||Führung| No matter what, he would stick to the government, follow the orders given to him to the letter, and accept Napoleon's leadership. Ama gene de, onca umudun, onca emeğin karşılığı bu olmamalıydı. |||||||||не должно было быть |||so viel|Hoffnung|so viel||||sollte nicht Aber dennoch sollte das nicht der Preis für all diese Hoffnung und Mühe sein. But still, this should not have been the reward for all that hope and effort. Yel değirmenini onca güçlükle inşa etmelerinin, Jones'un tüfeğinden çıkan saçmalara göğüslerini germelerinin karşılığı bu mu olmalıydı? ||||||||||грудь их|грудями их|||| |||||ihre||||||das Germen|||| Sollte das die Belohnung für all die Mühe sein, die sie in den Bau der Windmühle gesteckt haben, und dafür, dass sie sich den Kugeln von Jones' Gewehr entgegenstemmen? Was this to be the reward for building the windmill with so much difficulty, for putting their breasts on the pellets from Jones' rifle? Böyle düşünüyor, ama aklından geçenleri söze döküp dile getiremiyordu. ||||проходящие мысли||||не мог ||||||ausdrücken||konnte nicht ausdrücken So dachte er, konnte aber seine Gedanken nicht in Worte fassen. He thought so, but he could not put into words what was on his mind.

Sonunda bir bakıma, dile getiremediği sözcüklerin yerini tutacağını düşünerek, İngiltere'nin Hayvanları şarkısını söylemeye başladı Clover. ||||не смогла выразить|словам слов||заменит их||||||| ||in gewisser Hinsicht||bringen konnte|||einnehmen wird||||||| Finally, Clover began to sing Beasts of England, thinking that it would somehow replace the words he could not express. Çevresinde oturmakta olan öteki hayvanlar da şarkıya katıldı. |сидящие вокруг|||||| |sitzen|||||| Other animals sitting around him joined in the song. Şarkıyı tam üç kez, üstelik çok güzel okudular; ama hiç bu kadar ağır ve hüzünlü söyledikleri görülmemişti. |||||||они пели||||||||| |||||||haben gelesen||||||||| They sang the song three times, and very well; but they had never seen such heavy and sad words.

Tam bitirmişlerdi ki, yanında iki köpekle Squealer göründü; belli ki, önemli bir şey diyecekti. |они закончили||||||||||||собирался сказать |hatten beendet|||||||||||| Just when they had finished, Squealer appeared with two dogs by his side; obviously he was going to say something important. Yanlarına geldiğinde, Napoléon Yoldaş'ın özel bir kararıyla, İngiltere'nin Hayvanları şarkısının yürürlükten kaldırıldığını açıkladı. ||||||||||в силе|отменили| |||||||||||abgeschafft| Arriving at them, he announced that, by special decision of Comrade Napoléon, the song Beasts of England had been repealed. Artık İngiltere'nin Hayvanları'nı söylemek yasaktı. ||животных|| ||Tiere|| It was forbidden to sing Beasts of England any longer. Hayvanlar şaşırmışlardı. |были удивлены |waren überrascht The animals were surprised.

Muriel, "Niçin?" Muriel: "Why?" diye bağırdı.

Squealer, diklenerek, "Artık gereği kalmadı, yoldaş," dedi." |высоко подняв||||| |aufgerichtet||||| Squealer stellte sich auf und sagte: "Jetzt ist es nicht mehr nötig, Genosse." "No more need, comrade," said Squealer, standing up. İngiltere'nin Hayvanları, Ayaklanma'nın şarkısıydı. |||песня |||Lied Die Tiere Englands waren das Lied der Rebellion. Beasts of England was the song of the Uprising. Ayaklanma artık tamamlandı. ||ist abgeschlossen Die Rebellion ist jetzt abgeschlossen. The uprising is now complete. Bugün öğleden sonra hainlerin idam edilmesi son aşamaydı. |||||||последний этап |||der Verräter||||war Heute Nachmittag war die Hinrichtung der Verräter der letzte Schritt. The execution of the traitors this afternoon was the final stage. Hem içteki, hem de dıştaki düşmanlar yenilgiye uğratıldı. |внутренние|||внешние|враги|поражению|были побеждены ||||äußeren|Feinde||wurden besiegt Sowohl die Feinde im Inneren als auch die im Ausland wurden besiegt. Enemies, both internal and external, were defeated. İngiltere'nin Hayvanları şarkısında, gelecekte kurulacak daha güzel bir topluma özlemimizi dile getiriyorduk. ||||будет создана|||||нашу тоску||выражали мы |||||||||unseres Sehnens||bringen In dem Lied 'Tiere' von England äußerten wir unser Sehnen nach einer schöneren Gesellschaft, die in der Zukunft entstehen wird. In the song "Beasts of England" we expressed our longing for a better society in the future. O toplum artık kurulmuş olduğuna göre, bu şarkının bir anlamı kalmamıştır." |||существует||||||| Now that that society has been established, this song has no meaning." Çok korkmuş olmalarına karşın hayvanlardan bazıları karşı çıkmaya hazırlanıyorlardı ki, koyunların her zamanki gibi, "Dört ayak iyi, iki ayak kötü!" |||||||выступать против|готовились||||||||||| ||||||||sie bereiteten sich vor||||||||||| Although they were terrified, some of the animals were getting ready to protest when the sheep said as usual, "Four legs good, two legs bad!" diye melemeye başlamaları tartışmayı başlamadan bitirdi. they started bleating, ending the discussion before it even started.

O günden sonra İngiltere'nin Hayvanları şarkısı bir daha hiç duyulmadı. |||||||||gehört From that day on, the Beasts of England song was never heard again. Onun yerine, şair Minimus başka bir şarkı bestelemişti. |||||||komponiert Stattdessen hatte der Dichter Minimus ein anderes Lied komponiert. Instead, the poet Minimus had composed another song. Şarkı şöyle başlıyordu: ||начиналась Das Lied begann so: The song began like this:

Hayvan Çiftliği, Hayvan Çiftliği, inan,  Benden sana zarar gelmez hiçbir zaman! Tierfarm, Tierfarm, glaube mir, von mir geht dir niemals ein Schaden! Animal Farm, Animal Farm, believe me, you will never be harmed by me!

Yeni şarkı, her pazar bayrak göndere çekildikten sonra söyleniyordu. The new song was sung every Sunday after the flag was hoisted. Ama nedense hayvanlar, bestesini de, güftesini de, İngiltere'nin Hayvanları kadar sevememişlerdi. |||||Text des Liedes|||||hatten sie nicht lieben können Aber aus irgendeinem Grund konnten die Tiere weder die Melodie noch die Texte so sehr lieben wie die Tiere Englands. But for some reason the animals did not like the composition or the lyrics as much as the Animals of England.