×

Używamy ciasteczek, aby ulepszyć LingQ. Odwiedzając stronę wyrażasz zgodę na nasze polityka Cookie.


image

TED x Istanbul, Masal Gibi Yaşamalı Hayatı | Talat Kırış | TEDxIstanbul

Masal Gibi Yaşamalı Hayatı | Talat Kırış | TEDxIstanbul

Transcriber: Hakan Akgün Gözden geçirme: Figen Ergürbüz

Prof. Dr. Talat KIRIŞ Nöroşirürji Uzmanı

Özge ziyaretime geldi. ''Hocam'' dedi.

''19 Mayıs'taki TEDx etkinliğinde sizi mutlaka aramızda görmek istiyoruz.''

Ben hasta yatağımda, öksürükler içinde halsiz mecalsiz yatarken,

hayır diyemediğimden ''İyi o zaman'' diyebildim.

İşte şimdi aranızdayım.

Ama biraz hınzırca, biraz da inadına, hüzünlü bir konuşma yapacağım.

Özge benden pozitif cıvıl cıvıl bir konuşma istemişti.

Bir masal anlatacağım size bugün.

Bir küçük İstanbul masalı.

İçinde doğup büyüdüğüm, sevindiğim,

üzüldüğüm, okullarını okuduğum,

yıllardır insanların beyinlerini ameliyat ettiğim,

bir dünya kongresinin başkanlığını yaptığım,

yağmurlarında ıslanıp,

lodos estiğinde bütün İstanbullular gibi gerildiğim,

bir küçük İstanbul masalı.

Hâlâ gece yarıları tekinsiz sokaklarında

cılız ışıklarda grafitilerini fotoğrafladığım şehrime dair bir masal.

Bir fotoğraf karesinde, şehri, maziyi,

hayalleri ve aşkı yeniden keşfetmek üzerine bir masal.

Masallarda hüzün ile sevinç yanyana durur ve

gökten elmalar düşerken de payınıza düşeni alırsınız.

Masallarda gerçek üstü öyküler anlatılır. Onun için güzeldirler, hayata benzerler ve

hayatımızdaki onca sahteliğin arasında en samimi hakikatler de masallarda bulunur.

Masal gibi yaşamalı hayatı.

O zaman tek bir geçmişiniz ve tek bir geleceğiniz olmaz.

Mümkün geçmişleriniz ve mümkün gelecekleriniz olur.

Anlarınız ve tercihlerinizle şekillenir. mümkün geçmişleriniz ve gelecekleriniz.

Her zaman masal gibi yaşadığınızda, tercihlerinizi

hayâllerinizden yana kullanırsınız, korkmazsınız.

Şimdi Sinbad gibi dalalım masalımızın içine.

Antarktika'da, Spirit of Sydney yelkenlisinde,

bir gece,

yedi denizden mürettabatla içiyorduk.

Kavafis'in şiiri geldi aklıma.

Dedin "bir başka ülkeye gideceğim, bir başka denize gideceğim.

Bundan daha iyi bir başka ülke bir başka kent bulunur elbet."

Yeni ülkeler bulamayacaksın, başka denizler bulamayacaksın.

Bu kent peşini bırakmayacak. Aynı sokaklarda dolaşacaksın,

aynı mahallede yaşlanacaksın; Aynı evlerde kır düşecek saçlarına.

Bu kentdir gidip gideceğin yer. Başkasını umma.

Spirit of Sydney yelkenlisinde,

Antarktika'da, hiçbir kenti olmayan, o denizin kıyısında,

7 Aralık 2013'te bir kutlama yaptık.

Kızımın doğum gününü ve başka güzel şeyleri.

Şili şarabı su gibi akıp gitti. Herkes şarkılar söyledi.

Ben de mürettebata Türkçe şarkılar dinlettim.

Gecenin bir yarısı herkes sarhoşken,

kendimizi Fikrimin İnce Gülü'nü söylerken bulduk.

Sonra herkes ranzalarına çekilip uyudu.

Ben dışarı çıktım. Gece saat 3'tü.

Ortalık gündüz gibi aydınlıktı. Antarktika'nın yazında gece olmuyor.

Spirit of Sydney, Lemaire Kanalı'nda demirliydi. Karşımızda çenesi çizgili

penguenlerden oluşmuş bir sürü ve küçük bir fok ailesi vardı.

Deniz çırpıntılı, hava soğuktu. Penguenler mır mır konuşuyorlardı.

İnce bir kar yağmaya başladı ve İstanbul peşimden geldi.

Not tuttuğum bir defterim vardı. Buz dağlarının gri mavi ışıklarında,

yansıyan hayallerimi sözcüklerle resmettiği.

O defterimin arasında Kavafis'in şiiri, sararmış bir fotoğraf ve Atilla İlhan'ın

İstanbul Ağrısı yan yana duruyordu.

O fotoğrafta Madam Anahit ile resmimiz,

yaprakların arasından Atilla İlhan'ın dizelerine dolanmış bana bakıyordu.

İstanbul Ağrısı uzun bir şiirdir. Hayatımın şiirlerinden biridir aslında.

O şiirde geçen İstanbul'u eski bir kitap gibi koltuğunun altında götürmek istediği

Sicilyalı balıkçılara Marsilyalı dok işçilerine satır satır anlatmak

istediği satırlar hayallerimi süslemiştir.

Biraz da onun için denizci olmuşumdur.

Biraz da onun için yelkenleri öğrenmişimdir.

Ne zaman seyyaleyle Akdeniz'de bir seyir yapsak

bir limana yanaşırken o dizeleri hatırlamışımdır.

Spirit of Sydney'in havuzluğunda oturdum,

İstanbul Ağrısı'ndan bir bölüm okumaya başladım.

"sonbahar karanlıklıları tuttu tutacak

Tarlabaşı pansiyonlarında bekarlar buğulanıyor

imtihan çığlıkları yükseliyor üniversiteden

diesel kamyonları Tophane İskelesi'nde sarhoş

direksiyonlarının koynuna girmiş bıçkın şoförler uykusuz dalgalanıyor

ulan İstanbul bu sen misin senin ellerin mi bu eller

ulan bu gemiler senin gemilerin mi

minarelerini kürdan gibi dişlerinin arasında liman liman götüren

ulan bu mazot tüküren bu dövmeli gemiler senin mi

akşamlar yassıldıkça neden böyle devleşiyorlar

neden durmaksızın imdat kıvılcımları fışkırıyor antenlerinden

neden

peki İstanbul ya ben

ya mısralarını dört renkli duvar afişleri gibi boy boy

gümrük duvarlarına yapıştıran yolcu Abbas

ya benim kahrım ya senin ağrın

ağır kabaranlarınla uykularını ezerek deliksiz bıraktığın

çaresiz zehirler kusan çılgın bir yılan gibi burgu burgu içime boşaltığın

o senin ağrın o senin

sen eğer yine İstanbul'san yanılmıyorsam koltuğumun altında eski bir kitap diye

götürmek istediğim Sicilyalı balıkçılara Marsilyalı dok işçilerine

satır satır okumak istediğim sen eğer yine İstanbul'san

senin ağrınsa iğneli beşik gibi her tarafımda hissettiğim

ulan yine sen kazandın İstanbul sen kazandın ben yenildim

kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar emrindeyim

ölsem yalnız kalsam parasız kalsam cüzdanım kaybolsa

kimsesiz kalsam tenhalarda kalsam

sen eğer yine İstanbul'san

senin ıslıklarınsa kulaklarıma saplanan bu ıslıklar

gözbebeklerimde gezegenler gibi dönen yalnızlığımdan

bir tekmede kapılarını kırıp çıktım demektir"

(Alkış)

O kapıdan çıktım ve kendimi yıllar öncesinde

Çiçek Pasajı'nda Cavit'in Yeri'nde buldum.

Sıkı meyhaneciydi Cavit.

Ağzına içki koymazdı. Yeşilay üyesiydi.

Kadınları mayfer leydi diye buyur eder, erkeklere ekselans derdi.

Lakabı, entellektüel Cavit'ti.

Bir kaç yıl önce 80 yaşında öldü.

İlk defa babamla oraya gitmiştik. 18 yaşımdaydım.

Bana meyhane adabını öğretmişti.

Nasıl oturulur? Nasıl kalkılır? Nasıl içilir?

Ama daha önemlisi, meyhanenin yalnızca içki içilecek bir yer olmadığını,

ama sohbet edilecek, edebiyat konuşulacak, şiir konuşulacak,

hatta ders çalışabilecek bir yer olduğunu öğretmişti.

Sonraları tıbbiyedeyken daha sık gitmeye başladık.

Bir elimizde temel bilimler notları, bir elimizde şiir kitapları...

Nazım Hikmet, Hasan Hüseyin, Can Yücel, Bedri Rahmi.

Sonraları aşk kapıyı çaldığında Cemal Süreya tabii.

Bir de Özdemir Asaf, bir de Atilla İlhan.

Ağır takılıyorsak Melih Cevdet, Ece Ayhan, bir de Metin Eloğlu.

Madam Anahit ile ilk tanışmamız o yıllardı.

Bizler tıfıl öğrencileriz, Madam ise ağır abla.

Daha bira düzeyindeyiz, açılmamışız denizlere.

Yine de yazıyoruz kendimizce.

Ben mesela Düşün Dergisi'nin masal yarışmasına katılmışım.

Soğuk bir İstanbul sabahında sonuçlar açıklandığında,

ayın ilk günü,

derginin paketini çözen ilk gazete bayisinde,

orta sayfada adım, yanında masalım. Daha Dünya Bebekken.

Rahmetli Onat Kutlar'ın elinden ödül almak bahtiyarlığına da erişmiştim.

Onat Kutlar yıllar sonra Taksim'de, bir hotelin altında kahvesini yudumlarken,

patlayan bir bomba ile öldürüldüğünde,

bana ödül verirken, Taksim'e her indiğimde içimde gülen gözlerini taşımıştım.

Daha Dünya Bebekken, Kuzey Kutbu ile Güney Kutbu'nun

imkansız aşkını anlatan bir masaldı. Yani kutuplara sevdam o zamanlardan.

Çok gençtim, çok heyecanlıydım ve yıllar sonra Grönland'tan aldığım bir taşı

Antarktika'da buzların arasına bırakırken, penguenlerden utanmasam ağlayacaktım.

Masalım gerçek olmuştu, sevgililer kavuşmuştu.

İstanbul ile el ele tutuşarak yılları yürüdük.

Beyin cerrahisinde asistandım.

Hayatı her yönüyle yaşamak, eşek sudan gelinceye kadar yorulup,

yine de geceleri jilet gibi bu şehirle sevişmek fena halde bize yakışıyordu.

Cavit'in Yeri'nde üç garson vardı, üç kardeş.

Ben en büyükleri Şevket ile ahbaptım.

Beyaz bir Renault'u vardı.

İçkiyi fazla kaçıranları geceleri evine bırakırdı.

Akciğer kanserinden öldü.

Kardeşleri Cengiz ile Vedat.

Madam Anahit ile fotoğrafımız o yıllarda çekilmişti.

Beyin cerrahisi dergilerinde makalelerim yayınlanmaya başlamıştı.

Gazetede yazılarım, sanat dergilerinde denemelerim ve öyküm;

Kurşun Asker ile Balerin.

Kırmızı bir elma gibi şehvetle hayatı ısırıyordum ve

gece yarıları İstanbul'un boynuna bir öpücük konduruyordum.

Madam Anahit ile dostluğumuz ayrıydı.

Bir kambur balina zerafetiyle meyhanelerin arasında süzülürdü.

Bir masaya yanaştığında, Papatya Gibisin Beyaz ve İnce'yi çalardı.

Cavit'in yerine yalnız başına gitmeye başlamıştım.

Asma katta her zamanki masamda oturur, saatlerce okurdum.

Okyanuslara açılmıştık artık.

Köşedeki balıkçıdan alınmış füme uskumru, az beyaz peynir, iki duble rakı.

Masanın üstünde yanyana duran nöroşirurji yazıları

ve Latin Amerika'nın kesik damarları.

Kortazar, Márquez, Borges ve beni kalbimden yaralayan öyküleri.

Graffiti, Karda Kan İzlerin, ve Yolları Çatallanan Bahçe.

Kendimi okuduğumdan beri zaman labirentlerine atıp durduğum

ve her seferinde yolumu yitirdiğim o muhteşem öykü.

Madam meyhanenin kapısından girdiğinde, beni görünce Mazi'yi çalardı.

Mazi kalbimde bir yaradır bahtım saçlarından karadır

beni zaman zaman ağlatan işte bu hazin hatıradır

ne göğsünde uyuttu beni ne bûseyle avuttu beni

geçti ardından uzun yıllar o kadın da unuttu beni

Sonra gelir yanıma otururdu.

Şevket acilce iki bardağı yetiştirirdi. Ben bir parça peyniri tabağına bölerdim.

Konuşmya başlardık.

Herkesle içmezdi Madam, benle içerdi.

Birbirimize anlatacak hikayelerimiz olurdu.

İstanbul'un muhteşem kadınlarındandı.

Bedeninin bir parçası olmuş akordeonu, iki yanağında elma şekeri gibi iki allık,

kırmızı ruju ve her zaman gülen gözleriyle konuşurduk, anlatırdı.

Bir beni gördüğünde, bir de kalkarken Mazi'yi mutlaka çalardı.

Bana bir defanın yetmediğini bilirdi. Belki de kendi için çalardı bilmiyorum.

Ama sonuna kadar beraber söylerdik.

"Ben de gönül çektim eskiden yandı hayatım bu sevgiden

anladım ki bir aşka bedel gençliğimmiş elimden giden

önünde ben geldim de dize yar olmadı bu kimse bize

en nihayet düşüp can verdim gözündeki yeşil denize

sarmadımsa da belden, geçmedim bu emelden

bir hazin maceradır onu aldılar elden

başkasına yâr oldu eller bahtiyâr oldu

gönlüm hep baştan başa viran bir diyâr oldu"

O 7 Aralık 2013 gecesinde,

Spirit of Sydney'de, bir fotoğraf karesinde,

ben bütün mümkün geşmişlerimi ve mümkün geleceklerimi yeniden keşfettim.

Deniz çırpıntılı, hava soğuktu. Penguenler mır mır konuşuyorlardı.

Kocaman bir buzdağı infilak etti, buzlar Güney Okyanusu'na saçıldı.

Spirit of Sydney deliler gibi sallandı.

Başka bir kent bulamayacaksın demişti Kavafis.

Bu kent peşini bırakmayacak.

İstanbul yanıma geldi, birbirimize sarıldık.

Biz bu kenti çok sevdik çocuklar.

Kaldırım taşlarını okşayarak büyüdük. Meyhanelerinde tangolar söyledik.

Sokaklarında sırıl sıklam aşık olduk.

Sevdalımıza şiirler yazdık, şiirler okuduk. Meydanlarında fena halde terkedildik.

Yağmurlarında aşkımızı kanadık. Gözyaşlarımız akan kanımıza karıştı.

Sonra kısmet oldu. Bangır bangır Mazi çalarken,

bir ağır poyrazda, tangodaki kız, maziden çıkıp yanıma geldi.

El ele tutuştuk. Bembeyaz yelkenlerimizi açtık.

İstanbul mavi patiskadan elbisesini giydi.

Sabahlara kadar dans ettik.

Haliç'te bir vapur vuruyorlardı, yemyeşil bir ay gökte dağılırken.

(Alkış)

Çeviri: Hakan Akgün

Masal Gibi Yaşamalı Hayatı | Talat Kırış | TEDxIstanbul حياة خرافية | طلعت كيريس | TEDx اسطنبول Ein Märchenleben | Talat Kiris | TEDxIstanbul Η ζωή πρέπει να ζει σαν παραμύθι | Talat Kırış | TEDxIstanbul Life should be lived like a fairy tale | Talat Kırış | TEDxIstanbul La vie doit être vécue comme un conte de fées | Talat Kırış | TEDxIstanbul 人生はおとぎ話のように生きるべき|タラート・クルシュ|TEDxIstanbul A vida deve ser vivida como um conto de fadas | Talat Kırış | TEDxIstanbul Жизнь должна быть прожита как сказка | Талат Кырыш | TEDxIstanbul

Transcriber: Hakan Akgün Gözden geçirme: Figen Ergürbüz الناسخ: مراجعة هاكان أكغون: Figen Ergurbuz Transcriber: Hakan Akgün Rezension: Figen Ergurbuz

Prof. Dr. Talat KIRIŞ Nöroşirürji Uzmanı الأستاذ. دكتور. طلعت كريتش أخصائي جراحة المخ والأعصاب

Özge ziyaretime geldi. ''Hocam'' dedi. جاء أوزجي لزيارتي. قال: سيدي. Özge came to visit me. 'Sir,' he said.

''19 Mayıs'taki TEDx etkinliğinde sizi mutlaka aramızda görmek istiyoruz.'' "نريد بالتأكيد أن نراكم بيننا في حدث TEDx يوم 19 مايو." "Wir möchten Sie auf jeden Fall bei der TEDx-Veranstaltung am 19. Mai unter uns sehen." "We definitely want to see you among us at the TEDx event on May 19th."

Ben hasta yatağımda, öksürükler içinde halsiz mecalsiz yatarken, بينما كنت مستلقية في سريري المريضة ، أسعل وكسلًا ، Während ich in meinem Krankenbett lag, hustend und träge, While I lay in my sick bed, coughing and sluggish,

hayır diyemediğimden ''İyi o zaman'' diyebildim. نظرًا لأنني لم أستطع الرفض ، فقد تمكنت من قول "حسنًا آنذاك". Da ich nicht nein sagen konnte, konnte ich „Gut dann“ sagen.

İşte şimdi aranızdayım. ها أنا معك الآن. Here I am with you now.

Ama biraz hınzırca, biraz da inadına, hüzünlü bir konuşma yapacağım. لكنني سأقوم بإلقاء خطاب حزين ، شرير قليلاً ، قليل الحقد. But I'm going to make a sad speech, a little wickedly, a little out of spite.

Özge benden pozitif cıvıl cıvıl bir konuşma istemişti. أراد أوزجي محادثة إيجابية ومرحة مني. Özge wanted a positive, chirpy conversation from me.

Bir masal anlatacağım size bugün. سأخبرك قصة خرافية اليوم.

Bir küçük İstanbul masalı.

İçinde doğup büyüdüğüm, sevindiğim,

üzüldüğüm, okullarını okuduğum, I'm sorry, I read their school,

yıllardır insanların beyinlerini ameliyat ettiğim, I've operated on people's brains for years,

bir dünya kongresinin başkanlığını yaptığım,

yağmurlarında ıslanıp, getting wet in the rain

lodos estiğinde bütün İstanbullular gibi gerildiğim, When the southwest wind blows, I was tense like all Istanbulites,

bir küçük İstanbul masalı.

Hâlâ gece yarıları tekinsiz sokaklarında Still on its haunted streets at midnight

cılız ışıklarda grafitilerini fotoğrafladığım şehrime dair bir masal. A fairy tale about my city, whose graffiti I photographed in dim lights.

Bir fotoğraf karesinde, şehri, maziyi,

hayalleri ve aşkı yeniden keşfetmek üzerine bir masal. Ein Märchen über die Wiederentdeckung von Träumen und der Liebe.

Masallarda hüzün ile sevinç yanyana durur ve In fairy tales, sadness and joy stand side by side.

gökten elmalar düşerken de payınıza düşeni alırsınız. Wenn Äpfel vom Himmel fallen, bekommen Sie Ihren Anteil. When apples fall from the sky, you get your share.

Masallarda gerçek üstü öyküler anlatılır. Onun için güzeldirler, hayata benzerler ve

hayatımızdaki onca sahteliğin arasında en samimi hakikatler de masallarda bulunur. Unter all den Unwahrheiten in unserem Leben findet man die aufrichtigsten Wahrheiten in Märchen. Among all the falsehoods in our lives, the most sincere truths are found in fairy tales.

Masal gibi yaşamalı hayatı.

O zaman tek bir geçmişiniz ve tek bir geleceğiniz olmaz. Dann wirst du keine einzige Vergangenheit und keine einzige Zukunft haben.

Mümkün geçmişleriniz ve mümkün gelecekleriniz olur. Sie haben mögliche Vergangenheiten und mögliche Zukunften.

Anlarınız ve tercihlerinizle şekillenir. mümkün geçmişleriniz ve gelecekleriniz. Es wird von Ihren Momenten und Vorlieben geprägt. Ihre mögliche Vergangenheit und Zukunft. It is shaped by your moments and preferences. your possible pasts and futures.

Her zaman masal gibi yaşadığınızda, tercihlerinizi Wenn du immer wie ein Märchen lebst, When you always live like a fairy tale,

hayâllerinizden yana kullanırsınız, korkmazsınız. Sie verwenden es für Ihre Träume, Sie haben keine Angst.

Şimdi Sinbad gibi dalalım masalımızın içine. Lassen Sie uns jetzt wie Sindbad in unser Märchen eintauchen.

Antarktika'da, Spirit of Sydney yelkenlisinde, In Antarctica, on the Spirit of Sydney sailboat,

bir gece,

yedi denizden mürettabatla içiyorduk.

Kavafis'in şiiri geldi aklıma. Das Gedicht von Kavafis kam mir in den Sinn.

Dedin "bir başka ülkeye gideceğim, bir başka denize gideceğim. Du sagtest: „Ich werde in ein anderes Land gehen, ich werde an ein anderes Meer gehen.

Bundan daha iyi bir başka ülke bir başka kent bulunur elbet." Natürlich wird es ein anderes Land, eine andere Stadt geben, die besser ist als diese."

Yeni ülkeler bulamayacaksın, başka denizler bulamayacaksın. Du wirst keine neuen Länder finden, du wirst keine anderen Meere finden.

Bu kent peşini bırakmayacak. Aynı sokaklarda dolaşacaksın, Diese Stadt lässt nicht locker. Du wirst durch dieselben Straßen wandern, This city won't let up. You will wander the same streets,

aynı mahallede yaşlanacaksın; Aynı evlerde kır düşecek saçlarına. you will grow old in the same neighborhood; Your hair will turn gray in the same houses.

Bu kentdir gidip gideceğin yer. Başkasını umma. Dies ist die Stadt, in die Sie gehen werden. Erwarte niemand anderen. This is the city where you will go. Don't expect anyone else.

Spirit of Sydney yelkenlisinde, Auf dem Segelboot Spirit of Sydney

Antarktika'da, hiçbir kenti olmayan, o denizin kıyısında, In der Antarktis, ohne Stadt, am Ufer dieses Meeres,

7 Aralık 2013'te bir kutlama yaptık. Am 07.12.2013 haben wir gefeiert.

Kızımın doğum gününü ve başka güzel şeyleri. Der Geburtstag meiner Tochter und andere schöne Dinge.

Şili şarabı su gibi akıp gitti. Herkes şarkılar söyledi. Chilenischer Wein floss wie Wasser. Alle sangen Lieder.

Ben de mürettebata Türkçe şarkılar dinlettim. Ich habe der Crew auch türkische Lieder vorgespielt. I also played Turkish songs to the crew.

Gecenin bir yarısı herkes sarhoşken, Mitten in der Nacht, wenn alle betrunken sind In the middle of the night when everyone is drunk

kendimizi Fikrimin İnce Gülü'nü söylerken bulduk. wir ertappten uns dabei, The Thin Rose of My Idea zu singen. we found ourselves singing The Thin Rose of My Idea.

Sonra herkes ranzalarına çekilip uyudu.

Ben dışarı çıktım. Gece saat 3'tü. I went out. It was 3 o'clock at night.

Ortalık gündüz gibi aydınlıktı. Antarktika'nın yazında gece olmuyor.

Spirit of Sydney, Lemaire Kanalı'nda demirliydi. Karşımızda çenesi çizgili Die Spirit of Sydney lag im Lemaire-Kanal vor Anker. Vor uns ist sein Kinn gestreift

penguenlerden oluşmuş bir sürü ve küçük bir fok ailesi vardı.

Deniz çırpıntılı, hava soğuktu. Penguenler mır mır konuşuyorlardı. The sea was rough, the air was cold. The penguins were purring.

İnce bir kar yağmaya başladı ve İstanbul peşimden geldi. A thin snow began to fall and Istanbul followed me.

Not tuttuğum bir defterim vardı. Buz dağlarının gri mavi ışıklarında,

yansıyan hayallerimi sözcüklerle resmettiği.

O defterimin arasında Kavafis'in şiiri, sararmış bir fotoğraf ve Atilla İlhan'ın In that notebook, Kavafis's poem, a yellowed photograph and Atilla İlhan's

İstanbul Ağrısı yan yana duruyordu. Istanbul Pain stood side by side.

O fotoğrafta Madam Anahit ile resmimiz, Auf jenem Foto ist ein Bild von Madam Anahit und mir,

yaprakların arasından Atilla İlhan'ın dizelerine dolanmış bana bakıyordu. sah sie mich an, zwischen den Blättern heraus mit den Zeilen Atilla İlhans umgeben. He was looking at me, wrapped in Atilla İlhan's verses through the leaves.

İstanbul Ağrısı uzun bir şiirdir. Hayatımın şiirlerinden biridir aslında. "Istanbuls Schmerz ist ein langes Gedicht. Es ist eigentlich eines der Gedichte meines Lebens." Istanbul Pain is a long poem. It is actually one of the poems of my life.

O şiirde geçen İstanbul'u eski bir kitap gibi koltuğunun altında götürmek istediği In diesem Gedicht will er das vergangene Istanbul mitnehmen wie ein altes Buch unter dem Arm, He wants to take the Istanbul mentioned in that poem under his arm like an old book.

Sicilyalı balıkçılara Marsilyalı dok işçilerine satır satır anlatmak Er will sie den sizilianischen Fischern, den Hafenarbeitern von Marseille Zeile für Zeile erzählen, Tell Sicilian fishermen line by line to Marseille dock workers

istediği satırlar hayallerimi süslemiştir. diese Zeilen schmückten meine Träume. The lines he wanted adorned my dreams.

Biraz da onun için denizci olmuşumdur. Ein wenig bin ich wohl wegen ihm Seemann geworden.

Biraz da onun için yelkenleri öğrenmişimdir. Ein wenige habe ich wohl wegen ihm Segeln gelernt.

Ne zaman seyyaleyle Akdeniz'de bir seyir yapsak Wann immer wir eine Kreuzfahrt im Mittelmeer (seyyaleyle) machen,...

bir limana yanaşırken o dizeleri hatırlamışımdır. ...erinnerte ich mich an diese Zeilen, wenn wir uns einem Hafen näherten.

Spirit of Sydney'in havuzluğunda oturdum, Ich saß auf dem Achterdeck der Spirit of Sydney,

İstanbul Ağrısı'ndan bir bölüm okumaya başladım. Ich fing an, ein Kapitel aus Istanbul Pain zu lesen.

"sonbahar karanlıklıları tuttu tutacak „Der Herbst wird die Dunkelheit fernhalten

Tarlabaşı pansiyonlarında bekarlar buğulanıyor Singles kommen in Tarlabasi Hostels voll auf ihre Kosten

imtihan çığlıkları yükseliyor üniversiteden Prüfungsschreie steigen aus der Universität

diesel kamyonları Tophane İskelesi'nde sarhoş betrunkene Diesellastwagen am Tophane Pier

direksiyonlarının koynuna girmiş bıçkın şoförler uykusuz dalgalanıyor Rauhbeinige Fahrer, die mit ihren Lenkrädern Sex haben, schwanken schlaflos

ulan İstanbul bu sen misin senin ellerin mi bu eller Hey Istanbul, bist du das? Sind das deine Hände?

ulan bu gemiler senin gemilerin mi Hey, sind das deine Schiffe?

minarelerini kürdan gibi dişlerinin arasında liman liman götüren

ulan bu mazot tüküren bu dövmeli gemiler senin mi Hey, diese Diesel spuckenden, diese tätowierten Schiffe sind deine?

akşamlar yassıldıkça neden böyle devleşiyorlar Warum werden sie so gigantisch, je flacher die Nächte werden?

neden durmaksızın imdat kıvılcımları fışkırıyor antenlerinden Warum sprühen ständig die Funken der Hilfe aus ihren Antennen?

neden warum

peki İstanbul ya ben Was ist mit Istanbul und mir?

ya mısralarını dört renkli duvar afişleri gibi boy boy

gümrük duvarlarına yapıştıran yolcu Abbas

ya benim kahrım ya senin ağrın entweder mein Schmerz oder dein Schmerz

ağır kabaranlarınla uykularını ezerek deliksiz bıraktığın die du ohne ein Loch zurückgelassen hast, indem du ihren Schlaf mit deinem schweren Aufstehen erdrückt hast

çaresiz zehirler kusan çılgın bir yılan gibi burgu burgu içime boşaltığın

o senin ağrın o senin Es ist dein Schmerz, es ist deins

sen eğer yine İstanbul'san yanılmıyorsam koltuğumun altında eski bir kitap diye Wenn Sie wieder in Istanbul sind, wenn ich mich nicht irre, habe ich ein altes Buch unter dem Arm.

götürmek istediğim Sicilyalı balıkçılara Marsilyalı dok işçilerine Zu den sizilianischen Fischern möchte ich die Marseiller Hafenarbeiter bringen

satır satır okumak istediğim sen eğer yine İstanbul'san Ich möchte Zeile für Zeile lesen, wenn Sie immer noch Istanbul sind

senin ağrınsa iğneli beşik gibi her tarafımda hissettiğim Wenn es dein Schmerz ist, fühle ich mich wie eine Wiege mit Nadeln

ulan yine sen kazandın İstanbul sen kazandın ben yenildim

kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar emrindeyim Ich bin zu Ihren Diensten, bis mir das Blut aus den Ohren strömt

ölsem yalnız kalsam parasız kalsam cüzdanım kaybolsa Wenn ich sterbe, wenn ich allein bin, wenn ich pleite bin, wenn meine Brieftasche verloren geht

kimsesiz kalsam tenhalarda kalsam

sen eğer yine İstanbul'san wenn Sie wieder aus Istanbul sind

senin ıslıklarınsa kulaklarıma saplanan bu ıslıklar Wenn es deine Pfeifen sind, diese Pfeifen stecken in meinen Ohren

gözbebeklerimde gezegenler gibi dönen yalnızlığımdan aus meiner Einsamkeit, die sich wie Planeten in meinen Augäpfeln drehen

bir tekmede kapılarını kırıp çıktım demektir" Das heißt, ich habe ihre Tür mit einem Tritt aufgebrochen und bin gegangen."

(Alkış)

O kapıdan çıktım ve kendimi yıllar öncesinde Ich ging aus dieser Tür und fand mich selbst vor Jahren.

Çiçek Pasajı'nda Cavit'in Yeri'nde buldum. Ich habe es bei Cavit'in Yeri in Çiçek Pasajı gefunden.

Sıkı meyhaneciydi Cavit. Cavit war ein strenger Wirt.

Ağzına içki koymazdı. Yeşilay üyesiydi.

Kadınları mayfer leydi diye buyur eder, erkeklere ekselans derdi.

Lakabı, entellektüel Cavit'ti. Sein Spitzname war der intellektuelle Cavit.

Bir kaç yıl önce 80 yaşında öldü. Er starb vor wenigen Jahren im Alter von 80 Jahren.

İlk defa babamla oraya gitmiştik. 18 yaşımdaydım. Ich war das erste Mal mit meinem Vater dort. Ich war 18 Jahre alt.

Bana meyhane adabını öğretmişti.

Nasıl oturulur? Nasıl kalkılır? Nasıl içilir?

Ama daha önemlisi, meyhanenin yalnızca içki içilecek bir yer olmadığını, Aber was noch wichtiger ist, die Taverne ist nicht nur ein Ort zum Trinken,

ama sohbet edilecek, edebiyat konuşulacak, şiir konuşulacak, aber es wird Gespräche geben, Literatur wird gesprochen, Poesie wird gesprochen,

hatta ders çalışabilecek bir yer olduğunu öğretmişti. Er hat mir sogar beigebracht, dass es einen Ort zum Lernen gibt.

Sonraları tıbbiyedeyken daha sık gitmeye başladık. Später, als ich Medizin studierte, fingen wir an, öfter zu gehen.

Bir elimizde temel bilimler notları, bir elimizde şiir kitapları...

Nazım Hikmet, Hasan Hüseyin, Can Yücel, Bedri Rahmi.

Sonraları aşk kapıyı çaldığında Cemal Süreya tabii. Cemal Süreya natürlich, wenn die Liebe später an die Tür klopft.

Bir de Özdemir Asaf, bir de Atilla İlhan.

Ağır takılıyorsak Melih Cevdet, Ece Ayhan, bir de Metin Eloğlu.

Madam Anahit ile ilk tanışmamız o yıllardı. In diesen Jahren trafen wir uns zum ersten Mal mit Madame Anahit.

Bizler tıfıl öğrencileriz, Madam ise ağır abla. Wir sind junge Studenten, Madam ist die schwere Schwester.

Daha bira düzeyindeyiz, açılmamışız denizlere. Wir sind immer noch auf der Ebene des Bieres, wir sind nicht auf die Meere gesegelt.

Yine de yazıyoruz kendimizce. Wir schreiben immer noch selbst.

Ben mesela Düşün Dergisi'nin masal yarışmasına katılmışım. Ich habe zum Beispiel am Märchenwettbewerb des Think Magazine teilgenommen.

Soğuk bir İstanbul sabahında sonuçlar açıklandığında, Als die Ergebnisse an einem kalten Morgen in Istanbul bekannt gegeben wurden,

ayın ilk günü,

derginin paketini çözen ilk gazete bayisinde, am ersten Kiosk, um die Zeitschrift auszupacken,

orta sayfada adım, yanında masalım. Daha Dünya Bebekken. Mein Name steht auf der mittleren Seite, daneben steht meine Geschichte. Als die Welt ein Baby war.

Rahmetli Onat Kutlar'ın elinden ödül almak bahtiyarlığına da erişmiştim. Ich hatte das Vergnügen, eine Auszeichnung aus den Händen des verstorbenen Onat Kutlar entgegenzunehmen.

Onat Kutlar yıllar sonra Taksim'de, bir hotelin altında kahvesini yudumlarken,

patlayan bir bomba ile öldürüldüğünde, als er von einer explodierenden Bombe getötet wurde,

bana ödül verirken, Taksim'e her indiğimde içimde gülen gözlerini taşımıştım. Während er mir eine Auszeichnung überreichte, trug ich jedes Mal, wenn ich in Taksim landete, seine lächelnden Augen in mir.

Daha Dünya Bebekken, Kuzey Kutbu ile Güney Kutbu'nun Als die Welt ein Baby war, der Nordpol und der Südpol

imkansız aşkını anlatan bir masaldı. Yani kutuplara sevdam o zamanlardan. Es war ein Märchen über unmögliche Liebe. Ich meine, ich liebte die Stangen von damals.

Çok gençtim, çok heyecanlıydım ve yıllar sonra Grönland'tan aldığım bir taşı Ich war sehr jung, sehr aufgeregt und Jahre später bekam ich einen Stein aus Grönland.

Antarktika'da buzların arasına bırakırken, penguenlerden utanmasam ağlayacaktım. Ich würde weinen, wenn ich mich nicht für Pinguine schämen würde, als ich sie in der Antarktis im Eis zurückließ.

Masalım gerçek olmuştu, sevgililer kavuşmuştu. Meine Geschichte hatte sich bewahrheitet, die Liebenden waren wieder vereint.

İstanbul ile el ele tutuşarak yılları yürüdük. Wir gingen Hand in Hand mit Istanbul durch die Jahre.

Beyin cerrahisinde asistandım. Ich war Assistent in der Neurochirurgie.

Hayatı her yönüyle yaşamak, eşek sudan gelinceye kadar yorulup,

yine de geceleri jilet gibi bu şehirle sevişmek fena halde bize yakışıyordu. dennoch stand es uns schlecht, nachts wie ein Rasiermesser mit dieser Stadt zu lieben.

Cavit'in Yeri'nde üç garson vardı, üç kardeş. Es gab drei Kellner bei Cavit's Place, drei Brüder.

Ben en büyükleri Şevket ile ahbaptım. Ich war mit Sevket, dem Ältesten, befreundet.

Beyaz bir Renault'u vardı. Er hatte einen weißen Renault.

İçkiyi fazla kaçıranları geceleri evine bırakırdı. Früher fuhr er diejenigen, die zu viel tranken, nachts zu sich nach Hause.

Akciğer kanserinden öldü. Er starb an Lungenkrebs.

Kardeşleri Cengiz ile Vedat. Seine Brüder Cengiz und Vedat.

Madam Anahit ile fotoğrafımız o yıllarda çekilmişti. Unser Foto mit Madam Anahit ist in diesen Jahren entstanden.

Beyin cerrahisi dergilerinde makalelerim yayınlanmaya başlamıştı. Meine Artikel wurden in Fachzeitschriften für Neurochirurgie veröffentlicht.

Gazetede yazılarım, sanat dergilerinde denemelerim ve öyküm; Meine Artikel in der Zeitung, meine Essays in Kunstmagazinen und meine Geschichte;

Kurşun Asker ile Balerin. Ballerina mit dem Zinnsoldaten.

Kırmızı bir elma gibi şehvetle hayatı ısırıyordum ve Ich biss das Leben vor Lust wie einen roten Apfel und

gece yarıları İstanbul'un boynuna bir öpücük konduruyordum. Ich habe Istanbul um Mitternacht einen Kuss auf den Hals gegeben.

Madam Anahit ile dostluğumuz ayrıydı. Unsere Freundschaft mit Madame Anahit war getrennt.

Bir kambur balina zerafetiyle meyhanelerin arasında süzülürdü. Sie glitt mit der Anmut eines Buckelwals durch die Tavernen.

Bir masaya yanaştığında, Papatya Gibisin Beyaz ve İnce'yi çalardı. Wenn er sich einem Tisch näherte, spielte er „Du bist wie ein Gänseblümchen, weiß und dünn“.

Cavit'in yerine yalnız başına gitmeye başlamıştım. Ich fing an, alleine zu Cavits Wohnung zu gehen.

Asma katta her zamanki masamda oturur, saatlerce okurdum. Ich saß an meinem üblichen Schreibtisch im Zwischengeschoss und las stundenlang.

Okyanuslara açılmıştık artık. Wir waren jetzt offen für die Ozeane.

Köşedeki balıkçıdan alınmış füme uskumru, az beyaz peynir, iki duble rakı.

Masanın üstünde yanyana duran nöroşirurji yazıları

ve Latin Amerika'nın kesik damarları.

Kortazar, Márquez, Borges ve beni kalbimden yaralayan öyküleri.

Graffiti, Karda Kan İzlerin, ve Yolları Çatallanan Bahçe.

Kendimi okuduğumdan beri zaman labirentlerine atıp durduğum

ve her seferinde yolumu yitirdiğim o muhteşem öykü.

Madam meyhanenin kapısından girdiğinde, beni görünce Mazi'yi çalardı.

Mazi kalbimde bir yaradır bahtım saçlarından karadır

beni zaman zaman ağlatan işte bu hazin hatıradır

ne göğsünde uyuttu beni ne bûseyle avuttu beni

geçti ardından uzun yıllar o kadın da unuttu beni

Sonra gelir yanıma otururdu.

Şevket acilce iki bardağı yetiştirirdi. Ben bir parça peyniri tabağına bölerdim.

Konuşmya başlardık.

Herkesle içmezdi Madam, benle içerdi.

Birbirimize anlatacak hikayelerimiz olurdu.

İstanbul'un muhteşem kadınlarındandı.

Bedeninin bir parçası olmuş akordeonu, iki yanağında elma şekeri gibi iki allık,

kırmızı ruju ve her zaman gülen gözleriyle konuşurduk, anlatırdı.

Bir beni gördüğünde, bir de kalkarken Mazi'yi mutlaka çalardı.

Bana bir defanın yetmediğini bilirdi. Belki de kendi için çalardı bilmiyorum.

Ama sonuna kadar beraber söylerdik.

"Ben de gönül çektim eskiden yandı hayatım bu sevgiden

anladım ki bir aşka bedel gençliğimmiş elimden giden

önünde ben geldim de dize yar olmadı bu kimse bize

en nihayet düşüp can verdim gözündeki yeşil denize

sarmadımsa da belden, geçmedim bu emelden

bir hazin maceradır onu aldılar elden

başkasına yâr oldu eller bahtiyâr oldu

gönlüm hep baştan başa viran bir diyâr oldu"

O 7 Aralık 2013 gecesinde,

Spirit of Sydney'de, bir fotoğraf karesinde,

ben bütün mümkün geşmişlerimi ve mümkün geleceklerimi yeniden keşfettim.

Deniz çırpıntılı, hava soğuktu. Penguenler mır mır konuşuyorlardı.

Kocaman bir buzdağı infilak etti, buzlar Güney Okyanusu'na saçıldı.

Spirit of Sydney deliler gibi sallandı.

Başka bir kent bulamayacaksın demişti Kavafis.

Bu kent peşini bırakmayacak.

İstanbul yanıma geldi, birbirimize sarıldık.

Biz bu kenti çok sevdik çocuklar.

Kaldırım taşlarını okşayarak büyüdük. Meyhanelerinde tangolar söyledik.

Sokaklarında sırıl sıklam aşık olduk.

Sevdalımıza şiirler yazdık, şiirler okuduk. Meydanlarında fena halde terkedildik.

Yağmurlarında aşkımızı kanadık. Gözyaşlarımız akan kanımıza karıştı.

Sonra kısmet oldu. Bangır bangır Mazi çalarken,

bir ağır poyrazda, tangodaki kız, maziden çıkıp yanıma geldi.

El ele tutuştuk. Bembeyaz yelkenlerimizi açtık.

İstanbul mavi patiskadan elbisesini giydi.

Sabahlara kadar dans ettik.

Haliç'te bir vapur vuruyorlardı, yemyeşil bir ay gökte dağılırken.

(Alkış)

Çeviri: Hakan Akgün