×

Nós usamos os cookies para ajudar a melhorar o LingQ. Ao visitar o site, você concorda com a nossa política de cookies.

image

Hayvan Çiftliği - George Orwell, 9 Bölüm

9 Bölüm

Dokuzuncu Bölüm

Boxer'ın yarılan toynağının iyileşmesi uzun sürdü. Zafer kutlamaları sona erdikten bir gün sonra yel değirmenini yeniden yapmaya başlamışlardı. Boxer bir gün bile izin almaya yanaşmamıştı; acı çektiğini kimseye belli etmemeyi bir onur sorunu olarak görüyor, toynağının çok ağrıdığını akşamları yalnızca Clover'a itiraf ediyordu. Clover, Boxer'ın yarasını, çeşitli otları çiğneyerek hazırladığı lapalarla iyileştirmeye çalışıyordu. Clover ile Benjamin, kendini fazla yormaması için Boxer'a yalvarıyorlardı. Clover,"Atlar da yorulur," diyor, ama Boxer kulak asmıyordu: Artık tek bir amacı kalmıştı, o da emekliye ayrılmadan yel değirmeninin çalışmaya başladığını görmekti. Başlangıçta, Hayvan Çiftliği'nin yasaları ilk kez hazırlanırken, emeklilik yaşı atlar ve domuzlar için on iki, inekler için on dört, köpekler için dokuz, koyunlar için yedi, tavuklar ve kazlar için de beş olarak belirlenmişti. Emekli aylıklarının yüksek tutulması kararlaştırılmıştı. Gerçi henüz hiçbir hayvan emekliye ayrılmış değildi, ama son zamanlarda bu konu gittikçe daha çok tartışılır olmuştu. Meyve bahçesinin arka tarafındaki küçük çayırın arpa ekimine ayrılmasından sonra, büyük çayırın bir köşesinin çitle çevrileceği ve emekliliği gelen hayvanlar için otlak olarak kullanılacağı yolunda bir söylenti dolaşıyor; emekli atlara günde iki buçuk kilo tahıl, kışın yedi buçuk kilo ot, bayramlarda da bir havuç ya da mümkün olursa bir elma verilmesi gerektiği söyleniyordu. Boxer, gelecek yıl yaz sonuna doğru on iki yaşına basacaktı.

Hayatın zorlukları bitmek bilmiyordu. Bu kış da bir önceki kadar soğuktu, yiyecekler daha da azalmıştı. Domuzlar ve köpeklerin tayınları dışında bütün tayınlarda bir kez kısıntıya gidilmişti. Squealer'ın açıklamasına bakılırsa, tayınlarda çok katı bir eşitlik, Hayvancılığın ilkelerine aykırıydı; yiyecek sıkıntısı varmış gibi görünebilirdi, ama gerçek hiç de öyle değildi. Squealer gönüllere su serpmeyi çok iyi beceriyordu. Kuşkusuz, şimdilik, tayınları yeniden ayarlamak zorunda kalmışlardı (Squealer, hiçbir zaman "kısıntı" sözcüğünü kullanmıyor, '"yeniden ayarlama" demeyi yeğliyordu), ama gene de Jones'un dönemiyle kıyaslandığında çok büyük bir ilerleme söz konusuydu. Rakamları en küçük ayrıntısına kadar, tiz bir sesle hızlı hızlı okuyarak, Jones'un dönemine oranla daha çok yulaf, daha çok ot ve daha çok şalgam yediklerini, çalışma saatlerinin daha aza indirildiğini, içme sularının daha nitelikli olduğunu, daha uzun yaşadıklarını, ölen yavruların sayısında büyük bir azalma görüldüğünü, ahırlarda daha fazla saman bulunduğunu ve eskisi kadar pirelenmediklerini bir bir ortaya koyuyordu. Hayvanlar, ne dese inanıyorlardı. Doğrusunu söylemek gerekirse Jones'un zamanında olup bitenler, belleklerinden neredeyse bütünüyle silinmişti. Şimdilerde yoksul ve çetin bir hayat yaşadıklarını, çoğu zaman aç kalıp soğuktan donduklarını, uyku uyumak dışında her dakikalarını çalışmakla geçirdiklerini biliyorlardı. Ama eski günlerin daha da beter olduğuna inanıyorlar ve bundan mutluluk duyuyorlardı. Kaldı ki, Squealer'ın da durmadan vurguladığı gibi, eskiden köle olmalarına karşılık şimdi özgürdüler; bütün fark da buradaydı. Beslenecek boğazlar da artmıştı. Sonbaharda dört dişi domuz da aşağı yukarı aynı sıralar toplam otuz bir yavru doğurmuştu. Çiftlikteki tek erkek domuz Napoléon olduğundan, hepsi de alacalı olan yavruların babalarının kim olduğunu kestirmek hiç de güç değildi. İleride, tuğla ve kereste alındığı zaman, çiftlik evinin bahçesinde bir derslik yapılacağı açıklanmıştı. Ama şimdilik küçük domuzlara çiftlik evinin mutfağında Napoléon kendisi ders vermekteydi. Beden eğitimi ve gezinti için bahçeye çıkıyorlardı, ama öteki hayvanların yavrularıyla oynamalarına izin yoktu. Gene o sıralar, yeni kurallar getirilmişti: Bir domuz ile başka bir hayvan yolda karşılaştıklarında öteki hayvan kenara çekilerek domuza yol verecek ve bütün domuzlar pazar günleri kuyruklarına yeşil kurdele takma ayrıcalığına sahip olacaklardı.

O yıl çiftlikte işler yolunda gitmesine karşın, hâlâ para sıkıntısı çekiliyordu. Derslik için tuğla, kum ve kireç almak, yel değirmeninin aygıtları için de para biriktirmek zorundaydılar. Ayrıca, ev için gazyağı ve mum, Napoléon'un sofrası için şeker (şişmanlamasınlar diye şekeri öteki domuzlara yasaklamıştı) almaları gerekiyordu; araç gereç, çivi, ip, kömür, tel, hurda demir ve köpek bisküvisi de cabası. Samanların ve patateslerin bir bölümü satılmıştı; sözleşmedeki yumurta sayısı haftada altı yüze çıkarıldığından, o yıl tavuklar yeterince civciv çıkaramamışlardı. Aralık ayında azaltılmış olan tayınlara şubatta yeniden kısıtlama getirilmiş, fazla gazyağı gitmesin diye ahırlarda fener yakmak yasaklanmıştı. Ama domuzların rahatı yerindeydi; dahası, semirdikleri bile söylenebilirdi. Şubat sonlarına doğru bir akşamüstü, mutfağın arkasında bulunan ve Jones'un zamanında hiç kullanılmayan küçük bira imalathanesinden avluya, hayvanların o güne kadar hiç duymadıkları, ılık, nefis, iştah açıcı bir koku yayıldı. Hayvanlardan biri, bunun pişirilmekte olan arpa kokusu olduğunu söyledi. Kokuyu içlerine çeken aç hayvanlar, yoksa akşam yemeğine sıcak bir lapa mı hazırlanıyor, diye düşünmekten kendilerini alamadılar. Ama sıcak lapa şöyle dursun, ertesi pazar artık tüm arpanın domuzlara ayrılacağı açıklandı. Meyve bahçesinin arkasındaki tarlaya çoktan arpa ekilmişti. Çok geçmeden bir haber yayıldı: Artık her domuza günde yarım litre, Napoléon'a ise dört litre bira veriliyor, Napoléon birasını Crown Derby takımının çorba kâsesinden içiyordu. Gerçi güçlüklerin ardı arası kesilmiyordu, ama hayvanlar artık eskisine göre çok daha onurlu yaşadıklarını düşünerek bir ölçüde avutuyorlardı kendilerini. Daha çok şarkı söyleniyor, daha çok konuşma yapılıyor, daha çok tören düzenleniyordu. Napoléon, haftada bir, Hayvan Çiftliği'nde verilen savaşımları ve kazanılan zaferleri kutlamak amacıyla Kendiliğinden Gösteriler düzenlenmesini buyurmuştu. Hayvanlar, belirlenen saatte işi bırakıyor, çiftliğin çevresinde askeri düzende yürüyüşe geçiyorlardı: en önde domuzlar, onların arkasında atlar, sonra inekler, koyunlar, en arkada da kümes hayvanları... Köpekler geçit alayının iki yanında yürüyor, Napoléon'un siyah horozu da başı çekiyordu. Üzerinde hayvan ayağı ve boynuz resmi bulunan, "Yaşasın Napoléon Yoldaş!" yazılı bir bayrağı her zaman Boxer ile Clover taşıyorlardı. Daha sonra, Napoléon'un onuruna yazılmış şiirler okunuyor, ardından Squealer gıda maddeleri üretimindeki son artışları ayrıntılarıyla açıklayan bir konuşma yapıyor, zaman zaman da bir el silah atılıyordu. Kendiliğinden Gösteriler'in en büyük tutkunu koyunlardı; içlerinden biri vakit kaybettiklerinden ve soğukta dikilip durmaktan başka bir şey yapmadıklarından yakınmaya kalksa (bazı hayvanlar, gerçekten de, domuzlar ve köpekler ortalıkta görünmediği zamanlar yakınıyorlardı), koyunlar o saat bir ağızdan, "Dört ayak iyi, iki ayak kötü!" diye avazları çıktığı kadar meleyerek onu susturuyorlardı. Ama hayvanlar bu törenlerden genellikle hoşnuttular. Ne de olsa, kendi kendilerinin efendisi olduklarının ve yalnızca kendi yararları için çalıştıklarının anımsatılması, yüreklerini ferahlatıyordu. Böylece şarkılarla, tören alaylarıyla, Squealer'ın sıraladığı rakamlarla, tüfeğin gümbürtüsüyle, horozun ötüşleriyle ve bayrağın dalgalanışıyla, ara sıra da olsa, açlıklarını unutabiliyorlardı. Nisan ayında Hayvan Çiftliği'nde Cumhuriyet ilan edildi. Bir başkan seçmek gerekiyordu. Tek aday olan Napoléon oybirliğiyle başkan seçildi. Aynı gün, Snowball'un Jones'un suç ortağı olduğuna ilişkin ayrıntılı bilgileri gün ışığına çıkaran yeni belgeler bulunduğu açıklandı. Belgeler, Snowball'un, hayvanların ilk başta sandıkları gibi yalnızca Ağıl Savaşı'nın kaybedilmesi için savaş hilesine başvurmakla kalmadığını, açıktan açığa Jones'un safında dövüştüğünü ortaya koyuyordu. Üstelik, İnsan kuvvetlerinin komutanlığını üstlenmiş ve, "Yaşasın İnsanlık!" diye haykırarak saldırıya geçmişti. Snowball'un sırtındaki yaraları kendi gözleriyle gördüklerini anımsayanlar ise, yepyeni bir şey öğreniyorlardı: Meğer bu yaraları Napoléon dişleriyle açmıştı. Kaç yıldır ortalıkta görünmeyen kuzgun Moses, yaz ortalarına doğru birden çiftliğe geri döndü. Neredeyse hiç değişmemişti; elini sıcak sıcak sudan soğuk suya sokmuyor, eskisi gibi Balbadem Diyarı masalları okuyup duruyordu. Bir kütüğün üstüne tünüyor, kara kanatlarını çırpıyor; dinleyecek birini bulmayagörsün, saatlerce konuşuyordu. Koca gagasıyla gökyüzünü göstererek çok ciddi bir sesle, "İşte orada, yoldaşlar," diyordu. "Balbadem Diyarı, biz zavallı hayvanların tüm sıkıntılarımızdan kurtulup sonsuza dek huzur içinde yaşayacağımız ülke orada, şu gördüğünüz kara bulut var ya, onun hemen ardında!" Dahası, bir gün çok yükseklerden uçarken oradan geçtiğini, alabildiğine uzanıp giden yonca tarlalarını, keten tohumu küspesi ve kesmeşekerlerle kaplı çalılıkları gözleriyle gördüğünü ileri sürüyordu. Hayvanların birçoğu ona inanıyordu. Bu dünyada açlık ve yokluk içinde yaşıyorlardı; başka bir yerlerde daha iyi bir dünyanın bulunmasından daha doğru, daha anlaşılır ne olabilirdi? Asıl anlaşılması zor olan, domuzların Moses'a karşı tutumuydu. Hem onu aşağılayarak Balbadem Diyarı'yla ilgili masallarının palavra olduğunu söylüyorlar, hem de hiç çalışmadan çiftlikte kalmasına ses çıkarmıyorlar, dahası her gün bira içmesine izin veriyorlardı. Boxer, ayağı iyileştikten sonra, her zamankinden daha sıkı çalışmaya başlamıştı. Aslında, o yıl, tüm hayvanlar köle gibi çalışıyorlardı. Çiftliğin gündelik işleri ve yel değirmeninin yeniden yapımının yanı sıra, bir de mart ayında genç domuzlar için bir derslik yapılmaya başlanmıştı. Az yiyip çok çalışmak dayanılır gibi değildi, ama Boxer asla pes etmiyordu. Konuşmalarından da, çalışmasından da, artık eskisi kadar güçlü olmadığını anlamak mümkün değildi. Yalnızca görünüşü biraz değişmişti; tüyleri eskisi kadar parlak değildi, kocaman sağrısı içine göçmüştü. Herkes, "İlkbahar otları bir yeşersin, Boxer kendini toparlar," diyordu. İlkbahar otları yeşerdi, ama Boxer toparlanamadı. Bazen, taşocağına çıkılan yamaçta, iri bir kaya parçasının altında kasları titrediğinde, onu ayakta tutan tek şey kararlılığı oluyordu. Böyle durumlarda, sesini tümden yitirmesine karşın, dudaklarından: "Daha çok çalışacağım," sözcükleri okunabiliyordu. Clover ile Benjamin, sağlığını koruması için onu sürekli uyarıyorlar, ama Boxer kulak asmıyordu. On ikinci yaş günü yaklaşıyordu. Sağlığı umurunda değildi; tek isteği, kendisi emekliye ayrılmadan yel değirmeni için yeterince taş toplanmasıydı.

Bir yaz akşamı, birden çiftlikte bir söylenti yayıldı: Boxer'a bir şey olmuştu. Yel değirmeni için tek başına bir araba taş taşımaya kalkışmıştı. Söylenti hiç kuşkusuz doğruydu. Az sonra, iki güvercin yarışırcasına haberi yetiştirdi: "Boxer yere yıkılmış! Kalkamıyor!" Çiftlikteki hayvanların neredeyse yarısı, yel değirmeninin bulunduğu küçük tepeye koştu. Boxer orada, arabanın okları arasında, boynunu uzatmış yatıyor, başını bile kaldıramıyordu. Gözleri cam gibi olmuş, gövdesi tepeden tırnağa tere batmıştı. Ağzından ince bir kan sızıyordu. Clover, yanı başına diz çöktü.

"Boxer!" diye bağırdı. "Ne oldu sana?" Boxer, duyulur duyulmaz bir sesle, "Ciğerlerim dayanmadı," dedi. "Dert değil. Yel değirmenini bensiz de bitirebilirsiniz. Epeyce taş toplandı. Hem bir ayım kalmıştı. Doğrusu, emekliliğimi dört gözle bekliyordum. Benjamin de yaşlandı artık; belki de onu da emekliye ayırırlar da bana arkadaşlık eder." Clover, "Hemen yardım istemeliyiz," dedi. "Koşun, Squealer'a haber verin." Hayvanlar, olup biteni Squealer'a anlatmak üzere hep birlikte çiftlik evine koştular. Yalnızca Clover'la Benjamin kalmıştı; Benjamin, Boxer'ın yanına uzanmış, uzun kuyruğuyla sinekleri kovuyordu. On beş dakika kadar sonra, Squealer belirdi; üzgün ve kaygılı görünüyordu. Napoléon Yoldaş'ın, çiftliğin en sadık işçilerinden birinin başına geleni çok büyük bir üzüntüyle öğrendiğini, Boxer'ın tedavi için Willingdon'daki hastaneye gönderilmesini sağlamaya çalıştığını söyledi. Hayvanlar biraz tedirgin oldular. O güne kadar Mollie ve Snowball dışında hiçbir hayvan çiftlikten ayrılmamıştı; hasta yoldaşlarının insanların eline bırakılacak olmasından hiç hoşlanmamışlardı. Ama Squealer, onları kolayca yatıştırmakta gecikmedi: Willingdon'daki baytar, Boxer'ı çok daha iyi tedavi edebilirdi. Yarım saat kadar sonra Boxer biraz toparlanıp güçlükle ayağa kalktı; topallayarak ahırına gidip Clover'la Benjamin'in hazırladıkları saman döşeğe uzandı. Boxer, iki gün ahırında kaldı. Domuzlar, banyodaki ilaç dolabında buldukları büyük bir ilaç şişesi göndermişlerdi. Clover, şişenin içindeki pembe ilacı Boxer'a günde iki kez yemeklerden sonra içiriyordu. Akşamları Boxer'ın ahırında kalıp onunla konuşuyor, Benjamin de sinekleri kovuyordu. Boxer, başına gelenlere üzülmediğini söylüyordu. Bir iyileşirse, en azından üç yıl daha yaşayabilir, büyük otlağın bir köşesinde huzurlu günler geçirebilirdi. Belki de hayatında ilk kez okumaya, bir şeyler öğrenmeye vakit ayırabilecekti. Son yıllarını alfabenin tümünü öğrenmeye ayırmayı düşünüyordu.

Ne var ki Benjamin'le Clover, Boxer'la ancak iş saatlerinden sonra ilgilenebiliyorlardı. Üstü kapalı bir yük arabası Boxer'ı götürmeye geldiğinde, öğle saatleriydi. Bir domuzun gözetiminde, şalgam tarlasındaki ayrıkotlarını ayıklamakta olan hayvanlar, Benjamin'in çiftlik binalarının oradan avazı çıktığı kadar anırarak dörtnala geldiğini görünce çok şaşırdılar. Benjamin'i hayatlarında ilk kez telaşlı görüyorlardı; aslına bakılırsa, o güne değin dörtnala koştuğunu da gören olmamıştı. "Çabuk! Çabuk!" diye bağırdı Benjamin. "Hemen gelin! Boxer'ı götürüyorlar!" Hayvanlar, domuza aldırış etmeden, işi bırakıp çiftlik binalarının oraya koştular. Gerçekten de, avluda, iki atlı, üstü kapalı büyük bir yük arabası duruyordu. Yan tarafında bir yazı bulunan arabanın sürücü yerinde, melon şapkalı, şeytan bakışlı bir adam oturuyordu. Boxer'ın ahırı boştu. Hayvanlar, arabanın çevresini almış, hep birlikte, "Güle güle, Boxer!" diye bağırıyorlardı. "Yolun açık olsun!" Benjamin ise, hayvanların çevresinde hoplayıp zıplıyor, küçük ayaklarını yere vurarak, "Salaklar! Salaklar!" diye bağırıyordu. "Kör müsünüz? Arabanın üstünde ne yazıyor, görmüyor musunuz?" Benjamin'i duyan hayvanlar durakladılar; ortalığı bir suskunluk kapladı. Muriel, yazıyı sökmeye çalışıyordu. Benjamin, onu kenara itti ve ölüm sessizliğinin ortasında yazıyı okudu:

"Alfred Simmonds, At Kasabı ve Tutkal İmalatçısı, Willingdon. Hayvan Derisi ve Kemik Tozu Taciri. Köpek kulübesi temin edilir. Şimdi anladınız mı? Boxer'ı at kasabına götürüyorlar, köpek maması yapacaklar!" Hayvanlar, dehşet içinde bağrıştı. Tam o sırada, sürücü yerinde oturan adam atları kamçıladı, tırısa kalkan atların çektiği araba avludan çıktı. Tüm hayvanlar, yeri göğü çınlatarak arabanın ardına düştüler. Clover var gücüyle en önden gidiyordu. Araba hızlanmaya başladı. Clover, güçlü bacaklarıyla dörtnala kalkmaya çalıştıysa da, ancak eşkine erişebildi. "Boxer!" diye bağırıyordu. "Boxer! Boxer! Boxer! "Tam o sırada, dışarıda kopan gürültüyü duymuşçasına, arabanın arkasındaki küçük pencerede Boxer'ın yüzü belirdi. Clover, "Boxer!" diye haykırdı yürekleri dağlayan bir sesle. "Boxer! Çık oradan! Çabuk çık! Boğazlamaya götürüyorlar seni!" Hayvanlar da, "Çık oradan Boxer! At kendini dışarı!" diye bağırıyorlardı. Ama araba iyiden iyiye hızlanmış, arayı gittikçe açıyordu. Boxer'ın, Clover'ın ne dediğini anlayıp anlamadığı da belli değildi. Ama çok geçmeden yüzü camdan kayboldu ve arabanın içinden korkunç tepinmeler duyuldu. Çifteler atarak kapıyı açmaya çalışıyordu. Eskiden olsa, arabanın kapısını birkaç çiftede paramparça ederdi. Ama ne gezer! O eski gücünün yerinde yeller esiyordu. Biraz sonra, tepinmeler yavaş yavaş hafifledi ve sonunda tümden kesildi. Umarsızlığa kapılan hayvanlar, bu kez, arabayı çekmekte olan atlara seslendiler: "Yoldaşlar! Yoldaşlar! Kardeşinizi ölüme götürmeyin!" Ama olup biteni kavrayamayan aptal beygirler, kulaklarını arkaya yatırıp biraz daha hızlandılar. Boxer'ın yüzü bir daha camda belirmedi. İçlerinden biri, önden koşup çiftliğin kapısını kapatmayı düşündü, ama artık çok geçti; araba kapıdan çıkarak yola daldı ve hızla gözden kayboldu. Boxer'ı bir daha hiç görmediler. Üç gün sonra Boxer'ın, gösterilen her türlü özene karşın Willingdon'daki hastanede öldüğü haberi geldi. Haberi açıklayan Squealer, son anlarında Boxer'ın yanında bulunduğunu söylüyordu. Squealer, ön ayağını kaldırıp gözyaşlarını silerek, "Böylesine dokunaklı bir sahne görmemiştim!" dedi. "Son ana kadar başucundaydım. Konuşacak gücü kalmamıştı. Son nefesinde, kulağıma, tek üzüntüsünün yel değirmeninin bittiğini görememek olduğunu fısıldadı. 'İleri, yoldaşlar!' dedi güçlükle. 'Ayaklanma adına ileri! Yaşasın Hayvan Çiftliği! Yaşasın Napoléon Yoldaş! Napoléon her zaman haklıdır!' Son sözleri bunlar oldu, yoldaşlar." Derken, Squealer'ın tavrı ansızın değişiverdi. Bir an durdu, ufacık gözleriyle çevresine kuşkulu bakışlar fırlattıktan sonra başladı anlatmaya.

Boxer götürüldükten sonra çiftlikte saçma ve aşağılık bir söylenti yayıldığını duymuştu. Söylentiye bakılırsa, bazı hayvanlar Boxer'ı götüren arabanın üzerinde "At Kasabı" yazdığını görmüşler ve hemen Boxer'ın kesilmeye gönderildiği sonucuna varmışlardı. Bir hayvanın bu kadar salak olması inanılır gibi değildi. Ter ter tepiniyor, öfkeyle bağırıyordu. Sevgili Önderleri Napoléon Yoldaş'ı hiç mi tanımıyorlardı? Napoléon Yoldaş, hiç böyle bir şeye göz yumar mıydı? Oysa işin aslı çok basitti. Eskiden bir at kasabının kullandığı araba, kısa bir süre önce baytar tarafından satın alınmış ama baytar arabanın üstündeki yazıyı silmeye vakit bulamamıştı. Sorun buradan kaynaklanıyordu.

Hayvanlar, işin aslını öğrenince, yüreklerindeki sıkıntıyı biraz olsun atmışlardı. Hele Squealer, Boxer'a ölüm döşeğinde ne kadar büyük özen gösterildiğini, Napoléon'un o pahalı ilaçları en küçük bir duraksama göstermeden hemen aldırttığını ayrıntılarıyla anlatınca, kafalarındaki son kuşkular da dağıldı; Boxer'ın hiç değilse mutlu öldüğü düşüncesi, yoldaşlarının ölümüyle içlerine çöken acıyı dindirdi. Ertesi pazar, sabahleyin düzenlenen toplantıya Napoléon da katıldı ve Boxer'ı göklere çıkaran kısa bir söylev çekti. Acısını yüreklerinde duydukları yoldaşlarının cenazesini gömülmek üzere çiftliğe getirtmek mümkün olmamıştı. Ama Boxer'ın cenazesine, çiftlik evinin bahçesindeki defne dallarından yaptırttığı kocaman bir çelenk göndermişti. Domuzlar, birkaç güne kadar Boxer için bir anma şöleni düzenleyeceklerdi. Napoléon, söylevini, Boxer'ın en sevdiği iki özdeyişle bitirdi: "Daha çok çalışacağım" ve "Napoléon Yoldaş her zaman haklıdır". Bu özdeyişleri her hayvan kafasına iyice kazımalıydı.

Şölenin verileceği gün Willingdon'dan gelen bir bakkal arabası, çiftlik evine kocaman bir sandık bıraktı. O gece büyük bir şamatayla şarkılar söylendiği duyuldu, ardından tepişme ve boğuşma sesleri geldi, en sonunda on bire doğru bir şangırtı koptu. Ertesi gün öğleye kadar, çiftlik evinde kalanların hiçbirinden ses çıkmadı. Çiftlikte bir söylenti dolaşıyordu: Domuzlar, parayı nereden bulmuşlarsa bulmuşlar, bir kasa viski daha almışlardı

Learn languages from TV shows, movies, news, articles and more! Try LingQ for FREE

9 Bölüm 9 Abschnitt 9 Section 9 Sección 9 Раздел

Dokuzuncu Bölüm девятая| Chapter Nine

Boxer'ın yarılan toynağının iyileşmesi uzun sürdü. |||заживление|| |Riss|||| Die Heilung von Boxers aufgespaltenem Huf dauerte lange. Boxer's split hoof took a long time to heal. Zafer kutlamaları sona erdikten bir gün sonra yel değirmenini yeniden yapmaya başlamışlardı. |||после окончания|||||||| |Feierlichkeiten|||||||||| Einen Tag nach dem Ende der Siegesfeiern hatten sie bereits begonnen, die Windmühle wieder aufzubauen. The day after the victory celebrations had ended, they had begun to rebuild the windmill. Boxer bir gün bile izin almaya yanaşmamıştı; acı çektiğini kimseye belli etmemeyi bir onur sorunu olarak görüyor, toynağının çok ağrıdığını akşamları yalnızca Clover'a itiraf ediyordu. ||||||не хотел|||||не показывать||||||||что болит|||Кловер|| |||||||||||||||||||schmerzt|||Clover|| Boxer hatte sich nicht einmal einen Tag frei genommen; er betrachtete es als Ehrensache, sein Leiden niemandem zu zeigen, und gestand nur Clover abends, dass sein Huf sehr schmerzte. Boxer refused to take a day off; He considered it a matter of honor not to let anyone know that he was in pain, only admitting to Clover in the evenings that his hoof hurt a lot. Clover, Boxer'ın yarasını, çeşitli otları çiğneyerek hazırladığı lapalarla iyileştirmeye çalışıyordu. |||||||пастой|заживить| |||||||Breie|heilen| Clover was trying to heal Boxer's wound with poultices he had prepared by chewing various herbs. Clover ile Benjamin, kendini fazla yormaması için Boxer'a yalvarıyorlardı. |||||не утомляй||| ||||||||betteten Clover and Benjamin were begging Boxer not to tire himself too much. Clover,"Atlar da yorulur," diyor, ama Boxer kulak asmıyordu: Artık tek bir amacı kalmıştı, o da emekliye ayrılmadan yel değirmeninin çalışmaya başladığını görmekti. ||||||||||||||||||||||увидеть это |||werden|||||||||||||||||||sehen "Horses get tired, too," Clover said, but Boxer didn't listen: there was only one goal left now, and that was to see the windmill start before he retires. Başlangıçta, Hayvan Çiftliği'nin yasaları ilk kez hazırlanırken, emeklilik yaşı atlar ve domuzlar için on iki, inekler için on dört, köpekler için dokuz, koyunlar için yedi, tavuklar ve kazlar için de beş olarak belirlenmişti. ||||||||возраст выхода на пен||||||||||||||||||||||||было определено |||Gesetze|||||||||||||||||||||||||||||war festgelegt Originally, when the laws of Animal Farm were first drafted, the retirement age was set at twelve for horses and pigs, fourteen for cows, nine for dogs, seven for sheep, and five for chickens and geese. Emekli aylıklarının yüksek tutulması kararlaştırılmıştı. |||удержание| |||Haltung| Es wurde beschlossen, die Renten der Rentner hoch zu halten. It was decided to keep the pensions high. Gerçi henüz hiçbir hayvan emekliye ayrılmış değildi, ama son zamanlarda bu konu gittikçe daha çok tartışılır olmuştu. |||||||||||||||обсуждаемой| |||||||||||||||diskutiert| Obwohl bisher kein Tier in den Ruhestand gegangen war, war dieses Thema in letzter Zeit zunehmend umstritten. Although no animals have been retired yet, this topic has been more and more controversial lately. Meyve bahçesinin arka tarafındaki küçük çayırın arpa ekimine ayrılmasından sonra, büyük çayırın bir köşesinin çitle çevrileceği ve emekliliği gelen hayvanlar için otlak olarak kullanılacağı yolunda bir söylenti dolaşıyor; emekli atlara günde iki buçuk kilo tahıl, kışın yedi buçuk kilo ot, bayramlarda da bir havuç ya da mümkün olursa bir elma verilmesi gerektiği söyleniyordu. ||||||||отделения|||||||будет огорожен||выход на пенсию||||||будет использоваться|||||||||||||||||праздники||||||||||должно быть дан|| ||||||Gerste|Aussaat|Abtrennung|||||||eingezäunt||die Rente|||||||||||||||||||||||||||||||||vergabe|| Nachdem die kleine Wiese hinter dem Obstgarten für den Gerstenanbau bestimmt wurde, gab es das Gerücht, dass eine Ecke der großen Wiese eingezäunt werden würde, um als Weide für die pensionierten Tiere genutzt zu werden; es wurde gesagt, dass die Rentnerpferde täglich zweieinhalb Kilogramm Getreide, im Winter sieben Kilogramm Gras und an Feiertagen eine Karotte oder, wenn möglich, einen Apfel erhalten sollten. After the small meadow at the back of the orchard has been reserved for barley cultivation, a rumor circulates that a corner of the large meadow will be fenced off and used as pasture for retiring animals; It was said that retired horses should be given two and a half kilos of grain a day, seven and a half kilos of grass in winter, and a carrot or, if possible, an apple on holidays. Boxer, gelecek yıl yaz sonuna doğru on iki yaşına basacaktı. |||||||||werden Boxer würde nächstes Jahr etwa gegen Ende des Sommers zwölf Jahre alt werden. Boxer would turn twelve by the end of summer next year.

Hayatın zorlukları bitmek bilmiyordu. ||не заканчивались| Die Schwierigkeiten des Lebens hörten nicht auf. The difficulties of life were endless. Bu kış da bir önceki kadar soğuktu, yiyecekler daha da azalmıştı. ||||||||||уменьшились ||||||||||war weniger geworden Dieser Winter war ebenso kalt wie der vorherige, das Essen war noch seltener geworden. This winter was just as cold as the previous one, with even less food available. Domuzlar ve köpeklerin tayınları dışında bütün tayınlarda bir kez kısıntıya gidilmişti. ||||||кормах|||ограничению| |||||||||Einschränkung|war gegangen Außer den Rationen für die Schweine und Hunde war bei allen anderen Rationen einmal eine Kürzung vorgenommen worden. All rations were cut once, except for pigs and dogs. Squealer'ın açıklamasına bakılırsa, tayınlarda çok katı bir eşitlik, Hayvancılığın ilkelerine aykırıydı; yiyecek sıkıntısı varmış gibi görünebilirdi, ama gerçek hiç de öyle değildi. |||рационах||||равенство||принципам Ж|противоречило|||||могло показаться|||||| |||||||Gleichheit||Prinzipien|||||||||||| Laut Squealers Erklärung war eine sehr strenge Gleichheit bei den Rationen gegen die Prinzipien des Animalismus; es könnte so aussehen, als gäbe es eine Lebensmittelknappheit, aber in Wirklichkeit war das ganz und gar nicht der Fall. According to Squealer's explanation, too strict equality in rations was against the principles of Animal Husbandry; It might seem like there was a shortage of food, but the reality was not. Squealer gönüllere su serpmeyi çok iyi beceriyordu. |||разбрызгивать|||умел это делать |die Herzen||streuen||| Squealer verstand es sehr gut, den Leuten beruhigend ins Gewissen zu reden. Squealer was very good at sprinkling hearts. Kuşkusuz, şimdilik, tayınları yeniden ayarlamak zorunda kalmışlardı (Squealer, hiçbir zaman "kısıntı" sözcüğünü kullanmıyor, '"yeniden ayarlama" demeyi yeğliyordu), ama gene de Jones'un dönemiyle kıyaslandığında çok büyük bir ilerleme söz konusuydu. ||||настраивать||||||ограничение||||перенастройка||предпочитал сказать|||||эпохой Джон|в сравнении с||||||было речь ||||||||||||||||bevorzugte|||||Ära|im Vergleich zu|||||| Of course, for the time being, they had to readjust rations (Squealer never used the word 'cutback', he preferred to say 're-adjustment'), but it was still a huge advance compared to Jones' era. Rakamları en küçük ayrıntısına kadar, tiz bir sesle hızlı hızlı okuyarak, Jones'un dönemine oranla daha çok yulaf, daha çok ot ve daha çok şalgam yediklerini, çalışma saatlerinin daha aza indirildiğini, içme sularının daha nitelikli olduğunu, daha uzun yaşadıklarını, ölen yavruların sayısında büyük bir azalma görüldüğünü, ahırlarda daha fazla saman bulunduğunu ve eskisi kadar pirelenmediklerini bir bir ortaya koyuyordu. цифры|||||||||||||||||||||||редька|они ели||рабочих часов||меньше|было снижено||питьевой воды||качественной||||||||||уменьшение|было видно|в сараях||||||||не так бло||||выявлял |||||||||||||||mehr|Hafer|||||||Rüben|||Arbeitszeiten||weniger|indiziert|||||||||||||||gesehene|||||||||pirelenmediklerini||||koyuyordu By reading the numbers down to the smallest detail, in a high-pitched voice, they said that they ate more oats, more grass, and more turnips than in Jones' era, that their working hours were reduced, that their drinking water was of better quality, that they lived longer, that the number of offspring died. one by one, it was revealed that there was a great decrease, that there was more hay in the barns and that they were not as flea as they used to be. Hayvanlar, ne dese inanıyorlardı. ||что бы ни|верили The animals believed whatever they said. Doğrusunu söylemek gerekirse Jones'un zamanında olup bitenler, belleklerinden neredeyse bütünüyle silinmişti. ||||||события|памяти||| die Wahrheit|||||||von seinem Gedächtnis||| To tell the truth, what had happened in Jones' time was almost completely erased from their memory. Şimdilerde yoksul ve çetin bir hayat yaşadıklarını, çoğu zaman aç kalıp soğuktan donduklarını, uyku uyumak dışında her dakikalarını çalışmakla geçirdiklerini biliyorlardı. в наши дни|||тяжелую||||||||||||||каждую минуту|работая|проводят| |||hart|||||||||gefroren|||||Minuten||| They knew that they were living a poor and hard life now, that they were often starving and freezing, and that they spent every minute working except sleeping. Ama eski günlerin daha da beter olduğuna inanıyorlar ve bundan mutluluk duyuyorlardı. But they believed the old days were even worse, and they were happy about it. Kaldı ki, Squealer'ın da durmadan vurguladığı gibi, eskiden köle olmalarına karşılık şimdi özgürdüler; bütün fark da buradaydı. ||||||||||||они были свободны||||здесь |||||betonte|||||||sie waren frei||||hier Moreover, as Squealer constantly emphasizes, they were now free, although they were slaves in the past; here was the whole difference. Beslenecek boğazlar da artmıştı. которые будут кормиться|глотки|| zu füttern||| Die zu fütternden Kehlen hatten ebenfalls zugenommen. The mouths to feed had also increased. Sonbaharda dört dişi domuz da aşağı yukarı aynı sıralar toplam otuz bir yavru doğurmuştu. |||||||||||||родила |||||||||||||geboren Im Herbst hatte das vierzähnige Weibschwein ungefähr zur selben Zeit insgesamt einunddreißig Jungen zur Welt gebracht. In the autumn all four sows gave birth to a total of thirty-one calves at roughly the same time. Çiftlikteki tek erkek domuz Napoléon olduğundan, hepsi de alacalı olan yavruların babalarının kim olduğunu kestirmek hiç de güç değildi. ||||||||пятнистые|||отцов||||||| ||||||||gescheckt|||||||||| Da das einzige männliche Schwein auf dem Bauernhof Napoleon war, war es überhaupt nicht schwierig zu erraten, wer der Vater der ganzen gescheckten Nachkommen war. Napoléon was the only sow on the farm, so it was not difficult to guess who the fathers of the puppies, all of which were mottled, were. İleride, tuğla ve kereste alındığı zaman, çiftlik evinin bahçesinde bir derslik yapılacağı açıklanmıştı. ||||когда будет получен||||||классная комната|| |Ziegel||Brett|genommen wird||||||Klassezimmer|| In Zukunft war angekündigt worden, dass ein Klassenzimmer im Garten des Bauernhauses gebaut werden würde, wenn Ziegel und Holz beschafft werden. It was announced that a classroom would be built in the garden of the farmhouse later, when the brick and timber were purchased. Ama şimdilik küçük domuzlara çiftlik evinin mutfağında Napoléon kendisi ders vermekteydi. ||||||||||преподавал ||||||||||geben Aber vorerst gab Napoléon persönlich Unterricht in der Küche des Bauernhauses für die kleinen Schweine. But for now Napoleon himself was teaching the little pigs in the kitchen of the farmhouse. Beden eğitimi ve gezinti için bahçeye çıkıyorlardı, ama öteki hayvanların yavrularıyla oynamalarına izin yoktu. ||||||||||с детенышами|играть|| ||||||||||mit ihren Jungen|spielen|| Sie gingen zum Sportunterricht und zum Spaziergang in den Garten, aber es war den anderen Tieren nicht erlaubt, mit ihren Jungen zu spielen. They went out into the garden for physical training and strolling, but the other animals were not allowed to play with their young. Gene o sıralar, yeni kurallar getirilmişti: Bir domuz ile başka bir hayvan yolda karşılaştıklarında öteki hayvan kenara çekilerek domuza yol verecek ve bütün domuzlar pazar günleri kuyruklarına yeşil kurdele takma ayrıcalığına sahip olacaklardı. ||||правила|||||||||||||в сторону|||||||||к хвостам|||прикрепить л|привилегией||будут иметь право |||||||||||||wenn sie sich trafen|||||Schwein||||||||Schwänze||Bänder||das Privileg||werden würden In diesen Zeiten wurden neue Regeln eingeführt: Wenn ein Schwein einem anderen Tier auf der Straße begegnete, musste das andere Tier beiseite treten und dem Schwein den Weg frei machen, und alle Schweine würden am Sonntag das Privileg haben, grüne Schleifen an ihren Schwänzen zu tragen. At that time, new rules were introduced: when a pig and another animal met on the road, the other animal would step aside and give way to the pig, and all pigs would have the privilege of wearing green ribbons in their tails on Sundays.

O yıl çiftlikte işler yolunda gitmesine karşın, hâlâ para sıkıntısı çekiliyordu. |||||шли||||| In diesem Jahr lief es auf der Farm zwar gut, doch es gab immer noch Geldknappheit. Although things were going well on the farm that year, money was still running low. Derslik için tuğla, kum ve kireç almak, yel değirmeninin aygıtları için de para biriktirmek zorundaydılar. |||||||||||||собирать деньги| |||||||||||||sparen| Sie mussten Ziegel, Sand und Kalk für das Klassenzimmer kaufen und auch Geld für die Geräte der Windmühle sparen. They had to buy bricks, sand, and lime for the classroom, and save up for the tools of the windmill. Ayrıca, ev için gazyağı ve mum, Napoléon'un sofrası için şeker (şişmanlamasınlar diye şekeri öteki domuzlara yasaklamıştı) almaları gerekiyordu; araç gereç, çivi, ip, kömür, tel, hurda demir ve köpek bisküvisi de cabası. |||||||стол|||чтобы не толстели|||||запретил другим||||инструменты|||уголь||||||для собак||вдобавок ||||||||||sollten nicht dick werden||Zucker||||||Werkzeug|Werkzeug||||Draht|Schrott||||biskuit||cabası Außerdem mussten sie Petroleum und Kerzen für das Haus sowie Zucker für Napoléons Tisch (damit die anderen Schweine nicht zu dick werden) kaufen; das Zubehör, Nägel, Schnur, Kohle, Draht, Schrott und Hundekekse kamen noch dazu. They also had to buy kerosene and candles for the house, sugar for Napoleon's table (he had forbidden sugar to other pigs so that they would not get fat); Not to mention tools, nails, rope, coal, wire, scrap iron and dog biscuits. Samanların ve patateslerin bir bölümü satılmıştı; sözleşmedeki yumurta sayısı haftada altı yüze çıkarıldığından, o yıl tavuklar yeterince civciv çıkaramamışlardı. ||||||||||||была увеличена||||||не смогли вывести ||||||||||||erhöht wurde|||||Küken|hatten nicht ausgebrütet Ein Teil des Strohs und der Kartoffeln war verkauft worden; da die Anzahl der Eier im Vertrag auf sechshundert pro Woche erhöht wurde, hatten die Hühner in diesem Jahr nicht genug Küken ausbrüten können. Some of the straw and potatoes had been sold; The hens had not hatched enough that year, as the number of eggs under the contract had been increased to six hundred per week. Aralık ayında azaltılmış olan tayınlara şubatta yeniden kısıtlama getirilmiş, fazla gazyağı gitmesin diye ahırlarda fener yakmak yasaklanmıştı. ||уменьшенный|||в феврале||ограничение|введено ограничение|||не уходит|||||было запрещено ||||Rationen|im Februar||Einschränkung|||||||||war verboten Die im Dezember reduzierten Rationen wurden im Februar erneut eingeschränkt, und um zu verhindern, dass zu viel Petroleum verschwendet wurde, war das Anzünden von Laternen in den Ställen verboten. The rations, which were reduced in December, were restricted again in February, and it was forbidden to light lanterns in the barns to avoid excess kerosene. Ama domuzların rahatı yerindeydi; dahası, semirdikleri bile söylenebilirdi. |||||что они откормлены||можно было сказать |||war in Ordnung||sie sich fetteten||konnte gesagt werden Aber es ging den Schweinen gut; außerdem konnte man sagen, dass sie sogar zugelegt hatten. But the pigs were comfortable; moreover, they could even be said to have grown fat. Şubat sonlarına doğru bir akşamüstü, mutfağın arkasında bulunan ve Jones'un zamanında hiç kullanılmayan küçük bira imalathanesinden avluya, hayvanların o güne kadar hiç duymadıkları, ılık, nefis, iştah açıcı bir koku yayıldı. ||||||||||||не использовалась|||||||||||теплый|восхитительный|аппетитный|аппетитный||| |||||||||||||||||||||||||Appetit|||| Gegen Ende Februar, an einem Nachmittag, verbreitete sich von der kleinen Bierbrauerei hinter der Küche, die zu Jones' Zeiten nie genutzt worden war, ein warmer, köstlicher, appetitanregender Duft im Hof, den die Tiere bis zu diesem Tag noch nie gerochen hatten. One afternoon in late February, from the small brewery behind the kitchen, which was never used in Jones' time, a warm, delicious, appetizing scent swept across the courtyard, something the animals had never heard of before. Hayvanlardan biri, bunun pişirilmekte olan arpa kokusu olduğunu söyledi. |||готовится к варке||||| |||gekocht werden||Gerste||| Eines der Tiere sagte, dass es der Duft von kochender Gerste sei. One of the animals said it was the smell of barley being cooked. Kokuyu içlerine çeken aç hayvanlar, yoksa akşam yemeğine sıcak bir lapa mı hazırlanıyor, diye düşünmekten kendilerini alamadılar. запах||||||||||||готовится к ужину|||| den Geruch||||||||||Lappen|||||| Die hungrigen Tiere, die den Geruch aufsogen, konnten sich nicht helfen und dachten daran, ob nicht vielleicht eine warme Brei für das Abendessen zubereitet wird. The hungry animals inhaling the scent couldn't help but wonder if a hot porridge was being prepared for dinner. Ama sıcak lapa şöyle dursun, ertesi pazar artık tüm arpanın domuzlara ayrılacağı açıklandı. |||||||||||будет выделена| ||lapa|||||||||vergeben werden würde| Aber von warmem Brei kann keine Rede sein, da bereits angekündigt wurde, dass die gesamte Gerste am nächsten Sonntag den Schweinen zugeteilt wird. But let alone hot porridge, it was announced the following Sunday that all barley would now be reserved for pigs. Meyve bahçesinin arkasındaki tarlaya çoktan arpa ekilmişti. ||||||была посеяна |||||Gerste| Auf dem Feld hinter dem Obstgarten war schon lange Gerste gesät worden. Barley had already been planted in the field behind the orchard. Çok geçmeden bir haber yayıldı: Artık her domuza günde yarım litre, Napoléon'a ise dört litre bira veriliyor, Napoléon birasını Crown Derby takımının çorba kâsesinden içiyordu. |||||||||||||||||||||||чаши для суп| ||||||||||||||||||sein Bier|||||Schüssel| Bald verbreitete sich eine Nachricht: Jetzt bekommt jedes Schwein einen halben Liter pro Tag, Napoléon hingegen vier Liter Bier, und Napoléon trinkt sein Bier aus der Suppe-Schüssel des Crown Derby-Teams. Word soon spread: Every pig was now given half a liter of beer a day, and Napoleon four liters a day, and Napoleon drank his beer from the soup bowl of the Crown Derby team. Gerçi güçlüklerin ardı arası kesilmiyordu, ama hayvanlar artık eskisine göre çok daha onurlu yaşadıklarını düşünerek bir ölçüde avutuyorlardı kendilerini. ||||||||по сравнению с прежним|||||||||успокаивали себя| ||||hörte nicht auf||||||||||||einigermaßen|beruhigten| Zwar gab es weiterhin zahlreiche Schwierigkeiten, aber die Tiere trösteten sich ein Stück weit damit, dass sie jetzt ein viel ehrbarer Leben führen als früher. Although difficulties were not incessant, the animals consoled themselves to some extent by thinking that they were living more dignified than before. Daha çok şarkı söyleniyor, daha çok konuşma yapılıyor, daha çok tören düzenleniyordu. Es wurden mehr Lieder gesungen, mehr Reden gehalten und mehr Feiern organisiert. More songs were sung, more speeches were made, more ceremonies were held. Napoléon, haftada bir, Hayvan Çiftliği'nde verilen savaşımları ve kazanılan zaferleri kutlamak amacıyla Kendiliğinden Gösteriler düzenlenmesini buyurmuştu. ||||||сражения||||||самостоятельные показы|показания|организацию мероприятий|приказал ||||||Kämpfe|||Siege|||||| Napoleon had ordered that Spontaneous Demonstrations be held once a week to celebrate the battles and victories at Animal Farm. Hayvanlar, belirlenen saatte işi bırakıyor, çiftliğin çevresinde askeri düzende yürüyüşe geçiyorlardı: en önde domuzlar, onların arkasında atlar, sonra inekler, koyunlar, en arkada da kümes hayvanları... Köpekler geçit alayının iki yanında yürüyor, Napoléon'un siyah horozu da başı çekiyordu. |||||||||марш||||||||||||||птицы||||||||||петух||| |||||||||||||||||||||||Hühnerstall|||überqueren|aller||||||Hahn|||zogen Die Tiere hörten zu der festgelegten Stunde mit der Arbeit auf und marschierten in militärischer Formation um die Farm: ganz vorne die Schweine, dahinter die Pferde, dann die Kühe, Schafe und ganz hinten das Geflügel... Die Hunde liefen auf beiden Seiten des Zuges, und Napoléons schwarzer Hahn führte den Zug an. At the appointed hour, the animals stopped work and marched in military formation around the farm: pigs in the front, horses behind them, then cows, sheep, and poultry at the back. Dogs marched on either side of the procession, with Napoleon's black rooster leading the way. . Üzerinde hayvan ayağı ve boynuz resmi bulunan, "Yaşasın Napoléon Yoldaş!" ||лапа||||||| ||Fuß||Horn||||| Eine Flagge, auf der ein Tierspurdruck und ein Horn abgebildet waren, mit der Aufschrift: "Es lebe Kamerad Napoléon!" "Long live Comrade Napoleon!" yazılı bir bayrağı her zaman Boxer ile Clover taşıyorlardı. Trugen immer Boxer und Clover. Boxer and Clover always carried a written flag. Daha sonra, Napoléon'un onuruna yazılmış şiirler okunuyor, ardından Squealer gıda maddeleri üretimindeki son artışları ayrıntılarıyla açıklayan bir konuşma yapıyor, zaman zaman da bir el silah atılıyordu. ||||||читаются|||||производстве продуктов|||в деталях|объясняющий детали|||||||||| |||zu Ehren||||||||||||erklärende|||||||||| Später werden Gedichte zu Ehren Napoléons gelesen, danach hält Squealer eine Rede, in der er die jüngsten Produktionssteigerungen von Nahrungsmitteln im Detail erläutert; gelegentlich wird auch eine Waffe geworfen. Next, poems in honor of Napoleon were read, followed by Squealer giving a speech detailing the recent increases in food production, with occasional gunshots. Kendiliğinden Gösteriler'in en büyük tutkunu koyunlardı; içlerinden biri vakit kaybettiklerinden ve soğukta dikilip durmaktan başka bir şey yapmadıklarından yakınmaya kalksa (bazı hayvanlar, gerçekten de, domuzlar ve köpekler ortalıkta görünmediği zamanlar yakınıyorlardı), koyunlar o saat bir ağızdan, "Dört ayak iyi, iki ayak kötü!" |показания||||овцы||||что потеряли||на холоде|стояли|||||что не делали|||||||||||||жаловаться||||||||||| |der Shows||||waren|||||||stehen|||||nicht|||||||||||||sie beschwerten sich||||||||||| Die größten Anhänger der Spontan-Demonstrationen waren die Schafe; wenn eines von ihnen sich darüber beschwerte, dass sie nichts anderes taten, als Zeit zu verlieren und im Kalten zu stehen (einige Tiere, tatsächlich, beschwerten sich, wenn die Schweine und Hunde nicht in der Nähe waren), dann schrieen die Schafe gleichzeitig: "Vier Füße gut, zwei Füße schlecht!" Sheep were the biggest fans of Spontaneous Shows; If one of them tried to complain that they were wasting time and were doing nothing but standing in the cold (some animals, indeed, were complaining when the pigs and dogs weren't around), the sheep would say in unison, "Four legs good, two legs bad!" diye avazları çıktığı kadar meleyerek onu susturuyorlardı. ||||мычанием|| ||||mähend||sustierten und mähten so laut sie konnten, um ihn zum Schweigen zu bringen. they silenced him by bleating as much as they could. Ama hayvanlar bu törenlerden genellikle hoşnuttular. |||||были довольны ||||generell|waren zufrieden Aber die Tiere waren in der Regel mit diesen Zeremonien zufrieden. But the animals were generally content with these ceremonies. Ne de olsa, kendi kendilerinin efendisi olduklarının ve yalnızca kendi yararları için çalıştıklarının anımsatılması, yüreklerini ferahlatıyordu. ||||||что они||||||что работают|напоминание|сердца|успокаивало ||||||sie||||||arbeiten|Erinnerung|ihre Herzen| Immerhin erinnerte sie sich daran, dass sie die Herren ihrer selbst waren und nur für ihr eigenes Wohl arbeiteten, was ihre Herzen erfreute. After all, it was refreshing to be reminded that they were their own masters and worked only for their own benefit. Böylece şarkılarla, tören alaylarıyla, Squealer'ın sıraladığı rakamlarla, tüfeğin gümbürtüsüyle, horozun ötüşleriyle ve bayrağın dalgalanışıyla, ara sıra da olsa, açlıklarını unutabiliyorlardı. |песнями||с шествиями|||цифрами которые|||петуха|пением петуха|||развиванием ф|||||свою голод|могли забывать |mit den Liedern||mit den Festzügen|||Zahlen||Donner|Hahn|dem Gesang des Hahns|||Wehen|||||ihre Hunger|vergaßen So konnten sie, wenn auch nur manchmal, durch Lieder, Zeremonien, die Zahlen, die Squealer aufzählte, das Grollen des Gewehrs, das Krähen des Hahns und das Wehen der Fahne, ihren Hunger vergessen. So they could forget their hunger, albeit occasionally, with songs, with processions, with Squealer's numbers, with the roar of the rifle, the crowing of the rooster, and the waving of the flag. Nisan ayında Hayvan Çiftliği'nde Cumhuriyet ilan edildi. In April, the Republic was proclaimed on Animal Farm. Bir başkan seçmek gerekiyordu. A president had to be elected. Tek aday olan Napoléon oybirliğiyle başkan seçildi. ||||||был избран The only candidate, Napoleon, was unanimously elected president. Aynı gün, Snowball'un Jones'un suç ortağı olduğuna ilişkin ayrıntılı bilgileri gün ışığına çıkaran yeni belgeler bulunduğu açıklandı. |||||соучастник|||||||выявляющие|||| |||||Partner||||||||||| The same day, it was announced that new documents were found revealing detailed information about Snowball being Jones' accomplice. Belgeler, Snowball'un, hayvanların ilk başta sandıkları gibi yalnızca Ağıl Savaşı'nın kaybedilmesi için savaş hilesine başvurmakla kalmadığını, açıktan açığa |||||||||||||обману|обращаться к|не ограничился|| |||||||||||||Listetricks|||| Die Dokumente zeigten, dass Snowball nicht nur, wie die Tiere zunächst dachten, auf den Kriegstrick des Verlustes der Scheune zurückgegriffen hatte, sondern offen The documents openly reveal that Snowball not only resorted to warfare to lose the War of the Hallows, as the animals initially thought. Jones'un safında dövüştüğünü ortaya koyuyordu. |стороне Джон||| |Seite|kämpfte|| auf der Seite von Jones kämpfte. It was revealing that he was fighting on Jones' side. Üstelik, İnsan kuvvetlerinin komutanlığını üstlenmiş ve, "Yaşasın İnsanlık!" |||командование|взял на себя|||человечество ||der Kräfte|Oberbefehl über die Menschenkräfte|übernommen||| Darüber hinaus hatte er das Kommando über die menschlichen Streitkräfte übernommen und rief: "Lang lebe die Menschheit!" Moreover, he took command of the Human forces and shouted, "Long Live Humanity!" diye haykırarak saldırıya geçmişti. hat sich mit einem Schrei gestürzt. ' he shouted, attacking. Snowball'un sırtındaki yaraları kendi gözleriyle gördüklerini anımsayanlar ise, yepyeni bir şey öğreniyorlardı: Meğer bu yaraları Napoléon dişleriyle açmıştı. |на спине|||||вспоминающие это||||||||||| ||||||die sich erinnerten||||||||||| Diejenigen, die sich daran erinnerten, die Wunden auf Snowballs Rücken mit eigenen Augen gesehen zu haben, lernten etwas ganz Neues: Diese Wunden hatte Napoléon mit seinen Zähnen verursacht. Those who remembered seeing the wounds on Snowball's back with their own eyes were learning something completely new: It turned out that Napoleon had opened these wounds with his teeth. Kaç yıldır ortalıkta görünmeyen kuzgun Moses, yaz ortalarına doğru birden çiftliğe geri döndü. |||||||середине лета||||| |||sichtbar||||||||| Der seit Jahren nicht mehr gesehene Rabe Moses kehrte mitten im Sommer plötzlich zur Farm zurück. Moses the raven, who had not been seen for several years, suddenly returned to the farm in the middle of summer. Neredeyse hiç değişmemişti; elini sıcak sıcak sudan soğuk suya sokmuyor, eskisi gibi Balbadem Diyarı masalları okuyup duruyordu. ||||||||||||||сказки|| ||hatte sich nicht verändert||||||||||||Märchen|| It had hardly changed; He did not put his hand in the cold water from the hot water, and kept reading the tales of the Honeymoon Land as before. Bir kütüğün üstüne tünüyor, kara kanatlarını çırpıyor; dinleyecek birini bulmayagörsün, saatlerce konuşuyordu. |||||крыльями|бьет||||| |||landet|||schlägt||||| Es sitzt auf einem Baumstamm und schlägt mit seinen schwarzen Flügeln; sobald es jemanden zum Zuhören findet, spricht es stundenlang. Perched on a log, flapping its black wings; He was talking for hours, seeing as he could find someone to listen to. Koca gagasıyla gökyüzünü göstererek çok ciddi bir sesle, "İşte orada, yoldaşlar," diyordu. ||небо||||||||| |Schnabel|||||||||| Mit seinem großen Schnabel zeigt es gen Himmel und sagt mit sehr ernstem Ton: "Da drüben, Genossen,". "There he is, comrades," he said very gravely, pointing at the sky with his big beak. "Balbadem Diyarı, biz zavallı hayvanların tüm sıkıntılarımızdan kurtulup sonsuza dek huzur içinde yaşayacağımız ülke orada, şu gördüğünüz kara bulut var ya, onun hemen ardında!" ||||||||||||будем жить||||||||||| ||||||||||||leben werden||||||||||| "Das Land der Balbadem, wo wir armen Tiere von all unseren Nöten befreit werden und für immer in Frieden leben können, ist dort drüben, gleich hinter der schwarzen Wolke, die Sie sehen!" “The Land of Honeymoon, the land where we poor animals will get rid of all our troubles and live in peace forever, there is that dark cloud you see, right behind it!” Dahası, bir gün çok yükseklerden uçarken oradan geçtiğini, alabildiğine uzanıp giden yonca tarlalarını, keten tohumu küspesi ve kesmeşekerlerle kaplı çalılıkları gözleriyle gördüğünü ileri sürüyordu. ||||с высоты|||||||||||жмых льня||сахаром и||кустарники|||| ||||von hohen Höhen|flog|||||||Felder|Lein|Samen|Küpe (1)||Zuckerstücken||das Gestrüpp|||| Außerdem behauptete er, eines Tages beim Fliegen in sehr großen Höhen dort vorbeigekommen zu sein und mit seinen eigenen Augen die weitläufigen Klee-Felder, die mit Leinsamen-Resten und Zuckerstückchen bedeckten Strauchlandschaften gesehen zu haben. Moreover, he claimed that one day, as he was flying from very high, he passed by and saw with his eyes stretching fields of alfalfa and thickets covered with flaxseed meal and sugar cubes. Hayvanların birçoğu ona inanıyordu. Viele Tiere glaubten ihm. Many of the animals believed in him. Bu dünyada açlık ve yokluk içinde yaşıyorlardı; başka bir yerlerde daha iyi bir dünyanın bulunmasından daha doğru, daha anlaşılır ne olabilirdi? ||||||они жили||||||||существование|||||| ||||||||||||||finden|||||| In dieser Welt lebten sie in Hunger und Armut; was könnte richtiger und verständlicher sein, als die Möglichkeit, an einem anderen Ort eine bessere Welt zu finden? They lived in this world in hunger and poverty; What could be more accurate, more intelligible than finding a better world elsewhere? Asıl anlaşılması zor olan, domuzların Moses'a karşı tutumuydu. |||||||Verhalten What was really difficult to understand was the attitude of the pigs towards Moses. Hem onu aşağılayarak Balbadem Diyarı'yla ilgili masallarının palavra olduğunu söylüyorlar, hem de hiç çalışmadan çiftlikte kalmasına ses çıkarmıyorlar, dahası her gün bira içmesine izin veriyorlardı. ||||страной Балбад||сказок|вранье||||||||||не возражают|||||пить пиво|| ||indem sie erniedrigen||Diyarı||seiner Märchen|||||||||||sie machen keinen Lärm||||||| Not only did they humiliate him, saying that their fairy tales about the Honeymoon Land were bullshit, but they also let him stay on the farm without working, moreover, they let him drink beer every day. Boxer, ayağı iyileştikten sonra, her zamankinden daha sıkı çalışmaya başlamıştı. ||nachdem||||||| After his foot healed, Boxer started working harder than ever before. Aslında, o yıl, tüm hayvanlar köle gibi çalışıyorlardı. In fact, that year, all animals worked like slaves. Çiftliğin gündelik işleri ve yel değirmeninin yeniden yapımının yanı sıra, bir de mart ayında genç domuzlar için bir derslik yapılmaya başlanmıştı. |||||||||||||||||||начали строить|начали делать In addition to the daily work of the farm and the rebuilding of the windmill, a classroom for young pigs had begun in March. Az yiyip çok çalışmak dayanılır gibi değildi, ama Boxer asla pes etmiyordu. ||||||||||сдаваться| ||||erträglich||||||| Wenig essen und viel arbeiten war nicht mehr auszuhalten, aber Boxer gab niemals auf. Eating little and working hard was unbearable, but Boxer never gave up. Konuşmalarından da, çalışmasından da, artık eskisi kadar güçlü olmadığını anlamak mümkün değildi. его разговоров||||||||||| von seinen Gesprächen||von seiner Arbeit||||||||| An seinen Gesprächen und seiner Arbeit war es nicht zu erkennen, dass er nicht mehr so stark war wie früher. From his speeches and his work, it was not possible to understand that he was no longer as strong as before. Yalnızca görünüşü biraz değişmişti; tüyleri eskisi kadar parlak değildi, kocaman sağrısı içine göçmüştü. |внешность||изменился|||||||||переместился внутр ||||||||||Schädel||gewandert Nur sein Aussehen hatte sich ein wenig verändert; sein Fell war nicht mehr so glänzend, und seine riesige Wamme war eingestürzt. Only his appearance had changed a little; his feathers were not as shiny as before, his huge rump had sunk into it. Herkes, "İlkbahar otları bir yeşersin, Boxer kendini toparlar," diyordu. |||||||придет в себя| ||||wachsen|||erholt| Alle sagten: "Die Frühlingskräuter sollen hervorkommen, Boxer wird sich erholen." Everyone was saying, "Your spring grass will bloom, Boxer will recover." İlkbahar otları yeşerdi, ama Boxer toparlanamadı. ||зеленели||| |||||konnte sich nicht erholen Die Frühlingskräuter sind aufgegangen, aber Boxer hat sich nicht erholt. The springgrass greened, but Boxer could not recover. Bazen, taşocağına çıkılan yamaçta, iri bir kaya parçasının altında kasları titrediğinde, onu ayakta tutan tek şey kararlılığı oluyordu. |||на склоне|||||||когда трясли||||||решимость| ||||groß||||||zitterte||||||Entschlossenheit| Manchmal, wenn der Muskel unter einem großen Steinstück am Hang des Steinbruchs zitterte, war das einzige, was ihn aufrecht hielt, sein Wille. Sometimes, when his muscles trembled under a boulder on the slope leading up to the quarry, the only thing that kept him alive was his determination. Böyle durumlarda, sesini tümden yitirmesine karşın, dudaklarından: "Daha çok çalışacağım," sözcükleri okunabiliyordu. ||||потере голоса||с губ||||| ||||||von seinen Lippen|||||konnte gelesen werden In solchen Fällen konnte man, obwohl er seine Stimme ganz verloren hatte, die Worte "Ich werde härter arbeiten" von seinen Lippen ablesen. On such occasions, though he had lost his voice altogether, the words: "I will work harder," could be read from his lips. Clover ile Benjamin, sağlığını koruması için onu sürekli uyarıyorlar, ama Boxer kulak asmıyordu. ||||||||предупреждают|||| ||||seine Gesundheit|||||||| Clover und Benjamin warnen ihn ständig, um seine Gesundheit zu schützen, aber Boxer hörte nicht darauf. Clover and Benjamin constantly warned him to keep his health, but Boxer did not heed. On ikinci yaş günü yaklaşıyordu. Sein zwölfter Geburtstag rückte näher. His twelfth birthday was approaching. Sağlığı umurunda değildi; tek isteği, kendisi emekliye ayrılmadan yel değirmeni için yeterince taş toplanmasıydı. |было не важно||||||||||||собрание кам |||||||||||||das Sammeln He didn't care about his health; all he wanted was to collect enough stones for the windmill before he retired.

Bir yaz akşamı, birden çiftlikte bir söylenti yayıldı: Boxer'a bir şey olmuştu. One summer evening, a rumor suddenly spread on the farm: Something had happened to Boxer. Yel değirmeni için tek başına bir araba taş taşımaya kalkışmıştı. |||||||||попытался |||||||||hatte versucht A single carriage had attempted to carry stones for the windmill. Söylenti hiç kuşkusuz doğruydu. The rumor was undoubtedly true. Az sonra, iki güvercin yarışırcasına haberi yetiştirdi: "Boxer yere yıkılmış! ||||wie im Wettlauf||liefert||| Soon, two pigeons raced the news: "Boxer is down! Kalkamıyor!" не могу встать Sie kann nicht aufstehen! Çiftlikteki hayvanların neredeyse yarısı, yel değirmeninin bulunduğu küçük tepeye koştu. Almost half of the animals on the farm rushed to the small hill where the windmill was located. Boxer orada, arabanın okları arasında, boynunu uzatmış yatıyor, başını bile kaldıramıyordu. ||||||||||поднять ||||||ausgestreckt||||konnte nicht heben Boxer lay there between the arrows of the wagon, his neck stretched out, unable to even raise his head. Gözleri cam gibi olmuş, gövdesi tepeden tırnağa tere batmıştı. ||||||||была покрыта ||||der Körper||||war eingetaucht Ihre Augen waren wie Glas, ihr Körper war von Kopf bis Fuß in Schweiß getränkt. His eyes were glassy and his body was covered in sweat from head to toe. Ağzından ince bir kan sızıyordu. ||||floss Aus ihrem Mund sickerte feines Blut. A thin trickle of blood was oozing from his mouth. Clover, yanı başına diz çöktü. |||на колени| |||sich niederknien| Clover kniete sich neben sie. Clover knelt beside him.

"Boxer!" diye bağırdı. "Ne oldu sana?" "What happened to you?" Boxer, duyulur duyulmaz bir sesle, "Ciğerlerim dayanmadı," dedi. |||||Мои легкие|не выдержали| |||||meine Lungen|haben nicht gehalten| Der Boxer sagte mit einer hörbaren Stimme: "Meine Lungen halten nicht mehr aus." "My lungs didn't last," said Boxer audibly. "Dert değil. "Das ist kein Problem. "It's not a problem. Yel değirmenini bensiz de bitirebilirsiniz. ||||можете закончить ||||fertigstellen Die Windmühle können Sie auch ohne mich fertigstellen." You can finish the windmill without me. Epeyce taş toplandı. Es wurden ziemlich viele Steine gesammelt. Quite a few stones were collected. Hem bir ayım kalmıştı. ||Monat| Ich hatte noch einen Monat. And I had a month left. Doğrusu, emekliliğimi dört gözle bekliyordum. |мою пенсию||| |meine Rente||| Wahrlich, ich habe meine Pensionierung sehnlichst erwartet. Honestly, I was looking forward to my retirement. Benjamin de yaşlandı artık; belki de onu da emekliye ayırırlar da bana arkadaşlık eder." ||постарел|||||||выделят|||| ||ist alt geworden||||||||||| Benjamin is also old now; maybe they'll retire him too and he'll keep me company." Clover, "Hemen yardım istemeliyiz," dedi. |||müssen| “We must seek help immediately,” Clover said. "Koşun, Squealer'a haber verin." Бегите||| Lauft||| "Run, tell Squealer." Hayvanlar, olup biteni Squealer'a anlatmak üzere hep birlikte çiftlik evine koştular. The animals all rushed to the farmhouse to tell Squealer what had happened. Yalnızca Clover'la Benjamin kalmıştı; Benjamin, Boxer'ın yanına uzanmış, uzun kuyruğuyla sinekleri kovuyordu. |с Кловер||||||||своим длинным|| |mit Clover||||||||||verjagte Only Clover and Benjamin remained; Benjamin was lying next to Boxer, repelling flies with his long tail. On beş dakika kadar sonra, Squealer belirdi; üzgün ve kaygılı görünüyordu. ||||||erscheinte|||| Fünfzehn Minuten später erschien Squealer; er sah traurig und besorgt aus. About fifteen minutes later, Squealer appeared; He looked sad and worried. Napoléon Yoldaş'ın, çiftliğin en sadık işçilerinden birinin başına geleni çok büyük bir üzüntüyle öğrendiğini, Boxer'ın tedavi için Willingdon'daki hastaneye gönderilmesini sağlamaya çalıştığını söyledi. ||||||||||||||||||больницу|отправка Бокс|обеспечить|| |||||Arbeiter||||||||erfahren hat||||||||| Er erzählte, dass Genosse Napoleon mit großer Trauer erfahren hatte, was einem der treuesten Arbeiter der Farm passiert war, und dass er versuchte, Boxer zur Behandlung ins Krankenhaus in Willingdon zu bringen. He said that Comrade Napoléon learned with great sadness what had happened to one of the farm's most loyal workers, that he was trying to get Boxer to be sent to the hospital in Willingdon for treatment. Hayvanlar biraz tedirgin oldular. Die Tiere wurden etwas unruhig. The animals were a little nervous. O güne kadar Mollie ve Snowball dışında hiçbir hayvan çiftlikten ayrılmamıştı; hasta yoldaşlarının insanların eline bırakılacak olmasından hiç hoşlanmamışlardı. ||||||||||||||||||не нравилось им |||||||||||||||verlassen werden|||hatten nicht gemocht No animals had ever left the farm except Mollie and Snowball; they did not like that their sick comrades would be left in the hands of the people. Ama Squealer, onları kolayca yatıştırmakta gecikmedi: Willingdon'daki baytar, Boxer'ı çok daha iyi tedavi edebilirdi. ||||||||Боксеру|||||мог бы ||||||||Boxer|||||konnte But Squealer was quick to placate them easily: the veterinarian at Willingdon could have treated Boxer much better. Yarım saat kadar sonra Boxer biraz toparlanıp güçlükle ayağa kalktı; topallayarak ahırına gidip Clover'la Benjamin'in hazırladıkları saman döşeğe uzandı. ||||||||||хромая|||||который они приготов||| |||||||||||in seinen Stall||||||| After about half an hour Boxer recovered a little and got up with difficulty; limping to his barn, he lay down on the straw mattress that Clover and Benjamin had prepared. Boxer, iki gün ahırında kaldı. |||в стойле| |||in seinem Stall| Boxer was in his barn for two days. Domuzlar, banyodaki ilaç dolabında buldukları büyük bir ilaç şişesi göndermişlerdi. |||в шкафу|||||бутылка|отправили |im Badezimmer||im Schrank||||||hatten geschickt The pigs had sent a large vial of medicine they had found in the medicine cabinet in the bathroom. Clover, şişenin içindeki pembe ilacı Boxer'a günde iki kez yemeklerden sonra içiriyordu. |бутылки|||лекарство|||||после еды||поил |||||||||||gab Clover gave Boxer the pink medicine in the bottle twice a day after meals. Akşamları Boxer'ın ahırında kalıp onunla konuşuyor, Benjamin de sinekleri kovuyordu. ||Stall||||||| In the evenings, he stayed in Boxer's barn and talked to him, and Benjamin repels the flies. Boxer, başına gelenlere üzülmediğini söylüyordu. |||nicht traurig| Boxer said he wasn't upset about what had happened to him. Bir iyileşirse, en azından üç yıl daha yaşayabilir, büyük otlağın bir köşesinde huzurlu günler geçirebilirdi. |если он выздорове||||||||луг|||||провел бы ||||||||||||||verbringen If one recovered, he could live at least three more years, spending peaceful days in a corner of the great pasture. Belki de hayatında ilk kez okumaya, bir şeyler öğrenmeye vakit ayırabilecekti. ||||||||||уделить время ||||||||||würde sich Zeit nehmen Perhaps for the first time in his life, he would be able to take time to read and learn something. Son yıllarını alfabenin tümünü öğrenmeye ayırmayı düşünüyordu. |последние годы||||посвятить| |jahre||||| He was considering devoting his final years to learning the entire alphabet.

Ne var ki Benjamin'le Clover, Boxer'la ancak iş saatlerinden sonra ilgilenebiliyorlardı. |||с Бенжамин||Боксером|||||могли заботиться |||||mit Boxer|||||konnten sich kümmern However, Benjamin and Clover were only able to deal with Boxer after business hours. Üstü kapalı bir yük arabası Boxer'ı götürmeye geldiğinde, öğle saatleriydi. |||||||||war es Mittag Als die geschlossene Lastwagen Boxer kam, war es Mittag. It was noon when a covered wagon arrived to pick up Boxer. Bir domuzun gözetiminde, şalgam tarlasındaki ayrıkotlarını ayıklamakta olan hayvanlar, Benjamin'in çiftlik binalarının oradan avazı çıktığı kadar anırarak dörtnala geldiğini görünce çok şaşırdılar. ||||на поле с репой||выбирая сорня||||||||||ржая|||||удивились очень |||Rüben|auf dem Feld|Unkraut|aussortieren||||||||||wiehern|||||überraschten Die Tiere, die unter der Aufsicht eines Schweins die Unkräuter im Steckrübensfeld jäten, waren sehr überrascht, als sie Benjamin sahen, der von den Farmgebäuden her gallopierte und so laut er konnte wieherte. The animals, under the watch of a pig, weeding the turnip field, were astonished to see Benjamin galloping around the farm buildings, braying as loud as he could go. Benjamin'i hayatlarında ilk kez telaşlı görüyorlardı; aslına bakılırsa, o güne değin dörtnala koştuğunu da gören olmamıştı. ||||встревоженным|они видели|||||||||| Benjamin|||||sahen|||||||||| Es war das erste Mal in ihrem Leben, dass sie Benjamin so aufgeregt sahen; tatsächlich hatte ihn bis zu diesem Tag noch nie jemand im Galopp gesehen. For the first time in their lives they saw Benjamin in a rush; as a matter of fact, no one had seen him gallop until that day. "Çabuk! "Hurry! Çabuk!" Hurry!" diye bağırdı Benjamin. shouted Benjamin. "Hemen gelin! "Come at once! Boxer'ı götürüyorlar!" |увозят They're taking Boxer away!" Hayvanlar, domuza aldırış etmeden, işi bırakıp çiftlik binalarının oraya koştular. ||внимание||||||| ||Aldırış||||||| Die Tiere liefen, ohne auf das Schwein zu achten, zur Scheune und ließen die Arbeit liegen. The animals, ignoring the pig, stopped their work and ran to the farm buildings. Gerçekten de, avluda, iki atlı, üstü kapalı büyük bir yük arabası duruyordu. Tatsächlich stand im Hof ein großes, gedecktes Lastwagen mit zwei Reitern. Indeed, in the courtyard stood a large covered wagon with two horses. Yan tarafında bir yazı bulunan arabanın sürücü yerinde, melon şapkalı, şeytan bakışlı bir adam oturuyordu. |||||||||в шляпе||||| |||||||||mit Melonenhut||||| Neben dem Fahrerplatz, auf dem ein Mann mit einem Melonenhut und teuflischem Blick saß, war ein Schild angebracht. In the driver's seat of the car with an inscription on its side, sat a man with a bowler hat and a demonic eye. Boxer'ın ahırı boştu. |конюшня Бокс|была пустой |Stall| Die Boxers Scheune war leer. Boxer's barn was empty. Hayvanlar, arabanın çevresini almış, hep birlikte, "Güle güle, Boxer!" Die Tiere hatten das Auto umzingelt und riefen gemeinsam: "Auf Wiedersehen, Boxer!" The animals surrounded the car and shouted together, "Goodbye, Boxer!" diye bağırıyorlardı. |они кричали |riefen sagten sie. they were shouting. "Yolun açık olsun!" "Have a nice trip!" Benjamin ise, hayvanların çevresinde hoplayıp zıplıyor, küçük ayaklarını yere vurarak, "Salaklar! |||||||||ударяя|Дураки |||||springt|||||Dummköpfe Benjamin, on the other hand, hopping around the animals, stamping his little feet, "You idiots! Salaklar!" Idioten Idiots!" diye bağırıyordu. she was shouting. "Kör müsünüz? |вы |sind "Are you blind? Arabanın üstünde ne yazıyor, görmüyor musunuz?" Don't you see what it says on the car?" Benjamin'i duyan hayvanlar durakladılar; ortalığı bir suskunluk kapladı. |||остановились|||| |||blieben stehen|||| Die Tiere, die Benjamin hörten, hielten inne; eine Stille breitete sich aus. Hearing Benjamin, the animals paused; silence pervaded the atmosphere. Muriel, yazıyı sökmeye çalışıyordu. ||разобрать| ||zu entschlüsseln| Muriel versuchte, den Text zu entfernen. Muriel was trying to disassemble the script. Benjamin, onu kenara itti ve ölüm sessizliğinin ortasında yazıyı okudu: ||||||тишины смерти||| ||||||der Stille||| Benjamin schob sie zur Seite und las den Text inmitten der Totenstille: Benjamin pushed her aside and in the midst of dead silence read the inscription:

"Alfred Simmonds, At Kasabı ve Tutkal İmalatçısı, Willingdon. Альфред|||||клей|производитель| Alfred|Simmonds||||Kleber|| "Alfred Simmonds, Tiermetzger und Leimhersteller, Willingdon. "Alfred Simmonds, Horse Butcher and Glue Maker, Willingdon. Hayvan Derisi ve Kemik Tozu Taciri. |кожа||||торговец |Haut|||| Händler für Tierhäute und Knochenmehl. Animal Skin and Bone Powder Trader. Köpek kulübesi temin edilir. |будка|обеспечивается| Hundehaus wird bereitgestellt. Dog kennel is provided. Şimdi anladınız mı? |вы поняли| Do you understand now? Boxer'ı at kasabına götürüyorlar, köpek maması yapacaklar!" ||пригороде города|||| ||zum Metzger|||| Den Boxer bringen sie zum Pferdemetzger, sie werden Hundefutter machen!" They're taking Boxer to the horse butcher, they're going to make dog food!" Hayvanlar, dehşet içinde bağrıştı. |||закричали |Entsetzen||schrie Die Tiere schrien in Entsetzen. The animals cried out in horror. Tam o sırada, sürücü yerinde oturan adam atları kamçıladı, tırısa kalkan atların çektiği araba avludan çıktı. ||||||||хлестнул к||||||| ||||||||trieb an||||||| In diesem Moment peitschte der Fahrer die Pferde, die im Stehen saßen, und die von den aufspringenden Pferden gezogene Kutsche fuhr aus dem Hof. Just then, the man sitting in the driver's seat whipped the horses, and the cart pulled by the trotting horses came out of the courtyard. Tüm hayvanlar, yeri göğü çınlatarak arabanın ardına düştüler. ||||гремя||| |||Himmel|zum Klingen bringen||| Alle Tiere fielen wuchtig hinter das Auto. All the animals fell behind the car, ringing in the sky. Clover var gücüyle en önden gidiyordu. Clover ging mit aller Kraft ganz vorne. Clover was leading with all his might. Araba hızlanmaya başladı. |ускоряться| |zu beschleunigen| Das Auto begann schneller zu fahren. The car started to accelerate. Clover, güçlü bacaklarıyla dörtnala kalkmaya çalıştıysa da, ancak eşkine erişebildi. ||||||||всего лишь|достигнуть его ||mit seinen Beinen||aufzustehen|versuchte|||Eschine|erreichen Clover versuchte, mit seinen starken Beinen zu galoppieren, konnte jedoch nur seinen Rivalen erreichen. Clover tried to gallop on his strong legs, but barely reached his mate. "Boxer!" "Boxer!" diye bağırıyordu. rief er. "Boxer! "Boxer! Boxer! Boxer! "Tam o sırada, dışarıda kopan gürültüyü duymuşçasına, arabanın arkasındaki küçük pencerede Boxer'ın yüzü belirdi. ||||||||||в окне||| ||||krachenden||||||Fenster||| "Genau in diesem Moment, als ob sie das Geräusch draußen gehört hätte, erschien das Gesicht von Boxer am kleinen Fenster hinten im Auto." "Just then, as if he had heard the noise outside, Boxer's face appeared in the small window in the back of the car. Clover, "Boxer!" Clover rief: "Boxer!" Clover, "Boxer!" diye haykırdı yürekleri dağlayan bir sesle. |||разрывающий сердце|| |||zerreißenden|| mit einer Stimme, die das Herz zerreißt. she cried in a heartbreaking voice. "Boxer! Çık oradan! Get out of there! Çabuk çık! Hurry up and get out! Boğazlamaya götürüyorlar seni!" удушению|| Ersticken|| Sie bringen dich zur Schlachtung! They're taking you to the stranglehold!" Hayvanlar da, "Çık oradan Boxer! Die Tiere sagen: "Komm da raus, Boxer! And the animals said, "Get out of there, Boxer! At kendini dışarı!" Spring raus!" Throw yourself out!" diye bağırıyorlardı. they were shouting. Ama araba iyiden iyiye hızlanmış, arayı gittikçe açıyordu. ||||ускорилась|||расстояние увеличив ||||beschleunigt|den Abstand||öffnete Aber das Auto hatte wirklich an Geschwindigkeit zugenommen und der Abstand wurde immer größer. But the car was accelerating, getting worse and worse. Boxer'ın, Clover'ın ne dediğini anlayıp anlamadığı da belli değildi. ||||понимая|||| |||||verstand||| Es war auch nicht klar, ob Boxer verstand, was Clover sagte. It was also unclear whether Boxer understood what Clover was saying. Ama çok geçmeden yüzü camdan kayboldu ve arabanın içinden korkunç tepinmeler duyuldu. ||||||||||прыжки| ||||||||||Zappeln| Doch bald verschwand sein Gesicht aus dem Fenster und aus dem Inneren des Autos waren schreckliche Geräusche des Zappens zu hören. But soon his face disappeared from the window, and terrible clamors were heard from inside the car. Çifteler atarak kapıyı açmaya çalışıyordu. Чифтелер|||| Çifteler|||| He was trying to open the door by throwing doubles. Eskiden olsa, arabanın kapısını birkaç çiftede paramparça ederdi. |||||раза|| |||||Stunden|| He used to smash the car door apart in a couple of pairs. Ama ne gezer! ||это изменит что-то ||nützt Aber was um Himmels willen! But what the hell! O eski gücünün yerinde yeller esiyordu. ||силы|||ветер дул |||||wehte (1) Der alte Zwang war längst verschwunden. The winds were blowing in the place of his former strength. Biraz sonra, tepinmeler yavaş yavaş hafifledi ve sonunda tümden kesildi. |||||уменьшились|||| ||Hüpfen|||ließen nach||||hörte auf Kurz darauf ließen die Zuckungen allmählich nach und hörten schließlich ganz auf. After a while, the kicks gradually subsided and finally ceased altogether. Umarsızlığa kapılan hayvanlar, bu kez, arabayı çekmekte olan atlara seslendiler: "Yoldaşlar! безнадежности|попавшие в||||||||обратились к| |kapilan|||||ziehen|||| Die Tiere, die in Resignation geraten waren, riefen diesmal die Pferde an, die den Wagen zogen: "Genossen!" The animals, in despair, called out to the pulling horses this time: "Comrades! Yoldaşlar! Genossen! Kardeşinizi ölüme götürmeyin!" |к смерти|не ведите |zum Tod|führt Führt euren Bruder nicht in den Tod!" Don't let your brother die!" Ama olup biteni kavrayamayan aptal beygirler, kulaklarını arkaya yatırıp biraz daha hızlandılar. |||||кобылы||||||ускорились немного |||||Pferde||||||schnellten sie sich But the stupid horses, unable to grasp what was going on, threw their ears back and sped up a little faster. Boxer'ın yüzü bir daha camda belirmedi. |||||не появилось ||||Fenster|erscheinte Boxer's face did not appear in the window again. İçlerinden biri, önden koşup çiftliğin kapısını kapatmayı düşündü, ama artık çok geçti; araba kapıdan çıkarak yola daldı ve hızla gözden kayboldu. One of them thought of running ahead and closing the door of the farm, but it was too late; The car slid out the door into the road and quickly disappeared. Boxer'ı bir daha hiç görmediler. ||||не видели They never saw Boxer again. Üç gün sonra Boxer'ın, gösterilen her türlü özene karşın Willingdon'daki hastanede öldüğü haberi geldi. |||||||вниманию||||умер|| |||||||Sorgfalt|||||| Three days later, word came that Boxer had died at the hospital in Willingdon, despite all care. Haberi açıklayan Squealer, son anlarında Boxer'ın yanında bulunduğunu söylüyordu. ||||последние минуты|||| ||||Momenten|||| Announcing the news, Squealer said that he was with Boxer in his last moments. Squealer, ön ayağını kaldırıp gözyaşlarını silerek, "Böylesine dokunaklı bir sahne görmemiştim!" |||||вытирая слез||||сцена|не видел |||||wischend||rührend||Szene| "I've never seen such a touching scene!" dedi. "Son ana kadar başucundaydım. |||у постели |||ich war am Bett "Bis zur letzten Minute war ich an seiner Seite. "I was at your bedside until the last moment. Konuşacak gücü kalmamıştı. Er hatte keine Kraft mehr zu sprechen. He didn't have the strength to speak. Son nefesinde, kulağıma, tek üzüntüsünün yel değirmeninin bittiğini görememek olduğunu fısıldadı. ||||печали||||не видеть|| ||||seiner Traurigkeit||||sehen||fingierte In seinem letzten Atemzug flüsterte er mir ins Ohr, dass seine einzige Traurigkeit darin bestand, dass er die Mühle nicht mehr sehen konnte. With his last breath, he whispered in my ear that his only regret was not seeing the windmill finished. 'İleri, yoldaşlar!' 'Vorwärts, Kameraden!' 'Forward, comrades!' dedi güçlükle. sagte er mühsam. he said with difficulty. 'Ayaklanma adına ileri! 'Vorwärts im Namen der Rebellion!' 'Forward in the name of insurrection! Yaşasın Hayvan Çiftliği! Long live Animal Farm! Yaşasın Napoléon Yoldaş! Long live Comrade Napoleon! Napoléon her zaman haklıdır!' Napoleon is always right!' Son sözleri bunlar oldu, yoldaşlar." Those were his last words, comrades." Derken, Squealer'ın tavrı ansızın değişiverdi. ||поведение||вдруг измени ||Verhalten|| Plötzlich änderte sich Squiler's Haltung ganz unerwartet. Then Squealer's demeanor suddenly changed. Bir an durdu, ufacık gözleriyle çevresine kuşkulu bakışlar fırlattıktan sonra başladı anlatmaya. |||||||взгляды|бросив||| |||||||Blicke|geworfen||| Er hielt einen Moment inne, warf mit seinen winzigen Augen misstrauische Blicke umher und begann zu erzählen. He paused for a moment, after casting doubtful glances around him with his tiny eyes, he began to explain.

Boxer götürüldükten sonra çiftlikte saçma ve aşağılık bir söylenti yayıldığını duymuştu. |после того как его|||||||||слышал |||||||||verbreitete|hatte gehört Er hatte gehört, dass nach Boxers Abtransport auf der Farm ein absurdes und niederträchtiges Gerücht verbreitet wurde. After Boxer was taken away, he had heard a ridiculous and vile rumor spread on the farm. Söylentiye bakılırsa, bazı hayvanlar Boxer'ı götüren arabanın üzerinde "At Kasabı" yazdığını görmüşler ve hemen Boxer'ın kesilmeye gönderildiği sonucuna varmışlardı. ||||||||||написано|видели||||убой||выводу| |||||||||||||||schlachten||| Gerüchten zufolge haben einige Tiere gesehen, dass auf dem Auto, das Boxer transportierte, "Pferdeschlachter" geschrieben stand und kamen sofort zu dem Schluss, dass Boxer zum Schlachten geschickt wurde. Rumor has it that some animals saw the words "Horse Butcher" on the cart that was taking Boxer, and they immediately concluded that Boxer was sent to be slaughtered. Bir hayvanın bu kadar salak olması inanılır gibi değildi. Es war kaum zu fassen, dass ein Tier so dumm sein konnte. It was unbelievable that an animal could be this stupid. Ter ter tepiniyor, öfkeyle bağırıyordu. Ter||tanzte|| Er hüpfte und schrie vor Wut. He was sweating, screaming in anger. Sevgili Önderleri Napoléon Yoldaş'ı hiç mi tanımıyorlardı? |вожди||товарищ|||не знали |||Yoldaš|||kannten sie nicht Did they not know their beloved Leader, Comrade Napoleon, at all? Napoléon Yoldaş, hiç böyle bir şeye göz yumar mıydı? |||||||zudrücken| Napoleon Genosse, würde er jemals so etwas durchgehen lassen? Would Comrade Napoleon ever condone such a thing? Oysa işin aslı çok basitti. ||||была проста ||Wahrheit||war einfach Dabei war die Sache ganz einfach. The truth, however, was very simple. Eskiden bir at kasabının kullandığı araba, kısa bir süre önce baytar tarafından satın alınmış ama baytar arabanın üstündeki yazıyı silmeye vakit bulamamıştı. |||||||||||||||||на машине||стереть|| |||des Fleischers|||||||||||||||||| Ein Wagen, den früher ein Pferdeschlächter benutzt hat, war vor kurzem von einem Tierarzt gekauft worden, aber der Tierarzt hatte keine Zeit, das Schild auf dem Wagen zu entfernen. The car that used to be driven by a horse butcher was bought by the veteran a short time ago, but the veteran did not have time to erase the writing on the car. Sorun buradan kaynaklanıyordu. ||stammte The problem was here.

Hayvanlar, işin aslını öğrenince, yüreklerindeki sıkıntıyı biraz olsun atmışlardı. ||суть дела|||беспокойство|||сбросили |||als sie gelernt hatten||Sorge|||hatten abgeworfen When the animals learned the truth of the matter, they relieved a little of the distress in their hearts. Hele Squealer, Boxer'a ölüm döşeğinde ne kadar büyük özen gösterildiğini, Napoléon'un o pahalı ilaçları en küçük bir duraksama göstermeden hemen aldırttığını ayrıntılarıyla anlatınca, kafalarındaki son kuşkular da dağıldı; Boxer'ın hiç değilse mutlu öldüğü düşüncesi, yoldaşlarının ölümüyle içlerine çöken acıyı dindirdi. ||||||||||||||||||без малейшей па||заказал|||||сомнения||||||||||смертью товари||погрузившийся|боль|успокоила ||||||||||||||||||ohne zu zeigen||bestellt|||||||verwirrte||||||||Tod||çöken||beruhigte The last doubts dissipated, especially when Squealer detailed how much care had been taken to Boxer on his deathbed, and that Napoleon had taken those expensive drugs right away without the slightest hesitation; The thought of Boxer at least dying happily relieved the pain that had descended upon them at the death of his comrades. Ertesi pazar, sabahleyin düzenlenen toplantıya Napoléon da katıldı ve Boxer'ı göklere çıkaran kısa bir söylev çekti. ||||||||||в небеса||||| Am folgenden Sonntag nahm Napoléon an dem am Morgen stattfindenden Treffen teil und hielt eine kurze Ansprache, in der er Boxer in den Himmel lobte. The following Sunday, in the morning's meeting, Napoleon also attended and delivered a short speech that lauded Boxer. Acısını yüreklerinde duydukları yoldaşlarının cenazesini gömülmek üzere çiftliğe getirtmek mümkün olmamıştı. ||||похороны товари|похоронить|||доставить|| seinen Schmerz|in ihren Herzen||||begraben werden||||| Es war nicht möglich, die Leiche ihrer Gefährten, deren Schmerz sie in ihren Herzen fühlten, zur Beerdigung auf die Farm bringen zu lassen. It had not been possible to bring the corpse of his comrades, whose pain they felt in their hearts, to the farm for burial. Ama Boxer'ın cenazesine, çiftlik evinin bahçesindeki defne dallarından yaptırttığı kocaman bir çelenk göndermişti. ||на похороны||||||заказал|||венок|отправил ||||||Lorbeer|von den Ästen||||Kranz| Aber er hatte einen riesigen Kranz aus Lorbeerzweigen aus dem Garten des Bauernhauses zu Boxers Beerdigung geschickt. But he had sent a huge wreath of laurel branches from the farmhouse garden to Boxer's funeral. Domuzlar, birkaç güne kadar Boxer için bir anma şöleni düzenleyeceklerdi. |||||||||организовывали бы |||||||Gedenken|fest|würden organisieren The pigs would hold a memorial feast for Boxer in a few days. Napoléon, söylevini, Boxer'ın en sevdiği iki özdeyişle bitirdi: "Daha çok çalışacağım" ve "Napoléon Yoldaş her zaman haklıdır". ||||||изречением|||||||||| |Rede||||||||||||||| Napoléon beendete seine Rede mit Boxers zwei liebsten Sprüchen: "Ich werde härter arbeiten" und "Genosse Napoléon hat immer Recht." Napoleon ended his speech with Boxer's two favorite sayings: "I will work harder" and "Comrade Napoleon is always right". Bu özdeyişleri her hayvan kafasına iyice kazımalıydı. |пословицы|||||должен был вы ||||||einprägen Diese Sprüche mussten sich alle Tiere gut einprägen. These maxims should be engraved in the head of every animal.

Şölenin verileceği gün Willingdon'dan gelen bir bakkal arabası, çiftlik evine kocaman bir sandık bıraktı. праздника|||из Уиллиндона|||||||||сундук| des Festes|||aus Willingdon|||||||||| Am Tag des Festes lieferte ein Wagen aus Willingdon eine riesige Kiste am Bauernhaus ab. On the day of the feast, a grocery cart from Willingdon dropped a large crate at the farmhouse. O gece büyük bir şamatayla şarkılar söylendiği duyuldu, ardından tepişme ve boğuşma sesleri geldi, en sonunda on bire doğru bir şangırtı koptu. |||||||||шум драки||борьба|||||||||громкий звук| ||||Lärm|||||Gerangel|||||||||||Klang| That night there was a great uproar of singing, followed by scuffles and struggles, and finally, at about eleven, there was a rattle. Ertesi gün öğleye kadar, çiftlik evinde kalanların hiçbirinden ses çıkmadı. ||||||оставшихся в доме||| ||zum Mittag|||||von niemandem|| Until noon the next day, none of the occupants of the farmhouse made a sound. Çiftlikte bir söylenti dolaşıyordu: Domuzlar, parayı nereden bulmuşlarsa bulmuşlar, bir kasa viski daha almışlardı |||||||||||||купили |||||||wenn sie gefunden hatten||||||hatten gekauft There was a rumor going around the farm: The pigs got the money wherever they got it, they bought another case of whiskey.