×

Мы используем cookie-файлы, чтобы сделать работу LingQ лучше. Находясь на нашем сайте, вы соглашаетесь на наши правила обработки файлов «cookie».

image

Book - Kızıl Saçlılar Kulübü - Arthur Conan Doyle, KIZIL SAÇLILAR KULÜBÜ - 01

KIZIL SAÇLILAR KULÜBÜ - 01

Geçen yılın sonbaharında bir gün dostum Sherlock Holmes'u ziyaret ettim.Onu, kızıl saçlı, parlak yüzlü, güçlü yapılı, yaşlıca bir adamla koyu bir sohbete dalmış halde buldum. Rahatsız ettiğim için özür dileyerek odadan çıkmak üzereydim ki, Holmes aniden beni odaya çekti ve arkamdan kapıyı kapattı.

“Bundan daha iyi bir zamanda gelemezdin dostum Watson,” dedi içtenlikle.

“Meşgul olduğunu düşündüm.”

“Öyleyim. Hem de çok.”

“Öyleyse yan odada bekleyeyim.”

“Olmaz.” Misafirine döndü: “Bay Wilson, bu beyefendi benim dostum ve meslektaşım olup bugüne kadar başarıyla sonuçlandırdığım vakaların pek çoğunda bana yardım etmiştir; hiç şüphem yok ki sizin meselenizde de aynı şekilde bize çok faydası dokunacaktır.”

Ciddi görünüşlü adam oturduğu yerden yarı kalkarak belli belirsiz bir selam verdi ve şişkin göz kapaklarının çevrelediği küçük gözleriyle beni süzmeye başladı.

“Kanepeye oturmaz mısınız,” dedi Holmes, koltuğuna gömülerek; düşünceli olduğu zamanlarda yaptığı gibi parmaklarını uçuca getirdi.

“Senin de benim gibi, günlük hayatın sıradanlığının dışındaki garipliklerden hoşlandığını biliyorum sevgili Watson. Öyle olmasa benim küçük maceralarımı, darılma ama, biraz da süsleyerek anlatmaya heves etmezdin.”

“Senin maceraların bana her zaman olağanüstü ilginç gelmiştir,” dedim.

“Geçen gün, Bayan Mary Sutherland'in o çok basit problemiyle karşılaştığımızda,acayip izlenimler ve olağanüstü kombinasyonlar için hayatın kendisine bakmamız gerektiğini, çünkü hayatın, her zaman hayal gücünün ötesinde örnekler sunduğunu söylediğimi hatırlıyorsundur.”

“Hâlâ şüpheyle karşıladığım bir düşünce.”

“Buna eminim doktor, fakat şimdi sana sıralayacağım gerçekleri duyunca bu kararından vazgeçecek ve benim haklı olduğumu göreceksin. Şimdi gelelim bugünkü hikâyeye; Bay Jabez Wilson bu sabah bana geldi ve uzun zamandır dinlediğim en garip hikâyelerinden birini anlatmaya başladı. Böyle şeylerin büyük değil, küçük suçlarda görüldüğünü, hatta bazen ortada gerçekten bir suç olup olmadığının bile şüpheli olduğunu söylediğimi daha önceden duymuşsundur. Şimdiye kadar anlatılanlardan bir suçun söz konusu olup olmadığını söylemem imkânsız, fakat olayların gidişatı çok ilginç. Zahmet olmazsa Bay Wilson, hikâyenizi bir kez daha başından anlatabilir misiniz? Bunu sadece dostum Dr. Watson da duysun diye değil, bu garip hikâyenin en ince ayrıntılarını tekrar gözden geçirebileyim diye de istiyorum. Normalde bir olayın gidişatını dinlediğimde hafızamdaki bir sürü benzer vakayla kıyaslayıp tamamlarım. Ama bu seferki hikâyenin bir benzerini ne gördüm ne de duydum.”

İri yarı müşteri, sanki biraz da gururla, göğsünü kabarttı ve paltosunun cebinden kirlenmiş ve kırışmış bir gazete çıkardı. Gazeteyi dizlerinin üzerine yayarak ilan köşesine bakarken ben de dikkatimi onun üstünde topladım ve dostumun yaptığı gibi, kıyafetiyle tavırlarından ipuçları çıkarmaya koyuldum.

İncelememden fazla bir şey çıkaramadığımı itiraf etmeliyim. Konuğumuz her gün rastlanan tipik bir İngiliz tüccarının bütün özelliklerini göstermekteydi: göbek bağlamış, kibirli ve ağır kanlı. Üstünde, fazlasıyla bol, kareli bir pantolon ve önü iliklenmemiş, pek temiz olmayan bir ceket vardı. Pasaklı yeleğinde, pirinçten bir zincirle tutturulmuş köşeli bir metal parçası, süs olarak sallanıyordu. Eskimiş silindir şapkası ve kadife yakalı solmuş kahverengi paltosu, yanındaki sandalyede duruyordu. Parlak kızıl saçlarının yanı sıra kederli ve mutsuz yüz ifadesinin dışında adamda dikkat çekici pek bir şey bulamamıştım.

Sherlock Holmes çabalarımı fark ederek bana bir göz attı ve meraklı bakışlarım üzerine gülerek kafasını salladı. “Beyefendinin bir zamanlar bilek gücüyle çalıştığı, enfiye çektiği, mason olduğu, Çin'e gittiği ve son zamanlarda çok yazı yazdığı dışında söyleyebileceğim başka birşey yok.”

Bay Jabez Wilson şaşkınlıkla oturduğu yerden fırladı; işaret parmağıyla gazeteyi gösterirken bakışlarını dostuma çevirdi.

“Tanrı aşkına Bay Holmes, bütün bunları nasıl bildiniz?” diye sordu. “Mesela ellerimle çalıştığımı nasıl anladınız? Gerçekten de iş hayatına bir gemi marangozu olarak başladım.”

“Elleriniz sizi ele veriyor, beyefendi. Sağ eliniz sol elinizden epeyce büyük. Onunla çalışmışsınız ve kaslarınız da ona göre gelişmiş.”

“Peki,ya enfiye, ya masonluk?”

“Birliğinizin katı kurallarına karşı gelmek istemem ama göğsünüzdeki rozet bunu gösteriyor.”

“Aa elbette, nasıl da unutmuşum. Peki ya çok yazı yazdığımı?”

“Ceketinizin sağ ön kolu öylesine parlak ki, ayrıca sol kolunuzun dirseğe kadar olan kısmı dümdüz; demek ki kolunuzu devamlı masaya dayamışsınız.”

“Peki, Çin?”

“Sağ bileğinizin hemen üstündeki balık motifli dövmeyi sadece Çin'de yaparlar. Dövmeler üzerine küçük bir çalışma yapmıştım, hatta çalışmam, bu konuyla ilgili literatüre bile girdi. Balığın yüzgeçleri üzerindeki zarif pembelik tamamen Çin'e özgü. Ayrıca saatinizin zincirinin ucunda bir Çin parasının sallandığını görünce hiç şüphem kalmadı.”

Bay Jabez Wilson kahkahalarla güldü. “Ben de sandım ki...” dedi. “Önce yaptığınızın dahice olduğunu sanmıştım, meğer çok basitmiş.”

“Wayson,” dedi Holmes, “şimdi düşünüyorum da, her şeyi olduğu gibi anlatmak hata. Ornne ignotum pro magnifico diye bir söz vardır, bilirsin. Böyle açık sözlü olmaya devam edersem, küçük şöhretim sönecek. Neyse, bize ilanı gösterebilir misiniz Bay Wilson?”

“Evet zaten bulmuştum,” diye cevap verdi, kızarmış kalın parmağını sütunun üzerinde tutarak. “İşte burada. Herşey bununla başladı. Buyrun kendiniz okuyun bayım.”

Gazeteyi alarak okumaya başladım:

“Kızıl Saçlılar Kulübü'nden duyurulur: Lübnan doğumlu, Amerika'nın Pennsylvania eyaletine yerleşmiş merhum Ezekiah Hopkins' in vasiyeti ve isteği üzerine, haftada 4 sterline çalışabilecek bir kulüp üyesi aranmaktadır. Bu ilan, vücudu ve zihni sağlam, yirmi bir yaşından büyük, kızıl saçlı tüm erkeklere açıktır. Başvurular, pazartesi saat on birde, Pope's Court, Fleet Sokağındaki Kulüp binasında Duncan Ross'a şahsen yapılacaktır.”

“Bu da ne demek?” diye söze girdim, bu garip ilanı ikinci kez okuduktan sonra.

Holmes, keyfi yerinde olduğu zamanlar yaptığı gibi, koltuğuna gömülmüş kıkırdıyordu.

“Alışılmadık bir şey, değil mi?” dedi. “Şimdi, Bay Wilson, bize kendinizden,ailenizden ve bu ilanın hayatınızda yol açtığı değişikliklerden bahsedin. Doktor, sen şu gazetenin adını ve tarihini bir yere kaydediver.”

“27 Nisan 1890 tarihli The Morning Chronicle. Tam iki ay önceki gazete.”

“Çok güzel. Evet, Bay Wilson?”

“Size de anlattığım gibi, Bay Sherlock Holmes,” dedi Jabez Wilson, alnındaki terleri silerek, “Coburg Meydanı'nda şehire yakın küçük bir rehinci dükkânım var. İşim öyle büyük değildir, son yıllarda ancak geçinebilecek kadar kazanıyorum. Eskiden iki yardımcım vardı ama artık sadece bir tane var. Onun da maaşını ödemekte zorluk çekiyorum; mesleği öğrenmek için yarım maaşla çalışıyor.”

“Bu meraklı gencin adı ne?” diye sordu Sherlock Holmes.

“Adı Vincent Spaulding ve o kadar da genç değil aslında. Yaşını tahmin etmek kolay değil. Ondan daha yetenekli bir çırak bulamazdım herhalde. Ona verebildiğimin iki katını kolaylıkla kazanabilir aslında. Ama sonuçta o halinden memnunsa neden aklına böyle şeyler sokayım ki?”

“Sahiden neden yapasınız ki? Piyasa fiyatından daha düşük bir maaşa çalışan bir elemanınız olduğu için şanslısınız. Böyle ucuz işçi bulmak bugün için hiç de kolay değil. Şu sizin çırak da aynen şu ilan gibi ilginç geldi bana.”

“Ah, onun da bazı kusurları var tabii,” dedi Bay Wilson. “Onun kadar fotoğraf delisi biri yoktur herhalde. İşinde kendini geliştireceği yerde eline fotoğraf makinesini aldığı gibi dışarı fırlar veya resimlerini tabetmek için, tavşanın deliğine girdiği gibi bodruma iner ve bir daha da çıkmaz. En büyük kusuru bu. Bunun dışında kendisi iyi bir yardımcıdır. İçinde hiç kötülük yoktur.”

“Hâlâ sizinle çalışıyor sanırım.”

“Evet, beyefendi. Bir o, bir de ara sıra yemek yapıp ortalığı temizleyen on dört yaşında bir kız. Evimdeki bütün insanlar bunlar. Ben dulum ve hiç çocuğum olmadı. Üçümüz sessiz sakin yaşayıp gidiyoruz; başımızı sokacak bir evimiz var; eh, borçlarımızı da ödeyebiliyoruz, bundan iyisi can sağlığı. Ama birden şu ilan çıkıverdi karşımıza. Tam sekiz hafta önce Spaulding elinde bu gazeteyle büroya gelip şöyle dedi:

“ ‘Keşke kızıl saçlı olsaydım, Bay Wilson.'

“ ‘O niye?' diye sordum.

“ ‘Bakın,' dedi, ‘Kızıl Saçlılar Kulübü yeni bir iş ilanı daha vermiş. Oldukça iyi bir maaş veriyorlar ve anladığım kadarıyla hâlâ eleman açıkları var. Adamlar ellerindeki parayı nereye harcayacaklarını bilemiyorlar herhalde. Ah, saçımı kızıla boyatabilsem! O zaman hiç düşünmeden atlardım bu işe.'

‘Bu kulüp de neyin nesi?' diye sordum.

Görüyorsunuz ya, Bay Holmes, ben evine bağlı bir insanım. O yüzden işim evimde; isterim ki, ben işin peşinden koşacağıma iş benim ayağıma gelsin. Bu nedenle bazen haftalarca evin kapısından öteye adım atmadığım olur. Dışarıda neler olup bittiğinden pek haberim olmuyor, dolayısıyla böyle haberleri dinlemek hoşuma gidiyor. Neyse...

“ ‘Kızıl Saçlılar Kulübü'nü duymadınız mı?' diye hayretle sordu çırağım, gözlerini iri iri açarak.

“ ‘Hiç duymadım.'

“ ‘Bu geçekten garip biliyor musunuz, çünkü siz bu iş için biçilmiş kaftansınız.'

“ ‘Peki, ne ödüyorlarmış?' diye sordum.

“ ‘Yılda bir ki yüz, ama iş çok kolay, bu arada kendi işinize de devam edebilirsiniz.'

“Nasıl kulak kabarttığımı tahmin edersiniz; birkaç yıldır işlerim pek iyi gitmiyordu ve yılda birkaç yüz sterlin, durumumu düzeltmeye yeterdi.

“ ‘Bana herşeyi anlat,' dedim.

“ ‘Bakın,' dedi ilanı göstererek, ‘kendiniz görün, Kulüp bir eleman arıyor, başvuracağınız adres de burada yazılı. Kulüp, bildiğim kadarıyla, Ezekiah Hopkins adında tuhaf bir Amerikalı milyoner tarafından kurulmuş. Kendisi de kızıl saçlı olduğu için bütün kızıl saçlılara büyük bir sempatisi varmış; bu yüzden öldükten sonra mirasının kızıl saçlı insanlara kolaylık sağlamayı amaçlayan bir vakıf kurulmasında kullanılmasını vasiyet etmiş. Duyduğum kadarıyla maaş çok iyi, iş de çok kolaymış.'

“ ‘Fakat,' dedim, ‘o zaman milyonlarca kızıl saçlı müracaat edecektir. ‘ “ ‘Hiç de öyle değil,' diye cevap verdi. ‘Zaten bu ilanlar, Londralı erkeklerle sınırlı. Çünkü bu Amerikalı, iş hayatına gençken Londra'da başlamış ve vefa borcunu böyle ödemek istemiş. Hatta söylenenlere göre, saçın açık veya koyu kızıl olması yetmiyormuş, sizinki gibi parlak kırmızı olması gerekiyormuş. Eh Bay Wilson, niyetiniz varsa oraya bir gitmeniz yeterli olacaktır bence. Ama birkaç yüz sterlin için değmez diye düşünürseniz o zaman başka.'

“Sizin de gördüğünüz gibi baylar, saçlarım hem gür, hem de kıpkızıl. Bu nedenle seçmelerde benimle yarışacak kimse olamazdı. Vincent Spaulding bu konuda çok şey biliyor gibiydi; belki bana faydalı olabilirdi. Buz yüzden kepenkleri kapatıp benimle gelmesini söyledim. Bir gün çalışmamak onun da işine gelmişti. Böylece dükkanı kapayıp ilanda verilen adrese doğru yola çıktık.

Learn languages from TV shows, movies, news, articles and more! Try LingQ for FREE

KIZIL SAÇLILAR KULÜBÜ - 01 Red|Redheads|Club نادي الشعر الأحمر - 01 ROTER HAARCLUB - 01 ΚΛΑΜΠ ΜΕ ΚΌΚΚΙΝΑ ΜΑΛΛΙΆ - 01 RED HAIR CLUB - 01 CLUB DE PELIRROJOS - 01 CLUB DES CHEVEUX ROUGES - 01 CLUB DEI CAPELLI ROSSI - 01 CLUB ROOD HAAR - 01 CLUBE VERMELHO - 01 КЛУБ КРАСНЫХ ВОЛОС - 01 RÖDHÅRIG KLUBB - 01 КЛУБ РУДОГО ВОЛОССЯ - 01 红发俱乐部 - 01 紅髮俱樂部 - 01

Geçen yılın sonbaharında bir gün dostum Sherlock Holmes'u ziyaret ettim.Onu, kızıl saçlı, parlak yüzlü, güçlü yapılı, yaşlıca bir adamla koyu bir sohbete dalmış halde buldum. |||||||||||||leuchtenden||kräftig|stark gebaut||||tiefen||||in einem Zustand| "Last"|last year’s|"in the fall"|||my friend|Sherlock Holmes|Sherlock Holmes|||him|red-haired|red-haired|bright-faced||strongly built|strongly built|somewhat elderly|||deep||deep conversation|engrossed in|in a state|found him ذات يوم في خريف العام الماضي ، زرت صديقي شيرلوك هولمز ، ووجدته في محادثة عميقة مع رجل كبير السن بشعر أحمر ووجه لامع وبنية قوية. Eines Tages im Herbst letzten Jahres besuchte ich meinen Freund Sherlock Holmes und fand ihn in ein Gespräch mit einem älteren Mann mit roten Haaren, einem strahlenden Gesicht und einem kräftigen Körperbau vertieft. One day in the fall of last year, I visited my friend Sherlock Holmes. I found him deep in conversation with an older man with red hair, a bright face, and a strong build. Un día del otoño del año pasado hice una visita a mi amigo Sherlock Holmes, y lo encontré enfrascado en una profunda conversación con un anciano, pelirrojo, de rostro brillante, complexión fuerte y fuerte. Un jour à l'automne de l'année dernière, j'ai rendu visite à mon ami Sherlock Holmes et je l'ai trouvé en pleine conversation avec un homme plus âgé aux cheveux roux, au visage brillant et à la carrure solide. Un giorno, nell'autunno dell'anno scorso, feci visita al mio amico Sherlock Holmes e lo trovai impegnato in una profonda conversazione con un uomo anziano, dai capelli rossi, dal viso luminoso, di corporatura robusta e forte. Certo dia, no outono do ano passado, visitei meu amigo Sherlock Holmes e o encontrei conversando com um homem mais velho de cabelo ruivo, rosto brilhante e constituição forte. Однажды осенью прошлого года я навестил своего друга Шерлока Холмса и застал его за глубокой беседой с пожилым человеком, рыжеволосым, ярколицым, крепкого телосложения. 去年秋天的一天,我拜访了我的朋友夏洛克·福尔摩斯,发现他正在与一位身材魁梧、红发、面容明亮的老人深入交谈。 Rahatsız ettiğim için özür dileyerek odadan çıkmak üzereydim ki, Holmes aniden beni odaya çekti ve arkamdan kapıyı kapattı. |||||||ich war dabei|||plötzlich||||||| disturbing||||apologizing for disturbing|||was about to|just as|Holmes|suddenly||the room|pulled me in||behind me||closed the door كنت على وشك مغادرة الغرفة ، اعتذرًا عن الإزعاج ، عندما سحبني هولمز فجأة إلى الغرفة وأغلق الباب خلفي. Ich wollte gerade den Raum verlassen und mich für die Unannehmlichkeiten entschuldigen, als Holmes mich plötzlich in den Raum zog und die Tür hinter mir schloss. I was about to leave the room, apologizing for the inconvenience when Holmes suddenly pulled me into the room and closed the door behind me. Estaba a punto de salir de la habitación, disculpándome por la molestia, cuando Holmes me metió de repente en la habitación y cerró la puerta tras de mí. J'étais sur le point de quitter la pièce, m'excusant pour le dérangement, quand Holmes m'a soudainement tiré dans la pièce et a fermé la porte derrière moi. Eu estava prestes a sair da sala, pedindo desculpas pelo inconveniente, quando Holmes de repente me puxou para dentro da sala e fechou a porta atrás de mim. 我正准备离开房间,为自己的闯入表示歉意,这时福尔摩斯突然把我拉进房间,并关上了身后的门。

“Bundan daha iyi bir zamanda gelemezdin dostum Watson,” dedi içtenlikle. |||||||||aufrichtig "than this"|"better"|||time|"couldn't have come"|my friend|my friend Watson|said|sincerely |||||||||sinceramente „Sie hätten zu keinem besseren Zeitpunkt kommen können, mein Freund Watson“, sagte er aufrichtig. “You couldn't have come at a better time than this, my friend Watson,” he said sincerely. « Vous n'auriez pas pu arriver à un meilleur moment que celui-ci, mon ami Watson, dit-il sincèrement. "Você não poderia ter vindo em melhor hora do que esta, meu amigo Watson", disse ele com sinceridade. “我的朋友华生,你来得正是时候,”他亲切地说。

“Meşgul olduğunu düşündüm.” "Busy"|"that you were"|"I thought" "Ich dachte du wärst beschäftigt." “I thought you were busy.” "Pensé que estabas ocupado." “我以为你很忙。”

“Öyleyim. "I am." "Ich bin. “I am. "Lo soy. “我是。 Hem de çok.” "And very much"|| Viel." A lot indeed." Mucho".

“Öyleyse yan odada bekleyeyim.” Dann|||ich warte |next to|| "Dann lass mich im Nebenzimmer warten." “Then let me wait in the next room.” "Entonces esperaré en la habitación de al lado".

“Olmaz.” Misafirine döndü: “Bay Wilson, bu beyefendi benim dostum ve meslektaşım olup bugüne kadar başarıyla sonuçlandırdığım vakaların pek çoğunda bana yardım etmiştir; hiç şüphem yok ki sizin meselenizde de aynı şekilde bize çok faydası dokunacaktır.” Unmöglich||||||||||Kollege|der|bis heute|bis heute|erfolgreich|ich abgeschlossen habe|Fällen||den meisten|||||keine Zweifel||||Ihrem Fall||||||nützlich sein wird|nützlich sein wird |||Mr.|Mr. Wilson||gentleman||||colleague||until today|||concluded|||"in many"|||"has assisted"||||||||||to us||great benefit|be helpful "غير ممكن." التفت إلى ضيفه: "السيد ويلسون ، هذا الرجل هو صديقي وزميلي وقد ساعدني في العديد من القضايا التي انتهيت منها بنجاح ؛ ليس لدي أدنى شك في أنه سيكون عونا كبيرا لنا في حالتك أيضًا ". "Unmöglich." Er wandte sich an seinen Gast: „Herr Wilson, dieser Herr ist mein Freund und Kollege und hat mir bei vielen Fällen geholfen, die ich erfolgreich abgeschlossen habe; Ich bin mir sicher, dass es uns auch in Ihrem Fall eine große Hilfe sein wird.“ "Impossible." He turned to his guest: “Mr. Wilson, this gentleman is my friend and colleague and has helped me with many of the cases I have successfully concluded; I have no doubt that it will be of great help to us in your case as well.” "No." Se volvió hacia su invitado: "Señor Wilson, este caballero es amigo y colega mío, y me ha ayudado en muchos de los casos que he llevado con éxito, y no dudo de que será igualmente útil en su caso". "Non. Il se tourne vers son invité : "M. Wilson, ce monsieur est un ami et un collègue, il m'a aidé dans de nombreuses affaires que j'ai traitées avec succès, et je ne doute pas qu'il sera tout aussi utile dans votre cas. “不可能的。”他转向他的客人:“威尔逊先生,这位先生是我的朋友和同事,他在我迄今为止成功结案的许多案件中提供了帮助;我毫不怀疑,这对我们处理你的案子也有很大的帮助。”

Ciddi görünüşlü adam oturduğu yerden yarı kalkarak belli belirsiz bir selam verdi ve şişkin göz kapaklarının çevrelediği küçük gözleriyle beni süzmeye başladı. |ernst aussehend||||halb||deutlich|undeutlich|||||geschwollen||den dicken Augenlidern|umgebenen||||musterte mich| |serious-looking||sat||||vague||||||||eyelids|encircled by||with his eyes||scrutinize| ||||||||||||||||||||espremer| قام الرجل ذو المظهر الجاد نصفه من مقعده ، وأعطى قوسًا غامضًا ، وبدأ في التحديق في عينيه الصغيرتين المؤطرتين بجفون منتفخة. Der ernst dreinblickende Mann erhob sich halb von seinem Sitz, machte eine vage Verbeugung und begann mich mit seinen kleinen, von geschwollenen Augenlidern umrahmten Augen anzustarren. The serious-looking man half got up from his seat, gave a faint salute and began to look at me with his small eyes surrounded by puffy eyelids. El hombre, de aspecto serio, se levantó a medias de su asiento, hizo una vaga reverencia y empezó a mirarme con sus ojos pequeños rodeados de párpados saltones. L'homme à l'air sérieux s'est à moitié levé de son siège, a fait une vague révérence et a commencé à me regarder avec ses petits yeux entourés de paupières gonflées.

“Kanepeye oturmaz mısınız,” dedi Holmes, koltuğuna gömülerek; düşünceli olduğu zamanlarda yaptığı gibi parmaklarını uçuca getirdi. auf die Couch|sitzen|nicht||||sich zurücklehnend|nachdenklich|||||die Finger|übereinander| |"won't you sit"||"said"|||sinking into||||||his fingers together|fingertips together| "Wollen Sie sich nicht auf das Sofa setzen", sagte Holmes und sank in seinen Sessel; Er tippte mit den Fingern, wie er es tat, wenn er nachdachte. “Won't you sit on the sofa,” Holmes said, sinking into his seat; he pulled his fingers aside as he did when he was thoughtful.

“Senin de benim gibi, günlük hayatın sıradanlığının dışındaki garipliklerden hoşlandığını biliyorum sevgili Watson. ||||Alltags||Alltäglichkeit|außergewöhnlichen|Seltsamkeiten|magst||| ||||daily life||mundanity||oddities||"I know"|dear Watson| „Ich weiß, dass Sie wie ich die Macken des Alltags genießen, mein lieber Watson. “I know that, like me, you also enjoy the strangeness beyond the mundanity of everyday life, dear Watson. "Sé, mi querido Watson, que a usted, como a mí, le gustan las rarezas fuera de lo común de la vida cotidiana. "Je sais, mon cher Watson, que vous aimez, comme moi, les bizarreries qui sortent de l'ordinaire de la vie quotidienne. Öyle olmasa benim küçük maceralarımı, darılma ama, biraz da süsleyerek anlatmaya heves etmezdin.” |wäre es|||meine kleinen Abenteuer|sei nicht böse||||verzieren|erzählen|Eifer|würdest du nicht "Like that"|||||"Don't be offended"|||||to narrate|eager to|"wouldn't be eager" وإلا ، فلن تكون متشوقًا للتحدث عن مغامراتي الصغيرة ، ولا تشعر بالإهانة ، ولكن بقليل من الزخرفة ". Sonst würdest du nicht gerne von meinen kleinen Abenteuern erzählen, sei nicht beleidigt, aber mit ein wenig Verschönerung." "Otherwise, you wouldn't be eager to tell my little adventures, don't be offended, but also by decorating them a little." Si no, no tendrías tantas ganas de contar mis aventurillas, sin ánimo de ofender, pero con un poco de adorno". Sinon, vous ne seriez pas aussi enthousiaste à l'idée de raconter mes petites aventures, sans vouloir vous vexer, mais avec un peu d'embellissement".

“Senin maceraların bana her zaman olağanüstü ilginç gelmiştir,” dedim. |Abenteuer||||außergewöhnlich||scheinen|sagte ich |||||extraordinarily|"very interesting"|| „Ihre Abenteuer waren schon immer außerordentlich interessant für mich“, sagte ich. "Your adventures have always seemed extraordinarily interesting to me," I said. "Tus aventuras siempre me han parecido extraordinariamente interesantes", le dije. "Vos aventures ont toujours été extraordinairement intéressantes pour moi", ai-je dit.

“Geçen gün, Bayan Mary Sutherland'in o çok basit problemiyle karşılaştığımızda,acayip izlenimler ve olağanüstü kombinasyonlar için hayatın kendisine bakmamız gerektiğini, çünkü hayatın, her zaman hayal gücünün ötesinde örnekler sunduğunu söylediğimi hatırlıyorsundur.” ||Frau|Frau Mary|Sutherland||||Problem|wir begegneten|seltsame|Eindrücke||außergewöhnlichen|Kombinationen|||selbst|wir schauen|||||||Vorstellungskraft|jenseits|Beispielen|beispielhaft präsentiert|ich sagte|du erinnerst dich "the other"|||Mary Sutherland|of Mary Sutherland|||||"we encountered"|strange|impressions||extraordinary|combinations|"for"|life itself||||||||imagination|imagination's|beyond||"has presented"|| "Erinnern Sie sich, dass ich neulich angesichts des sehr einfachen Problems von Frau Mary Sutherland sagte, dass wir im Leben selbst nach seltsamen Eindrücken und außergewöhnlichen Kombinationen Ausschau halten sollten, weil das Leben immer Beispiele bietet, die unsere Vorstellungskraft übersteigen." "You remember that I said we must look to life itself for strange impressions and extraordinary combinations when we encountered that very simple problem of Miss Mary Sutherland the other day, because life always offers examples beyond the imagination." "Vous vous souvenez que l'autre jour, face au problème très simple de Mme Mary Sutherland, j'ai dit que nous devrions chercher dans la vie elle-même des impressions étranges et des combinaisons extraordinaires, parce que la vie offre toujours des exemples qui dépassent l'imagination.

“Hâlâ şüpheyle karşıladığım bir düşünce.” Immer noch||||Gedanke "Still"||"met with"|| "Das ist ein Gedanke, dem ich immer noch skeptisch gegenüberstehe. "It's still a thought I doubt." "C'est une idée qui me laisse encore sceptique.

“Buna eminim doktor, fakat şimdi sana sıralayacağım gerçekleri duyunca bu kararından vazgeçecek ve benim haklı olduğumu göreceksin. |||aber|||auflisten werde|Fakten|wenn du hörst||Entscheidung|aufgeben wirst|||||sehen wirst ||doctor||||list|"the facts"|upon hearing||your decision|give up|||right|"I am right"|you will see "Ich bin mir dessen sicher, Doktor, aber wenn Sie die Fakten hören, die ich Ihnen jetzt mitteilen werde, werden Sie diese Entscheidung aufgeben und sehen, dass ich Recht habe. “I'm sure of that, doctor, but when you hear the facts I will list for you now, you will abandon this decision and see that I am right. "Estoy seguro de ello, doctor, pero cuando oiga los datos que le voy a dar ahora, renunciará a esta decisión y verá que tengo razón. "J'en suis sûr, docteur, mais quand vous entendrez les faits que je vais vous donner maintenant, vous renoncerez à cette décision et vous verrez que j'ai raison. Şimdi gelelim bugünkü hikâyeye; Bay Jabez Wilson bu sabah bana geldi ve uzun zamandır dinlediğim en garip hikâyelerinden birini anlatmaya başladı. |kommen wir||Geschichte||Herr Jabez|||||||||ich gehört habe||seltsame|seiner Geschichten|eine|| "Now"||today's|||Jabez Wilson||||||||||||||| Herr Jabez Wilson kam heute Morgen zu mir und erzählte mir eine der seltsamsten Geschichten, die ich seit langem gehört habe. Now let's come to today's story; Mr. Jabez Wilson came to me this morning and began to tell me one of the strangest stories I've heard in a long time. Böyle şeylerin büyük değil, küçük suçlarda görüldüğünü, hatta bazen ortada gerçekten bir suç olup olmadığının bile şüpheli olduğunu söylediğimi daha önceden duymuşsundur. |||||Verbrechen|gesehen werden|||in der Mitte||||ob|||verdächtig|||||du hast gehört "Such"|||||"in crimes"|"being seen"||||really a crime||||"whether it is"||doubtful|||||"you have heard" Sie haben mich vielleicht schon einmal sagen hören, dass solche Dinge bei kleineren Straftaten passieren, nicht bei größeren, und dass es manchmal sogar zweifelhaft ist, ob überhaupt ein Verbrechen vorliegt. You may have heard before I said that such things happen in minor crimes, not big, and sometimes it is even suspicious whether it is really a crime or not. Vous m'avez peut-être déjà entendu dire que ce genre de choses se produit pour des délits mineurs, pas pour des délits majeurs, et que parfois on peut même douter de l'existence d'un délit. Şimdiye kadar anlatılanlardan bir suçun söz konusu olup olmadığını söylemem imkânsız, fakat olayların gidişatı çok ilginç. |||||Tatbestand|||||unmöglich||den Verlauf|Verlauf der Ereignisse|| ||described so far||||||"is not"||impossible|||course of events|| Nach dem, was bisher gesagt wurde, lässt sich nicht sagen, ob eine Straftat begangen wurde, aber der Verlauf der Ereignisse ist sehr interessant. It is impossible for me to say from what has been told so far whether there is a crime or not, but the course of events is very interesting. Il est impossible de dire, d'après ce qui a été dit jusqu'à présent, si une infraction a été commise, mais le déroulement des événements est très intéressant. Zahmet olmazsa Bay Wilson, hikâyenizi bir kez daha başından anlatabilir misiniz? Schwierigkeit|||||||||| "If it's not a bother"|if possible|||your story|||||| Wenn Sie nichts dagegen haben, Herr Wilson, könnten Sie Ihre Geschichte noch einmal von Anfang an erzählen? If you don't mind, Mr. Wilson, could you tell your story from the beginning once again? Si no le importa, Sr. Wilson, ¿podría volver a contar su historia desde el principio? Si cela ne vous dérange pas, M. Wilson, pourriez-vous nous raconter votre histoire depuis le début ? Bunu sadece dostum Dr. Watson da duysun diye değil, bu garip hikâyenin en ince ayrıntılarını tekrar gözden geçirebileyim diye de istiyorum. ||||||hören soll|||||Geschichte||feinsten|Details||überprüfen|ich überprüfen kann||| |||||||"in order to"||||||||review again|review|"so I can review"||| Ich möchte dies nicht nur für meinen Freund Dr. Watson hören, sondern auch, um die Einzelheiten dieser seltsamen Geschichte zu überprüfen. Only my friend Dr. I want Watson not to hear it, but so that I can revisit the finest details of this strange story. Je le veux non seulement pour que mon ami le Dr Watson l'entende, mais aussi pour que je puisse passer en revue les moindres détails de cette étrange histoire. Normalde bir olayın gidişatını dinlediğimde hafızamdaki bir sürü benzer vakayla kıyaslayıp tamamlarım. Normalerweise|||Verlauf|ich höre|meinem Gedächtnis|||ähnlichen|Fällen|vergleiche ich|vergleiche ich |||course of events|when I listen|||||cases||I complete Wenn ich mir den Verlauf eines Ereignisses anhöre, vervollständige ich ihn normalerweise, indem ich ihn mit vielen ähnlichen Fällen in meiner Erinnerung vergleiche. Normally, when I listen to the course of an event, I compare it to many similar cases in my memory and complete it. Normalement, lorsque j'écoute le déroulement d'un événement, je le complète en le comparant à de nombreux cas similaires dans ma mémoire. Ama bu seferki hikâyenin bir benzerini ne gördüm ne de duydum.” |||||||I saw||| Aber eine Geschichte wie diese habe ich noch nie gesehen oder gehört. But I have neither seen nor heard a similar story this time.”

İri yarı müşteri, sanki biraz da gururla, göğsünü kabarttı ve paltosunun cebinden kirlenmiş ve kırışmış bir gazete çıkardı. groß|groß||als ob|||mit Stolz|brust heraus|hobte hervor||seiner Jacke|aus der Tasche|schmutzige||zerknittert|||zog er hervor Large|big-built|customer||||proudly|his chest|puffed up||his coat's||dirty||wrinkled|||took out Der stämmige Kunde blähte seine Brust auf, als wäre er ein wenig stolz, und zog eine schmutzige und zerknitterte Zeitung aus seiner Manteltasche. The burly customer, with some pride, puffed up his chest and pulled a soiled and crumpled newspaper from his coat pocket. El corpulento cliente hinchó el pecho, como un poco orgulloso, y sacó del bolsillo de su abrigo un periódico sucio y arrugado. Gazeteyi dizlerinin üzerine yayarak ilan köşesine bakarken ben de dikkatimi onun üstünde topladım ve dostumun yaptığı gibi, kıyafetiyle tavırlarından ipuçları çıkarmaya koyuldum. die Zeitung|||ausbreitend|Anzeige|||||meine Aufmerksamkeit|||ich konzentrierte||meinem Freund|||seiner Kleidung|seinem Verhalten|Hinweise|hinweisen|begann zu achten the newspaper|your knees|||advertisement|advertisement section||||my attention|||focused on||||||behavior and demeanor|clues|draw from|set about |||||||||||||||||||sinais|| Während er die Zeitung auf seinen Knien ausbreitete und die Anzeigenspalte betrachtete, richtete ich meine Aufmerksamkeit auf ihn und begann, wie mein Freund, aus seiner Kleidung und seinem Auftreten Hinweise zu ziehen. Spreading the newspaper on his knees and looking at the advertisement corner, I concentrated my attention on him and, as my friend did, began to draw clues from his attitude with his outfit. Tandis qu'il étalait le journal sur ses genoux et regardait la colonne des annonces, j'ai concentré mon attention sur lui et, comme l'avait fait mon ami, j'ai commencé à tirer des indices de son habillement et de son comportement. Enquanto ele estendia o jornal sobre os joelhos e olhava para a coluna dos anúncios, concentrei a minha atenção nele e, tal como o meu amigo tinha feito, comecei a retirar pistas do seu vestuário e comportamento.

İncelememden fazla bir şey çıkaramadığımı itiraf etmeliyim. |||||admit| Ich muss zugeben, dass ich mit meiner Rezension nicht viel anfangen konnte. I must admit that I couldn't get much out of my review. Debo admitir que no he sacado mucho de mi crítica. Je dois admettre que je n'ai pas tiré grand-chose de mon examen. Konuğumuz her gün rastlanan tipik bir İngiliz tüccarının bütün özelliklerini göstermekteydi: göbek bağlamış, kibirli ve ağır kanlı. ||||typical|||||characteristics||pot belly|"grown a belly"|arrogant|||slow-witted Unser Besucher wies alle Merkmale eines typischen englischen Kaufmanns auf: dickbäuchig, arrogant und begriffsstutzig. Our guest showed all the characteristics of a typical everyday English merchant: navel, arrogant and slow-blooded. Nuestro visitante mostraba todas las características del típico comerciante inglés cotidiano: barrigudo, arrogante y torpe. Üstünde, fazlasıyla bol, kareli bir pantolon ve önü iliklenmemiş, pek temiz olmayan bir ceket vardı. |excessively||checked||||front of|unbuttoned|||||jacket|was wearing Er trug eine zu weite karierte Hose und eine aufgeknöpfte, nicht sehr saubere Jacke. He was wearing overly loose, check trousers and a not-so-clean jacket with a button-down front. Llevaba unos pantalones a cuadros demasiado holgados y una chaqueta desabrochada y no muy limpia. Pasaklı yeleğinde, pirinçten bir zincirle tutturulmuş köşeli bir metal parçası, süs olarak sallanıyordu. "Dirty"|"in his vest"|brass||with a chain||angular||metal piece|piece|decoration||was dangling An seiner klapprigen Weste baumelte ein kantiges Metallstück, das mit einer Messingkette befestigt war, als Zierde. An angular piece of metal, fastened with a brass chain, hung as an ornament on his scruffy vest. Eskimiş silindir şapkası ve kadife yakalı solmuş kahverengi paltosu, yanındaki sandalyede duruyordu. worn-out||top hat||velvet-collared||faded||overcoat||| Sein abgenutzter Zylinder und sein verblichener brauner Mantel mit Samtkragen lagen auf dem Stuhl neben ihm. His worn top hat and faded brown coat with a velvet collar lay on the chair next to him. Parlak kızıl saçlarının yanı sıra kederli ve mutsuz yüz ifadesinin dışında adamda dikkat çekici pek bir şey bulamamıştım. |||||sorrowful||||facial expression||"in the man"|attention||||| Abgesehen von seinem leuchtend roten Haar und seinem traurigen und unglücklichen Gesichtsausdruck konnte ich nichts Bemerkenswertes an dem Mann finden. Apart from his bright red hair and his sad and unhappy expression, I couldn't find anything remarkable about the man.

Sherlock Holmes çabalarımı fark ederek bana bir göz attı ve meraklı bakışlarım üzerine gülerek kafasını salladı. Sherlock Holmes nodded||||||||||curious||||his head|nodded his head Sherlock Holmes, der meine Bemühungen bemerkte, schaute mich an, schüttelte den Kopf und lachte über meinen neugierigen Blick. Noticing my efforts, Sherlock Holmes glanced at me and shook his head, laughing at my inquisitive gaze. Sherlock Holmes, al darse cuenta de mis esfuerzos, me miró y sacudió la cabeza, riéndose de mi mirada curiosa. “Beyefendinin bir zamanlar bilek gücüyle çalıştığı, enfiye çektiği, mason olduğu, Çin'e gittiği ve son zamanlarda çok yazı yazdığı dışında söyleyebileceğim başka birşey yok.” The gentleman's|||wrist strength|||snuff-taking||freemason||to China|"went to"||||||||||anything else| "Ich habe nichts weiter zu sagen, als dass der Herr einst mit dem Handgelenk arbeitete, Schnupftabak nahm, Freimaurer war, nach China ging und in letzter Zeit viel geschrieben hat." “There's nothing else I can say, except that the gentleman once worked with wrist strength, took snuff, became a mason, went to China, and has been writing a lot lately.” "No tengo nada más que decir, salvo que el caballero trabajó una vez con la muñeca, tomaba rapé, era masón, fue a China y últimamente escribe mucho".

Bay Jabez Wilson şaşkınlıkla oturduğu yerden fırladı; işaret parmağıyla gazeteyi gösterirken bakışlarını dostuma çevirdi. Mr.|||in astonishment||||||||his gaze|my friend|turned towards Herr Jabez Wilson sprang überrascht von seinem Sitz auf, zeigte mit dem Zeigefinger auf die Zeitung und richtete seinen Blick auf meinen Freund. Mr. Jabez Wilson sprang from his seat in surprise; Pointing at the newspaper with his index finger, he turned his gaze to my friend.

“Tanrı aşkına Bay Holmes, bütün bunları nasıl bildiniz?” diye sordu. |||||||||asked "Um Himmels willen, Mr. Holmes, woher wissen Sie das alles?", fragte er. "For God's sake, Mr. Holmes, how did you know all this?" asked. “Mesela ellerimle çalıştığımı nasıl anladınız? ||"that I work"|| "Woher wussten Sie zum Beispiel, dass ich mit meinen Händen arbeite? “For example, how did you know that I work with my hands? Gerçekten de iş hayatına bir gemi marangozu olarak başladım.” |||your professional life||||| ||||||carpinteiro de navios|| In der Tat habe ich meine Karriere als Schiffszimmermann begonnen. I really started my career as a ship carpenter.” De hecho, empecé mi carrera como carpintero de barcos".

“Elleriniz sizi ele veriyor, beyefendi. Your hands||give away|| "يديك تخونك يا سيدي. "Ihre Hände verraten Sie, Sir. “Your hands are betraying you, sir. "Sus manos le delatan, señor. Sağ eliniz sol elinizden epeyce büyük. |your hand|||| ||||bastante| يدك اليمنى أكبر بكثير من يدك اليسرى. Ihre rechte Hand ist wesentlich größer als Ihre linke. Your right hand is considerably larger than your left hand. Tu mano derecha es considerablemente más grande que la izquierda. Onunla çalışmışsınız ve kaslarınız da ona göre gelişmiş.” Du hast mit ihm gearbeitet und deine Muskeln haben sich entsprechend entwickelt." You worked with it and your muscles developed accordingly.” Trabajaste con él y tus músculos se desarrollaron en consecuencia".

“Peki,ya enfiye, ya masonluk?” ||rapé||maçonaria "Und was ist mit Schnupftabak, was mit Freimaurerei?" “Well, what about snuff or Freemasonry?”

“Birliğinizin katı kurallarına karşı gelmek istemem ama göğsünüzdeki rozet bunu gösteriyor.” |strict||||||"on your chest"|badge|| "لا أقصد مخالفة قواعد نقابتك الصارمة ، لكن الشارة الموجودة على صدرك تظهر ذلك." "Ich möchte nicht gegen die strengen Regeln Ihrer Gewerkschaft verstoßen, aber das Abzeichen auf Ihrer Brust sagt es." "I don't mean to go against your guild's strict rules, but the badge on your chest shows it." "No quiero ir en contra de las estrictas normas de tu sindicato, pero lo dice la insignia que llevas en el pecho".

“Aa elbette, nasıl da unutmuşum. "Oh, natürlich, das habe ich ganz vergessen. “Oh sure, how I forgot. "Oh, claro, cómo lo había olvidado. Peki ya çok yazı yazdığımı?” Was ist mit der Tatsache, dass ich viel schreibe?" What about that I write a lot?” ¿Y el hecho de que escribo mucho?".

“Ceketinizin sağ ön kolu öylesine parlak ki, ayrıca sol kolunuzun dirseğe kadar olan kısmı dümdüz; demek ki kolunuzu devamlı masaya dayamışsınız.” ||||||||||to the elbow||||||||||you've leaned |||||||||||||parte||||||| "الساعد الأيمن من سترتك لامع جدًا ، وذراعك الأيسر مستقيم حتى المرفق ؛ هذا يعني أن ذراعك على الطاولة طوال الوقت ". "Der rechte Unterarm Ihrer Jacke ist so glänzend, und Ihr linker Arm ist gerade bis zum Ellbogen, was bedeutet, dass Sie Ihren Arm immer auf den Tisch legen." “The right forearm of your jacket is so shiny, and your left arm is straight up to the elbow; it means you have your arm on the table all the time.” "El antebrazo derecho de tu chaqueta es tan brillante, y tu brazo izquierdo es recto hasta el codo, lo que significa que siempre apoyas el brazo en la mesa".

“Peki, Çin?” "Und China?" “Well, China?”

“Sağ bileğinizin hemen üstündeki balık motifli dövmeyi sadece Çin'de yaparlar. ||||||||in China| "الوشم على شكل سمكة فوق معصمك الأيمن مصنوع فقط في الصين. "Die Tätowierung mit dem Fischmotiv oberhalb des rechten Handgelenks gibt es nur in China. “The fish motif tattoo just above your right wrist is made only in China. "El tatuaje con el motivo del pez justo encima de la muñeca derecha sólo se hace en China. Dövmeler üzerine küçük bir çalışma yapmıştım, hatta çalışmam, bu konuyla ilgili literatüre bile girdi. Tattoos||||||||||||| Ich hatte eine kleine Studie über Tätowierungen durchgeführt, und meine Arbeit fand sogar Eingang in die Literatur zu diesem Thema. I did a little work on tattoos, and my work even got into the literature on the subject. Yo había hecho un pequeño estudio sobre los tatuajes, y mi trabajo incluso entró en la bibliografía sobre este tema. Balığın yüzgeçleri üzerindeki zarif pembelik tamamen Çin'e özgü. |fins||delicate|delicate pink hue||| اللون الوردي الرقيق على زعانف الأسماك صيني بالكامل. Das zarte Rosa auf den Flossen des Fisches ist rein chinesisch. The delicate pinkness on the fish's fins is completely Chinese. El delicado color rosa de las aletas del pez es totalmente chino. Ayrıca saatinizin zincirinin ucunda bir Çin parasının sallandığını görünce hiç şüphem kalmadı.” Und als ich eine chinesische Münze an der Kette deiner Uhr baumeln sah, hatte ich keine Zweifel." Also, when I saw a Chinese coin dangling from the end of your watch chain, I had no doubts.” Y cuando vi una moneda china colgando de la cadena de tu reloj, no lo dudé".

Bay Jabez Wilson kahkahalarla güldü. Mr.|||"with laughter"| Herr Jabez Wilson lachte laut auf. Mr Jabez Wilson laughed out loud. Jabez Wilson riu alto. “Ben de sandım ki...” dedi. ||"I thought"|| Er sagte: "Ich dachte..." “I thought so…” he said. Dijo: "Pensé..." “Önce yaptığınızın dahice olduğunu sanmıştım, meğer çok basitmiş.” ||ingenious|||"but actually"||was very simple |||||na verdade|| "في البداية اعتقدت أن ما فعلته كان بارعًا ، لكن اتضح أنه بسيط جدًا." "Zuerst dachte ich, dass das, was du gemacht hast, genial war, aber es war so einfach." “At first I thought what you did was ingenious, but it turned out to be very simple.” "Al principio pensé que lo que habías hecho era una genialidad, pero era tan simple".

“Wayson,” dedi Holmes, “şimdi düşünüyorum da, her şeyi olduğu gibi anlatmak hata. Wayson||||||||||| "Wayson", sagte Holmes, "jetzt, wo ich darüber nachdenke, ist es ein Fehler, die Dinge so zu erzählen, wie sie sind. "Wayson," said Holmes, "I think it's a mistake to tell things as they are. Ornne ignotum pro magnifico diye bir söz vardır, bilirsin. "Unknown"|unknown||great and unknown||||| Wissen Sie, es gibt ein Sprichwort: Ornne ignotum pro magnifico. There's a saying called Ornne ignotum pro magnifico, you know. Ya sabes, hay un dicho, Ornne ignotum pro magnifico. Böyle açık sözlü olmaya devam edersem, küçük şöhretim sönecek. |||||||my small fame|will fade away |||||||fama| Wenn ich weiterhin so unverblümt bin, wird mein kleiner Ruf schwinden. If I keep being outspoken like this, my little reputation will fade. Si sigo siendo tan brusco, mi pequeña reputación se desvanecerá. Neyse, bize ilanı gösterebilir misiniz Bay Wilson?” ||"the ad"|||| Wie auch immer, könnten Sie uns die Anzeige zeigen, Mr. Wilson?" Anyway, can you show us the flyer, Mr. Wilson?" De todos modos, ¿podría mostrarnos el anuncio, Sr. Wilson?"

“Evet zaten bulmuştum,” diye cevap verdi, kızarmış kalın parmağını sütunun üzerinde tutarak. ||||||blushing|||the column|| أجاب: "نعم ، لقد فعلت ذلك بالفعل" ، ممسكًا بإصبعه الأحمر الكثيف فوق العمود. "Ja, ich hatte es schon gefunden", antwortete er und hielt seinen dicken, geröteten Finger auf die Säule. “Yes, I already did,” he replied, holding his thick reddened finger over the pillar. "Sí, ya lo había encontrado", respondió, apoyando su grueso dedo enrojecido en el pilar. “İşte burada. "Hier ist es. "Here it is. Herşey bununla başladı. Damit fing alles an. It all started with this. Todo empezó con esto. Buyrun kendiniz okuyun bayım.” |||"Sir" ||leia| Lesen Sie es selbst, Sir." Please read it yourself, sir." Léalo usted mismo, señor".

Gazeteyi alarak okumaya başladım: Ich nahm die Zeitung und begann sie zu lesen: I took the newspaper and began to read: Cogí el periódico y empecé a leerlo:

“Kızıl Saçlılar Kulübü'nden duyurulur: Lübnan doğumlu, Amerika'nın Pennsylvania eyaletine yerleşmiş merhum Ezekiah Hopkins' in vasiyeti ve isteği üzerine, haftada 4 sterline çalışabilecek bir kulüp üyesi aranmaktadır. ||from the club|"announced by"|Lebanon-born|||Pennsylvania state||settled in|late|Ezekiah Hopkins|Ezekiah Hopkins||will and testament|||||pounds per week|||||is being sought ||clube|||||||||||||||||||||| "Bekanntmachung des Red Hair Club: Aufgrund des Testaments des verstorbenen Ezekiah Hopkins, eines gebürtigen Libanesen, der sich in Pennsylvania, USA, niedergelassen hat, wird ein Clubmitglied gesucht, das für 4 Pfund pro Woche arbeiten kann. “Announced from the Red Hair Club: We are looking for a club member who can work for 4 pounds a week, at the will and request of the late Ezekiah Hopkins, who was born in Lebanon and settled in Pennsylvania, USA. "Anuncio del Red Hair Club: En el testamento del difunto Ezekiah Hopkins, nativo de Líbano, que se estableció en Pensilvania, EE.UU., se busca un socio del club que pueda trabajar por 4 libras a la semana. Bu ilan, vücudu ve zihni sağlam, yirmi bir yaşından büyük, kızıl saçlı tüm erkeklere açıktır. |||||fit||||||||| Diese Anzeige ist offen für alle rothaarigen Männer über einundzwanzig, die körperlich und geistig gesund sind. This posting is open to all red-haired men over the age of twenty-one, with good body and mind. Este anuncio está abierto a todos los hombres pelirrojos mayores de veintiún años, de cuerpo y mente sanos. Başvurular, pazartesi saat on birde, Pope's Court, Fleet Sokağındaki Kulüp binasında Duncan Ross'a şahsen yapılacaktır.” Applications in person|||||Pope's Court|Pope's Court|Fleet Street|"on Fleet Street"|||Duncan Ross|to Duncan Ross|in person| Bewerbungen sollten persönlich bei Duncan Ross im Clubhaus, Pope's Court, Fleet Street, am Montag um elf Uhr abgegeben werden. Applications will be made in person to Duncan Ross at the Clubhouse on Fleet Street, Pope's Court, Monday at eleven o'clock.” Las solicitudes deberán presentarse personalmente a Duncan Ross en la sede del Club, Pope's Court, Fleet Street, el lunes a las once".

“Bu da ne demek?” diye söze girdim, bu garip ilanı ikinci kez okuduktan sonra. "Was bedeutet das?", warf ich ein, nachdem ich diese seltsame Anzeige zum zweiten Mal gelesen hatte. “What does that mean?” I promised, after reading this strange ad for the second time. "¿Qué significa eso?", interrumpo, tras leer por segunda vez este extraño anuncio.

Holmes, keyfi yerinde olduğu zamanlar yaptığı gibi, koltuğuna gömülmüş kıkırdıyordu. ||||||||"sunken into"|chuckling |divertido||||||||gargalhava كان هولمز مستلقيًا على كرسيه بذراعين ، كما فعل عندما كان في مزاج جيد. Holmes war in seinem Sessel vergraben und kicherte, wie er es tat, wenn er gut gelaunt war. Holmes slumped in his armchair, as he did when he was in a good mood.

“Alışılmadık bir şey, değil mi?” dedi. "Unusual"|a|||| "هذا غير عادي ، أليس كذلك؟" قال. "Das ist ungewöhnlich, nicht wahr?", sagte er. "It's unusual, isn't it?" said. "Es inusual, ¿no?", dijo. “Şimdi, Bay Wilson, bize kendinizden,ailenizden ve bu ilanın hayatınızda yol açtığı değişikliklerden bahsedin. "Nun, Herr Wilson, erzählen Sie uns von sich, Ihrer Familie und den Veränderungen, die diese Anzeige in Ihrem Leben bewirkt hat. “Now, Mr. Wilson, tell us about yourself, your family, and the changes this announcement has made in your life. "Ahora, Sr. Wilson, háblenos de usted, de su familia y de los cambios que este anuncio ha provocado en su vida. Doktor, sen şu gazetenin adını ve tarihini bir yere kaydediver.” |||||||||"Jot down" Doktor, schreiben Sie den Namen und das Datum dieser Zeitung auf." Doctor, write down the name and date of that newspaper." Doctor, anote el nombre y la fecha de este periódico".

“27 Nisan 1890 tarihli The Morning Chronicle. April|||The Morning Chronicle|The Morning Chronicle The Morning Chronicle" vom 27. April 1890. “The Morning Chronicle of April 27, 1890. Tam iki ay önceki gazete.” Vor genau zwei Monaten." The newspaper from exactly two months ago.” Hace exactamente dos meses".

“Çok güzel. "Es ist wunderschön. "Very nice. Evet, Bay Wilson?” Yes, Mr. Wilson?”

“Size de anlattığım gibi, Bay Sherlock Holmes,” dedi Jabez Wilson, alnındaki terleri silerek, “Coburg Meydanı'nda şehire yakın küçük bir rehinci dükkânım var. ||||||||||"on his forehead"|sweat drops||Coburg Square|Coburg Square|||||pawn shop owner|| |||||||||||suaras||||||||agente de penhores|| "Wie ich Ihnen bereits sagte, Mr. Sherlock Holmes", sagte Jabez Wilson und wischte sich den Schweiß von der Stirn, "habe ich ein kleines Pfandhaus am Coburg Square in der Nähe der Stadt. “As I've told you, Mr. Sherlock Holmes,” said Jabez Wilson, wiping the sweat from his forehead, “I have a little pawnshop in Coburg Square, close to town. "Como ya le he dicho, señor Sherlock Holmes -dijo Jabez Wilson, secándose el sudor de la frente-, tengo una pequeña casa de empeños en Coburg Square, cerca de la ciudad. “Como já lhe disse, Sr. Sherlock Holmes”, disse Jabez Wilson, enxugando o suor da testa, “tenho uma pequena casa de penhores em Coburg Square, perto da cidade. İşim öyle büyük değildir, son yıllarda ancak geçinebilecek kadar kazanıyorum. Mein Geschäft ist nicht besonders groß, in den letzten Jahren habe ich gerade genug verdient, um über die Runden zu kommen. My job is not that big, in recent years I only earn enough to live on. Mi negocio no es tan grande, en los últimos años he ganado lo justo para salir adelante. Eskiden iki yardımcım vardı ama artık sadece bir tane var. Früher hatte ich zwei Helfer, aber jetzt habe ich nur noch einen. I used to have two helpers, but now I only have one. Antes tenía dos ayudantes, pero ahora sólo tengo uno. Onun da maaşını ödemekte zorluk çekiyorum; mesleği öğrenmek için yarım maaşla çalışıyor.” Ich habe Schwierigkeiten, sein Gehalt zu bezahlen; er arbeitet mit einem halben Gehalt, um den Beruf zu erlernen". I have difficulty in paying his salary; He works on half a salary to learn the trade.”

“Bu meraklı gencin adı ne?” diye sordu Sherlock Holmes. "Wie heißt dieser seltsame junge Mann?", fragte Sherlock Holmes. “What is the name of this curious young man?” asked Sherlock Holmes.

“Adı Vincent Spaulding ve o kadar da genç değil aslında. |Vincent Spaulding|Vincent Spaulding||||||| "Sein Name ist Vincent Spaulding und er ist nicht mehr so jung. “His name is Vincent Spaulding, and he's actually not that young. "Se llama Vincent Spaulding y no es tan joven. Yaşını tahmin etmek kolay değil. Es ist nicht leicht, sein Alter zu erraten. Estimating his age is not easy. No es fácil adivinar su edad. Ondan daha yetenekli bir çırak bulamazdım herhalde. ||||aprendiz|| لم أستطع أن أجد مبتدئًا موهوبًا أكثر منه. Ich hätte wahrscheinlich keinen talentierteren Lehrling finden können. I couldn't have found a more talented apprentice than him. Probablemente no podría haber encontrado un aprendiz con más talento. Ona verebildiğimin iki katını kolaylıkla kazanabilir aslında. Er könnte leicht doppelt so viel verdienen, wie ich ihm geben kann. In fact, he could easily earn twice as much as I can give him. Podría ganar fácilmente el doble de lo que puedo darle. Ama sonuçta o halinden memnunsa neden aklına böyle şeyler sokayım ki?” Aber wenn er glücklich ist, so wie er ist, warum sollte ich ihm dann solche Dinge in den Kopf setzen?" But if he's happy with himself after all, why should I put such things into his mind?" Pero si está contento con su forma de ser, ¿por qué debería meterle esas cosas en la cabeza?".

“Sahiden neden yapasınız ki? "Really"||| "حقا لماذا تفعل ذلك؟ "Warum sollten Sie das tun, wirklich? “Really why would you do it? "¿Por qué lo harías, de verdad? Piyasa fiyatından daha düşük bir maaşa çalışan bir elemanınız olduğu için şanslısınız. Sie können sich glücklich schätzen, einen Mitarbeiter zu haben, der für ein Gehalt arbeitet, das unter dem Marktpreis liegt. You are lucky to have an employee working for a lower than market price. Tiene suerte de tener un empleado que trabaja por un salario inferior al del mercado. Böyle ucuz işçi bulmak bugün için hiç de kolay değil. Heutzutage ist es nicht leicht, solche billigen Arbeitskräfte zu finden. It is not easy to find such cheap workers today. Hoy en día no es fácil encontrar mano de obra tan barata. Şu sizin çırak da aynen şu ilan gibi ilginç geldi bana.” Ihr Lehrling ist für mich genauso interessant wie diese Anzeige." That apprentice of yours was just as interesting to me as this posting.” Tu aprendiz me interesa tanto como ese anuncio".

“Ah, onun da bazı kusurları var tabii,” dedi Bay Wilson. ||||defeitos||||| "Ah, er hat seine Fehler", sagte Herr Wilson. “Oh, he has some faults too, of course,” said Mr. Wilson. “Onun kadar fotoğraf delisi biri yoktur herhalde. |||photo enthusiast||| "Ich glaube nicht, dass es jemanden gibt, der so fotobegeistert ist wie er. “I guess there is no one as photo-crazed as he is. "No creo que haya nadie tan loco por las fotos como él. İşinde kendini geliştireceği yerde eline fotoğraf makinesini aldığı gibi dışarı fırlar veya resimlerini tabetmek için, tavşanın deliğine girdiği gibi bodruma iner ve bir daha da çıkmaz. ||||||||||dashes out|||develop photos||the rabbit's|into the hole|||basement|||||| ||||||||||sai correndo|||fazer fotos||||||sótão|||||| بدلاً من تحسين نفسه في عمله ، يخرج بمجرد أن يأخذ الكاميرا في يده أو ينزل إلى الطابق السفلي ليرسم صوره ، مثل حفرة أرنب ، ولا يخرج أبدًا مرة أخرى. Anstatt sich in seiner Arbeit zu verbessern, rennt er weg, sobald er seine Kamera in die Hand nimmt, oder geht in den Keller wie das Kaninchen ins Loch, um seine Bilder zu entwickeln, und kommt nie wieder heraus. Instead of improving himself in his work, he goes out as soon as he takes the camera in his hand or goes down to the basement to paint his pictures, like a rabbit's hole, and never comes out again. En lugar de mejorar en su trabajo, sale corriendo en cuanto coge la cámara o baja al sótano como un conejo a la madriguera para revelar sus fotos y no vuelve a salir. En büyük kusuru bu. Das ist sein größter Schwachpunkt. That's the biggest flaw. Bunun dışında kendisi iyi bir yardımcıdır. Abgesehen davon ist er ein guter Helfer. Apart from that, he is a good helper. Aparte de eso, es un buen ayudante. İçinde hiç kötülük yoktur.” Es ist nichts Böses dabei." There is no evil in it.” No hay maldad en ello".

“Hâlâ sizinle çalışıyor sanırım.” "Ich glaube, er arbeitet immer noch mit Ihnen zusammen." “Still working with you, I guess.” "Creo que sigue trabajando contigo".

“Evet, beyefendi. "Ja, Sir. “Yes, sir. Bir o, bir de ara sıra yemek yapıp ortalığı temizleyen on dört yaşında bir kız. Es gab ihn und ein vierzehnjähriges Mädchen, das gelegentlich kochte und aufräumte. She and a fourteen-year-old girl who occasionally cooks and cleans up. Estaba él y una chica de catorce años que de vez en cuando cocinaba y limpiaba. Evimdeki bütün insanlar bunlar. Das sind alle Menschen in meinem Haus. These are all the people in my house. Ben dulum ve hiç çocuğum olmadı. |widow|||| I am a widow and have no children. Soy viuda y nunca he tenido hijos. Üçümüz sessiz sakin yaşayıp gidiyoruz; başımızı sokacak bir evimiz var; eh, borçlarımızı da ödeyebiliyoruz, bundan iyisi can sağlığı. |||||"a place for"|"take shelter"||||||||||| Wir drei haben ein ruhiges Leben, wir haben ein Dach über dem Kopf, wir können unsere Schulden bezahlen, und das ist das Beste, was es gibt. The three of us live quietly; we have a house to lay our heads in; Well, we can pay our debts too, better than that is health. Los tres vivimos tranquilos, tenemos un techo, podemos pagar nuestras deudas, y eso es lo mejor que hay. Ama birden şu ilan çıkıverdi karşımıza. ||||"popped up"| But suddenly this ad popped up. Tam sekiz hafta önce Spaulding elinde bu gazeteyle büroya gelip şöyle dedi: Eight weeks ago, Spaulding came to the office with this newspaper and said:

“ ‘Keşke kızıl saçlı olsaydım, Bay Wilson.' “ 'I wish I had red hair, Mr. Wilson.' "'Me gustaría tener el pelo rojo, Sr. Wilson.

“ ‘O niye?' “ 'Why is that?' diye sordum. I asked.

“ ‘Bakın,' dedi, ‘Kızıl Saçlılar Kulübü yeni bir iş ilanı daha vermiş. “'Look,' he said, 'The Red Hair Club has posted another job posting. Oldukça iyi bir maaş veriyorlar ve anladığım kadarıyla hâlâ eleman açıkları var. Sie zahlen ein ziemlich gutes Gehalt, und soweit ich weiß, haben sie immer noch zu wenig Personal. They make a pretty good salary and as I understand they still have job vacancies. Pagan un sueldo bastante bueno y tengo entendido que aún les falta personal. Adamlar ellerindeki parayı nereye harcayacaklarını bilemiyorlar herhalde. ||||||provavelmente People probably don't know where to spend their money. Supongo que no saben dónde gastar su dinero. Ah, saçımı kızıla boyatabilsem! Oh, if I could dye my hair red! O zaman hiç düşünmeden atlardım bu işe.' ||||"I would jump"|| Dann hätte ich sofort zugesagt". Then I would jump into it without thinking.' Entonces me habría lanzado sin pensarlo".

‘Bu kulüp de neyin nesi?' Was zum Teufel ist dieser Club? 'What the hell is this club?' diye sordum. I asked. pregunté.

Görüyorsunuz ya, Bay Holmes, ben evine bağlı bir insanım. You see, Mr. Holmes, I'm a housebound person. Verá, Sr. Holmes, soy una persona hogareña. O yüzden işim evimde; isterim ki, ben işin peşinden koşacağıma iş benim ayağıma gelsin. ||||||||after it|I will chase|||| Deshalb arbeite ich zu Hause; ich möchte, dass die Arbeit zu mir kommt und ich ihr nicht hinterherlaufe. That's why my work is at home; I want the job to come to me instead of running after the job. Bu nedenle bazen haftalarca evin kapısından öteye adım atmadığım olur. ||||||beyond||| ||||||||não saí| Aus diesem Grund gehe ich manchmal wochenlang nicht über die Tür des Hauses hinaus. For this reason, it happens that sometimes I do not step beyond the door of the house for weeks. Dışarıda neler olup bittiğinden pek haberim olmuyor, dolayısıyla böyle haberleri dinlemek hoşuma gidiyor. I don't know much about what's going on out there, so I like to hear news like this. Neyse... Anyways...

“ ‘Kızıl Saçlılar Kulübü'nü duymadınız mı?' "Hast du noch nie vom Rothaarigen Club gehört? “Haven't you heard of 'Redhead Club'? diye hayretle sordu çırağım, gözlerini iri iri açarak. |in amazement|||||| سألني تلميذي ، بعيون واسعة. fragte mein Lehrling erstaunt und riss die Augen weit auf. ' my apprentice asked, wide-eyed.

“ ‘Hiç duymadım.' " 'I've never heard of.' "Nunca he oído hablar de él.

“ ‘Bu geçekten garip biliyor musunuz, çünkü siz bu iş için biçilmiş kaftansınız.' ||||||||||perfectly suited|perfectly suited ||||||||||destinado a você| "كما تعلم ،" هذا غريب حقًا ، لأنكم يا رفاق مثاليون للوظيفة. " "Wissen Sie, es ist wirklich seltsam, denn Sie sind der richtige Mann für diesen Job. “You know, 'This is really weird, because you guys are perfect for the job.' "'Sabes, es muy raro, porque eres el hombre para el trabajo.

“ ‘Peki, ne ödüyorlarmış?' ||they were paying “ 'Well, what did they pay?' " '¿Y cuánto pagan?' diye sordum. I asked.

“ ‘Yılda bir ki yüz, ama iş çok kolay, bu arada kendi işinize de devam edebilirsiniz.' "Hundert im Jahr, aber die Arbeit ist sehr einfach, Sie können in der Zwischenzeit Ihr eigenes Geschäft weiterführen. “ 'One hundred a year, but the job is very easy, in the meantime you can keep your own business.' " 'Cien al año, pero el trabajo es muy fácil, puedes continuar con tu propio negocio mientras tanto'.

“Nasıl kulak kabarttığımı tahmin edersiniz; birkaç yıldır işlerim pek iyi gitmiyordu ve yılda birkaç yüz sterlin, durumumu düzeltmeye yeterdi. ||"how I listened"|||||||||||||pounds sterling||| ||escutar|||||||||||||||| "Sie können sich vorstellen, wie sehr ich zugehört habe; mein Geschäft lief seit einigen Jahren schlecht, und ein paar hundert Pfund im Jahr hätten ausgereicht, um mich zu versorgen. “You can imagine how I eavesdropped; I hadn't been doing well for a few years, and a few hundred pounds a year was enough to put me right.

“ ‘Bana herşeyi anlat,' dedim. "Erzähl mir alles", sagte ich. "'Tell me everything,' I said.

“ ‘Bakın,' dedi ilanı göstererek, ‘kendiniz görün, Kulüp bir eleman arıyor, başvuracağınız adres de burada yazılı. |||||||||||address||| "Sehen Sie", sagte er und zeigte auf die Anzeige, "sehen Sie selbst, der Club sucht einen Mitarbeiter, und hier ist die Adresse, wo Sie sich bewerben können. “ 'Look,' he said, pointing to the ad, 'see for yourself, the Club is looking for a staff member, here is the address to apply. Mira", me dijo, señalando el anuncio, "compruébalo tú mismo, el Club busca un empleado, y aquí tienes la dirección donde puedes solicitarlo". Kulüp, bildiğim kadarıyla, Ezekiah Hopkins adında tuhaf bir Amerikalı milyoner tarafından kurulmuş. ||||||strange|||millionaire|| The club was founded, as far as I know, by a strange American millionaire named Ezekiah Hopkins. Kendisi de kızıl saçlı olduğu için bütün kızıl saçlılara büyük bir sempatisi varmış; bu yüzden öldükten sonra mirasının kızıl saçlı insanlara kolaylık sağlamayı amaçlayan bir vakıf kurulmasında kullanılmasını vasiyet etmiş. ||||||||||||||||||||||||||||willed| ||||||||||||||||||||||||||||testamento| Since he was a redhead himself, he had a great sympathy for all redheads; therefore, after his death, he bequeathed that his legacy be used to establish a foundation aimed at providing convenience to red-haired people. Como ella misma era pelirroja, sentía gran simpatía por todos los pelirrojos, por lo que tras su muerte dispuso que su herencia se destinara a crear una fundación para el alivio de los pelirrojos. Duyduğum kadarıyla maaş çok iyi, iş de çok kolaymış.' From what I've heard, the salary is very good and the job is very easy.'

“ ‘Fakat,' dedim, ‘o zaman milyonlarca kızıl saçlı müracaat edecektir. |||||||application| |||||||candidatas| “'But,' I said, 'then millions of redheads will apply. " 'Pero', dije, 'entonces millones de pelirrojas se presentarán'. ‘ “ ‘Hiç de öyle değil,' diye cevap verdi. ' ' 'Not at all,' he replied. ‘Zaten bu ilanlar, Londralı erkeklerle sınırlı. |||Londoner|| 'These postings are limited to London men anyway. Çünkü bu Amerikalı, iş hayatına gençken Londra'da başlamış ve vefa borcunu böyle ödemek istemiş. |||||||||loyalty debt|||| Because this American started his business life in London when he was young and wanted to pay off his debt of loyalty like this. Porque este estadounidense empezó su vida empresarial en Londres cuando era joven y quería pagar así su deuda de lealtad. Hatta söylenenlere göre, saçın açık veya koyu kızıl olması yetmiyormuş, sizinki gibi parlak kırmızı olması gerekiyormuş. In fact, it is said that it is not enough for the hair to be light or dark red, it has to be bright red like yours. Incluso se dice que no basta con que el pelo sea rojo claro u oscuro, tiene que ser rojo vivo como el tuyo. Eh Bay Wilson, niyetiniz varsa oraya bir gitmeniz yeterli olacaktır bence. |||your intention||||||| Nun, Herr Wilson, ich denke, Sie müssten nur dorthin gehen, wenn Sie die Absicht dazu hätten. Well, Mr. Wilson, if you have the intention, I think it would be enough to go there once. Ama birkaç yüz sterlin için değmez diye düşünürseniz o zaman başka.' |||||"not worth it"||||| |||||não vale||||| Aber wenn du denkst, dass es sich für ein paar hundert Pfund nicht lohnt, ist das etwas anderes. But if you think it's not worth it for a few hundred quid then it's different.'

“Sizin de gördüğünüz gibi baylar, saçlarım hem gür, hem de kıpkızıl. |||||||thick|||fiery red |||||||espesso|||bright red “As you can see, gentlemen, my hair is thick and red. Bu nedenle seçmelerde benimle yarışacak kimse olamazdı. ||||compete with|| Daher gab es niemanden, der mit mir beim Vorsprechen konkurrierte. Therefore, there would be no one to compete with me in the auditions. Vincent Spaulding bu konuda çok şey biliyor gibiydi; belki bana faydalı olabilirdi. Vincent Spaulding schien eine Menge darüber zu wissen; vielleicht könnte er mir nützlich sein. Vincent Spaulding seemed to know a lot about it; maybe it could be useful to me. Buz yüzden kepenkleri kapatıp benimle gelmesini söyledim. ||shutters|||| فطلبت منه أن يغلق المصاريع ويأتى معي. Also sagte ich ihm, er solle die Fensterläden schließen und mit mir kommen. So I told him to close the shutters and come with me. Así que le dije que cerrara las persianas y viniera conmigo. Bir gün çalışmamak onun da işine gelmişti. Eines Tages war es zu seinen Gunsten, dass er nicht arbeiten musste. It was in his interest to not work one day. Böylece dükkanı kapayıp ilanda verilen adrese doğru yola çıktık. Thus, we closed the shop and set out for the address given in the advertisement.