×

LingQ'yu daha iyi hale getirmek için çerezleri kullanıyoruz. Siteyi ziyaret ederek, bunu kabul edersiniz: çerez politikası.

image

Yaşam Tadında Hikayeler, Hayat gibi oyun

Hayat gibi oyun

Youtube'de video yapmaya başladıktan sonra farkettiğim bir şey var.

Buraların raconu oyun videosu yapmak.

O yüzden ben de bir oyun videosu hazırlamaya karar verdim.

Size hayat gibi bir oyundan bahsedeceğim.

Şimdi ki oyunlarda hikaye çok önemli, biliyorsunuz

benim seçtiğim oyunun da bir hikayesi var

ve oldukça eski bir hikaye bu.

Yaklaşık 1500 yıl kadar önce bir alimle zalimin karşılaşması ile başlıyor.

Zalim, tahmin edebileceğiniz gibi, bir kral.

Hindistanda yaşıyor ve savaşı çok seviyor.

Halkı, bu savaşlardan çok çektiği için olsa gerek,

barışı çok seven bir alime gidip ondan yardım istiyor.

Alim düşünüyor, taşınıyor

en sonunda, en cahil, en zalim insanların bile hoşuna gidebilcek şahane bir çözüm buluyor:

bir oyun!

Kralım, siz savaşmayı çok seviyorsunuz o yüzden ben de size dilediğiniz gibi savaşabileceğiniz bir oyun getirdim.

Şu ufak taşlar sizin askerleriniz, piyonlarınız

İki tane atlı, iki tane de filli birliğiniz var.

İki tane de kaleniz.

Siz tabii ki şahsınız,

yanınızda da yardımcınız, veziriniz var.

Artık dilediğiniz kadar savaşabilirsiniz.

Kral, çaturanga adlı bu oyunu pek sevmiş

Alime ''Dile benden ne dilersen'' demiş.

Alimin zalime verdiği cevapsa başlı başına başka bir oyun olmuş

Demiş ki:

Fazla bir şey istemem.

Bu oyunun oynandığı tahtanın

ilk karesi için bir, ikinci karesi için de iki tane buğday istiyorum.

Her bir karede bir öncekinin iki misli buğday verseniz bana yeter.

Zalim ve epeyce de cahil olan bu kral

Kendisi gibi yüce ve kudretli birinden

şu kadarcık bir şey istenmesine çok sinirlenmiş ve

''Hesaplayın ve istediğinden bir tane bile fazla bir şey vermeyin''

demiş.

Ve hesaplamışlar.

Daha 15. kareye geldiklerinde verilmesi gereken buğday miktarını tartınca,

Bir buçuk kiloya denk geldiğini görünce,

şaşırıp biraz endişelenmeye başlamışlar.

Nitekim 25. karede bir buçuk ton,

31. karede doksan iki ton olduğunu hesaplamışlar. Daha 49. kareye gelindiğinde

verilmesi gerek buğdayın ağırlığı 24 milyon ton

olmuş ki, bu şu anda Türkiye'nin yıllık buğday üretiminden fazla.

Sonuçta

ne Türkiye'nin ne Hindistan'ın

1500 yıldan beri

Dünyada üretilen

tüm buğdayın tamamını bile verseler

bu borcu ödeyemeyecekleri ortada

Nasıl mı ?

birlikte hesaplıyalım isterseniz.

Şimdi ilk kareye bir tane koyuyorduk buna iki üzeri sıfır diyelim

ikinci kareye bunun iki katı yani iki üzeri bir

ve bu şekilde

boşlukları doldurmaya devam ediyoruz

64. kareye geldiğimizde oraya konulması gereken buğday miktarı iki üzeri altmış üç olur.

Ve bütün bunların toplamını hesaplamak için de

bunu tekrar formilize edecek olursak

iki üzeri altmış dört

eksi bir tane buğdaya ihtiyacımız var demektir ki

buda toplamda:

on sekiz kentrilyon dört yüz kırk altı katrilyon yedi yüz kırk dört trilyon yetmiş üç milyar yedi yüz dokuz milyon beş yüz elli bir bin altı yüz on beş

tane buğday anlamına gelir.

İnanmayan hesaplasın.

Bazen bu alimin getirdiği oyunu mu yoksa verdiği cevabı mı daha çok seviyorum bilemiyorum.

Ama hem oyun hem de cevap büyük bir zeka ürünü

Zaten sonradan adı değişmiş olsa da kuralları değişmiş olsa da

satranç adlı bu oyunun zeka özelliği hiçbir zaman değişmemiş.

Ama zekaya hafızayı da eklemek isteyen Türkler:

Oyunun tahtasını ortadan kaldırıp, Atların üzerinde körleme satranç oynamaya kalkmışlar.

Tamam, tahtayı ortadan kaldırabilirsiniz belki ama rakibinizi ortadan kaldırabilir misiniz?

Mesela, insan olmayan biri ile satranç oynayabilir misiniz?

İster inanın ister inanmayın

izlemekte olduğunuz ve 1809 da oynanan bu oyunda

satranç tahtasının bir tarafında oturan kişi Napolyon Bonapart

diğer taraftaysa bir robot var.

Ve satranç oynayan bu robotun adı:

Türk

Evet doğru duydunuz.

Türk adında bir robot

Sizce, bu oyunu kim kazanmıştır dersiniz

Biraz önce anlattığım Alim ile Zalim'in hikayesini hatırlarsanız belki bir ipucu yakalarsınız

Evet.

Bu robotla Napolyon'un satranç maçında

kazanan robot olmuş.

Aslında bu tam anlamıyla bir robot değil

''otomaton'' denilen bir makine.

Ve adının ''Türk'' olduğu da sizi yanıltmasın çünkü:

Bu makineyi yapan bir türk değil, Kenpelen adında bir Macar.

Ama makineye bakınca neden türk dendiği çok daha rahat anlaşılıyor

O yıllar da Avrupa'da güçlü bir orayantel merakı var.

Mesela Mozart, Mehterden etkilenip Türk Marşı'nı bestelemiş.

Kenpelen'de 1770 de böyle bir makine yapmış ve ona ''Türk'' adını vermiş.

Çok ilgi görünce de Avrupa'da ve daha sonrada Amerika da

bir turneye çıkmışlar bu robotla birlikte.

Ve içlerinde Napolyon gibi ünlülerin olduğu pek çok insan ile satranç maçı yapmış bu makine.

Çok uzun bir süre kimse bu makinenin nasıl çalıştığını

ve aralarında usta oyuncuların da bulunduğu pek çok kişiyi nasıl satrançta alt edebildiğni anlayamamış.

Ama sonra, bunun bir kandırmaca olduğu ortaya çıkmış.

Aslında makinenin içine gizlenen bir kişi

onu yönlendiriyormuş.

İşte bu makineye, Daha doğrusu içindeki kişiye yenilen ünlülerden bir tanesi de

Benjamin Franklin

1779 da yazdığı bir makale de

''Hayat satranç gibidir'' demişti.

Ben bu sözle ilgili yorumumu en sona saklıyorum ama

onun yerine yani ''Hayat satranç gibidir'' yerine

''Satranç hayat gibidir'' diyebilirim rahatlıkla.

Süresi belli olmayan bir oyun

ve bu oyunun ne zaman biteceğini bilemezsiniz.

Bazen bir şeyleri elde etmek için başka bir şeyi feda etmek zorunda kalırsınız.

Her zaman ilerleyemezsiniz, bazen geri adım atmak gerekir.

Ama her adımınızda düşünmelisiniz.

Seçimlerinizi akıllıca yapmalısınız.

Stratejik hareket etmelisiniz.

Hedefinize ulaşmanın tek bir yolu yoktur

Farklı şeyler deniyebilirsiniz.

Yılmadan, usanmadan, sıkılmadan tekrar tekrar denemelisiniz.

Çünkü hayattaki gibi olasılklar sonsuzdur

Her taşın kendine göre bir konumu ve önemi vardır

Tıpkı gerçek hayatta hiçbir insanın önemsiz olmaması gibi

Satranç tahtasında da hiçbir taş önemsiz değildir.

Bir piyonun bile vezir olma potansiyeli vardır.

Satranç oyuncusu aynı anda hem besteci hem de müzisyendir.

Yaratıcı olmak zorundadır.

Yaptığınız her hamlenin bir sonucu vardır ve bu sonuca katlanmak zorundasınızdır

Yani size sorumluluğu öğretir.

Bu yönüyle baktığımızda aslında dünyanın belkide en stresli oyunlarından biridir.

Ünlü oyuncu Kasparov'un deyimiyle:

''Aklın işkencesi''

çünkü konsantrasyon gerektirir

bu devirde belki de en çok ihtiyaç duyduğumuz özellik:

Odaklanabilme gücü

Napolyon bir makineye yenilen ilk ünlü insan olduğunu düşündü uzun bir süre.

Bu duyguyu yaşayan bir başka ünlü de: Kasparov.

İster inanın ister inanmayın izlemekte olduğunuz ve 1997 de oynanan bu oyunda

Satranç tahtasının bir tarafında oturan kişi Garry Kasparov

yani dünya satranç şampiyonu.

Diğer tarafta ise bir makine var

daha doğrusu bir yapay zeka.

IBM tarafından geliştirilen ''Deep Blue''

ve bu oyunu kazanan makine oldu.

Bu kez içinde insan olma ihtimali de yok

mu acaba?!

Çünkü Kasparov 2. oyunun bir hamlesinde

Deep Blue'ya insanlar tarafından müdahale edilerek yardım edildiğini iddia etti.

Çünkü böyle bir durumda bir bilgisayarın başka bir hamle yaparak piyon kazanma eğiliminde olması bekleniyordu

ve bu beklenti pek çok satranç otoritesi tarafından da doğrulandı.

Fakat IBM bu iddiayı ve Kasparov'un yeniden maç önerisini reddederek,

Deep Blue projesini sona erdirdi

Bu durumda makineye bir insan müdehalesi var mı?.. yok mu?

Satranç hayat gibidir de

Hayat, tam olarak satranç gibi değildir bence kusura bakma Benjamin Franklin.

Eğer öyleyse bile birilerine ya da makinelere karşı oynamıyoruz

Belki de... ölümle satranç oynuyoruz

Ingmar Bergman'ın klasik filmi 7. mühürdeki gibi

Hayatı bir satranç olarak, bir savaş olarak görmüyorum;

barış olarak görüyorum.

Tek amacımız kazanmak olmamalı.

Bizim kazanabilmemiz için başka birileri kaybetmek zorunda kalmamalı.

Bakmayın siz buraların böyle bembeyaz olduğuna

gerçek hayat satranç tahtasındaki gibi sadece siyah ve beyazlardan ibaret değil

aralarda grinin yüzlerce, binlerce tonu var.

Ama yine de bir oyun.

Dünya hayatı bir oyundan, bir eğlenceden başka bir şey değil

ama satrançtan çok daha karmaşık bir oyun.

Ölümle oynanan bir oyun.

Şah

Mat

Altyazı: Yiğit Can Karakaş

Learn languages from TV shows, movies, news, articles and more! Try LingQ for FREE

Hayat gibi oyun Spiel wie das Leben Παιχνίδι όπως η ζωή game like life Le jeu comme la vie gioco come la vita ゲームのような人生 игра как жизнь Spel som livet

Youtube'de video yapmaya başladıktan sonra farkettiğim bir şey var. |||||I noticed||| Etwas ist mir klar geworden, als ich anfing, Videos auf Youtube zu machen. There is something I realized after I started making videos on Youtube. Je me suis rendu compte d'une chose après avoir commencé à faire des vidéos sur Youtube. Есть одна вещь, которую я понял после того, как начал снимать видео на Youtube.

Buraların raconu oyun videosu yapmak. |The rule||| Es ist hier üblich, Videos von Spielen zu machen. The most popular thing in here is to make 'video game' videos. Il est de coutume ici de faire des vidéos de jeux. Il motivo qui intorno è fare video di giochi. Причина здесь в том, чтобы делать игровые видео.

O yüzden ben de bir oyun videosu hazırlamaya karar verdim. Also habe ich beschlossen, ein Spielvideo zu drehen. Because of that I have decided to make a video about a video game. J'ai donc décidé de réaliser une vidéo de jeu. Вот почему я решил сделать игровое видео.

Size hayat gibi bir oyundan bahsedeceğim. Ich erzähle dir von einem Spiel wie dem Leben. I'll tell you about a game a lot like life. Je vais vous parler d'un jeu comme la vie. Я собираюсь рассказать вам об игре, как жизнь.

Şimdi ki oyunlarda hikaye çok önemli, biliyorsunuz Die Geschichte ist in den Spielen jetzt sehr wichtig, wissen Sie. Nowadays, stories of games are so important, you know. L'histoire est très importante dans les jeux aujourd'hui, vous savez. Сюжет сейчас очень важен в играх, знаете ли.

benim seçtiğim oyunun da bir hikayesi var das von mir gewählte Spiel hat auch eine Geschichte The game that I've selected has a story too, le jeu que j'ai choisi a aussi une histoire

ve oldukça eski bir hikaye bu. und es ist eine ziemlich alte Geschichte. and it is a quite old story. et c'est une histoire assez ancienne. И это довольно старая история.

Yaklaşık 1500 yıl kadar önce bir alimle zalimin karşılaşması ile başlıyor. |||||with a scholar|oppressor|encounter|| Es beginnt mit der Begegnung zwischen einem Gelehrten und einem Tyrannen vor etwa 1500 Jahren. About 1500 year ago, it begins with the encounter of a Bookman and a Cruel. Elle commence par la rencontre entre un érudit et un tyran il y a environ 1500 ans. Он начинается со встречи ученого и угнетателя около 1500 лет назад.

Zalim, tahmin edebileceğiniz gibi, bir kral. cruel|||||a king Der Tyrann ist, wie Sie vielleicht schon erraten haben, ein König. As you can imagine, Cruel is a king. Le tyran, comme vous l'avez deviné, est un roi. Тиран — это, как вы могли догадаться, король.

Hindistanda yaşıyor ve savaşı çok seviyor. Er lebt in Indien und liebt den Krieg. He lives in India and loves war. Il vit en Inde et aime la guerre.

Halkı, bu savaşlardan çok çektiği için olsa gerek, ||"the wars"||"suffered greatly"|||must be Es muss daran liegen, dass sein Volk so sehr unter diesen Kriegen gelitten hat, Because his people have suffered a lot from wars, Ce doit être parce que son peuple a tant souffert de ces guerres, Должно быть потому, что народ много страдал от этих войн,

barışı çok seven bir alime gidip ondan yardım istiyor. ||loves very much||scholar|||| geht er zu einem Gelehrten, der den Frieden liebt, und bittet ihn um Hilfe. they go to a peace-loving Bookman for help. il se rend auprès d'un savant épris de paix et lui demande de l'aide. Он идет к ученому, который любит мир, и просит его о помощи.

Alim düşünüyor, taşınıyor Alim (name)||moving house Alim denkt nach, bewegt sich After mature consideration, Alim réfléchit, bouge Ученый думает, движется

en sonunda, en cahil, en zalim insanların bile hoşuna gidebilcek şahane bir çözüm buluyor: ||"the most"|ignorant||cruel|||pleasing to|will like|brilliant||| Schließlich findet er eine wunderbare Lösung, die selbst die unwissendsten und grausamsten Menschen verstehen können: Bookman finds a wonderful solution even the most ignorant might like. Enfin, il trouve une solution merveilleuse que même les personnes les plus ignorantes et les plus cruelles peuvent apprécier : наконец, он предлагает замечательное решение, которое понравится даже самым невежественным и жестоким людям:

bir oyun! A game. un jeu !

Kralım, siz savaşmayı çok seviyorsunuz o yüzden ben de size dilediğiniz gibi savaşabileceğiniz bir oyun getirdim. My king||||||||||||you can fight||| Mein König, du liebst es zu kämpfen, deshalb habe ich dir ein Spiel mitgebracht, in dem du nach Belieben kämpfen kannst. My king, you love to fight. So I brought you a game you can fight as much as you want! Mon roi, tu aimes te battre, alors je t'ai apporté un jeu où tu peux te battre comme tu le souhaites. Мой король, ты любишь драться, поэтому я принес тебе игру, в которой ты можешь драться, как хочешь.

Şu ufak taşlar sizin askerleriniz, piyonlarınız |small|small stones|||your pawns Diese kleinen Steine sind Ihre Soldaten, Ihre Spielfiguren. Those little pieces are your soldiers, your pawns. Ces petits cailloux sont vos soldats, vos pions.

İki tane atlı, iki tane de filli birliğiniz var. ||horseman||||with elephants|your unit| Sie haben zwei berittene und zwei Elefanteneinheiten. You have 2 knights, 2 bishops. Vous avez deux unités montées et deux unités d'éléphants.

İki tane de kaleniz. |||your goals Und zwei Forts. You also have 2 rooks. Et deux forts.

Siz tabii ki şahsınız, |||"yourself" Sie sind natürlich eine Person, You are, of course, the king. Vous êtes, bien sûr, une personne,

yanınızda da yardımcınız, veziriniz var. ||your assistant|your advisor| und du hast deinen Stellvertreter, deinen Wesir. By your side, you have the queen as your assistant. et vous avez votre adjoint, votre vizir. С вами ваш помощник, ваш визирь.

Artık dilediğiniz kadar savaşabilirsiniz. Jetzt kannst du so viel kämpfen, wie du willst. Now, you can fight as you like. Maintenant, vous pouvez vous battre autant que vous le souhaitez. Теперь вы можете драться сколько угодно.

Kral, çaturanga adlı bu oyunu pek sevmiş |chess-like game||||| The king was very fond of this game called Chaturanga. Le roi aimait ce jeu appelé chaturanga. Королю очень нравилась эта игра под названием чатуранга.

Alime ''Dile benden ne dilersen'' demiş. Alime said|"Wish"|||wish| Er sagte zu dem Gelehrten: "Bitte mich um alles, was du von mir willst. He said "make any wish" to the bookman. Il dit au savant : "Demande-moi ce que tu veux. Он сказал ученому: «Проси у меня все, что пожелаешь».

Alimin zalime verdiği cevapsa başlı başına başka bir oyun olmuş |to the oppressor||response|||||| Die Antwort des Gelehrten an den Unterdrücker ist ein Spiel für sich The answer given by the bookman was an another game to the cruel. La réponse de l'érudit à l'oppresseur est un autre jeu en soi Ответ, данный ученым угнетателю, сам по себе был еще одной игрой.

Demiş ki: Er sagte: He says: Il a ajouté : Он сказал:

Fazla bir şey istemem. Das ist nicht zu viel verlangt. I do not want much, Ce n'est pas grand-chose à demander.

Bu oyunun oynandığı tahtanın |||the board Das Spielbrett, auf dem dieses Spiel gespielt wird I only want 1 wheat for the first square of the board Le plateau sur lequel se joue ce jeu Доска, на которой играют в эту игру

ilk karesi için bir, ikinci karesi için de iki tane buğday istiyorum. |square|||||||||| Ich möchte einen Weizen für das erste Bild und zwei für das zweite. in which this game is played, and 2 wheat for the second square. Je veux un blé pour le premier cadre et deux pour le second. Я хочу одну пшеницу для первого квадрата и два для второго квадрата.

Her bir karede bir öncekinin iki misli buğday verseniz bana yeter. ||square||||twice as much|wheat||| Es reicht mir, wenn Sie mir in jedem Quadrat doppelt so viel Weizen geben. It is enough for me to receive double of wheat for each previous square played. Cela me suffit si vous me donnez deux fois plus de blé dans chaque cadre. Мне достаточно, если в каждом квадрате вы дадите в два раза больше пшеницы, чем в предыдущий.

Zalim ve epeyce de cahil olan bu kral ||"quite"||ignorant||| Dieser König, der grausam und ziemlich unwissend war. This cruel and quite ignorant king Ce roi, qui était cruel et assez ignorant. Этот король, жестокий и довольно невежественный

Kendisi gibi yüce ve kudretli birinden ||noble||mighty| Von jemandem, der so groß und mächtig ist wie er selbst. who thinks he is very mighty and sublime De la part de quelqu'un d'aussi grand et puissant que lui. От кого-то столь же высокого и могущественного, как он сам

şu kadarcık bir şey istenmesine çok sinirlenmiş ve |"such a small"|||||| Er war sehr verärgert darüber, dass er um so wenig gebeten wurde. was very annoyed for being asked for something this small. il était très fâché qu'on lui demande si peu. Он очень рассердился, что его попросили о такой мелочи и

''Hesaplayın ve istediğinden bir tane bile fazla bir şey vermeyin'' |||||even one|||| ''Berechnen Sie und geben Sie nicht mehr, als Sie wollen" "Calculate and give nothing more than he deserves" ''Calculez et ne donnez pas même une chose de plus que ce que vous avez demandé'' «Рассчитывай и не давай ни на одну вещь больше, чем хочешь»

demiş. Er sagte. the king said. Il a ajouté.

Ve hesaplamışlar. And they calculated. Et ils ont calculé. И рассчитали.

Daha 15. kareye geldiklerinde verilmesi gereken buğday miktarını tartınca, |||||||"when weighing" Wenn sie nur im Rahmen 15 sind und die Menge des zu verteilenden Weizens abwägen, At the 15th square, the weight of wheat to be given was Lorsqu'ils ne sont que dans le cadre 15 et qu'ils pèsent la quantité de blé à donner, Когда они дойдут до 15-го квадрата, когда взвесят количество пшеницы, которое нужно дать,

Bir buçuk kiloya denk geldiğini görünce, |||equivalent to|| Als ich sah, dass es sich um das Äquivalent von eineinhalb Kilo handelte, corresponding to one and a half kilos (three pounds), Quand j'ai vu que c'était l'équivalent d'un kilo et demi, Увидев, что он весит полтора килограмма,

şaşırıp biraz endişelenmeye başlamışlar. got surprised||| waren sie überrascht und ein wenig besorgt. they got a bit worried. ils ont été surpris et un peu inquiets. Они были поражены и немного обеспокоены.

Nitekim 25. karede bir buçuk ton, Indeed, in fact|||| Eineinhalb Tonnen im Rahmen 25, Thus, 25th square corresponded one and a half tons of wheat and Une tonne et demie dans le cadre 25,

31\. karede doksan iki ton olduğunu hesaplamışlar. Sie berechneten zweiundneunzig Tonnen pro 31 Quadratmeter. 31st square corresponded ninety-two tons of wheat. Ils ont calculé quatre-vingt-douze tonnes par mètre carré. Daha 49. kareye gelindiğinde Es ist nur in Frame 49 At the 49th square, Ce n'est que dans le cadre 49 К тому времени, когда вы достигнете 49-й площади

verilmesi gerek buğdayın ağırlığı 24 milyon ton das Gewicht des zu liefernden Weizens beträgt 24 Millionen Tonnen weight of the wheat was 24 million tons. le poids du blé à donner est de 24 millions de tonnes

olmuş ki, bu şu anda Türkiye'nin yıllık buğday üretiminden fazla. was derzeit mehr ist als die jährliche Weizenproduktion der Türkei. And currently this is more than Turkey's annual wheat production. ce qui est actuellement supérieur à la production annuelle de blé de la Turquie. Случилось так, что в настоящее время это больше, чем годовой объем производства пшеницы в Турции.

Sonuçta Eventually, Conclusion После всего

ne Türkiye'nin ne Hindistan'ın weder die Türkei noch Indien neither Turkey nor India ni la Turquie ni l'Inde ни Турция, ни Индия

1500 yıldan beri Seit 1500 Jahren since 1500 years of Depuis 1500 ans с 1500 лет

Dünyada üretilen |produced in the world Produziert in der Welt wheat produced in the world Produit dans le monde производится в мире

tüm buğdayın tamamını bile verseler auch wenn sie dir den ganzen Weizen geben. was not enough même s'ils vous donnent tout le blé. даже если они отдадут всю пшеницу

bu borcu ödeyemeyecekleri ortada |||clear Es ist offensichtlich, dass sie diese Schulden nicht bezahlen können. to pay this debt. Il est évident qu'ils ne peuvent pas payer cette dette. Очевидно, что они не могут оплатить этот долг.

Nasıl mı ? Wie? "How?" You ask. Comment ? Как?

birlikte hesaplıyalım isterseniz. Lassen Sie uns gemeinsam eine Lösung finden. Let's calculate together. réglons le problème ensemble. Давайте посчитаем вместе.

Şimdi ilk kareye bir tane koyuyorduk buna iki üzeri sıfır diyelim ||||||||to the power|| Jetzt setzen wir eine Eins in das erste Quadrat, nennen wir es zwei über Null. Now we're putting 1 for the first square, say 2 to the power of zero Maintenant, nous mettons un dans la première case, appelons-le deux sur zéro. Теперь мы ставили единицу в первый квадрат, назовем это двумя до нуля.

ikinci kareye bunun iki katı yani iki üzeri bir das zweite Quadrat ist doppelt so groß, d. h. zwei über eins a second square will be twice of first one le deuxième carré est le double, c'est-à-dire deux sur un второй квадрат в два раза больше, то есть два в степени один.

ve bu şekilde and thereby et de cette façon и так

boşlukları doldurmaya devam ediyoruz wir füllen die Lücken weiter aus we continue to fill the gaps. nous continuons à remplir les blancs Продолжаем заполнять пробелы

64\. kareye geldiğimizde Wenn wir zu Frame 64 kommen When we came to the 64th square Lorsque nous atteignons le cadre 64 oraya konulması gereken buğday miktarı iki üzeri altmış üç olur. |"to be placed"|||||||| Die Menge des dort zu lagernden Weizens beträgt zwei über dreiundsechzig. the amount of wheat to be put there will be two to sixty-three. La quantité de blé à y mettre est de deux plus de soixante-trois. количество пшеницы, которое нужно было положить туда, было бы два к шестидесяти трем.

Ve bütün bunların toplamını hesaplamak için de Und um die Summe all dieser Faktoren zu berechnen And to calculate the total amount Et pour calculer la somme de tous ces И вычислить сумму всех этих

bunu tekrar formilize edecek olursak wenn wir es wieder formalisieren if we formulate this again si nous le formalisons à nouveau Если мы переформулируем это

iki üzeri altmış dört zwei über vierundsechzig two to sixty-four deux plus de soixante-quatre от двух до шестидесяти четырех

eksi bir tane buğdaya ihtiyacımız var demektir ki "one less"||||||| minus ein Weizenkorn, das heißt, wir brauchen minus one is the total amount of wheat we need. moins un grain de blé, ce qui signifie qu'il faut значит нам нужен минус пшеничное зернышко

buda toplamda: |"in total" insgesamt: And in total: au total : в итоге:

on sekiz kentrilyon dört yüz kırk altı katrilyon yedi yüz kırk dört trilyon yetmiş üç milyar yedi yüz dokuz milyon beş yüz elli bir bin altı yüz on beş ||eighteen quintillion|||||quadrillion||||||||||||||||||||| achtzehn Quadrillionen vierhundertsechsundvierzig Quadrillionen siebenhundertvierundvierzig Billionen dreiundsiebzig Milliarden siebenhundertneun Millionen fünfhunderteinundfünfzigtausendsechshundertfünfzehn Eighteen quintillion four hundred and forty-six quadrillion seven hundred and forty-four trillion seventy three billion seven hundred nine million five hundred fifty one thousand six hundred fifteen dix-huit quadrillions quatre cent quarante-six quadrillions sept cent quarante-quatre trillions soixante-treize milliards sept cent neuf millions cinq cent cinquante et un mille six cent quinze восемнадцать квинтиллионов четыреста сорок шесть квадриллионов семьсот сорок четыре триллиона семьдесят три миллиарда семьсот девять миллионов пятьсот пятьдесят одна тысяча шестьсот пятнадцать

tane buğday anlamına gelir. ||means|means bedeutet Weizeneinkommen is the amount of owed wheat. désigne le grain de blé. означает зерно пшеницы.

İnanmayan hesaplasın. Jeder, der nicht daran glaubt, möge es nachrechnen. Calculate if you do not believe. Que ceux qui ne croient pas fassent les calculs. Вычислите неверующего.

Bazen bu alimin getirdiği oyunu mu yoksa verdiği cevabı mı daha çok seviyorum bilemiyorum. Manchmal weiß ich nicht, ob ich das Spiel dieses Gelehrten oder seine Antwort mehr mag. I don't know which I love more; the game of bookman or the playful answer he gave to the game against cruel. Parfois, je ne sais pas si je préfère le jeu de cet universitaire ou sa réponse. Иногда я не знаю, нравится ли мне игра этого ученого или ответ, который он дал.

Ama hem oyun hem de cevap büyük bir zeka ürünü ||||||||intelligence|product of intelligence Aber sowohl das Spiel als auch die Antwort sind sehr clever. But both the game and the answer are products of intelligence. Mais le jeu et la réponse sont tous deux très intelligents. Но и игра, и ответ — продукт великого ума.

Zaten sonradan adı değişmiş olsa da kuralları değişmiş olsa da Auch wenn sich der Name später geändert hat, auch wenn sich die Regeln geändert haben. Even though the rules and name is changed later Даже если изменилось название, даже если изменились правила.

satranç adlı bu oyunun zeka özelliği hiçbir zaman değişmemiş. |||||intellectual aspect||| Die Intelligenz dieses Spiels namens Schach hat sich nie verändert. The mental aspect of the game that is called chess now has never changed. L'intelligence de ce jeu appelé échecs n'a jamais changé. Интеллект этой игры под названием шахматы никогда не менялся.

Ama zekaya hafızayı da eklemek isteyen Türkler: ||the memory||add to|| Aber es sind die Türken, die der Intelligenz das Gedächtnis hinzufügen wollen: But Turks who want to add memory over intelligence Mais ce sont les Turcs qui veulent ajouter la mémoire à l'intelligence : А вот турки, которые хотят добавить памяти к разведке:

Oyunun tahtasını ortadan kaldırıp, Atların üzerinde körleme satranç oynamaya kalkmışlar. ||||||blindfolded|blindfold chess|| Sie entfernten das Spielbrett und versuchten, Blindschach auf Pferden zu spielen. abolished the board and lifted their horses to play chess blindly. Ils ont enlevé le plateau de jeu et ont essayé de jouer aux échecs à l'aveugle sur des chevaux. Они убрали игровую доску и попытались играть в шахматы вслепую на лошадях.

Tamam, tahtayı ortadan kaldırabilirsiniz belki ama rakibinizi ortadan kaldırabilir misiniz? ||||||your opponent||| OK, vielleicht kannst du das Brett eliminieren, aber kannst du auch deinen Gegner eliminieren? OK, you can remove the board, but can you eliminate your opponent? D'accord, vous pouvez peut-être éliminer le tableau, mais pouvez-vous éliminer votre adversaire ? Хорошо, может быть, вы можете уничтожить доску, но можете ли вы устранить своего противника?

Mesela, insan olmayan biri ile satranç oynayabilir misiniz? Kann man zum Beispiel mit einem Nicht-Menschen Schach spielen? For example, can you play chess with someone who is not human? Par exemple, peut-on jouer aux échecs avec un non-humain ? Например, можно ли играть в шахматы с не-человеком?

İster inanın ister inanmayın Ob du es glaubst oder nicht Believe it or not Croyez-le ou non

izlemekte olduğunuz ve 1809 da oynanan bu oyunda die Sie gerade sehen, und die 1809 gespielt wurde. the game you are watching right now was played in 1809 que vous regardez, et qui a été jouée en 1809. В этой игре вы смотрите и играете в 1809

satranç tahtasının bir tarafında oturan kişi Napolyon Bonapart auf der einen Seite des Schachbretts sitzt Napoleon Bonaparte one of the people sitting on one side of the chess board is Napoleon Bonaparte Napoléon Bonaparte, assis d'un côté de l'échiquier человек, сидящий по одну сторону шахматной доски Наполеон Бонапарт

diğer taraftaysa bir robot var. und auf der anderen Seite steht ein Roboter. and a robot on the other side. с другой стороны робот.

Ve satranç oynayan bu robotun adı: Und der Name dieses schachspielenden Roboters: And this chess playing robot's name is: И имя этого шахматного робота:

Türk "Türk" (Turkish).

Evet doğru duydunuz. Yes, you heard it right.

Türk adında bir robot Ein Roboter namens Turk A robot named Turkish.

Sizce, bu oyunu kim kazanmıştır dersiniz Wer hat Ihrer Meinung nach dieses Spiel gewonnen? In your opinion, who do you think is the winner? Как вы думаете, кто выиграл эту игру?

Biraz önce anlattığım Alim ile Zalim'in hikayesini hatırlarsanız belki bir ipucu yakalarsınız ||||||||||clue| Wenn Sie sich an die Geschichte vom Gelehrten und dem Tyrannen erinnern, die ich gerade erzählt habe, werden Sie vielleicht einen Hinweis finden If you remember the story I told a little while ago, maybe you can catch hints from it. Если вы помните историю Алима и Залима, которую я только что рассказал вам, может быть, вы поймете ключ к разгадке.

Evet. Yes.

Bu robotla Napolyon'un satranç maçında Dieser Roboter wurde beim Schachspiel von Napoleon eingesetzt This robot and Napoleon's chess match, Ce robot a été utilisé lors de la partie d'échecs de Napoléon. В шахматном матче Наполеона с этим роботом

kazanan robot olmuş. war der Roboter der Gewinner. the winner was the robot. le robot a gagné. Победителем стал робот.

Aslında bu tam anlamıyla bir robot değil In fact, this is not a robot, literally. En fait, ce n'est pas du tout un robot.

''otomaton'' denilen bir makine. Eine Maschine, die "Automat" genannt wird. A machine that is called 'Automaton'. Машина под названием «автомат».

Ve adının ''Türk'' olduğu da sizi yanıltmasın çünkü: ||||||"mislead you"| And do not deceived by the name 'Türk', because: Et ne vous laissez pas tromper par le nom "Turk" : И пусть вас не смущает тот факт, что его зовут «Турецкий», потому что:

Bu makineyi yapan bir türk değil, Kenpelen adında bir Macar. Es war kein Türke, der diese Maschine baute, sondern ein Ungar namens Kenpelen. This machine is not made by a Turk, it is made by a Hungarian man named Kempelen. Ce n'est pas un Turc qui a construit cette machine, mais un Hongrois nommé Kenpelen. Эту машину построил не турок, а венгр по имени Кенпелен.

Ama makineye bakınca neden türk dendiği çok daha rahat anlaşılıyor Aber wenn man sich die Maschine ansieht, ist es viel einfacher zu verstehen, warum sie türkisch heißt. But when you look at the machine, it is understood why they named it Turkish. Mais quand on regarde la machine, on comprend mieux pourquoi on l'appelle turque. Но когда смотришь на машину, намного легче понять, почему она называется турецкой.

O yıllar da Avrupa'da güçlü bir orayantel merakı var. ||||||oriental fascination|oriental interest| In jenen Jahren herrschte in Europa eine starke Neugier auf orientalisches There was a strong oriental curiosity in europe in those years. Dans ces années-là, l'Europe connaissait une forte curiosité pour l'orayantel. В те годы в Европе наблюдался сильный интерес к орантелам.

Mesela Mozart, Mehterden etkilenip Türk Marşı'nı bestelemiş. ||||||composed Mozart zum Beispiel wurde von der Mehter (osmanischen Musik) beeinflusst und komponierte den Türkischen Marsch. For example, Mozart affected from Mehter March and composed the Turkish Anthem. Par exemple, Mozart a été influencé par le Mehter et a composé la Marche turque. Например, Моцарт находился под влиянием Мехтера и сочинил Турецкий марш.

Kenpelen'de 1770 de böyle bir makine yapmış ve ona ''Türk'' adını vermiş. Kenpelen baute eine solche Maschine im Jahr 1770 und nannte sie "Turk". So Kempelen, in 1770, have made a machine and gave the name 'Türk' to it. Он построил такую машину в Кенпелене в 1770 году и назвал ее «Турок».

Çok ilgi görünce de Avrupa'da ve daha sonrada Amerika da |attention|"when it received"||||||| Und als es auf großes Interesse stieß, wurde es erst in Europa und dann in Amerika verkauft. After seeing a lot of interest in Europe and later in America,

bir turneye çıkmışlar bu robotla birlikte. |on a tour|||| gingen sie mit diesem Roboter auf Tournee. he went on a tour with this robot.

Ve içlerinde Napolyon gibi ünlülerin olduğu pek çok insan ile satranç maçı yapmış bu makine. Und diese Maschine hat mit vielen Menschen Schachpartien gespielt, darunter auch mit Berühmtheiten wie Napoleon. And it made many chess matches with many celebrities such as Napoleon. Cette machine a joué aux échecs avec de nombreuses personnes, y compris des célébrités telles que Napoléon. И эта машина играла в шахматы со многими людьми, в том числе с такими известными людьми, как Наполеон.

Çok uzun bir süre kimse bu makinenin nasıl çalıştığını Lange Zeit wusste niemand, wie diese Maschine funktioniert. For a long time how this machine works Очень долгое время никто не знал, как работает эта машина.

ve aralarında usta oyuncuların da bulunduğu pek çok kişiyi nasıl satrançta alt edebildiğni anlayamamış. ||masterful||||||||||| und er konnte nicht verstehen, wie es ihm gelang, so viele Leute im Schach zu schlagen, darunter auch Meisterspieler. was a mystery, no one, including professional players understood how the machine could defeat its opponents. et il ne comprenait pas comment il pouvait battre autant de personnes aux échecs, y compris des maîtres. и он не мог понять, как ему удалось обыграть в шахматы многих людей, в том числе мастеров.

Ama sonra, bunun bir kandırmaca olduğu ortaya çıkmış. ||||deception||| Doch dann stellte sich heraus, dass es sich um einen Schwindel handelte. But then it turned out that it was a trickery. Mais il s'est avéré que c'était un canular. Но потом оказалось, что это обман.

Aslında makinenin içine gizlenen bir kişi |the machine's|||| In fact, a person was hidden inside the machine En fait, une personne se cache à l'intérieur de la machine На самом деле человек прячется внутри машины

onu yönlendiriyormuş. er hat sie geführt. and he was guiding it. il la guidait. руководил им.

İşte bu makineye, Daha doğrusu içindeki kişiye yenilen ünlülerden bir tanesi de |||||||defeated by|||| Hier ist eine der Berühmtheiten, die diese Maschine besiegt hat, oder vielmehr die Person darin. One of the people who was defeated to this machine, or rather the person inside it Voici l'une des célébrités qui a vaincu cette machine, ou plutôt la personne qui s'y trouvait. Вот кто из знаменитостей поддался этой машине, а точнее человек внутри.

Benjamin Franklin was Benjamin Franklin. Benjamin Franklin

1779 da yazdığı bir makale de |||article| In einem Artikel aus dem Jahr 1779 An article he wrote in 1779, Dans un article écrit en 1779 В статье, которую он написал в 1779 г.

''Hayat satranç gibidir'' demişti. Er sagte: "Das Leben ist wie Schach. ''Life is like chess,'' he said. Il a dit : "La vie, c'est comme les échecs. «Жизнь похожа на шахматы, — сказал он.

Ben bu sözle ilgili yorumumu en sona saklıyorum ama ||||my comment|||saving| Ich werde mir meinen Kommentar zu dieser Aussage bis zum Schluss aufheben, aber I am keeping my comment about this quote for the end of this video and Je garderai mon commentaire sur cette déclaration pour la fin, mais Я сохраняю свой комментарий к этому слову напоследок, но

onun yerine yani ''Hayat satranç gibidir'' yerine anstelle von "Das Leben ist wie Schach. instead of saying "Life is like chess," I am saying au lieu de "La vie, c'est comme les échecs".

''Satranç hayat gibidir'' diyebilirim rahatlıkla. ||||"with ease" Ich kann einfach sagen, dass Schach wie das Leben ist. "Chess is like life" very easily. Je peux facilement dire que les échecs sont comme la vie. Я легко могу сказать, что «шахматы как жизнь».

Süresi belli olmayan bir oyun Duration|indefinite|indefinite|| Ein Spiel von ungewisser Dauer A non-specific game time. Un jeu à la durée incertaine игра без ограничения по времени

ve bu oyunun ne zaman biteceğini bilemezsiniz. You never know when this game will end. et on ne sait jamais quand ce jeu va se terminer. И никогда не знаешь, когда эта игра закончится.

Bazen bir şeyleri elde etmek için başka bir şeyi feda etmek zorunda kalırsınız. |||||||||sacrifice||| Manchmal muss man eine Sache opfern, um eine andere zu bekommen. Sometimes, to achieve something you have to sacrifice something else. Il faut parfois sacrifier une chose pour en obtenir une autre. Иногда приходится чем-то жертвовать, чтобы что-то получить.

Her zaman ilerleyemezsiniz, bazen geri adım atmak gerekir. Man kann nicht immer vorwärts gehen, manchmal muss man auch einen Schritt zurückgehen. You can not make progress every time, sometimes you need to step back. On ne peut pas toujours aller de l'avant, il faut parfois faire un pas en arrière. Не всегда можно двигаться вперед, иногда нужно сделать шаг назад.

Ama her adımınızda düşünmelisiniz. Aber man muss bei jedem Schritt mitdenken. But you should consider your every step. Mais il faut réfléchir à chaque étape. Но нужно продумывать каждый шаг.

Seçimlerinizi akıllıca yapmalısınız. Sie müssen Ihre Entscheidungen mit Bedacht treffen. You must make your choices wisely. Vous devez faire des choix judicieux. Вы должны делать свой выбор с умом.

Stratejik hareket etmelisiniz. Sie müssen strategisch handeln. You must act strategically. Vous devez agir de manière stratégique. Вы должны действовать стратегически.

Hedefinize ulaşmanın tek bir yolu yoktur Es gibt keinen einzigen Weg, Ihr Ziel zu erreichen There is not only one way to reach your goal. Il n'existe pas de méthode unique pour atteindre votre objectif Нет единого пути к цели

Farklı şeyler deniyebilirsiniz. Sie können verschiedene Dinge ausprobieren. You can try different things. Вы можете попробовать разные вещи.

Yılmadan, usanmadan, sıkılmadan tekrar tekrar denemelisiniz. Without giving up|without getting tired|without getting bored||| Man muss es immer wieder versuchen, ohne sich zu langweilen. From the beginning to the end, you should try again and again without getting bored. Il faut essayer encore et encore, sans se lasser. Вы должны пробовать снова и снова, не уставая и не скучая.

Çünkü hayattaki gibi olasılklar sonsuzdur |||possibilities| Denn wie im Leben sind die Möglichkeiten endlos Because in life, there are endless possibilities. Parce que, comme dans la vie, les possibilités sont infinies Потому что, как и в жизни, возможности безграничны

Her taşın kendine göre bir konumu ve önemi vardır |stone's||||position||importance| Jeder Stein hat seine eigene Position und Bedeutung Every piece has a position and importance of its own. Chaque pierre a sa propre position et son importance Каждый камень имеет свое положение и значение.

Tıpkı gerçek hayatta hiçbir insanın önemsiz olmaması gibi Just like||||||| So wie kein Mensch im wirklichen Leben unwichtig ist. Just as no human in real life is unimportant. Tout comme aucun être humain n'est sans importance dans la vie réelle. Так же, как и в реальной жизни не бывает ненужных людей.

Satranç tahtasında da hiçbir taş önemsiz değildir. ||||piece|| Auf einem Schachbrett ist keine Figur unbedeutend. No chess piece on the chess board is not trivial.

Bir piyonun bile vezir olma potansiyeli vardır. Auch ein Bauer hat das Potenzial, eine Dame zu werden. Even a pawn has the potential to become a queen. Même un pion peut devenir une reine.

Satranç oyuncusu aynı anda hem besteci hem de müzisyendir. |||||composer||| Der Schachspieler ist Komponist und Musiker zugleich. Chess players are simultaneously composers and musicians. Le joueur d'échecs est à la fois compositeur et musicien.

Yaratıcı olmak zorundadır. Must be creative.|| Er muss kreativ sein. They must be creative. Il doit être créatif.

Yaptığınız her hamlenin bir sonucu vardır ve bu sonuca katlanmak zorundasınızdır ||move||||||consequence|put up with| Jeder Schritt, den du machst, hat Konsequenzen, mit denen du leben musst. Every move you make has a consequence and this is a result you have to endure. Chacune de vos actions a une conséquence et vous devez l'assumer. Каждое ваше движение имеет последствия, и вы должны терпеть их.

Yani size sorumluluğu öğretir. ||responsibility| So lernt man, Verantwortung zu übernehmen. That teaches you responsibility. C'est ainsi que l'on apprend la responsabilité. Так что это учит ответственности.

Bu yönüyle baktığımızda aslında dünyanın belkide en stresli oyunlarından biridir. |"In this regard"|||||||| Wenn wir es unter diesem Aspekt betrachten, ist es tatsächlich eines der stressigsten Spiele der Welt. When we look at this aspect, perhaps it is one of the world's most stressful game. De ce point de vue, il s'agit en fait de l'un des jeux les plus stressants au monde. Если мы посмотрим на это с этой точки зрения, это на самом деле одна из самых напряженных игр в мире.

Ünlü oyuncu Kasparov'un deyimiyle: |||"in the words of" Mit den Worten des berühmten Spielers Kasparov: The famous actor Kasparov's statement: Comme l'a dit le célèbre joueur Kasparov : По словам известного актера Каспарова:

''Aklın işkencesi'' Mind's|torture "Folter des Geistes ''The torture of the mind." "Torture de l'esprit «Пытка разума»

çünkü konsantrasyon gerektirir weil es Konzentration erfordert Because it requires concentration.

bu devirde belki de en çok ihtiyaç duyduğumuz özellik: this|"in this era"||||||| vielleicht das Merkmal, das wir in diesen Zeiten am meisten brauchen: Perhaps in this period of time, the most necessary feature is peut-être la caractéristique dont nous avons le plus besoin à l'heure actuelle : Возможно, функция, которая нам больше всего нужна в эту эпоху:

Odaklanabilme gücü |ability Fähigkeit zur Konzentration the strength of focus. Capacité de concentration

Napolyon bir makineye yenilen ilk ünlü insan olduğunu düşündü uzun bir süre. Napoleon dachte lange Zeit, er sei der erste berühmte Mann, der gegen eine Maschine verliert. Napoleon thought he was the first famous person who is defeated by a machine for a long time. Napoléon a longtemps pensé qu'il était le premier homme célèbre à perdre contre une machine. Долгое время Наполеон считал себя первым известным человеком, поддавшимся машине.

Bu duyguyu yaşayan bir başka ünlü de: Kasparov. |this feeling|||||| Ein anderer Prominenter, der dieses Gefühl erlebt hat: Kasparow. Another famous person who had this feeling was Kasparov. Une autre célébrité a connu ce sentiment : Kasparov. Еще одним известным человеком, испытывающим это чувство, является Каспаров.

İster inanın ister inanmayın izlemekte olduğunuz ve 1997 de oynanan bu oyunda Ob Sie es glauben oder nicht, in diesem Spiel, das Sie gerade sehen, das 1997 gespielt wurde. Believe it or not, in this game played in 1997 Croyez-le ou non, dans le match que vous regardez, qui a été joué en 1997. Хотите верьте, хотите нет, но эту игру вы смотрите и играете в 1997 году.

Satranç tahtasının bir tarafında oturan kişi Garry Kasparov Auf der einen Seite des Schachbretts sitzt Garry Kasparov one of the people sitting on one side of the chess board was Garry Kasparov Garry Kasparov est assis d'un côté de l'échiquier.

yani dünya satranç şampiyonu. der Schachweltmeister. that is, the world chess champion! le champion du monde d'échecs.

Diğer tarafta ise bir makine var Auf der anderen Seite gibt es eine Maschine On the other side there is a machine

daha doğrusu bir yapay zeka. "more precisely"|"more precisely"||| oder besser gesagt, eine künstliche Intelligenz. rather, an artificial intelligence. ou plutôt une intelligence artificielle.

IBM tarafından geliştirilen ''Deep Blue'' "Deep Blue", entwickelt von IBM Developed by IBM, 'Deep Blue' "Deep Blue" développé par IBM «Deep Blue», разработанный IBM

ve bu oyunu kazanan makine oldu. und es war die Maschine, die dieses Spiel gewann. and the winner of this game was the machine.

Bu kez içinde insan olma ihtimali de yok Diesmal ist es unwahrscheinlich, dass ein Mensch drin ist. This time, the possibility of being a human inside is zero... Cette fois, il n'y a aucune chance qu'il y ait un humain à l'intérieur. На этот раз в нем нет возможности быть человеком.

mu acaba?! oder was?! ... Do I wonder? ou quoi ?! тебе интересно?!

Çünkü Kasparov 2. oyunun bir hamlesinde Weil Kasparov in einem Zug der zweiten Partie. Because a move made by machine at 2nd game, Parce que Kasparov, en un coup de la deuxième partie.

Deep Blue'ya insanlar tarafından müdahale edilerek yardım edildiğini iddia etti. ||||intervention||||| Er behauptete, dass Deep Blue durch menschliches Eingreifen unterstützt wurde. Kasparov claimed Deep Blue was intervened by people. Il a affirmé que Deep Blue avait bénéficié d'une intervention humaine. Он утверждал, что Deep Blue получил помощь благодаря вмешательству человека.

Çünkü böyle bir durumda bir bilgisayarın başka bir hamle yaparak piyon kazanma eğiliminde olması bekleniyordu ||||||||||pawn||"tendency to"|| Weil in einer solchen Situation zu erwarten war, dass der Computer dazu neigen würde, einen Bauern zu gewinnen, indem er einen weiteren Zug macht Because in such a situation, it was expected to win another pawn instead of making a move Dans une telle situation, on s'attendait à ce que l'ordinateur ait tendance à gagner un pion en jouant un autre coup Потому что в такой ситуации ожидалось, что компьютер будет стремиться выиграть пешку, сделав еще один ход.

ve bu beklenti pek çok satranç otoritesi tarafından da doğrulandı. |||||||||was confirmed by und diese Erwartung wurde von vielen Schachautoritäten bestätigt. and it was confirmed by many chess authorities. et cette attente a été confirmée par de nombreuses autorités en matière d'échecs. и это ожидание было подтверждено многими шахматными авторитетами.

Fakat IBM bu iddiayı ve Kasparov'un yeniden maç önerisini reddederek, ||||||||proposal| IBM wies diese Forderung und Kasparovs Angebot eines Rückkampfes jedoch zurück, But IBM rejected this claim and re-match with Kasparov Mais IBM a rejeté cette demande et l'offre de Kasparov de disputer un nouveau match, Но IBM отвергла это требование и предложение Каспарова о матче-реванше.

Deep Blue projesini sona erdirdi Deep Blue hat sein Projekt beendet and terminated Deep Blue project. Deep Blue a mis fin à son projet Deep Blue закрыли свой проект

Bu durumda makineye bir insan müdehalesi var mı?.. yok mu? |||||human intervention|||| Gibt es in diesem Fall einen menschlichen Eingriff in die Maschine oder nicht? In this case, is there a human intervention to the machine or not? Dans ce cas, y a-t-il ou non une intervention humaine dans la machine ? В этом случае есть ли вмешательство человека в машину?.. не так ли?

Satranç hayat gibidir de Schach ist wie das Leben. Chess is like life,

Hayat, tam olarak satranç gibi değildir bence kusura bakma Benjamin Franklin. Das Leben ist nicht gerade wie Schach, tut mir leid, Benjamin Franklin. but life is not exactly like chess. Sorry, Benjamin Franklin. La vie n'est pas exactement comme les échecs, désolé, Benjamin Franklin. Я не думаю, что жизнь похожа на шахматы, простите, Бенджамин Франклин.

Eğer öyleyse bile birilerine ya da makinelere karşı oynamıyoruz Wenn ja, dann spielen wir nicht gegen jemanden oder eine Maschine. Even if it is, we are not playing against each other or with machines. Si c'est le cas, nous ne jouons pas contre quelqu'un ou une machine. Если да, то мы не играем против кого-то или машин.

Belki de... ölümle satranç oynuyoruz ||with death|| Vielleicht... spielen wir Schach mit dem Tod Maybe... We're playing chess with death. Peut-être... jouons-nous aux échecs avec la mort. Может быть... мы играем в шахматы со смертью

Ingmar Bergman'ın klasik filmi 7. mühürdeki gibi ||||in the seal| As in Ingmar Bergman's classic film, 'Seventh Seal', Comme dans le film classique d'Ingmar Bergman, Le 7e sceau. Как в 7-й печати в классическом фильме Ингмара Бергмана.

Hayatı bir satranç olarak, bir savaş olarak görmüyorum; Ich sehe das Leben nicht als ein Schachspiel, als einen Krieg; I do not see life as a chess or as a war; Je ne vois pas la vie comme une partie d'échecs, comme une guerre ; Я не вижу жизнь как шахматы, как войну;

barış olarak görüyorum. Ich sehe es als Frieden. I see it as peace. Pour moi, c'est la paix.

Tek amacımız kazanmak olmamalı. Gewinnen sollte nicht unser einziges Ziel sein. Winning should not be our single aim. La victoire ne doit pas être notre seul objectif. Нашей единственной целью не должна быть победа.

Bizim kazanabilmemiz için başka birileri kaybetmek zorunda kalmamalı. ||||someone else||| Damit wir gewinnen können, dürfen andere nicht verlieren müssen. Our gain should not cause another one's loss. Pour que nous gagnions, les autres ne doivent pas perdre. Кто-то другой не должен проиграть, чтобы мы выиграли.

Bakmayın siz buraların böyle bembeyaz olduğuna ||||pure white| Sie wissen gar nicht, dass es hier so weiß ist. It may look white here, Vous ne vous rendez pas compte qu'il fait si blanc ici. Не смотри, как здесь бело.

gerçek hayat satranç tahtasındaki gibi sadece siyah ve beyazlardan ibaret değil |||||||||"consist of"| das wahre Leben ist nicht nur schwarz und weiß wie auf einem Schachbrett but real life is not just black and white like the chessboard. la vie réelle n'est pas seulement noire et blanche comme sur un échiquier реальная жизнь не просто черно-белая как на шахматной доске

aralarda grinin yüzlerce, binlerce tonu var. ||||shades| mit Hunderttausenden von Grautönen dazwischen. There are hundreds of thousands of grey tones. avec des centaines de milliers de nuances de gris entre les deux. Между ними сотни, тысячи оттенков серого.

Ama yine de bir oyun. Aber es ist immer noch ein Spiel. But still, it is a game. Mais cela reste un jeu.

Dünya hayatı bir oyundan, bir eğlenceden başka bir şey değil |||||entertainment|||| Das Leben in dieser Welt ist nichts als ein Spiel und ein Zeitvertreib World is nothing more than a game, La vie de ce monde n'est qu'un jeu et un passe-temps Жизнь этого мира не что иное, как игра, времяпрепровождение

ama satrançtan çok daha karmaşık bir oyun. ||||more complex|| aber es ist ein viel komplizierteres Spiel als Schach. but much more complex game than chess. mais c'est un jeu beaucoup plus compliqué que les échecs. но это гораздо более сложная игра, чем шахматы.

Ölümle oynanan bir oyun. Ein Spiel mit dem Tod. A game, played with death. Un jeu avec la mort. Это игра со смертью.

Şah King or Shah Check... Shah

Mat Floor covering ...mate. Mat

Altyazı: Yiğit Can Karakaş Subtitle by Yiğit Can Karakaş||| Subtitles: Aylin Kılınç Sous-titre Yigit Can Karakas Надпись: Йигит Джан Каракас