Yaş 34: Hayattan Öğrendiğim Dersler
Merhabalar, sevgili dostum. Ben bu haziran ayının sonunda
34 yaşıma bastım. Tam olarak 34.
Daha düne kadar aslında insan 34 yaşına gelebileceğini
ihtimal vermiyorken bugün onun içinde olmak biraz garip
hissettiriyor ama aynı zamanda
bu kadar yıl sana birçok şey öğretiyor hayata dair. Daha önce
geçen sene, yaş 33 hayattan öğrendiğim dersler
isimli bir video çekmiştim ve bunu aslında her sene
çekmeyi planlıyorum, ömrüm yettiği müddetçe.
Hayattan öğrendiğim dersleri seninle paylaşacağım. Bu sene
Yaş 34 hayattan öğrendiğim
dersler videosuyla karşındayım. Bir gün çok sevdiğim bir
ağabeyimle beraber tavla oynuyorduk. Birkaç oyundan sonra her
seferinde yeniliyorum. Her seferinde yeniliyorum. Dedim ki: "Ya,
ne ballı adamsın, ne şanslı adamsın. Hep sen yeniyorsun.
Hep şanstan dolayı." "Beyhan" dedi
"Tavlada..." dedi "%80 şanstır, %20
yetenektir. Evet, kısa vadede şansla kazanabilirsin
ama uzun vadede her zaman yetenekli olan
kazanır." Uzun vadeye dikkat etmek lazım. Bu, o gün
aslında sıradan bir muhabbet gibi geçti aramızdan ama
sonrasında hayatın bana getirdikleri ile beraber bu bilgiyi
hayatımın başka bir alanına uyarladım. Bazen
çok bir şeyler istersin, koşturursun. Haklı olduğunu,
dürüst olduğunu bilirsin. O işi en iyi senin yaptığını
bilirsin. Ama bir şekilde bakarsın ki
etrafındaki insanlar hileyle hurdayla
adaletsizlikle kayırmayla senin önüne geçerler.
Ve o an sen çok isyan edersin. Yani dersin ki:
"Ben her şeyi doğru düzgün yapıyorum, dürüst yapıyorum.
Neden onlar kazanıyor? İyiler hep kaybetmek zorunda mı?
Ben, o tavla prensibini buraya uyguladığım
zaman şunun farkına vardım. Kendi hayatımda da
benzer şeyleri yaşadığım için kısa vadede evet o
dürüst olmayan insanlar kazanıyormuş gibi görünüyor ama
Emin ol, uzun vadede o dürüst olma hali
İyi olma hali, işinde becerikli olma hali her zaman
öne çıkıyor. Kısa vadeye odaklanma. Ben,
ilk başta hep bu konularda kaybettiğimi düşünsem de
uzun vadeli oyunlarda, uzun vadeli süreçlerde
hep şunu gördüm: iyiysen, dürüstsen hep sen kazanıyorsun
En azından, en kötü ihtimalle
için rahat oluyor. Öbürlerinin
bu kadar rahat olduğunu düşünmüyorum ben. Bu
seneye dair en önemli farkındalığımdan birisi
beslenme düzenimle ilgili oldu. Daha öncesinde aslında ne bulsam
yiyordum. Canımın çektiği her şeyi bu sağlıklı mı sağlıksız mı
diye ayırt etmeden
önüme geldiği şekliyle yiyordum. Ama artık vücudum
sinyal vermeye başladı. Ve piyasada bize sunulan
birçok şeyin aslında sağlıklıymış gibi
lezzetliymiş gibi görünse de arka planında
karanlık bir tarafı olduğunun farkına vardım. Ve bundan
sonra, aslında çok uzun olmayan bir zamandan bu yana
paketli gıda yememeye çalışıyorum, mecbur kalmadığım müddetçe.
Ya da dışarıda, güvenmediğim bir yerde kesinlikle
yemek yemiyorum. Dışarıda yemek yediğim
yerler sabit. Aynı yerde, devam eden süreçte yemek yiyorum.
Bakkaldan marketten o paketli
çikolataydı, kekti, bisküviydi... zaten uzun
zamandır onlara pek bakmıyordum. Ama artık bu konuda
kurallar koydum. Çünkü bedenine ne alırsan
o bir süre sonra seni etkilemeye başlıyor, olumsuz olarak
etkilemeye başlıyor. Sonrasında sağlık problemleriyle
baş başa kaldığın zaman
bu konuda pişman olmak istemezsin. Ben istemiyorum,
açıkçası. O yüzden de dediğim gibi yediğime içtiğime dikkat ediyorum.
Daha sağlıklı beslenmeye özen gösteriyorum. Yemekten
bile aslında doymadan kalkmaya çalışıyorum. Çünkü
o kilo alma süreci, kendine bakma süreci
bedenine iyi bakmazsan
bedenin de aslında sana hayat sürecinde çok iyi bir şekilde
eşlik etmiyor. Sen bedenine iyi davranırsan hayatta
yapmaya çalıştığın şeyler noktasında bedenin her zaman arkanda
oluyor. Her zaman seni destekliyor. Bedenine iyi davranman
lazım. Ben, kendi adıma bu konuda çok sağlam bir karar
verdim. Beni eskiden bu yana tanıyanlar bilir
Ben birazcık kaygılı bir insanım. Birazcık utangaç bir insanım. Hatta
şu sıralar dışarıda bazen insanlar tanıyınca biraz böyle tedirgin
oluyorum. O utangaçlık arada böyle kaynıyor tekrar içimden.
Ama sen hiç çekinme, görürsen böyle selam vermekten. Bir merhaba
demekten çekinme. Kısa da olsa bir muhabbet ederiz ayaküstü.
Şimdi, kaygıdan bahsettim ya... Kaygılı olma
halinden. Şöyle bir tarafım vardı eskiden: Diyelim ki 1 ay sonra beni bekleyen
bir durum var.
Bir ay sonra yapmam gereken bir iş var, karşılaşmak
zorunda olduğum bir zorluk var. Bir ay öncesinden ben
kaygılanmaya başlardım. Ve o bir ay öncesinden
o sürece kadar geçen zaman diliminde
bazen uykularım etkilenirdi. Bazen tedirgin olurdum. Yani gün içinde aklım
hep oraya geçerdi. Ve derdim ki hep kendi içimden: "Nasıl yapacağım?
Nasıl üstesinden geleceğim? Nasıl halledeceğim?" Ve sonrasında
Şunu fark ettim: Aslında normal bir insansan
yani herhangi bir zihinsel problemin yoksa, yetişkin olgun
bir insansan eninde sonunda yapman gereken şeyleri
kısa bir süre içinde yapıyorsun. O işe o göreve yönelik. Ondan sonraki
kaygılanma süreci, boşa geçen süreç.
Hayat kaliteni düşürüyor. Kendine odaklanmanı, işine odaklanmanı
engelliyor. İşte bundan dolayı, artık ben
şunu hayatıma uygulamaya
başladım, uzun zamandır. Diyelim ki bir ay sonra
beni bekleyen bir şey var ya, son iki günümü kaygılanmaya
ayırıyorum sadece. Ondan önceki süreçte içimde
hep şöyle bir ses gelirdi, eskiden:
"Beyhan, düşünmelisin, düşünmelisin, düşünmelisin"
Çünkü düşününce, çok fazla düşününce
daha iyi olacakmış gibi. Halbuki daha fazla kaygılanıyorsun.
Artık diyorum ki o ses tekrar geldiği zaman
düşünmene gerek yok. Zaten sen elinden geleni yaptın. Son iki gün
Eğer hala yapman gereken bir şey varsa ya da yapmadığın bir şey
varsa o son iki gün kaygılanırsın. Bundan dolayı artık
yarının kaygısını yarın yaşıyorum.
Bugünümü bozmuyorum. Eskiden arkadaşlar konusunda
çok hassas davranırdım. Diyelim ki birisi bana bir yanlış yaptı ya
hemen onun üzerine bir çizik atardım ve görüşmeyi kestiğim
zaman dilimleri olurdu. Ama bunun ilerleyen
yaşlarla beraber çok da işlevsel
olmadığını fark ettim.
Çünkü, her insanın sana uyan
yani bana uyan olumlu ya da uymayan olumsuz tarafları
olabiliyor. Şimdi bir insanı elediğin zaman
bu özelliği var bana uymuyor dediğim zaman...N'olacak o zaman? Onu çıkaracağım. Bunu çıkaracağım.
Hayatımda kimse kalmaz ki o zaman. Herkesin bir olumsuz
özelliği var sonuçta. Ve ben şunu fark ettim: diyelim
bir arkadaş hesap ödeme noktasında sıkıntısı var.
Çay içeceğiz, yemek yiyeceğiz, hep diyor ki "Cüzdanımı unuttum."
Şimdi, bu adama dersin ki cimri adam yemek ısmarlamıyor.
Hep bize kitliyor hesabı diye. Ama şöyle bir durum var:
Ben şöyle düşündüm. Onunla hesap ödeyebileceğim bir yere gitmiyorum.
Başka bir yerde oturuyorum. Ev ziyareti yapıyoruz.
Böyle bir durumda ne yaptım? Onun olumsuz özelliğini hayatımdan
çıkartmış oldum ve sonrasında onun muhabbeti mi
güzel, onun hayata bakış açısı mı güzel
entelektüel derinliği mi güzel ya da şefkatli bir adam mı
ya da kadın mı onu hayatıma dahil ediyorum. Şimdi,
şunu unutma: herkesin iyi ya da kötü özellikleri
var. Sen şimdi kötü özelliklere odaklanırsan etrafında
insan kalmayacak senin de. Benim yaptığım gibi
sen de yapabilirsin. Onun iyi özelliklerine dikkat et.
Kötü özelliklerini de olduğu gibi kabul etmene gerek yok.
O kısmını dışlayabilirsin. O kısmını birazcık dışarıda da tutabilirsin.
Misal diyelim, çok muhabbetini sevdiğin
bir adam var. Ama birazcık lafçı. Birazcık dedikodu yapıyor.
Sır tutmuyor. Sen de o insana
sana zarar verebilecek şeyleri anlatmazsın.
Başka şeylerden konuşursun. Ne yaptın? Aslında kısmi olarak
o kısmıyla muhabbetini devam ettiriyorsun. Dostluğunu
devam ettiriyorsun. Bu bence önemli bir ayrıntı, hayata dair
öğrenilecek dersler kapsamında. Biraz önce
bahsettiğim gibi bazı insanların iyi tarafları var,
kötü tarafları var. Herkes de olabilir. Ama şöyle bir parantez
açmak istiyorum bu konuya: Niyet meselesi.
Bir insan iyi niyetli mi kötü niyetli mi? Eğer ki
biraz önce bahsettiğim durumda niyette özellikle bana bir
zarar verme durumu yoksa o adamın fıtratında olan bir şeyi yapıyorsa
ve bana uymuyorsa evet onun iyi tarafları ile
muhabbete devam ediyorum. Ama bir de kötü niyetli insanlar var.
Bana zarar vermek isteyen insanlar. Beni çekemeyen
insanlar... Senin için de geçerli. Hasetle yaklaşan. Kıskançlıkla
yaklaşan. Ya da devamlı modunu düşüren insanlar. Şimdi
Eskiden ben böyle insanlarla devamlı aramı
düzeltmeye çalışırdım. Devamlı bir şekilde onlarla
ilişkiyi sürdürmeye çalışırdım. Ama şunu fark ettim: Bir insan
20'li yaşlarından sonra normal arkadaşlık
ilişkisinde çok da karakterini yapısını değiştirmiyor.
Eğer ki sana kötü niyetli yaklaşıyorsa
sen ne yaparsan yap, o kötü niyeti zor değiştiriyorsun.
Ve ben bir insana iki şans verme taraftarıyım.
Artık geldiğim noktada bunu düşünüyorum. Bir insanın
kötü niyetli olduğunu fark ettim. Bir şans daha veririm en fazla.
Baktım, hala değişmiyor. Hala bana zarar vermek
istiyor. Kendimi korumaya alırım. Kimseyle küsmüyorum. Ama kendimi koruma konusunda çok titizim artık.
Bir insanı çok özel alanıma yaklaştırmıyorum.
Bana zarar verebileceği mesafeye getirmiyorum, eğer ki kötü niyetliyse.
Belki, bu senin de işine yarayabilir.
Geldiğim noktada çok fazla çalışıyorum. Çok fazla koşturuyorum ve
bakıyorum ki bazen aslında hiç işime yaramayacak
şeylere para harcamışım. Hiç işime yaramayacak şeylerle
etrafımı doldurmuşum. Ve dedim ki kendime bir gün
Bu kadar kalabalığa gerek yok. Etrafındakileri minimalize
etmelisin. Eşyalar aslında
ne yapıyor, biliyor musun? Diyelim ki ben bir kamp yapmak istiyorum.
İçimde bir arzu var, bir hayal var, hayata dair bir deneyim
isteği var. Gidiyorum, kamp yapma isteği
ortaya çıkınca, bir alışveriş merkezinden
çadır alıyorum. Kamp malzemeleri alıyorum ve o malzemeleri
aldığım zaman içimdeki kamp yapma arzusu
geçici süre tatmin oluyor. Ya da spora başlamak
istiyorum. Gidiyorum, en kaliteli ayakkabıyı alıyorum. T-short
alıyorum. Şort alıyorum. Ne yapıyorum? İçimdeki spor arzusunu
Spor hayalini, eşyalarla
gerçekleştirmeye çalışıyorum. Ve enteresan bir biçimde
o eşyalar bir süre o arzuyu tatmin ediyor. O
çadıra baktığım zaman, o spor ayakkabıya baktığım zaman
kendi kendimi iyi hissediyorum. Ama olayın kendisini
gerçekleştirme konusunda yeterince arzulu
olmadığım için ve eşyalarla tatmin ettiğim için ne yaptım?
Hayallerim içimde kaldı ve hiç kullanmayacağım şeylere
para harcamaya başladım. Ben bu konuda şuna dikkat
ediyorum: Eşyaların kendi içimde bana engel
olmasını istemiyorum, artık. Gerek olmadıkça
Gerçekten ihtiyacım olmadıkça
İleride lazım olur diye de değil. Hiçbir şekilde
ihtiyacım olmayan şeyi almıyorum artık. Buna
senin de dikkat etmeni isterim. Çünkü zor bir işte
çalışıyorsun, belki. Çok fazla mesai yapıyorsun.
Düşünsene, köle gibi çalıştığın bir işte hiç aslında ihtiyacın
olmayan bir şeye para harcıyorsun ve o bir döngü
haline geliyor. Sonra yine köle gibi çalışmak istiyorsun. Halbuki
ihtiyacın olmayan şeyleri almasan daha çok paran
kalacak. Daha az çalışmak zorunda kalacaksın ve en önemlisi
hayatta daha fazla keşfetmeye
vaktin olacak. Keşfetmek için çadıra ihtiyacın yok.
İyi bir spor ayakkabına ihtiyacın yok. İşte, ben
kendi hayatımı, eşyalarımı ailecek minimalize etmeye karar
verdim. Eşimle beraber bu konuda güzelce anlaşıyoruz
Kafamız çok denk bu konuda. Evimizi de minimalize ettik.
Şimdi, hatta bu konuda bu senenin bana getirdiği güzel şeylerden
birisi de bir TedX konuşmasıydı. Tam bu
konuda "O satın aldığın şey, mutluluk değil!"
isimli bir konuşma yaptım. Bu konuları anlattım.
Videonun açıklama kısmında o konuşmanın linkini de veriyorum.
Onu da izleyebilirsin, minimalizm hakkında
Peki sen neler öğrendin hayattan? Ne gibi
dersler çıkarttın? Bunları bizimle de paylaşabilirsin.
Yorumlar kısmına bu deneyimlerini yazabilirsin.
Beni dinlediğin için teşekkür ediyorum, güzel insan.
Eğer ki youtube kanalıma abone değilsen abone olmayı ve
videoyu beğenmediysen beğenmeyi unutma.
Kendine iyi davran. Görüşmek üzere...