×

Ми використовуємо файли cookie, щоб зробити LingQ кращим. Відвідавши сайт, Ви погоджуєтесь з нашими правилами обробки файлів «cookie».

image

TEDx Turkey, Sahip Olduğumuz Kadar Değil, Ürettiğimiz Kadar Yaşarız! | Orhan Murat Bahtiyar | TEDxIstanbul

Sahip Olduğumuz Kadar Değil, Ürettiğimiz Kadar Yaşarız! | Orhan Murat Bahtiyar | TEDxIstanbul

Transcriber: Ozge Yilmaz Gözden geçirme: Ahmet Gürsu

Arkadaşlar bu gördüğünüz fotoğrafta

ben 4 ya da 5 yaşlarındayım.

Çok mutlu bir çocukluk geçirdim.

Dedem hâlâ hayattaydı.

Bu fotoğrafta dedemin bana Hac'dan

getirdiği arabayla poz vermişim.

Tabii o zamanlar kurmalı bir arabaya

sahip olmak çok havalı bir şey.

Galiba o yüzden böyle bayramlıklarımı

falan giyip onunla

kameranın karşısına geçmişim.

Tabii daha sonradan öğrendim.

Aslında Da Vinci bu arabayı tasarlarken

sadece bir araba tasarlamak istememiş

Aslında Da Vinci'nin en büyük hayali uçmaktı Fakat helikopter gibi havayı

dikey olarak delip yükselebileceğine

inanmadığı için

önce yeteri kadar hızlanması sonra

havalanması gerektiğini düşündü.

Ve bu hem kurmalı sistemi sayesinde

kendi kendine ilerleyebilen,

hem de kullanıcıdan aldığı komutları

devrilmemek için yumuşatarak uygulayan

bu arabayı tasarladı.

Arkadaşlar Da Vinci yani o büyük dahi

en büyük hayalini gerçekleştiremedi.

Uçamadı.

Fakat bu hayaline giden yolda

tarihin ilk otomatik ve programlanabilir makinesini icat etti,

yani bu arabayı icat etti.

Ben de küçüklüğümden beri hep böyle

büyük bir adam olmanın hayalini kurardım.

İşte bir taraftan sanat ve bilimin

organik bağına da çok inanırdım.

İşte deneyler yapacağım, bir taraftan

resim çizeceğim, her şeyi yapacağım gibi

düşünürdüm.

Öğrencilik hayatımda da bu hayallerim

hep aslında devam etti.

İşte bugün hatta

birkaç arkadaşım da burada

üniversitede Mühendislik Fakültesi'nde okurken arkadaşlarla fotosentezle çalışan

araba yapmaya karar verdik.

İşte dedik ki gittik hocanın yanına

heyecanlı heyecanlı anlatıyoruz

hocam bir fikrimiz var

hidromobili falan bırakalım biz

suyla çalışan

artık su tükeniyor,

biz fotosentezle çalışan araba

yapmamız lazım diye anlatıyoruz.

Hoca dedi ki

çocuklar benim daha iyi bir fikrim var,

osurukla çalışan araba yapın, dedi.

(Gülüşmeler)

Şimdi gülüyorsunuz ama şimdi

işin daha komik bir tarafı var

aklımıza yattı.

(Gülüşmeler)

Şeyi hatırlıyorum

hani dışarı çıkınca böyle,

lan olabilir mi acaba,

umuda ve azme bakar mısınız?

Neyse sonra mezun olduk.

İşte işe girdik,

çok iyi bir firmada işe girdim,

hayalimde akıllı sistemler üzerine çalışacağım. O zamanlar böyle yeni yeni

akıllı sistemler, otomasyon, robotik

falan böyle konuşulmaya başlanıyor.

İnsanlar akıllı evlerden

arabalardan bahsediyorlar.

Ben akıllı şehir yapacağım.

Dünya çapında bir marka olacağız.

İlk gece uyuyamadım.

Sabah iki dirhem bir çekirdek hazırlandım.

İşe gittim.

Dediler ki Orhan müdür bey seni çağırıyor.

5 kat yukarıda zaten

koşa koşa çıktım.

Buyrun dedim.

Orhancığım elektronikçiymişsin, dedi.

Evet müdür bey buyrun, dedim.

Şirkete bir kahve makinası alacağız

ilgileniver, dedi.

(Gülüşmeler)

Şimdi hayal kırıklığına uğramadım desem

yalan olur

ama kuyruğu da dik tutuyorum,

Allah'tan kahveyi çok severim.

Hani bir taraftan da böyle işin

büyüğü küçüğü olmaz diye giriştim.

Mühendisim ya

analiz yapıyorum

hangisi sütü iyi köpürtüyor ona bakıyorum.

Bir taraftan geliyorum

kim hangi çeşit kahve içiyor?

Kaç kişi kahve içiyor?

Onun analizini yapıyorum.

İşi büyüttüm ertesi gün gittim dedim ki

ya müdür bey bizim kahve makinası

almamıza gerek yok.

Çünkü zaten şirkette bir siz

bir de patron kahve içiyor.

Geri kalanlar herkes çaycı.

Arkadaşlar dedim çaydan şikâyetçi.

Hani alacaksak

önce bir çay makinası alalım.

Orhancığım dedi, daha gençsin.

Bir şey kaçırıyorsun.

Bize burada düşünelim diye değil

söylediklerini yapalım diye para veriyorlar.

Ben kendimi çok değersiz hissettim

o anda ve o zamandan beri

bu konuya takığım.

Neden acaba benden bir genç olarak

bir şey üretmem bir fikir üretmem değil de

sadece söyleneni yapmam bekleniyor.

Daha sonra yolum Amerika'ya düştü.

New York Üniversitesi'ne yüksek lisans

için gittim.

Hem bu konuyu karşılaştırmalı olarak

analiz etme fırsatı buldum

hem de master tezimi "Gelişmekte olan

ülkelerde teknoloji yönetimi

ve inovasyon algısı" üzerine yaptım.

Bu kapsamda yaptığımız anket

Türkiye'de bu alanda yapılmış

en geniş kapsamlı çalışmalardan biri.

Ve arkadaşlar aslında şunun sonucunu aradım. Neden bir şey üretemiyoruz?

Neden icat çıkaramıyoruz?

Neden inovasyon yapamıyoruz?

Ve çalışmanın bana söylediği ilk sonuç

şu arkadaşlar;

çuvaldızı kendimize batırmamız lazım.

Bilmiyoruz.

Örneğin, katılımcılara

geleceği değiştirecek teknolojiler hakkında bilgi sahibi olup olmadıklarını sorduk.

İşte nano teknoloji büyük veri falan gibi.

%20 bu teknolojilerden haberdar

olduğunu iddia ediyor.

Bakın özellikle iddia ediyor diyorum.

Çünkü bu teknolojileri sadece

bir cümle ile açıklayın dediğimizde

bu oranlar %5'e düşüyor.

Yani bilmediğimizi de bilmiyoruz arkadaşlar. Ya bakın biz bu soruları sokakta geçen

Ayşe Teyze'ye Mehmet Amca'ya sormadık.

Bu ankete katılan herkes

ya temel bilimler

veya mühendislik fakültelerinde

okuyan ya da buralardan mezun

olmuş gençler.

Arkadaşlar beş yıl içerisinde

kuantum bilgisayar dünyayı değiştirecek.

Yani bütün yazılım programlama dili değişecek. Ama bizim bu alanda çalışmasını

beklediğimiz gençlerin sadece %4'ü

kuantum bilgisayarın ne demek olduğunu biliyor. Hadi geleceği geçtik,

acaba günümüzde günlük hayatta

kullandığımız teknolojilerin çalışma prensiplerini biliyor muyuz? Maalesef hayır.

Arkadaşlar ya fotokopi makinasının

nasıl çalıştığını bilmeyen bir insan

3D yazıcıyı hayal edebilir mi?

Geleceği bırakın da yani

günümüzü okuyabilecek

ya da anlayabilecek bilgi ve tecrübeye

beceriye sahip olmadan nasıl hayal kuracağız? Nasıl kırk yıl sonrasını tahayyül edeceğiz. Özellikle kendimi de katarak söylüyorum.

Yani birinci çoğulda konuşuyorum.

Çünkü ben de mezun olduğumda

hani o kablosuz internette kullanılan

o manyetik dalgalar var ya onların

matematiksel formülünü yazabiliyordum.

Yani onları kâğıda dökebiliyordum.

Nasıl gidiyorlar?

Nerede çarpınca nasıl dönüyorlar?

Ama hesap makinasının nasıl çalıştığını bilmiyordum, çünkü bize bu ezberci sistem

aldığımız bilgiyi günlük hayatta

hangi problemimizi çözer,

hiç o öğretilmedi.

Ya felsefe bilmiyoruz biz.

Ne işe yarar günlük hayatta

bunu düşünme fırsatı verilmedi

ve bu ezberci sistem

aynı zamanda arkadaşlar

disiplinler arası düşünme kabiliyetimizi

elimizden aldı.

Ve tarihe baktığımda

ben şunu görüyorum.

Bütün büyük icatların arkasında

disiplinler arası düşünme kabiliyeti yatıyor. James Watt,

birinci sanayi devrimini başlatan,

buharlı motoru icat eden

ya da geliştiren James Watt.

Adam boşu boşuna buharlı motoru icat etmedi arkadaşlar. Çok iyi matematik biliyordu.

Çark sistemine çok hakimdi

ve müzisyendi.

Üflemeli çalgı tasarlayıp üretiyordu.

Yani muhtemelen havanın nasıl

hareket ettiğini o dönem yaşayan

herkesten daha iyi biliyordu.

Ya da akım fikrini ortaya atan Galvani,

adam hem çok iyi bir fizikçi,

hem çok iyi bir biyologdu.

Eğer bu iki disiplini bir araya getiremeseydi, kurbağanın bacağına batırdığı neşterin

neden kasılmaya yol açtığı sorusunu sormayacaktı. Ve akım fikrini ortaya atamayacaktı.

Zaten bugün bana soruyorlar

bir toplantıya gidiyorum, uzmanlık alanın ne?

Valla bende uzmanlık yok diyorum.

Çünkü teknik olarak bugün

bilgi o kadar hızlı çoğalıyor ki

herhangi bir konuda uzman olma şansınız yok. Boşuna şunun uzmanıyım,

bunun uzmanıyım demeye gerek yok.

Örneğin tıp doktorusunuz.

Sadece kendi literatürünüzdeki

gelişmeleri takip edebilmeniz için

yılda 125 bin sayfa okumanız gerekiyor.

Günde 342 sayfa eder.

Yani işinizi gücünüzü bıraksanız

sadece okusanız dahi

bir makine kadar uzman olamıyorsunuz.

Arkadaşlar bakın insanoğlu artık

birbiriyle yarışmıyor.

Artık makinelerle yarışıyoruz.

Ve ancak ne yaparsak yapalım

bir makine kadar uzman olamıyoruz.

Değer üretmek istiyorsak eğer,

işin içine sanat, tasarım,

yaratıcılık katmak zorundayız.

Ancak bu şekilde katma değer üretebiliriz.

Marka yaratabiliriz.

Ve ben maalesef böyle bir ortamda

lisede, üniversiteye hazırlandığım dönemde

dershaneye gidiyoruz,

dershanede sanat kulübü kurduğum için

dershaneden atıldım.

Müdür babamı çağırmış

yazık demiş ki "hem arkadaşlarına

kötü örnek oluyor,

hem de bundan bir şey olmaz.

Ya topçu olur ya popçu olur.

Alın bunu eve götürün."

Babacığım yazık beni yalvar yakar

dershaneye tekrar yazdırdı.

Ve aynı zamanda dershanede

roman okumak yasaktı.

Ya böyle bir şey olabilir mi?

Halbuki ben bugün Çehov okuyan

bir doktorun benim acılarımı

daha iyi anlayabileceğini düşünüyorum.

Ya da Suç ve Ceza okumuş bir hakimin

ben vicdanına daha çok güveniyorum.

Kafka'nın Gregor Samsa'nı

o işyerinde değersiz hissettirildiği için

bir böcek olarak uyanan

Gregor Samsa'yı tanıyan bir yöneticinin

kendini çalışanlara kötü

hissettirebileceğini düşünmüyorum.

Fakat arkadaşlar geldiğimiz nokta şu;

Türkiye'de %86'nın hiç hobisi olmamış.

%85 boş vakitlerinde sadece televizyon izliyor. Ya bu kadar acı bir şey olabilir mi?

Bizim matematik bilen sporculara,

resim yapan mühendislere,

saz çalan öğrencilere,

kendini ifade edebilen gençlere

ihtiyacımız var.

Ama biz bir taraftan hem gençler

burada da dinliyorum,

gençler kendini ifade etsin,

yenilik yapsın diyoruz.

Bir taraftan da onları

hizaya sokmaya çalışıyoruz.

Yani azıcık böyle bir farklı

bir şey yapmaya çalışan

yeni bir şey denemek isteyeni

hemen vurdumduymazlıkla

işte şımarıklıkla ya da ne bileyim

yozlaşmışlıkla suçluyoruz.

Yozlaşmışlık dedim,

hemen bir parantez açmak istiyorum.

Aristoteles MÖ 350'li yıllarda

gençlerin yozlaşmışlığından dert yanıyordu arkadaşlar. Yani yozlaşmak diye bir şey yok.

Değişim var.

Ve bu değişime ayak uydurmak zorundayız.

Başka şansımız yok.

Ben 30 yaşıma geldim.

Artık gençliğimin son demlerini yaşıyorum,

uzatmaları oynuyorum.

Bu platform da dâhil

birçok yerde gençlere ilham veren

konuşmalar dinliyoruz.

İşte her şeyi yapabilirsiniz.

Başarısızlık diye bir şey mümkün değildir.

İnanın.

Engelleri yıkın.

Hepsine katılıyorum.

Hepsi çok güzel konuşmalardı.

Fakat arkadaşlar bir taraftan gençlere

sürekli ne yapacağını söylüyoruz da

acaba bu sistemi kuranların,

yöneticilerin,

ikitidar ve güç sahiplerinin

bu işte hiç payı yok mu?

Bu insanların hiçbir sorumluluğu yok mu?

(Alkış)

Yani bir dönüşüm olacaksa

Türkiye değişecekse ve bu değişime

hızlı ayak uydurmak zorundaysak eğer

önce onlar sorumluluklarını bilmek zorunda. Yoksa şimdi ben burada çıkıp bir işçiye

patronuna kafa tut, itiraz et diyebilirim,

çok kolay.

Arkadaşlar öğrenciyken hocaya gidip

sınav kâğıdımızı görmek istediğimiz

zaman derste kalmakla

tehdit edildik biz.

Yani böyle bir ortamda

itiraz edebilir miyiz?

Bakın arkadaşlar

gençlere sorduk.

Özellikle Türkiye'de çalışsan 35 yaş altı

hem öğrenim gören, hem çalışan gençlere

dedik ki kurumunuz,

öğrenim gördüğünüz kurumunuz

ya da çalıştığınız şirket

fikirlerinize değer veriyor mu?

%70 hayır diyor.

Kendisini değersiz hisseden bir insan

yaptığı işe, o kuruma, şirkete değer katabilir mi? Ve sonuç olarak bugün

aklına yeni bir fikir geldiğinde

bunu yöneticiyle paylaşanların oranı %18.

Bu fikri risk alıp deneyen %8.

Ya arkadaşlar yani biz o katma değeri

yüksek ekonomi var ya

hayal gücüne dayalı

ona elimizdeki ham maddenin,

hayal gücünün %8'ini kullanarak

katılmaya çalışıyoruz.

Aranızda yönetici olan var mi?

Böyle müdür, başkan, amir, duydum.

Şunu söylemeye çalışıyorum.

Sayın amirim,

sayın müdürüm,

sayın başkanım,

değişmek zorundasınız.

Çünkü bakın bu gençleri durduran

en önemli etken sizlerin bakış açısı.

Küsmek yok.

Onları ikna etmek zorundasınız.

Ayrıca bunu onlara insaf edin

onları dinleyin diye söylemiyorum.

Yani siz hâlâ yeni dijital dünyadan

daha fazla kâr etmeyi,

daha güçlü olmayı falan bekliyorsunuz

ama gençler diyor ki

ben bunu ancak ve ancak

daha fazla bilgi

ve daha fazla özgürlükle yapabilirim.

Yani eğer gelecekte Türkiye'yi

ilk 10 ekonomi içerisine sokmak istiyorsak, yani biraz patron diliyle konuşayım.

Daha zengin olmak istiyorsanız yani,

daha fazla kâr etmek istiyorsanız eğer

bu gençleri anlamak zorundasınız.

Elinizdeki gücü

maddi manevi gücü

hiyerarşiyi korumak için

ya da onları baskı altında tutmak için sadece istediklerinizi yaptırmak için değil,

onlara özgür bir ortam sunmak için

kullanmak zorundasınız.

Bakın arkadaşlar bugün teknik alanda

Türkiye'de çalışanların sadece

%26'si internete engelsiz erişebiliyor ofislerinde. Benim bu konuşmamı

arkadaşlarımdan 4 arkadaşımdan sadece

1 tanesi işyerinde dinleyebilecek.

Yahu dünyanın ikinci büyük arama motoruna

Youtube'a giremeyen bir mühendisten

siz nasıl dünyayı tanımasını beklersiniz.

Yani nasıl bu adamın yenilik üretmesini beklersiniz. Önce bunu değiştirmek zorundasınız.

Ve gençlere kendilerini değerli

hissettirmek zorundasınız.

Ha biz ne yapacağız?

Oturup ağlayacak hâlimiz yok

ki benim ağladığım da çok oldu.

Böyle durumlarda

hiç bir işe de yaramadığını gördüm.

Arkadaşlar inadına özgürlük talep etmekten

inadına öğrenmekten

ve inadına üretmekten başka çaremiz yok.

Bu isimleri tanıyan var mı aranızda?

Lorenzo, Medici Bandelli, 10. Leo.

Bir kişi bile çıkmadı herhâlde.

Bir kişi var tamam.

Arkadaşlar bu isimler sırasıyla

Leonardo Da Vinci'yi yaşam tarzı

topluma aykırı olduğu gerekçesiyle

ülkeden sınır dışı etmek isteyen hükümdarının, onu eli yavaş olduğu bahanesiyle

işten çıkarmak isteyen patronunun

ve kadavralar üzerinde çalışmalar yapmasını yasaklayan dönemin papasının isimleri.

Hepsi yaşadığı dönemlerde

Leonardo'dan katbekat daha güçlüydü.

Bir cümlesiyle onun kellesini alabilirlerdi ama hiçbirini tanımıyoruz.

Çünkü arkadaşlar

bize bunu da yanlış öğrettiler.

Sahip olduğumuz, güçlü olduğumuz,

tükettiğimiz kadar değil,

ancak ürettiğimiz kadar yaşarız.

Beni dinlediğiniz için

çok teşekkür ederim.

(Alkış)

Learn languages from TV shows, movies, news, articles and more! Try LingQ for FREE

Sahip Olduğumuz Kadar Değil, Ürettiğimiz Kadar Yaşarız! | Orhan Murat Bahtiyar | TEDxIstanbul |||||||||Bahtiyar| Wir leben nicht so viel, wie wir haben, sondern so viel, wie wir produzieren! | Orhan Murat Bahtiyar | TEDxIstanbul We Live Not As Much As We Have, But As Much As We Produce | Orhan Murat Bahtiyar | TEDxIstanbul Nous ne vivons pas autant que ce que nous avons, mais autant que ce que nous produisons" - Orhan Murat Bahtiyar | TEDxIstanbul 私たちは持っている分だけ生きるのではなく、生産した分だけ生きるのだ!|オルハン・ムラト・バティヤル|TEDxIstanbul

Transcriber: Ozge Yilmaz Gözden geçirme: Ahmet Gürsu |Özge|||||

Arkadaşlar bu gördüğünüz fotoğrafta

ben 4 ya da 5 yaşlarındayım.

Çok mutlu bir çocukluk geçirdim.

Dedem hâlâ hayattaydı. ||was alive

Bu fotoğrafta dedemin bana Hac'dan ||my grandfather's||from the Hajj In this photo, my grandfather is with me from the pilgrimage.

getirdiği arabayla poz vermişim. |||I posed with

Tabii o zamanlar kurmalı bir arabaya |||wind-up||

sahip olmak çok havalı bir şey. |||cool||

Galiba o yüzden böyle bayramlıklarımı ||||my holiday clothes

falan giyip onunla

kameranın karşısına geçmişim.

Tabii daha sonradan öğrendim.

Aslında Da Vinci bu arabayı tasarlarken |||||was designing

sadece bir araba tasarlamak istememiş |||design|

Aslında Da Vinci'nin en büyük hayali uçmaktı ||||||to fly Fakat helikopter gibi havayı

dikey olarak delip yükselebileceğine vertical||piercing through vertically|can rise

inanmadığı için because he/she doesn't believe|

önce yeteri kadar hızlanması sonra |||speeding up|

havalanması gerektiğini düşündü. take off||

Ve bu hem kurmalı sistemi sayesinde |||mechanical||

kendi kendine ilerleyebilen, ||self-propelling

hem de kullanıcıdan aldığı komutları ||from the user||commands

devrilmemek için yumuşatarak uygulayan not to tip|to avoid|softening|applying

bu arabayı tasarladı. ||designed

Arkadaşlar Da Vinci yani o büyük dahi |||||great|genius

en büyük hayalini gerçekleştiremedi. |||could not realize

Uçamadı. Couldn't fly.

Fakat bu hayaline giden yolda

tarihin ilk otomatik ve programlanabilir makinesini ||||programmable| icat etti, he/she/it did|

yani bu arabayı icat etti.

Ben de küçüklüğümden beri hep böyle

büyük bir adam olmanın hayalini kurardım. |||||I dreamed

İşte bir taraftan sanat ve bilimin

organik bağına da çok inanırdım. |organic bond|||I believed

İşte deneyler yapacağım, bir taraftan |experiments|||

resim çizeceğim, her şeyi yapacağım gibi

düşünürdüm.

Öğrencilik hayatımda da bu hayallerim

hep aslında devam etti.

İşte bugün hatta

birkaç arkadaşım da burada

üniversitede Mühendislik Fakültesi'nde okurken arkadaşlarla fotosentezle çalışan |photosynthesize with|

araba yapmaya karar verdik.

İşte dedik ki gittik hocanın yanına

heyecanlı heyecanlı anlatıyoruz

hocam bir fikrimiz var

hidromobili falan bırakalım biz hydromobiles|||

suyla çalışan

artık su tükeniyor, ||is running out

biz fotosentezle çalışan araba |photosynthesis||

yapmamız lazım diye anlatıyoruz.

Hoca dedi ki

çocuklar benim daha iyi bir fikrim var,

osurukla çalışan araba yapın, dedi. with farts||||

(Gülüşmeler)

Şimdi gülüyorsunuz ama şimdi

işin daha komik bir tarafı var

aklımıza yattı. |pleased

(Gülüşmeler)

Şeyi hatırlıyorum

hani dışarı çıkınca böyle,

lan olabilir mi acaba, man|||

umuda ve azme bakar mısınız? ||determination||

Neyse sonra mezun olduk.

İşte işe girdik,

çok iyi bir firmada işe girdim,

hayalimde akıllı sistemler üzerine çalışacağım. In my dream|||| O zamanlar böyle yeni yeni

akıllı sistemler, otomasyon, robotik

falan böyle konuşulmaya başlanıyor.

İnsanlar akıllı evlerden

arabalardan bahsediyorlar. about cars|

Ben akıllı şehir yapacağım.

Dünya çapında bir marka olacağız.

İlk gece uyuyamadım.

Sabah iki dirhem bir çekirdek hazırlandım. ||two dirhams|||

İşe gittim.

Dediler ki Orhan müdür bey seni çağırıyor.

5 kat yukarıda zaten

koşa koşa çıktım.

Buyrun dedim.

Orhancığım elektronikçiymişsin, dedi. Orhan dear|"electronics expert"|

Evet müdür bey buyrun, dedim.

Şirkete bir kahve makinası alacağız |||coffee machine|

ilgileniver, dedi. "Take care," he said.|

(Gülüşmeler)

Şimdi hayal kırıklığına uğramadım desem ||disappointment||

yalan olur

ama kuyruğu da dik tutuyorum, |tail||upright|

Allah'tan kahveyi çok severim.

Hani bir taraftan da böyle işin

büyüğü küçüğü olmaz diye giriştim. the larger||||I attempted

Mühendisim ya

analiz yapıyorum

hangisi sütü iyi köpürtüyor ona bakıyorum. |||froths||

Bir taraftan geliyorum

kim hangi çeşit kahve içiyor?

Kaç kişi kahve içiyor?

Onun analizini yapıyorum.

İşi büyüttüm ertesi gün gittim dedim ki |expanded it|||||

ya müdür bey bizim kahve makinası

almamıza gerek yok.

Çünkü zaten şirkette bir siz

bir de patron kahve içiyor.

Geri kalanlar herkes çaycı. |remaining ones||tea server

Arkadaşlar dedim çaydan şikâyetçi. ||from the tea|complaining about

Hani alacaksak |if we take

önce bir çay makinası alalım.

Orhancığım dedi, daha gençsin.

Bir şey kaçırıyorsun.

Bize burada düşünelim diye değil

söylediklerini yapalım diye para veriyorlar.

Ben kendimi çok değersiz hissettim

o anda ve o zamandan beri

bu konuya takığım. |obsessed with this|I'm obsessed

Neden acaba benden bir genç olarak

bir şey üretmem bir fikir üretmem değil de ||produce|||||

sadece söyleneni yapmam bekleniyor. |what is said||

Daha sonra yolum Amerika'ya düştü. ||my path||

New York Üniversitesi'ne yüksek lisans

için gittim.

Hem bu konuyu karşılaştırmalı olarak |||comparative|

analiz etme fırsatı buldum ||the opportunity|

hem de master tezimi "Gelişmekte olan ||||developing|

ülkelerde teknoloji yönetimi ||management

ve inovasyon algısı" üzerine yaptım. ||perception||

Bu kapsamda yaptığımız anket

Türkiye'de bu alanda yapılmış

en geniş kapsamlı çalışmalardan biri. ||comprehensive||

Ve arkadaşlar aslında şunun sonucunu aradım. Neden bir şey üretemiyoruz? |||can't produce

Neden icat çıkaramıyoruz? |invention|can't invent

Neden inovasyon yapamıyoruz?

Ve çalışmanın bana söylediği ilk sonuç

şu arkadaşlar;

çuvaldızı kendimize batırmamız lazım. needle||pricking ourselves with|

Bilmiyoruz.

Örneğin, katılımcılara |to the participants

geleceği değiştirecek teknolojiler hakkında bilgi sahibi olup olmadıklarını sorduk.

İşte nano teknoloji büyük veri falan gibi.

%20 bu teknolojilerden haberdar ||aware

olduğunu iddia ediyor.

Bakın özellikle iddia ediyor diyorum.

Çünkü bu teknolojileri sadece

bir cümle ile açıklayın dediğimizde |||Explain|

bu oranlar %5'e düşüyor. |these rates||

Yani bilmediğimizi de bilmiyoruz arkadaşlar. |we don't know||| Ya bakın biz bu soruları sokakta geçen

Ayşe Teyze'ye Mehmet Amca'ya sormadık. |Aunt|||

Bu ankete katılan herkes |survey||

ya temel bilimler ||sciences

veya mühendislik fakültelerinde

okuyan ya da buralardan mezun

olmuş gençler.

Arkadaşlar beş yıl içerisinde

kuantum bilgisayar dünyayı değiştirecek.

Yani bütün yazılım programlama dili değişecek. ||software||| Ama bizim bu alanda çalışmasını

beklediğimiz gençlerin sadece %4'ü

kuantum bilgisayarın ne demek olduğunu biliyor. Hadi geleceği geçtik,

acaba günümüzde günlük hayatta |today||

kullandığımız teknolojilerin çalışma prensiplerini biliyor muyuz? Maalesef hayır.

Arkadaşlar ya fotokopi makinasının |||of the machine

nasıl çalıştığını bilmeyen bir insan

3D yazıcıyı hayal edebilir mi? |the printer|||

Geleceği bırakın da yani

günümüzü okuyabilecek our day|

ya da anlayabilecek bilgi ve tecrübeye |||||experience

beceriye sahip olmadan nasıl hayal kuracağız? to skills||||| Nasıl kırk yıl sonrasını tahayyül edeceğiz. ||||imagine| Özellikle kendimi de katarak söylüyorum. |||including myself|

Yani birinci çoğulda konuşuyorum. ||plural form|

Çünkü ben de mezun olduğumda

hani o kablosuz internette kullanılan ||wireless||

o manyetik dalgalar var ya onların |magnetic|waves|||

matematiksel formülünü yazabiliyordum. ||could write

Yani onları kâğıda dökebiliyordum. |||I could write

Nasıl gidiyorlar?

Nerede çarpınca nasıl dönüyorlar? |when they hit||

Ama hesap makinasının nasıl çalıştığını bilmiyordum, çünkü bize bu ezberci sistem |||rote learning|

aldığımız bilgiyi günlük hayatta |information we receive||

hangi problemimizi çözer, which|our problem|

hiç o öğretilmedi. ||was never taught

Ya felsefe bilmiyoruz biz.

Ne işe yarar günlük hayatta ||is useful for||

bunu düşünme fırsatı verilmedi

ve bu ezberci sistem

aynı zamanda arkadaşlar

disiplinler arası düşünme kabiliyetimizi |||our ability

elimizden aldı.

Ve tarihe baktığımda

ben şunu görüyorum.

Bütün büyük icatların arkasında ||inventions|

disiplinler arası düşünme kabiliyeti yatıyor. |||ability|lies James Watt, |James Watt

birinci sanayi devrimini başlatan, |industry||

buharlı motoru icat eden steam|||

ya da geliştiren James Watt.

Adam boşu boşuna buharlı motoru icat etmedi arkadaşlar. Çok iyi matematik biliyordu.

Çark sistemine çok hakimdi Wheel system expert|||was proficient in

ve müzisyendi. |was a musician

Üflemeli çalgı tasarlayıp üretiyordu. Wind instrument|musical instrument||

Yani muhtemelen havanın nasıl

hareket ettiğini o dönem yaşayan

herkesten daha iyi biliyordu.

Ya da akım fikrini ortaya atan Galvani, ||current idea||||Galvani

adam hem çok iyi bir fizikçi, |||||physicist

hem çok iyi bir biyologdu. ||||was a biologist

Eğer bu iki disiplini bir araya getiremeseydi, ||||||could not combine kurbağanın bacağına batırdığı neşterin the frog's|leg|inserted|scalpel

neden kasılmaya yol açtığı sorusunu sormayacaktı. |contraction||||would not ask Ve akım fikrini ortaya atamayacaktı. |flow|||would not propose

Zaten bugün bana soruyorlar

bir toplantıya gidiyorum, uzmanlık alanın ne? |||expertise field||

Valla bende uzmanlık yok diyorum.

Çünkü teknik olarak bugün

bilgi o kadar hızlı çoğalıyor ki ||||is multiplying|

herhangi bir konuda uzman olma şansınız yok. Boşuna şunun uzmanıyım, in vain||I'm an expert

bunun uzmanıyım demeye gerek yok.

Örneğin tıp doktorusunuz. |medicine|a medical doctor

Sadece kendi literatürünüzdeki ||"in your literature"

gelişmeleri takip edebilmeniz için ||"to follow developments"|

yılda 125 bin sayfa okumanız gerekiyor.

Günde 342 sayfa eder.

Yani işinizi gücünüzü bıraksanız ||your strength|if you quit

sadece okusanız dahi |if you read|

bir makine kadar uzman olamıyorsunuz. ||||"cannot be"

Arkadaşlar bakın insanoğlu artık ||mankind|

birbiriyle yarışmıyor. |not competing

Artık makinelerle yarışıyoruz. ||competing with

Ve ancak ne yaparsak yapalım

bir makine kadar uzman olamıyoruz.

Değer üretmek istiyorsak eğer,

işin içine sanat, tasarım, |||design

yaratıcılık katmak zorundayız. creativity|add creativity|

Ancak bu şekilde katma değer üretebiliriz. |||add value||

Marka yaratabiliriz.

Ve ben maalesef böyle bir ortamda |||||environment

lisede, üniversiteye hazırlandığım dönemde

dershaneye gidiyoruz, private tutoring center|

dershanede sanat kulübü kurduğum için

dershaneden atıldım. expelled from school|was expelled

Müdür babamı çağırmış

yazık demiş ki "hem arkadaşlarına

kötü örnek oluyor,

hem de bundan bir şey olmaz.

Ya topçu olur ya popçu olur. |artilleryman|||pop star|

Alın bunu eve götürün."

Babacığım yazık beni yalvar yakar |||begging|burn

dershaneye tekrar yazdırdı.

Ve aynı zamanda dershanede

roman okumak yasaktı.

Ya böyle bir şey olabilir mi?

Halbuki ben bugün Çehov okuyan however|||Chekhov|

bir doktorun benim acılarımı |the doctor's||my pains

daha iyi anlayabileceğini düşünüyorum. ||can understand better|

Ya da Suç ve Ceza okumuş bir hakimin ||Crime||punishment|has read||

ben vicdanına daha çok güveniyorum. |to your conscience|||

Kafka'nın Gregor Samsa'nı Kafka's|Gregor Samsa|Kafka's Gregor Samsa

o işyerinde değersiz hissettirildiği için |||made to feel|

bir böcek olarak uyanan |insect||

Gregor Samsa'yı tanıyan bir yöneticinin |Gregor Samsa|||the manager's

kendini çalışanlara kötü

hissettirebileceğini düşünmüyorum. "can make feel"|

Fakat arkadaşlar geldiğimiz nokta şu;

Türkiye'de %86'nın hiç hobisi olmamış.

%85 boş vakitlerinde sadece televizyon izliyor. Ya bu kadar acı bir şey olabilir mi?

Bizim matematik bilen sporculara,

resim yapan mühendislere, ||engineers

saz çalan öğrencilere,

kendini ifade edebilen gençlere |expression||

ihtiyacımız var.

Ama biz bir taraftan hem gençler

burada da dinliyorum,

gençler kendini ifade etsin, ||express themselves|

yenilik yapsın diyoruz. innovation||

Bir taraftan da onları

hizaya sokmaya çalışıyoruz. line|bring into line|

Yani azıcık böyle bir farklı |a little bit|||

bir şey yapmaya çalışan

yeni bir şey denemek isteyeni ||||willing to try

hemen vurdumduymazlıkla |indifference

işte şımarıklıkla ya da ne bileyim |with petulance||||

yozlaşmışlıkla suçluyoruz. accuse of corruption|are accusing

Yozlaşmışlık dedim, Corruption, I said.|

hemen bir parantez açmak istiyorum.

Aristoteles MÖ 350'li yıllarda |BC||

gençlerin yozlaşmışlığından dert yanıyordu arkadaşlar. |corruption|sorrow|complaining about| Yani yozlaşmak diye bir şey yok. |become corrupt||||

Değişim var.

Ve bu değişime ayak uydurmak zorundayız. ||||keep up with|

Başka şansımız yok.

Ben 30 yaşıma geldim.

Artık gençliğimin son demlerini yaşıyorum, |my youth's||last moments|

uzatmaları oynuyorum. playing overtime|

Bu platform da dâhil

birçok yerde gençlere ilham veren |||inspiration|

konuşmalar dinliyoruz.

İşte her şeyi yapabilirsiniz.

Başarısızlık diye bir şey mümkün değildir.

İnanın.

Engelleri yıkın. |Break down barriers.

Hepsine katılıyorum.

Hepsi çok güzel konuşmalardı. |||were speaking

Fakat arkadaşlar bir taraftan gençlere |||from|

sürekli ne yapacağını söylüyoruz da

acaba bu sistemi kuranların, |||those who established

yöneticilerin, the managers

ikitidar ve güç sahiplerinin authority|||

bu işte hiç payı yok mu? |||share||

Bu insanların hiçbir sorumluluğu yok mu? |||responsibility||

(Alkış)

Yani bir dönüşüm olacaksa |||if there will be

Türkiye değişecekse ve bu değişime |"if Turkey changes"|||

hızlı ayak uydurmak zorundaysak eğer |||if we must|

önce onlar sorumluluklarını bilmek zorunda. Yoksa şimdi ben burada çıkıp bir işçiye

patronuna kafa tut, itiraz et diyebilirim, to your boss|||objection||

çok kolay.

Arkadaşlar öğrenciyken hocaya gidip

sınav kâğıdımızı görmek istediğimiz |our exam paper||

zaman derste kalmakla ||staying in class

tehdit edildik biz. threat|were threatened|

Yani böyle bir ortamda |||environment

itiraz edebilir miyiz?

Bakın arkadaşlar

gençlere sorduk.

Özellikle Türkiye'de çalışsan 35 yaş altı

hem öğrenim gören, hem çalışan gençlere |education||||

dedik ki kurumunuz, ||your institution

öğrenim gördüğünüz kurumunuz

ya da çalıştığınız şirket

fikirlerinize değer veriyor mu? your ideas|||

%70 hayır diyor.

Kendisini değersiz hisseden bir insan

yaptığı işe, o kuruma, şirkete değer katabilir mi? |||institution|||Add value| Ve sonuç olarak bugün

aklına yeni bir fikir geldiğinde

bunu yöneticiyle paylaşanların oranı %18. ||shared with|

Bu fikri risk alıp deneyen %8.

Ya arkadaşlar yani biz o katma değeri |||||added value|

yüksek ekonomi var ya

hayal gücüne dayalı ||based on

ona elimizdeki ham maddenin, ||raw|

hayal gücünün %8'ini kullanarak

katılmaya çalışıyoruz. to participate|

Aranızda yönetici olan var mi?

Böyle müdür, başkan, amir, duydum. |||superior|

Şunu söylemeye çalışıyorum.

Sayın amirim, Dear|Dear Chief,

sayın müdürüm, dear|my dear manager

sayın başkanım,

değişmek zorundasınız.

Çünkü bakın bu gençleri durduran

en önemli etken sizlerin bakış açısı. ||factor|||

Küsmek yok. No sulking allowed.|

Onları ikna etmek zorundasınız. |convince||

Ayrıca bunu onlara insaf edin |||show mercy|

onları dinleyin diye söylemiyorum.

Yani siz hâlâ yeni dijital dünyadan

daha fazla kâr etmeyi, ||profit|

daha güçlü olmayı falan bekliyorsunuz

ama gençler diyor ki

ben bunu ancak ve ancak

daha fazla bilgi

ve daha fazla özgürlükle yapabilirim. |||with more freedom|

Yani eğer gelecekte Türkiye'yi

ilk 10 ekonomi içerisine sokmak istiyorsak, |||put| yani biraz patron diliyle konuşayım.

Daha zengin olmak istiyorsanız yani,

daha fazla kâr etmek istiyorsanız eğer ||profit|||

bu gençleri anlamak zorundasınız.

Elinizdeki gücü

maddi manevi gücü material|spiritual|

hiyerarşiyi korumak için maintain the hierarchy|to protect|

ya da onları baskı altında tutmak için sadece |||pressure|||| istediklerinizi yaptırmak için değil,

onlara özgür bir ortam sunmak için ||||to provide|

kullanmak zorundasınız.

Bakın arkadaşlar bugün teknik alanda

Türkiye'de çalışanların sadece

%26'si internete engelsiz erişebiliyor ofislerinde. ||unrestricted|can access|"in their offices" Benim bu konuşmamı

arkadaşlarımdan 4 arkadaşımdan sadece

1 tanesi işyerinde dinleyebilecek. ||can listen to

Yahu dünyanın ikinci büyük arama motoruna you know||||search|search engine

Youtube'a giremeyen bir mühendisten |||from an engineer

siz nasıl dünyayı tanımasını beklersiniz. |||know|expect

Yani nasıl bu adamın yenilik üretmesini beklersiniz. ||||innovation|produce innovation| Önce bunu değiştirmek zorundasınız.

Ve gençlere kendilerini değerli

hissettirmek zorundasınız.

Ha biz ne yapacağız?

Oturup ağlayacak hâlimiz yok |to cry|our situation|

ki benim ağladığım da çok oldu. ||I cried|||

Böyle durumlarda |situations

hiç bir işe de yaramadığını gördüm. ||||wasn't useful|

Arkadaşlar inadına özgürlük talep etmekten |despite everything|freedom|demand|

inadına öğrenmekten in spite of|

ve inadına üretmekten başka çaremiz yok. ||to produce||no other choice|

Bu isimleri tanıyan var mı aranızda?

Lorenzo, Medici Bandelli, 10. Leo. Lorenzo the Magnificent|Medici family members||Pope Leo X

Bir kişi bile çıkmadı herhâlde.

Bir kişi var tamam.

Arkadaşlar bu isimler sırasıyla |||in order

Leonardo Da Vinci'yi yaşam tarzı ||Da Vinci||

topluma aykırı olduğu gerekçesiyle to society|contrary to||on the grounds

ülkeden sınır dışı etmek isteyen hükümdarının, |||||"of the ruler" onu eli yavaş olduğu bahanesiyle ||||because he is slow

işten çıkarmak isteyen patronunun |||boss

ve kadavralar üzerinde çalışmalar yapmasını |cadavers||studies| yasaklayan dönemin papasının isimleri. ||the pope's|

Hepsi yaşadığı dönemlerde

Leonardo'dan katbekat daha güçlüydü. than Leonardo|many times over||

Bir cümlesiyle onun kellesini alabilirlerdi |||head|could take ama hiçbirini tanımıyoruz.

Çünkü arkadaşlar

bize bunu da yanlış öğrettiler. ||||taught

Sahip olduğumuz, güçlü olduğumuz,

tükettiğimiz kadar değil, we consume||

ancak ürettiğimiz kadar yaşarız.

Beni dinlediğiniz için

çok teşekkür ederim.

(Alkış)