×

Ми використовуємо файли cookie, щоб зробити LingQ кращим. Відвідавши сайт, Ви погоджуєтесь з нашими правилами обробки файлів «cookie».

image

ZihinX, Dost kazanma ve insanları etkileme sanatı - Dale Carnegie | Kitap Özeti

Dost kazanma ve insanları etkileme sanatı - Dale Carnegie | Kitap Özeti

Dale Karnegi'nin “Dost kazanma ve insanları etkileme sanatı” isimli kitabi,

insan ilişkileri konusunda yazılmış dünyadaki en etkili kitaplardan birisi.

Eğer insanlarla ilişki kurmak becerinizi ve liderlik özelliğinizi geliştirmek istiyorsaniz

bu kitabi mutlaka okumalisiniz.

Kitap 1937 senesinde yazilmiş olsa da,

üzerinden 80 yıl geçmesine rağmen hala günümüzde olduğu gibi uygulanabilir.

Bu sebepten dolayıdır ki,

kitap hala dünyanın şimdiye kadar gelmiş-geçmiş en çok satan kitaplarından biri sayılıyor.

Kitaptan en önemli olan 5 altın kuralı sizlere iletmiş olacağız

Çoğu insan kendileri hakkında konuşmayı çok seviyor.

Her kişinin kendi geçmişi, başarıları, yetenekleri, hobileri ve bunun gibi diğer özellikleri kendileri için çok değerli. Çünkü her kişi kendi hayat filminin baş rol oyuncusudur.

Karnegiye göre, eğer etkili olmak ve karşındakı insanın sevgi ve saygısını kazanmak istiyorsanız,

o zaman o kişi ile yakından ilgilenmeniz,

ona kendisi ile ilgili sorular sormanız ve ona kendisi hakkında konuşması için fırsat yaratmanız gerekiyor.

Aynı zamanda da çok iyi bir dinleyici olmanız gerekiyor.

İnsanlar için iyi bir muhabbet eden kişi, fazla konuşan biri değil,

onları iyi dinleyen ve onlarla ilgilenen insanlardır.

Ben eskiden bunları kaide almazdım

ve sabırsızlıkla karşımdaki kişi ile yalnız kendi ilgi alanlarım hakkında konuşacağım zamanı beklerdim.

Karşımdaki kişi konuştuğu zaman onun lafının bitmesini

ve konuyu hemen değiştirip istediğim konuda konuşa bileceğim anı iple çekerdim.

Benim gibi binlerce, milyonlarca insan bunun aynısını yapıyor.

Bu durumu göz önünde canlandırmak için bir örneğe bakalım;

Diyelim ki, bu Alidir.

O, en çok futbol, sinema ve gitarla ilgileniyor.

Ali de herkes gibi başkaları ile yalnız kendi ilgi alanları hakkındakı konularda konuşmayı seviyor.

Ali Tuğba isimli bir kızdan hoşlanıyor ve Tuğba'nın ilgisini çekmeye çalışıyor.

Tuğbaysa keman, bilgisayar oyunları ve tenis ile ilgileniyor.

Tuğba her seferinde Ali ile kendi ilgi alanları hakkında konuşmaya başladığında Ali ona tepki vermiyor

ve sabırsızlıkla Tuğba'nın lafını bitirmesini bekleyip, konuyu değiştiriyor

ve futbol hakkında konuşmaya başlıyor.

Tuğba Ali ile konuşmanın onun ilgisini çekmediğini anlıyor ve ondan uzaklaşmaya başlıyor.

Şimdi, Ali'nin Tuğba'nın dediklerini çok iyi dinlediğini,

daha çok kendisi değil onun konuşmasına fırsat verdiğini düşünün.

Diyelim ki, Tuğba kemanla ilgili konuştuğu zaman,

ona bu konuda sorular soruyor ve konunun onun ilgisini nasıl çektiğini gösteriyor.

Bununla da Tuğba kendisi hakkında konuştuğu için kendini mutlu hissediyor.

Ali'nin bu davranışı onda oyle bir etki yaratıyor ki, sanki Ali ile zaman geçirmek ona kendini iyi hissettiriyor

ve dolayısıyla Ali'ye karşı pozitif duygular beslemeye başlıyor.

Bu sebeple hem Tuğba kendini daha iyi hissetmiş oluyor, hem de Ali Tuğba'dan yeni, hiç bilmediği şeyleri oğreniyor ve en önemlisi de Tuğba Ali'ni daha yakın hissetmiş oluyor.

Böylece, bu örnekten çıkan en mühim sonuç şu;

‘İnsanlara derinden ilgi göster ve onlara kendileri hakkında konuşmaları için fırsat ver'.

Karnegi'nin 2. En önemli nasihatı;

‘Başkalarının sizin için bir şey yapmasını istediğinizde,

onlara müracaat ederken kendinizin kazanacağı faydadan değil,

bunu yapmakla karşınızdaki kişinin hangi avanatajlar edineceğinden bahsedin.'

Mesela, ben, bu yeni açtığımız Youtube kanalının 1 ay içinde 1000 üyesi olmasını hedef koydum.

Bunun için eğer ben size ‘'Lütfen, kanalıma abone olun. Çünkü hedefim kanalın 1 aya 1000 abonesinin olması,

nolursunuz abone olun' desem, tabi ki,

bu sizin umurunuzda bile olmayacak.

Çünkü hiçkimseyi başkalarının kazanacağı fayda ilgilendirmiyor.

Fakat bu videoyla ben hakikaten size fayda vermiş olsam,

hayatınıza küçücük de olsa pozitif bir katkım olsa ve video bittikten sonra

size ‘'Eger bu türde olan başka videolar yükledikte kaçırmak istemiyorsanız,

hemen bildiri almak için Youtube kanalımdaki Abone ol butonuna tıklayıp

sonra da zil butonuna tıklayın.'' desem

bu daha etkili olacak.

Çünkü ben burada benim hedefimden, 1000 aboneye ulaşmak isteğimden değil,

başka videoları izlemekle kendinizi geliştirebilmek imkanınızdan bahs ediyorum.

Zira bu büyük ihtimalle sizin ilginizi çekecektir.

Karnegi bu konuyla ilgili çok güzel bir örnek veriyor;

Balık tutmaya gittiğimizde oltanın ucuna solucan takmamız gerekir.

Çünkü balığın onu sevdiğini ve sırf onun için oltaya doğru geldiğini biliyoruz

Bizim kendimiz çok şeyi, mesela pasta yemeyi sevebiliriz.

Ama oltanın ucuna pasta koyarsak,

büyük ihtimalle pasta balığın ilgisini çekmeyecektir ve bununla da biz balık tutamayacağız.

Bunun için de hep karşınızdaki kişinin ilgilendiği şeylere hitap edin.

Karneginin 3. çok önemli tavsiyesi şöyle ;

‘İnsanların iyi özelliklerini onlara söyleyin ve onlara önemli kişi olduklarını hissettirin.'

Hayatta insanı motive eden ve hayata bağlayan birkaç şey varsa,

onlardan en önemlisi insanın kendini önemli hissetmesidir.

Mesela, sizin bir tanıdığınız gitar çalıyor ve siz de bunu oğrenmek istiyorsunuz.

Eğer siz ona ‘ben gitarı çok seviyorum ve gitar çalmayı bana da öğretmeni istiyorum' söylerseniz

o kişi belki size bazı şeyleri oğretmeye çalışacaktır.

Fakat, muhtemelen o kişi kendiliğinde zamanının az olmasını

ve oğrenmek istiyorsanız gidip özel hoca tutmanız gerektiğini düşünecektir.

Eğer bu durum uzun süre devam ederse o bir süre sonra ya zamanının olmadığını

ve hoca tutmanız gerektiğini söyleyecek,

ya da kendiliğinde sizin ne kadar yüzsüz biri olduğunuzu ve onun zamanına saygı duymadığınızı düşünecektir.

Her iki durumda siz istediğiniz sonucu almamış olacaksınız.

Bir de duruma şu açıdan bakalım.

Diyelim ki, siz ona ‘yalnız onun gitar çalmasının hayranı olduğunuzu, onu ne kadar çok takdir ettiğinizi

ve başkasının değil yalnız o kişinin size gitar çalmayı öğretmesinin önemli olduğunu söylüyorsunuz.

Üstelik, onun zamanını almayı istemediğinizi

ve onun zamanının ne kadar değerli olduğunu anladığınızı vurguluyorsunuz.

Bu durumda, büyük olasılıkla, karşınızdaki kişi hiçbir karşılık beklemeden

size gitar çalmayı öğretmeyi cani-gönülden isteyecektir

ve bundan hakikaten de zevk alacaktır.

Nitekim, o kendini önemli hissetmekle,

siz ise gitar çalmayı öğrenmekle bu durumdan karlı çıkmış olacaksınız.

Karnegi'nin 4-cü hayatınızı değiştirecek tavsiyesinden biri eleştirmemekle ilgilidir.

Karnegi şöyle nasihat ediyor;

‘'Hiçbir zaman insanları eleştirmeyin.

Aynı zamanda, onlara ‘Senin bu fikrin yanlış.'

Ve ya ‘Senin bu haraketin yanlıştır' demeyin.

Bunu yapmak etrafınızdaki insanların sizden uzaklaşmasına sebep olacaktır.

Çünkü böyle yaptıkta, karşınızdaki kişi otomatik olarak kendini koruma moduna geçecek,

düşüncesinin ve ya hareketinin doğru olduğunu kanıtlamak isteyecektir.

Sonuç itibariyle, kendisi de yaptığı hareketin ve ya savunduğu şeyin doğru olduğuna inananacaktır.

Bunun için her zaman karşınızdaki kişi ile empati kurup,

kendinizi onun yerinde hissedin ve o hareketi niye yaptığını ve ya o fikri neden söylediğini anlamaya çalışın.

Bu durumda, karşınızdaki kişi sizin onu hakikaten anladığınızı görür

ve o da size karşı anlayışlı olmaya başlar

ve istediğinizi yapmaya hevesli olur

Mesela, siz çocuğunuzun yeteri kadar ders çalışmadığını görüyorsunuz.

Eğer siz ona ‘'Niçin ders çalışmıyorsun? Senin yerine ben utanıyorum.

Bak komşunun oğluna. Yine takdir aldı, bütün notları iyi.

Bir de senin yaptığına bak.

Boş gezenin boş kalfası.'' deseniz,

çocuğunuz dersten de, o anda sizden de nefret edecektir.

Çünkü derse göre küçülmüş olacak ve kendisini beceriksiz, yaramaz biri gibi hissedecektir.

Bu durum devam ettikçe çocuğunuz sizi aldatacak

ve sizin gözünüzde başka türlü gözükmeye çalışacaktır.

Aslındaysa derslerini daha da ihmal edecektir.

Karnegi öneriyor ki, her zaman ilk önce kendi yanlışlarınızdan bahsedin,

sonra zamanında sizin de o kişinin yerinde olduğunuzu bildirin,

daha sonra sizin kendi yanlışlarınızı nasıl düzelttiğinizi

ve karşınızdakinin de hangi sebepten dolayı yanlışını düzeltmesi gerektiğini ona izah edin.

Bu kurala uyarak eğer siz çocuğunuza bunu kendi deneyiminize uyarlayıp anlatsanız

büyük ihtimalle başka bir sonucun şahidi olacaksınız.

Örnek verelim.

Mesela, siz zamanında istediğiniz üniversiteyi ve bölümü bitirmemiş oluyorsunuz

ve şimdi de hayal ettiğiniz işte çalışmıyorsunuz.

Bunun için de eğer siz evladınıza ‘Biliyor musun oğlum, ben de okuldayken ders çalışmaya nefret ederdim.

Çünkü arkadaşlarla gezip tozmak, şakalaşmak, oyun oynamak o kadar eğlenceliydi ki,

kesinlikle ders çalışmak istemiyordum.

Ben de ders çalışmanın sıkıcı olduğunu biliyorum.

Ben hatta birilerinin ders çalışmayı sevdiğine inanmıyorum.

Bunun için seni çok iyi anlıyorum.

Fakat ben yıllar geçtikten sonra anladım ki, ders çalışmamakla büyük yanlış yaptım.

Keşke zamanında birileri bana da bunları anlatsaydı.

Ben de kendimi zorlayıp dersimi çalışsaydım.

Ben doktor olmak istiyordum

Ama okumadığım için univeristenin tıp bölümünü kazanamadım ve aşçılık okumak durumunda kaldım.

Aşçılık kötü bir iş demiyorum.

Fakat ben bu işi sevmiyorum ve sırf size bakabilmek için bu işi yapıp para kazanmak zorundayım. Zamanında 11 sene okumaya kendimi zorlayamadığım için şimdi 50 sene sevmediğim şeyi yapmaya mecburum.

Eğer sen de böyle olmak istemiyorsan o zaman kendin karar ver,

kendini ikna ederek okumak mi daha iyi yoksa diğeri mi?''

cümlelerini söylerseniz o sizin onu hakikaten anladığınızın farkında olacak

ve ona destek olduğunuzu hissedecektir

Bu şekilde okumaya daha hevesli olacaktır.

5-ci en önemli kural-‘'Yalnışınız varsa, en kısa zamanda onu kabul edip karşınızdaki kişiyle empati kurun.'dur

Mesela, bir zamanlar ben restoran işletiyordum.

Oradaki kasiyer kasa işlemlerinde yanlışlık yapmış,

kayıtlara 40 tl yerine 400 tl para dahil oldu diye kaydetmişti.

Bunun sonucunda bizim vergiyi 10 defa daha fazla ödememiz gerekiyordu ve bu hiç de iyi bir durum değildi.

Ben bunu öğrendiğimde haliyle çok sinirlendim ve meseleyi elemanla konuşmak için onun yanına gittim.

Beni görür görmez konuşmama müsaade etmeden hemen özür dilemeye başladı.

Bana ‘'anlıyorum, yaptığım büyük yanlış. Utancımdan n'apacağımı bilmiyorum.

Dikkatsizlik ettiğimin farkındayım.

Çok işe yaramaz biriyim.

Bunu benim maaşımdan iki kat kesin, sonra da beni işten azat edin

Ne yapsanız haklısınız.

Benim gibi işeyaramaz birini işte tutmanız kabahat.'' dedi.

Ben de çocuğu azarlamaya hazırlanıyordum.

Böyle söylediği için çocuğa karşı tavrım hemen değişti ve ona ‘ bu kadar abartmaya gerek yok.

Hepimiz insanız, tabii ki, hata yapa biliriz.

Önemli olan yanlışlarımızdan ders çıkarıp onları tekrarlamamak.

Benim için sen değerli bir çalışansın.

Yaptığın yanlışı anlamak da bir erdemdir.''

Dedim ve bu konuya bir daha değmedim

Tabii ki, eğer kasiyer çocuk ‘restoran o anda çok yoğundu, bayağı müşteri vardı, garsonlar da bir taraftan rahatsız ediyordu,

herkes bir şey soruyordu, onun için o an yanlışlıkla hesapları karıştırdım.' deseydi ben daha fazla sinirlenecektim ve onu azarlayacaktım.

Çalışan çocuksa tam aksini yaptığı için hem benim gözümde daha fazla saygı kazandı, hem de benim sinirlerim yatıştı ve işimize eskisi gibi devam ettik.

Bunun için de ‘hatanız varsa onu hemen kabullenip, karşınızdaki kişiye empati gösterin.

Bunu yapmakla siz daha fazla etkili bir insan olacaksınız.

Eğer videoyu beğendiyseniz ve daha fazla bunun gibi videolar yapmamı istyorsanız

Youtube kanalıma abone olun.

Yeni videolar yüklediğimde hemen bildiri almak için zil tuşuna basın. Ayrıca, eğer videoyla size fayda verebildiysem,

işimizi değerlendiridiğinizi göstermek için videoyu Youtube'da beğenin

ve başkalarının da yararlanmasına yardımcı olmak istiyorsanız Facebook'da da paylaşın.

Teşekkürler.

Learn languages from TV shows, movies, news, articles and more! Try LingQ for FREE

Dost kazanma ve insanları etkileme sanatı - Dale Carnegie | Kitap Özeti |acquisition d'amis|||influence|art|Dale|Carnegie||Résumé ||||influence|art|Dale||| Amizade|ganhar amigos|e|as pessoas|influenciar pessoas|a arte de|Dale Carnegie|Carnegie|livro|resumo do livro |Freundschaft gewinnen|||Beeinflussen|die Kunst|Dale Carnegie|Carnegie|| |كسب الأصدقاء||الناس|تأثير|فن|ديل|||ملخص الكتاب 友人|友達作り|and|人々|影響を与える|技術|デール|カーネギー|本|要約 فن كسب الأصدقاء والتأثير في الناس - ديل كارنيجي | ملخص كتاب Die Kunst, Freunde zu gewinnen und Menschen zu beeinflussen – Dale Carnegie | Buchzusammenfassung Η τέχνη του να κερδίζεις φίλους και να επηρεάζεις τους ανθρώπους - Dale Carnegie | Περίληψη βιβλίου The art of winning friends and influencing people - Dale Carnegie | Book summary El arte de ganar amigos e influir sobre las personas - Dale Carnegie | Resumen del libro L'art de se faire des amis et d'influencer les gens - Dale Carnegie | Résumé du livre 友人を獲得し、人に影響を与える技術 - デール・カーネギー|書籍概要 De kunst vrienden te winnen en mensen te beïnvloeden - Dale Carnegie | Samenvatting van het boek Искусство завоевывать друзей и влиять на людей - Дейл Карнеги | Краткое содержание книги Konsten att vinna vänner och påverka människor - Dale Carnegie | Summary Мистецтво завойовувати друзів і впливати на людей - Дейл Карнегі | Короткий зміст книги

Dale Karnegi'nin “Dost kazanma ve insanları etkileme sanatı” isimli kitabi, |Carnegie||||||||livre |Carnegie's|Friendship|winning friends|||influence|art|| |Dale Carnegie|Amizade|ganhar amigos|e|as pessoas|influenciar pessoas|a arte de|intitulado|o livro Dale Carnegie|Dale Carnegie||Freundschaft gewinnen||||||das Buch |كارنيجي|||||||| ダール|カーネギーの|友達|人を得る|と|人々|影響|芸術|名の|本 ||||||wpływanie na ludzi||| كتاب ديل كارنيجي "فن كسب الأصدقاء والتأثير في الناس" ، "Die Kunst, Freunde zu gewinnen und Menschen zu beeinflussen" von Dale Karnegi, Dale Karnegi's book "The art of winning friends and influencing people", Le livre de Dale Carnegie intitulé "L'art de se faire des amis et d'influencer les gens",

insan ilişkileri konusunda yazılmış dünyadaki en etkili kitaplardan birisi. |العلاقات الإنسانية|في مجال|مكتوب|||فعال||أحدهم 人|人間関係|について|書かれた|世界の|人間関係|効果的な|本の中で|一冊 |relacionamentos humanos|sobre|escrita|do mundo||eficaz|dos livros|um من أكثر الكتب تأثيراً في العالم كتب عن العلاقات الإنسانية. Eines der einflussreichsten Bücher über menschliche Beziehungen in der Welt. One of the most influential books in the world written on human relations. est l'un des livres les plus efficaces au monde sur les relations humaines.

Eğer insanlarla ilişki kurmak becerinizi ve liderlik özelliğinizi geliştirmek istiyorsaniz ||relations humaines|établir des relations|votre compétence||leadership|caractéristique de leader|développer|si vous voulez ||||your skill|||your trait||if you want |as pessoas|relacionamento|estabelecer relacionamentos|sua habilidade||liderança|sua característica|desenvolver|vocês querem ||||Fähigkeit||Fähigkeit zur Führung|||wenn Sie ||علاقة|إقامة علاقات|مهارتك||القيادة|صفة القيادة|تطوير|إذا كنتم もし|人々と|関係|関係を築く|能力|と|リーダーシップ|特性|発展させる|もし望むなら إذا كنت ترغب في تحسين قدرتك على التفاعل مع الناس وقيادتك Wenn Sie Ihre zwischenmenschlichen Fähigkeiten und Führungsqualitäten verbessern möchten If you want to improve your ability to interact with people and your leadership Si vous souhaitez développer vos compétences en relations humaines et vos qualités de leadership

bu kitabi mutlaka okumalisiniz. |||vous devez lire |||you must read ||com certeza|deve ler |||Sie müssen lesen |||يجب أن تقرأ この|本|必ず|読むべきです يجب عليك بالتأكيد قراءة هذا الكتاب. müssen Sie dieses Buch lesen. You should definitely read this book. vous devez absolument lire ce livre. Você definitivamente deveria ler este livro.

Kitap 1937 senesinde yazilmiş olsa da, ||écrit|| book|in the year|written|was|even ||geschrieben|| 本|年に|書かれた|もしも|でも |no ano|escrito|se|mas بالرغم من أن الكتاب كتب عام 1937 ، Auch wenn das Buch 1937 geschrieben wurde, Although the book was written in 1937, Bien que le livre ait été écrit en 1937,

üzerinden 80 yıl geçmesine rağmen hala günümüzde olduğu gibi uygulanabilir. ||прошедших 80 лет|||||| ||passage du temps||||||applicable ||passing||||||applicable |ano|passar|apesar de|ainda|||como|aplicável ||vergehen|||||| ||مرور|رغم||في الوقت الحالي|يكون||قابل للتطبيق を通じて|年|経過する|にもかかわらず|今でも|現在でも|存在する|のように|適用可能な على الرغم من مرور 80 عامًا ، لا يزال من الممكن تطبيقه كما هو اليوم. 80 Jahre später ist sie immer noch so aktuell wie damals. Although 80 years have passed, it can still be applied as it is today. Bien que 80 ans se soient écoulés, il peut encore être appliqué comme aujourd'hui.

Bu sebepten dolayıdır ki, ||c'est à cause| |سبب|لذلك| ||deshalb| この理由で|この理由から|である|そのため |por isso|é por isso|que ولهذا السبب Aus diesem Grund, It is for this reason that C'est pour cette raison que,

kitap hala dünyanın şimdiye kadar gelmiş-geçmiş en çok satan kitaplarından biri sayılıyor. |||||venu|passé||||livres||est considéré ||||||||||||is considered ||||até agora||||||dos livros|| ||||||||||von den Büchern||gilt als ||العالم|حتى الآن|||الماضي|||الأكثر مبيعًا|من كتبه||يعتبر 本|まだ|世界の|これまで|まで|来た|過去の|英語|多くの|サタン|本の中で|の一つ|と見なされている لا يزال الكتاب يعتبر من أكثر الكتب مبيعًا في العالم على الإطلاق. gilt das Buch immer noch als eines der meistverkauften Bücher der Welt. The book is still considered one of the best-selling books of all time in the world. le livre est toujours considéré comme l'un des livres les plus vendus de tous les temps. Il libro è ancora considerato uno dei libri più venduti al mondo di sempre.

Kitaptan en önemli olan 5 altın kuralı sizlere iletmiş olacağız ||||règles d'or|règle||transmis| من الكتاب|أكثر|||ذهب|القاعدة|إليكم|قد أبلغ|سنكون |||||||übermitteln| 本から|最も|重要な|重要な|黄金|ルール|あなたたちに|伝えます| |||||||will convey| Wir werden Ihnen die 5 wichtigsten goldenen Regeln aus dem Buch vermitteln We will convey to you the 5 most important golden rules from the book. Nous allons vous transmettre les 5 règles d'or les plus importantes du livre. Vi trasmetteremo le 5 regole d'oro più importanti del libro.

Çoğu insan kendileri hakkında konuşmayı çok seviyor. معظم|الناس||||| Die meisten Menschen lieben es, über sich selbst zu sprechen. Most people love to talk about themselves. La plupart des gens aiment beaucoup parler d'eux-mêmes.

Her kişinin kendi geçmişi, başarıları, yetenekleri, hobileri ve bunun gibi diğer özellikleri kendileri için çok değerli. |||past|succès|talents|hobbies||||||||| |الشخص||الماضي|إنجازاتهم|المواهب|الهوايات الشخصية||هذا|||الميزات|أنفسهم|||قيمة |||Vergangenheit|Erfolge||Hobbys|||||Merkmale|||| ||||achievements|abilities|||||||||| تعتبر الخلفية والإنجازات والمواهب والهوايات والخصائص الأخرى لكل شخص ذات قيمة كبيرة بالنسبة لهم. Der eigene Hintergrund, die Errungenschaften, Talente, Hobbys und andere Merkmale sind für jeden Menschen sehr wertvoll. Each person's own background, achievements, talents, hobbies and other such features are very valuable to them. Chaque personne considère son propre passé, ses succès, ses talents, ses hobbies et d'autres caractéristiques de ce genre comme très précieux. Çünkü her kişi kendi hayat filminin baş rol oyuncusudur. |||||film|head||acteur |||||فيلم|رئيسي|دور|هو اللاعب |||||des Films|||Hauptdarsteller لأن كل شخص هو الممثل الرئيسي لفيلم حياته. Denn jeder Mensch ist der Protagonist seines eigenen Lebensfilms. Because each person is the leading actor of his own life movie. Parce que chaque personne est le personnage principal de son propre film de vie.

Karnegiye göre, eğer etkili olmak ve karşındakı insanın sevgi ve saygısını kazanmak istiyorsanız, Selon Carnegie||||||la personne en face||||respect de|| كارنيجي يقول|وفقاً|إذا كنت||أن تكون||الشخص الذي أمامك|الإنسان|حب||احترامه|تحقيق| Karnegiye zufolge||||||||||Respekt|| according to Carnegie|||||||||||| وفقًا لبطاقة الأداء ، إذا كنت تريد أن تكون فعالاً وتحظى بحب واحترام الشخص الآخر ، Laut dem Bericht, wenn Sie effektiv sein wollen und die Liebe und den Respekt der anderen Person zu gewinnen, According to the scorecard, if you want to be effective and gain the love and respect of the other person, Selon Carnegie, si vous voulez être influent et gagner l'amour et le respect de la personne en face de vous,

o zaman o kişi ile yakından ilgilenmeniz, ||||||votre intérêt |||||عن كثب|اهتمامك ||||||interessieren إذًا يجب أن تعتني بهذا الشخص عن كثب ، dann ist es wichtig, dass Sie sich intensiv mit dieser Person befassen, then you should take care of that person closely, alors vous devez vous intéresser de près à cette personne.

ona kendisi ile ilgili sorular sormanız ve ona kendisi hakkında konuşması için fırsat yaratmanız gerekiyor. |||||vos questions|||||||occasion opportunité|créer| |نفسه||||||||||||| |||||||||||||schaffen| عليك أن تسأله أسئلة عن نفسه وأن تخلق له فرصًا للتحدث عن نفسه. Sie müssen ihr Fragen über sich selbst stellen und ihr Gelegenheit geben, über sich selbst zu sprechen. You need to ask him questions about himself and give him the opportunity to talk about himself. Vous devez lui poser des questions sur elle-même et lui donner l'occasion de parler d'elle-même.

Aynı zamanda da çok iyi bir dinleyici olmanız gerekiyor. ||||||auditeur|| ||||||Zuhörer|| أنت أيضًا بحاجة إلى أن تكون مستمعًا جيدًا جدًا. Sie müssen auch ein sehr guter Zuhörer sein. You also need to be a very good listener. En même temps, vous devez être un très bon auditeur.

İnsanlar için iyi bir muhabbet eden kişi, fazla konuşan biri değil, ||||conversation|||||| المتحدث الجيد للناس ليس الشخص الذي يتحدث كثيرًا ، Ein guter Gesprächspartner für Menschen, nicht jemand, der zu viel redet, A good talker for people is not someone who talks too much, Une personne qui est un bon interlocuteur pour les autres n'est pas quelqu'un qui parle trop.

onları iyi dinleyen ve onlarla ilgilenen insanlardır. ||qui écoute|||concerned| إنهم أناس يستمعون إليهم جيدًا ويهتمون بهم. sind Menschen, die ihnen gut zuhören und sich um sie kümmern. They are people who listen to them well and take care of them. Ce sont des personnes qui écoutent bien et s'intéressent à eux.

Ben eskiden bunları kaide almazdım |||règle|je ne prenais ||||nicht beachten اعتدت أن لا أعتبرهم ركائز Früher habe ich diese Dinge ignoriert. I used to not buy these as pedestals Avant, je ne tenais pas compte de cela. Non li compravo come piedistalli

ve sabırsızlıkla karşımdaki kişi ile yalnız kendi ilgi alanlarım hakkında konuşacağım zamanı beklerdim. ||la personne en face||||||mes domaines d'intérêt||||j'attendrais |||||||||||الوقت|كنت سأنتظر ||||||||||||ich würde warten وكنت أنتظر بفارغ الصبر الوقت الذي سأتحدث فيه مع الشخص الآخر فقط عن اهتماماتي الخاصة. und ich wartete ungeduldig auf den Zeitpunkt, an dem ich mit der anderen Person nur über meine eigenen Interessen sprechen konnte. and I would wait impatiently for the time when I would talk to the other person only about my own interests. Et j'attendais impatiemment le moment où je pourrais parler uniquement de mes propres intérêts avec la personne en face de moi.

Karşımdaki kişi konuştuğu zaman onun lafının bitmesini ||quand il parle|||de ses|fin الشخص الذي أمامي||يتحدث|||| Karşımda duran|||||| |||||Wort| عندما يتحدث الشخص الذي أمامي ، أريد أن ينتهي Wenn die andere Person spricht, möchte ich nicht, dass sie aufhört zu sprechen. When the person in front of me speaks, it is necessary Quand la personne en face de moi parle, j'attends qu'elle ait fini de parler Quando la persona di fronte a me parla, voglio che abbia finito.

ve konuyu hemen değiştirip istediğim konuda konuşa bileceğim anı iple çekerdim. |||changer||sujet thème|parler|je pourrais|moment|with a rope|je tirerais |||||||ich sprechen||mit Freude|ich würde ziehen وكنت أتطلع إلى اللحظة التي يمكنني فيها تغيير الموضوع والتحدث عن أي شيء أريده. und ich freute mich auf den Moment, in dem ich das Thema wechseln und über alles reden konnte, was ich wollte. And I looked forward to the moment when I could change the subject and talk about anything I wanted. et je guette le moment où je pourrai changer de sujet et parler de ce que je veux. e non vedevo l'ora che arrivasse il momento in cui avrei potuto cambiare argomento e parlare di tutto ciò che volevo.

Benim gibi binlerce, milyonlarca insan bunun aynısını yapıyor. ||||||the same| الآلاف ، الملايين من الناس مثلي يفعلون الشيء نفسه. Tausende, Millionen von Menschen wie ich tun das Gleiche. Thousands, millions of people like me are doing the same. Des milliers, voire des millions de personnes comme moi font exactement la même chose.

Bu durumu göz önünde canlandırmak için bir örneğe bakalım; |||devant de|visualiser|||exemple| ||||veranschaulichen|||Beispiel| |Bu durumu||||||| دعونا نلقي نظرة على مثال لتصور هذا الموقف ؛ Lassen Sie uns diese Situation an einem Beispiel veranschaulichen; Let's look at an example to visualize this situation; Diamo un'occhiata a un esempio per visualizzare questa situazione;

Diyelim ki, bu Alidir. |||Ali |||Ali لنفترض أن هذا هو علي. Nehmen wir an, es ist Al. Let's say this is Ali. Disons que c'est Ali.

O, en çok futbol, sinema ve gitarla ilgileniyor. ||||||guitar| ||||||Gitar spielen|interessiert sich يهتم في الغالب بكرة القدم والسينما والغيتار. Sein größtes Interesse gilt dem Fußball, dem Kino und der Gitarre. He is mostly interested in football, cinema and guitar. Il s'intéresse surtout au football, au cinéma et à la guitare.

Ali de herkes gibi başkaları ile yalnız kendi ilgi alanları hakkındakı konularda konuşmayı seviyor. ||||d'autres personnes|||||areas|ses sujets||| ||||||||||über die||| مثل أي شخص آخر ، يحب علي التحدث إلى الآخرين فقط في الأمور المتعلقة بمصالحه الخاصة. Ali spricht wie alle anderen auch nur über seine eigenen Interessen. Like everyone else, Ali likes to talk to others only on topics of his own interest. Ali, comme tout le monde, aime parler avec les autres seulement des sujets qui l'intéressent.

Ali Tuğba isimli bir kızdan hoşlanıyor ve Tuğba'nın ilgisini çekmeye çalışıyor. |Tuğba||||||de Tuğba|attention|| ||named|||||||| |||||||Tuğba's||| يحب علي فتاة تدعى Tugba ويحاول جذب انتباه Tugba. Ali mag ein Mädchen namens Tuğba und versucht, ihre Aufmerksamkeit zu gewinnen. Ali likes a girl named Tugba and tries to get Tugba's attention. Ali aime une fille nommée Tuğba et essaie d'attirer son attention.

Tuğbaysa keman, bilgisayar oyunları ve tenis ile ilgileniyor. Tuğbaysa|||jeux|||| Tuğbaysa|Geige|||||| تهتم Tuğbaysa بالكمان وألعاب الكمبيوتر والتنس. Tuğbaysa interessiert sich für Geige, Computerspiele und Tennis. Tuğbaysa is interested in violin, computer games and tennis. Tuğba s'intéresse au violon, aux jeux vidéo et au tennis.

Tuğba her seferinde Ali ile kendi ilgi alanları hakkında konuşmaya başladığında Ali ona tepki vermiyor ||à chaque fois|||||||||||réaction|ne réagit pas |||||her|interest|||||||| في كل مرة تبدأ توغبا في التحدث إلى علي حول اهتماماتها ، لا يتفاعل علي معها. Jedes Mal, wenn Tugba beginnt, mit Ali über ihre Interessen zu sprechen, reagiert Ali nicht auf sie. Every time Tugba starts talking to Ali about her interests, Ali does not react to her. Chaque fois que Tuğba commence à parler à Ali de ses centres d'intérêt, Ali ne réagit pas.

ve sabırsızlıkla Tuğba'nın lafını bitirmesini bekleyip, konuyu değiştiriyor |||parole|finish|en attendant||change de sujet |||Äußerung||wartend|| وتنتظر توجبا بفارغ الصبر إنهاء حديثها ، غيرت الموضوع und wartet ungeduldig darauf, dass Tugba ausspricht und das Thema wechselt and waits impatiently for Tugba to finish her sentence and changes the subject. et attend avec impatience que Tuğba termine de parler, changeant de sujet

ve futbol hakkında konuşmaya başlıyor. وبدأ يتحدث عن كرة القدم. und er fängt an, über Fußball zu reden. and he starts talking about football. et commence à parler de football.

Tuğba Ali ile konuşmanın onun ilgisini çekmediğini anlıyor ve ondan uzaklaşmaya başlıyor. |||de parler|||ne pas attirer||||s'éloigner| |||das Gespräch|||nicht interessiert||||| تدرك توغبا أن التحدث إلى علي لا يثير اهتمامها ويبدأ في الابتعاد عنه. Tuğba merkt, dass sie nicht an einem Gespräch mit Ali interessiert ist und entfernt sich von ihm. Tugba realizes that talking to Ali doesn't interest her and starts to move away from him. Tuğba comprend que parler avec Ali ne l'intéresse pas et commence à s'éloigner de lui.

Şimdi, Ali'nin Tuğba'nın dediklerini çok iyi dinlediğini, |||ce qu'elle a dit||| |||was Tuğba gesagt hat||| الآن ، استمع علي جيدًا لما قاله توجبا ، Ich habe gelernt, dass Ali sehr gut auf das hört, was Tugba sagt, Now, Ali listened very well to what Tugba said, Maintenant, pensez qu'Ali écoute très attentivement ce que Tuğba dit,

daha çok kendisi değil onun konuşmasına fırsat verdiğini düşünün. |||||à parler||| فكر في الأمر على أنه يمنحه الفرصة للتحدث بدلاً من نفسه. anstatt ihn sprechen zu lassen. Think of it as giving him the opportunity to speak rather than himself. qu'il donne plus d'opportunité à elle de parler qu'à lui.

Diyelim ki, Tuğba kemanla ilgili konuştuğu zaman, |||au violon||| |||mit der Geige||| دعنا نقول عندما يتحدث توجبا عن الكمان ، Sagen wir, wenn Tugba über die Geige spricht, Let's say when Tugba talks about the violin, Disons que, lorsque Tuğba parle du violon,

ona bu konuda sorular soruyor ve konunun onun ilgisini nasıl çektiğini gösteriyor. ||||||sujet||||a attiré| تسأله أسئلة حول هذا الموضوع وتبين كيف أثار الموضوع اهتمامه. Er stellt ihm Fragen dazu und zeigt, wie sehr ihn das Thema interessiert. she asks him questions about it and shows how the subject interests him. Elle pose des questions sur ce sujet et montre comment cela a attiré son intérêt.

Bununla da Tuğba kendisi hakkında konuştuğu için kendini mutlu hissediyor. ومع ذلك ، تشعر Tuğba بالسعادة لأنها تتحدث عن نفسها. Damit fühlt er sich glücklich, dass Tuğba über ihn spricht. However, Tuğba feels happy because she is talking about herself. De ce fait, Tuğba se sent heureuse parce qu'elle parle d'elle-même.

Ali'nin bu davranışı onda oyle bir etki yaratıyor ki, sanki Ali ile zaman geçirmek ona kendini iyi hissettiriyor ||||tellement|||||||||||||faire sentir |dieses|||so||||||||||||| يؤثر سلوك علي عليه كثيرًا بحيث يشعر وكأن قضاء الوقت مع علي يجعله يشعر بالرضا. Alis Verhalten hat eine Wirkung auf ihn, als ob er sich durch die Zeit mit Ali gut fühlt. Ali's behavior has such an effect on him that it feels like spending time with Ali makes him feel good. Le comportement d'Ali a un tel effet sur elle qu'on dirait que passer du temps avec Ali la fait se sentir bien.

ve dolayısıyla Ali'ye karşı pozitif duygular beslemeye başlıyor. ||à Ali|||sentiments|des sentiments| ||||||hegen| وبالتالي يبدأ في الشعور بمشاعر إيجابية تجاه علي. und beginnt daher, Ali gegenüber positive Gefühle zu hegen. and therefore he begins to have positive feelings towards Ali. et donc elle commence à avoir des sentiments positifs envers Ali.

Bu sebeple hem Tuğba kendini daha iyi hissetmiş oluyor, hem de Ali Tuğba'dan yeni, |cette raison||||||se sent mieux|||||de Tuğba| |||||||gefühlt|||||Tuğba von| لهذا السبب يشعر توجبا بتحسن ، وجديد علي توجبا ، Aus diesem Grund fühlt sich sowohl Tuğba besser und Ali ist neu von Tuğba, For this reason, Tugba feels better, and Ali Tugba's new, Pour cette raison, Tuğba se sent mieux, et Ali apprend de nouvelles choses de Tuğba qu'il ne connaissait pas du tout. hiç bilmediği şeyleri oğreniyor ve en önemlisi de Tuğba Ali'ni daha yakın hissetmiş oluyor. |didn't know||apprend||||||Ali|||| |die er nicht||||||||Ali's|||sich näher| يتعلم أشياء لم يعرفها من قبل ، والأهم من ذلك أنه يشعر بأن توجبا علي أقرب. Sie lernt Dinge, die sie nicht wusste, und vor allem fühlt sich Tuğba Ali näher. He learns things he never knew, and most importantly, he feels Tugba Ali closer. Et surtout, Tuğba se sent beaucoup plus proche d'Ali.

Böylece, bu örnekten çıkan en mühim sonuç şu; ||cet exemple|||important|| ||Beispiel|||wichtigsten|| وبالتالي فإن أهم استنتاج من هذا المثال هو: Die wichtigste Schlussfolgerung aus diesem Beispiel ist also diese; Thus, the most important conclusion from this example is: Ainsi, la conclusion la plus importante qui ressort de cet exemple est la suivante ;

‘İnsanlara derinden ilgi göster ve onlara kendileri hakkında konuşmaları için fırsat ver'. |profondément||montrer|||||conversations||| |von Herzen|||||||||| "اهتم بعمق بالناس وامنحهم الفرصة للتحدث عن أنفسهم". sich intensiv um die Menschen kümmern und ihnen die Möglichkeit geben, über sich selbst zu sprechen". 'Take a deep interest in people and give them the opportunity to talk about themselves'. ‘Montrez un intérêt profond aux gens et donnez-leur l'occasion de parler d'eux-mêmes'.

Karnegi'nin 2. En önemli nasihatı; |||advice |||Rat |||advice ثاني أهم نصيحة كارنيجي ؛ Der zweitwichtigste Ratschlag von Karnegi; Karnegi's second most important advice; Le 2ème conseil le plus important de Carnegie ;

‘Başkalarının sizin için bir şey yapmasını istediğinizde, ||||||quand vous voulez der anderen||||||wenn Sie wollen عندما تريد أن يفعل الآخرون شيئًا من أجلك ، Wenn du willst, dass andere etwas für dich tun, 'When you want others to do something for you, «Lorsque vous souhaitez que les autres fassent quelque chose pour vous,

onlara müracaat ederken kendinizin kazanacağı faydadan değil, |demande|en faisant|vous-même|will gain|avantage| |التقدم||||| |application||||| ||||Sie gewinnen|Vorteil| ليس من أجل الفائدة التي ستكتسبها من خلال التقدم إليها ، und nicht wegen des Nutzens, den Sie aus Ihrer Bewerbung ziehen, not for the benefit that you will gain yourself in applying to them, parlez plutôt des avantages que la personne devant vous obtiendra en le faisant,

bunu yapmakla karşınızdaki kişinin hangi avanatajlar edineceğinden bahsedin.' |faire cela|la personne en face|||avantages|will gain| ||||||erwerben wird| تحدث عن الفوائد التي سيكسبها الشخص الآخر من خلال القيام بذلك. welche Vorteile die andere Person dadurch erlangt". talk about what benefits the other person will gain by doing this.' et non pas de ce que vous gagnerez en le faisant.»

Mesela, ben, bu yeni açtığımız Youtube kanalının 1 ay içinde 1000 üyesi olmasını hedef koydum. ||||ouvert||chaîne|||||objectif| ||||wir eröffneten||des neuen YouTube-Kanals|||||| على سبيل المثال ، قمت بتعيين هدف لقناة Youtube المفتوحة حديثًا هذه أن تضم 1000 عضوًا في غضون شهر واحد. Ich habe mir zum Beispiel das Ziel gesetzt, dass dieser neue Youtube-Kanal innerhalb eines Monats 1000 Mitglieder hat. For example, I set a target for this newly opened Youtube channel to have 1000 members within 1 month. Par exemple, moi, j'ai fixé comme objectif d'atteindre 1000 abonnés sur notre nouvelle chaîne Youtube dans un mois.

Bunun için eğer ben size ‘'Lütfen, kanalıma abone olun. Çünkü hedefim kanalın 1 aya 1000 abonesinin olması, ||||||ma chaîne|||Parce que|objectif|||abonné| |||||||||||||Abonnenten| لهذا ، إذا قلت لك "من فضلك ، اشترك في قناتي. لأن هدفي هو أن يبلغ عدد المشتركين في القناة 1000 مشترك في شهر واحد ، Wenn ich also zu Ihnen sage: "Bitte abonnieren Sie meinen Kanal. Denn mein Ziel ist es, 1000 Abonnenten in 1 Monat zu haben, For this, if I tell you "Please, subscribe to my channel. Because my goal is for the channel to have 1000 subscribers in 1 month, Pour cela, si je vous disais : 'S'il vous plaît, abonnez-vous à ma chaîne. Parce que mon objectif est d'avoir 1000 abonnés en un mois,

nolursunuz abone olun' desem, tabi ki, s'il vous plaît|||je dirais|| bitte||||| إذا قلت "الرجاء الاشتراك" ، بالطبع ، "Bitte abonnieren", natürlich, please subscribe, of course, s'il vous plaît abonnez-vous,' bien sûr,

bu sizin umurunuzda bile olmayacak. ||votre âge|| ||interessiert|| لن تهتم حتى. wird es Ihnen egal sein. You won't even care. Cela ne vous concernera même pas.

Çünkü hiçkimseyi başkalarının kazanacağı fayda ilgilendirmiyor. |personne|||avantage|n'intéresse |||||interessiert nicht لأنه لا أحد يهتم بالفائدة التي سيحصل عليها الآخرون. Denn niemand kümmert sich um den Nutzen für andere. Because nobody cares about the benefit that others will gain. Parce que personne ne s'intéresse aux bénéfices que d'autres vont tirer.

Fakat bu videoyla ben hakikaten size fayda vermiş olsam, mais||avec cette vidéo||vraiment||bien||si j'étais ||dem Video|||||| ولكن إذا ساعدتك حقًا في هذا الفيديو ، Aber wenn ich Ihnen mit diesem Video wirklich einen Gefallen getan habe, But if I really helped you with this video, Mais si avec cette vidéo j'ai vraiment pu vous apporter un bénéfice,

hayatınıza küçücük de olsa pozitif bir katkım olsa ve video bittikten sonra votre vie|tout petit|||||contribution||||| |winzig|||||||||| حتى لو كان لدي مساهمة إيجابية صغيرة في حياتك وبعد انتهاء الفيديو Ich wünschte, ich könnte einen positiven Beitrag zu Ihrem Leben leisten, auch wenn es nur ein kleiner ist, und wenn das Video zu Ende ist. Even if I have a small positive contribution to your life and after the video is over si je peux apporter une petite contribution positive à votre vie et après la vidéo

size ‘'Eger bu türde olan başka videolar yükledikte kaçırmak istemiyorsanız, |si vous voulez||ce genre||||téléchargez|miss|if you don't |Wenn||dieser Art|||||verpassen|nicht wollen "إذا كنت لا تريد أن تفوتك عند تحميل مقاطع فيديو أخرى من هذا النوع ، "Wenn wir weitere Videos dieser Art hochgeladen haben und Sie sie nicht verpassen wollen, "If you don't want to miss when you upload other videos of this type, si vous ne voulez pas manquer d'autres vidéos de ce genre que nous publions,

hemen bildiri almak için Youtube kanalımdaki Abone ol butonuna tıklayıp |subscribe||||dans ma chaîne|||bouton|cliquer |Benachrichtigung erhalten||||meinem Kanal|||| انقر فوق الزر "اشتراك" في قناتي على Youtube لتلقي الإشعارات على الفور. Klicken Sie auf die Schaltfläche Abonnieren auf meinem Youtube-Kanal, um sofort benachrichtigt zu werden Click the Subscribe button on my Youtube channel to receive notifications immediately. cliquez sur le bouton Abonner sur ma chaîne YouTube pour recevoir immédiatement des notifications

sonra da zil butonuna tıklayın.'' desem ||sonnerie||cliquez| ||Taste||| ثم انقر فوق زر الجرس. und klicken Sie dann auf die Glockentaste. Then click the bell button. ensuite, cliquez sur le bouton de la cloche.'' dis-je

bu daha etkili olacak. سيكون هذا أكثر فعالية. wird dies effektiver sein. This will be more effective. ce sera plus efficace.

Çünkü ben burada benim hedefimden, 1000 aboneye ulaşmak isteğimden değil, ||||de ma cible|abonnés||mon souhait| |||||||meinem Wunsch| لأنني هنا ليس بسبب هدفي ، رغبتي في الوصول إلى 1000 مشترك ، Denn ich bin nicht wegen meines Ziels hier, nicht weil ich 1000 Abonnenten erreichen will, Because I am here not because of my goal, my desire to reach 1000 subscribers, Parce que je ne parle pas ici de mon objectif, de mon souhait d'atteindre 1000 abonnés,

başka videoları izlemekle kendinizi geliştirebilmek imkanınızdan bahs ediyorum. ||regarder d'autres vidéos||développer vos compétences|votre possibilité|parler de| ||||entwickeln können|Ihrer Möglichkeit|spreche| أنا أتحدث عن إمكانية تحسين نفسك من خلال مشاهدة مقاطع فيديو أخرى. Ich spreche von der Möglichkeit, sich durch das Ansehen anderer Videos zu verbessern. I'm talking about the possibility of improving yourself by watching other videos. Je parle de votre possibilité de vous améliorer en regardant d'autres vidéos.

Zira bu büyük ihtimalle sizin ilginizi çekecektir. Cumin|||probablement|||attirera Denn||||||wecken wird سيكون هذا على الأرجح موضع اهتمامك. Denn das wird Sie wahrscheinlich interessieren. This will most likely interest you. En effet, cela est très probablement susceptible de vous intéresser.

Karnegi bu konuyla ilgili çok güzel bir örnek veriyor; Carnegie|||||||| Karnegi|||||||| كارنيجي يعطي مثالا جيدا جدا في هذا الموضوع ؛ Karnegi gibt dafür ein sehr gutes Beispiel; Karnegi gives a very good example on this subject; Carnegie donne un très bel exemple à ce sujet ;

Balık tutmaya gittiğimizde oltanın ucuna solucan takmamız gerekir. ||nous sommes allés|fishing rod||ver de terre|mettre un ver| |||الصنارة|||| ||||||wir einen Wurm anbringen| عندما نذهب للصيد ، نحتاج إلى وضع دودة في نهاية صنارة الصيد. When we go fishing, we need to put a worm on the end of the fishing rod. Lorsque nous allons pêcher, nous devons attacher un ver au bout de la canne.

Çünkü balığın onu sevdiğini ve sırf onun için oltaya doğru geldiğini biliyoruz |du poisson||||just|||hameçon|||nous savons |der Fisch|||||||||| لأننا نعلم أن السمكة تحبه وهو على الخطاف فقط من أجله 'Cause we know the fish love him and he's coming straight for the hook Parce que nous savons que le poisson l'aime et vient vers l'hameçon juste pour ça.

Bizim kendimiz çok şeyi, mesela pasta yemeyi sevebiliriz. |nous-mêmes||||||nous pouvons aimer |||||||wir können We ourselves can like many things, such as eating cake. Nous pouvons aimer beaucoup de choses, par exemple manger du gâteau.

Ama oltanın ucuna pasta koyarsak, ||||nous mettons |Angelrute|||wir legen Aber wenn wir einen Kuchen an das Ende des Hakens hängen, But if we put cake on the end of the fishing line, Mais si nous mettons un gâteau au bout de la canne à pêche,

büyük ihtimalle pasta balığın ilgisini çekmeyecektir ve bununla da biz balık tutamayacağız. |||||attirer||||||nous ne pêcherons pas |||||||||||fischen werden Most likely the cake will not appeal to the fish and we will not be able to fish with it. il est très probable que le gâteau n'attire pas l'attention du poisson et donc nous ne pourrons pas pêcher de poisson.

Bunun için de hep karşınızdaki kişinin ilgilendiği şeylere hitap edin. ||||||||s'adresser| ||||||||ansprechen| Sprechen Sie dabei immer die Dinge an, für die sich Ihr Gegenüber interessiert. For this, always address the things that the other person is interested in. Pour cela, adressez-vous toujours aux choses qui intéressent la personne en face de vous.

Karneginin 3. çok önemli tavsiyesi şöyle ; Son|||conseil| des Zeugnisses|||Empfehlung| The 3rd very important advice of the report card is as follows; La troisième recommandation très importante de Karnegi est la suivante ;

‘İnsanların iyi özelliklerini onlara söyleyin ve onlara önemli kişi olduklarını hissettirin.' ||||dites-leur||||||faire sentir ||خصائص|||||||| ||||||||||fühlen lassen 'Tell them about people's good qualities and make them feel important.' ‘Dites aux gens leurs bonnes qualités et faites-leur sentir qu'ils sont des personnes importantes.'

Hayatta insanı motive eden ve hayata bağlayan birkaç şey varsa, ||||||liant||| If there are a few things in life that motivate and connect people to life, S'il y a quelques choses qui motivent et lient une personne à la vie,

onlardan en önemlisi insanın kendini önemli hissetmesidir. ||le plus important||||se sentir ||||||sich wichtig fühlen The most important of them is to feel important. Le plus important d'entre eux est que l'homme se sente important.

Mesela, sizin bir tanıdığınız gitar çalıyor ve siz de bunu oğrenmek istiyorsunuz. |||que vous connaissez|||||||apprendre| ||||||||||lernen| For example, someone you know plays the guitar and you want to learn about it. Par exemple, vous avez un ami qui joue de la guitare et vous souhaitez apprendre cela.

Eğer siz ona ‘ben gitarı çok seviyorum ve gitar çalmayı bana da öğretmeni istiyorum' söylerseniz ||||guitare||||guitare|||||| ||||die Gitarre|||||||||| If you tell him 'I love the guitar and I want him to teach me how to play' Si vous lui dites ‘j'aime beaucoup la guitare et je veux que tu m'apprennes à jouer de la guitare’

o kişi belki size bazı şeyleri oğretmeye çalışacaktır. ||||||enseigner|will try |||||||wird versuchen maybe that person will try to teach you some things. Cette personne essaiera peut-être de vous enseigner certaines choses.

Fakat, muhtemelen o kişi kendiliğinde zamanının az olmasını |probablement|||de lui-même|de temps|| ||||von selbst||| However, it is likely that the person has little time for himself Cependant, cette personne pensera probablement qu'elle a peu de temps à consacrer.

ve oğrenmek istiyorsanız gidip özel hoca tutmanız gerektiğini düşünecektir. |||||professeur privé|vous devez engager||pensera ||||||einen Privatlehrer engagieren|| and if you want to learn, he will think that you should go and hire a private tutor. Et si vous voulez apprendre, vous devrez probablement engager un professeur particulier.

Eğer bu durum uzun süre devam ederse o bir süre sonra ya zamanının olmadığını If this situation continues for a long time, he will not have time after a while. Si cette situation persiste longtemps, il finira par dire qu'il n'a pas de temps

ve hoca tutmanız gerektiğini söyleyecek, ||||va dire and the teacher will tell you to keep et qu'il faudra que vous engagiez un professeur,

ya da kendiliğinde sizin ne kadar yüzsüz biri olduğunuzu ve onun zamanına saygı duymadığınızı düşünecektir. ||||||sans vergogne|||||temps||que vous n'avez pas entendu| ||||||frech|||||||nicht respektieren| Oder er wird denken, dass Sie eine unverschämte Person sind und dass Sie seine Zeit nicht respektieren. or he will spontaneously think how brazen you are and not respecting his time. ou bien il pensera de lui-même à quel point vous êtes impudent et que vous ne respectez pas son temps.

Her iki durumda siz istediğiniz sonucu almamış olacaksınız. ||||||n'aurez pas|vous obtiendrez ||||||nicht erhalten| In beiden Fällen werden Sie nicht das gewünschte Ergebnis erzielen. In either case, you will not get the result you want. Dans les deux cas, vous n'obtiendrez pas le résultat que vous souhaitez.

Bir de duruma şu açıdan bakalım. ||||point de vue| Let's look at the situation from this angle. Regardons la situation sous cet angle.

Diyelim ki, siz ona ‘yalnız onun gitar çalmasının hayranı olduğunuzu, onu ne kadar çok takdir ettiğinizi ||||seulement|||joue|fan||||||| |||||||spielen|bewunderst||||||schätzen| Sagen wir, Sie sagen ihm, dass Sie nur ein Fan seines Gitarrenspiels sind und wie sehr Sie ihn bewundern. Let's say you tell him you're just a fan of his guitar playing, how much you appreciate him. Disons que vous lui dites que vous êtes seulement admirateur de sa façon de jouer de la guitare, à quel point vous l'appréciez beaucoup.

ve başkasının değil yalnız o kişinin size gitar çalmayı öğretmesinin önemli olduğunu söylüyorsunuz. |someone else's||||||||qu'il vous enseigne|||vous dites |||||||||lehren||| and you say it's important that only that person teaches you how to play the guitar, not someone else. et vous dites qu'il est important que seulement cette personne vous enseigne à jouer de la guitare, et non quelqu'un d'autre.

Üstelik, onun zamanını almayı istemediğinizi Moreover||son temps||que vous ne voulez pas ||||Sie nicht wollen Besides, you don't want to take up his time. De plus, vous soulignez que vous ne souhaitez pas prendre son temps

ve onun zamanının ne kadar değerli olduğunu anladığınızı vurguluyorsunuz. |||||||vous avez compris|vous soulignez |||||||Sie verstehen| and you emphasize that you understand how valuable his time is. et que vous comprenez combien son temps est précieux.

Bu durumda, büyük olasılıkla, karşınızdaki kişi hiçbir karşılık beklemeden |||probablement||||réponse|sans attendre In this case, most likely, the other person without expecting anything in return Dans ce cas, il est très probable que la personne en face de vous n'attende aucune réciprocité.

size gitar çalmayı öğretmeyi cani-gönülden isteyecektir |||enseigner|avec passion|de tout cœur|voudra ||||||wird wollen würde er dir gerne das Gitarrespielen beibringen. he will want to teach you how to play the guitar la taille voudra vraiment enseigner à jouer de la guitare

ve bundan hakikaten de zevk alacaktır. |||||aura plaisir |||||werden genießen und es wird ihm wirklich Spaß machen. and he will really enjoy it. et en tirera vraiment du plaisir.

Nitekim, o kendini önemli hissetmekle, en effet||||se sentir important In der Tat||||fühlen In der Tat, er fühlt sich wichtig, Indeed, by feeling important, En effet, il se sent important en faisant cela,

siz ise gitar çalmayı öğrenmekle bu durumdan karlı çıkmış olacaksınız. ||||en apprenant|||bénéfique|| ||||das Lernen|||profitieren|| und Sie werden vom Erlernen des Gitarrenspiels profitieren. you will benefit from this situation by learning to play the guitar. vous en profiterez en apprenant à jouer de la guitare.

Karnegi'nin 4-cü hayatınızı değiştirecek tavsiyesinden biri eleştirmemekle ilgilidir. |4ème|vie|changer de vie|de ses conseils||ne pas critiquer|relates to كارنيجي||||||| ||Leben|verändern wird|||nicht kritisieren| Einer der 4 lebensverändernden Ratschläge von Karnegi lautet, nicht zu kritisieren. One of Karnegi's 4th life-changing advice is about not criticizing. L'un des conseils de Carnegie qui changera votre vie est lié à ne pas critiquer.

Karnegi şöyle nasihat ediyor; ||conseil| Carnegie conseille ceci :

‘'Hiçbir zaman insanları eleştirmeyin. |||ne critiquez pas |||kritisiert Ne critiquez jamais les gens.

Aynı zamanda, onlara ‘Senin bu fikrin yanlış.' At the same time, he told them, 'Your idea is wrong.' En même temps, ne leur dites pas : 'Cette idée que tu as est fausse.'

Ve ya ‘Senin bu haraketin yanlıştır' demeyin. ||||action|est incorrecte|ne dites pas |||||falsch| Ou 'Ton acte est erroné.'

Bunu yapmak etrafınızdaki insanların sizden uzaklaşmasına sebep olacaktır. ||autour de vous|||s'éloignent|| ||um Sie herum|||sich von Ihnen entfernen|| Doing so will cause people around you to turn away from you. Faire cela va amener les personnes autour de vous à s'éloigner.

Çünkü böyle yaptıkta, karşınızdaki kişi otomatik olarak kendini koruma moduna geçecek, ||faites cela|||automatiquement|||protection|mode|passera en mode ||||||||Schutzmodus|Modus| Because when you do that, the other person will automatically go into self-protection mode, Parce qu'en agissant ainsi, la personne en face de vous va automatiquement passer en mode protection.

düşüncesinin ve ya hareketinin doğru olduğunu kanıtlamak isteyecektir. sa pensée|||action|||prouver| seiner Meinung||||||beweisen| wird er beweisen wollen, dass sein Denken oder Handeln richtig ist. He will want to prove that his thought or action was correct. Elle voudra prouver que sa pensée ou son action est correcte.

Sonuç itibariyle, kendisi de yaptığı hareketin ve ya savunduğu şeyin doğru olduğuna inananacaktır. |en conséquence||||action|||qu'il défend||||croirea ||||||||vertritt||||wird glauben As a result, he himself will believe that what he is doing or defending is right. En fin de compte, il croira également que l'action qu'il a faite ou ce qu'il défend est juste.

Bunun için her zaman karşınızdaki kişi ile empati kurup, |||||||empathy|établir une empathie |||||||Empathie aufbauen|Empathie aufbauen For this, always empathize with the person in front of you, Pour cela, essayez toujours d'établir de l'empathie avec la personne en face de vous,

kendinizi onun yerinde hissedin ve o hareketi niye yaptığını ve ya o fikri neden söylediğini anlamaya çalışın. vous-même|||ressentez|||mouvement||||||||dit|| Feel yourself in his place and try to understand why he did that move or why he said that idea. ressentez-vous à sa place et essayez de comprendre pourquoi il a agi ainsi ou pourquoi il a dit cette idée.

Bu durumda, karşınızdaki kişi sizin onu hakikaten anladığınızı görür In diesem Fall sieht die andere Person, dass Sie sie wirklich verstehen. In this case, the other person sees that you truly understand him. Dans ce cas, la personne en face de vous voit que vous l'avez réellement comprise

ve o da size karşı anlayışlı olmaya başlar |||||compréhensif|| und er wird anfangen, dich zu verstehen. and he starts to be understanding towards you too et elle commence à être compréhensive envers vous

ve istediğinizi yapmaya hevesli olur |ce que vous voulez||enthusiastic| |||eifrig| und begierig zu tun, was Sie wollen and is willing to do what you want et elle devient enthousiaste à faire ce que vous voulez

Mesela, siz çocuğunuzun yeteri kadar ders çalışmadığını görüyorsunuz. ||votre enfant|suffisamment|||hasn't been studying| ||Ihr Kind||||| For example, you see that your child is not studying enough. Par exemple, vous voyez que votre enfant ne travaille pas assez.

Eğer siz ona ‘'Niçin ders çalışmıyorsun? Senin yerine ben utanıyorum. |||||tu ne travailles pas||||j'ai honte |||||||||ich schäme mich If you're like, 'Why don't you study? I am ashamed for you. Si vous lui dites ‘Pourquoi ne fais-tu pas tes devoirs? J'ai honte à ta place.

Bak komşunun oğluna. Yine takdir aldı, bütün notları iyi. |du voisin||||||| |Nachbarn|||Lobende Worte|||| Schauen Sie sich den Sohn Ihres Nachbarn an: Er hat wieder eine Belobigung bekommen, alle seine Noten sind gut. Look at the neighbor's son. He was appreciated again, all his grades are good. Regarde le fils du voisin. Il a encore reçu des éloges, toutes ses notes sont bonnes.

Bir de senin yaptığına bak. |||ce que tu as fait| |||was du tust| And look what you've done. Regarde aussi ce que tu as fait.

Boş gezenin boş kalfası.'' deseniz, |errant|||dites-vous |||Lehrling|sagen wir "Ein Wanderer ist ein Verschwender. If you say "the empty journeyman of the idle wanderer," Si vous dites : « Le compagnon du flâneur est également un flâneur »,

çocuğunuz dersten de, o anda sizden de nefret edecektir. ||||||||aura |aus dem Unterricht||||||| Ihr Kind wird die Stunde hassen und Sie in diesem Moment hassen. Your child will hate the lesson and you will hate it at that moment. votre enfant vous détestera à la fois à l'école et à ce moment-là.

Çünkü derse göre küçülmüş olacak ve kendisini beceriksiz, yaramaz biri gibi hissedecektir. |||réduit||||incompétent|malin|||se sentira |||||||ungeschickt||||fühlen Because he will be shrunken according to the lesson and will feel like a clumsy, naughty person. Car il se sentira diminué par rapport au cours et se considérera comme quelqu'un d'incompétent et de vilain.

Bu durum devam ettikçe çocuğunuz sizi aldatacak |||tant que|||will deceive ||||||betrügen As this situation continues, your child will cheat on you. Tant que cette situation perdurera, votre enfant vous trompera

ve sizin gözünüzde başka türlü gözükmeye çalışacaktır. ||votre œil|||apparaître| ||in Ihren Augen|||aussehen| and it will try to look different in your eyes. et il essaiera de se montrer différemment à vos yeux.

Aslındaysa derslerini daha da ihmal edecektir. in fact||||négliger davantage| in Wirklichkeit||||vernachlässigen| Im Gegenteil, er wird sein Studium noch mehr vernachlässigen. In fact, he will neglect his lessons even more. En fait, il négligera encore plus ses leçons.

Karnegi öneriyor ki, her zaman ilk önce kendi yanlışlarınızdan bahsedin, |recommande|||||||vos erreurs| ||||||||Ihren Fehlern| Karnegi suggests that always talk about your own mistakes first, Le rapport suggère que vous devriez toujours commencer par parler de vos propres erreurs,

sonra zamanında sizin de o kişinin yerinde olduğunuzu bildirin, ||||||||inform ||||||||informieren then let them know in time that you are in that person's place, puis informer à temps que vous étiez aussi à la place de cette personne.

daha sonra sizin kendi yanlışlarınızı nasıl düzelttiğinizi ||||erreurs||vous avez corrigé ||||Fehler||Sie korrigierten how you correct your own mistakes ensuite expliquez comment vous avez corrigé vos propres erreurs

ve karşınızdakinin de hangi sebepten dolayı yanlışını düzeltmesi gerektiğini ona izah edin. |en face de vous|||||erreur|correction|||expliquer| |der gegenüber|||||||||erklären| und erklären Sie der anderen Person, warum sie ihren Fehler korrigieren sollte. and explain why the other person should correct his mistake. et expliquez-lui pourquoi l'autre personne doit également corriger son erreur.

Bu kurala uyarak eğer siz çocuğunuza bunu kendi deneyiminize uyarlayıp anlatsanız |rule|en suivant|||votre enfant|||your experience|adapter|expliqueriez ||indem|||Ihr Kind|||Erfahrung|anpassen|erklären würden Wenn Sie diese Regel befolgen und sie Ihrem Kind erklären, indem Sie sie an Ihre eigenen Erfahrungen anpassen By following this rule, if you adapt it to your own experience and explain it to your child En respectant cette règle, si vous expliquez cela à votre enfant en l'adaptant à votre propre expérience

büyük ihtimalle başka bir sonucun şahidi olacaksınız. ||||result|témoin| ||||Ergebnis|Zeugen| werden Sie höchstwahrscheinlich ein anderes Ergebnis erleben. you will most likely witness another outcome. Vous serez probablement témoins d'un autre résultat.

Örnek verelim. |let's give Let's give an example. Donnerons un exemple.

Mesela, siz zamanında istediğiniz üniversiteyi ve bölümü bitirmemiş oluyorsunuz |||||||pas terminé|vous ne terminez pas |||||||nicht abgeschlossen| For example, you do not finish the university and department you want on time. Par exemple, vous n'avez pas terminé l'université et la filière que vous souhaitiez à temps.

ve şimdi de hayal ettiğiniz işte çalışmıyorsunuz. |||rêve|||vous ne travaillez ||||||arbeiten nicht and now you are not working in the job you dreamed of. et maintenant vous ne travaillez pas dans le métier de vos rêves.

Bunun için de eğer siz evladınıza ‘Biliyor musun oğlum, ben de okuldayken ders çalışmaya nefret ederdim. |||||à votre enfant||||||à l'école|||| |||||Ihr Sohn|||||||||| For this reason, if you say to your child, 'You know, son, I also hated studying when I was at school. Pour ça, si vous dites à votre enfant : 'Savais-tu, mon fils, que je détestais étudier à l'école ?

Çünkü arkadaşlarla gezip tozmak, şakalaşmak, oyun oynamak o kadar eğlenceliydi ki, ||sortir|s'amuser|faire des blagues|||||| |||herumhängen|scherzen|||||| Because it was so much fun to hang around, joke and play with friends, Parce que sortir et s'amuser avec des amis, plaisanter, jouer était tellement divertissant que

kesinlikle ders çalışmak istemiyordum. I definitely didn't want to study. Je ne voulais absolument pas étudier.

Ben de ders çalışmanın sıkıcı olduğunu biliyorum. |||studying||| |||das Lernen||| I also know that studying is boring. Je sais aussi que étudier est ennuyeux.

Ben hatta birilerinin ders çalışmayı sevdiğine inanmıyorum. |même pas|quelqu'un|||aimer|I don't believe |||||dass sie lernen| I don't even believe that anyone likes studying. Je ne crois même pas que quelqu'un aime étudier.

Bunun için seni çok iyi anlıyorum. For this, I understand you very well. Pour cela, je te comprends très bien.

Fakat ben yıllar geçtikten sonra anladım ki, ders çalışmamakla büyük yanlış yaptım. ||||||||not studying||| ||||||||nicht lernen||| But after years, I realized that I made a big mistake by not studying. Cependant, j'ai compris après des années que je faisais une grave erreur en ne travaillant pas.

Keşke zamanında birileri bana da bunları anlatsaydı. ||||||expliqueraient ||||||erklärt hätte I wish someone had told me about it. Si seulement quelqu'un m'avait expliqué cela à l'époque.

Ben de kendimi zorlayıp dersimi çalışsaydım. |||en forçant|ma leçon|if I had studied |||ich mich anstrengen||hätte ich gelernt If only I had forced myself to study. J'aurais aussi dû me forcer à étudier ma leçon.

Ben doktor olmak istiyordum i wanted to be a doctor Je voulais devenir médecin.

Ama okumadığım için univeristenin tıp bölümünü kazanamadım ve aşçılık okumak durumunda kaldım. |didn't read||université|||||cuisine||situation| |nicht gelesen||der Universität|||||Kochkunst studieren||| But because I didn't study, I couldn't win the medical department of the university and I had to study cookery. Mais comme je n'ai pas étudié, je n'ai pas pu entrer dans la faculté de médecine et j'ai dû étudier la cuisine.

Aşçılık kötü bir iş demiyorum. cuisine professionnelle|||| I'm not saying cooking is a bad business. Je ne dis pas que la cuisine est un mauvais métier.

Fakat ben bu işi sevmiyorum ve sırf size bakabilmek için bu işi yapıp para kazanmak zorundayım. ||||||||pouvoir m'occuper||||||| But I don't like this job and I have to do this job and earn money just to take care of you. Mais je n'aime pas ce travail et je dois le faire juste pour pouvoir m'occuper de vous et gagner de l'argent. Zamanında 11 sene okumaya kendimi zorlayamadığım için şimdi 50 sene sevmediğim şeyi yapmaya mecburum. ||||que je ne pouvais pas forcer||||que je n'aime pas|||obligé de ||||||||das ich nicht liebe|||verpflichtet Since I couldn't force myself to study for 11 years, now I have to do what I dislike for 50 years. À l'époque, je ne me suis pas forcé à étudier pendant 11 ans, donc maintenant je suis obligé de faire quelque chose que je n'aime pas pendant 50 ans.

Eğer sen de böyle olmak istemiyorsan o zaman kendin karar ver, |||||si tu ne veux pas||||| |||||nicht willst||||| If you don't want to be like this, then decide for yourself, Si tu ne veux pas être comme ça, alors décide par toi-même,

kendini ikna ederek okumak mi daha iyi yoksa diğeri mi?'' |convaincre|||||||l'autre| Is it better to read by persuading yourself or the other?” est-il mieux de lire en se convainquant soi-même ou l'autre ?''

cümlelerini söylerseniz o sizin onu hakikaten anladığınızın farkında olacak sentences||||||vous avez compris|conscient de| Sätze||||||verstehen|| If you say the words, he will be aware that you really understand him. si vous dites ces phrases, il saura que vous l'avez vraiment compris.

ve ona destek olduğunuzu hissedecektir und er wird spüren, dass Sie ihn unterstützen and he will feel that you support him et il sentira que vous le soutenez

Bu şekilde okumaya daha hevesli olacaktır. ||||enthusiastic| De cette manière, il sera plus enthousiaste à lire.

5-ci en önemli kural-‘'Yalnışınız varsa, en kısa zamanda onu kabul edip karşınızdaki kişiyle empati kurun.'dur cinquième||||votre erreur||||||accepter|||||establish| 5||||Irrtum|||||||||||| Die 5. wichtigste Regel: "Wenn du im Unrecht bist, gib es so schnell wie möglich zu und fühle mit der anderen Person mit. The 5th most important rule is- "If you are wrong, accept it as soon as possible and empathize with the other person." La cinquième règle la plus importante est : 'Si vous avez tort, acceptez-le le plus tôt possible et faites preuve d'empathie envers l'autre personne.'

Mesela, bir zamanlar ben restoran işletiyordum. |||||je gérais |||||betrieb Ich habe zum Beispiel früher ein Restaurant geführt. For example, I once ran a restaurant. Par exemple, autrefois je tenais un restaurant.

Oradaki kasiyer kasa işlemlerinde yanlışlık yapmış, |||dans les opérations|erreur| ||Kasse|an der Kasse|| The cashier there made a mistake in the cash register transactions, Le caissier là-bas avait fait une erreur dans les opérations de caisse,

kayıtlara 40 tl yerine 400 tl para dahil oldu diye kaydetmişti. aux dossiers|||||incluant|||avait enregistré |||||inklusive|||hatte verzeichnet hatte er notiert, dass es sich um 400 Dollar statt um 40 Dollar handelt. He recorded that 400 TL was included in the records instead of 40 TL. il avait enregistré 400 tl au lieu de 40 tl dans les registres.

Bunun sonucunda bizim vergiyi 10 defa daha fazla ödememiz gerekiyordu ve bu hiç de iyi bir durum değildi. |||tax||||notre paiement||||||||| |||||||Zahlung||||||||| As a result, we had to pay the tax 10 times more, which was not a good situation. En conséquence, nous devions payer l'impôt 10 fois plus et ce n'était pas du tout une bonne situation.

Ben bunu öğrendiğimde haliyle çok sinirlendim ve meseleyi elemanla konuşmak için onun yanına gittim. ||when I learned|for that reason||je me suis fâché||le problème|avec l'homme||||| |||||||die Sache|mit dem Typ||||| When I found out about this, I was very angry and went to him to talk to the employee. Lorsque j'ai appris cela, j'étais naturellement très en colère et je suis allé parler de l'affaire avec le gars.

Beni görür görmez konuşmama müsaade etmeden hemen özür dilemeye başladı. ||||permission||||s'excuser| ||||erlauben||||entschuldigen| As soon as he saw me, he immediately started apologizing, not allowing me to speak. Dès qu'il m'a vu, il a commencé à s'excuser sans me laisser parler.

Bana ‘'anlıyorum, yaptığım büyük yanlış. Utancımdan n'apacağımı bilmiyorum. |||||From shame|que faire| |||||aus Scham|was ich tun soll| He said to me, "I understand, it was a big mistake I made. I don't know what to do with my embarrassment. Je comprends, j'ai fait une grande erreur. Je ne sais pas quoi faire de ma honte.

Dikkatsizlik ettiğimin farkındayım. Inattention|que j'ai fait|je suis conscient Unachtsamkeit|ich gemacht habe| I know I was careless. Je suis conscient que j'ai fait preuve d'inattention.

Çok işe yaramaz biriyim. |||une personne Je suis quelqu'un de très inutile.

Bunu benim maaşımdan iki kat kesin, sonra da beni işten azat edin ||de mon salaire||||||||libérer| ||meinem Gehalt||||||||entlassen| Ziehen Sie mir das Geld zweimal vom Lohn ab und entlassen Sie mich dann von meinem Arbeitsplatz. Double that from my paycheck, then fire me "Prélevez cela en double sur mon salaire, puis Licenciez-moi."

Ne yapsanız haklısınız. |vous feriez|vous avez raison |was Sie tun| Whatever you do is right. Quoi que vous fassiez, vous avez raison.

Benim gibi işeyaramaz birini işte tutmanız kabahat.'' dedi. ||negligible||||faute| ||nutzlos||||| Er sagte: "Es ist eine Schande, dass Sie einen so nutzlosen Menschen wie mich behalten. It is a mistake to keep a useless person like me at work.'' He said. C'est une erreur de garder quelqu'un d'inutile comme moi ici.

Ben de çocuğu azarlamaya hazırlanıyordum. |||gronder|je me préparais |||schimpfen|ich bereitete mich Ich wollte gerade mit dem Jungen schimpfen. And I was getting ready to scold the boy. J'étais également sur le point de réprimander l'enfant.

Böyle söylediği için çocuğa karşı tavrım hemen değişti ve ona ‘ bu kadar abartmaya gerek yok. |||||my attitude|||||||exaggerating|| |||||||||||"this much"||| ||||||||||||übertreiben|| Because he said that, my attitude towards the boy changed immediately and I said to him, 'No need to exaggerate. J'ai immédiatement changé d'attitude envers l'enfant à cause de ce qu'il a dit et je lui ai dit 'il n'est pas nécessaire d'exagérer autant'.

Hepimiz insanız, tabii ki, hata yapa biliriz. |humains||||faire| |Menschen||||Fehler machen| We are all human, of course, we can make mistakes. Nous sommes tous humains, bien sûr, nous pouvons faire des erreurs.

Önemli olan yanlışlarımızdan ders çıkarıp onları tekrarlamamak. ||nos erreurs||tirer des leçons||not repeat ||unseren Fehler||||nicht wiederholen The important thing is to learn from our mistakes and not repeat them. L'important est d'apprendre de nos erreurs et de ne pas les répéter.

Benim için sen değerli bir çalışansın. |||||employé |||||Mitarbeiter Sie sind ein wertvoller Mitarbeiter für mich. You are a valuable employee for me. Pour moi, tu es un employé précieux.

Yaptığın yanlışı anlamak da bir erdemdir.'' |erreur||||virtue "Your mistake"||||| |Fehler|||| "Es ist eine Tugend, das Unrecht zu erkennen, das man getan hat. It is also a virtue to understand the wrong you have done.” Comprendre l'erreur que tu as faite est aussi une vertu.

Dedim ve bu konuya bir daha değmedim ||||||abordé ||||||ich habe angesprochen I said and never touched this topic again J'ai dit cela et je n'ai plus jamais abordé ce sujet.

Tabii ki, eğer kasiyer çocuk ‘restoran o anda çok yoğundu, bayağı müşteri vardı, |||||||||était bondé|assez beaucoup|| Of course, if the cashier boy' restaurant was very busy at that time, there were quite a few customers, Bien sûr, si le caissier avait dit 'le restaurant était très occupé à ce moment-là, il y avait beaucoup de clients, garsonlar da bir taraftan rahatsız ediyordu, les serveurs||||| waiters were also disturbing on the one hand, les serveurs dérangeaient aussi d'un côté,

herkes bir şey soruyordu, onun için o an yanlışlıkla hesapları karıştırdım.' deseydi |||demandait|||||par erreur|comptes||aurait dit |||||||||||hätte gesagt everyone was asking something, so I accidentally mixed the accounts at that moment.' had he said tout le monde posait des questions, c'est pour cela que j'ai mélangé les comptes par erreur.' ben daha fazla sinirlenecektim ve onu azarlayacaktım. |||me fâcherais|||allais gronder ||||||schimpfen werde Ich wollte noch wütender werden und ihn ausschimpfen. I would get more angry and scold him. J'allais m'énerver encore plus et lui faire des reproches.

Çalışan çocuksa tam aksini yaptığı için hem benim gözümde daha fazla saygı kazandı, |s'il est enfant||the opposite||||||||| |wenn das Kind||||||||||| The working boy, on the other hand, gained more respect in my eyes because he did the opposite. Comme l'enfant travailleur a fait exactement le contraire, il a non seulement gagné plus de respect à mes yeux, hem de benim sinirlerim yatıştı ve işimize eskisi gibi devam ettik. |||mes nerfs|calm||notre travail|||| ||||beruhigte sich|||||| and my nerves calmed down and we continued our business as before. mais aussi mes nerfs se sont apaisés et nous avons continué notre travail comme avant.

Bunun için de ‘hatanız varsa onu hemen kabullenip, karşınızdaki kişiye empati gösterin. |||votre erreur||||accepter||||montrez |||Fehler||||akzeptieren Sie|||| For this, 'if you have a mistake, accept it immediately and show empathy to the person in front of you. Pour cela, si vous avez commis une erreur, reconnaissez-la immédiatement et montrez de l'empathie à la personne en face de vous.

Bunu yapmakla siz daha fazla etkili bir insan olacaksınız. By doing this, you will become a more effective person. En faisant cela, vous serez une personne plus efficace.

Eğer videoyu beğendiyseniz ve daha fazla bunun gibi videolar yapmamı istyorsanız ||if you liked||||||||vous le souhaitez ||wenn Sie mögen||||||||möchten If you like the video and want me to make more videos like this Si vous avez aimé la vidéo et souhaitez que je fasse d'autres vidéos comme celle-ci.

Youtube kanalıma abone olun. Subscribe to my youtube channel.

Yeni videolar yüklediğimde hemen bildiri almak için zil tuşuna basın. ||lorsque je télécharge||||||bouton|appuyer ||wenn ich hochlade||||||| Press the bell button to be notified immediately when I upload new videos. Ayrıca, eğer videoyla size fayda verebildiysem, |||||could help |||||ich helfen konnte Also, if I was able to help you with the video,

işimizi değerlendiridiğinizi göstermek için videoyu Youtube'da beğenin |évaluez|||||aimez |Sie bewerten|||||liken Sie mögen Sie das Video auf Youtube, um Ihre Wertschätzung für unsere Arbeit zu zeigen Pour montrer que vous évaluez notre travail, aimez la vidéo sur Youtube.

ve başkalarının da yararlanmasına yardımcı olmak istiyorsanız Facebook'da da paylaşın. |||profit||||Facebook|| |||von der Nutzung||||auf Facebook|| Et si vous souhaitez aider les autres à en bénéficier, partagez-la aussi sur Facebook.

Teşekkürler. Merci.