×

我们使用 cookie 帮助改善 LingQ。通过浏览本网站,表示你同意我们的 cookie 政策.

image

Barış Özcan 2020, Neden yüzümüze dokunmadan duramıyoruz?

Neden yüzümüze dokunmadan duramıyoruz?

Dünya Sağlık Örgütü, virüsten korunmanın en etkili üç şeklini ısrarla vurguluyor:

Evinde kal Ellerini yıka Yüzüne dokunma Çok da zor görünmüyor değil mi? Peki neden yapamıyoruz? Neden evimizde kalamıyoruz? Ellerimizi 20 saniyeden uzun süre yıkayamıyoruz? Daha da önemlisi, neden kafamıza, yüzümüze dokunmadan duramıyoruz?

Belki de bu iş söylendiği kadar basit değildir.

Michael Ryan: Odadakilere bakıyordum da son 20 dakika içerisinde kaç kişinin eliyle yüzüne dokunduğunu sayamadım…

Bunu söyleyen Dünya Sağlık Örgütü Acil Sağlık Hizmetlerinin başındaki kişiydi. Söyledikleriyle yaptıkları tutmayan tek yetkili kendisi değil.

Yetkilileri bırakın, bu konunun eğitimini alan tıp öğrencileri üzerinde yapılan küçük çaplı bir araştırma var. 26 öğrencinin tamamı, dersi dinlerken saatte ortalama 23 kez yüzüne dokunmuş. 2,5 dakikada bir ağzımıza, yanağımıza, çenemize, burnumuza, gözümüze, kafamızın muhtelif yerlerine dokunuyoruz.

Hem de daha doğmadan dokunmaya başlıyoruz. 24 ila 36 haftalık hamileler üzerinde yapılan bir araştırmada, anne karnındaki bebeklerin bile yüzlerine dokunduğu gözlemlenmiş. Anneleri stresliyse bebekler de genellikle sol elleriyle yüzlerine dokunuyormuş. Benzer başka bir araştırmada sigara içen annelerin bebeklerinin yüzüne daha çok dokunduğu kaydedilmiş.

Belli ki duygularla yüzümüze dokunma arasında bir ilişki var. Almanya'da yapılan başka bir araştırmada test çözen gençlerin elektriksel beyin aktiviteleri analiz edilmiş. Gençler testi çözerken onları rahatsız etmek için hoparlörlerden belli belirsiz sesler yayınlamışlar. Yani onların stresini arttırmışlar. Stres arttıkça deneklerin yüzlerine daha çok dokunduğu tespit edilmiş. Sonuç olarak yüze dokunmanın duyguları regüle ettiği iddiasında bulunmuşlar.

Yüzüne dokunma isteği sadece insanlara has bir davranış şekli değil. Kedilerde, köpeklerde, hatta sincaplarda bile var. Sincaplar ön pençelerini kullanarak yüzlerine dokunuyorlar. Tıpkı kediler gibi. Şimdi diyeceksiniz ki kediler yüzlerine stresten dokunmuyor, yüzlerini yıkamak için böyle bir hareket yapıyor. 1970'lerde sincaplar üzerinde yapılan bir araştırma, bu elle yüz yıkama işinin kokuyla alakalı bir davranış şekli olabileceğini iddia ediyor. Bu da bizi yüzümüze dokunma isteğimizle kokular arasında bir ilişki olup olamayacağı sorusunu sordurtuyor. Hani videonun başında demiştim ya: evinde kal, ellerini yıka, yüzüne dokunma diye. Söylemesi kolay, yapması zor bu üç davranış tümüyle birbirinden kopuk olmayabilir mi acaba? Bunları birbirine koku alma ihtiyacımız bağlıyor olabilir mi?

Evimizde kalamıyoruz, çünkü farklı kokuları toplamaya ihtiyacımız var. Ellerimizi gelişigüzel yıkıyoruz, çünkü içten içe ellerimizdeki o kokuların silinmesini istemiyoruz. Yüzümüze dokunuyoruz, çünkü dışarıdan, ellerimizle topladığımız kokuları burnumuza transfer etmemiz gerekiyor…

Bu iddiaların kanıta ihtiyacı var ve tatmin edici bir kanıt bulabildiğimi söyleyemem. Fakat 2011'den 2014'e kadar süren ve 2015 yılında yayımlanan çok ilginç bir araştırma dikkatimi çekti. Şimdi bu araştırma hakkında size hiçbir ön bilgi vermeden, deneklerin video kayıtlarını göstereceğim. Hazır mısınız?

281 kişi üzerinde yapılmış bu çalışma. Bu insanların davranışlarının ortak noktasını söylememe gerek yok herhalde. Hepsi de yüzlerine dokunuyor. Bugüne kadar insanların yüzlerine duygu durumlarını regüle etmek, streslerini azaltmak için dokunduğunu düşünüyorduk. Ancak bu görüntülerde sanki durum biraz daha farklı gibi. Bu denekler yüzlerine dokunuyormuş gibi görünüyorlar ama aslında daha çok burunlarına dokunmaya çalışıyor gibiler. Yoksa…

Yoksa asıl amacımız yüzümüze dokunmak değil de, burnumuzu karıştırmak mı? Değil tabiki. Ama bu araştırmada yüze giden elle, o eli koklama arasında bir bağlantı olduğu tespit edilmiş. “Adamın elini kokladığını nereden bileceğiz?” diye soruyorsunuz şimdi değil mi? Denekleri “sizin beyninizdeki elektriksel faaliyetleri ölçeceğiz” diye kandırıp, beyinlerindeki değil burunlarındaki hava akımını ölçen bir alet takmışlar.

Görüntünün altında bu aletin koklamayı tespit ettiği anları görüyorsunuz. Denek elini yüzüne götürmekle kalmıyor, düzenli olarak onu burnuna yaklaştırıyor ve o sırada kokluyor. Koklamayla elini yüzüne götürme arasında bir ilişki var.

Şimdi bu iş daha da ilginçleşecek. Bugünlerde hep sosyal mesafeden söz ediyoruz ya. Aslında buna fiziksel mesafe demek lazım. Biz sosyalleşmeyi fiziksel yakınlaşmayla ifade ediyoruz. Biriyle tanıştığımızda ne yaparız? Ne yapardık, eskiden? El sıkışırdık değil mi? Memnun oldum. Hatta samimi olduklarımızla öpüşürdük. Koklaşırdık. Aramızdaki fiziksel mesafeyi kaldırmaya çalışırdık. Neden? Belki de karşımızdakini daha iyi koklayabilmek için.

2015'te yayımlanan o araştırmada bunu da test etmişler. Şimdi izleyecekleriniz sizi çok şaşırtacak.

Ekranın sol üst köşesinde “Greet” yani selamlaşma yazısı var. Denekler tokalaştıktan sonra ellerini yüzüne götürüp de koklarsa “sample” yazısı çıkıyor. Bilim insanları hareketi bu şekilde ifade etmişler. El sıkıştıktan sonra “sampling” yani örnekleme yapıyoruz. Karşıdaki kişiden topladığımız örneği burnumuzla test ediyoruz.

Buradan itibaren araştırmacılar başka ilginç bir şeyi keşfetmişler. Sarışın deneğin sol eline dikkat edin. Sağ eliyle tokalaştıktan sonra sol elini kokluyor. Buradan ne sonuç çıkartabiliriz? Tokalaştığı kişiye bakın. O da bir kadın. Daha sonra erkeklerde de benzer bir davranışın olduğu fark edilmiş. Aynı cinsiyetten biriyle tokalaştıktan sonra, tokalaşmayan eli koklama davranışı. Grafikte de görülebileceği gibi bariz bir desen oluşturuyor.

Tabiki her zaman böyle değil. Örneğin bu örnekte iki kadın tokalaşıyor. Asıl merak edilen şey “sampling” hareketinin koklama olup olmadığını bulmak. Dikkat ederseniz burundaki hava akışını ölçen bir alet bağlanmış. Denek başlarda düzenli olarak soluk alıp veriyor. El sıkışılan kişi odadan çıkmak üzere arkasını döner dönmez deneğin eli yüzüne gidiyor ve koku örnekleme işi yapılıyor.

Bugünler geçtikten sonra “el sıkışma” ritüeli tarihe karışmazsa siz de böyle bir deney yapabilirsiniz. El sıkıştıktan sonra arkanıza döner gibi yapıp…

Neyse bunları karantina günleri sona erdikten sonra konuşuruz. O günler kalana kadar

Evinde kal, ellerini yıka, yüzüne dokunma ve el sıkışmadan, fiziksel olarak temas etmeden selamlaşmanın bir yolunu bul.

Learn languages from TV shows, movies, news, articles and more! Try LingQ for FREE

Neden yüzümüze dokunmadan duramıyoruz? |à notre visage|sans toucher|nous pouvons |our face|without touching|we can't لماذا لا نستطيع التوقف عن لمس وجهنا؟ Warum können wir nicht aufhören, unsere Gesichter zu berühren? Why can't we stop touching our faces? Pourquoi ne pouvons-nous pas arrêter de nous toucher le visage ? なぜ顔を触るのを止められないのか? Почему мы не можем перестать трогать свои лица? Varför kan vi inte sluta röra vid våra ansikten? 为什么我们不能停止触摸自己的脸?

Dünya Sağlık Örgütü, virüsten korunmanın en etkili üç şeklini ısrarla vurguluyor: ||Organisation|du virus|de la protection||||||met en avant ||Organization|the virus|protection against||||||emphasizes Die Weltgesundheitsorganisation besteht auf den drei wirksamsten Formen des Schutzes gegen das Virus: The World Health Organization insists on the three most effective forms of protection against the virus: L'Organisation mondiale de la santé insiste sur les trois formes de protection les plus efficaces contre le virus :

Evinde kal Ellerini yıka Yüzüne dokunma Çok da zor görünmüyor değil mi? |||lave|||||||| |||wash||don't touch||||doesn't seem|| Bleiben Sie zu Hause, waschen Sie sich die Hände und berühren Sie Ihr Gesicht nicht. Das ist doch nicht so schwer, oder? Stay at home Wash your hands Don't touch your face Doesn't seem so hard, does it? Rester à la maison, se laver les mains, ne pas se toucher le visage, cela ne semble pas si difficile, n'est-ce pas ? Peki neden yapamıyoruz? ||we can't So why can't we do it? Neden evimizde kalamıyoruz? ||nous ne pouvons pas rester Why||stay Why can't we stay at home? Ellerimizi 20 saniyeden uzun süre yıkayamıyoruz? nos mains|secondes|||nous ne pouvons pas laver our hands|seconds|||wash Wir können uns nicht länger als 20 Sekunden die Hände waschen? We can't wash our hands for more than 20 seconds? Nous ne pouvons pas nous laver les mains plus de 20 secondes ? Daha da önemlisi, neden kafamıza, yüzümüze dokunmadan duramıyoruz? ||||à notre tête||| ||||our heads|our face|without touching|we can't More importantly, why can't we stop touching our heads and faces?

Belki de bu iş söylendiği kadar basit değildir. ||||it is said||| Maybe this is not as simple as it sounds. Ce n'est peut-être pas aussi simple qu'il y paraît.

Michael Ryan: Odadakilere bakıyordum da son 20 dakika içerisinde kaç kişinin eliyle yüzüne dokunduğunu sayamadım… |Ryan|à ceux dans la chambre||||||||de|||je n'ai pas pu compter |Ryan|the people in the room|||||within|||with their hand||you touched|I couldn't count مايكل رايان: كنت أنظر إلى الأشخاص في الغرفة ولم أستطع حساب عدد الأشخاص الذين لمسوا وجوههم بأيديهم في آخر 20 دقيقة ... Michael Ryan: Ich habe mich im Raum umgesehen und konnte nicht zählen, wie viele Leute in den letzten 20 Minuten ihr Gesicht mit der Hand berührt haben... Michael Ryan: I was looking around the room and I lost count of how many people had touched their face with their hand in the last 20 minutes... Michael Ryan : Je regardais la salle et je n'arrivais pas à compter le nombre de personnes qui s'étaient touché le visage avec leur main au cours des 20 dernières minutes...

Bunu söyleyen Dünya Sağlık Örgütü Acil Sağlık Hizmetlerinin başındaki kişiydi. |||||||||personne |saying|world|Health|World Health Organization||||head of| كان رئيس خدمة الطوارئ الصحية لمنظمة الصحة العالمية الذي قال هذا. Dies sagte der Leiter des medizinischen Notfalldienstes der Weltgesundheitsorganisation. This was said by the head of the World Health Organization's Emergency Medical Services. C'est ce qu'a déclaré le chef des services médicaux d'urgence de l'Organisation mondiale de la santé. Söyledikleriyle yaptıkları tutmayan tek yetkili kendisi değil. avec ce qu'il dit||ne correspondent pas||autorité|| what they said||not matching||authority|| Er ist nicht der einzige Beamte, dessen Worte und Taten nicht übereinstimmen. He is not the only official whose words do not match what he says. Il n'est pas le seul fonctionnaire dont les paroles et les actes ne correspondent pas.

Yetkilileri bırakın, bu konunun eğitimini alan tıp öğrencileri üzerinde yapılan küçük çaplı bir araştırma var. les autorités|||||||||||||| the authorities|let||||||||||small-scale||| Unabhängig von den Behörden gibt es eine kleine Studie, die an Medizinstudenten durchgeführt wurde, die in diesem Fach ausgebildet werden. Let alone the authorities, there is a small-scale study conducted on medical students who are trained in this subject. Indépendamment des autorités, une étude à petite échelle a été menée auprès d'étudiants en médecine formés à ce sujet. 26 öğrencinin tamamı, dersi dinlerken saatte ortalama 23 kez yüzüne dokunmuş. |||en écoutant||||| |all of||while listening|||||touched his face All 26 students touched their face an average of 23 times per hour while listening to the lesson. 2,5 dakikada bir ağzımıza, yanağımıza, çenemize, burnumuza, gözümüze, kafamızın muhtelif yerlerine dokunuyoruz. ||à notre bouche|à notre joue|à notre menton|à notre nez|||divers||nous touchons ||our mouth|to our cheek|our chin|to our nose||||| Alle 2,5 Minuten berühren wir unseren Mund, unsere Wangen, unser Kinn, unsere Nase, unsere Augen und verschiedene Teile unseres Kopfes.

Hem de daha doğmadan dokunmaya başlıyoruz. ||||toucher| |||||we're starting Et nous commençons à le toucher avant même qu'il ne soit né. 24 ila 36 haftalık hamileler üzerinde yapılan bir araştırmada, anne karnındaki bebeklerin bile yüzlerine dokunduğu gözlemlenmiş. ||femmes enceintes||||||du ventre|||visages|il touche| ||||||||in the womb|the babies|even the||| في دراسة من 24 إلى 36 أسبوعًا من الحمل ، لوحظ أنه حتى الأطفال في الرحم لمسوا وجوههم. Une étude portant sur des femmes enceintes de 24 à 36 semaines a montré que même les bébés dans l'utérus se touchaient le visage. Anneleri stresliyse bebekler de genellikle sol elleriyle yüzlerine dokunuyormuş. |est stressée|les bébés||||||touchetaient Lorsque leur mère est stressée, les bébés se touchent souvent le visage de la main gauche. Benzer başka bir araştırmada sigara içen annelerin bebeklerinin yüzüne daha çok dokunduğu kaydedilmiş. ||||||des mères|bébés||||| في دراسة أخرى مماثلة ، كانت الأمهات المدخنات أكثر عرضة للمس وجوه أطفالهن. In einer anderen, ähnlichen Studie wurde festgestellt, dass Mütter, die rauchten, die Gesichter ihrer Babys häufiger berührten. Une autre étude similaire a montré que les mères fumeuses touchaient davantage le visage de leur bébé.

Belli ki duygularla yüzümüze dokunma arasında bir ilişki var. ||with emotions|||||| Offensichtlich gibt es einen Zusammenhang zwischen Emotionen und der Berührung unseres Gesichts. There is obviously a correlation between emotions and touching our faces. Il existe manifestement un lien entre les émotions et le fait de se toucher le visage. Almanya'da yapılan başka bir araştırmada test çözen gençlerin elektriksel beyin aktiviteleri analiz edilmiş. ||||||||électrical|||| Une autre étude menée en Allemagne a analysé l'activité cérébrale électrique de jeunes gens en train de résoudre des tests. Gençler testi çözerken onları rahatsız etmek için hoparlörlerden belli belirsiz sesler yayınlamışlar. |test||||||des haut-parleurs||||ont diffusé بينما كان الشباب يجرون الاختبار ، قاموا ببث أصوات غامضة من مكبرات الصوت لإزعاجهم. Aus den Lautsprechern drangen leise Geräusche, um die Jugendlichen beim Lösen des Tests zu stören. Yani onların stresini arttırmışlar. |||a augmenté Stres arttıkça deneklerin yüzlerine daha çok dokunduğu tespit edilmiş. ||des sujets|||||| Es wurde festgestellt, dass die Probanden mit zunehmendem Stress ihr Gesicht stärker berührten. Il a été constaté que plus le stress augmentait, plus les sujets se touchaient le visage. Sonuç olarak yüze dokunmanın duyguları regüle ettiği iddiasında bulunmuşlar. |||toucher||régule||de l'affirmation|ont prétendu Sie behaupteten daraufhin, dass die Berührung des Gesichts die Emotionen reguliert. As a result, they claimed that touching the face regulates emotions. En conséquence, ils ont affirmé que le fait de toucher le visage régulait les émotions.

Yüzüne dokunma isteği sadece insanlara has bir davranış şekli değil. ||desire||||||| Das Verlangen, das eigene Gesicht zu berühren, ist nicht nur ein menschliches Verhalten. The desire to touch your face is not just a human behavior. Le désir de toucher son visage n'est pas un comportement propre à l'homme. Kedilerde, köpeklerde, hatta sincaplarda bile var. chez les chats|aux chiens||souris|| Katzen, Hunde, sogar Eichhörnchen. Sincaplar ön pençelerini kullanarak yüzlerine dokunuyorlar. Les écureuils||pattes|||touchent Eichhörnchen berühren ihr Gesicht mit ihren Vorderpfoten. Les écureuils se touchent le visage avec leurs pattes avant. Tıpkı kediler gibi. |chats| Genau wie Katzen. Şimdi diyeceksiniz ki kediler yüzlerine stresten dokunmuyor, yüzlerini yıkamak için böyle bir hareket yapıyor. ||||||ne touchent pas|visage|se laver||||| Now you will say that cats do not touch their faces because of stress, they make such a move to wash their faces. Vous direz que les chats ne se touchent pas le visage à cause du stress, mais qu'ils le font pour se laver le visage. 1970'lerde sincaplar üzerinde yapılan bir araştırma, bu elle yüz yıkama işinin kokuyla alakalı bir davranış şekli olabileceğini iddia ediyor. |||||||||lavage||odeur||||||| Eine Studie an Eichhörnchen aus den 1970er Jahren legt nahe, dass dieses manuelle Waschen des Gesichts eine Form des geruchsbezogenen Verhaltens sein könnte. A study of squirrels in the 1970s suggests that this manual face washing may be a scent-related behavior. Une étude menée sur des écureuils dans les années 1970 suggère que ce lavage manuel du visage pourrait être une forme de comportement lié aux odeurs. Bu da bizi yüzümüze dokunma isteğimizle kokular arasında bir ilişki olup olamayacağı sorusunu sordurtuyor. |||||||||||||nous fait poser Dies wirft die Frage auf, ob es einen Zusammenhang zwischen dem Wunsch, das Gesicht zu berühren, und Gerüchen gibt. Cela nous amène à nous demander s'il peut y avoir un lien entre notre désir de toucher notre visage et les odeurs. Hani videonun başında demiştim ya: evinde kal, ellerini yıka, yüzüne dokunma diye. Vous savez ce que j'ai dit au début de la vidéo : restez chez vous, lavez-vous les mains, ne vous touchez pas le visage. Söylemesi kolay, yapması zor bu üç davranış tümüyle birbirinden kopuk olmayabilir mi acaba? |||||||||détaché||| I wonder if these three behaviors, which are easy to say and hard to do, may not be completely disconnected from each other? Bunları birbirine koku alma ihtiyacımız bağlıyor olabilir mi? ||odeur||||| Could it be that our need to smell is connecting them? Nos besoins olfactifs pourraient-ils les relier ?

Evimizde kalamıyoruz, çünkü farklı kokuları toplamaya ihtiyacımız var. |||||ramasser|| We can't stay in our house because we need to collect different scents. Ellerimizi gelişigüzel yıkıyoruz, çünkü içten içe ellerimizdeki o kokuların silinmesini istemiyoruz. |au hasard|lavons||||||des odeurs|nous ne voulons pas que s'effacent| Wir waschen uns wahllos die Hände, weil wir nicht wollen, dass die Gerüche an unseren Händen weggewischt werden. We wash our hands indiscriminately, because deep down we don't want those odors on our hands to be wiped away. Nous nous lavons les mains sans discernement, parce qu'au fond de nous-mêmes, nous ne voulons pas que les odeurs qui se dégagent de nos mains soient éliminées. Yüzümüze dokunuyoruz, çünkü dışarıdan, ellerimizle topladığımız kokuları burnumuza transfer etmemiz gerekiyor… ||||avec nos mains|que nous avons ramassées||||| Wir berühren unser Gesicht, weil wir die Gerüche, die wir mit unseren Händen von außen aufnehmen, auf unsere Nase übertragen müssen... We touch our face because we need to transfer the smells we collect with our hands from the outside to our nose.

Bu iddiaların kanıta ihtiyacı var ve tatmin edici bir kanıt bulabildiğimi söyleyemem. ||preuve|||||satisfaisant|||je peux| Diese Behauptungen bedürfen eines Beweises, und ich kann nicht sagen, dass ich zufriedenstellende Beweise gefunden habe. These claims need proof, and I cannot say that I have been able to find satisfactory proof. Ces affirmations nécessitent des preuves, et je ne peux pas dire que j'en ai trouvé de satisfaisantes. Fakat 2011'den 2014'e kadar süren ve 2015 yılında yayımlanan çok ilginç bir araştırma dikkatimi çekti. Eine sehr interessante Studie, die von 2011 bis 2014 durchgeführt und 2015 veröffentlicht wurde, hat jedoch meine Aufmerksamkeit erregt. Cependant, une étude très intéressante menée de 2011 à 2014 et publiée en 2015 a attiré mon attention. Şimdi bu araştırma hakkında size hiçbir ön bilgi vermeden, deneklerin video kayıtlarını göstereceğim. ||||||||sans donner|||| Ohne Ihnen irgendwelche Vorabinformationen über diese Forschung zu geben, zeige ich Ihnen jetzt die Videoaufnahmen der Probanden. Maintenant, sans vous donner d'informations préliminaires sur cette recherche, je vais vous montrer les enregistrements vidéo des sujets. Hazır mısınız?

281 kişi üzerinde yapılmış bu çalışma. Diese Studie wurde mit 281 Personen durchgeführt. This study was conducted on 281 people. Cette étude a été menée sur 281 personnes. Bu insanların davranışlarının ortak noktasını söylememe gerek yok herhalde. ||comportement|||||| Ich brauche Ihnen nicht zu sagen, was das Verhalten dieser Menschen gemeinsam hat. I guess I don't need to tell you the common point of these people's behavior. Je n'ai pas besoin de vous dire ce que le comportement de ces personnes a en commun. Hepsi de yüzlerine dokunuyor. Bugüne kadar insanların yüzlerine duygu durumlarını regüle etmek, streslerini azaltmak için dokunduğunu düşünüyorduk. ||||||||leur stress|||| Bis heute dachte man, dass Menschen ihr Gesicht berühren, um ihre Emotionen zu regulieren und ihren Stress zu reduzieren. Until now, we thought that people touch their faces to regulate their mood and reduce their stress. Ancak bu görüntülerde sanki durum biraz daha farklı gibi. Auf diesen Bildern scheint die Situation jedoch ein wenig anders zu sein. However, the situation seems to be a little different in these images. Cependant, sur ces images, la situation semble être un peu différente. Bu denekler yüzlerine dokunuyormuş gibi görünüyorlar ama aslında daha çok burunlarına dokunmaya çalışıyor gibiler. |sujets|||||||||à leur nez||| Diese Personen scheinen ihre Gesichter zu berühren, aber in Wirklichkeit scheinen sie zu versuchen, ihre Nasen zu berühren. Ces sujets semblent se toucher le visage, mais en fait ils semblent essayer de se toucher le nez. Yoksa…

Yoksa asıl amacımız yüzümüze dokunmak değil de, burnumuzu karıştırmak mı? ||||toucher|||notre nez|mélanger| Oder ist unser Hauptzweck nicht, unser Gesicht zu berühren, sondern in der Nase zu bohren? Or is our main purpose not to touch our faces, but to pick our noses? Ou bien notre objectif principal n'est-il pas de nous toucher le visage, mais de nous curer le nez ? Değil tabiki. Ama bu araştırmada yüze giden elle, o eli koklama arasında bir bağlantı olduğu tespit edilmiş. ||||||||sentir|||||| In dieser Studie wurde jedoch festgestellt, dass es einen Zusammenhang zwischen der Hand, die zum Gesicht führt, und dem Geruch dieser Hand gibt. Mais cette étude a montré qu'il existe un lien entre la main qui se dirige vers le visage et l'odeur de cette main. “Adamın elini kokladığını nereden bileceğiz?” diye soruyorsunuz şimdi değil mi? ||sentir||saurons||||| "How do we know he smelled her hand?" you're asking now, right? "Comment savons-nous qu'il a senti sa main ?" demandez-vous maintenant, n'est-ce pas ? Denekleri “sizin beyninizdeki elektriksel faaliyetleri ölçeceğiz” diye kandırıp, beyinlerindeki değil burunlarındaki hava akımını ölçen bir alet takmışlar. les sujets|||||nous mesurerons||en trompant|cérébraux||à leurs nez||courant|mesurant||appareil|ils ont mis Sie täuschten die Versuchspersonen, indem sie sagten: "Wir werden die elektrische Aktivität in Ihrem Gehirn messen", und brachten ein Gerät an, das den Luftstrom in ihren Nasen und nicht in ihren Gehirnen misst. They tricked the subjects into saying, "We're going to measure the electrical activity in your brain," and put on a device that measures the airflow in their noses, not their brains. Ils ont trompé les sujets en leur disant "nous allons mesurer l'activité électrique de votre cerveau" et ont placé un appareil qui mesure le flux d'air dans leur nez, et non dans leur cerveau.

Görüntünün altında bu aletin koklamayı tespit ettiği anları görüyorsunuz. |||de l'outil|renifler|||moments| Am unteren Rand des Bildes sehen Sie die Momente, in denen das Gerät den Schnüffelvorgang erkennt. Below the image you see the moments when this device detects sniffing. En bas de l'image, vous pouvez voir les moments où ce dispositif détecte le sniff. Denek elini yüzüne götürmekle kalmıyor, düzenli olarak onu burnuna yaklaştırıyor ve o sırada kokluyor. |||amener||||||rapproche||||sent Der Proband hält nicht nur seine Hand an sein Gesicht, sondern führt sie regelmäßig an seine Nase und schnuppert daran. The subject not only brings his hand to his face, but regularly brings it close to his nose and sniffs it at the same time. Le sujet ne porte pas seulement sa main à son visage, mais l'approche régulièrement de son nez et la renifle. Koklamayla elini yüzüne götürme arasında bir ilişki var. en reniflant||||||| Es besteht ein Zusammenhang zwischen dem Schnüffeln und dem Halten der Hand vor das Gesicht. There is a relationship between sniffing and putting your hand to your face. Il existe une corrélation entre le fait de renifler et de porter la main au visage.

Şimdi bu iş daha da ilginçleşecek. |||||deviendra intéressant Jetzt wird es interessant. Now this is going to get even more interesting. Bugünlerde hep sosyal mesafeden söz ediyoruz ya. |||distance||| Heutzutage sprechen wir immer von sozialer Distanz. We're always talking about social distancing these days. Aujourd'hui, on parle toujours de distance sociale. Aslında buna fiziksel mesafe demek lazım. Eigentlich sollte ich es physische Distanz nennen. In fact, it should be called physical distancing. En fait, je devrais plutôt parler de distance physique. Biz sosyalleşmeyi fiziksel yakınlaşmayla ifade ediyoruz. |la socialisation||proximité|| Wir definieren Sozialisierung als körperliche Intimität. We express socialization with physical intimacy. Nous définissons la socialisation en termes d'intimité physique. Biriyle tanıştığımızda ne yaparız? |lorsque|| What do we do when we meet someone? Ne yapardık, eskiden? What did we do before? El sıkışırdık değil mi? |saurions|| We shook hands, didn't we? Memnun oldum. Hatta samimi olduklarımızla öpüşürdük. ||nous étions|nous nous embrassions Wir haben sogar diejenigen geküsst, mit denen wir intim waren. We even kissed the ones we were intimate with. Koklaşırdık. nous nous carboniserions Aramızdaki fiziksel mesafeyi kaldırmaya çalışırdık. ||||nous essayerions We would try to remove the physical distance between us. Neden? Belki de karşımızdakini daha iyi koklayabilmek için. |||||sentir| Maybe in order to be able to smell the person in front of us better.

2015'te yayımlanan o araştırmada bunu da test etmişler. Şimdi izleyecekleriniz sizi çok şaşırtacak. |ce que vous allez regarder|||surprendra What you will watch now will surprise you.

Ekranın sol üst köşesinde “Greet” yani selamlaşma yazısı var. de l'écran||||Greet||salutation|| In der oberen linken Ecke des Bildschirms steht das Wort "Begrüßung". Denekler tokalaştıktan sonra ellerini yüzüne götürüp de koklarsa “sample” yazısı çıkıyor. |après s'être serré la main||||||s'ils sentent|échantillon|| Wenn die Versuchspersonen nach dem Händeschütteln die Hände ans Gesicht halten und daran riechen, erscheint das Wort "Probe". Bilim insanları hareketi bu şekilde ifade etmişler. This is how scientists expressed the movement. El sıkıştıktan sonra “sampling” yani örnekleme yapıyoruz. |après avoir serré||échantillonnage||échantillonnage| Nach dem Händeschütteln nehmen wir Proben. Karşıdaki kişiden topladığımız örneği burnumuzla test ediyoruz. ||||avec notre nez||

Buradan itibaren araştırmacılar başka ilginç bir şeyi keşfetmişler. |à partir de|||||| Hier entdeckten die Forscher noch etwas anderes Interessantes. Sarışın deneğin sol eline dikkat edin. le blond|du sujet|||| Remarquez la main gauche du sujet blond. Sağ eliyle tokalaştıktan sonra sol elini kokluyor. After shaking hands with his right hand, he sniffs his left hand. Après avoir serré la main droite, il renifle la main gauche. Buradan ne sonuç çıkartabiliriz? |||nous pouvons tirer Tokalaştığı kişiye bakın. à qui il a serré la main|| Look at the person she's shaking hands with. O da bir kadın. Daha sonra erkeklerde de benzer bir davranışın olduğu fark edilmiş. Später wurde festgestellt, dass ein ähnliches Verhalten auch bei Männern zu beobachten ist. Plus tard, on a remarqué qu'un comportement similaire était observé chez les hommes. Aynı cinsiyetten biriyle tokalaştıktan sonra, tokalaşmayan eli koklama davranışı. |du sexe||||qui ne se serre pas||| Après avoir serré la main d'une personne du même sexe, renifler la main qui ne l'a pas serrée. Grafikte de görülebileceği gibi bariz bir desen oluşturuyor. dans le graphique||on peut voir||évident||| Wie in der Grafik zu sehen ist, ergibt sich daraus ein klares Muster. Comme le montre le graphique, il s'agit d'un schéma clair.

Tabiki her zaman böyle değil. Örneğin bu örnekte iki kadın tokalaşıyor. |||||se serrent la main Dans cet exemple, par exemple, deux femmes se serrent la main. Asıl merak edilen şey “sampling” hareketinin koklama olup olmadığını bulmak. The real question is to find out whether the "sampling" movement is sniffing. La principale curiosité est de savoir si le mouvement de "sampling" est en train de renifler. Dikkat ederseniz burundaki hava akışını ölçen bir alet bağlanmış. ||sur le nez||flux||||est connecté Sie werden feststellen, dass ein Gerät angebracht ist, das den nasalen Luftstrom misst. If you notice, there's a device attached that measures the air flow in the nose. Vous remarquerez qu'il y a un instrument attaché qui mesure le débit d'air nasal. Denek başlarda düzenli olarak soluk alıp veriyor. ||||souffle|| Subject is breathing regularly at first. Au début, le sujet inspire et expire régulièrement. El sıkışılan kişi odadan çıkmak üzere arkasını döner dönmez deneğin eli yüzüne gidiyor ve koku örnekleme işi yapılıyor. |saisissante|||||||||||||||| Sobald sich die Person, die die Hände schüttelt, umdreht, um den Raum zu verlassen, wird die Hand der Versuchsperson zu ihrem Gesicht geführt und eine Geruchsprobe entnommen. As soon as the person shaking hands turns around to leave the room, the subject's hand goes to his or her face and the odor sampling is done. Dès que la personne qui serre la main se retourne pour quitter la pièce, la main du sujet est portée à son visage et un prélèvement d'odeur est effectué.

Bugünler geçtikten sonra “el sıkışma” ritüeli tarihe karışmazsa siz de böyle bir deney yapabilirsiniz. ces jours||||poignée de main|rituel||s'il ne disparaît pas|||||| Si le rituel de la "poignée de main" ne devient pas obsolète après ces quelques jours, vous pouvez également mener une telle expérience. El sıkıştıktan sonra arkanıza döner gibi yapıp… |||à vous||| After shaking hands, pretending to turn around… Après avoir serré la main, faites semblant de vous retourner...

Neyse bunları karantina günleri sona erdikten sonra konuşuruz. ||quarantaine|||après||nous parlerons Wie auch immer, wir werden darüber reden, wenn die Quarantänezeit vorbei ist. Quoi qu'il en soit, nous en reparlerons après la fin de la quarantaine. O günler kalana kadar ||jusqu'à| Until those days are gone Jusqu'à ce que ces jours soient révolus

Evinde kal, ellerini yıka, yüzüne dokunma ve el sıkışmadan, fiziksel olarak temas etmeden selamlaşmanın bir yolunu bul. ||||||||sans se serrer la main|||||salutation||| Stay at home, wash your hands, don't touch your face and find a way to greet without shaking hands or physical contact. Restez chez vous, lavez-vous les mains, ne vous touchez pas le visage et trouvez un moyen de vous saluer sans vous serrer la main ou sans contact physique.