×

我們使用cookies幫助改善LingQ。通過流覽本網站,表示你同意我們的 cookie 政策.

image

Baha's Stories, GENÇ TÜRKLER SEKÜLERLEŞİYORLAR MI?

GENÇ TÜRKLER SEKÜLERLEŞİYORLAR MI?

Kimi sosyologlar Türkiye'de son yıllarda insanların, özellikle de gençlerin sekülerleştiğini savunuyorlar.

Bu durum vatandaşların bir kısmını mutlu ederken bir başka kısmını endişelendiriyor.

Özellikle 1960'lardan (bin dokuz yüz altmışlardan) itibaren milyonlarca Türk köylerden ve kasabalardan büyükşehirlere göç etti.

Bu hadise toplumun yapısını derinden etkiledi, etkilemeye devam ediyor.

Göç eden insanların çocukları ebeveynlerinden farklı bir çevrede büyüdüler.

Bu gençler arasında sekülerleşme göze çarpıyor.

Annesi babası namaz kılan birçok genç namaz kılmıyor.

Benzer biçimde ailesi içki içmeye karşı çıkan kimi gençler içki içiyor.

Tahmin edilebileceği üzere bu gençler içkiyi ailelerinden gizli tüketiyorlar.

Ramazan ayında Müslümanların oruç tutması beklenir.

Oruç tutan insanlar güneş batana kadar yemek yemezler, hiçbir şey içmezler.

Eskiden insanlar Ramazan'da dışarıda yemek yemezlerdi.

Ramazan'da sokakta yemek yiyen veya sigara içen insanlar tepki görürdü, ayıplanırdı.

Lakin son yıllarda birçok Türk, Ramazan'da sokakta çekinmeden bir şeyler yiyip içmeye başladı.

Toplum yavaş yavaş bu tür değişimleri kabulleniyor.

Şu an Türkiye'de yürürlükte olan anayasada Türkiye'nin "laik bir devlet" olduğu yazıyor.

Modern Türkiye'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, laiklik ilkesine önem veren bir liderdi.

İslam'ın devlet politikasına yön vermesini doğru bulmuyordu.

Ancak 1950'lerden itibaren Türkiye'yi yöneten liderler oylarını artırabilmek için dinin devlet işlerine etki etmesine izin verdiler. Erdoğan'ın iktidara gelmesiyle birlikte bu etki daha da arttı ve artmaya devam ediyor.

Seküler bir yaşam tarzını benimseyen insanlar bu duruma tepkili.

İslam'ın politikayı şekillendirmesini eleştiriyorlar.

Dinin kulla Yaradan arasında olması gerektiğini savunuyorlar.

İbadetlerin sadece ibadet için ayrılan yerlerde yapılması gerektiğini düşünüyorlar.

Dindar bazı vatandaşlar İslam'ın etkisinin artmasını olumlu buluyorlar.

Günlük hayatın din kurallarına uygun biçimde düzenlenmesini istiyorlar.

Osmanlı İmparatorluğu'nda padişah aynı zamanda halifeydi.

Halife, İslam'ın koruyuculuğunu yapmakla görevli kişiye denir.

Kimi İslamcılar Osmanlı'da bu uygulamanın başarılı olduğunu söylüyorlar.

Yirmi birinci yüzyılda da din kurallarının toplumsal yaşamı belirlemesi gerektiğini öne sürüyorlar.

Türkiye'de terör sorunundan sonra en çok konuşulan konu laiklik.

Vatandaşlar, sosyologlar, din adamları, siyasetçiler sürekli dinin toplum yaşamına olan etkisi hakkında konuşurlar.

Kemalistler Türkiye'nin “İran gibi olmasından” korkuyorlar.

Zira 1979'daki (bin dokuz yüz yetmiş dokuzdaki) İran Devrimi'nin ardından İran'da İslam Hukuku uygulanmaya başlandı. Türkiye'de de benzer bir durumun olmasından çekiniyorlar.

Günümüzde Türkiye'de camilere gittiğinizde genelde yaşlı Türklerle karşılaşırsınız.

Gençlerin önemli bir bölümü camiye gidip ibadet etmek istemiyor.

Gençlerin bir kısmı özgürce içki içebilmek istiyor.

Batı Avrupa'da olduğu gibi günlük yaşamda dinin etkisinin azalmasının doğru olduğunu düşünüyorlar.

Bazı dini azınlıklar da sekülerleşme taraftarı.

Bunların başında Aleviler geliyor.

Alevilik bir tür mezhep.

Onların çoğu Sünni İslam'ın politikayı yönlendirmesinden rahatsız.

Bunu sakıncalı buluyorlar.

Bu durumun onların dışlanmasına yol açtığı kanaatindeler.

Kimi uzmanlar sekülerleşmenin devam edeceğini düşünüyorlar.

Yeni kuşakların önceki kuşaklara göre daha az dindar olacağı fikrindeler.

Konya gibi muhafazakar şehirlerde bile artık Ramazan'da restoranlar açık, insanlar rahatça yemek yiyebiliyorlar.

Vatandaşların bir bölümü dindarların hayatlarına müdahale etmesinden rahatsız.

Başkalarının kendi hayatlarına karışmasını doğru bulmuyorlar, buna tepki gösteriyorlar.

Kimi araştırmalar başörtüsü takan kadın sayısının son birkaç yılda azaldığını gösteriyor.

Hatta kimi dindar ailelerde yetişmiş kadınlar türban takmaktan vazgeçiyor.

Bu durum ailelerinin tepkisini çekiyor.

Bu yüzden ailesiyle küsen, konuşmayan kadınlar var.

Learn languages from TV shows, movies, news, articles and more! Try LingQ for FREE

GENÇ TÜRKLER SEKÜLERLEŞİYORLAR MI? |土耳其人|世俗化嗎| ||secularisent| ||Are young Turks secularizing?| ||werden säkular| هل يسعى الأتراك الشباب إلى تحقيق الأمن؟ SÄKULARISIEREN SICH DIE JUNGEN TÜRKEN? ΕΚΚΟΣΜΙΚΕΎΟΝΤΑΙ ΟΙ ΝΈΟΙ ΤΟΎΡΚΟΙ; ARE YOUNG TURKS SECULARIZING? LES JEUNES TURCS SE SÉCULARISENT-ILS ? СТАНОВЯТСЯ ЛИ МОЛОДЫЕ ТУРКИ СЕКУЛЯРИЗОВАННЫМИ? HÅLLER UNGA TURKAR PÅ ATT BLI SEKULARISERADE?

Kimi sosyologlar Türkiye'de son yıllarda insanların, özellikle de gençlerin sekülerleştiğini savunuyorlar. ||土耳其||近年來|人們|||年輕人||主張 |sociologists||||||||devenu laïque|soutiennent |Some sociologists||||||||becoming more secular|"argue" |die Soziologen||||||||säkularisiert haben|verteidigen ويرى بعض علماء الاجتماع أن الناس، وخاصة الشباب، أصبحوا علمانيين في تركيا في السنوات الأخيرة. Some sociologists argue that people, especially young people, have become secularized in Turkey in recent years. Некоторые социологи утверждают, что в последние годы в Турции люди, особенно молодежь, стали секуляризованными.

Bu durum vatandaşların bir kısmını mutlu ederken bir başka kısmını endişelendiriyor. ||公民們||||同時||||擔憂 ||||partie de||||||inquiète ||||||||||causes concern وبينما يسعد هذا الوضع بعض المواطنين، فإنه يقلق آخرين. While this situation makes some citizens happy, it worries others. Хотя такая ситуация радует одних граждан, она беспокоит других.

Özellikle 1960'lardan (bin dokuz yüz altmışlardan) itibaren milyonlarca Türk köylerden ve kasabalardan büyükşehirlere göç etti. |||||六十年代起|開始於||土耳其人|鄉村裡||小鎮們|大城市||遷移到 |villages||||soixante||||||villes petites|grandes villes|| |||||from the 1960s|from|||||||| |||||den sechziger Jahren||||||||| وخاصة منذ ستينيات القرن العشرين (ستينيات القرن الماضي)، هاجر ملايين الأتراك من القرى والبلدات إلى المدن الكبرى. Especially since the 1960s (nineteen sixties), millions of Turks migrated from villages and towns to metropolitan cities. Особенно с 1960-х (1960-х годов) миллионы турок мигрировали из деревень и поселков в мегаполисы.

Bu hadise toplumun yapısını derinden etkiledi, etkilemeye devam ediyor. |事件|||深刻地|影響了|繼續影響|繼續|繼續影響 |incident|||||influencer|| |Ereignis|||deeply|||| ||society's|structure|deeply|affected|"to affect"|| وقد أثرت هذه الحادثة تأثيرا عميقا على بنية المجتمع ولا تزال تؤثر على ذلك. Dieser Vorfall hat die Struktur der Gesellschaft tiefgreifend verändert und tut dies auch weiterhin. This event deeply affected the structure of society and continues to do so. Этот инцидент сильно повлиял на структуру общества и продолжает влиять на нее.

Göç eden insanların çocukları ebeveynlerinden farklı bir çevrede büyüdüler. |移居|||父母親|||環境中|長大了 ||||de leurs parents|||environnement|ont grandi ||||from their parents|||environment|grew up ||||ihren Eltern|||Umfeld|wuchsen auf نشأ أطفال المهاجرين في بيئة مختلفة عن آبائهم. Die Kinder von Migranten wachsen in einem anderen Umfeld auf als ihre Eltern. Children of immigrants grew up in a different environment from their parents. Дети иммигрантов выросли в иной среде, чем их родители.

Bu gençler arasında sekülerleşme göze çarpıyor. ||||引人注目|顯而易見 |||sécularisation||frappe |||secularization||stands out |||Säkularisierung|auffallen|auffällig العلمنة ملحوظة بين هؤلاء الشباب. Die Säkularisierung ist bei diesen jungen Menschen spürbar. Secularization is striking among these young people. Среди этих молодых людей бросается в глаза секуляризация.

Annesi babası namaz kılan birçok genç namaz kılmıyor. |||做礼拜的||||不做礼拜 |Vater||die beten||||beten nicht her mother|||performing||||does not pray ||prière|priantant||||prient pas كثير من الشباب الذين يصلي آباؤهم لا يصلون. Viele junge Menschen, deren Eltern beten, beten nicht. Many young people whose parents pray do not pray. Многие молодые люди, чьи родители молятся, не молятся.

Benzer biçimde ailesi içki içmeye karşı çıkan kimi gençler içki içiyor. |類似地|家庭|酒精饮料|喝酒|反对|反对||||喝酒 ||||||||||trinken ||||||||||is drinking alcohol وبالمثل، فإن بعض الشباب الذين تعارض أسرهم شرب الكحول يشربون الكحول. Auch einige Jugendliche, deren Eltern gegen den Alkoholkonsum sind, trinken. Similarly, some young people whose families are against drinking do drink. Точно так же некоторые молодые люди, чьи родители против употребления алкоголя, пьют.

Tahmin edilebileceği üzere bu gençler içkiyi ailelerinden gizli tüketiyorlar. ||正如...一样|||酒精饮料||秘密地|飲用著 Prévision|pouvant être|comme on peut le penser|||l'alcool|||consomment Schätzung|vermutet werden kann||||den Alkohol|||verbrauchen sie |"could be predicted"||||alcohol|||are consuming وكما هو متوقع، يستهلك هؤلاء الشباب الكحول سرًا عن عائلاتهم. Natürlich konsumieren diese Jugendlichen den Alkohol im Geheimen vor ihren Familien. As can be expected, these young people consume alcohol secretly from their families. Как и следовало ожидать, эти молодые люди употребляют алкоголь в тайне от своих семей.

Ramazan ayında Müslümanların oruç tutması beklenir. |||齋戒|進行斋戒|預期 ||des musulmans|jeûne|faire| ||Muslims'|fasting|to fast| ||der Muslime|||wird erwartet من المتوقع أن يصوم المسلمون خلال شهر رمضان. Muslims are expected to fast during Ramadan. Ожидается, что мусульмане будут поститься во время Рамадана.

Oruç tutan insanlar güneş batana kadar yemek yemezler, hiçbir şey içmezler. 齋戒||||落下||進食||任何|任何東西|不喝任何东西 ||||jusqu'à ce que|||||| Fasting||||until it sets||||||do not drink ||||unter||||||trinken nicht والصائمون لا يأكلون ولا يشربون شيئا حتى تغرب الشمس. People who fast do not eat or drink until the sun sets. Постящиеся люди ничего не едят и не пьют до захода солнца.

Eskiden insanlar Ramazan'da dışarıda yemek yemezlerdi. |||外面||不吃飯 ||Pendant le Ramadan|||mangeaient pas ||during Ramadan|||"would not eat" |||||essen nicht في الماضي، لم يكن الناس يتناولون الطعام في الخارج خلال شهر رمضان. People used to not eat out during Ramadan. Раньше люди не ели в Рамадан.

Ramazan'da sokakta yemek yiyen veya sigara içen insanlar tepki görürdü, ayıplanırdı. ||||或者|香菸|吸煙的||反應|會被批評|會被譴責 ||||||||réaction||serait désapprouvé ||||||||reaction|would be seen|would be shamed ||||||||||würde beschämt الناس الذين يأكلون أو يدخنون في الشارع خلال شهر رمضان سوف يتعرضون للانتقاد والفضح. Menschen, die während des Ramadan auf der Straße aßen oder rauchten, wurden kritisiert und verurteilt. People who ate or smoked on the street during Ramadan would be criticized and shamed. Люди, которые ели или курили на улице во время Рамадана, подвергались критике и осуждению.

Lakin son yıllarda birçok Türk, Ramazan'da sokakta çekinmeden bir şeyler yiyip içmeye başladı. 但是|||||||毫不顾忌|||吃喝||開始了 mais|||||||sans hésitation|||eating|| aber|||||||ohne Zögern||||| |||||||without hesitation||||| ومع ذلك، في السنوات الأخيرة، بدأ العديد من الأتراك تناول الطعام والشراب في الشوارع دون تردد خلال شهر رمضان. In den letzten Jahren sind jedoch viele Türken dazu übergegangen, während des Ramadan ohne Bedenken auf der Straße zu essen und zu trinken. But in recent years, many Turks have started to eat and drink on the street during Ramadan without hesitation. Однако в последние годы многие турки без стеснения начали есть и пить на улице во время Рамадана.

Toplum yavaş yavaş bu tür değişimleri kabulleniyor. |逐漸|||這種|變化|接受了 |||||changements|accepte adopte society|||||changes|accepting المجتمع يتقبل ببطء مثل هذه التغييرات. Die Gesellschaft akzeptiert diese Veränderungen allmählich. Society is slowly accepting such changes. Общество медленно принимает такие изменения.

Şu an Türkiye'de yürürlükte olan anayasada Türkiye'nin "laik bir devlet" olduğu yazıyor. |||生效中||憲法中||世俗的||國家|是|寫著 |||en vigueur||constitution|||||| |||in effect||constitution|||||| |||in Kraft|||||||| وينص الدستور المعمول به حاليا في تركيا على أن تركيا "دولة علمانية". Die derzeit in der Türkei geltende Verfassung besagt, dass die Türkei ein "säkularer Staat" ist. The constitution currently in force in Turkey states that Turkey is a "secular state". Согласно действующей в Турции конституции, Турция является "светским государством".

Modern Türkiye'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, laiklik ilkesine önem veren bir liderdi. ||創始人|||阿塔图尔克||原則|重視|重視||領導者 |||||||principe||||leader ||founder||Kemal|||principle||||leader ||||||||Wichtigkeit||| كان مصطفى كمال أتاتورك، مؤسس تركيا الحديثة، قائداً أعطى أهمية لمبدأ العلمانية. Mustafa Kemal Atatürk, der Gründer der modernen Türkei, war eine Führungspersönlichkeit, die den Grundsatz des Laizismus betonte. Mustafa Kemal Atatürk, the founder of modern Turkey, was a leader who gave importance to the principle of secularism. Мустафа Кемаль Ататюрк, основатель современной Турции, был лидером, придававшим большое значение принципу светскости.

İslam'ın devlet politikasına yön vermesini doğru bulmuyordu. |||方向|給予指導|正確|不認為正確 ||politique d'État|direction donnée|||ne trouvait pas ||state policy|guiding|guiding||"did not find" ولم يجد أنه من المناسب أن يوجه الإسلام سياسة الدولة. Er hielt es nicht für richtig, dass der Islam die staatliche Politik bestimmt. He did not find it right for Islam to guide state policy. Он не считал правильным, чтобы ислам руководил государственной политикой.

Ancak 1950'lerden itibaren Türkiye'yi yöneten liderler oylarını artırabilmek için dinin devlet işlerine etki etmesine izin verdiler. ||||管理||選票|增加票數||宗教信仰||國家事務|影響|影響到|允許|允許了 ||||||votes|pouvoir augmenter|||||||| |||Turkey|governing||their votes|increase|||state||influence|to influence|| لكن الزعماء الذين حكموا تركيا منذ الخمسينيات سمحوا للدين بالتأثير على شؤون الدولة من أجل زيادة أصواتهم. Die Führer, die die Türkei seit den 1950er Jahren regierten, ließen jedoch zu, dass die Religion die staatlichen Angelegenheiten beeinflusste, um ihre Wählerstimmen zu erhöhen. However, since the 1950s, the leaders who ruled Turkey allowed religion to influence state affairs in order to increase their votes. Однако с 1950-х годов лидеры, правившие Турцией, позволили религии влиять на государственные дела, чтобы увеличить свои голоса. Erdoğan'ın iktidara gelmesiyle birlikte bu etki daha da arttı ve artmaya devam ediyor. |掌權|上台後||||更加||增加了||持續增加|| |Macht||||||||||| Erdoğan's||coming to power|||||||||| ||avec son arrivée||||||||augmenter|| ومع وصول أردوغان إلى السلطة، زاد هذا النفوذ ويستمر في التزايد. Mit der Machtübernahme von Erdoğan hat dieser Einfluss zugenommen und nimmt weiter zu. With Erdogan's coming to power, this influence has increased and continues to increase. С приходом к власти Эрдогана это влияние усилилось и продолжает возрастать.

Seküler bir yaşam tarzını benimseyen insanlar bu duruma tepkili. ||||接受|||情況|反應強烈 ||||adopting||||reactive |||lifestyle|adopting||||reactive ||||annehmende||||reaktionär الأشخاص الذين يتبنون أسلوب حياة علماني يتفاعلون مع هذا الوضع. Menschen, die einen säkularen Lebensstil pflegen, reagieren auf diese Situation. People who follow a secular lifestyle are outraged by this. На эту ситуацию реагируют люди, ведущие светский образ жизни.

İslam'ın politikayı şekillendirmesini eleştiriyorlar. |政策||批評 |la politique|la formation|ils critiquent ||shaping|criticize ||Gestaltung|kritisieren إنهم ينتقدون تشكيل الإسلام للسياسة. Sie kritisieren die Gestaltung der Politik durch den Islam. They criticize Islam's shaping of politics. Они критикуют исламское формирование политики.

Dinin kulla Yaradan arasında olması gerektiğini savunuyorlar. ||||存在|應該是| de la religion|esclavage|Créateur|||| religion|"the servant"|the Creator|between||| |Diener|Schöpfer||||verteidigen ويزعمون أن الدين يجب أن يكون بين العبد والخالق. Sie argumentieren, dass Religion eine Angelegenheit zwischen dem Diener und dem Schöpfer sein sollte. They argue that religion should be between the user and the Creator. Они утверждают, что религия должна быть между пользователем и Творцом.

İbadetlerin sadece ibadet için ayrılan yerlerde yapılması gerektiğini düşünüyorlar. ||||分配的||進行||認為 les cultes||culte||réservé|||| acts of worship||||designated|||| Verehrungen||Worship|||||| ويعتقدون أن العبادة يجب أن تقام فقط في الأماكن المخصصة للعبادة. Sie sind der Meinung, dass Gottesdienste nur an Orten stattfinden sollten, die für Gottesdienste reserviert sind. They think that worship should be held only in places reserved for worship. Ils pensent que les prières ne doivent être effectuées que dans des lieux réservés à cet effet. Они считают, что поклонение должно проводиться только в местах, отведенных для поклонения.

Dindar bazı vatandaşlar İslam'ın etkisinin artmasını olumlu buluyorlar. 虔誠的||一些公民||影響力|增加||認為積極 ||||influence||positive| يجد بعض المواطنين المتدينين أن التأثير المتزايد للإسلام إيجابي. Einige religiöse Bürger sehen den wachsenden Einfluss des Islams in einem positiven Licht. Some religious citizens find the increasing influence of Islam positive. Certains citoyens croyants trouvent que l'influence de l'Islam est positive. Некоторые религиозные граждане находят растущее влияние ислама положительным.

Günlük hayatın din kurallarına uygun biçimde düzenlenmesini istiyorlar. |||宗教規範|符合||安排|希望 |||règles religieuses|||organisation| |||Regeln|||| ||||||"to be organized"| إنهم يريدون تنظيم الحياة اليومية وفقًا للقواعد الدينية. Sie wollen, dass das tägliche Leben nach religiösen Regeln organisiert ist. They want daily life to be organized in accordance with religious rules. Ils souhaitent que la vie quotidienne soit organisée conformément aux règles religieuses. Они хотят, чтобы повседневная жизнь была организована в соответствии с религиозными правилами.

Osmanlı İmparatorluğu'nda padişah aynı zamanda halifeydi. |||同時|同時|哈里发 |empire||||calife |in the Empire||||caliphate was |||||Kalif war وفي الإمبراطورية العثمانية، كان السلطان هو الخليفة أيضًا. Im Osmanischen Reich war der Sultan gleichzeitig der Kalif. In the Ottoman Empire, the sultan was also the caliph. В Османской империи султан был также халифом.

Halife, İslam'ın koruyuculuğunu yapmakla görevli kişiye denir. 哈里發||保護职责|負責做|負責人|人員|稱為 ||protection|||| Caliph||protection of|||| الخليفة هو الشخص المسؤول عن حماية الإسلام. Der Kalif ist die Person, die für den Schutz des Islam verantwortlich ist. The caliph is the person charged with the guardianship of Islam. Халиф – это человек, на которого возложена опека над исламом.

Kimi İslamcılar Osmanlı'da bu uygulamanın başarılı olduğunu söylüyorlar. |伊斯蘭教徒|||做法|成功的||說道 ||||la pratique||| ||||this practice||was successful| ويقول بعض الإسلاميين إن هذه الممارسة كانت ناجحة في الدولة العثمانية. Einige Islamisten behaupten, dass diese Praxis im Osmanischen Reich erfolgreich war. Some Islamists say that this practice was successful in the Ottoman Empire. Некоторые исламисты говорят, что эта практика была успешной в Османской империи.

Yirmi birinci yüzyılda da din kurallarının toplumsal yaşamı belirlemesi gerektiğini öne sürüyorlar. ||世紀中|||規則的|社會生活|社會生活|決定||主張|主張著 |||||règles religieuses||life|détermination||souligner|ils soutiennent ||||religion|rules|||determine|||"argue" ||||||||bestimmen||vorschlagen| ويزعمون أن القواعد الدينية يجب أن تحدد الحياة الاجتماعية في القرن الحادي والعشرين. Sie argumentieren, dass auch im einundzwanzigsten Jahrhundert die religiösen Regeln das gesellschaftliche Leben bestimmen sollten. They argue that in the twenty-first century, religious rules should determine social life. Они утверждают, что в двадцать первом веке религиозные правила должны определять социальную жизнь.

Türkiye'de terör sorunundan sonra en çok konuşulan konu laiklik. ||問題之後|||||議題| ||problème|||||| ||of the problem|||||| القضية الأكثر تداولاً في تركيا بعد مشكلة الإرهاب هي العلمانية. Nach dem Terrorismus ist der Säkularismus das meistdiskutierte Thema in der Türkei. After terrorism, secularism is the most talked about issue in Turkey. После проблемы терроризма в Турции самым обсуждаемым вопросом является секуляризм.

Vatandaşlar, sosyologlar, din adamları, siyasetçiler sürekli dinin toplum yaşamına olan etkisi hakkında konuşurlar. |||宗教人士||不斷地|||社會生活||影響||談論著 ||||politiciens|||||||| ||||||||||effect|| يتحدث المواطنون وعلماء الاجتماع ورجال الدين والسياسيون باستمرار عن تأثير الدين على الحياة الاجتماعية. Bürger, Soziologen, Geistliche und Politiker sprechen ständig über den Einfluss der Religion auf das Leben der Gesellschaft. Citizens, sociologists, clergy, politicians constantly talk about the impact of religion on social life. Горожане, социологи, священнослужители, политики постоянно говорят о влиянии религии на общественную жизнь.

Kemalistler Türkiye'nin “İran gibi olmasından” korkuyorlar. 凱末爾主義者|||||害怕 Kémalistes||||devenir| Kemalists||||being like| ويخشى الكماليون أن تصبح تركيا "مثل إيران". Die Kemalisten befürchten, dass die Türkei "wie der Iran wird". Kemalists fear that Turkey is "becoming like Iran".

Zira 1979'daki (bin dokuz yüz yetmiş dokuzdaki) İran Devrimi'nin ardından İran'da İslam Hukuku uygulanmaya başlandı. 茲拉說|||||七十|中的||革命的|之後|伊朗境內|伊斯蘭教法|伊斯蘭法||開始實施 |||||soixante-dix|dans les années quatre-vingt-dix||la Révolution de Devrim|||||appliquée|a commencé |||||seventy-one|"in 1979"||"of the Revolution"||in Iran||Islamic Law|to be implemented| بعد الثورة الإيرانية عام 1979 (ألف وتسعمائة وتسعة وسبعين)، بدأ تطبيق الشريعة الإسلامية في إيران. Nach der iranischen Revolution von 1979 (eintausendneunhundertneunundsiebzig) wurde im Iran das islamische Recht eingeführt. After the Iranian Revolution in 1979 (in one thousand nine hundred and seventy-nine), Islamic Law began to be implemented in Iran. После иранской революции 1979 года (в тысяча девятьсот семьдесят девятом году) в Иране начали применяться исламские законы. Türkiye'de de benzer bir durumun olmasından çekiniyorlar. ||||||擔心 ||||||ils craignent ||||||are afraid of ||||||sie haben Angst وهم يخشون حدوث وضع مماثل في تركيا. Sie haben Angst vor einer ähnlichen Situation in der Türkei. They are afraid of a similar situation in Turkey. Опасаются аналогичной ситуации в Турции.

Günümüzde Türkiye'de camilere gittiğinizde genelde yaşlı Türklerle karşılaşırsınız. 當今||||通常|年長的||遇到 ||mosquées|lorsque vous allez||||vous rencontrez heutzutage||||||| Nowadays||to mosques|when you go||||you encounter في الوقت الحاضر، عندما تذهب إلى المساجد في تركيا، عادة ما تقابل أتراكًا قدامى. Wenn man heute in der Türkei in eine Moschee geht, trifft man meist auf ältere Türken. Nowadays, when you go to mosques in Turkey, you usually encounter old Turks. В настоящее время, когда вы идете в мечети в Турции, вы обычно встречаете старых турок.

Gençlerin önemli bir bölümü camiye gidip ibadet etmek istemiyor. |||部分||去到|||不想要 ||||||to worship|| شريحة كبيرة من الشباب لا يريدون الذهاب إلى المسجد والعبادة. Ein beträchtlicher Teil der jungen Menschen möchte nicht in die Moschee gehen, um zu beten. A significant number of young people do not want to go to the mosque to pray. Значительная часть молодежи не хочет ходить в мечеть и молиться.

Gençlerin bir kısmı özgürce içki içebilmek istiyor. |||自由地|||想要 |||||pouvoir boire| |||frei||| |||||drink freely| يريد بعض الشباب أن يكونوا قادرين على الشرب بحرية. Manche junge Menschen wollen frei trinken können. Some young people want to be able to drink freely.

Batı Avrupa'da olduğu gibi günlük yaşamda dinin etkisinin azalmasının doğru olduğunu düşünüyorlar. |歐洲||||日常生活中|||減少||| |||||dans la vie|||diminution de||| |||||daily life||its effect|"decrease"|||they think ويعتقدون أنه من الصواب أن ينخفض تأثير الدين في الحياة اليومية، كما هو الحال في أوروبا الغربية. Sie halten es für richtig, den Einfluss der Religion im Alltag zu verringern, wie es in Westeuropa der Fall ist. They think it is right that the influence of religion in everyday life, as in Western Europe, is diminishing. Они считают правильным, что влияние религии в повседневной жизни, как в Западной Европе, уменьшается.

Bazı dini azınlıklar da sekülerleşme taraftarı. ||少數族群|||支持者 ||minorités religieuses|||partisan de ||minorities|||in favor of ||Minderheiten|||supporter كما تفضل بعض الأقليات الدينية العلمانية. Auch einige religiöse Minderheiten sind für die Säkularisierung. Some religious minorities are also in favor of secularisation. Некоторые религиозные меньшинства также выступают за секуляризацию.

Bunların başında Aleviler geliyor. ||阿列维派| "Among them"|"at the forefront"|| ويأتي العلويون في المرتبة الأولى بين هؤلاء. Die Aleviten stehen dabei an vorderster Front. First among them are Alevis. Первыми среди них являются алевиты.

Alevilik bir tür mezhep. 阿列维派教派||| |||Konfession Alevism|||sect العلوية هي نوع من الطائفة. Das Alevitentum ist eine Art Sekte. Alevism is a kind of sect. Алевизм - это своего рода секта.

Onların çoğu Sünni İslam'ın politikayı yönlendirmesinden rahatsız. |大多數||||引導|不滿 |||||orientation politique|inquiet, dérangé |||||guiding of| والعديد منهم غير مرتاحين للاتجاه السياسي الذي يتبعه الإسلام السني. Viele von ihnen sind unzufrieden mit der Vorherrschaft des sunnitischen Islam in der Politik. Many of them are uncomfortable with the way Sunni Islam drives policy. Многих из них не устраивает политика суннитского ислама.

Bunu sakıncalı buluyorlar. |有問題| |risky| this|They find it inappropriate.| |problematisch| ويرون أن هذا أمر مرفوض. Sie finden es lästig. They find this objectionable. Они считают это неудобным.

Bu durumun onların dışlanmasına yol açtığı kanaatindeler. |||被排斥|||認為 |||exclusion|voie|a conduit à|opinion holders |||being excluded|way|has led to|They believe |||Ausgrenzung||eröffnet|sind der Meinung ويعتقدون أن هذا الوضع أدى إلى استبعادهم. Sie glauben, dass dies zu ihrer Marginalisierung führt. They believe that this situation leads to their exclusion. Они считают, что эта ситуация приводит к их исключению.

Kimi uzmanlar sekülerleşmenin devam edeceğini düşünüyorlar. ||世俗化进程||繼續進行| You|experts|la sécularisation||verra continuera| ||secularization's||"will continue"| ويعتقد بعض الخبراء أن العلمنة سوف تستمر. Einige Experten glauben, dass die Säkularisierung weitergehen wird. Some experts think that secularization will continue. Некоторые эксперты считают, что секуляризация продолжится.

Yeni kuşakların önceki kuşaklara göre daha az dindar olacağı fikrindeler. ||先前的|世代相比|相比于|||||認為 |les nouvelles générations|précédente|générations|par rapport à|||||idée reçue |generations||generations||||||"of the opinion" |Generationen|||||||| ويعتقدون أن الأجيال الجديدة ستكون أقل تديناً من الأجيال السابقة. Sie glauben, dass die neuen Generationen weniger religiös sein werden als die früheren. They think that new generations will be less religious than previous generations. Они считают, что новые поколения будут менее религиозны, чем предыдущие.

Konya gibi muhafazakar şehirlerde bile artık Ramazan'da restoranlar açık, insanlar rahatça yemek yiyebiliyorlar. 像孔亚这样的||||即使在|現在|||開放的||輕鬆地||可以吃饭 ||||||||||||ils peuvent manger ||konservativen|||||||||| |||||||restaurants|||comfortably||can eat وحتى في المدن المحافظة مثل قونية، أصبحت المطاعم مفتوحة الآن خلال شهر رمضان ويمكن للناس تناول الطعام بشكل مريح. Selbst in konservativen Städten wie Konya sind Restaurants jetzt während des Ramadan geöffnet und die Menschen können bequem essen. Even in conservative cities like Konya, restaurants are now open during Ramadan and people can eat freely. Даже в таких консервативных городах, как Конья, рестораны теперь открыты во время Рамадана, и люди могут спокойно поесть.

Vatandaşların bir bölümü dindarların hayatlarına müdahale etmesinden rahatsız. |||||干涉|干涉| |||des croyants|vie des croyants|intervention|intervention dans|inquiet, dérangé |||religious people's|their lives||interfering with| |||||Eingriff|| ينزعج بعض المواطنين من تدخل رجال الدين في حياتهم. Einige Bürgerinnen und Bürger fühlen sich durch die Einmischung religiöser Menschen in ihr Leben gestört. Some of the citizens are uncomfortable with the intervention of religious people in their lives. Некоторым горожан не нравится вмешательство религиозных людей в их жизнь.

Başkalarının kendi hayatlarına karışmasını doğru bulmuyorlar, buna tepki gösteriyorlar. |自己的||干涉||認為不對|對此||表示反應 |||||ne s'en mêlent pas||| |||interference||"do not find"||| |||||||Reaktion| إنهم لا يجدون أنه من الصواب أن يتدخل الآخرون في حياتهم، ويتفاعلون مع ذلك. Sie halten es nicht für richtig, dass sich andere in ihr Leben einmischen, und reagieren darauf. They do not find it right for others to interfere in their lives, they react to it. Они не считают правильным, чтобы другие вмешивались в их жизнь, они реагируют на это.

Kimi araştırmalar başörtüsü takan kadın sayısının son birkaç yılda azaldığını gösteriyor. ||頭巾|戴着的|女性|數量||幾年||減少了|顯示出 ||voile|porter||||||has decreased| |die Forschungen|Kopftuch|||||||| |research|headscarf|wearing||||||has decreased| وتشير بعض الدراسات إلى أن عدد النساء المحجبات قد انخفض في السنوات القليلة الماضية. Einige Studien zeigen, dass die Zahl der Frauen, die das Kopftuch tragen, in den letzten Jahren zurückgegangen ist. Some studies show that the number of women wearing the headscarf has decreased in the last few years. Некоторые исследования показывают, что число женщин, носящих хиджабы, за последние несколько лет уменьшилось.

Hatta kimi dindar ailelerde yetişmiş kadınlar türban takmaktan vazgeçiyor. 甚至|||宗教家庭中|成長的|婦女們|頭巾|戴上|放棄戴頭巾 ||||élevé||voile islamique|porter un turban|renonce ||||erwachsene||Kopftuch||gibt auf ||||raised||headscarf|wearing|giving up وفي الواقع، فإن بعض النساء اللاتي نشأن في عائلات متدينة يتخلين عن ارتداء الحجاب. Einige Frauen, die in religiösen Familien aufgewachsen sind, verzichten sogar auf das Tragen des Turbans. Some women raised in religious families even give up wearing the turban. На самом деле, некоторые женщины, выросшие в религиозных семьях, отказываются от ношения хиджаба.

Bu durum ailelerinin tepkisini çekiyor. ||他們家庭的|| ||de leurs familles|reaction| ||their families'|reaction| |||Reaktion| هذا الوضع يثير ردود فعل من عائلاتهم. Diese Situation zieht die Reaktion ihrer Familien nach sich. This situation draws the reaction of their families. Эта ситуация возмущает их семьи.

Bu yüzden ailesiyle küsen, konuşmayan kadınlar var. |||reconciling|not speaking|| |||falling out|not speaking||there are |||streitenden||| ولهذا السبب هناك ستات تزعل من أهلها ولا تتكلم معهم. Aus diesem Grund gibt es Frauen, die mit ihren Familien schmollen und nicht mit ihnen sprechen. That's why there are women who get offended with their families and don't talk. Из-за этого есть женщины, которые дуются на свою семью и не разговаривают с ней.