×

我們使用cookies幫助改善LingQ。通過流覽本網站,表示你同意我們的 cookie 政策.

image

Baha's Stories, Güney Afrika'ya Giden İlk Osmanlı Bilgini: Ebu Bekir Efendi

Güney Afrika'ya Giden İlk Osmanlı Bilgini: Ebu Bekir Efendi

Bugün çok değerli bir Osmanlı bilgininden bahsedeceğim. Onun ismi Ebu Bekir Efendi. O, 19. yüzyılda bugünkü Irak'ta doğdu. O dönemlerde Irak, Osmanlı toprağıydı. Efendi, bir süre İstanbul'da yaşadı ve bu şehirde dini eğitim aldı. Kendini geliştirdi. Onun neden Güney Afrika'ya gittiğinden bahsedeceğim. Ama önce Güney Afrika'daki Avrupalıların tarihinden kısaca bahsedelim:

Oraya yerleşen ilk Avrupalılar Portekizli denizcilerdi. 17. yüzyıldan itibaren Hollandalı tüccarlar bu bölgeyi yönetmek istediler. Onlar Afrika'dan, Hindistan'dan ve Malay Yarımadası'ndan birçok köleyi Cape Town'a getirdiler. Bu köleleri Hollanda Doğu Hindistan Şirketi* aracılığıyla getirdiler.

Hollandalı tacirler getirilen köleleri tarlalarda, çiftliklerde zorla çalıştırdılar. Onları çok kötü şartlar altında yaşamak zorunda bıraktılar. Sahiplerine karşı çıkan köleleri kazığa oturttular. Acımasız bir biçimde cezalandırdılar. Aslında Apartheid'ın tohumları o dönemde ekilmişti.

19. yüzyılın başından itibaren İngilizler bu bölgeyi yönetmeye başladılar. İngilizler köleliği resmen yasaklamışlardı. Ancak onlar Güney Afrika'da köle ticareti yapmaya devam ettiler. Bugün Güney Afrika'da yaşayan Avrupalıların çoğu İngiliz, Hollandalı ve Alman asıllıdır.

Şimdi Efendi'nin neden Afrika'ya gittiğinden bahsedelim: 19. yüzyılda Güney Afrika'daki Müslümanlar arasında bazı sorunlar vardı. Birbirleriyle anlaşamıyorlardı. Bunun sonucunda ülkede karışıklık oluyordu. O dönemde Osmanlı Sultanı aynı zamanda halifeydi. Kraliçe Victoria Hükümeti Osmanlı Devleti'ne başvurdu. Onlardan yardım istedi. Bölgedeki dini sorunları çözmek istiyorlardı.

Osmanlı Devleti de onlara yardım etmek için Efendi'yi görevlendirdi. Onun bölgedeki Müslümanlar arasındaki sorunları çözmesi için gitmesine karar verdiler. 1862 yılında yola çıktı. Önce Paris'e, oradan Londra'ya gitti. Sonra gemiye binerek Cape Town'a ulaştı. Onu gören Müslümanlar çok sevindiler. Ona saygı gösterdiler.

O, çok çalışkan birisiydi. Hızlıca İngilizceyi ve Flemenkçeyi öğrendi. Dini konularda birçok kitap yazdı. İnsanları eğitti. Etkili bir hoca oldu. Ünlü kaptan James Cook'un bir akrabasıyla evlendi. Cape Town'da hayatını kaybetti.

Onun torunlarının bazıları bugün Güney Afrika'da yaşıyorlar. Ama onlar Türkiye'yi unutmadılar. Çünkü Türkiye'yi özlüyorlar. Kısa bir süre önce Efendi'nin torunları Türk vatandaşı olmak için başvuru yaptılar. Umarım başvuruları kabul olur ve Türk vatandaşı olurlar.

Learn languages from TV shows, movies, news, articles and more! Try LingQ for FREE

Güney Afrika'ya Giden İlk Osmanlı Bilgini: Ebu Bekir Efendi Sud|||||Savant|Ebu|Abu Bakr|Gentleman Süd-|||||||| South|to Africa|Going to|||scholar|Abu|Abu Bakr Effendi| أول عالم عثماني يذهب إلى جنوب أفريقيا: أبو بكر أفندي Der erste osmanische Gelehrte, der Südafrika besucht: Abu Bekir Efendi Ο πρώτος Οθωμανός μελετητής που επισκέφθηκε τη Νότια Αφρική: Αμπού Μπεκίρ Εφέντι The First Ottoman Scholar to Visit South Africa: Ebu Bekir Efendi El primer erudito otomano en visitar Sudáfrica: Abu Bekir Efendi Le premier universitaire ottoman à se rendre en Afrique du Sud : Abu Bekir Efendi O primeiro académico otomano a visitar a África do Sul: Abu Bekir Efendi Первый османский ученый, посетивший Южную Африку: Абу Бекир Эфенди Den första ottomanska forskaren som besökte Sydafrika: Abu Bekir Efendi

Bugün çok değerli bir Osmanlı bilgininden bahsedeceğim. Onun ismi Ebu Bekir Efendi. O, 19. yüzyılda bugünkü Irak'ta doğdu. O dönemlerde Irak, Osmanlı toprağıydı. |||||érudit ottoman||||||||||||||||territoire ottoman ||valuable|a||scholar|I will talk||name|||||"in the century"|"present-day"||was born||those times|||Ottoman territory |||||Osmanischen Gelehrten|||||||||||||||| |||||studioso ottomano|||||||||||||||| سأتحدث اليوم عن عالم عثماني قيم للغاية. اسمه أبو بكر أفندي. ولد فيما يعرف الآن بالعراق في القرن التاسع عشر. وكان العراق في ذلك الوقت أرضا عثمانية. Heute werde ich über einen sehr wertvollen osmanischen Gelehrten sprechen, seinen Namen Abu Bakr Efendi. Er wurde im 19. Jahrhundert im heutigen Irak geboren. Zu dieser Zeit war der Irak ein osmanisches Gebiet. Today I will talk about a very valuable Ottoman scholar. His name is Abu Bakr Effendi. He was born in today's Iraq in the 19th century. At that time, Iraq was Ottoman land. Сегодня я расскажу об очень ценном османском ученом. Его зовут Абу Бакр Эфенди. Он родился в современном Ираке в 19 веке. В то время Ирак был территорией Османской империи. Efendi, bir süre İstanbul'da yaşadı ve bu şehirde dini eğitim aldı. Kendini geliştirdi. Onun neden Güney Afrika'ya gittiğinden bahsedeceğim. Ama önce Güney Afrika'daki Avrupalıların tarihinden kısaca bahsedelim: ||||||||||||s'est amélioré|||||où il est allé|parlerai de||||en Afrique|européens|histoire des|| |for a|a while||lived||||religious|religious education||himself|improved himself|||South||his going||||South||Europeans'|of history|briefly|let's talk ||||||||||||sich weiterbildete||||||||||in Südafrika|Europäer in Südafrika|der Geschichte von|| |||||||||||||||||||||||||brevemente| عاش أفندي في إسطنبول لفترة وتلقى التعليم الديني في هذه المدينة. لقد حسن نفسه. سأتحدث عن سبب ذهابه إلى جنوب أفريقيا. لكن أولاً، دعونا نتحدث بإيجاز عن تاريخ الأوروبيين في جنوب أفريقيا: Efendi lebte eine Zeit lang in Istanbul und erhielt dort eine religiöse Ausbildung. Er bildete sich weiter. Ich werde darüber sprechen, warum er nach Südafrika ging, aber lassen Sie uns zunächst kurz über die Geschichte der Europäer in Südafrika sprechen: Efendi lived in Istanbul for a while and received religious education in this city. He improved himself. I will talk about why he went to South Africa. But first, let's talk briefly about the history of Europeans in South Africa: Эфенди некоторое время жил в Стамбуле и получил в этом городе религиозное образование. Он совершенствовался. Я расскажу о том, почему он отправился в Южную Африку, но сначала давайте вкратце поговорим об истории европейцев в Южной Африке:

Oraya yerleşen ilk Avrupalılar Portekizli denizcilerdi. 17. yüzyıldan itibaren Hollandalı tüccarlar bu bölgeyi yönetmek istediler. |établis|||Portuguese|marins portugais||à partir de|Hollandais|commerçants néerlandais|||| |sich ansiedelten||Europäer|Portugiesen|Seeleute waren||ab dem |Holländische|Händler|||verwalten wollten| |settled|||Portuguese sailors|were sailors|the 17th century|from the 17th|Dutch|traders||this region|"to govern"|wanted |che si sono stabiliti||||sailors||a partire da||mercanti|||govern| كان البحارة البرتغاليون أول الأوروبيين الذين استقروا هناك. منذ القرن السابع عشر، أراد التجار الهولنديون حكم هذه المنطقة. Die ersten Europäer, die sich dort niederließen, waren portugiesische Seefahrer. Ab dem 17. Jahrhundert wollten holländische Kaufleute diese Region beherrschen. The first Europeans to settle there were Portuguese sailors. From the 17th century, Dutch traders wanted to rule this region. Первыми европейцами, поселившимися здесь, были португальские моряки. Начиная с 17 века, голландские купцы хотели управлять этим регионом. Onlar Afrika'dan, Hindistan'dan ve Malay Yarımadası'ndan birçok köleyi Cape Town'a getirdiler. Bu köleleri Hollanda Doğu Hindistan Şirketi* aracılığıyla getirdiler. |d'Afrique|Inde||Malais|de la péninsule||les esclaves|Le Cap|ville|||esclaves|Pays-Bas|||Société|par l'intermédiaire de| They||from India||Malay Peninsula|Malay Peninsula||many slaves|Cape Town|Cape Town|"brought"||the slaves|Netherlands|East|India|Company|through the agency| |aus Afrika|aus Indien||Malaiische Halbinsel|Malayischen Halbinsel||den Sklaven|Kapstadt|nach Kapstadt|||die Sklaven|Niederlande|Ost|Indien||durch| |||||||schiavo||||||||||attraverso la| لقد جلبوا العديد من العبيد من أفريقيا والهند وشبه جزيرة الملايو إلى كيب تاون. لقد جلبوا هؤلاء العبيد عبر شركة الهند الشرقية الهولندية*. Sie brachten viele Sklaven aus Afrika, Indien und von der Malaiischen Halbinsel nach Kapstadt. Sie brachten diese Sklaven über die Niederländische Ostindien-Kompanie*. They brought many slaves from Africa, India and the Malay Peninsula to Cape Town. They brought these slaves through the Dutch East India Company *. Они привезли в Кейптаун множество рабов из Африки, Индии и Малайского полуострова. Они привезли этих рабов через Голландскую Ост-Индскую компанию*.

Hollandalı tacirler getirilen köleleri tarlalarda, çiftliklerde zorla çalıştırdılar. Onları çok kötü şartlar altında yaşamak zorunda bıraktılar. |commerçants néerlandais|apportés||dans les champs|dans les fermes||ils ont fait travailler|||||||| |holländische Händler|gebrachte||auf den Feldern|auf den Bauernhöfen|zwangsweise|zwangen zu arbeiten||||Bedingungen|||| |traders|brought|the slaves|in the fields|on farms||forced to work|||bad|conditions||live|"had to"|forced to live |commercianti|||nei campi|fattorie||||||condizioni situazioni|||| أجبر التجار الهولنديون العبيد الذين تم إحضارهم على العمل في الحقول والمزارع. وأجبروهم على العيش في ظروف سيئة للغاية. Die holländischen Händler zwangen die Sklaven, auf den Feldern und Farmen zu arbeiten. Sie zwangen sie, unter sehr schlechten Bedingungen zu leben. Dutch merchants forced the slaves brought in the fields and farms. They forced them to live under very bad conditions. Голландские торговцы заставляли рабов работать на полях и фермах. Они заставляли их жить в очень плохих условиях. Sahiplerine karşı çıkan köleleri kazığa oturttular. Acımasız bir biçimde cezalandırdılar. Aslında Apartheid'ın tohumları o dönemde ekilmişti. à leurs propriétaires||||empalé|faire asseoir|Sans pitié|||punished||de l'apartheid|les germes de|||avaient été semées ihren Besitzern|gegenüber|sich auflehnenden|Sklaven|auf den Pfahl|aufgespießt haben|gnadenlos||auf grausame Weise|bestraften sie brutal||der Apartheid|die Samen|||gesät worden their owners||||impaled on stakes|impaled|ruthlessly||"in a manner"|punished them brutally||Apartheid's|the seeds|||"had been sown" ai proprietari||||impalare|fissero sopra|senza pietà||in modo|punirono|||semi|||seminati erano لقد خوزقوا العبيد الذين عارضوا أصحابهم. فعاقبوه بقسوة. في الواقع، زرعت بذور الفصل العنصري في ذلك الوقت. Sie spießten Sklaven auf, die sich ihren Herren widersetzten. Sie bestraften sie erbarmungslos. Die Saat der Apartheid wurde in dieser Zeit gelegt. They impaled the slaves that opposed their owners. They punished brutally. In fact, Apartheid's seeds were sown at that time. Рабы, бросившие вызов своим хозяевам, были заколоты. Они безжалостно наказывали их. Фактически, семена апартеида были посеяны в то время.

19\. yüzyılın başından itibaren İngilizler bu bölgeyi yönetmeye başladılar. İngilizler köleliği resmen yasaklamışlardı. ||à partir de||||govern|||l'esclavage|officiellement|avaient interdit ||||||zu regieren|||die Sklaverei|offiziell|hatten verboten ||||||govern|||slavery|officially|had banned ||||||||||ufficialmente|avevano vietato 19\. منذ بداية القرن، بدأ البريطانيون في حكم هذه المنطقة. لقد حظر البريطانيون العبودية رسميًا. Zu Beginn des 19. Jahrhunderts begannen die Briten, diese Region zu beherrschen. Die Briten verboten offiziell die Sklaverei. 19 \\. From the beginning of the century, the British started to rule this region. The British had officially banned slavery. С начала XIX века в этом регионе стали править англичане, которые официально запретили рабство. Ancak onlar Güney Afrika'da köle ticareti yapmaya devam ettiler. Bugün Güney Afrika'da yaşayan Avrupalıların çoğu İngiliz, Hollandalı ve Alman asıllıdır. ||Sud|||||||||||||||||d'origine ||||slave||"to trade"||continued||||||||||German|are of origin |||||Sklavenhandel betreiben|||||Südafrika|||||||||stammen ab |||||||||||||||||||di origine ومع ذلك، استمروا في تجارة العبيد في جنوب أفريقيا. معظم الأوروبيين الذين يعيشون في جنوب أفريقيا اليوم هم من أصول بريطانية وهولندية وألمانية. Sie trieben jedoch weiterhin Sklavenhandel in Südafrika. Die meisten der heute in Südafrika lebenden Europäer sind britischer, niederländischer und deutscher Abstammung. However, they continued to trade slaves in South Africa. Most Europeans living in South Africa today are of English, Dutch and German descent. Однако они продолжали торговать рабами в Южной Африке. Большинство европейцев, живущих сегодня в Южной Африке, имеют британское, голландское и немецкое происхождение.

Şimdi Efendi'nin neden Afrika'ya gittiğinden bahsedelim: 19. yüzyılda Güney Afrika'daki Müslümanlar arasında bazı sorunlar vardı. |Monsieur|||||||||||problèmes| |des Herrn|||||||||||| |the Master's|||||||||among||problems| ||||||||||||problemi| الآن دعونا نتحدث عن سبب ذهاب أفندي إلى أفريقيا: كانت هناك بعض المشاكل بين المسلمين في جنوب أفريقيا في القرن التاسع عشر. Lassen Sie uns nun darüber sprechen, warum der Meister nach Afrika ging: Im 19. Jahrhundert gab es einige Probleme unter den Muslimen in Südafrika. Now let's talk about why Efendi went to Africa: There were some problems among Muslims in South Africa in the 19th century. Теперь давайте поговорим о том, почему Мастер отправился в Африку: В 19 веке среди мусульман Южной Африки были некоторые проблемы. Birbirleriyle anlaşamıyorlardı. Bunun sonucunda ülkede karışıklık oluyordu. O dönemde Osmanlı Sultanı aynı zamanda halifeydi. entre eux|ne s'entendaient pas||en conséquence||désordre|||||sultan|||était calife miteinander|sich nicht einig||infolgedessen||Unruhe|||||Sultan|||war Kalif with each other|They couldn't agree||As a result||turmoil|"was occurring"||||Sultan|||was caliph |non si capivano||||confusione||||||||califfo لم يتمكنوا من الانسجام مع بعضهم البعض. ونتيجة لذلك، كان هناك ارتباك في البلاد. وفي ذلك الوقت كان السلطان العثماني هو الخليفة أيضًا. Sie konnten nicht miteinander auskommen. Infolgedessen herrschte Verwirrung im Land. Zu dieser Zeit war der osmanische Sultan auch der Kalif. They couldn't get along with each other. As a result, there was confusion in the country. The Ottoman Sultan was also the caliph at that time. Они не могли ужиться друг с другом. В результате в стране царила неразбериха. В то время османский султан был также халифом. Kraliçe Victoria Hükümeti Osmanlı Devleti'ne başvurdu. Onlardan yardım istedi. Bölgedeki dini sorunları çözmek istiyorlardı. Reine|Reine Victoria|||à l'État|a sollicité|||||||| Königin|Königin Victoria|Regierung der Königin||an den Staat|wandte sich an||||in der Region|religiöse||| Queen|Queen Victoria|||to the Ottoman|applied to||||||||"they wanted to" |||||si è rivolta|||||||risolvere| ناشدت حكومة الملكة فيكتوريا الدولة العثمانية. وطلب منهم المساعدة. لقد أرادوا حل المشاكل الدينية في المنطقة. Die Regierung von Königin Victoria wandte sich an das Osmanische Reich. Sie bat es um Hilfe. Sie wollte die religiösen Probleme in der Region lösen. The Queen Victoria Government applied to the Ottoman State. He asked them for help. They wanted to solve religious problems in the region. Правительство королевы Виктории обратилось к Османской империи. Она просила их о помощи. Они хотели решить религиозные проблемы в регионе.

Osmanlı Devleti de onlara yardım etmek için Efendi'yi görevlendirdi. Onun bölgedeki Müslümanlar arasındaki sorunları çözmesi için gitmesine karar verdiler. |||||||le Maître|a chargé||||||résoudre||d'aller|| |||||||den Herrn|beauftragte||in der Region||||zu lösen||zu gehen|| |||||||the Master|assigned|||||||||| ||||||||ha assegnato|||||||||| كما عينت الإمبراطورية العثمانية أفندي لمساعدتهم. فقرروا أن يذهب لحل المشاكل بين المسلمين في المنطقة. Das Osmanische Reich wiederum beauftragte Efendi, ihnen zu helfen. Sie beschlossen, dass er gehen sollte, um die Probleme zwischen den Muslimen in der Region zu lösen. The Ottoman Empire also assigned Efendi to help them. They decided that he should go to solve the problems among the Muslims in the region. Османская империя, в свою очередь, поручила Эфенди оказать им помощь. Они решили, что он должен отправиться решать проблемы между мусульманами в регионе. 1862 yılında yola çıktı. Önce Paris'e, oradan Londra'ya gitti. Sonra gemiye binerek Cape Town'a ulaştı. Onu gören Müslümanlar çok sevindiler. Ona saygı gösterdiler. ||||nach Paris||||||an Bord gehen|||erreichte|||||freuten sich sehr|||respektierten ihn |set off|||||||||boarding|||||seeing him|||||| |||||||||au bateau|en prenant le bateau||||||||très contents|||ont montré |||||||||||||raggiunse|||||||| انطلق في عام 1862. ذهب أولاً إلى باريس ثم إلى لندن. ثم ركب السفينة ووصل إلى كيب تاون. وكان المسلمون الذين رأوه سعداء للغاية. لقد احترموه. Im Jahr 1862 machte er sich auf den Weg. Zunächst reiste er nach Paris, dann nach London. Dann bestieg er ein Schiff und erreichte Kapstadt. Die Muslime, die ihn sahen, waren sehr glücklich. Sie zollten ihm Respekt. He set off in 1862. He first went to Paris and from there to London. Then he got on the ship and reached Cape Town. Muslims who saw him were very happy. They respected him. Он отправился в путь в 1862 году. Сначала он отправился в Париж, затем в Лондон. Затем он сел на корабль и добрался до Кейптауна. Мусульмане, увидевшие его, были очень счастливы. Они проявили к нему уважение.

O, çok çalışkan birisiydi. Hızlıca İngilizceyi ve Flemenkçeyi öğrendi. Dini konularda birçok kitap yazdı. İnsanları eğitti. Etkili bir hoca oldu. ||travailleur|||||néerlandais||||||||éduqua|professeur influent||| ||fleißig|||||Niederländisch||||||||unterrichtete|||| ||hardworking|"someone who was"|quickly|||Dutch|"learned"||||||people|trained people|Influential||teacher| |||||||||||||||insegnò|Effective||| لقد كان شخصًا مجتهدًا جدًا. وسرعان ما تعلم اللغة الإنجليزية والهولندية. وله العديد من الكتب في المواضيع الدينية. قام بتعليم الناس. أصبح معلما فعالا. Er war ein sehr fleißiger Arbeiter. Er lernte schnell Englisch und Niederländisch. Er schrieb viele Bücher über religiöse Themen. Er bildete Menschen aus. Er wurde ein einflussreicher Lehrer. He was a hard worker. He quickly learned English and Dutch. He wrote many books on religious topics. He trained people. He became an effective teacher. Он был очень трудолюбивым. Он быстро выучил английский и голландский языки. Он написал много книг на религиозные темы. Он просвещал людей. Он стал влиятельным преподавателем. Ünlü kaptan James Cook'un bir akrabasıyla evlendi. Cape Town'da hayatını kaybetti. Célèbre|capitaine||de Cook||un membre de la famille||Cap|ville de Cape||est décédé famous|||Cook's||with a relative|||in Cape Town|| |Kapitän|James Cook|Cooks||mit einem Verwandten|||in Kapstadt|| |||||un parente|sposò|||| تزوج من أحد أقارب الكابتن الشهير جيمس كوك. توفي في كيب تاون. Sie heiratete einen Verwandten des berühmten Kapitäns James Cook. Sie starb in Kapstadt. He married a relative of the famous captain James Cook. He died in Cape Town. Она вышла замуж за родственника знаменитого капитана Джеймса Кука. Она умерла в Кейптауне.

Onun torunlarının bazıları bugün Güney Afrika'da yaşıyorlar. Ama onlar Türkiye'yi unutmadılar. Çünkü Türkiye'yi özlüyorlar. |ses petits-enfants|||||||||n'ont pas oublié|||manquent à |seiner Enkelkinder|||||||||haben nicht vergessen|||vermissen |grandchildren|||||||||did not forget|||miss Turkey ||alcuni||||||||||| يعيش بعض نسله في جنوب إفريقيا اليوم. لكنهم لم ينسوا تركيا. لأنهم يفتقدون تركيا. Einige seiner Nachkommen leben heute in Südafrika. Aber sie haben die Türkei nicht vergessen. Denn sie vermissen die Türkei. Some of his grandchildren live in South Africa today. But they forget Turkey. Because they miss Turkey. Некоторые из его потомков сегодня живут в Южной Африке. Но они не забыли Турцию. Потому что они скучают по Турции. Kısa bir süre önce Efendi'nin torunları Türk vatandaşı olmak için başvuru yaptılar. Umarım başvuruları kabul olur ve Türk vatandaşı olurlar. |||||Enkelkinder||Staatsbürger|||Antrag|||Anträge|||||| ||short time ago|a short while ago||||citizen|||application||||||||| |||||||citoyen turc|||demande|||demandes|||||| ومؤخرًا، تقدم أحفاد أفندي بطلب للحصول على الجنسية التركية. آمل أن يتم قبول طلباتهم وأن يصبحوا مواطنين أتراك. Vor kurzem haben Efendis Enkelkinder beantragt, türkische Staatsbürger zu werden. Ich hoffe, dass ihr Antrag angenommen wird und sie türkische Staatsbürger werden. The grandchildren of Efendi recently applied to become Turkish citizens. I hope their applications are accepted and they become Turkish citizens. make application Недавно внуки Эфенди подали заявление на получение турецкого гражданства. Я надеюсь, что их заявление будет принято, и они станут гражданами Турции.