2. Bölüm - III (a)
III
"Buraya bir kere daha gelebiliriz," dedi Julia. "Saklı yerleri iki kez kullanmanın genellikle pek sakıncası olmaz. Ama bir iki ay sonra tabii."
Uyanır uyanmaz hali tavrı değişmişti. Yeniden eski temkinliliğini takınıp işteki ciddiliğine bürünmüş, giysilerini giyip kırmızı kuşağı beline bağlamış, dönüş yolculuğunun ayrıntılarını kurmaya başlamıştı. Bu işi ona bırakmak Winston'a son derece doğal geliyordu. Hiç kuşkusuz, Winston'da hiç olmayan bir pratik zekâsı vardı Julia'nın; belli ki, çıktığı sayısız toplu doğa yürüyüşü, Londra dolaylarındaki kırları avcunun içi gibi bilmesini sağlamıştı. Dönüş için tarif ettiği yol geldiği yoldan çok farklıydı; Winston bambaşka bir istasyonda buldu kendini. "Asla geldiğin yoldan dönme," dedi Julia, çok önemli bir kuralı açıklıyormuşçasına. Önce kendisi yola çıkacak, Winston yarım saat bekledikten sonra onun arkasından gidecekti.
Julia, dört akşam sonra iş çıkışı buluşabilecekleri bir yer söyledi. Yoksul mahallelerden birinde, genellikle kalabalık ve gürültülü bir pazarın kurulduğu bir sokaktı burası. Ayakkabı bağcığı, dikiş ipliği gibi şeyler arıyormuş gibi tezgâhların arasında dolanıyor olacaktı. Durum elverişliyse, Winston'ı görünce burnunu siler gibi yapacaktı; yoksa Winston'ın onu tanımazdan gelerek geçip gitmesi gerekiyordu. Ama talihleri yaver giderse, kalabalığın içinde on beş dakika kadar görüşebilirler, yeniden ne zaman buluşacaklarını belirleyebilirlerdi.
Julia, Winston'a, neler yapması gerektiğini ezberlettikten sonra, "Artık gitmeliyim," dedi. "Akşam yedi buçukta dönmüş olmak zorundayım. Seks Karşıtı Gençlik Birliği'nde iki saatlik bir işim var, broşür falan dağıtacağım. Kepazelik işte! Şöyle bir silkelesene üstümü. Saçımda çalı malı kalmasın. Tamam mı? Öyleyse hoşça kal, sevgilim, yolun açık olsun .''
Winston'ı kucaklayıp dudaklarına yapıştı, sonra birden körpe ağaçların arasına daldı, ormanda sessizce kayboldu. Winston kızın soyadını da, nerede oturduğunu da hâlâ öğrenebilmiş değildi. Ama ne fark ederdi ki, evde buluşmaları ya da yazışmaları hiç de mümkün görünmüyordu.
Sonuçta, ormandaki o açıklığa bir daha hiç gitmediler. Mayıs ayı boyunca yalnızca bir kez sevişme olanağı buldular. O da, Julia'nın bildiği bir başka gizli yerde; otuz yıl kadar önce bir atom bombasının düştüğü, nerdeyse tümden terk edilmiş bir kırsal bölgedeki yıkık bir kilisenin çan kulesinde. Burası, eğer ulaşabilirseniz, güvenli bir sığınaktı, ama oraya giden yol çok tehlikeliydi. Geri kalan günlerde ancak sokaklarda, her akşam başka bir yerde, o da en fazla yarım saat bir araya gelebildiler. Sokaklarda konuşmak ise o kadar kolay değildi. Kalabalık yollarda birbirlerine yanaşmadan ve hiç bakmadan yürürlerken, bir deniz fenerinin yanıp sönen ışığı gibi, tuhaf, kesintili bir konuşma geçiyordu aralarında; Parti üniformalı birini görünce ya da bir tele-ekranın varlığını sezince hemen susuyorlar, yarım kalan bir cümleye dakikalar sonra yeniden dönüyorlar, önceden kararlaştırdıkları noktada birbirlerinden ansızın ayrıldıktan sonra ertesi gün konuşmayı kaldığı yerden sürdürüyorlardı. Julia, "taksit taksit konuşma" dediği böylesi görüşmelere çok alışkındı anlaşılan. Dudaklarını oynatmadan konuşmayı da şaşırtıcı ölçüde iyi beceriyordu. Nerdeyse bir aydır süren bu akşam buluşmalarında yalnızca bir kez öpüşebilmişlerdi. Ara sokaklardan birinde hiç konuşmadan yürürlerken (ana caddeden uzaktaysalar Julia suspus oluyordu), kulakları sağır eden bir gümbürtü kopmuş, yer sarsılmış, gök kapkara kesilmiş, Winston yara bere içinde, dehşete kapılarak kendini yerde bulmuştu. Herhalde yakınlarda bir yere bir tepkili bomba düşmüştü. Birden yanı başında Julia'nın yüzünü görmüştü: Kızın yüzü bembeyaz kesilmiş, beti benzi kireç gibi olmuştu. Dudakları bile bembeyazdı. Ölü gibiydi! Ancak onu kucakladığında, kanlı canlı, sıcacık bir yüzü öptüğünü fark etmişti. Ama Winston'ın dudaklarına pudramsı bir şeyler gelmişti. İkisinin de yüzü sıvayla kaplıydı.
Kimi akşamlar buluşma yerine geldiklerinde, köşe başında bir devriye belirdiği ya da tepelerinde bir helikopter dolandığı için hiç belli etmeden geçip gittikleri oluyordu. Bazen de, büyük bir tehlike olmasa bile, buluşmak için vakit bulmakta zorlanıyorlardı. Winston haftada altmış saat, Julia daha da fazla çalışıyordu; izin günleri işin yoğunluğuna göre değişiyor ve çoğu kez çakışmıyordu. Kaldı ki, Julia'nın tümüyle serbest olduğu bir akşam yok gibiydi. Zamanının çok büyük bir bölümünü konferanslar ve gösterilere ayırıyordu; Seks Karşıtı Gençlik Birliği'nin broşürlerini dağıtıyor, Nefret Haftası için flamalar hazırlıyor, tutumluluk kampanyası için para topluyor, daha pek çok etkinliğe katılıyordu. Julia'ya bakılırsa, bütün bunlar işe yarıyordu, asıl yaptığını örtbas ediyordu. Küçük kurallara uyarsan, büyük kuralları çiğneyebilirdin. Julia, Winston'ı, ateşli Parti üyelerinin gönüllü olarak yaptıkları gibi, hiç değilse bir akşamını savaş gereçleri üretimine ayırmaya bile razı etmişti. Winston, artık haftanın bir akşamı, yürek törpüleyici çekiç seslerinin tele-ekranlardan yükselen müzik seslerine karıştığı, esintili ve loş bir atölyede içine baygınlıklar çökerek dört saat geçiriyor, bomba fünyesi olabilecek küçük metal parçalarını birbirine vidalıyordu.
Kilisenin kulesinde buluştuklarında, yolda ikide bir kesilen konuşmanın boşluklarını doldurdular. Cehennem gibi bir öğleden sonraydı. Çanların yukarısındaki küçük, dört köşe odanın içinde kavurucu ve boğucu bir hava vardı, güvercin pisliği kokusu burnunun direğini kırıyordu insanın. Tozlu, çalı çırpı kaplı yere oturup saatlerce konuştular; arada sırada ikisinden biri kalkıyor ve gelen var mı diye dar yarıklardan aşağıya bakıyordu.
Julia yirmi altı yaşındaydı. Otuz kızla birlikte bir yurtta kalıyor ("Bıktım şu karı kokusundan! Nefret ediyorum karı milletinden!" diyordu ikide bir) ve Winston'ın tahmin ettiği gibi, Kurmaca Dairesi'ndeki roman yazma makinelerinden birinde çalışıyordu. İşinden memnundu; güçlü ve becerikli bir elektrik motorunu çalıştırıyor ve bakımını sağlıyordu. "Zeki" sayılmazdı, ama ellerini kullanmayı seviyor, makinelerle uğraşmaktan hoşlanıyordu. Tasarlama Kurulu'nun yayımladığı genel yönergeden Yeniden Yazma Takımı'nın yaptığı son düzeltmelere kadar, bir romanın nasıl oluşturulduğunu ezbere biliyordu. Ama ortaya çıkan ürün onu hiç ilgilendirmiyordu. "Okumayı pek umursamadığını" söylüyordu. Kitap, onun gözünde, tıpkı reçel ya da ayakkabı bağı gibi, üretilmesi gereken bir metaydı, o kadar.
Altmışların başlarından öncesine uzanan bir tek anısı bile yoktu, kendisine Devrimden önceki günlerden sık sık söz eden büyükbabasını anımsıyordu yalnızca, o da Julia sekiz yaşındayken ortadan kaybolmuştu. Okulda hokey takımının kaptanlığını yapmış, iki yıl üst üste cimnastik kupasını kazanmıştı. Casuslar'da bölük komutanlığı görevini üstlenmiş, Seks Karşıtı Gençlik Birliği'ne katılmadan önce Gençlik Birliği'nin bir kolunda sekreterlik yapmıştı. Her zaman kusursuz bir kişilik sergilemişti. O kadar ki, Kurmaca Dairesi'nin proleterlere dağıtılmak üzere bayağı pornografik kitaplar üreten altbölümü Pornoböl'de bile görevlendirilmişti (şaşmaz bir saygınlık belirtisiydi bu). Pornoböl'e, orada çalışanlar arasında Pislik Yuvası dendiğini söylüyordu. Orada çalıştığı bir yıl boyunca, proleter gençlerin yasaları çiğnediklerini sanarak gizli gizli satın aldıkları, mühürlenmiş paketlerde dağıtılan Sapıklık Öyküleri ya da Kızlar Okulunda Bir Gece gibi kitapçıkların hazırlanmasına katkıda bulunmuştu.
Winston, merakını yenemeyerek, "O kitaplarda neler anlatılıyor?" diye sordu.
"Ne anlatılacak, bir sürü rezillik işte. Aslında çok sıkıcıdırlar. Hepi topu altı konu vardır, onların etrafında olayları değiştirip dururlar. Ben yalnızca makinelerin başındaydım. Yeniden Yazma Takımı'nda hiç bulunmadım. Edebiyatım pek kuvvetli değil, sevgilim, bu kadarına bile yetmez."
Winston, daire başkanı dışında Pornoböl'de çalışanların hepsinin kız olduğunu duyunca çok şaşırdı. Erkeklerin cinsel içgüdülerini kadınlar kadar denetleyemedikleri, o yüzden de kitapçıklarda anlatılan adiliklerle kolayca baştan çıkabilecekleri düşünülüyordu.
Julia, "Orada evli kadınların bulunmasını bile istemezler," diye ekledi. "Kızları ise çok masum sanırlar. Oysa ben hiç de masum sayılmam mesela."