立即開始學習本課

Yaşam Tadında Hikayeler, Hayat gibi oyun

Hayat gibi oyun

Youtube'de video yapmaya başladıktan sonra farkettiğim bir şey var.

Buraların raconu oyun videosu yapmak.

O yüzden ben de bir oyun videosu hazırlamaya karar verdim.

Size hayat gibi bir oyundan bahsedeceğim.

Şimdi ki oyunlarda hikaye çok önemli, biliyorsunuz

benim seçtiğim oyunun da bir hikayesi var

ve oldukça eski bir hikaye bu.

Yaklaşık 1500 yıl kadar önce bir alimle zalimin karşılaşması ile başlıyor.

Zalim, tahmin edebileceğiniz gibi, bir kral.

Hindistanda yaşıyor ve savaşı çok seviyor.

Halkı, bu savaşlardan çok çektiği için olsa gerek,

barışı çok seven bir alime gidip ondan yardım istiyor.

Alim düşünüyor, taşınıyor

en sonunda, en cahil, en zalim insanların bile hoşuna gidebilcek şahane bir çözüm buluyor:

bir oyun!

Kralım, siz savaşmayı çok seviyorsunuz o yüzden ben de size dilediğiniz gibi savaşabileceğiniz bir oyun getirdim.

Şu ufak taşlar sizin askerleriniz, piyonlarınız

İki tane atlı, iki tane de filli birliğiniz var.

İki tane de kaleniz.

Siz tabii ki şahsınız,

yanınızda da yardımcınız, veziriniz var.

Artık dilediğiniz kadar savaşabilirsiniz.

Kral, çaturanga adlı bu oyunu pek sevmiş

Alime ''Dile benden ne dilersen'' demiş.

Alimin zalime verdiği cevapsa başlı başına başka bir oyun olmuş

Demiş ki:

Fazla bir şey istemem.

Bu oyunun oynandığı tahtanın

ilk karesi için bir, ikinci karesi için de iki tane buğday istiyorum.

Her bir karede bir öncekinin iki misli buğday verseniz bana yeter.

Zalim ve epeyce de cahil olan bu kral

Kendisi gibi yüce ve kudretli birinden

şu kadarcık bir şey istenmesine çok sinirlenmiş ve

''Hesaplayın ve istediğinden bir tane bile fazla bir şey vermeyin''

demiş.

Ve hesaplamışlar.

Daha 15. kareye geldiklerinde verilmesi gereken buğday miktarını tartınca,

Bir buçuk kiloya denk geldiğini görünce,

şaşırıp biraz endişelenmeye başlamışlar.

Nitekim 25. karede bir buçuk ton,

31. karede doksan iki ton olduğunu hesaplamışlar. Daha 49. kareye gelindiğinde

verilmesi gerek buğdayın ağırlığı 24 milyon ton

olmuş ki, bu şu anda Türkiye'nin yıllık buğday üretiminden fazla.

Sonuçta

ne Türkiye'nin ne Hindistan'ın

1500 yıldan beri

Dünyada üretilen

tüm buğdayın tamamını bile verseler

bu borcu ödeyemeyecekleri ortada

Nasıl mı ?

birlikte hesaplıyalım isterseniz.

Şimdi ilk kareye bir tane koyuyorduk buna iki üzeri sıfır diyelim

ikinci kareye bunun iki katı yani iki üzeri bir

ve bu şekilde

boşlukları doldurmaya devam ediyoruz

64. kareye geldiğimizde oraya konulması gereken buğday miktarı iki üzeri altmış üç olur.

Ve bütün bunların toplamını hesaplamak için de

bunu tekrar formilize edecek olursak

iki üzeri altmış dört

eksi bir tane buğdaya ihtiyacımız var demektir ki

buda toplamda:

on sekiz kentrilyon dört yüz kırk altı katrilyon yedi yüz kırk dört trilyon yetmiş üç milyar yedi yüz dokuz milyon beş yüz elli bir bin altı yüz on beş

tane buğday anlamına gelir.

İnanmayan hesaplasın.

Bazen bu alimin getirdiği oyunu mu yoksa verdiği cevabı mı daha çok seviyorum bilemiyorum.

Ama hem oyun hem de cevap büyük bir zeka ürünü

Zaten sonradan adı değişmiş olsa da kuralları değişmiş olsa da

satranç adlı bu oyunun zeka özelliği hiçbir zaman değişmemiş.

Ama zekaya hafızayı da eklemek isteyen Türkler:

Oyunun tahtasını ortadan kaldırıp, Atların üzerinde körleme satranç oynamaya kalkmışlar.

Tamam, tahtayı ortadan kaldırabilirsiniz belki ama rakibinizi ortadan kaldırabilir misiniz?

Mesela, insan olmayan biri ile satranç oynayabilir misiniz?

İster inanın ister inanmayın

izlemekte olduğunuz ve 1809 da oynanan bu oyunda

satranç tahtasının bir tarafında oturan kişi Napolyon Bonapart

diğer taraftaysa bir robot var.

Ve satranç oynayan bu robotun adı:

Türk

Evet doğru duydunuz.

Türk adında bir robot

Sizce, bu oyunu kim kazanmıştır dersiniz

Biraz önce anlattığım Alim ile Zalim'in hikayesini hatırlarsanız belki bir ipucu yakalarsınız

Evet.

Bu robotla Napolyon'un satranç maçında

kazanan robot olmuş.

Aslında bu tam anlamıyla bir robot değil

''otomaton'' denilen bir makine.

Ve adının ''Türk'' olduğu da sizi yanıltmasın çünkü:

Bu makineyi yapan bir türk değil, Kenpelen adında bir Macar.

Ama makineye bakınca neden türk dendiği çok daha rahat anlaşılıyor

O yıllar da Avrupa'da güçlü bir orayantel merakı var.

Mesela Mozart, Mehterden etkilenip Türk Marşı'nı bestelemiş.

Kenpelen'de 1770 de böyle bir makine yapmış ve ona ''Türk'' adını vermiş.

Çok ilgi görünce de Avrupa'da ve daha sonrada Amerika da

bir turneye çıkmışlar bu robotla birlikte.

Ve içlerinde Napolyon gibi ünlülerin olduğu pek çok insan ile satranç maçı yapmış bu makine.

Çok uzun bir süre kimse bu makinenin nasıl çalıştığını

ve aralarında usta oyuncuların da bulunduğu pek çok kişiyi nasıl satrançta alt edebildiğni anlayamamış.

Ama sonra, bunun bir kandırmaca olduğu ortaya çıkmış.

Aslında makinenin içine gizlenen bir kişi

onu yönlendiriyormuş.

İşte bu makineye, Daha doğrusu içindeki kişiye yenilen ünlülerden bir tanesi de

Benjamin Franklin

1779 da yazdığı bir makale de

''Hayat satranç gibidir'' demişti.

Ben bu sözle ilgili yorumumu en sona saklıyorum ama

onun yerine yani ''Hayat satranç gibidir'' yerine

''Satranç hayat gibidir'' diyebilirim rahatlıkla.

Süresi belli olmayan bir oyun

ve bu oyunun ne zaman biteceğini bilemezsiniz.

Bazen bir şeyleri elde etmek için başka bir şeyi feda etmek zorunda kalırsınız.

Her zaman ilerleyemezsiniz, bazen geri adım atmak gerekir.

Ama her adımınızda düşünmelisiniz.

Seçimlerinizi akıllıca yapmalısınız.

Stratejik hareket etmelisiniz.

Hedefinize ulaşmanın tek bir yolu yoktur

Farklı şeyler deniyebilirsiniz.

Yılmadan, usanmadan, sıkılmadan tekrar tekrar denemelisiniz.

Çünkü hayattaki gibi olasılklar sonsuzdur

Her taşın kendine göre bir konumu ve önemi vardır

Tıpkı gerçek hayatta hiçbir insanın önemsiz olmaması gibi

Satranç tahtasında da hiçbir taş önemsiz değildir.

Bir piyonun bile vezir olma potansiyeli vardır.

Satranç oyuncusu aynı anda hem besteci hem de müzisyendir.

Yaratıcı olmak zorundadır.

Yaptığınız her hamlenin bir sonucu vardır ve bu sonuca katlanmak zorundasınızdır

Yani size sorumluluğu öğretir.

Bu yönüyle baktığımızda aslında dünyanın belkide en stresli oyunlarından biridir.

Ünlü oyuncu Kasparov'un deyimiyle:

''Aklın işkencesi''

çünkü konsantrasyon gerektirir

bu devirde belki de en çok ihtiyaç duyduğumuz özellik:

Odaklanabilme gücü

Napolyon bir makineye yenilen ilk ünlü insan olduğunu düşündü uzun bir süre.

Bu duyguyu yaşayan bir başka ünlü de: Kasparov.

İster inanın ister inanmayın izlemekte olduğunuz ve 1997 de oynanan bu oyunda

Satranç tahtasının bir tarafında oturan kişi Garry Kasparov

yani dünya satranç şampiyonu.

Diğer tarafta ise bir makine var

daha doğrusu bir yapay zeka.

IBM tarafından geliştirilen ''Deep Blue''

ve bu oyunu kazanan makine oldu.

Bu kez içinde insan olma ihtimali de yok

mu acaba?!

Çünkü Kasparov 2. oyunun bir hamlesinde

Deep Blue'ya insanlar tarafından müdahale edilerek yardım edildiğini iddia etti.

Çünkü böyle bir durumda bir bilgisayarın başka bir hamle yaparak piyon kazanma eğiliminde olması bekleniyordu

ve bu beklenti pek çok satranç otoritesi tarafından da doğrulandı.

Fakat IBM bu iddiayı ve Kasparov'un yeniden maç önerisini reddederek,

Deep Blue projesini sona erdirdi

Bu durumda makineye bir insan müdehalesi var mı?.. yok mu?

Satranç hayat gibidir de

Hayat, tam olarak satranç gibi değildir bence kusura bakma Benjamin Franklin.

Eğer öyleyse bile birilerine ya da makinelere karşı oynamıyoruz

Belki de... ölümle satranç oynuyoruz

Ingmar Bergman'ın klasik filmi 7. mühürdeki gibi

Hayatı bir satranç olarak, bir savaş olarak görmüyorum;

barış olarak görüyorum.

Tek amacımız kazanmak olmamalı.

Bizim kazanabilmemiz için başka birileri kaybetmek zorunda kalmamalı.

Bakmayın siz buraların böyle bembeyaz olduğuna

gerçek hayat satranç tahtasındaki gibi sadece siyah ve beyazlardan ibaret değil

aralarda grinin yüzlerce, binlerce tonu var.

Ama yine de bir oyun.

Dünya hayatı bir oyundan, bir eğlenceden başka bir şey değil

ama satrançtan çok daha karmaşık bir oyun.

Ölümle oynanan bir oyun.

Şah

Mat

Altyazı: Yiğit Can Karakaş

Hayat gibi oyun Life|like|game لعبة مثل الحياة Spiel wie das Leben Παιχνίδι όπως η ζωή Le jeu comme la vie gioco come la vita ゲームのような人生 игра как жизнь Spel som livet Game like life

Youtube'de video yapmaya başladıktan sonra farkettiğim bir şey var. على يوتيوب|||||||| on Youtube|video|to making|after starting|then|I noticed|one|thing|exists YouTubeで|||||気づいた||| هناك شيء أدركته بعد أن بدأت بعمل فيديوهات على يوتيوب. Etwas ist mir klar geworden, als ich anfing, Videos auf Youtube zu machen. Je me suis rendu compte d'une chose après avoir commencé à faire des vidéos sur Youtube. Есть одна вещь, которую я понял после того, как начал снимать видео на Youtube. There is something I realized after I started making videos on YouTube.

Buraların raconu oyun videosu yapmak. |Regel||| of this place|rule|game|video|to make |قانون||فيديو| ここらの|ルール||| قواعد هذه المنطقة هي عمل فيديوهات للألعاب. Es ist hier üblich, Videos von Spielen zu machen. Il est de coutume ici de faire des vidéos de jeux. Il motivo qui intorno è fare video di giochi. Причина здесь в том, чтобы делать игровые видео. The norm around here is to make game videos.

Size hayat gibi bir oyundan bahsedeceğim. I will tell you|life|like|a|game|I will talk about ||||ゲーム|話す سأتحدث عن لعبة تشبه الحياة. Ich erzähle dir von einem Spiel wie dem Leben. Je vais vous parler d'un jeu comme la vie. Я собираюсь рассказать вам об игре, как жизнь. I will talk to you about a game that is like life.

Şimdi ki oyunlarda hikaye çok önemli, biliyorsunuz Now|current|in games|story|very|important|you know ||في الألعاب|||| ||ゲームで|物語||重要な|知っています في الألعاب الحالية، القصة مهمة جداً، كما تعلمون. Die Geschichte ist in den Spielen jetzt sehr wichtig, wissen Sie. L'histoire est très importante dans les jeux aujourd'hui, vous savez. Сюжет сейчас очень важен в играх, знаете ли. In today's games, the story is very important, you know.

benim seçtiğim oyunun da bir hikayesi var my|chosen|game|also|a|story|exists ||ゲーム|||| لعبتي التي اخترتها لها قصة أيضًا das von mir gewählte Spiel hat auch eine Geschichte le jeu que j'ai choisi a aussi une histoire The game I chose also has a story.

ve oldukça eski bir hikaye bu. and|quite|old|a|story|this |かなり|||| وهي قصة قديمة جدًا. und es ist eine ziemlich alte Geschichte. et c'est une histoire assez ancienne. И это довольно старая история. And it is quite an old story.

Yaklaşık 1500 yıl kadar önce bir alimle zalimin karşılaşması ile başlıyor. |||||Gelehrten|des Tyrannen||| Approximately|year|about|ago|a|with a scholar|of the tyrant|encounter|with|begins |||||عالم|||| 約||||ある|学者と|暴君|出会い|| تبدأ تقريبًا منذ 1500 عام مع لقاء عالم وظالم. Es beginnt mit der Begegnung zwischen einem Gelehrten und einem Tyrannen vor etwa 1500 Jahren. Elle commence par la rencontre entre un érudit et un tyran il y a environ 1500 ans. Он начинается со встречи ученого и угнетателя около 1500 лет назад. It starts with the encounter of a scholar and a tyrant about 1500 years ago.

Zalim, tahmin edebileceğiniz gibi, bir kral. The cruel|guess|you can|like|a|king 残忍||できる||| طاغٍ، كما يمكنك أن تتخيل، هو ملك. Der Tyrann ist, wie Sie vielleicht schon erraten haben, ein König. Le tyran, comme vous l'avez deviné, est un roi. Тиран — это, как вы могли догадаться, король. The tyrant, as you might guess, is a king.

Hindistanda yaşıyor ve savaşı çok seviyor. في الهند||||| in India|lives|and|war|very|loves インドで||||| يعيش في الهند ويحب الحرب كثيرًا. Er lebt in Indien und liebt den Krieg. Il vit en Inde et aime la guerre. He lives in India and loves war very much.

Halkı, bu savaşlardan çok çektiği için olsa gerek, ||||عانى||| das Volk||||gelitten||| The people|this|from wars|very|suffered|for|it would be|necessary ||戦争から||苦しんだ|||だろう من المحتمل أن شعبه قد عانى كثيرًا من هذه الحروب. Es muss daran liegen, dass sein Volk so sehr unter diesen Kriegen gelitten hat, Ce doit être parce que son peuple a tant souffert de ces guerres, Должно быть потому, что народ много страдал от этих войн, Perhaps because his people suffer greatly from these wars,

barışı çok seven bir alime gidip ondan yardım istiyor. ||||Alim|||| السلام|||||||| peace|very|loving|a|scholar|going|from him|help|he asks 平和|とても|||女性学者|行って||| يذهب إلى عالم يحب السلام كثيراً ويطلب مساعدته. geht er zu einem Gelehrten, der den Frieden liebt, und bittet ihn um Hilfe. il se rend auprès d'un savant épris de paix et lui demande de l'aide. Он идет к ученому, который любит мир, и просит его о помощи. He goes to a scholar who loves peace very much and asks for help.

Alim düşünüyor, taşınıyor Alim|thinks|moves ||يستعد للانتقال アリム||引っ越している يبدأ العالم بالتفكير، ويدور في ذهنه. Alim denkt nach, bewegt sich Alim réfléchit, bouge Ученый думает, движется The scholar thinks, he ponders.

en sonunda, en cahil, en zalim insanların bile hoşuna gidebilcek şahane bir çözüm buluyor: |||||||||يستطيع الذهاب|||| |||dumm|||||||||| ||||||people's|even|to their liking|could go|wonderful|a|solution|he finds ||||||||気に入る|行ける|素晴らしい||| في النهاية، يجد حلاً رائعاً يمكن أن يعجب حتى أجهل وأحقر الناس: Schließlich findet er eine wunderbare Lösung, die selbst die unwissendsten und grausamsten Menschen verstehen können: Enfin, il trouve une solution merveilleuse que même les personnes les plus ignorantes et les plus cruelles peuvent apprécier : наконец, он предлагает замечательное решение, которое понравится даже самым невежественным и жестоким людям: In the end, he finds a wonderful solution that even the most ignorant and cruel people would like:

bir oyun! a|game لعبة واحدة! un jeu ! a game!

Kralım, siz savaşmayı çok seviyorsunuz o yüzden ben de size dilediğiniz gibi savaşabileceğiniz bir oyun getirdim. My king|you|to fight|very|love|that|reason|I|also|to you|you wish|like|you can fight|a|game|I brought ||القتال||||||||تريدون||||| 私の王||戦うこと||||||||望む||戦える||ゲーム|持ってきました يا ملكي، أنت تحب القتال جداً، لذلك أحضرت لك لعبة يمكنك فيها القتال كما تشاء. Mein König, du liebst es zu kämpfen, deshalb habe ich dir ein Spiel mitgebracht, in dem du nach Belieben kämpfen kannst. Mon roi, tu aimes te battre, alors je t'ai apporté un jeu où tu peux te battre comme tu le souhaites. Мой король, ты любишь драться, поэтому я принес тебе игру, в которой ты можешь драться, как хочешь. My king, you love to fight very much, so I brought you a game where you can fight as you wish.

Şu ufak taşlar sizin askerleriniz, piyonlarınız Those|small|stones|your|soldiers|pawns ||||جنودكم|بيادقكم ||||あなたの兵士|ポーン هذه الحجارة الصغيرة جنودك، بيدقاتك Diese kleinen Steine sind Ihre Soldaten, Ihre Spielfiguren. Ces petits cailloux sont vos soldats, vos pions. These small stones are your soldiers, your pawns.

İki tane atlı, iki tane de filli birliğiniz var. two|units||||also|elephant|your team|there is |||||||فرقتكم| ||||||象の|あなたの軍団| لديك اثنان من الفرسان، واثنان من الأفيال أيضًا. Sie haben zwei berittene und zwei Elefanteneinheiten. Vous avez deux unités montées et deux unités d'éléphants. You have two knights and two units with elephants.

İki tane de kaleniz. |pieces|also|your castles |||قلعتك |||あなたの城 لديك قلعتان أيضًا. Und zwei Forts. Et deux forts. You also have two castles.

Siz tabii ki şahsınız, |||Ihre Person You|of course|certainly|your person |||شخصكم |||あなたのこと بالطبع أنت شخصك، Sie sind natürlich eine Person, Vous êtes, bien sûr, une personne, Of course, you are your own person,

yanınızda da yardımcınız, veziriniz var. next to you|also|your assistant|your vizier|is |||وزيركم| あなたのそばに||あなたの助手|| بجانبك مساعدك ووزيرك موجود. und du hast deinen Stellvertreter, deinen Wesir. et vous avez votre adjoint, votre vizir. С вами ваш помощник, ваш визирь. and you have your assistant, your vizier, with you.

Artık dilediğiniz kadar savaşabilirsiniz. Now|you wish|as much as|you can fight |||تستطيعون القتال |お望みの||戦うことができます يمكنك الآن القتال بقدر ما تريد. Jetzt kannst du so viel kämpfen, wie du willst. Maintenant, vous pouvez vous battre autant que vous le souhaitez. Теперь вы можете драться сколько угодно. Now you can fight as much as you want.

Kral, çaturanga adlı bu oyunu pek sevmiş |Schach||||| The king|chaturanga|named|this|game|very|liked ||||||أحب |チャトランガ|という||||好きだった أحب الملك هذه اللعبة التي تدعى شاتورانجا. Le roi aimait ce jeu appelé chaturanga. Королю очень нравилась эта игра под названием чатуранга. The king really loved this game called chaturanga.

Alime ''Dile benden ne dilersen'' demiş. |Dile|||| to Alime|Say|from me|what|you wish| ||||تريد| アリメ||||欲しいもの| قال العليم: "اطلب مني ما تشاء". Er sagte zu dem Gelehrten: "Bitte mich um alles, was du von mir willst. Il dit au savant : "Demande-moi ce que tu veux. Он сказал ученому: «Проси у меня все, что пожелаешь». The scholar said, 'Ask me what you wish.'

Alimin zalime verdiği cevapsa başlı başına başka bir oyun olmuş The scholar|to the oppressor|he gave|answer|entirely||another|one|game|had become |||جوابًا|||||| アリミン|悪人に||cevap|頭の||||| أما إجابة العليم للظالم فقد كانت هي لعبة أخرى بحد ذاتها. Die Antwort des Gelehrten an den Unterdrücker ist ein Spiel für sich La réponse de l'érudit à l'oppresseur est un autre jeu en soi Ответ, данный ученым угнетателю, сам по себе был еще одной игрой. The answer the scholar gave to the tyrant became a whole different game.

Demiş ki: He said|that قال: Er sagte: Il a ajouté : Он сказал: He said:

Fazla bir şey istemem. too much|a|thing|I don't want لا أريد شيئًا كثيرًا. Das ist nicht zu viel verlangt. Ce n'est pas grand-chose à demander. I do not wish for much.

Bu oyunun oynandığı tahtanın This|game|played|of the board ||التي تُلعب|اللوحة |ゲームの|プレイされる| هذه هي لوحة اللعبة التي تُلعب عليها. Das Spielbrett, auf dem dieses Spiel gespielt wird Le plateau sur lequel se joue ce jeu Доска, на которой играют в эту игру This is the board on which the game is played.

ilk karesi için bir, ikinci karesi için de iki tane buğday istiyorum. |||||Quadrat|||||Weizen| first|square|for|one|second|square|for|also|two|grains|wheat|I want |مربع|||||||||قمح| |平方|||||||||| أريد حبتين من القمح للمربع الأول وواحدة للمربع الثاني. Ich möchte einen Weizen für das erste Bild und zwei für das zweite. Je veux un blé pour le premier cadre et deux pour le second. Я хочу одну пшеницу для первого квадрата и два для второго квадрата. I want one grain of wheat for the first square and two grains for the second square.

Her bir karede bir öncekinin iki misli buğday verseniz bana yeter. ||||||mal|||| Each|one|in square|one|previous|two|times|wheat|if you give|to me|is enough ||||||مِثْلُه|||| ||四角形で||前の|||小麦|くれれば|| إذا أعطيتني ضعف القمح في كل مربع، يكفي لي. Es reicht mir, wenn Sie mir in jedem Quadrat doppelt so viel Weizen geben. Cela me suffit si vous me donnez deux fois plus de blé dans chaque cadre. Мне достаточно, если в каждом квадрате вы дадите в два раза больше пшеницы, чем в предыдущий. If you give me twice the amount of wheat for each square compared to the previous one, it will be enough for me.

Zalim ve epeyce de cahil olan bu kral Cruel|and|quite|also|ignorant|who is|this|king ||كثيراً||||| 残忍な||||愚かな||| هذا الملك الظالم والجاهل جداً Dieser König, der grausam und ziemlich unwissend war. Ce roi, qui était cruel et assez ignorant. Этот король, жестокий и довольно невежественный This king is cruel and quite ignorant.

Kendisi gibi yüce ve kudretli birinden ||||mächtig| He|like|noble|and|powerful|from someone ||||قوي| ||高貴な||力強い| من مثله العظيم والقوي Von jemandem, der so groß und mächtig ist wie er selbst. De la part de quelqu'un d'aussi grand et puissant que lui. От кого-то столь же высокого и могущественного, как он сам From someone as noble and powerful as himself

şu kadarcık bir şey istenmesine çok sinirlenmiş ve that|little|a|thing|to be asked|very|got angry|and ||||طلبه||| |少し|||求められること||| لقد انزعج جدًا من مطلب شيء صغير مثل هذا و Er war sehr verärgert darüber, dass er um so wenig gebeten wurde. il était très fâché qu'on lui demande si peu. Он очень рассердился, что его попросили о такой мелочи и he was very angry at being asked for such a small thing and

''Hesaplayın ve istediğinden bir tane bile fazla bir şey vermeyin'' |||||||||لا تعطي berechnen||||||||| Calculate|and|from what he/she wants|one|piece|even|more|one|thing|do not give 計算してください||欲しいもの||||余分||もの|与えない 'احسبوا ولا تعطوا منه أكثر مما يريد' ''Berechnen Sie und geben Sie nicht mehr, als Sie wollen" ''Calculez et ne donnez pas même une chose de plus que ce que vous avez demandé'' «Рассчитывай и не давай ни на одну вещь больше, чем хочешь» said, 'Calculate and do not give even one more than he asked for.'

demiş. he/she said قال. Er sagte. the king said. Il a ajouté.

Ve hesaplamışlar. And|they have calculated |قد حسبوا |計算した وقد قاموا بالحساب. Et ils ont calculé. И рассчитали. And they calculated.

Daha 15. kareye geldiklerinde verilmesi gereken buğday miktarını tartınca, When they|square|arrived|to be given|required|wheat|amount|when they weighed |||||||عند حسابه |マス|来たとき|与えられること||小麦|量|計算すると عندما وصلوا إلى المربع الخامس عشر وحسبوا كمية القمح التي يجب أن تُعطى, Wenn sie nur im Rahmen 15 sind und die Menge des zu verteilenden Weizens abwägen, Lorsqu'ils ne sont que dans le cadre 15 et qu'ils pèsent la quantité de blé à donner, Когда они дойдут до 15-го квадрата, когда взвесят количество пшеницы, которое нужно дать, When they reached the 15th square and weighed the amount of wheat to be given,

Bir buçuk kiloya denk geldiğini görünce, |halb|||| One|half|to kilogram|equivalent|it came|when I saw |||تساوي|| ||キロ|相当する|| عندما رأوا أنها تعادل كيلو ونصف. Als ich sah, dass es sich um das Äquivalent von eineinhalb Kilo handelte, Quand j'ai vu que c'était l'équivalent d'un kilo et demi, Увидев, что он весит полтора килограмма, they were surprised to see that it corresponded to one and a half kilograms,

şaşırıp biraz endişelenmeye başlamışlar. surprised|a little|to worry|they had started مندهشين||| 驚いて||心配すること| لقد بدأوا يشعرون بالدهشة والقلق قليلاً. waren sie überrascht und ein wenig besorgt. ils ont été surpris et un peu inquiets. Они были поражены и немного обеспокоены. and they started to get a little worried.

Nitekim 25. karede bir buçuk ton, Indeed|in the square|one|half|ton |マス目で|||トン في الحقيقة، لقد حسبوا أنه في الإطار الخامس والعشرين يوجد طن ونصف، Eineinhalb Tonnen im Rahmen 25, Une tonne et demie dans le cadre 25, Indeed, they calculated that there is one and a half tons in the 25th square,

31\. karede doksan iki ton olduğunu hesaplamışlar. in the square|ninety|two|tons|that it is|they have calculated |||トン|| وأنه في الإطار الحادي والثلاثين يوجد اثنان وتسعون طناً. Sie berechneten zweiundneunzig Tonnen pro 31 Quadratmeter. Ils ont calculé quatre-vingt-douze tonnes par mètre carré. and ninety-two tons in the 31st square. Daha 49. kareye gelindiğinde When|square|was reached ||来た時 عندما وصلنا إلى المربع 49 Es ist nur in Frame 49 Ce n'est que dans le cadre 49 К тому времени, когда вы достигнете 49-й площади By the time they reach the 49th square,

verilmesi gerek buğdayın ağırlığı 24 milyon ton to be given|necessary|wheat|weight|million|tons ||القمح||| ||小麦の|重さ||トン الوزن المطلوب من القمح هو 24 مليون طن das Gewicht des zu liefernden Weizens beträgt 24 Millionen Tonnen le poids du blé à donner est de 24 millions de tonnes the weight of the wheat that needs to be given is 24 million tons.

olmuş ki, bu şu anda Türkiye'nin yıllık buğday üretiminden fazla. has become|that|this|that|currently|Turkey's|annual|wheat|production|more ||||||||إنتاج| |||||||小麦|生産量| وهذا يتجاوز حاليًا إنتاج تركيا السنوي من القمح. was derzeit mehr ist als die jährliche Weizenproduktion der Türkei. ce qui est actuellement supérieur à la production annuelle de blé de la Turquie. Случилось так, что в настоящее время это больше, чем годовой объем производства пшеницы в Турции. it has become that this is currently more than Turkey's annual wheat production.

Sonuçta as a result في النهاية Conclusion После всего As a result,

ne Türkiye'nin ne Hindistan'ın neither|of Turkey|nor|of India |||الهند لا تركيا ولا الهند weder die Türkei noch Indien ni la Turquie ni l'Inde ни Турция, ни Индия neither Turkey nor India,

1500 yıldan beri from years|for منذ 1500 عام Seit 1500 Jahren Depuis 1500 ans с 1500 лет for 1500 years

Dünyada üretilen in the world|produced تم إنتاجه في العالم Produziert in der Welt Produit dans le monde производится в мире All the wheat produced in the world

tüm buğdayın tamamını bile verseler all|of wheat|all of it|even|if they gave ||||يعطون حتى لو أعطوهم كل القمح auch wenn sie dir den ganzen Weizen geben. même s'ils vous donnent tout le blé. даже если они отдадут всю пшеницу even if they gave all of it

bu borcu ödeyemeyecekleri ortada this|debt|they will not be able to pay|obvious ||لن يستطيعوا دفع| من الواضح أنهم لن يستطيعوا دفع هذه الديون Es ist offensichtlich, dass sie diese Schulden nicht bezahlen können. Il est évident qu'ils ne peuvent pas payer cette dette. Очевидно, что они не могут оплатить этот долг. it is clear that they will not be able to pay this debt

Nasıl mı ? How|question particle كيف؟ Wie? Comment ? Как? How?

birlikte hesaplıyalım isterseniz. together|we can calculate| |نحسب| Lassen Sie uns gemeinsam eine Lösung finden. réglons le problème ensemble. Давайте посчитаем вместе. let's calculate together if you want.

Şimdi ilk kareye bir tane koyuyorduk buna iki üzeri sıfır diyelim ||Kasten|||||||| Now|first|square|one|piece|we were putting|to this|two|raised to the power of|zero|let's say Jetzt setzen wir eine Eins in das erste Quadrat, nennen wir es zwei über Null. Maintenant, nous mettons un dans la première case, appelons-le deux sur zéro. Теперь мы ставили единицу в первый квадрат, назовем это двумя до нуля. Now we were putting one in the first square, let's call this two to the power of zero.

ikinci kareye bunun iki katı yani iki üzeri bir second|square|this|two|multiple|that is|two|raised to the power of|one das zweite Quadrat ist doppelt so groß, d. h. zwei über eins le deuxième carré est le double, c'est-à-dire deux sur un второй квадрат в два раза больше, то есть два в степени один. In the second square, we put double of this, which is two to the power of one.

ve bu şekilde and|this|way et de cette façon и так and in this way.

boşlukları doldurmaya devam ediyoruz the gaps|to fill|continue|we are wir füllen die Lücken weiter aus nous continuons à remplir les blancs Продолжаем заполнять пробелы we continue to fill in the gaps

64\. kareye geldiğimizde square|when we arrive Wenn wir zu Frame 64 kommen Lorsque nous atteignons le cadre 64 When we reach the 64th square oraya konulması gereken buğday miktarı iki üzeri altmış üç olur. there|to be placed|required|wheat|amount|two|raised to the power of|sixty|three|will be Die Menge des dort zu lagernden Weizens beträgt zwei über dreiundsechzig. La quantité de blé à y mettre est de deux plus de soixante-trois. количество пшеницы, которое нужно было положить туда, было бы два к шестидесяти трем. the amount of wheat that should be placed there will be two to the power of sixty-three.

bunu tekrar formilize edecek olursak this|again|formalize|will|if we wenn wir es wieder formalisieren si nous le formalisons à nouveau Если мы переформулируем это if we were to formalize this again

iki üzeri altmış dört two|raised to the power of|sixty|four zwei über vierundsechzig deux plus de soixante-quatre от двух до шестидесяти четырех two to the power of sixty-four

eksi bir tane buğdaya ihtiyacımız var demektir ki |||Weizen|||| minus|one|piece|to wheat|our need|exists|it means|that minus ein Weizenkorn, das heißt, wir brauchen moins un grain de blé, ce qui signifie qu'il faut значит нам нужен минус пшеничное зернышко means we need one less wheat which is

buda toplamda: this|in total insgesamt: au total : в итоге: this totals to:

tane buğday anlamına gelir. grain|wheat|means|comes bedeutet Weizeneinkommen désigne le grain de blé. означает зерно пшеницы. means this many wheat.

İnanmayan hesaplasın. |should calculate Jeder, der nicht daran glaubt, möge es nachrechnen. Que ceux qui ne croient pas fassent les calculs. Вычислите неверующего. Those who don't believe can calculate.

satranç adlı bu oyunun zeka özelliği hiçbir zaman değişmemiş. chess|named|this|game's|intelligence|characteristic|never|time|has changed Die Intelligenz dieses Spiels namens Schach hat sich nie verändert. L'intelligence de ce jeu appelé échecs n'a jamais changé. Интеллект этой игры под названием шахматы никогда не менялся. the intelligence feature of this game called chess has never changed.

Ama zekaya hafızayı da eklemek isteyen Türkler: But|to intelligence|memory|also|wanting to add|wanting|Turks Aber es sind die Türken, die der Intelligenz das Gedächtnis hinzufügen wollen: Mais ce sont les Turcs qui veulent ajouter la mémoire à l'intelligence : А вот турки, которые хотят добавить памяти к разведке: But the Turks who want to add memory to intelligence:

Oyunun tahtasını ortadan kaldırıp, Atların üzerinde körleme satranç oynamaya kalkmışlar. The game|board|from the middle|removing|The horses|on|blindfolded|chess|to play|they have attempted Sie entfernten das Spielbrett und versuchten, Blindschach auf Pferden zu spielen. Ils ont enlevé le plateau de jeu et ont essayé de jouer aux échecs à l'aveugle sur des chevaux. Они убрали игровую доску и попытались играть в шахматы вслепую на лошадях. They have tried to play blindfold chess on the Horses by removing the board from the game.

Tamam, tahtayı ortadan kaldırabilirsiniz belki ama rakibinizi ortadan kaldırabilir misiniz? Okay|the board|from the middle|you can remove|maybe|but|your opponent|from the middle|can remove|you OK, vielleicht kannst du das Brett eliminieren, aber kannst du auch deinen Gegner eliminieren? D'accord, vous pouvez peut-être éliminer le tableau, mais pouvez-vous éliminer votre adversaire ? Хорошо, может быть, вы можете уничтожить доску, но можете ли вы устранить своего противника? Okay, maybe you can remove the board, but can you remove your opponent?

Mesela, insan olmayan biri ile satranç oynayabilir misiniz? For example|human|non|one|with|chess|can play| Kann man zum Beispiel mit einem Nicht-Menschen Schach spielen? Par exemple, peut-on jouer aux échecs avec un non-humain ? Например, можно ли играть в шахматы с не-человеком? For example, can you play chess with someone who is not human?

İster inanın ister inanmayın whether|||don't believe Ob du es glaubst oder nicht Croyez-le ou non Whether you believe it or not.

satranç tahtasının bir tarafında oturan kişi Napolyon Bonapart chess|board|one|on|sitting|person|Napoleon|Bonaparte auf der einen Seite des Schachbretts sitzt Napoleon Bonaparte Napoléon Bonaparte, assis d'un côté de l'échiquier человек, сидящий по одну сторону шахматной доски Наполеон Бонапарт on one side of the chessboard sits Napoleon Bonaparte,

diğer taraftaysa bir robot var. other|side|a|robot|is und auf der anderen Seite steht ein Roboter. с другой стороны робот. and on the other side, there is a robot.

Türk Turk Turkish

Evet doğru duydunuz. Yes|correctly|you heard Yes, you heard it right.

Türk adında bir robot Turkish|named|a|robot Ein Roboter namens Turk A robot named Turkish

Biraz önce anlattığım Alim ile Zalim'in hikayesini hatırlarsanız belki bir ipucu yakalarsınız a little|ago|I told|the Wise|and|the Cruel's|story|if you remember|maybe|a|clue|you catch Wenn Sie sich an die Geschichte vom Gelehrten und dem Tyrannen erinnern, die ich gerade erzählt habe, werden Sie vielleicht einen Hinweis finden Если вы помните историю Алима и Залима, которую я только что рассказал вам, может быть, вы поймете ключ к разгадке. If you remember the story of the Scholar and the Tyrant that I just told, you might catch a clue.

Evet. Yes Yes.

Bu robotla Napolyon'un satranç maçında This|with the robot|Napoleon's|chess|in match Dieser Roboter wurde beim Schachspiel von Napoleon eingesetzt Ce robot a été utilisé lors de la partie d'échecs de Napoléon. В шахматном матче Наполеона с этим роботом In the chess match with Napoleon and this robot,

kazanan robot olmuş. the winner|robot|has become war der Roboter der Gewinner. le robot a gagné. Победителем стал робот. the robot was the winner.

''otomaton'' denilen bir makine. called|a|a|machine Eine Maschine, die "Automat" genannt wird. Машина под названием «автомат». It is a machine called an ''automaton.''

Bu makineyi yapan bir türk değil, Kenpelen adında bir Macar. This|machine|who made|a|Turk|not|Kenpelen|named|a|Hungarian Es war kein Türke, der diese Maschine baute, sondern ein Ungar namens Kenpelen. Ce n'est pas un Turc qui a construit cette machine, mais un Hongrois nommé Kenpelen. Эту машину построил не турок, а венгр по имени Кенпелен. The person who made this machine is not a Turk, but a Hungarian named Kenpelen.

Ama makineye bakınca neden türk dendiği çok daha rahat anlaşılıyor But|to the machine|when looking|why|Turkish|it is called|much|more|easily|understood Aber wenn man sich die Maschine ansieht, ist es viel einfacher zu verstehen, warum sie türkisch heißt. Mais quand on regarde la machine, on comprend mieux pourquoi on l'appelle turque. Но когда смотришь на машину, намного легче понять, почему она называется турецкой. But when you look at the machine, it becomes much clearer why it is called Turkish.

O yıllar da Avrupa'da güçlü bir orayantel merakı var. Those|years|also|in Europe|strong|a|orientalist|curiosity|exists In jenen Jahren herrschte in Europa eine starke Neugier auf orientalisches Dans ces années-là, l'Europe connaissait une forte curiosité pour l'orayantel. В те годы в Европе наблюдался сильный интерес к орантелам. In those years, there was a strong Oriental curiosity in Europe.

Mesela Mozart, Mehterden etkilenip Türk Marşı'nı bestelemiş. For example|Mozart|from the Mehter|influenced|Turkish|March| Mozart zum Beispiel wurde von der Mehter (osmanischen Musik) beeinflusst und komponierte den Türkischen Marsch. Par exemple, Mozart a été influencé par le Mehter et a composé la Marche turque. Например, Моцарт находился под влиянием Мехтера и сочинил Турецкий марш. For example, Mozart was influenced by the Mehter and composed the Turkish March.

Çok ilgi görünce de Avrupa'da ve daha sonrada Amerika da Very|interest|seeing|also|in Europe|and|later||| Und als es auf großes Interesse stieß, wurde es erst in Europa und dann in Amerika verkauft. Seeing a lot of interest, they went on a tour in Europe and later in America.

ve aralarında usta oyuncuların da bulunduğu pek çok kişiyi nasıl satrançta alt edebildiğni anlayamamış. and|among|master|players|also|that were|many|very|people|how|in chess|defeated|he could|he couldn't understand und er konnte nicht verstehen, wie es ihm gelang, so viele Leute im Schach zu schlagen, darunter auch Meisterspieler. et il ne comprenait pas comment il pouvait battre autant de personnes aux échecs, y compris des maîtres. и он не мог понять, как ему удалось обыграть в шахматы многих людей, в том числе мастеров. and he couldn't understand how he managed to defeat many people, including master players, in chess.

onu yönlendiriyormuş. him|was directing er hat sie geführt. il la guidait. руководил им. was guiding it.

İşte bu makineye, Daha doğrusu içindeki kişiye yenilen ünlülerden bir tanesi de |this|to the machine|More|accurately|inside|to the person|defeated|from the celebrities|one|of them|also Hier ist eine der Berühmtheiten, die diese Maschine besiegt hat, oder vielmehr die Person darin. Voici l'une des célébrités qui a vaincu cette machine, ou plutôt la personne qui s'y trouvait. Вот кто из знаменитостей поддался этой машине, а точнее человек внутри. One of the famous people who lost to this machine, or rather to the person inside it,

Benjamin Franklin Benjamin|Franklin Benjamin Franklin was Benjamin Franklin.

1779 da yazdığı bir makale de in|he wrote|a|article|also In einem Artikel aus dem Jahr 1779 Dans un article écrit en 1779 В статье, которую он написал в 1779 г. In an article he wrote in 1779,

''Hayat satranç gibidir'' demişti. Life|chess|is like|he had said Er sagte: "Das Leben ist wie Schach. Il a dit : "La vie, c'est comme les échecs. «Жизнь похожа на шахматы, — сказал он. he said, ''Life is like chess.''

''Satranç hayat gibidir'' diyebilirim rahatlıkla. Chess|life|is like|I can say|easily Ich kann einfach sagen, dass Schach wie das Leben ist. Je peux facilement dire que les échecs sont comme la vie. Я легко могу сказать, что «шахматы как жизнь». that 'Chess is like life'.

Süresi belli olmayan bir oyun Duration|certain|not|a|game Ein Spiel von ungewisser Dauer Un jeu à la durée incertaine игра без ограничения по времени It is a game with an undefined duration.

Her zaman ilerleyemezsiniz, bazen geri adım atmak gerekir. You|always|cannot progress|sometimes|backward|step|to take|is necessary Man kann nicht immer vorwärts gehen, manchmal muss man auch einen Schritt zurückgehen. On ne peut pas toujours aller de l'avant, il faut parfois faire un pas en arrière. Не всегда можно двигаться вперед, иногда нужно сделать шаг назад. You cannot always move forward; sometimes you need to take a step back.

Ama her adımınızda düşünmelisiniz. But|every|in your step|you should think Aber man muss bei jedem Schritt mitdenken. Mais il faut réfléchir à chaque étape. Но нужно продумывать каждый шаг. But you should think with every step you take.

Seçimlerinizi akıllıca yapmalısınız. Your choices|wisely|you must make Sie müssen Ihre Entscheidungen mit Bedacht treffen. Vous devez faire des choix judicieux. Вы должны делать свой выбор с умом. You should make your choices wisely.

Stratejik hareket etmelisiniz. Strategic|move|you must Sie müssen strategisch handeln. Vous devez agir de manière stratégique. Вы должны действовать стратегически. You should act strategically.

Hedefinize ulaşmanın tek bir yolu yoktur your goal|reaching|only|one|way|does not exist Es gibt keinen einzigen Weg, Ihr Ziel zu erreichen Il n'existe pas de méthode unique pour atteindre votre objectif Нет единого пути к цели There is not just one way to reach your goal.

Farklı şeyler deniyebilirsiniz. Different|things|you can try Sie können verschiedene Dinge ausprobieren. Вы можете попробовать разные вещи. You can try different things.

Yılmadan, usanmadan, sıkılmadan tekrar tekrar denemelisiniz. Without giving up|Without getting tired|Without getting bored|again|again|you should try Man muss es immer wieder versuchen, ohne sich zu langweilen. Il faut essayer encore et encore, sans se lasser. Вы должны пробовать снова и снова, не уставая и не скучая. You must try again and again without getting tired, weary, or bored.

Çünkü hayattaki gibi olasılklar sonsuzdur Because|in life|like|possibilities|are infinite Denn wie im Leben sind die Möglichkeiten endlos Parce que, comme dans la vie, les possibilités sont infinies Потому что, как и в жизни, возможности безграничны Because, like in life, the possibilities are endless.

Tıpkı gerçek hayatta hiçbir insanın önemsiz olmaması gibi Just like|real|in life|no|person's|insignificant|not being|like So wie kein Mensch im wirklichen Leben unwichtig ist. Tout comme aucun être humain n'est sans importance dans la vie réelle. Так же, как и в реальной жизни не бывает ненужных людей. Just like in real life, no person is insignificant.

Yaratıcı olmak zorundadır. Creative|to be|must Er muss kreativ sein. Il doit être créatif. They must be creative.

Yani size sorumluluğu öğretir. So|to you|responsibility|teaches So lernt man, Verantwortung zu übernehmen. C'est ainsi que l'on apprend la responsabilité. Так что это учит ответственности. In other words, it teaches you responsibility.

Bu yönüyle baktığımızda aslında dünyanın belkide en stresli oyunlarından biridir. This|aspect|when we look at|actually|world's|perhaps|most|stressful|games|is one Wenn wir es unter diesem Aspekt betrachten, ist es tatsächlich eines der stressigsten Spiele der Welt. De ce point de vue, il s'agit en fait de l'un des jeux les plus stressants au monde. Если мы посмотрим на это с этой точки зрения, это на самом деле одна из самых напряженных игр в мире. From this perspective, it is perhaps one of the most stressful games in the world.

Ünlü oyuncu Kasparov'un deyimiyle: Famous|actor|Kasparov's|with the saying Mit den Worten des berühmten Spielers Kasparov: Comme l'a dit le célèbre joueur Kasparov : По словам известного актера Каспарова: As the famous player Kasparov puts it:

''Aklın işkencesi'' The mind|torture "Folter des Geistes "Torture de l'esprit «Пытка разума» ''The torture of the mind''

çünkü konsantrasyon gerektirir because|concentration|requires weil es Konzentration erfordert because it requires concentration

Odaklanabilme gücü ability to focus|power Fähigkeit zur Konzentration Capacité de concentration The power to focus

Napolyon bir makineye yenilen ilk ünlü insan olduğunu düşündü uzun bir süre. Napoleon|a|to a machine|defeated|first|famous|human|he was|thought|long|a|time Napoleon dachte lange Zeit, er sei der erste berühmte Mann, der gegen eine Maschine verliert. Napoléon a longtemps pensé qu'il était le premier homme célèbre à perdre contre une machine. Долгое время Наполеон считал себя первым известным человеком, поддавшимся машине. Napoleon thought for a long time that he was the first famous person to be defeated by a machine.

Bu duyguyu yaşayan bir başka ünlü de: Kasparov. This|feeling|experiencing|another|another|celebrity|also|Kasparov Ein anderer Prominenter, der dieses Gefühl erlebt hat: Kasparow. Une autre célébrité a connu ce sentiment : Kasparov. Еще одним известным человеком, испытывающим это чувство, является Каспаров. Another famous person who experienced this feeling is: Kasparov.

İster inanın ister inanmayın izlemekte olduğunuz ve 1997 de oynanan bu oyunda whether|||you don't believe|watching|you are|and|also|played|this|game Ob Sie es glauben oder nicht, in diesem Spiel, das Sie gerade sehen, das 1997 gespielt wurde. Croyez-le ou non, dans le match que vous regardez, qui a été joué en 1997. Хотите верьте, хотите нет, но эту игру вы смотрите и играете в 1997 году. Believe it or not, in the game you are watching that was played in 1997,

yani dünya satranç şampiyonu. so|world|chess|champion der Schachweltmeister. le champion du monde d'échecs. that is, the world chess champion.

daha doğrusu bir yapay zeka. more|precisely|a|artificial|intelligence oder besser gesagt, eine künstliche Intelligenz. ou plutôt une intelligence artificielle. More precisely, an artificial intelligence.

IBM tarafından geliştirilen ''Deep Blue'' IBM|by|developed|Deep|Blue "Deep Blue", entwickelt von IBM "Deep Blue" développé par IBM «Deep Blue», разработанный IBM ''Deep Blue'' developed by IBM.

mu acaba?! question particle|I wonder oder was?! ou quoi ?! тебе интересно?! Is there?!

Çünkü Kasparov 2. oyunun bir hamlesinde Because|Kasparov|game|one|in the move Weil Kasparov in einem Zug der zweiten Partie. Parce que Kasparov, en un coup de la deuxième partie. Because Kasparov in one move of the 2nd game

Deep Blue'ya insanlar tarafından müdahale edilerek yardım edildiğini iddia etti. Deep|to Blue|people|by|intervention|by|help|was|claim|made Er behauptete, dass Deep Blue durch menschliches Eingreifen unterstützt wurde. Il a affirmé que Deep Blue avait bénéficié d'une intervention humaine. Он утверждал, что Deep Blue получил помощь благодаря вмешательству человека. It was claimed that Deep Blue was assisted by human intervention.

Çünkü böyle bir durumda bir bilgisayarın başka bir hamle yaparak piyon kazanma eğiliminde olması bekleniyordu Because|such|a|in situation|a|computer|another|a|move|making|pawn|winning|tendency|to be|was expected Weil in einer solchen Situation zu erwarten war, dass der Computer dazu neigen würde, einen Bauern zu gewinnen, indem er einen weiteren Zug macht Dans une telle situation, on s'attendait à ce que l'ordinateur ait tendance à gagner un pion en jouant un autre coup Потому что в такой ситуации ожидалось, что компьютер будет стремиться выиграть пешку, сделав еще один ход. Because in such a situation, it was expected that a computer would tend to make another move to gain a pawn.

ve bu beklenti pek çok satranç otoritesi tarafından da doğrulandı. and|this|expectation|very|many|chess||by|also|was confirmed und diese Erwartung wurde von vielen Schachautoritäten bestätigt. et cette attente a été confirmée par de nombreuses autorités en matière d'échecs. и это ожидание было подтверждено многими шахматными авторитетами. And this expectation was confirmed by many chess authorities.

Fakat IBM bu iddiayı ve Kasparov'un yeniden maç önerisini reddederek, But|IBM|this||and|Kasparov's|again|match|proposal|by rejecting IBM wies diese Forderung und Kasparovs Angebot eines Rückkampfes jedoch zurück, Mais IBM a rejeté cette demande et l'offre de Kasparov de disputer un nouveau match, Но IBM отвергла это требование и предложение Каспарова о матче-реванше. However, IBM rejected this claim and Kasparov's proposal to rematch,

Deep Blue projesini sona erdirdi Deep|Blue|project|to|ended Deep Blue hat sein Projekt beendet Deep Blue a mis fin à son projet Deep Blue закрыли свой проект The Deep Blue project has come to an end.

Bu durumda makineye bir insan müdehalesi var mı?.. yok mu? This|in case|to the machine|a|human|intervention|is|question particle|no|question particle Gibt es in diesem Fall einen menschlichen Eingriff in die Maschine oder nicht? Dans ce cas, y a-t-il ou non une intervention humaine dans la machine ? В этом случае есть ли вмешательство человека в машину?.. не так ли? In this case, is there a human intervention in the machine?.. or not?

Satranç hayat gibidir de Chess|life|is like|too Schach ist wie das Leben. Chess is like life.

Eğer öyleyse bile birilerine ya da makinelere karşı oynamıyoruz If|so|even|to someone|or|also|to machines|against|we are not playing Wenn ja, dann spielen wir nicht gegen jemanden oder eine Maschine. Si c'est le cas, nous ne jouons pas contre quelqu'un ou une machine. Если да, то мы не играем против кого-то или машин. Even if that's the case, we are not playing against someone or machines.

Belki de... ölümle satranç oynuyoruz Maybe|too|with death|chess|we play Vielleicht... spielen wir Schach mit dem Tod Peut-être... jouons-nous aux échecs avec la mort. Может быть... мы играем в шахматы со смертью Maybe... we are playing chess with death.

Ingmar Bergman'ın klasik filmi 7. mühürdeki gibi Ingmar|Bergman's|classic|film|seal|like Comme dans le film classique d'Ingmar Bergman, Le 7e sceau. Как в 7-й печати в классическом фильме Ингмара Бергмана. Like in Ingmar Bergman's classic film The Seventh Seal.

Hayatı bir satranç olarak, bir savaş olarak görmüyorum; Life|a|chess|as|a|war|as|I do not see Ich sehe das Leben nicht als ein Schachspiel, als einen Krieg; Je ne vois pas la vie comme une partie d'échecs, comme une guerre ; Я не вижу жизнь как шахматы, как войну; I do not see life as a chess game, as a war.

barış olarak görüyorum. peace|as|I see Ich sehe es als Frieden. Pour moi, c'est la paix. I see it as peace.

Tek amacımız kazanmak olmamalı. Only|our goal|to win|shouldn't be Gewinnen sollte nicht unser einziges Ziel sein. La victoire ne doit pas être notre seul objectif. Нашей единственной целью не должна быть победа. Our only goal shouldn't be to win.

Bizim kazanabilmemiz için başka birileri kaybetmek zorunda kalmamalı. our|winning|in order to|another|someone|losing|obliged|shouldn't remain Damit wir gewinnen können, dürfen andere nicht verlieren müssen. Pour que nous gagnions, les autres ne doivent pas perdre. Кто-то другой не должен проиграть, чтобы мы выиграли. For us to win, someone else shouldn't have to lose.

Bakmayın siz buraların böyle bembeyaz olduğuna Don't be fooled|you|these places|so|completely white|to their being Sie wissen gar nicht, dass es hier so weiß ist. Vous ne vous rendez pas compte qu'il fait si blanc ici. Не смотри, как здесь бело. Don't be fooled by how white these places are.

aralarda grinin yüzlerce, binlerce tonu var. among|gray|hundreds|thousands|shades|there are mit Hunderttausenden von Grautönen dazwischen. avec des centaines de milliers de nuances de gris entre les deux. Между ними сотни, тысячи оттенков серого. There are hundreds, thousands of shades of gray in between.

Ama yine de bir oyun. But|again|still|a|game Aber es ist immer noch ein Spiel. Mais cela reste un jeu. But still, it is a game.

Ölümle oynanan bir oyun. with death|played|a|game Ein Spiel mit dem Tod. Un jeu avec la mort. Это игра со смертью. A game played with death.

Şah King Shah Check

Mat Mat Mat Mate

Altyazı: Yiğit Can Karakaş Subtitle|Yiğit|Can|Karakaş Sous-titre Yigit Can Karakas Надпись: Йигит Джан Каракас Subtitle: Yiğit Can Karakaş

SENT_CWT:AFkKFwvL=13.02 PAR_TRANS:gpt-4o-mini=2.61 en:AFkKFwvL openai.2025-02-07 ai_request(all=217 err=0.00%) translation(all=173 err=0.58%) cwt(all=1148 err=2.44%)