ÖNYARGILARININ FARKINDA MISIN? (En Önemli Beyin Etkisi)
leurs préjugés||||||
deiner Vorurteile||||||
|||||Brain|
ARE YOU AWARE OF YOUR PREJUDICES? (The Most Important Brain Effect)
ARE YOU AWARE OF YOUR PREJUDICES? (最も重要な脳内効果)
”Hızlı ve yavaş düşünme” kitabıyla ilgili 4 video hazırlayarak,
||||avec le livre|||en préparant
|||thinking|with the book|||by preparing
|||||||vorbereitend
By preparing 4 videos about the book "thinking fast and slow",
beynimizin pek çok önemli oyununu size anlatmış bulunmaktayım.
|||||||je suis
our brain's||||game||have explained|I have been
|||||||bin
I have told you about many important games of our brain.
Bu videoda yalnızca beynin bir etkisiyle ilgili konuşacağım.
|||your brain||effect||
In this video I will only talk about an effect of the brain.
Bunun kitaptaki en önemli etkilerden biri, belki de birincisi olduğunu düşündüğümden,
||||эффектов||||||
|dans le livre|||des effets||||||je pense
|in the book|||effects||||||I think
||||Einflüsse||||||
Since I think this is one of the most important influences in the book, perhaps the first,
yalnızca bu etkiye özel ayrı bir video hazırlamaya karar verdim.
only||effect|||||to prepare||
İngilizcesi ‘Theory-induced blindness', Türkçeye çevirisi ‘Teoriden kaynaklanan körlük' olan bu etki
|Théorie|induite|körlük||translation|de la théorie|provoquée par|cécité|||
|Theory(1)|theory-induced|theory-induced blindness||translation|theory-induced||blindness|||effect
|Theorie||Blindheit|||Theorie|||||
beynimde bir devrim yaparak daha geniş düşünmeme sebep olan beynin en önemli iki etkisinden biri.
dans mon cerveau||révolution||||||||||||
||revolution||||thinking|||brain||||effects|
one of the two most important effects of the brain that revolutionized my brain and caused me to think more broadly.
2012 senesinde eğitim amaçlı olarak 6 aya yakın bir süre ABD'nin San Francisco şehrinde yaşadım.
||pour des études||||||États-Unis||San Francisco||
||educational purpose||months||||||Francisco||
||||||||||Francisco||
Bir ülkeye seyahat amaçlı değil, yaşamak için gittiğim ilk tecrübemdi.
|||||||||опыт
|||||||||c'était mon expérience
|||for travel||||||experience
|||||||||Erfahrung
Yurtdışında yaşayanlar bir ülkeye turist gibi gitmekle
À l'étranger||||||aller
abroad|those living|||||going to
im Ausland||||||gehen
Those who live abroad do not want to go to a country like a tourist.
orada yaşamak arasında ne kadar büyük fark olduğunu biliyorlar.
Böyle durumlarda insan adapte olmak zorunda olduğunu biliyor
|situations||||||
In solchen Situationen weiß der Mensch, dass er sich anpassen muss.
In such situations, one knows that one has to adapt.
ve etrafındaki olayları daha iyi anlamak için her bir detayı daha çok analiz ediyor.
||events|||||||detail|||analyze|
Und um die Ereignisse um ihn herum besser zu verstehen, analysiert er jedes Detail genauer.
and further analyzes every single detail to better understand the events around him.
Sözün özü, havaalanında beni karşıladılar ve önceden rezervasyon yaptırdığım öğrenci yurduna götürdüler.
||||||||||студенческое общежитие|
|essence|à l'aéroport||||||que j'ai réservé||au dortoir étudiant|
Your word|the essence|at the airport||they welcomed||||I reserved||student dormitory|
|Essenz||||||Reservierung|||Wohnheim|
Kurz gesagt, sie haben mich am Flughafen empfangen und mich zu dem Studentenwohnheim gebracht, das ich im Voraus reserviert hatte.
In short, they met me at the airport and took me to the student residence I had already booked.
En résumé, ils m'ont accueilli à l'aéroport et m'ont emmené au dortoir étudiant que j'avais réservé à l'avance.
Resepsiyona yaklaştım ve orada 2 kişinin olduğunu gördüm.
к ресепшену|я подошёл|||||
la réception||||||
Rezeption|ich bin näher gekommen|||||
|I approached|||||
Ich ging zur Rezeption und sah, dass dort zwei Personen waren.
I approached the reception and saw that there were 2 people there.
Je me suis approché de la réception et j'ai vu qu'il y avait deux personnes là-bas.
Onları görür görmez hemen etrafıma bakındım,
|||||оглянулся
||||um mich herum|schaute ich mich um
||I see||around me|I looked around
|||||je regardai autour
Sobald ich sie sah, schaute ich mich sofort um,
As soon as I saw them, I immediately looked around,
Dès que je les ai vus, j'ai immédiatement jeté un coup d'œil autour de moi.
“bunlar resepsiyon görevlisine pek benzemiyorlar, görevliler nerede acaba” diye düşündüm.
|||||les employés||||
|Rezeption|||sehen aus|Mitarbeiter||||
|receptionist|the receptionist||they resemble|staff||||
Ich dachte: 'Diese sehen nicht wirklich wie die Rezeptionisten aus, wo sind die Mitarbeiter bloß?'
I thought, "they don't look like the receptionist, where are the attendants?"
Sonra anladım ki resepsiyon görevlileri bunlarmış.
|||||это они
|||réceptionnistes||
Later|||reception staff|the receptionists|they were those
|||||das sind
Then I realized that these are the receptionists.
Bu 2 kişiden biri kulaklarında parmak büyüklüğünde delikler olan,
|||à ses oreilles||||
|||in their ears|||holes|
|||in den Ohren||||
One of these 2 people has finger-sized holes in their ears,
her iki kaşı, burnunun ucu, dudağı ve yanağının birinde piercing olan
||бровь||||||||
||||bout de||||||
|||Nase||Lippe||||Piercing|
|||nose|tip|lip||cheek|one|piercing|
piercing on both eyebrows, nose tip, lip, and one cheek
ve çok tuhaf saç şekline sahip bir gençti.
||étrange|||||
||strange||style|||
||||Frisur|||
and he was a young man with a very peculiar hairstyle.
Diğeriyse beline kadar gelen saçı olan ve her iki kolu tamamen dövmeyle kaplanmış biriydi.
|||||||||bras||||
the other one|waist||||||||||tattoos|tattooed|
|||||||||||Tattooierung|bedeckt|
Die andere Person hatte bis zur Taille reichendes Haar und beide Arme waren vollständig mit Tattoos bedeckt.
The other was a man with waist-length hair and both arms completely covered in tattoos.
Tabi ki, öyle tarza sahip oldukları için benim zihnimde “boş gezenin boş kalfası”
||||||||mon esprit||||
||||||||in meinem Kopf||||
Natürlich, da sie so einen Stil hatten, entstand in meinem Kopf das Bild von "einem umherirrenden Narren"
Of course, because they have such a style, in my mind they are "the idle wanderer"
Bien sûr, parce qu'ils ont ce genre de style, ils ont créé dans mon esprit l'image de "l'escroc de ceux qui errent sans but"
ve ciddiye alınmayacak kişiler imajı oluşturdu.
|||||a créé
||ernst genommen|||
und einer Person, die nicht ernst genommen werden kann.
and created the image of people who cannot be taken seriously.
et l'image de personnes à ne pas prendre au sérieux.
Şimdi düşünün, bu tarz düşünen biri, resepsiyon görevlisi olmak gibi büyük sorumluluk isteyen
|||||||||||responsabilité|
Now think about it, this type of thinking person takes great responsibility like being a receptionist.
Maintenant, pensez-y, quelqu'un qui pense de cette manière veut avoir un poste de réceptionniste, ce qui nécessite une grande responsabilité.
ve doğrudan müşterilerle iletişimde olan insanların böyle kişiler olduğunu görüyor.
|||communication||||||
and he sees that the people who are in direct contact with customers are such people.
et je vois que ce sont des personnes qui communiquent directement avec les clients.
O anki şaşkınlığımı hayal bile edemezsiniz.
||моё удивление|||
|cette|ma surprise|||
|damals|meine Verwirrung|||
Sie können sich nicht einmal vorstellen, wie überrascht ich in diesem Moment war.
You cannot imagine my amazement at that moment.
Vous ne pouvez même pas imaginer ma surprise à ce moment-là.
Önce kendi kendime dedim ki ”Ben nereye geldim böyle”. “Galiba burası hiç iyi bir yer değil.
Zuerst habe ich mir selbst gesagt: „Wo bin ich hier überhaupt gelandet?“ „Anscheinend ist dieser Ort überhaupt nicht gut.
First, I said to myself, "Where did I come from". “Perhaps this is not a good place at all.
D'abord, je me suis dit 'Où suis-je arrivé ici ?'. 'Je pense que c'est vraiment un mauvais endroit.'
Saçma sapan insanların olduğu bir yer”.
|des gens ridicules||||
Ein Ort, an dem es nur seltsame Menschen gibt.“
It's a place with stupid people.”
Un endroit où il y a des gens ridicules.
Sonra o insanların görevlerini nasıl iyi bir şekilde yaparak bana ne kadar yardımcı olduklarını gördüğümde,
|||leurs tâches|||||||||||
|||Aufgaben|||||||||||als ich
Dann, als ich sah, wie gut diese Menschen ihre Aufgaben erledigten und mir dabei so sehr halfen,
Then when I saw how well those people helped me by doing their jobs,
Puis, quand j'ai vu à quel point ces gens exécutaient bien leurs tâches et m'aidaient,
”bu nasıl olur” diye ikinci defa şaşkınlık yaşadım.
||||||surprise|
erlebte ich zum zweiten Mal Staunen und fragte mich: 'Wie kann das sein?'
I was surprised for the second time, "How can this be?"
j'ai eu une seconde surprise en me demandant 'comment cela est-il possible ?'.
İnternet bulur bulmaz yakınlarımla konuşmaya başladığımdaysa
||je trouve|avec mes proches||si je commence
|||mit meinen Angehörigen||wenn ich angefangen habe
sobald ich das Internet fand und anfing, mit meinen Verwandten zu sprechen,
When I start talking to my relatives as soon as I find the internet
Dès que j'ai trouvé Internet, j'ai commencé à parler à mes proches.
heyecanla anlattığım ilk şey yaşadığım bu olaydı tabi ki.
||||||c'était||
||||||war||
Of course, the first thing I said with excitement was this event that I experienced.
Bien sûr, la première chose que j'ai racontée avec enthousiasme était cet incident que j'avais vécu.
Zamanla ben o iki görevliye alıştım.
|||||je me suis habitué
|||||gewöhnt
Over time, I got used to those two officers.
Avec le temps, je me suis habitué à ces deux agents.
Bir defasında, yemekhanede o iki kişiden biriyle aynı masada yemek yedik ve uzun bir konuşmamız oldu.
||||||||||||||conversation|
||||||||||||||Gespräch|
Once, we had dinner at the same table with one of those two people in the cafeteria and we had a long conversation.
Une fois, nous avons mangé à la même table dans la cafétéria avec l'un de ces deux individus et nous avons eu une longue conversation.
Sohbetimiz esnasında, aslında o görevlinin ne kadar kültürlü ve bilgili olduğunun farkına vardım
||||сотрудник||||||||
notre conversation|au cours de|||du responsable||||||était||j'ai réalisé
unser Gespräch||||des Angestellten||||||||
Während unseres Gesprächs wurde mir bewusst, wie kultiviert und gebildet dieser Mitarbeiter eigentlich ist.
During our conversation, I realized how cultured and knowledgeable that official was.
ve tabi ki de üçüncü şaşkınlığımı yaşadım.
Und natürlich erlebte ich meine dritte Überraschung.
And of course I had my third surprise.
Kendi kendime “bu kadar aylak tipli biri nasıl oluyor da bu kadar kültürlü ve bilgili oluyor?”
||||fainéant|type||||||||||
||||faul|typisch||||||||||
Ich fragte mich: 'Wie kann so eine faulenzende Person so kultiviert und gebildet sein?'
I thought to myself, "How can someone so idly type be so cultured and knowledgeable?"
sorusunu sordum ve yavaş yavaş anlamaya başladım ki,
Ich habe die Frage gestellt und begann langsam zu verstehen, dass
I asked the question and slowly began to understand that,
şimdiye kadar çevremin, yaşadığım ülkenin ve toplumun etkisi altında oluşan
||mon environnement|||||||
||meiner Umgebung|||||||
es bis jetzt Überzeugungen und Klischees gab, die unter dem Einfluss meiner Umgebung, des Landes, in dem ich lebe, und der Gesellschaft entstanden sind,
formed under the influence of my environment, the country and society I live in.
ve doğruluğundan emin olduğum ve hiçbir zaman sorgulamadığım inançlarım ve klişelerim bulunuyordu.
|de sa véracité||||||je n'ai jamais remis|mes croyances||mes clichés|étaient
|||||||sorguliert|meine Überzeugungen|||waren
und von deren Richtigkeit ich überzeugt war und die ich niemals hinterfragt habe.
and I had beliefs and stereotypes that I was sure of and never questioned.
Aslında büyük bir yanlışım vardı.
|||erreur|
|||Fehler|
Actually, I had a big mistake.
İnandığım şeyleri sorgulamıyordum ve düşüncemi küçük bir çerçeve içine sokuyor
||je ne remettais||mes pensées|||cadre||met en cadre
||hinterfragte|||||Rahmen||steckt
I wasn't questioning what I believed in and it puts my thinking in a small frame
ve ondan da dışarıya çıkmak istemiyordum.
And I didn't want to go out of it either.
Şimdiyse ”Teoriden kaynaklanan körlük” etkisinin anlatımına geçelim,
||||effet|exposé de|
|||||Erklärung|
Now let's move on to the explanation of the effect of "blindness caused by theory",
hikâyeye biraz sonra yeniden döneceğim.
l'histoire||||
Geschichte||||
Kitaptaki ”Teoriden kaynaklanan körlük” etkisini öğrendiğimde,
When I learned about the effect of "blindness from theory" in the book,
o hikâyede yaşadığım duyguları bilimsel yönden anlamış oldum.
|dans l'histoire||les émotions||||
|Geschichte||||von der wissenschaftlichen Seite||
In dieser Geschichte habe ich die Gefühle, die ich erlebt habe, wissenschaftlich verstanden.
I understood the feelings I experienced in that story scientifically.
Böylece sanki beynimde yeni pencereler açıldı.
||||fenêtres|
So als ob sich in meinem Gehirn neue Fenster geöffnet hätten.
Thus, it was as if new windows were opened in my brain.
Bu etkiye göre; ”Biz insanlar herhangi bir teorinin veya düşüncenin doğru olduğunu artık kabullenmişsek,
|||||||théorie||||||acceptons que
|||||||Theorie||||||akzeptiert haben
Nach diesem Einfluss: 'Wenn wir Menschen einmal akzeptiert haben, dass eine Theorie oder ein Gedanke richtig ist,'
According to this effect; “If we humans have now accepted that any theory or thought is true,
o teorinin eksikliklerini ve doğru olmayan yönlerini görmemiz çok zor oluyor.
||ses lacunes||||aspects|de voir|||
||Mängel||||Aspekte|sehen|||
It is very difficult for us to see the shortcomings and inaccurate aspects of that theory.
Yani bu teoriyle çelişen herhangi bir gerçekle karşılaştığımızda, 'büyük ihtimalle,
|||en contradiction||||||
|||widersprechend||||||
Wenn wir also mit einer Realität konfrontiert werden, die dieser Theorie widerspricht, denken wir: 'Mit großer Wahrscheinlichkeit,
So when we come across any facts that contradict this theory, 'probably,
Donc, lorsque nous sommes confrontés à une réalité qui contredit cette théorie, nous pensons : 'très probablement,
hatta yüzde yüz bunun bir açıklaması var, ancak ben bilmiyorum.
es gibt sogar zu hundert Prozent eine Erklärung dafür, aber ich weiß es nicht.'
there is even a one hundred percent explanation for it, but I don't know.
il y a même à cent pour cent une explication à cela, mais je ne le sais pas.'
Benim gözden kaçırdığım bir şeyler var, yoksa benim inandığım şey yanlış olamaz” diye düşünüyoruz.
||que j'ai manqué|||||||||||
||verpasst|||||||||||
Es gibt Dinge, die ich übersehen habe, sonst kann das, woran ich glaube, nicht falsch sein.'
We think that there is something I have overlooked, otherwise what I believe cannot be wrong.
Il y a des choses que j'ai manquées, sinon ce en quoi je crois ne peut pas être faux.'
Mesela, diyelim ki siz Japonya'da meşhur bir din olan Şinto dinindensiniz.
||||||||||vous êtes de
||||in Japan|||||Shinto|von der Religion
For example, let's say you follow the Shinto religion, which is a famous religion in Japan.
Bilerek Türkiye'de az kişinin mensup olduğu bu inancı örnek gösteriyorum ki,
|||||||croyance|||
I deliberately show this belief, which few people in Turkey belong to, as an example.
Je cite intentionnellement cette croyance à laquelle peu de personnes adhèrent en Turquie,
bunu herhangi bir dini ima olarak düşünmeyelim ve objektif değerlendirelim.
||||||не будем думать|||оценим это
|||||||||évaluons objectivement
||||||denken|||bewerten
Lass uns dies nicht als religiösen Hinweis betrachten und objektiv bewerten.
Let's not think of this as any religious implication and evaluate it objectively.
pour que nous ne le considérions pas comme une allusion religieuse et que nous l'évaluions de manière objective.
Çünkü burada mesele din değil, konuştuğumuz beyin etkisi.
|||||de laquelle nous parlons||
Denn hier geht es nicht um Religion, sondern um den Einfluss auf das Gehirn, über den wir sprechen.
Because the issue here isn't religion, it's the brain effect we're talking about.
Car ici, il ne s'agit pas de religion, mais de l'effet sur le cerveau dont nous parlons.
Farz edelim Şinto dini şöyle diyor, hiç bir canlı 300 seneden fazla yaşayamaz.
|||||||||лет||
|||||||||ans||
|||||||||Jahren||
Nehmen wir an, die Shinto-Religion sagt Folgendes: Kein Lebewesen kann länger als 300 Jahre leben.
Suppose the Shinto religion says, no living thing can live more than 300 years.
Supposons que la religion shinto dise cela, aucun être vivant ne peut vivre plus de 300 ans.
Bu sadece konuyu anlatmak için uydurduğum bir şey, aslında o dinde öyle bir iddia yok.
|||||выдумал|||||религии||||
||||||||||religion||||
||||||||||in der Religion||||
This is just something I made up to explain the issue, in fact, there is no such claim in that religion.
C'est juste quelque chose que j'ai inventé pour illustrer le sujet, en fait il n'y a pas une telle affirmation dans cette religion.
300 seneden çok yaşayan, hatta hiç bir zaman yaşlanarak ölmeyen canlıların var olduğu
|||||||||les organismes||
||||||||sterbenden|||
There are living things that live more than 300 years and never die by aging.
Il existe des êtres vivants qui vivent plus de 300 ans, voire qui ne meurent jamais de vieillesse.
bilimsel olarak kanıtlanmış ve inkâr edilemez bir gerçek.
||||incontestable|||
||||Leugnen|||
It is a scientifically proven and undeniable fact.
Arkadaşınız size ”Sen nasıl oluyor da Şinto dinine inanıyorsun?
||||||||веришь
||||||||crois
||||||||glaubst
Your friend says to you, “How come you believe in the Shinto religion?
Şinto dinine göre, güya hiç bir canlı 300 seneden fazla yaşayamaz.
|||soit-disant||||||
|||angeblich||||||
Laut der Shinto-Religion kann angeblich kein Lebewesen länger als 300 Jahre leben.
According to the Shinto religion, no living creature can live more than 300 years.
Peki, senin Tanrın bu dini yolladığında yarattığı bitkilerin de canlı olduğunu
||Бог|||отправил|||||
|||||quand il a envoyé|||||
||Gott|||||Pflanzen|||
Wusste dein Gott bei der Sendung dieser Religion nicht, dass die Pflanzen, die er erschaffen hat, auch lebendig sind
Well, when your God sent this religion, you said that the plants he created were also alive.
Eh bien, ton Dieu ne savait-il pas que les plantes qu'il a créées en envoyant cette religion sont aussi des êtres vivants ?
ve onlardan birçoğunun 300 seneden fazla yaşadığını bilmiyor muydu?
||beaucoup d'entre eux|||||
||von vielen|||||
und dass viele von ihnen länger als 300 Jahre leben?
And didn't he know that many of them lived more than 300 years?
Et il ne savait pas que beaucoup d'entre elles vivent plus de 300 ans ?
Denizanasının bir çeşidinin hiçbir zaman yaşlanarak ölmediğini de mi bilmiyordu?“ diye soruyor.
медузы||вида|||||||||
||espèce|||||||||
Qualle||Art der Qualle|||||||||
Didn't he also know that a type of jellyfish never dies of age?” he asks.
Est-ce qu'il ne savait pas non plus qu'une espèce de méduse ne meurt jamais en vieillissant ?
Arkadaşınız size bunu söylediği zaman siz muhtemelen arkadaşınıza kızacak,
||||||||разозлитесь
||||||||vous allez vous fâ
||||||||ärgern
When your friend tells you this, you will probably be angry with your friend,
Lorsque votre ami vous a dit cela, vous allez probablement vous fâcher contre lui,
onun kötü güçlere hizmet eden ve sizi doğru yoldan saptırmaya çalışan bir insan olduğunu söyleyerek
|||||||||сбивать с пути|||||
|||servir|||||||||||en disant
|||||||||abzubringen|||||
saying that he is a person who serves evil forces and tries to mislead you
Şinto'nun bu iddiasının onun tarafından yanlış anlaşıldığını düşüneceksiniz.
Шинто||утверждением Шинто||||что неправильно понято|вы подумаете
de cette|||||||
Shinto||Behauptung|||||werden Sie denken
Vous penserez que cette affirmation de Shinto a été mal comprise par lui.
Ve ”Büyük ihtimalle benim de bilmediğim şeyler var ve Tanrının o mesajını anlayacak kapasitemiz yok,
|||||||||||||наша способность|
|||||||||de Dieu|||||
|||||||||Gottes||||Kapazität|
And there's probably something I don't know and we don't have the capacity to understand that message from God.
Et "Il est très probable qu'il y a des choses que je ne connais pas et que nous n'avons pas la capacité de comprendre ce message de Dieu,
o yüzden onun dediği cümle 'hiç bir canlı 300 seneden fazla yaşayamaz' gibi anlam verse de,
|||||||||||||donner|
|||||||||||||hatte|
that's why even though the sentence he said makes sense like 'no living thing can live more than 300 years',
c'est pourquoi la phrase qu'il a dite, même si elle a un sens comme 'aucun être vivant ne peut vivre plus de 300 ans',
aslında biz o cümleyi kesinlikle yanlış anlıyoruz
|||la phrase|||
||||||verstehen
ve kesinlikle bilmediğimiz bir anlamı var” diye düşüneceksiniz.
||nous ne savons pas|||||
And it definitely has a meaning that we don't know.”
Bu örnekte beyniniz ‘Teoriden kaynaklanan körlük' etkisinin kurbanı oluyor
|exemple|||||||
In this example your brain falls victim to the 'Theory blindness' effect
ve siz sadece şimdiye kadar doğru olduğunu düşündüğünüz teorinin
and you only have the theory you thought was true until now.
doğruluğundan kuşkulanmamak için bir şeyleri gözden kaçırdığınıza inanıyorsunuz.
|ne pas douter|||||vous avez manqué|vous croyez
|nicht zu zweifeln|||||verpasst|
You believe you have overlooked something so as not to doubt its veracity.
Amerika'ya yeni gittiğim zaman karşılaştığım olay da bunun aynısıydı.
||||||||c'était la même
||||||||das Gleiche
The same thing happened to me when I just went to America.
Her zaman inandığım klişelerden dolayı, bazı kombinasyonların mevcudiyeti
|||клише|||комбинаций|наличие
|||clichés|||des combinaisons|existence
|||von den Klischees|||Kombinationen|Vorhandensein
Die Existenz einiger Kombinationen aufgrund der Klischees, an die ich immer geglaubt habe,
Due to the stereotypes that I have always believed, the availability of certain combinations
En raison des clichés auxquels j'ai toujours cru, l'existence de certaines combinaisons
ve mümkünlüğü hep bana saçma geliyordu.
|возможности||||
|possibilité||||
|Möglichkeit||||
und ihre Möglichkeit kam mir immer absurd vor.
and its possibility always seemed absurd to me.
et leur possibilité me semblaient toujours absurdes.
Böylece bu olay benim için ilk kırılma noktası oldu.
||||||point de rupture||
||||||Knickpunkt||
So wurde dieses Ereignis für mich zum ersten Wendepunkt.
Ainsi, cet événement est devenu mon premier point de rupture.
Amerika'dan sonra İrlanda'ya taşındım ve son 5 seneden uzun bir süre içinde gördüklerim
||en Irlande|||||||||ce que j'ai vu
||nach Irland|||||||||meine Erlebnisse
Après avoir déménagé d'Amérique en Irlande, ce que j'ai vu en plus de cinq ans.
ve ‘Teoriden kaynaklanan körlük' etkisinden haberdar olmam bana çok çok önemli bir şey öğretti:
||||||je ne suis pas|||||||
Etraftaki insanları onların ilgi alanlarından,
les gens autour|les gens|||domaines d'intérêt
||||Interessenbereichen
Die Menschen um uns herum aufgrund ihrer Interessen,
People around them from their interests,
Les gens autour d'eux, de leurs centres d'intérêt,
başkalarının haklarını ihlal etmeyen herhangi bir tuhaf hareketlerinden,
|droits|violation|ne pas||||
|||||||von ihren Bewegungen
wegen ihrer seltsamen Verhaltensweisen, die die Rechte anderer nicht verletzen,
any strange behavior that does not violate the rights of others,
de leurs comportements étranges qui ne violent pas les droits des autres,
giyim tarzlarından, dini inançlarından, cinsel eğilimlerinden, dinlenme tarzlarından,
style vestimentaire|styles||croyances religieuses||préférences sexuelles||
|Stilen||||||Stilen
ihres Kleidungsstils, ihrer religiösen Überzeugungen, ihrer sexuellen Neigungen, ihrer Erholungsgewohnheiten,
de leur style vestimentaire, de leurs croyances religieuses, de leurs orientations sexuelles, de leurs manières de se détendre,
müzik seçimlerinden ve kendi seçimleriyle ilgili olan herhangi şeyden dolayı, iyi veya kötü, aylak veya akıllı,
|de choix|||ses choix|||||||||||
|von den Wahlen||||||||||||faul||
En raison des choix musicaux et de tout ce qui est lié à leurs propres choix, que ce soit bon ou mauvais, oisif ou intelligent,
bilgili veya cahil, ahlaklı veya ahlaksız, yanlış veya doğru vs. gibi kategorileştirmekle
||ignorant|moral ou immoral||immoral||||||catégoriser
||unwissend|moralisch||unmoralisch||||||
informé ou ignorant, moral ou immoral, faux ou vrai, etc., le fait de les catégoriser
sadece ben sığ düşünmüş oluyorum.
||étroit||
||flach||
Ich denke nur eng.
I'm just being shallow.
je ne fais que penser de manière superficielle.
Böylece beynimi sınırlandırarak, birçok kişinin hakkına giriyorum.
||ограничивая||||
|mon cerveau||||droit de|
||indem ich einschränke||||
So beschränke ich mein Gehirn und greife in die Rechte vieler Menschen ein.
Thus, by limiting my brain, I am entering the right of many.
Yani bir insan bütün vücuduna dövme yaptırabilir ve aynı zamanda çok da akıllı ve işbilir bir insan olabilir.
|||||tatouage|se faire tatouer||||||||capable de travailler|||
||||||machen lassen||||||||geschickt|||
Das bedeutet, dass eine Person ihren ganzen Körper tätowieren lassen kann und gleichzeitig auch sehr intelligent und fähig sein kann.
Birisi tuhaf bir saç şekli yaptırıp çok bilgili olabilir.
|seltsam|||||||kann
Jemand könnte eine seltsame Frisur haben und trotzdem sehr gebildet sein.
Birisi aynı zamanda hem rap müzik, hem rock müzik, hem klasik müzik,
Jemand könnte gleichzeitig Rapmusik, Rockmusik und klassische Musik hören,
hem arabesk müzik dinlemekten hoşlanabilir.
||||может нравиться
|musique arabesque||écouter de|aimerait
|arabesk||hören|
und auch Arabeskmusik mögen.
Birisi çok akıllı ve yüksek sosyal statüde de olsa, aynı zamanda yersiz şakalar yapabilir.
|||||||||||inappropriées|blagues inappropri|
||||||Status||||||Witze|
Birisi renkli giysiler giymeyi tercih etse de, daha çok siyah renk giymeyi tercih eden insanlarla
|||одевать|||||||||||
|||porter|||||||||||
|||||||||||tragen|||
aynı karaktere ve dünya görüşüne sahip olabilir.
|персонажу|||||
|caractère|||opinion||
|Charakter|||Weltanschauung||
Birisi yüz defa başarısızlığa uğrayıp 101. defada çevresindekilerden daha başarılı sonuçlar elde edebilir,
|||||раз|окружающих его|||||
||||en échouant|fois|les personnes autour|||||
|||||Mal|von den Leuten um ihn herum|||||
Someone can fail a hundred times and achieve better results than those around them in the 101st time,
Quelqu'un peut échouer cent fois et réussir au 101ème essai, obtenant des résultats plus réussis que ceux qui l’entourent.
birisi de Snapchat şirketinin CEO'sunun söylediği gibi hayatta hiçbir zorluk çekmeden
||Snapchat||du PDG||||||
||||CEO||||||
quelqu'un peut, comme le dit le PDG de Snapchat, construire une si grande entreprise sans rencontrer aucune difficulté dans la vie.
tek seferde o kadar büyük bir şirket kurabilir.
|une seule fois||||||peut établir
|||||||gründen
Man kann in einem einzigen Anlauf ein so großes Unternehmen gründen.
il est possible de créer une si grande entreprise en une seule fois.
Birisi çok büyük bir şirketin başındakilerden biri olabilir
|||||руководителей компании||
|||||les dirigeants||
|||||von denjenigen an der Spitze||
Jemand kann einer der Führenden eines sehr großen Unternehmens sein.
Une personne peut être l'un des dirigeants d'une très grande entreprise.
ve hafta sonu herkesin avare hayatı olarak gördüğü şeyleri yapabilir,
||||la vie oisive|||||
||||verwegenes|||||
und am Wochenende Dinge tun, die jeder als müßiges Leben ansieht.
et elle peut faire ce que tout le monde considère comme une vie oisive le week-end,
Pazartesi ise yeniden işine devam edebilir.
Böyle kombinasyonlar ve olasılıkları sonsuza kadar saymak mümkün.
|||вероятности||||
|les combinaisons||||||
|Kombinationen||||||
Buradan öğrenebileceğimiz sonuç şu ki, beynimizdeki teoriler, yazılmamış kanunlar
|||||||non écrites|lois non écrites
|||||||ungeschriebene|
ve klişelerle karar vermek hiç de doğru değil ve kâmil insanların yapacağı bir şey değil.
|||||||||les gens complets|||||
|mit Klischees||||||||vollkommene|||||
und Entscheidungen basierend auf Klischees zu treffen, ist überhaupt nicht richtig und auch nicht etwas, das vollständige Menschen tun würden.
Herkesin kendi seçimi ve doğruları var.
||||vérités|
||||Wahrheiten|
Jeder hat seine eigenen Entscheidungen und Wahrheiten.
Herkes kendi hayatını yaşar.
Jeder lebt sein eigenes Leben.
Herkesin kendisiyle ilgili seçimlerine saygı duymalı ve beynimizdeki klişelere göre karar verip
||||||||клише|||
|||||respect||||||
|||||respektieren|||Klischees|||
onları herhangi bir kategoriye sokmamalıyız.
||||включать их
||||les classer
|||Kategorie|sollten wir nicht einordnen
Ben size şimdiye kadar dövme yaptıran, farklı giyim tarzı olan, cinsel eğilimi farklı olan,
|||||qui a fait faire||||||||
|||||||||||Neigung||
sigara içen, inancı farklı olan vs. insanların yanlış yaptıklarını düşünüyorsak,
bundan sonra doğru yapıyorlar diye düşmeliyiz demiyorum.
|||||nous devons|
|||||sollten|
I am not saying that from now on we should fall because they are doing it right.
Hayır. Öyle değil.
Benim dediyim şey o ki, biz onlar hakkında hiçbir şey düşünmemeliyiz
||||||||||не должны думать
||||||||||ne devrions pas
|gesagt habe|||||||||sollten
ve onları herhangi bir kategoriye sokmamalıyız.
Ne pozitif ne de neqatif.
||||négatif
||||negativ
Yani ne iyi ne de kötü olarak değerlendirmemeliyiz.
|||||||nous devrions é
|||||||sollten wir bewerten
Başkalarının hayatlarıyla ilgili olan şeyleri ister kötü, ister iyi olarak kategorileştirdiğinizde,
|avec leurs vies|||||||||
||||||||||kategorisieren
onların özel hayatına müdahale etmiş olursunuz.
|||intervention||
|||eingreifen||
Sie würden in ihr Privatleben eingreifen.
Birisinin bizim veya başkalarının haklarını ihlal etmeyen hareketini iyi veya kötü olarak yargılamak,
||||||||||||juger
||||||||||||urteilen
Die Handlung einer Person, die unsere oder die Rechte anderer nicht verletzt, als gut oder schlecht zu beurteilen,
artık bizim bununla ilgili bir adım attığımızı gösteriyor.
||||||que nous avons|
||||||attenden|
zeigt, dass wir in dieser Angelegenheit nun einen Schritt gemacht haben.
cela montre que nous avons désormais fait un pas à ce sujet.
Yani en doğrusu bununla ilgili hiçbir şey söylememeyi
|||||||ne pas dire
|||||||nicht zu sagen
Donc, le mieux serait de ne rien dire à ce sujet.
ve yargılamada bulunmamayı kendimize öğretmektir.
|судебном разбирательстве|не осуждать||учить себя
|jugement|||
||nicht zu urteilen||lehren
et de nous apprendre à ne pas porter de jugement.
Bir gün oturduğum şehirde, yani Dublin'de bir taksi şoförü bana ”İrlandalılarla ilgili ne düşünüyorsun?
||||||||||les Irlandais|||
||||||||Fahrer||über die Iren|||
Şimdiye kadar yabancı olduğun için sana karşı hiç ayrımcılık hissettin mi?“ diye sordu.
|||||||||ressenti|||
||||||||Diskriminierung|gefühlt|||
Ben de ”evet, üniversitede sınıf arkadaşlarımın neredeyse hepsi İrlandalıydı
ve bana karşı çok ayrımcılık yapıyorlardı” dedim.
und sie haben mir gegenüber sehr viel Diskriminierung gemacht“, sagte ich.
Şoförse bana ”bizimkilerin böyle bir şey yaptıklarına inanmam.
водитель|||||||
||les nôtres|||||
Wenn es der Fahrer ist||meinen Leuten|||||
Der Fahrer sagte zu mir: „Ich kann nicht glauben, dass unsere Leute so etwas tun.
The driver said to me, "I do not believe that our people do such a thing.
Bizim insanların çoğu tam tersi yabancılara karşı çok iyiler
|||||les étrangers|||
Die meisten unserer Menschen sind im Gegenteil sehr nett zu Ausländern.
ve ırkçılık yapmaktan çok çekinirler.“ dedi.
|racisme|||hésitent|
|Rassismus|||sie scheuen sich|
and they are very reluctant to commit racism.”
Benimse cevabım şöyle oldu ”Evet, benim de söylemek istediğim o.
|ma réponse||||||||
Benim İrlandalı sınıf arkadaşlarım bana karşı ayrım yaparak yabancı olduğum için,
||de classe||à moi||discrimination||||
||||||Diskriminierung||||
Mes camarades de classe irlandais me traitaient mieux que je ne le méritais parce que j'étais étranger,
bana gerektiğinden daha iyi davranıyorlardı ve bu da bana benim yabancı olduğumu
|il fallait||||||||||
et cela me faisait sentir que j'étais étranger,
onlardan biri olmadığımı ve beni kendi aralarına tam almadıklarını hissettiriyordu” oldu.
||||||||ils m'ont pas accepté||
|||||||||ließ mich fühlen|
que je n'étais pas l'un d'eux et qu'ils ne m'acceptaient pas complètement parmi eux.
Adam haliyle şaşırdı ve ”Hiç bu açıdan düşünmemiştim,
|||||||I hadn't thought
|||||||habe ich nicht gedacht
L'homme était naturellement surpris et a dit : 'Je n'avais jamais pensé à cela sous cet angle,'
bundan sonra bu konuda daha dikkatli olmaya çalışacağım” dedi.
je vais essayer d'être plus attentif à ce sujet à partir de maintenant."
Bu hikâyeyi anlatmaktaki amacım, beynimizdeki klişelerimizden dolayı
|||||клише|
|||||nos clichés|
|die Geschichte||||von unseren Klischees|
bir şeyleri kategorileştirerek yargılamamız, ister iyi yönde olsun, ister kötü,
||категоризируя|||||||
|||notre jugement||||||
||kategorisierend|unseres Urteilens||||||
karşımızdaki insanın hayatına müdahale oluyor.
en face de||||
Das Leben des Menschen vor uns wird beeinträchtigt.
Birini kınamadan önce şöyle düşünmek lazım:
|осуждая||||
|sans condamner||||
|ohne zu verurteilen||||
Bevor man jemanden verurteilt, sollte man folgendes bedenken:
Avant de condamner quelqu'un, il faut réfléchir de la manière suivante :
Bir insan, siz de dâhil, herkesin kınayacağı
||||y compris||
||||eingeschlossen||verurteilen wird
Ein Mensch, einschließlich Ihnen, den alle verurteilen werden
Une personne, y compris vous, pourquoi ferait-elle quelque chose qui serait condamné par tous
ve başkalarının yanında kendini rezil edecek şeyi niye yapsın ki?
And why would he do something to embarrass himself in front of others?
et qui la ridiculiserait devant les autres ?
Kim kınanmak ister ki?' Belki hiç de düşündüğümüz gibi değil.
|осуждаться||||||||
|être blâmé||||||||
|verurteilt||||||||
Who wants to be condemned?' Maybe not at all what we think.
Belki o insanın o kararı vermesi için çok haklı sebepleri vardır'
Emin olun, bir insan diğer insanın yerinde olmazsa ve tam olarak o insanın yaşadığı tüm olayları yaşamazsa,
||||||||||||||||s'il ne vit pas
||||||||||||||||lebt
hiçbir zaman hiçbir şekilde ‘ben olsaydım, farklı yapardım' diye iddia edemez.
Çünkü bir insanın herhangi bir karar vermesine sadece bir olay değil,
||||||devoir de décider||||
Because it is not just an event that a person makes any decision,
başkalarının görmediği yüzlerce şey etki ediyor.
|that others don't see||||
|gesehene||||
Hundreds of things that others don't see affect it.
O insanın şimdiye kadar yaşadığı tüm olaylar, hafızasında kalanlar, çıkardığı sonuçlar,
|||||||dans sa mémoire|||
|||||||||die gezogenen|
All the events that that person has ever experienced, what remains in his memory, the conclusions he draws,
yaşayıp gördükleri, yeni öğrendikleri, etrafındaki insanlar vs. yüzlerce şey kararlarını etkiliyor.
Bu yüzden hiçbir zaman hiç kimsenin herhangi bir seçimini kınamamalıyız.
|||||||||nous ne devons pas
|||||||||verurteilen
Eğer herhangi bir hareket, karar bize yanlış geliyorsa, siz kendiniz için onları yapmayabilir
||||||||||||ne pas faire
||||||||||||tun
Si un mouvement ou une décision nous semble erroné, vous pouvez ne pas les faire pour vous-même.
ve kendiniz için doğru bildiğiniz, hoşlandığınız, kendinizi rahat hissettiğiniz hayatı yaşayabilirsiniz.
||||||||||vous pouvez vivre
|||||die Ihnen gefällt|||||leben
Et vous pouvez vivre la vie que vous pensez être juste, qui vous plaît, dans laquelle vous vous sentez à l'aise.
Herkesin kendi işine odaklanması en doğrusu.
|||se concentrer||
|||sich zu konzentrieren||
Il est préférable que chacun se concentre sur ses propres affaires.
İnanın birçoğumuz kendi olumsuzluklarımızı adil bir şekilde yargılarsak,
|||nos négativités||||
|||||||urteilen
Believe me, if most of us judge our own negativities fairly,
belki de başkalarını yargılamaya, suçlamaya zamanımız bile kalmaz.
|||juger||||
||||beschuldigen|||
maybe we don't even have time to judge or blame others.
Sözün özü, biz kendi yolumuza bakalım.
In short, let's go our own way.
Eğer bu video sizi olumlu anlamda düşünmeye sevk ettiyse paylaşın ki,
|||||||incite à|||
|||||||veranlassen|hatte||
toplumumuzun diğer üyelerinin de bu videoyu izleme şansı olsun.
||||||visionner||
unserer Gesellschaft||||||sehen||
Let other members of our community get a chance to watch this video as well.
Dinlediğiniz için teşekkürler.