×

我們使用cookies幫助改善LingQ。通過流覽本網站,表示你同意我們的 cookie 政策.

image

Hayvan Çiftliği - George Orwell, 2 Bölüm

2 Bölüm

İkinci Bölüm Koca Reis, üç gece sonra, uykusunda huzur içinde öldü. Meyve bahçesinin kıyısında bir yere gömdüler.

Reis öldüğünde mart ayının ilk günleriydi. Bunu izleyen üç ay boyunca bir sürü gizli etkinlik yürütüldü. Reis'in konuşması, çiftliğin daha akıllı hayvanlarının hayata yepyeni bir gözle bakmalarını sağlamıştı. Öngördüğü Ayaklanma'nın ne zaman meydana geleceğini bilen yoktu; böyle bir başkaldırıyı görebilecek kadar yaşayıp yaşamayacaklarını da bilmiyorlardı; ama görevlerinin o güne hazırlamak olduğunu açık seçik görebiliyorlardı. Ötekileri eğitme ve örgütleme işi, doğal olarak, genellikle hayvanların en zekileri diye bilinen domuzlara verildi. Domuzların en yeteneklileri, Bay Jones'un satmak için yetiştirdiği, Snowball ve Napoléon adlı iki genç erkek domuzdu. Napoléon, irikıyım, sert bakışlı bir Berkshire domuzuydu; daha doğrusu, çiftlikteki tek Berkshire'dı. Pek konuşkan sayılmazdı, ama istediğini söke söke almayı bilen biri olarak tanınırdı. Snowball, Napoléon'dan daha canlı, daha hayat dolu bir domuzdu; hem ağzı daha iyi laf yapardı, hem de daha yaratıcıydı; ama kişiliğinin Napoléon kadar sağlam olmadığı söylenirdi. Çiftliğin erkek domuzlarının hepsi de besi domuzuydu. İçlerinde en ünlüsü, tombalak Squealer, yanakları yusyuvarlak, gözlerini sürekli kırpıştıran, şirret sesli, yerinde duramayan bir hayvandı. Parlak bir konuşmacıydı; zorlu bir konuyu tartışırken bir o yana bir bu yana sıçrar, kuyruğunu hızlı hızlı oynatırdı; nedendir bilinmez, bu hareketleri çok inandırıcı olmasını sağlardı. Squealer için, "Karayı ak yapar," derlerdi.

Bu üçü, Koca Reis'in düşüncelerini geliştirerek dört dörtlük bir öğretiye dönüştürmüşler, adına da "Animalizm" demişlerdi. Haftanın birkaç gecesi, Bay Jones uyuduktan sonra, samanlıkta gizli toplantılar düzenliyor, Hayvancılığın temel ilkelerini öbür hayvanlara anlatıyorlardı. İlk başlarda, büyük bir ahmaklık ve vurdumduymazlıkla karşılaşmışlardı. Bazı hayvanlar, "Efendimiz" dedikleri Bay Jones'a bağlılığın bir görev olduğundan dem vuruyorlar; bazıları da, "Bay Jones bizi besliyor. O olmasa, açlıktan ölürüz," gibisinden salakça laflar ediyorlardı. Kimileri, "Biz öldükten sonra olacakların bize ne yararı dokunur ki?" ya da "Madem bu Ayaklanma nasıl olsa gerçekleşecek, bu uğurda çalışmışız çalışmamışız ne fark eder?" gibi sorular soruyorlardı. Domuzlar, bu tür konuşmaların Hayvancılığın ruhuna aykırı olduğunu kavratana kadar akla karayı seçiyorlardı. Soruların en ahmakçası ak kısrak Mollie'den gelmişti; Mollie'nin Snowball'a sorduğu ilk soru, "Ayaklanma'dan sonra da şeker bulabilecek miyiz?" olmuştu.

Snowball, "Hayır," diye kesip atmıştı. "Bu çiftlikte şeker meker üretemeyiz. Kaldı ki, şeker gerekmeyecek. Dilediğin kadar yulaf ve saman yiyebileceksin."

Bu kez, "Peki, yeleme gene kurdele takabilecek miyim?" diye sormuştu Mollie.

Snowball, "Bak, yoldaş," demişti. "Senin onsuz edemediğin kurdele, köleliğin simgesidir. Özgürlüğün kurdelelerden çok daha değerli olduğunu kafan almıyor mu?"

Mollie, "Kabul," derken pek inanmış görünmüyordu.

Domuzlar, evcil kuzgun Moses'ın yaydığı yalanların önünü almak için daha da zorlu bir savaşım vermek zorunda kaldılar. Bay Jones'un gözdesi olan Moses, gammazın, dedikoducunun tekiydi, ama ağzı iyi laf yapardı. Gene bir masal uydurmuştu: Sözümona, Balbadem Diyarı denen gizemli bir ülke vardı, bütün hayvanlar öldükleri zaman oraya gidiyorlardı. Moses'a bakılırsa bu ülke gökyüzünde bir yerde, bulutların az ötesindeydi. Balbadem Diyarı'nda her gün pazardı; dört mevsim yonca biter, ağaçlar ve çalılar, kesmeşeker ve keten tohumu küspesinden geçilmezdi. Gerçi hayvanlar, gününü masal anlatmakla geçirdiği ve hiç çalışmadığı için Moses'dan nefret ediyorlardı; ama gene de, Balbadem Diyarı masalına inananlar çıkmadı değil. Domuzlar, onları böyle bir yer olmadığına inandırabilmek için az dil dökmediler.

En sadık tilmizleri, iki araba atı, Boxer ile Clover'dı. Kendi başlarına düşünmekte epeyce zorlanan bu iki at, domuzları öğretmen belledikten sonra onların her dediğini tartışmasız benimsemiş ve olduğu gibi öteki hayvanlara aktarmışlardı. Samanlıktaki gizli toplantıları hiç kaçırmıyor; her toplantının bitiminde söylenen İngiltere'nin Hayvanları şarkısında başı çekiyorlardı.

Derken, Ayaklanma, umulandan çok daha erken, herkesin beklediğinden çok daha kolay gerçekleşti. Bay Jones, hayvanlara çok sert davranmasına karşın becerikli bir çiftçiydi, ama son zamanlarda işleri bozulmuştu. Hele bir davada para kaptırınca umudunu iyiden iyiye yitirmiş, sağlığını bozacak ölçüde içkiye vermişti kendini. Bazen günlerce mutfaktaki koltuğunda aylak aylak oturuyor, gazete okuyup içkisini içiyor, arada sırada biraya batırdığı ekmek parçalarıyla Moses'ı besliyordu. Yanında çalışanlar tembel ve sahtekârdı; tarlaları ayrıkotları bürümüştü; binaların damlarının onarılması gerekiyordu; çitler bakımsızdı; hayvanlar doğru dürüst beslenmiyordu.

Haziran gelmişti, otlar biçilmeye neredeyse hazırdı. Bay Jones, bir cumartesi gününe denk düşen yaz gündönümünden hemen önce Willingdon'a gidip Kırmızı Aslan meyhanesinde körkütük sarhoş olunca, çiftliğe ancak pazar günü öğle saatlerinde dönebildi. İşçiler sabah erkenden inekleri sağmışlar, hayvanların yemini vermeden tavşan avlamaya gitmişlerdi. Bay Jones, eve döner dönmez, oturma odasındaki kanepeye uzanmış, News of the World gazetesine göz atarken uyuyakalmıştı. Hava karardığında hâlâ aç olan hayvanlar sonunda dayanamadılar. İneklerden biri boynuzuyla ambarın kapısını kırdı; içeri dalan hayvanlar yem kovalarından karınlarını doyurmaya koyuldular. Tam o sırada uyanıveren Bay Jones, dört işçisini de yanına alıp ambara koştu; hep birlikte hayvanları kırbaçlamaya başladılar. Bu da, hayvanların sabrını taşıran son damla oldu. Önceden hiçbir şey tasarlamamalarına karşın, topluca zorbaların üstüne atıldılar. Jones'la işçilerine dört bir yandan tos vurup çifte atıyorlardı. Hayvanları daha önce hiç böyle görmemiş olan adamlar ne yapacaklarını şaşırmışlar; o güne değin diledikleri gibi sopa atıp eziyet ettikleri hayvanların bu umulmadık başkaldırısı karşısında dehşete kapılmışlardı. Baktılar olacak gibi değil, korunmaya çabalamayı bırakıp tabanları yağladılar. Patikadan aşağı anayola doğru yel yepelek koştururlarken, hayvanlar da zafer çığlıkları atarak onları kovalıyorlardı.

Bayan Jones, yatak odasının penceresinden olup biteni görmüştü. Birkaç parça eşyayı toparladığı gibi bir heybeye tıkıştırıp, çiftliğin arka yolundan savuşuverdi. Moses da, tüneğinden sıçradı, kanat çırpıp avazı çıktığı kadar bağırarak kadının ardına takıldı. Bu arada, hayvanlar, Jones ile adamlarını yola kadar kovalamışlar, beş kol demiri bulunan çiftlik kapısını arkalarından hızla çarpıp kapatmışlardı. Böylece, daha ne olduğunu anlamalarına kalmadan, Ayaklanma başarıyla sonuçlanmış, Jones çiftlikten kovulmuş, Beylik Çiftlik onlara kalmıştı.

Hayvanlar, talihlerinin böylesine yolunda gittiğine bir süre inanamadılar. Önce, köşede bucakta saklanmış bir insan olup olmadığını anlamak için, bir araya toplanıp çiftliği çepeçevre dolaştılar. Sonra, çiftlik binalarına koşup Jones'un uğursuz saltanatının son izlerini de yok etmeye koyuldular. Ahırların bitimindeki, koşum takımlarının durduğu odanın kapısı kırıldı; gemler, burun halkaları, köpek zincirleri, Bay Jones'un domuzları ve kuzuları iğdiş ederken kullandığı kıyıcı bıçaklar kuyunun dibini boyladı. Dizginler, yularlar, meşin göz siperleri, onur kırıcı yem torbaları, avluda çöplerin yakıldığı ateşe atıldı. Kamçılar da. Kamçıların alevlere karıştığını gören bütün hayvanlar sevinç içinde hoplayıp zıplıyorlardı. Snowball, pazara gidildiği günlerde atların yelelerini ve kuyruklarını süsleyen kurdeleleri de ateşe attı.

"Giysi, İnsanoğlu'nu çağrıştırır," dedi. "Kurdele de giysiden sayılır. Tüm hayvanlar çıplak dolaşmalıdır."

Snowball'un bu sözleri üzerine, Boxer da, yazın kulaklarını sineklerden korumak için kafasına geçirdiği küçük hasır şapkayı kaptığı gibi ateşe attı.

Kısa bir süre sonra hayvanlar, kendilerine Bay Jones'u anımsatan ne varsa yok etmiş bulunuyorlardı. Napoléon, hepsini yeniden ambara götürdü, herkese ikişer tayın mısır, köpeklere de ikişer peksimet dağıttı. Ardından, İngiltere'nin Hayvanları şarkısını baştan sona tam yedi kez söylediler; gece inerken herkes kendi köşesine çekilip uykuya daldı. Dünyaya geleli beri hiç bu kadar rahat bir uyku çekmemişlerdi.

Ama her zamanki gibi şafak vakti uyanıp da bir gün önce gerçekleştirdikleri görkemli başkaldırıyı anımsar anımsamaz, hep birlikte çayıra koştular. Çayırın biraz aşağısında, çiftliğin büyük bir bölümünü gören küçük bir tepe vardı. Hemen tepeye tırmandılar, sabahın duru ışığında çevreyi seyre daldılar. Evet, burası onlarındı artık; göz görebildiğince önlerinde uzanan her şey onlarındı! Bu düşünceyle kendilerinden geçerek hoplayıp zıplamaya, büyük bir coşkuyla havalara sıçramaya başladılar. Çiy düşmüş çimenlerin üzerinde yuvarlanıyor, tatlı yaz otlarını koparıp yutuyor, kara toprağı eşeleyip havaya savuruyor, toprağın güzelim kokusunu içlerine çekiyorlardı. Sonra, çiftliği baştan başa dolaşıp denetimden geçirdiler; tarlayı, otlağı, meyve bahçesini, gölcüğü, koruyu dilleri tutulmuşçasına, hayran hayran izlemekten alamadılar kendilerini. Sanki buraları daha önce hiç görmemişlerdi; bütün bunların artık kendilerinin olduğuna hâlâ inanamıyorlardı.

Daha sonra, sıra olup çiftlik binalarına döndüler; çiftlik evinin kapısının önüne geldiklerinde, soluklarını tutup durdular. Bu ev de onlarındı artık, ama içeri girmeye korkuyorlardı. Derken, Snowball ile Napoléon'un kapıyı omuzlayıp kırmasıyla, hayvanlar birerlekol halinde içeri girdiler. Ortalığı altüst etmemek için attıkları adımlara büyük özen gösteriyorlar; parmaklarının ucuna basarak odadan odaya geçerken, seslerinin duyulacağından korkuyormuşçasına fısıldaşarak konuşuyorlar; içerideki görkeme, kuştüyü şilteli yataklara, aynalara, at kılından dokunmuş kumaş kaplı sedire, Brüksel halısına, Kraliçe Victoria'nın oturma odasındaki şömine rafının üstünde duran taşbaskı portresine biraz gözleri kamaşarak, biraz da korka korka bakıyorlardı. Tam merdivenlerden inerlerken, Mollie'nin ortalıkta olmadığını fark ettiler. Birkaçı yukarı seğirtip odaları tek tek yoklamaya başladı. Evin en şık yatak odasının kapısını açtıklarında bir de ne görsünler! Mollie, Bayan Jones'un tuvalet masasından aldığı anlaşılan mavi bir kurdeleyi omzuna tutmuş, ahmakça bir hayranlıkla aynada kendini seyretmiyor mu! Mollie'yi fena halde azarlayıp evden çıktılar. Mutfakta asılı duran jambonlar götürülüp gömüldü, bir de kilerdeki bira fıçısı Boxer'ın bir çiftesiyle parçalandı, o kadar; evde başka hiçbir şeye dokunulmadı. Hemen oracıkta, oybirliğiyle bir karar alındı: Çiftlik evi, müze olarak korunacaktı. Aralarında en küçük bir düşünce ayrılığı yoktu: Bu evde hiçbir hayvan yaşamamalıydı.

Snowball ile Napoléon, kahvaltıdan sonra hayvanları yeniden toplantıya çağırdı.

"Yoldaşlar," dedi Snowball. "Saat daha altı buçuk, uzun bir gün bizi bekliyor. Bugün otları biçmeye başlıyoruz. Ama daha önce halledilecek bir işimiz var."

Sonunda anlaşıldı ki iki domuz, çöpler arasında Bay Jones'un çocuklarının bir okuma kitabını bulmuş, son üç ay boyunca bu kitaptan okuma yazma öğrenmişlerdi. Napoléon, siyah ve beyaz boya kutularını getirtti, hayvanların başına geçerek onları anayola açılan çiftlik kapısının oraya götürdü. Snowball da (en iyi yazı yazan oydu) fırçayı iki toynağının arasına geçirip kapının en üstteki kol demirine yazılı BEYLİK ÇİFTLİK adını karaladı, yerine HAYVAN ÇİFTLİĞİ yazdı. Çiftlik artık bu adla anılacaktı. Daha sonra, çiftlik binalarına geri dönüldü; Snowball ile Napoléon bir merdiven getirtip büyük samanlığın duvarına dayadılar. Domuzlar, üç aydır sürdürdükleri çalışmalar sonucunda, Hayvancılığın temel ilkelerini yedi emirde toplamayı başarmışlardı. Şimdi bu yedi emir duvara yazılacak, Hayvan Çiftliği'ndeki tüm hayvanlar bundan böyle hayatlarının sonuna dek bu değişmez yasalara uyacaklardı. Snowball merdivene güçbela tırmandı (bir domuzun merdiven üzerinde dengesini bulması hiç de kolay değildir) ve işe koyuldu; Squealer da birkaç basamak aşağıda boya kutusunu tutuyordu. Yedi emir, katran kaplı duvara, yirmi otuz metreden okunabilen iri beyaz harflerle yazıldı:

YEDİ EMİR

1. İki ayak üstünde yürüyen herkesi düşman bileceksin. 2. Dört ayak üstünde yürüyen ya da kanatları olan herkesi dost bileceksin. 3. Hiçbir hayvan giysi giymeyecek. 4. Hiçbir hayvan yatakta yatmayacak. 5. Hiçbir hayvan içki içmeyecek. 6. Hiçbir hayvan başka bir hayvanı öldürmeyecek. 7. Bütün hayvanlar eşittir.

Emirler büyük bir özenle yazılmıştı; "dost"un "tost" diye, s'lerden birinin de ters yazılmış olması dışında, hiçbir yazım yanlışı yoktu. Snowball, herkes anlasın diye, emirleri baştan sona yüksek sesle okudu. Hayvanların hepsi de kafalarını sallayarak emirler karşısında boyunlarının kıldan ince olduğunu belirttiler. En akıllı olanlarıysa hemen ezberlemeye başladı.

Snowball, boya fırçasını yere atıp "Haydi yoldaşlar!" diye bağırdı. "Doğru tarlaya! Harmanı, Jones ve adamlarından daha çabuk kaldırmanın onurunu yaşayalım."

Ama tam o sırada, bir süredir gergin görünen üç inek böğürmeye başladı. Sütleri yirmi dört saattir sağılmamış olduğundan memeleri patladı patlayacaktı. Domuzlar, biraz düşündükten sonra kovaları getirttiler, ön ayakları bu işe yatkın olduğu için ustalıkla sağdılar inekleri. Çok geçmeden kovalar köpüklü kaymaklı sütle dolmuştu; hayvanların birçoğu sütlere ağızları sulanarak bakıyorlardı.

İçlerinden biri, "Bu kadar süt ne olacak?" diye soracak oldu.

"Jones bazen yemimize süt katardı," dedi tavuklardan biri.

Bunun üzerine, Napoléon, kovaların önüne geçerek, "Sütü kafanıza takmayın, yoldaşlar!" diye bağırdı. "Gereği yapılır, merak etmeyin. Hasat daha önemli. Snowball Yoldaş başı çekecek. Ben de birazdan geliyorum. İleri, yoldaşlar! Hasat bizi bekler."

Hayvanlar sürü halinde tarlaya varıp hasadı kaldırmaya koyuldular. Akşam geri döndüklerinde, sütlerin ortadan kaybolmuş olduğunu fark edeceklerdi.

Learn languages from TV shows, movies, news, articles and more! Try LingQ for FREE

2 Bölüm Chapter 2 Abschnitt 2 Section Sección 2 2 Section 2 Secção 2 Раздел 2 avsnitt 2 集

İkinci Bölüm Koca Reis, üç gece sonra, uykusunda huzur içinde öldü. |||||||во сне||| Second||Koca(1) Chief|||||in his sleep|peace||died peacefully Kapitel Zwei Der große Häuptling starb drei Nächte später friedlich im Schlaf. Chapter Two Big Chief died peacefully in his sleep three nights later. Chapitre 2 Le grand chef meurt paisiblement dans son sommeil trois nuits plus tard. Meyve bahçesinin kıyısında bir yere gömdüler. |||||закопали ||am Ufer|||begraben fruit|the orchard's|on the edge of|||they buried Sie begruben ihn am Rande des Obstgartens. They buried it somewhere on the edge of the orchard. Ils l'ont enterré à l'orée du verger.

Reis öldüğünde mart ayının ilk günleriydi. |когда умер||||первые дни |||||waren |when he died|March|of March|first|it was the days Es war in den ersten Märztagen, als der Häuptling starb. It was the first days of March when the chief died. C'est dans les premiers jours de mars que le chef est décédé. Bunu izleyen üç ay boyunca bir sürü gizli etkinlik yürütüldü. |после этого||||||||проводились ||||||||Aktivität|wurden durchgeführt |following|||during|||secret|activities|were conducted In den folgenden drei Monaten wurden zahlreiche geheime Aktivitäten durchgeführt. During the next three months, a lot of covert activity was carried out. Au cours des trois mois qui ont suivi, de nombreuses activités clandestines ont été menées. Reis'in konuşması, çiftliğin daha akıllı hayvanlarının hayata yepyeni bir gözle bakmalarını sağlamıştı. |||||||совершенно новый||||обеспечил |||||||neuen||||hatte gesorgt the leader's|speech|the farm's||smarter|animals|life|brand new||perspective|their perspective|had ensured Die Rede des Häuptlings ließ die intelligenteren Tiere des Hofes das Leben auf eine ganz neue Weise betrachten. Chief's speech made the smarter animals of the farm look at life with a whole new eye. Le discours du chef a permis aux animaux les plus intelligents de la ferme de voir la vie d'un œil nouveau. Öngördüğü Ayaklanma'nın ne zaman meydana geleceğini bilen yoktu; böyle bir başkaldırıyı görebilecek kadar yaşayıp yaşamayacaklarını da bilmiyorlardı; ama görevlerinin o güne hazırlamak olduğunu açık seçik görebiliyorlardı. Предсказанное|восстания|||произойдет|будет|||||восстание||||не доживут||не знали||их обязанностей||день||||ясно и чётко|могли видеть |der Aufstand|||||||||Aufstand||||||bilmiyorlardı||||||||seçik|sehen Predicted|the uprising|||occur|will happen|who knew||||uprising|see||live|they wouldn't live||they didn't know||their duties||that day|prepare for||clear|clearly|could see Sie wussten nicht, wann der von ihm vorausgesagte Aufstand stattfinden würde; sie wussten nicht, ob sie ihn noch erleben würden; aber sie konnten klar erkennen, dass es ihre Aufgabe war, sich darauf vorzubereiten. No one knew when the Uprising he had predicted would occur; Nor did they know whether they would live to see such a revolt; but they could see clearly that their task was to prepare for that day. Ils ne savaient pas quand le soulèvement qu'il prévoyait aurait lieu, ils ne savaient pas s'ils vivraient pour le voir, mais ils voyaient clairement que leur tâche était de s'y préparer. Ötekileri eğitme ve örgütleme işi, doğal olarak, genellikle hayvanların en zekileri diye bilinen domuzlara verildi. других|обучение||организация|||||||самые умные||известные как|свиньям| |||Organisation||||||||||Schweinen| the others|training||organizing|||||||the smartest||known as|to the pigs| Die Aufgabe, die anderen zu erziehen und zu organisieren, wurde natürlich den Schweinen anvertraut, die allgemein als die intelligentesten Tiere bekannt sind. The job of educating and organizing the others was naturally entrusted to the pigs, generally known as the most intelligent of animals. Le travail d'éducation et d'organisation des autres a été naturellement confié aux cochons, généralement reconnus comme les animaux les plus intelligents. Domuzların en yeteneklileri, Bay Jones'un satmak için yetiştirdiği, Snowball ve Napoléon adlı iki genç erkek domuzdu. ||самые талантливые|||||выращенные|Снежок||Наполеон||||| ||||||||||Napoleon||||| the pigs|the most|most talented|||selling||raised|Snowball||Napoleon|||||were pigs Die talentiertesten Schweine waren zwei männliche Jungtiere, Snowball und Napoléon, die Herr Jones für den Verkauf gezüchtet hat. The most gifted of the pigs were the two young male pigs, Snowball and Napoléon, which Mr. Jones raised to sell. Les porcs les plus talentueux étaient deux jeunes mâles, Snowball et Napoléon, que M. Jones a élevés pour les vendre. Napoléon, irikıyım, sert bakışlı bir Berkshire domuzuydu; daha doğrusu, çiftlikteki tek Berkshire'dı. |крупный||с суровым взглядом||Беркширский поросенок|был свиньёй|||||Беркширский свинья |||blickender||Berkshire|schwein|||||Berkshire |Irikıyım|stern|stern-looking||Berkshire pig|was a pig||rather|on the farm||Berkshire Napoléon war ein großes, streng aussehendes Berkshire-Schwein, oder besser gesagt, das einzige Berkshire-Schwein auf dem Hof. Napoleon was a large, stern-eyed Berkshire pig; rather, he was the only Berkshire on the farm. Napoléon était un gros porc Berkshire à l'allure dure, ou plutôt le seul Berkshire de la ferme. Pek konuşkan sayılmazdı, ama istediğini söke söke almayı bilen biri olarak tanınırdı. |разговорчивый||||выбивать|силой|||||считался |||||söke|söke||||| |talkative|wasn't considered||what you want|take||to take|someone who knows|someone||would be known Er war kein großer Redner, aber er war als ein Mann bekannt, der wusste, wie er bekam, was er wollte. He wasn't very talkative, but he was known as someone who knew how to pick up on what he wanted. Il n'était pas très bavard, mais il était connu comme un homme qui savait comment obtenir ce qu'il voulait. Snowball, Napoléon'dan daha canlı, daha hayat dolu bir domuzdu; hem ağzı daha iyi laf yapardı, hem de daha yaratıcıydı; ama kişiliğinin Napoléon kadar sağlam olmadığı söylenirdi. |Наполеона|||||||||||||||||более креативным||личность|Наполеон||устойчивый||говорили, что |von Napoléon||||||||||||||||||||||||sagte man |Napoleon||livelier||life|full of life||pig|both|mouth|better||talk|talked||||creative||personality|Napoleon|as|solid|wasn't as solid|it was said Schneeball war ein lebendigeres, lebhafteres Schwein als Napoleon, wortgewandter und erfinderischer, aber man sagte, dass seine Persönlichkeit nicht so stark war wie die von Napoleon. Snowball was a livelier, more lively pig than Napoleon; he was both better spoken and more creative; but it was said that his personality was not as solid as Napoleon. Boule de Neige était un cochon plus vif, plus enjoué que Napoléon, plus éloquent et plus inventif, mais on disait que sa personnalité n'était pas aussi forte que celle de Napoléon. Çiftliğin erkek domuzlarının hepsi de besi domuzuydu. ||свиней|||откормленные| ||schweine|||Zucht| The farm's||pigs|all of them||meat|were fattening pigs Alle männlichen Schweine des Betriebs waren Mastschweine. All of the farm's male pigs were fattening pigs. İçlerinde en ünlüsü, tombalak Squealer, yanakları yusyuvarlak, gözlerini sürekli kırpıştıran, şirret sesli, yerinde duramayan bir hayvandı. ||самый известный|пухлый|Визгун|щеки|круглые как шар|||моргающий|сварливый|громкий||неугомонный|| |||dicklich|Squealer||rund|||blinkend|zornig|||konnte nicht stillstehen|| among them||famous one|pudgy|Squealer|cheeks|very round|his eyes|constantly|blinking|loud-mouthed|loud-voiced|restless|restless||animal Der berühmteste von ihnen, der pummelige Squealer, war ein raspelköpfiges, unruhiges Tier mit runden Wangen und ständig blinzelnden Augen. The most famous of them all, the chubby Squealer, was an animal with rounded cheeks, constant blinking, bitchy voice, restless. Le plus célèbre d'entre eux, le grassouillet Squealer, était un animal à la voix rauque et agitée, aux joues rondes et aux yeux constamment clignotants. Parlak bir konuşmacıydı; zorlu bir konuyu tartışırken bir o yana bir bu yana sıçrar, kuyruğunu hızlı hızlı oynatırdı; nedendir bilinmez, bu hareketleri çok inandırıcı olmasını sağlardı. ||он был оратором||||обсуждая|||||||перепрыгивал|хвост|||помахивал|по какой-то причине|неизвестно почему||||убедительным||делали убедительным |||||||||||||springt|seinen Schwanz|||spielte|warum|||||überzeugend||sorgte Brilliant||he was a speaker|challenging||topic|while discussing|||this way||||jumps around|its tail|||would wag|why that is|unknown reason||movements||convincing||made it very Er war ein brillanter Redner; wenn er ein schwieriges Thema erörterte, sprang er von einer Seite zur anderen und wedelte schnell mit dem Schwanz; aus irgendeinem Grund machten ihn diese Bewegungen sehr überzeugend. He was a brilliant speaker; he would jump from side to side, waving his tail quickly when discussing a difficult topic; For some reason, it made these moves very convincing. C'était un brillant orateur ; lorsqu'il abordait un sujet difficile, il sautait d'un côté à l'autre et remuait rapidement la queue ; pour une raison quelconque, ces mouvements le rendaient très convaincant. Squealer için, "Karayı ak yapar," derlerdi. Визгунья||чёрное белым|белым||говорили ||Karayı|weiß||sagten Squealer||Black|white||they would say Früher sagte man über Squealer: "Er macht das Schwarze weiß". They used to say of Squealer, "It turns black into white." On disait de Squealer : "Il rend le noir blanc".

Bu üçü, Koca Reis'in düşüncelerini geliştirerek dört dörtlük bir öğretiye dönüştürmüşler, adına da "Animalizm" demişlerdi. |||||развивая||четырехсторонний||учение|превратили в|||Анимализм|назвали ||||||||||verwandelt|||Animalismus| |three||Reis|thoughts|by developing||perfect||doctrine|they had transformed|in the name of||Animalism|they had called Diese drei entwickelten die Gedanken von Big Reis zu einer vollständigen Doktrin und nannten sie "Animalismus". These three developed Big Chief's thoughts and turned them into a full-fledged teaching, and they called it "Animalism". Ces trois-là ont développé les idées de Big Reis en une doctrine complète et l'ont appelée "Animalisme". Haftanın birkaç gecesi, Bay Jones uyuduktan sonra, samanlıkta gizli toplantılar düzenliyor, Hayvancılığın temel ilkelerini öbür hayvanlara anlatıyorlardı. |||||после сна||сеновал|||проводят|животноводства||основные принципы|||рассказывали о |||||||||||der Tierhaltung||Prinzipien|||erzählten of the week||at night|||after sleeping||in the barn|secret|meetings|holds|of Animal Husbandry|basic|principles|other|to the animals|they were telling An einigen Abenden in der Woche, nachdem Mr. Jones schlafen gegangen war, hielten sie geheime Versammlungen auf dem Heuboden ab und erklärten den anderen Tieren die Grundprinzipien der Tierhaltung. Several nights a week, after Mr. Jones had slept, they held secret meetings in the barn, explaining the basic principles of animal husbandry to the other animals. Quelques nuits par semaine, après que M. Jones se soit endormi, ils tenaient des réunions secrètes dans le grenier à foin et expliquaient aux autres animaux les principes de base de l'élevage. İlk başlarda, büyük bir ahmaklık ve vurdumduymazlıkla karşılaşmışlardı. ||||глупость||безразличие|столкнулись с ||||||Unbekümmertheit|waren sie begegnet first|at first|great||foolishness||indifference|they had encountered Zunächst stießen sie auf große Dummheit und Gleichgültigkeit. At first they were met with great stupidity and callousness. Dans un premier temps, ils se sont heurtés à une grande stupidité et à une grande insensibilité. Bazı hayvanlar, "Efendimiz" dedikleri Bay Jones'a bağlılığın bir görev olduğundan dem vuruyorlar; bazıları da, "Bay Jones bizi besliyor. ||Господин наш|||Джонсу|преданность||||говорят|бьют||||||кормит нас |||||Herrn Jones|der Loyalität||||||||||| ||Our Master|they call||to Mr. Jones|loyalty||duty||dem||||||us|is feeding Einige Tiere sagen, es sei ihre Pflicht, Mr. Jones, den sie "Master" nennen, treu zu sein; andere sagen: "Mr. Jones füttert uns. Some animals speak of devotion to Mr. Jones, whom they call "Lord," as a duty; Others said, "Mr. Jones feeds us. Certains animaux disent qu'ils ont le devoir d'être loyaux envers M. Jones, qu'ils appellent "Maître" ; d'autres disent : "M. Jones nous nourrit. O olmasa, açlıktan ölürüz," gibisinden salakça laflar ediyorlardı. ||от голода|умрём|вроде|глупые слова|бессмысленные слова|говорили ||||wie|dumme|| |if it weren't|from hunger|we will die|like that|silly|things|were saying "Ohne ihn würden wir verhungern" und allerlei dummes Zeug. Without him, they would starve to death," they were saying stupidly. "Sans lui, nous mourrions de faim", et toutes sortes de choses stupides. Kimileri, "Biz öldükten sonra olacakların bize ne yararı dokunur ki?" ||умрем||произойдет после|||польза|| ||||Zukunftigen||||| some people||after we die||will happen||what|benefit|will benefit| Manche Menschen sagen: "Was nützt das, was nach dem Tod passiert?" Some say, "What good does what happens after we die?" Certains disent : "À quoi sert ce qui se passe après notre mort ?". ya da "Madem bu Ayaklanma nasıl olsa gerçekleşecek, bu uğurda çalışmışız çalışmamışız ne fark eder?" ||Раз уж|||||состоится|||работали|не работали||| |||||||||||wir haben nicht gearbeitet||| ||since||uprising||will|will happen||for the sake of|we have worked|we have worked||| Oder: "Da dieser Aufstand sowieso stattfinden wird, ist es egal, ob wir dafür gearbeitet haben oder nicht." or "If this Uprising will happen anyway, what difference does it make if we worked for it or not?" Ou "Puisque ce soulèvement va se produire de toute façon, quelle différence cela fait-il que nous ayons travaillé pour lui ou non ?". gibi sorular soruyorlardı. ||спрашивали ||stellten ||they were asking They were asking questions like Domuzlar, bu tür konuşmaların Hayvancılığın ruhuna aykırı olduğunu kavratana kadar akla karayı seçiyorlardı. |||разговоров||душе|противоречащий||осознавали||всеми силами||выбирали |||||Seele|entgegenstehend||kavratana||||wählten Pigs|||of conversations|of animal husbandry|soul|against||understanding||mind|darkness|they were choosing Die Schweine waren unvernünftig, bis sie merkten, dass diese Art von Gerede gegen den Geist des Animalismus verstößt. Until the Pigs realized that such talk was against the spirit of Animal Husbandry, they were wiser. Les cochons étaient déraisonnables jusqu'à ce qu'ils réalisent que ce genre de discours était contraire à l'esprit de l'animalisme. Soruların en ahmakçası ak kısrak Mollie'den gelmişti; Mollie'nin Snowball'a sorduğu ilk soru, "Ayaklanma'dan sonra da şeker bulabilecek miyiz?" ||глупейший||кобыла|от Молли||Моллиной|Снежку|который спросила|||восстания||||найдем|сможем ли мы |||||von Mollie||Mollies|Snowball||||von der Revolution||||| your questions||foolish|wise|mare|from Mollie|had come|Mollie's|to Snowball|she asked|||from the Rebellion||||finding| Die dümmste der Fragen kam von der weißen Stute Mollie; Mollies erste Frage an Snowball war: "Werden wir nach dem Aufstand noch Zucker bekommen?" The dumbest of questions had come from Mollie, the white mare; Mollie's first question to Snowball was, "Will we still be able to find candy after the Uprising?" La question la plus stupide a été posée par la jument blanche Mollie. La première question de Mollie à Boule de Neige a été : "Pourrons-nous encore obtenir du sucre après le soulèvement ?". olmuştu. it had happened had happened. s'était produite.

Snowball, "Hayır," diye kesip atmıştı. |||прервал| ||||hatte geworfen |||interrupting|had thrown "Nein", unterbrach ihn Schneeball. "No," Snowball had cut off. "Non", lui répond Boule de Neige. "Bu çiftlikte şeker meker üretemeyiz. |||и тому подобное|не можем производить ||||produzieren |on the farm||meker|produce sugar "Wir können auf dieser Farm keinen Zucker produzieren. "We can't produce candy canes on this farm. "Nous ne pouvons pas produire de sucre meker dans cette ferme. Kaldı ki, şeker gerekmeyecek. |||не понадобится |||won't be needed Außerdem brauchen Sie keinen Zucker. There will be no need for sugar. En outre, vous n'aurez pas besoin de sucre. Dilediğin kadar yulaf ve saman yiyebileceksin." Сколько хочешь||овёс|||сможешь есть so viel du willst|||||kannst as much as you want||oat||straw|you can eat Du kannst so viel Hafer und Heu essen, wie du willst." You may eat as much oats and straw as you wish." Tu pourras manger autant d'avoine et de foin que tu le souhaites".

Bu kez, "Peki, yeleme gene kurdele takabilecek miyim?" |||грива|снова|лента|смогу прикрепить| ||||||anlegen| |time||ribbon|again|ribbon|putting| Diesmal hatte Mollie gefragt: "Nun, kann ich wieder ein Band um das Halsband binden?" This time, "Well, will I be able to put a ribbon on my mane again?" Cette fois-ci, "Est-ce que je pourrai à nouveau porter un ruban dans ma crinière ?". diye sormuştu Mollie. |спросила| |hatte gefragt| |had asked| hatte Mollie gefragt. asked Mollie. demande Mollie.

Snowball, "Bak, yoldaş," demişti. |"Look"|"comrade"|had said Snowball hatte gesagt: "Sieh mal, Genosse,". "Look, comrade," Snowball had said. "Senin onsuz edemediğin kurdele, köleliğin simgesidir. |без него|не можешь без|лента|рабства|символ |ohne dich|||Sklaverei|ist ein Symbol |without it|unable to do||slavery|is a symbol of "Das Band, ohne das du nicht leben kannst, ist das Symbol der Sklaverei. "The ribbon, which you cannot do without, is the symbol of slavery. "Le ruban dont on ne peut se passer est un symbole d'esclavage. Özgürlüğün kurdelelerden çok daha değerli olduğunu kafan almıyor mu?" Свобода|лентами|||||понимаешь ли|| deine Freiheit||||||verstand|| of freedom|ribbons|||valuable||your mind|understands| Verstehst du nicht, dass die Freiheit viel wertvoller ist als Bänder?" Don't you think that freedom is much more valuable than ribbons?" Ne comprenez-vous pas que la liberté vaut plus que des rubans ?"

Mollie, "Kabul," derken pek inanmış görünmüyordu. ||||верила|не выглядела ||||inansichtlich|glaubte |Kabul|saying||believed|seemed Mollie wirkte nicht sehr überzeugt, als sie "Akzeptiere" sagte. “Agreed,” Mollie didn't seem very convinced. Mollie n'avait pas l'air convaincue quand elle a dit : "Je le veux".

Domuzlar, evcil kuzgun Moses'ın yaydığı yalanların önünü almak için daha da zorlu bir savaşım vermek zorunda kaldılar. ||ворон|Моисея|распространяемых|лжи|перед ним|||||||борьбу||| |haus-|Rabe|Moses|verbreitete||Vorsprung|||||||Kampf||| Pigs|domestic|raven|Moses|spreading|lies|the front of it|stop||||difficult||struggle|to give||they had to Die Schweine mussten noch härter kämpfen, um die Lügen von Moses, dem zahmen Raben, zu widerlegen. The pigs had to fight even harder to curb the lies spread by Moses, the pet raven. Les cochons doivent se battre encore plus pour contrer les mensonges de Moïse, le corbeau apprivoisé. Bay Jones'un gözdesi olan Moses, gammazın, dedikoducunun tekiydi, ama ağzı iyi laf yapardı. ||любимец||Моисей|сплетник|сплетник|сплетником||||| ||||Moses|Verpetzer||Typ||||| ||favorite||Moses|a tattletale|gossiper|was a type||his mouth||talk|would do Moses, der Liebling von Mr. Jones, war eine Plaudertasche, ein Klatschmaul, aber ein guter Redner. Moses, a favorite of Mr. Jones, was a gossip, but a good talker. Moses, le favori de M. Jones, était un chat, un commère, mais un beau parleur. Gene bir masal uydurmuştu: Sözümona, Balbadem Diyarı denen gizemli bir ülke vardı, bütün hayvanlar öldükleri zaman oraya gidiyorlardı. ||сказка|придумал|Якобы|Балбадемская страна|страна Балбадем||||||||умирали||| ||||Sözümona|Balbadem|Diyarı||||||||sterben||| Gene||story|had made up|Sözümona|Balbadem|Land|called|mysterious||||||they died|||they went Er hatte sich ein anderes Märchen ausgedacht: Angeblich gab es ein geheimnisvolles Land, das Land des Honigtaus, in das alle Tiere gingen, wenn sie starben. He also made up a fairy tale: There was a mysterious land, supposedly called the Honeymoon Land, where all the animals go when they die. Il avait inventé un autre conte de fées : Il existait, paraît-il, un pays mystérieux appelé le pays du miellat, où tous les animaux allaient quand ils mouraient. Moses'a bakılırsa bu ülke gökyüzünde bir yerde, bulutların az ötesindeydi. Моисею верить|||||||||за облаками Moses|||||||||war (es) Moses|if we look at|||in the sky|||clouds||was just beyond Für Mose befand sich dieses Land irgendwo im Himmel, gleich hinter den Wolken. To Moses, this country was somewhere in the sky, just beyond the clouds. Pour Moïse, ce pays se trouvait quelque part dans le ciel, juste au-delà des nuages. Balbadem Diyarı'nda her gün pazardı; dört mevsim yonca biter, ağaçlar ve çalılar, kesmeşeker ve keten tohumu küspesinden geçilmezdi. |В краю|||был рынок||времена года|клевер||||кусты|рафинадный сахар||льняное семя|семена льна|жмыха льняного семени|непролазны были |im Land von Balbadem|||war Markttag|||Klee||||Sträucher|Zuckerrohr||||von der Pressrückstand|war nicht passierbar Balbadem|in the land of|||it was market day||seasons|clover|grows|trees||bushes|sugar candy||flaxseed|seed|from the seed cake|could not pass Im Lande Honeybadem war jeden Tag Markttag, Klee wuchs zu jeder Jahreszeit, Bäume und Sträucher waren voll von Zucker und Leinsamenschrot. It was Sunday every day in the Honeymoon Land; The four seasons were clover, trees and bushes, sugar cubes and flaxseed meal were impassable. Au pays de Honeybadem, chaque jour était un jour de marché ; le trèfle poussait en toute saison, les arbres et les buissons regorgeaient de sucre et de farine de lin. Gerçi hayvanlar, gününü masal anlatmakla geçirdiği ve hiç çalışmadığı için Moses'dan nefret ediyorlardı; ama gene de, Balbadem Diyarı masalına inananlar çıkmadı değil. Хотя||день||рассказыванием сказок|проводил|||не работал||от Моисея||||||||сказка о|верящие в это|не вышли| ||||erzählen||||arbeitet||Moses|||||||||die Gläubigen|| although||day|story||spending|||he worked||Moses||they were hating||||Balbadem|Land of Balbadem|fairy tale|believers|were not| True, the animals hated Moses for spending his days telling tales and never working; But still, there are those who believe in the tale of Honeymoon Land. Les animaux détestaient Moïse parce qu'il passait ses journées à raconter des histoires et ne travaillait jamais, mais certains croyaient encore à l'histoire du pays du miel. Domuzlar, onları böyle bir yer olmadığına inandırabilmek için az dil dökmediler. ||||||убедить||||уговаривали долго ||||||||||sprachen pigs|||||that there was no|to convince||||they didn't speak Die Schweine haben nicht wenig darüber gesprochen, um sie zu überzeugen, dass es so einen Ort nicht gibt. The pigs did little to persuade them that there was no such place. Les cochons ont essayé de les convaincre que cet endroit n'existait pas.

En sadık tilmizleri, iki araba atı, Boxer ile Clover'dı. ||ученики||||||была Кловер ||||||||Clover |most loyal|students|two||||and|was Clover Ihre treuesten Schüler waren zwei Pferde, Boxer und Clover. His most loyal disciples were his two chariot horses, Boxer and Clover. Ses plus fidèles disciples étaient ses deux chevaux d'attelage, Boxer et Clover. Kendi başlarına düşünmekte epeyce zorlanan bu iki at, domuzları öğretmen belledikten sonra onların her dediğini tartışmasız benimsemiş ve olduğu gibi öteki hayvanlara aktarmışlardı. ||размышлять||испытывающие||||свиней||считая учителями|||||без возражений|приняли безоговорочно||||||передавали |||||||||||||||ohne Zweifel|angenommen||||||hatten übertragen |on their own|thinking|quite|struggling|||horses|the pigs|teacher|appointed||||thing they said|undoubtedly|had adopted||||the other||had conveyed Diese beiden Pferde, die es schwer hatten, selbstständig zu denken, hatten nachdem sie die Schweine zu Lehrern gemacht hatten, alles, was diese sagten, bedingungslos übernommen und so wie es war an die anderen Tiere weitergegeben. These two horses, who had a hard time thinking on their own, adopted everything they said without question and transferred them to other animals as they were, after the teacher remembered the pigs. Samanlıktaki gizli toplantıları hiç kaçırmıyor; her toplantının bitiminde söylenen İngiltere'nin Hayvanları şarkısında başı çekiyorlardı. в сарае||собрания||не пропускает||встречи|окончание||||песне о животных||возглавляли im Heuhaufen||||verpasst||der Sitzung|am Ende||||||führten in the haystack|secret|meetings|never|never misses||of the meeting|at the end|what was said|||in the song|leading|they were leading He never misses secret meetings in the barn; they took the lead in the song Beasts of England, sung at the end of each meeting. Ils ne manquaient jamais les réunions secrètes dans le grenier à foin et prenaient la tête de la chanson "Animals of England" chantée à la fin de chaque réunion.

Derken, Ayaklanma, umulandan çok daha erken, herkesin beklediğinden çok daha kolay gerçekleşti. ||ожидаемого|||||ожидали все|||| ||vom Erwarteten|||||als erwartet|||| suddenly|uprising|expected|||early||than everyone||||it happened Then the Uprising came true much sooner than expected, much easier than anyone expected. Le soulèvement a alors eu lieu bien plus tôt que prévu, bien plus facilement que quiconque ne l'avait espéré. Bay Jones, hayvanlara çok sert davranmasına karşın becerikli bir çiftçiydi, ama son zamanlarda işleri bozulmuştu. |||||обращению с|несмотря на то|умелый||был фермером|||||испортились |||||||||war ein Bauer||||| ||||harsh|his treatment of|despite|skillful||farmer||||his business|had gone wrong Mr. Jones was a skilful farmer, although he was very harsh with the animals, but recently his business had deteriorated. M. Jones était un fermier habile, bien qu'il soit très dur avec ses animaux, mais depuis quelque temps, ses affaires périclitaient. Hele bir davada para kaptırınca umudunu iyiden iyiye yitirmiş, sağlığını bozacak ölçüde içkiye vermişti kendini. Совсем||деле||потеряв деньги|надежду||||своё здоровье|подорвать|степени|алкоголю|| |||||seine Hoffnung||||seine Gesundheit|verderben|||| especially||case||lost money|his hope|very||lost|his health|will ruin|to the extent|to alcohol|he had given| Especially when he lost money in a lawsuit, he completely lost his hope and gave himself to alcohol to the extent that it would ruin his health. Surtout lorsqu'il perdait de l'argent dans une affaire, il perdait espoir et buvait au point que sa santé se détériorait. Bazen günlerce mutfaktaki koltuğunda aylak aylak oturuyor, gazete okuyup içkisini içiyor, arada sırada biraya batırdığı ekmek parçalarıyla Moses'ı besliyordu. ||на кухне|на своем кресле||бездельничая|||читая газету|свой напиток|пьет свой напит|||в пиво|окунутый в||кусочками хлеба||кормил ||im Küchenstuhl|||||||sein Getränk||||Bier|getaucht||Stücken||fütterte |for days|in the kitchen|on his chair|idle||sits||reading|his drink|drinks|||beer|dipped||with bread pieces||was feeding Sometimes for days he would sit idly in his chair in the kitchen, reading the newspaper and drinking, feeding Moses with the occasional bits of bread dipped in beer. Parfois, pendant des jours entiers, il restait assis dans son fauteuil dans la cuisine, lisant le journal et buvant sa boisson, nourrissant parfois Moïse avec des morceaux de pain trempés dans la bière. Yanında çalışanlar tembel ve sahtekârdı; tarlaları ayrıkotları bürümüştü; binaların damlarının onarılması gerekiyordu; çitler bakımsızdı; hayvanlar doğru dürüst beslenmiyordu. |работники|||мошенники||сорняки|покрыли|зданий|крыш зданий|ремонт крыши||заборы|запущены были||||не кормились должным образом ||||||Unkraut|überwuchert|der Gebäude|Dächern|Reparatur||Zäune|waren vernachlässigt||||wurden nicht richtig gefüttert The workers next to him|the workers|lazy||was a fraud|the fields|weeds|had covered|of the buildings|"of the roofs"|repair|was necessary|the fences|were neglected||not|properly|were not fed Die Mitarbeiter waren faul und betrügerisch; die Felder waren mit Unkraut überwuchert; die Dächer der Gebäude mussten repariert werden; die Zäune waren vernachlässigt; die Tiere wurden nicht richtig gefüttert. His staff were lazy and dishonest; the fields were overgrown with weeds; the roofs of buildings had to be repaired; fences were neglected; the animals were not fed properly. Ses ouvriers sont paresseux et malhonnêtes ; les champs sont envahis par les mauvaises herbes ; les toits des bâtiments ont besoin d'être réparés ; les clôtures sont en mauvais état ; les animaux ne sont pas nourris correctement.

Haziran gelmişti, otlar biçilmeye neredeyse hazırdı. |||к покосу|| ||Gräser||| June|had come|the grasses|to be mowed||was ready Der Juni war gekommen, das Gras war fast bereit zum Mähen. June had come, the grass was almost ready to be cut. Le mois de juin est arrivé, l'herbe était presque prête à être fauchée. Bay Jones, bir cumartesi gününe denk düşen yaz gündönümünden hemen önce Willingdon'a gidip Kırmızı Aslan meyhanesinde körkütük sarhoş olunca, çiftliğe ancak pazar günü öğle saatlerinde dönebildi. ||||в день|совпадающий с|||солнцестояния|||в Уиллингдон||||трактире|в стельку|||на ферму||||||смог вернуться ||||||||von der Sommersonnenwende|||nach Willingdon||||Taverne||||||||||konnte zurückkehren Mr.|||Saturday|to the day|coinciding|falling|summer|from the summer solstice|||to Willingdon|||Lion|at the tavern|dead drunk||when|the farm||Sunday||noon||was able to return Als Mr. Jones am Samstag vor der Sommersonnenwende nach Willingdon ging und sich in der Roten Löwenkneipe total betrinkt, konnte er erst am Sonntagmittag wieder zum Bauernhof zurückkehren. Mr. Jones was able to return to the farm only at noon on Sunday, when, on a Saturday, just before the summer solstice, he went to Willingdon and became blind in the Red Lion tavern. M. Jones s'est rendu à Willingdon juste avant le solstice d'été, qui tombait un samedi, et s'est enivré dans la taverne du Red Lion, ne rentrant à la ferme que le dimanche à midi. İşçiler sabah erkenden inekleri sağmışlar, hayvanların yemini vermeden tavşan avlamaya gitmişlerdi. Рабочие|||коровам|подоили||корм животным|||охотиться на кр| ||||gemolken||Futter|||| the workers||early|the cows|milked the cows|the animals'|feed|without giving|rabbit|to hunt|they had gone Die Arbeiter hatten früh am Morgen die Kühe gemolken und waren, ohne den Tieren Futter zu geben, zum Kaninchenjagen gegangen. The workers had milked the cows early in the morning and went to hunt rabbits without feeding the animals. Les ouvriers trayaient les vaches tôt le matin et allaient chasser le lapin sans nourrir les animaux. Bay Jones, eve döner dönmez, oturma odasındaki kanepeye uzanmış, News of the World gazetesine göz atarken uyuyakalmıştı. ||||вернется||в комнате|на диване|||||Мир|газету News of the World|||заснул внезапно ||||||im Wohnzimmer|auf die Couch|||||||||eingeschlafen ||home|returns|return|sitting|in the living room|sofa|had lain||||World|to the newspaper||while looking at|had fallen asleep Herr Jones war, kaum zu Hause angekommen, auf das Sofa im Wohnzimmer gefallen und hatte beim Durchblättern der 'News of the World' eine Nickerchen gemacht. As soon as Mr. Jones got home, he had fallen asleep on the living room sofa, browsing the News of the World. Dès son retour à la maison, M. Jones s'est endormi sur le canapé du salon, en feuilletant le journal News of the World. Hava karardığında hâlâ aç olan hayvanlar sonunda dayanamadılar. |стемнело||||||не выдержали |dämmerte||||||gaben auf |when it got dark||open||||couldn't stand Als es dunkel wurde, konnten die immer noch hungrigen Tiere schließlich nicht mehr aushalten. The animals, still hungry when it got dark, finally couldn't stand it. Les animaux, toujours affamés au crépuscule, finissent par abandonner. İneklerden biri boynuzuyla ambarın kapısını kırdı; içeri dalan hayvanlar yem kovalarından karınlarını doyurmaya koyuldular. Коров из||рогом своим|амбара||сломала||вошедшие живот|||из вёдер|животы свои|наедаться| von den Kühen||mit ihrem Horn|Scheune||brach||eingedrungene||||Bäuche|füttern| from the cows||with its horn|the barn|door|broke||entering||feed|buckets|their bellies||set about One of the cows broke the barn door with his horn; The animals that had rushed in began to fill their bellies from the bait buckets. Tam o sırada uyanıveren Bay Jones, dört işçisini de yanına alıp ambara koştu; hep birlikte hayvanları kırbaçlamaya başladılar. |||проснувшийся||||своих рабочих||||сарай|||||пороть животных| |||wachgeworden||||Arbeiter||||Scheune|||||zu peitschen| ||moment|waking up||||his workers||||barn|ran||||whipping the animals| Genau in diesem Moment erwachte Herr Jones, nahm seine vier Arbeiter mit sich und rannte zur Scheune; sie begannen gemeinsam, die Tiere zu peitschen. Waking up just then, Mr. Jones took his four workers with him and ran to the barn; Together they began to whip the animals. Bu da, hayvanların sabrını taşıran son damla oldu. |||терпение|переполнивший||капля| |||Geduld|tragend||| ||the animals'|patience|broke the patience||drop| Das war der letzte Tropfen, der das Fass des Tieres zum Überlaufen brachte. And this was the last straw that eroded the patience of the animals. Önceden hiçbir şey tasarlamamalarına karşın, topluca zorbaların üstüne atıldılar. |||не планируя||вместе|хулиганы||набросились ||||||der Tyrannen||sprangen |||of not planning|despite|in unison|the bullies|upon|they jumped Obwohl sie zuvor nichts geplant hatten, stürzten sie sich gemeinsam auf die Tyrannen. They were thrown at the tyrants en masse, even though they had planned nothing in advance. Jones'la işçilerine dört bir yandan tos vurup çifte atıyorlardı. с Джонсом|работникам||||бодались|били головой|пинали копытами|пинали mit Jones|Arbeiter|||||stoßen|| with Jones|his workers|||from all sides|tos|hitting|double|were throwing Sie schlugen von allen Seiten auf Jones und seine Arbeiter ein und traten sie mit den Füßen. They were hitting Jones and his workers from all sides and hitting them twice. Hayvanları daha önce hiç böyle görmemiş olan adamlar ne yapacaklarını şaşırmışlar; o güne değin diledikleri gibi sopa atıp eziyet ettikleri hayvanların bu umulmadık başkaldırısı karşısında dehşete kapılmışlardı. ||||||||||растерялись||||||палка|били|мучили||||неожиданной|восстание||ужаснулись|были потрясены |||||||||||||bis zu|||||||||unerwartete|Aufstand||in Schrecken|kap |||||seen||||what they would do|were confused|||until|their wishes||stick|throwing|torment|they had been doing||||uprising|in the face of|in horror|they were horrified Die Männer, die die Tiere noch nie zuvor so gesehen hatten, waren verwirrt, was sie tun sollten; angesichts dieses unerwarteten Aufstands der Tiere, die sie bis zu diesem Tag nach Belieben mit Stöcken gequält hatten, waren sie in Schrecken versetzt worden. The men, who had never seen animals like this before, were puzzled as to what to do; they were horrified by this unexpected revolt of the animals that they had tortured by throwing sticks as they wished until that day. Baktılar olacak gibi değil, korunmaya çabalamayı bırakıp tabanları yağladılar. ||||защищаться|стараться защищаться||удрали со всех ног|смылись ||||sich zu schützen|||Sohlen|fetteten they looked||||to be protected|trying to protect|giving up|the soles|they greased Als sie sahen, dass es nicht gut ausgehen würde, ließen sie das Bemühen um Schutz sein und machten sich aus dem Staub. They didn't look like it would happen, they stopped trying to protect themselves and oiled the soles. Patikadan aşağı anayola doğru yel yepelek koştururlarken, hayvanlar da zafer çığlıkları atarak onları kovalıyorlardı. с тропинки||главная дорога||ветер|ветерком|бежали быстро|||победные к|крики победы|издавая крики||преследовали их vom Pfad||||wind||||||schreie|||verfolgten from the path|down|to the main road||wind|straight|while running|||victory|victory cries|by shouting||were chasing Während sie den Hang hinunter zur Hauptstraße rannten, jagten die Tiere sie mit Siegesgeschrei. The animals were chasing them, shouting triumphantly, as the wind rushed in full vein down the path towards the main road.

Bayan Jones, yatak odasının penceresinden olup biteni görmüştü. ||||из окна||происходящее| |||||||gesehen ||||the window|of|what was happening|had seen Frau Jones hatte das Geschehen von ihrem Schlafzimmerfenster aus beobachtet. Miss Jones had seen what was going on through her bedroom window. Birkaç parça eşyayı toparladığı gibi bir heybeye tıkıştırıp, çiftliğin arka yolundan savuşuverdi. ||вещи|собрал|||сумка|запихнув|||задней дороге|ускользнул ||||||Satteltasche|stopfen||||verschwand |piece|the belongings|gathered|||saddlebag|stuffing into|of the farm|back|road|he took off Sobald sie ein paar Gegenstände zusammengefasst hatte, stopfte sie sie in einen Sack und verschwand über den Hinterweg der Farm. He gathered up a few items, stuffed them into a saddlebag, and fled down the farm's back road. Moses da, tüneğinden sıçradı, kanat çırpıp avazı çıktığı kadar bağırarak kadının ardına takıldı. ||насеста|прыгнул|крыльями|махая крыльями|изо всех сил||||||погнался за ней |||||schlagend|Stimme||||||hinterherging ||his perch|leaped|wing|flapping|voice|came out|as|shouting||behind|he followed Moses sprang aus seiner Höhle, flatterte mit den Flügeln und rief so laut er konnte hinter der Frau her. Moses, too, leapt from his perch and followed her, flapping his wings and shouting as loudly as he could. Bu arada, hayvanlar, Jones ile adamlarını yola kadar kovalamışlar, beş kol demiri bulunan çiftlik kapısını arkalarından hızla çarpıp kapatmışlardı. |||||людей|||прогнали||прутьев|железные прутья||||за собой||захлопнув|закрыли ||||||||verfolgt|||||||||geschlagen|hatten geschlossen |||||his men|on the road||had chased||arms|iron|with five arms|farm|door|||bumped|they had closed In der Zwischenzeit hatten die Tiere Jones und seine Männer bis zur Straße verfolgt, und sie hatten das Tor des Bauernhofs mit fünf Eisenstreben schnell hinter sich zugeschlagen und geschlossen. Meanwhile, the animals had chased Jones and his men up the road, slamming the five-bar farm door behind them. Böylece, daha ne olduğunu anlamalarına kalmadan, Ayaklanma başarıyla sonuçlanmış, Jones çiftlikten kovulmuş, Beylik Çiftlik onlara kalmıştı. ||||их понимания||||завершилось успешно||фермы|изгнан|||| |||||ohne|||erfolgreich abgeschlossen||||||| ||||their understanding|without|Uprising|successfully|had concluded||the farm|had been expelled|Beylik|Farm||had remained So kam es, dass sie kaum begriffen hatten, was geschehen war, der Aufstand erfolgreich war, Jones aus dem Bauernhof verjagt wurde und der Beylik Bauernhof ihnen gehörte. Thus, before they realized what had happened, the Rebellion had been successful, Jones was fired from the farm, and the Principality Farm was left to them.

Hayvanlar, talihlerinin böylesine yolunda gittiğine bir süre inanamadılar. |своей удаче|||пошло|||не могли поверить ||||ginge|||konnten nicht glauben |their luck|like this|on track|was going well|||couldn't believe Die Tiere konnten eine Weile nicht glauben, dass ihr Schicksal so gut verlief. For a while, the animals could not believe that their luck had gone so well. Önce, köşede bucakta saklanmış bir insan olup olmadığını anlamak için, bir araya toplanıp çiftliği çepeçevre dolaştılar. ||углу||||||||||собравшись|фермуар|вокруг|обошли вокруг |||versteckt|||||||||||rundherum| |in the corner|corner or nook|hidden|||being|wasn't|to understand||||gathering|the farm||they walked around Zunächst versammelten sie sich und umrundeten den Bauernhof, um herauszufinden, ob sich irgendwo in einer Ecke ein Mensch versteckte. First, they gathered together and wandered around the farm to see if there was anyone hiding in the corner in the parish. Sonra, çiftlik binalarına koşup Jones'un uğursuz saltanatının son izlerini de yok etmeye koyuldular. ||зданиям фермы|||зловещий|правления||следы||||принялись уничтожать |||laufen||unglückliches|Herrschaft||||||machten sich daran ||the farm buildings|running|Jones'|unlucky|reign||traces||to eliminate|to destroy|they set about Dann rannten sie zu den Bauernhofgebäuden und machten sich daran, die letzten Spuren von Jones' unheiliger Herrschaft zu beseitigen. Then they rushed to the farm buildings and set about destroying the last vestiges of Jones' sinister reign. Ahırların bitimindeki, koşum takımlarının durduğu odanın kapısı kırıldı; gemler, burun halkaları, köpek zincirleri, Bay Jones'un domuzları ve kuzuları iğdiş ederken kullandığı kıyıcı bıçaklar kuyunun dibini boyladı. Сараев|в конце|упряжь|снаряжение команд|остановились|комнаты|||удила|носовые кольца|кольца для носа||собачьи цепи||||и|ягнята|кастрировать|||режущие инструменты|ножи для обрезки||дно колодца|достигли дна der Ställe|||der Geschirre|||||Gurte|Ringe|||ketten||||||iğdiş|||Schneider|Messer|des Brunnens|Boden|boyladı of the barns|at the end of|harness|harnesses||of the room|door|was broken|bits|nose|nose rings|dog|chains|||pigs||lambs|castrate|while|he used|butchering|knives|the well|bottom|painted Die Tür des Raumes, in dem die Geschirre standen, wurde am Ende der Ställe aufgebrochen; die Riemen, die Nasenringe, die Hundeleinen und die Klingen, die Bay Jones zum Kastrieren seiner Schweine und Lämmer benutzte, schimmerten am Grund des Brunnens. The door of the room at the end of the stables, where the harnesses stood, was broken; bits, nose rings, dog chains, and the chopper knives Mr. Jones had used to castrate pigs and lambs, all went to the bottom of the well. Dizginler, yularlar, meşin göz siperleri, onur kırıcı yem torbaları, avluda çöplerin yakıldığı ateşe atıldı. Узды, недоуздки|уздечки|кожаные|глазные повязки|глазные щитки||унизительный|корм для животных|кормовые мешки|дворе|мусор|сжигались|| Zügel||Leder||||erniedrigend||säcke||Müll|verbrannt|| reins|the halters|leather|eye|eye shields|honor|humiliating food|feed|sacks|in the courtyard|the trash|burned in|fire|was thrown Die Zügel, die Halfter, die ledernen Augenschutzvorrichtungen und die beschämenden Futtertaschen wurden ins Feuer geworfen, in dem im Hof Müll verbrannt wurde. Reins, bridles, leather eye shields, humiliating bait bags were thrown into the yard where the garbage was burned. Kamçılar da. Камчылар тоже.| Kamçılar| Whips too| Auch die Peitschen. Whips too. Kamçıların alevlere karıştığını gören bütün hayvanlar sevinç içinde hoplayıp zıplıyorlardı. кнуты|пламя|смешались с||||||прыгая от радости|прыгали der Peitschen||||||||springen|sprangen whips|to the flames|mixing in|seeing|all|animals|with joy|with joy|jumping|were jumping Alle Tiere, die sahen, dass die Peitschen in die Flammen tanzten, hüpften vor Freude auf und nieder. Seeing the whips mingled with the flames, all the animals were jumping with joy. Snowball, pazara gidildiği günlerde atların yelelerini ve kuyruklarını süsleyen kurdeleleri de ateşe attı. |на рынок|ходили|||грива их||хвосты их|украшающие|ленты||| |Markt||||Mähnen||Schwänze||die Bänder|||warf Snowball|to the market|was gone|on the days|of the horses|manes||tails|decorating|ribbons||to the fire|threw Snowball warf auch die Bänder, mit denen die Pferde an Markttagen ihre Mähnen und Schwänze schmücken, ins Feuer. Snowball also threw the ribbons that adorned the manes and tails of the horses on the days when he went to the market, into the fire.

"Giysi, İnsanoğlu'nu çağrıştırır," dedi. |человека|напоминает| |Menschen|| Clothing|mankind|reminds| "Kleidung erinnert an den Menschen," sagte er. "Clothes evoke the Son of Man," he said. "Kurdele de giysiden sayılır. ||Лента тоже одежда.| Band||Kleidung| ||clothing|counts "Das Band zählt auch als Kleidung. "The ribbon is also considered a garment. Tüm hayvanlar çıplak dolaşmalıdır." ||голые|должны ходить |||sollten ||naked|should roam Alle Tiere müssen nackt herumlaufen." All animals must roam naked."

Snowball'un bu sözleri üzerine, Boxer da, yazın kulaklarını sineklerden korumak için kafasına geçirdiği küçük hasır şapkayı kaptığı gibi ateşe attı. Снежка|||||||уши|мух||||||соломенная шляпа||||| von Snowball|||||||Ohren|von den Fliegen||||||||||| ||||||in summer|ears|the flies|to protect||his head|put on|small|straw|hat|like|like|| Auf Snowballs Worte hin schnappte sich Boxer seinen kleinen Strohhut, den er im Sommer trug, um seine Ohren vor Fliegen zu schützen, und warf ihn ins Feuer. At Snowball's words, Boxer grabbed the little straw hat he had put on his head to protect his ears from flies in the summer and threw it into the fire.

Kısa bir süre sonra hayvanlar, kendilerine Bay Jones'u anımsatan ne varsa yok etmiş bulunuyorlardı. |||||||господина Дж|напоминающее о|||||уничтожили |||||||Jones|erinnernd||||| |||||||Jones|reminding||there was||destroyed|had destroyed Bald darauf hatten die Tiere alles, was sie an Mr. Jones erinnerte, vernichtet. Soon the animals had destroyed anything that reminded them of Mr. Jones. Napoléon, hepsini yeniden ambara götürdü, herkese ikişer tayın mısır, köpeklere de ikişer peksimet dağıttı. ||||||по два|паёк||||по два|сухарь|раздал |||||||Tayın||||zwei Stück|Peksemid| |all of them|again|to the barn|took||two each|ration|corn|to the dogs|||biscuit|distributed Napoleon brachte sie alle zurück in die Scheune und verteilte an jeden zwei Portionen Mais und an die Hunde zwei Stücke Zwieback. Napoleon took them all back to the barn, handing out two rations of corn to each and two biscuits to the dogs. Ardından, İngiltere'nin Hayvanları şarkısını baştan sona tam yedi kez söylediler; gece inerken herkes kendi köşesine çekilip uykuya daldı. |||песню||||||||при спуске||||удалившись|| |||Lied||||||||||||gezogen|| afterwards|||song||||seven|||night|descending|||corner|pulled|to sleep|fell asleep Danach sangen sie das Lied der Tiere Englands von Anfang bis Ende genau sieben Mal; als die Nacht hereinbrach, zog sich jeder in seine Ecke zurück und schlief ein. Then they sang Beasts of England seven times; As the night descended, everyone retreated to their own corner and fell asleep. Dünyaya geleli beri hiç bu kadar rahat bir uyku çekmemişlerdi. |появились на свет||||||||не спали |gekommen||||||||hatten sie gehabt to the world|since coming|since||||||sleep|they had not slept Seit sie auf die Welt gekommen sind, haben sie nie so entspannt geschlafen. They had never slept so well since their birth.

Ama her zamanki gibi şafak vakti uyanıp da bir gün önce gerçekleştirdikleri görkemli başkaldırıyı anımsar anımsamaz, hep birlikte çayıra koştular. ||||рассвет||проснувшись|||||осуществили|||вспомнит|вспомнив сразу|||луг|побежали на ||||Morgendämmerung|||||||verwirklichten||||vergisst|||Wiese| ||||dawn|time|waking up|||||they had accomplished|glorious|uprising|remembers|does not remember|||to the meadow|they ran Doch wie immer, als die Dämmerung anbrach und sie sich an den großartigen Aufstand vom Vortag erinnerten, liefen sie gemeinsam auf die Wiese. But, as always, as soon as they woke up at dawn and remembered their glorious uprising the day before, they all rushed to the meadow. Çayırın biraz aşağısında, çiftliğin büyük bir bölümünü gören küçük bir tepe vardı. Лугом||ниже||||часть||||холм| des Wiesen||||||||||| of the meadow||below||||part|overlooking|||hill| Ein bisschen weiter unten auf der Wiese gab es einen kleinen Hügel, von dem man einen großen Teil der Farm sehen konnte. Just below the meadow was a small hill that overlooked most of the farm. Hemen tepeye tırmandılar, sabahın duru ışığında çevreyi seyre daldılar. ||взобрались|утреннем|чистый||окружающую местность|наблюдать за| ||kletterten|||||sehen| |to the top|they climbed|of the morning|clear|light|the surroundings|sightseeing|they plunged Sie kletterten sofort auf den Gipfel und fingen an, die Umgebung im klaren Licht des Morgens zu betrachten. At once they climbed the hill and gazed at the surroundings in the clear light of the morning. Evet, burası onlarındı artık; göz görebildiğince önlerinde uzanan her şey onlarındı! ||их теперь|||насколько видно|перед ними||||их теперь ||ihr|||||||| |this place|was theirs||as far as|as far as the eye|in front of them|stretching|||was theirs Ja, dies war jetzt ihr Ort; alles, soweit das Auge reichte, gehörte ihnen! Yes, this was theirs now; Everything that lay before them as far as the eye could see belonged to them! Bu düşünceyle kendilerinden geçerek hoplayıp zıplamaya, büyük bir coşkuyla havalara sıçramaya başladılar. |с этой мыслью|самих себя||||||с большим энтузиазмом|в воздух|подпрыгивать вверх| ||||||||||springen| |with this thought|themselves|losing themselves|jumping|jumping|||with great enthusiasm|to the skies|jumping| Mit diesem Gedanken verloren sie sich selbst und begannen, mit großer Begeisterung zu springen und zu hüpfen. With this thought, they started to jump and jump, jumping into the air with great enthusiasm. Çiy düşmüş çimenlerin üzerinde yuvarlanıyor, tatlı yaz otlarını koparıp yutuyor, kara toprağı eşeleyip havaya savuruyor, toprağın güzelim kokusunu içlerine çekiyorlardı. Роса|упал|травы||Катается|||травы лета|срывая|глотает|||роют||разбрасывает вверх||красивый|аромат земли|вдыхали в себя| Çiy||des Grases|||||Kräuter|pflücken||||umgraben||verstreut||||| they|had fallen|the grass|on|rolling|sweet|summer|herbs|picking|eating|black|soil|digging|into the air|throwing|of the soil|my beautiful|smell|into them|they were inhaling Sie rollten über die mit Tau bedeckten Gräser, zupften die süßen Sommerkräuter und fraßen sie, scharrten in der dunklen Erde und warfen sie in die Luft, zogen den schönen Duft des Bodens in sich hinein. The dew rolled on the fallen grass, plucked and swallowed the sweet summer grass, scraped the black earth, and inhaled the beautiful scent of the earth. Sonra, çiftliği baştan başa dolaşıp denetimden geçirdiler; tarlayı, otlağı, meyve bahçesini, gölcüğü, koruyu dilleri tutulmuşçasına, hayran hayran izlemekten alamadılar kendilerini. |||||проверке|провели проверку||пастбище||сад|маленькое озеро|роща|языки были связаны|онемев от изумления|восхищённо||наблюдать за|не могли удержаться| ||||||||Weide|||den kleinen See|den Wald|dabei|||||konnten| |farm|from the beginning||walking around|inspection|they passed|the field|the pasture|fruit|its garden|the small lake|the grove|with their tongues|as if they were frozen|in awe||watching|they couldn't stop| Dann durchstreiften sie den Bauernhof von vorne bis hinten und konnten sich nicht daran hindern, das Feld, die Wiese, den Obstgarten, den Teich und den Wald wie gebannt zu betrachten. Then they went around the farm and inspected it; They could not help admiring the field, the pasture, the orchard, the pond, the grove, as if they were speechless. Sanki buraları daha önce hiç görmemişlerdi; bütün bunların artık kendilerinin olduğuna hâlâ inanamıyorlardı. |эти места||||не видели|||||||не верили |||||gesehen||||||| it seems||||ever|they hadn't seen|all||now|themselves|belonging to them|still|they couldn't believe So als hätten sie diesen Ort noch nie gesehen; sie konnten immer noch nicht glauben, dass all das jetzt ihnen gehörte. It was as if they had never seen this place before; they still couldn't believe it was all theirs anymore.

Daha sonra, sıra olup çiftlik binalarına döndüler; çiftlik evinin kapısının önüne geldiklerinde, soluklarını tutup durdular. |||||||||||подошли к|затаив дыхание|задерживая дых|остановились ||||||||||||Atem||blieben stehen ||turn|being|farm|to their buildings|they turned||of the house|of the house|in front of|when they arrived|held their breath|holding|they stopped Später, nachdem sie an der Reihe waren, kehrten sie zu den Bauernhäusern zurück; als sie vor der Tür des Bauernhauses standen, hielten sie den Atem an. Then they lined up and returned to the farm buildings; When they reached the front of the farmhouse door, they stopped, holding their breath. Bu ev de onlarındı artık, ama içeri girmeye korkuyorlardı. ||||||||боялись |||it was theirs||||to enter|they were afraid Dieses Haus gehörte jetzt auch ihnen, aber sie hatten Angst, einzutreten. This house was theirs now, too, but they were afraid to enter. Derken, Snowball ile Napoléon'un kapıyı omuzlayıp kırmasıyla, hayvanlar birerlekol halinde içeri girdiler. |||Наполеона||плечом толкнув|ломая||по одному ряду||| |||Napoléon||stößend|brechen||einzeln||| then|||Napoleon's|the door|shoulder-barging|breaking down|||||entered Dann, mit dem Aufprall von Snowball und Napoleon, die die Tür mit der Schulter einrammten, traten die Tiere einer nach dem anderen ein. Then, as Snowball and Napoleon slammed the door on their shoulders, the animals came in in arms. Ortalığı altüst etmemek için attıkları adımlara büyük özen gösteriyorlar; parmaklarının ucuna basarak odadan odaya geçerken, seslerinin duyulacağından korkuyormuşçasına fısıldaşarak konuşuyorlar; içerideki görkeme, kuştüyü şilteli yataklara, aynalara, at kılından dokunmuş kumaş kaplı sedire, Brüksel halısına, Kraliçe Victoria'nın oturma odasındaki şömine rafının üstünde duran taşbaskı portresine biraz gözleri kamaşarak, biraz da korka korka bakıyorlardı. вокруг|перевернуть вверх дном|не нарушить||сделанные|шаги||Старание||кончиков пальцев|кончиками пальцев|на цыпочках|из комнаты|||их голосов|услышан|as if afraid|шепча друг другу||внутренний|великолепие|пуховой|с матрасами|кроватям|зеркала||конского волоса|докоснувшись||обитая тканью|диван|Брюссельский ковер|Брюссельскому ковру|королева Виктор|королевы Виктории|||камин|полки камина|||Литография|портрету|||ослеплённые|||Краем глаза|осторожно|смотрели на |auf den Kopf stellen|nicht tun|||Schritten||||von ihren Fingern|Spitze|||||||als ob sie Angst hätten|flüsternd||drinnen|görkeme|kuştüyü|schiltelnd|zu den Betten|zu den Spiegeln||von||Stoff||sich|Brüssel|ihre Teppich||Victoria|||der Kamin||||taşbaskı|ihr Porträt|||kamaşarak|||fürchten|fürchten|sie schauten the place|upside down|not to disturb||steps they|steps||care|they show|their fingers|tiptoes|on tiptoes|from the room||passing|their voices|being heard|as if afraid|whispering||inside|splendor|feather|padded with felt|the beds|the mirrors|horse|horsehair|handwoven|fabric|they|sitting|Brussels|Brussels carpet|Queen|of Victoria|||fireplace mantel|shelf of the fireplace|on|they|stone print|stone print portrait||eyes|dazzled|||they are afraid||they were looking They pay great attention to the steps they take in order not to cause a mess; they speak in whispers as they tiptoe from room to room, as if afraid that their voices will be heard; They looked at the majesty inside, at the beds with down mattresses, at the mirrors, at the ottoman covered with woven horsehair, at the Brussels carpet, at the lithographic portrait of Queen Victoria on the mantelpiece in the living room, a little dazzled and a little scared. Tam merdivenlerden inerlerken, Mollie'nin ortalıkta olmadığını fark ettiler. |по лестнице|спускаясь по||||| ||hinuntergingen||||| |the stairs|while descending||around|not being|| Just as they were descending the stairs, they noticed that Mollie was not around. Birkaçı yukarı seğirtip odaları tek tek yoklamaya başladı. Некоторые||побежав||||проверять| ||springen||||überprüfen| a few|up|hopping|the rooms|||check| A few of them rushed up and began probing the rooms one by one. Evin en şık yatak odasının kapısını açtıklarında bir de ne görsünler! ||||||||||увидят же ||||||||||sehen Evin||stylish|||door|when they open||||they see What should they see when they open the door of the most elegant bedroom in the house! Mollie, Bayan Jones'un tuvalet masasından aldığı anlaşılan mavi bir kurdeleyi omzuna tutmuş, ahmakça bir hayranlıkla aynada kendini seyretmiyor mu! |||туалетный столик|со стола|||||ленту|на плече||глупым образом||восхищением|в зеркале||не любуется| ||||von dem Tisch|||||Schleife|||dumm|||im Spiegel||sehen| |||toilet|her dressing table||apparently|blue||ribbon|on her shoulder|has held|foolish admiration||admiration|in the mirror||isn't looking at| Isn't Mollie staring at herself in the mirror with foolish admiration, holding a blue ribbon over her shoulder, apparently taken from Miss Jones' dressing table! Mollie'yi fena halde azarlayıp evden çıktılar. Молли|||отругав||вышли Mollie|||schimpfen|| Mollie|badly|really badly|scolding|| Sie schimpften heftig mit Mollie und gingen aus dem Haus. They scolded Mollie badly and left the house. Mutfakta asılı duran jambonlar götürülüp gömüldü, bir de kilerdeki bira fıçısı Boxer'ın bir çiftesiyle parçalandı, o kadar; evde başka hiçbir şeye dokunulmadı. |висящие||окорока|унесены||||||пивная бочка|Боксера||ударом копыта|разбита на кус|||||||не тронули |||Schinken||begraben|||||fass|von Boxer||Paar|zerstört|||||||wurde nicht berührt |hanging|hanging|hams|were taken|was buried|||the one in the pantry||beer barrel|of Boxer||pair|was broken|||||||was touched Die im Küchenraum hängenden Schinken wurden weggebracht und begraben, und auch das Bierfass im Keller wurde mit einer Axt zertrümmert, das war's; im Haus wurde mit nichts anderem angerührt. The ham hanging in the kitchen was taken away and buried, and the beer keg in the cellar was smashed by a Boxer's picket, that's all; nothing else in the house was touched. Hemen oracıkta, oybirliğiyle bir karar alındı: Çiftlik evi, müze olarak korunacaktı. |прямо там|единогласно||||||||будет сохранён |sofort|einstimmig|||||||| |right there|unanimously|||was made|||museum||would be preserved Gleich dort wurde einstimmig beschlossen: Das Bauernhaus sollte als Museum erhalten bleiben. On the spot, a unanimous decision was made: The farmhouse was to be preserved as a museum. Aralarında en küçük bir düşünce ayrılığı yoktu: Bu evde hiçbir hayvan yaşamamalıydı. |||||||||||не должен был жить |||||||||||durfte nicht leben Among them||||thought|disagreement||||||should not live There was not the slightest difference of opinion between them: No animals should live in this house.

Snowball ile Napoléon, kahvaltıdan sonra hayvanları yeniden toplantıya çağırdı. |||завтрака|||||вызвал на собра |||from breakfast|||again|meeting|called بعد الإفطار، دعا سنوبول ونابليون الحيوانات إلى اجتماع آخر. After breakfast, Snowball and Napoleon called the animals back to the meeting.

"Yoldaşlar," dedi Snowball. "Comrades," said Snowball. "Saat daha altı buçuk, uzun bir gün bizi bekliyor. |||half|long|||| "It's half past six, a long day awaits us. Bugün otları biçmeye başlıyoruz. ||косить|начинаем ||mähen| |the grass|mowing|we start Today we start mowing the grass. Ama daha önce halledilecek bir işimiz var." |||будет решена||| |||zu erledigen||| |||to be done||our work| But we have some work to do beforehand."

Sonunda anlaşıldı ki iki domuz, çöpler arasında Bay Jones'un çocuklarının bir okuma kitabını bulmuş, son üç ay boyunca bu kitaptan okuma yazma öğrenmişlerdi. |||||мусор||||детей Джонса||||нашли|||||||||научились читать и писать ||||||||||||||||||||||hatten gelernt |it was understood|||pigs|the trash||||children||||had found||||for|||||they had learned It turned out that the two pigs had found a reading book for Mr. Jones' children in the garbage, from which they had learned to read and write for the past three months. Napoléon, siyah ve beyaz boya kutularını getirtti, hayvanların başına geçerek onları anayola açılan çiftlik kapısının oraya götürdü. |||||коробки с краской|принёс||||||ведущую к|||| |||||ihre Kästen||||||||||| |||white|paint|the paint boxes|had brought|of the animals|head|||to the main road|opening||of the gate||took Napoleon had cans of black and white paint brought over, and he led the animals to the farm gate that led to the main road. Snowball da (en iyi yazı yazan oydu) fırçayı iki toynağının arasına geçirip kapının en üstteki kol demirine yazılı BEYLİK ÇİFTLİK adını karaladı, yerine HAYVAN ÇİFTLİĞİ yazdı. |||||писал||кисть||копытами||пропустив|||верхний||дверной ручки|||||зачеркнул|||| |||||||die Bürste||von den Zehen|||||||Eisen|||||kritzelte|||| ||||writing|writing|he|the brush||claw||passing|||top|handle|iron||Beylik||name|scratched out|instead||FARM| Snowball (er war der beste Schriftsteller) steckte den Pinsel zwischen seine beiden Hufe und kritzelte den Namen BEYLİK ÇİFTLİK auf das obere Eisen des Türgriffes. Stattdessen schrieb er HAYVAN ÇİFTLİK. Snowball (he was the best writer) put the brush between his two hooves and scribbled the name BEYLIK FARM written on the top crossbar of the door, instead he wrote ANIMAL FARM. Çiftlik artık bu adla anılacaktı. |||именем|будет называться ||||erinnert werden |||name|would be called Der Bauernhof würde nun unter diesem Namen bekannt sein. The farm would now be called by that name. Daha sonra, çiftlik binalarına geri dönüldü; Snowball ile Napoléon bir merdiven getirtip büyük samanlığın duvarına dayadılar. |||||вернулись||||||принести||||прислонили к |||||wurde zurückgekehrt||||||||||lehnte(n) |||to their buildings|back|was returned|||||ladder|brought||barn|to the wall|they leaned Später kehrten sie zu den Bauernhausgebäuden zurück; Snowball und Napoleon ließen eine Leiter bringen und lehnten sie an die Wand der großen Scheune. Then back to the farm buildings; Snowball and Napoleon brought a ladder and set it against the wall of the great barn. Domuzlar, üç aydır sürdürdükleri çalışmalar sonucunda, Hayvancılığın temel ilkelerini yedi emirde toplamayı başarmışlardı. ||три месяца|вели|исследованиях||||||семь заповедей|собрать в сем| ||||||||||Geboten|zu sammeln|hatten geschafft Pigs||months|they had conducted|studies|as a result|Animal husbandry|fundamental|principles|seven|commandments|summarize|they had succeeded Die Schweine hatten es geschafft, die Grundsätze der Tierhaltung in sieben Geboten zusammenzufassen, als Ergebnis ihrer seit drei Monaten andauernden Arbeiten. As a result of their three months of work, the pigs had succeeded in gathering the basic principles of animal husbandry in seven commandments. Şimdi bu yedi emir duvara yazılacak, Hayvan Çiftliği'ndeki tüm hayvanlar bundan böyle hayatlarının sonuna dek bu değişmez yasalara uyacaklardı. ||||стену|будут написаны|Животное|на ферме|||||жизни их||до конца||неизменные|законам|будут следовать |||||geschrieben||auf der Farm|||||||||||würden sich anpassen |||command|the wall|will be written||on the Farm|||||lives||until||unchanging|laws|would obey Jetzt sollten diese sieben Gebote an die Wand geschrieben werden, und alle Tiere auf der Tierfabrik würden von nun an bis zum Ende ihres Lebens diesen unveränderlichen Gesetzen folgen. Now these seven commandments would be written on the wall, and all animals on Animal Farm would henceforth abide by these immutable laws for the rest of their lives. Snowball merdivene güçbela tırmandı (bir domuzun merdiven üzerinde dengesini bulması hiç de kolay değildir) ve işe koyuldu; Squealer da birkaç basamak aşağıda boya kutusunu tutuyordu. |лестницу|с трудом|||свиньи|||равновесие||||||||приступил к работе||||ступенька|||банку с краской|держал |treppe|||||||||||||||begann|||||||| |to the ladder|with great difficulty|climbed||pig|ladder|on|balance|finding||even|||||got to work||||steps|below|paint|paint can|was holding Snowball kletterte mühsam die Treppe hinauf (es ist für ein Schwein nicht gerade einfach, das Gleichgewicht auf einer Treppe zu finden) und machte sich an die Arbeit; Squealer hielt ein paar Stufen weiter unten die Farbdose fest. Snowball scrambled up the ladder (it's not easy for a pig to balance on a ladder) and got to work; Squealer was also holding the paint can a few steps down. Yedi emir, katran kaplı duvara, yirmi otuz metreden okunabilen iri beyaz harflerle yazıldı: ||дёготь|||||метров|читаемый с расстояния||||было написано ||Teer||||||lesbar|||Buchstaben| Seven|command|tar|covered|to the wall|twenty|thirty|from meters|readable|large||in letters|was written The seven commandments were written on the tar-covered wall in large white letters that could be read from twenty feet:

YEDİ EMİR SEVEN COMMANDMENTS

1\\. 1\\. İki ayak üstünde yürüyen herkesi düşman bileceksin. ||||||будешь считать ||||||wirst du halten |feet|on|walking||enemy|you will consider You will consider anyone who walks on two legs as an enemy. 2. 2. Dört ayak üstünde yürüyen ya da kanatları olan herkesi dost bileceksin. ||||||с крыльями|||| |||walking|||winged ones|having||friend|you will consider You will consider anyone who walks on all fours or has wings as a friend. 3. 3. Hiçbir hayvan giysi giymeyecek. |||не будет носить |||tragen ||clothes|will wear No animal shall wear clothes. 4. Hiçbir hayvan yatakta yatmayacak. |||не будет лежать |||wird nicht schlafen ||in bed|will not sleep No animal will sleep in the bed. 5. 5. Hiçbir hayvan içki içmeyecek. |||не будет пить |||wird nicht trinken ||alcohol|will drink No animal shall drink. 6. Hiçbir hayvan başka bir hayvanı öldürmeyecek. |||||не убьет |||||töten |||||will kill No animal shall kill another animal. 7. 7. Bütün hayvanlar eşittir. ||равны all||are All animals are equal.

Emirler büyük bir özenle yazılmıştı; "dost"un "tost" diye, s'lerden birinin de ters yazılmış olması dışında, hiçbir yazım yanlışı yoktu. приказания||||было написано||друзья|тост||из s||||||||орфография|ошибки в написании| ||||war geschrieben|||||s von|||||||||| Emirler|||carefully|was written||of|toast||s|of one||wrong|written||except|||mistake| Die Befehle waren mit großer Sorgfalt verfasst worden; abgesehen davon, dass "freund" als "toaste" und eines der s' verkehrt geschrieben war, gab es keinen Rechtschreibfehler. The orders were written with great care; There were no typos, except that "friend" was "toast" and one of the s's was reversed. Snowball, herkes anlasın diye, emirleri baştan sona yüksek sesle okudu. ||поняли||приказы||||| ||versteht||||||| ||understand||commands||||loudly|read Snowball las die Befehle laut von Anfang bis Ende vor, damit jeder sie versteht. Snowball read the orders out loud so everyone could understand. Hayvanların hepsi de kafalarını sallayarak emirler karşısında boyunlarının kıldan ince olduğunu belirttiler. |||головами|покачивая|||шеи их|волосок|||подтвердили ||||nickend|||ihre Hälse|Haar||| |all||their heads|by shaking||in the face of|their necks|thinner than hair|thin||they indicated Alle Tiere schüttelten den Kopf und zeigten, dass ihre Hälse bei den Befehlen dünn wie Haar waren. All of the animals shook their heads, indicating that their necks were thinner than hair at the orders. En akıllı olanlarıysa hemen ezberlemeye başladı. ||||запоминать| |smart|the ones||memorizing| The smartest ones immediately began to memorize.

Snowball, boya fırçasını yere atıp "Haydi yoldaşlar!" ||кисть для рисования|||| ||Pinsel|||| |paint|his paintbrush||throwing|"Come on"| “Come on, comrades!” Snowball dropped the paintbrush on the floor. diye bağırdı. |shouted he shouted. "Doğru tarlaya! |на поле |Feld to the right|the field "Right to the field! Harmanı, Jones ve adamlarından daha çabuk kaldırmanın onurunu yaşayalım." урожай|||людей Джонса|||убрать быстрее|честь|Испытаем честь Harmonie||||||heben||leben the harvest|||his men||quick|lifting|honor|let's live Let's have the honor of removing the threshing sooner than Jones and his men."

Ama tam o sırada, bir süredir gergin görünen üç inek böğürmeye başladı. ||||||||||мычать| |||||Zeit|nervös||||zu muhen| |||||for a while|nervous|looking||cows|bellowing| Aber genau in diesem Moment begannen drei Kühe, die schon eine Weile angespannt wirkten, zu muhen. But just then, three cows, who had been looking nervous for a while, began to bellow. Sütleri yirmi dört saattir sağılmamış olduğundan memeleri patladı patlayacaktı. Молоко||||неподоенное||вымя|лопнули|могли взорваться Die Milch||||gemolken||Euter|| the milk|||for twenty-four hours|not milked||teats|would burst|would burst كان ثدياها على وشك الانفجار لأنه لم يتم حلبهما لمدة أربع وعشرين ساعة. Da ihre Milch seit vierundzwanzig Stunden nicht gemolken worden war, würden ihre Euter bald platzen. Her breasts would burst as she had not been milked for twenty-four hours. Domuzlar, biraz düşündükten sonra kovaları getirttiler, ön ayakları bu işe yatkın olduğu için ustalıkla sağdılar inekleri. ||||ведра|принесли|||||склонны к|||умело|подоили| ||||||||||geeignet|||geschickt|trieben| Pigs|a little|after thinking||the buckets|they had brought|front|legs|||suitable|||skillfully|milked|the cows Die Schweine ließen, nachdem sie ein bisschen nachgedacht hatten, die Eimer bringen und melkten die Kühe geschickt, da ihre Vorderbeine dafür geeignet waren. After thinking for a while, the pigs brought the buckets and milked the cows skillfully, since their forelimbs were prone to this. Çok geçmeden kovalar köpüklü kaymaklı sütle dolmuştu; hayvanların birçoğu sütlere ağızları sulanarak bakıyorlardı. ||ведра|пенистый|с густой пеной|молоком|наполнялись||многие из животных|молоко||слюнки текли|смотрели на |||schaumig|rahmend|||||zu den Säuen||süßend| ||buckets|bubbly|cream|milk|was full||many of them|to the milks|mouths|salivating|were looking Bald war der Eimer mit schaumiger Sahne-Milch gefüllt; viele der Tiere schauten sabbernd auf die Milch. Soon the buckets were filled with frothy cream milk; many of the animals looked at the milk with their mouths watering.

İçlerinden biri, "Bu kadar süt ne olacak?" one of them||||milk|| Einer von ihnen wollte fragen: "Was wird aus so viel Milch?" One of them said, "What about all that milk?" diye soracak oldu. |собирался спросить| |to ask| er sagte. he was going to ask.

"Jones bazen yemimize süt katardı," dedi tavuklardan biri. ||наш корм||добавлял||куриц| ||Futter||||von den Hühnern| ||our feed|milk|added||from the chickens| "Jones fügte manchmal Milch zu unserem Futter hinzu," sagte eines der Hühner. “Jones would sometimes add milk to our feed,” one of the chickens said.

Bunun üzerine, Napoléon, kovaların önüne geçerek, "Sütü kafanıza takmayın, yoldaşlar!" |||преследователей||||на голову|не беспокойтесь| |||der Eimer|||die Milch||| |||of the buckets|||the milk|your heads|don't worry about| Daraufhin trat Napoleon vor die Eimer und rief: "Macht euch keine Sorgen um die Milch, Genossen!" At this, Napoleon stood in front of the buckets and said, "Don't worry about the milk, comrades!" diye bağırdı. |shouted rief er. yell. "Gereği yapılır, merak etmeyin. |будет сделано|| the necessary thing|will be done|worry|worry "Es wird das Notwendige getan, machen Sie sich keine Sorgen. "It will be done, don't worry. Hasat daha önemli. Урожай более важ|| Harvest||important Die Ernte ist wichtiger. Harvest is more important. Snowball Yoldaş başı çekecek. |Genosse|| |comrade|head|will pull Genosse Snowball wird die Führung übernehmen. Comrade Snowball will take the lead. Ben de birazdan geliyorum. ||in a little while|I am coming I'm coming soon too. İleri, yoldaşlar! Forward| Forward, comrades! Hasat bizi bekler." Урожай нас ждет.|| harvest||waits Harvest awaits us."

Hayvanlar sürü halinde tarlaya varıp hasadı kaldırmaya koyuldular. ||||прибыв|урожай|собирать урожай| |herd|in a herd|to the field|arriving|the harvest|harvest|set to The animals came to the field in flocks and began to harvest the harvest. Akşam geri döndüklerinde, sütlerin ortadan kaybolmuş olduğunu fark edeceklerdi. ||когда вернутся|молока||исчезли|||заметили бы |||Milch||||| |back|when they return|the milk|from the middle|missing|||they would notice When they returned in the evening, they would find that the milk had disappeared.