Ser tu propio jefe (con @SpanishLanguageCoach ) (1)
Sei dein eigener Chef (mit @SpanishLanguageCoach ) (1)
Be your own boss (with @SpanishLanguageCoach ) (1)
Soyez votre propre patron (avec @SpanishLanguageCoach ) (1)
Diventa il capo di te stesso (con @SpanishLanguageCoach ) (1)
Bądź swoim własnym szefem (z @SpanishLanguageCoach) (1)
Muy buenas y bienvenidos al podcast de profe de español.
|||||||teacher||
Very good and welcome to the Spanish teacher podcast.
Yo soy Miguel, ya me conocéis, y hoy
|||||you know||
tenemos un invitado súper especial.
||guest||
We have a super special guest.
Él es César y, por favor, César, preséntate tú.
|||||||introduce yourself|
Bu César ve lütfen César, kendini tanıt.
Cuéntanos.
Tell us
Tell us.
Hola Miguel, pues soy César, soy profesor de español de España, aunque estoy en Londres.
Hello Miguel, well, I'm César, I'm a Spanish teacher from Spain, although I'm in London.
Merhaba Miguel, ben César, Londra'da olmama rağmen İspanya'dan bir İspanyolca öğretmeniyim.
Vivo en
Londres desde hace... te estaba contando antes, casi diez años, ya, y mi proyecto en internet se llama
Londra için... Size daha önce de söyledim, neredeyse on yıl oldu ve internet üzerindeki projemin adı
Spanish Language Coach, donde especialmente tengo tres podcast para todos los niveles de
İspanyolca Dil Koçu, burada özellikle tüm İspanyolca seviyeleri için üç podcast'im var.
estudiantes principiantes, intermedios y avanzados, e intento que a través de los podcast, además de
beginner, intermediate and advanced students, and I try that through the podcast, in addition to
başlangıç, orta ve ileri seviyedeki öğrenciler ve podcastler aracılığıyla bunu sağlamaya çalışıyorum.
mejorar la comprensión del español, pues puedan conocer un poquito mejor el estilo de vida español,
İspanyolca anlayışlarını geliştirmek, böylece İspanyol yaşam tarzını biraz daha iyi tanıyabilmek,
algunas tradiciones... Y luego también hablo de temas que me parecen interesantes para cualquier
|traditions||||||||||||
some traditions... And then I also talk about topics that I find interesting for any
bazı gelenekler... Ayrıca herkes için ilginç olduğunu düşündüğüm konulardan da bahsediyorum
persona, así que tiene doble intención.
kişi, yani ikili bir niyeti var.
Sí, eso no lo has dicho concretamente, pero los podcast son muy buenos.
Evet, bunu özellikle söylemediniz ama podcast'ler çok iyi.
Tienes tres podcasts muy
Çok ilginç üç podcastiniz var
buenos.
Güzel.
Muchas gracias.
Çok teşekkür ederim.
Está mal que yo lo diga, ¿no?
||||es||
Es ist falsch, dass ich das sage, oder?
It's wrong for me to say so, isn't it?
Bunu söylemem yanlış, değil mi?
No sonaría muy honesto.
|würde klingen||ehrlich
|would sound||honest
Es würde nicht sehr ehrlich klingen.
Kulağa pek dürüst gelmiyor.
Pero yo sí lo puedo decir, así que perfecto.
Aber ich kann es sagen, also perfekt.
Ama bunu söyleyebilirim, yani sorun değil.
Ya tenéis algo que hacer después del vídeo.
|you have||||||
Ihr habt jetzt etwas zu tun nach dem Video.
Videodan sonra zaten yapacak bir şeyiniz var.
Pero hoy no
Ama bugün değil.
estamos aquí para hablar de podcasts, sino para hablar de lo que hacemos más allá del trabajo.
We're not here to talk about podcasts, but to talk about what we do beyond work.
Podcast'ler hakkında konuşmak için buradayız, ama iş dışında ne yaptığımız hakkında konuşmak için.
Porque
Çünkü
César también es su propio jefe, también trabaja a distancia, por lo tanto, tiene que aprender a gestionar
|||||||||||||||||verwalten
|||||||||||||||||to manage
César is also his own boss, he also works remotely, therefore he has to learn to manage
César aynı zamanda kendi işinin patronu, uzaktan da çalışıyor, bu yüzden kendi işini nasıl yöneteceğini öğrenmesi gerekiyor.
su tiempo libre, su tiempo de trabajo y todo lo que haya entre medio.
boş zamanlarında, iş zamanlarında ve aradaki her şeyde.
César, ¿tú cómo lo haces?
César, bunu nasıl yapıyorsun?
¿Cuánto
tiempo libre dedicas, seguro, a la semana para ti?
||widmest||||||
Do you dedicate free time, sure, a week to yourself?
Haftada bir gün kendinize ayırdığınız boş zamanınız var mı?
Pues, mira, Miguel, yo llevo cinco años siendo mi propio jefe y creo que todavía no he aprendido a
|||||||sein|||||||||||
Gördüğün gibi Miguel, beş yıldır kendi işimin patronuyum ve henüz ne yapacağımı öğrendiğimi sanmıyorum.
gestionar mi tiempo correctamente.
verwalten|||
manage|||
zamanımı düzgün yönetmek.
E intento, porque especialmente los primeros años donde estaba
Ve deniyorum, çünkü özellikle ilk birkaç yıl
dando clases, creando contenido y todo esto, trabajaba prácticamente de lunes a domingo y sabía que
||creating|||||I worked||||||||
dersler vermek, içerik oluşturmak ve tüm bunlar, neredeyse Pazartesi'den Pazar'a kadar çalışıyordum ve biliyordum ki
era el peaje que tenía que pagar para para conseguir los objetivos que tenía.
||Maut|||||||||||
||toll|||||||||||
hedeflerime ulaşmak için ödemem gereken bedeldi.
Ahora intento que el fin de
semana sí que sea sagrado y no trabajo, aunque siempre termino a lo mejor leyendo algún libro
||||sacré||||||||||||
||||heilig||||||||||||
||||sacred||||||||||||
Hafta kutsaldır ve çalışmam, ancak her zaman bir iki kitap okurum.
relacionado con el español, algún manual o relacionado con las redes sociales o con el marketing para
İspanyolca ile ilgili, bazıları manuel veya sosyal ağlar veya pazarlama ile ilgili
poder llegar a más estudiantes.
Entonces, al final, yo siempre digo lo mismo, ¿soy un poco esclavo de mi
|||||||||||slave||
Sonunda hep aynı şeyi söylüyorum, ben birazcık kendi hayatımın kölesi miyim?
trabajo?
Pues creo que sí, pero es que en realidad me gusta mucho lo que hago.
Sanırım öyle, ama yaptığım işi gerçekten seviyorum.
Entonces, a veces no
se siente como trabajo, pero aun así, obviamente, muchas de las actividades que hacemos requieren un
||||||||||||||they require|
iş gibi geliyor, ancak yine de yaptığımız pek çok faaliyetin çok fazla çalışma gerektirdiği açık.
esfuerzo intelectual grande y físico también.
büyük bir entelektüel ve fiziksel çaba da gerektirir.
Entonces, pues a veces hay que ponerse freno y marcar un
||||||sich setzen|Freno|||
|||||||brake||set a limit|
Bu yüzden bazen frene basmanız ve
poco los horarios, pero la verdad es que todavía no he aprendido a hacerlo correctamente.
||schedules||||||||||||
Henüz nasıl düzgün yapılacağını öğrenemedim.
Lo comprendo y yo por supuesto, que tengo mucha menos experiencia en esto... O sea, estoy todavía un
Bunu anlıyorum ve tabii ki bu konuda çok daha az deneyimi olan ben... Yani, ben hala bir
poquito lejos de ese punto.
o noktadan biraz uzakta.
Aunque también he de decir que el grueso de mi trabajo, el trabajo más
|||||||thick||||||
Ancak şunu da söylemeliyim ki işimin büyük bir kısmı, yaptığım en önemli iş, yaptığım iştir.
pesado, lo hago de lunes a viernes y es además gradual.
heavy||||||||||gradual
Pazartesi'den Cuma'ya kadar yapıyorum ve bu da kademeli oluyor.
O sea, mi lunes es tranquilito, mi martes es
|||||ruhig|||
|||||a little quiet||Tuesday|
Başka bir deyişle, pazartesi günüm sakin, salı günüm
intenso, mi miércoles es jodido, jueves más tranquilo, viernes bastante relajado, sábado y domingo: lo
||||pourri||||||||||
||||fucked up|Thursday||||||Saturday|||it
||||verdammt|Donnerstag|||||||||
Çarşamba zor, Perşembe daha rahat, Cuma oldukça rahat, Cumartesi ve Pazar: haftanın en iyisi.
justo.
Intento aprovechar el sábado y el domingo para no dar clases.
|nutzen|||||||||
|to take advantage of|||||Sunday||||
Ders vermekten kaçınmak için Cumartesi ve Pazar günlerinden yararlanmaya çalışıyorum.
Eso sí que es algo innegociable.
|||||unverhandelbar
|||||non-negotiable
Bu pazarlığa açık bir konu değildir.
Lo
he aprendido gracias a otras personas.
Diğer insanlardan öğrendim.
No... Nunca he dado clase sábado y domingo, pero intento
Hayır... Cumartesi ve Pazar günleri hiç ders vermedim ama
aprovechar esos días para crear contenido si me siento inspirado, entonces... Sobre todo, aprovecho los
nutzen||||||||||||||
to take advantage of|||||content||||inspired||||I take advantage|
İlham geldiğini hissedersem.... içerik oluşturmak için o günlerden yararlanıyorum. Hepsinden öte, şu avantajlardan yararlanıyorum
momentos en los que mi cerebro trabaja "gratis" para apuntar todas las ideas y el sábado y el domingo,
|||||||||notieren|||||||||
|||||||||to jot down|||||||||
Beynimin tüm fikirleri yazmak için "bedava" çalıştığı anlar ve Cumartesi ve Pazar günleri,
ejecutarlas.
ausführen
execute them
onları infaz et.
Claro.
Tabii ki.
Además, esto que has dicho creo que es muy importante.
Dahası, söylediklerinizin çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Al final, la creación de contenido para
Sonunda, aşağıdakiler için içerik oluşturulması
redes sociales, con cada red social tiene una personalidad diferente y de verdad es que requiere
sosyal ağlar, her sosyal ağın farklı bir kişiliğe sahip olması ve gerçekten
inspiración.
inspiration
İlham.
O sea, no es simplemente explicar pues el contraste entre indefinido e imperfecto como si
||||||||contrast||undefined||||
Yani, belirsiz ve kusurlu arasındaki karşıtlığı basitçe şu şekilde açıklamak mümkün değildir
estuvieras en una academia.
you were|||academy
bir akademideydin.
Tienes que hacerlo interesante, tienes que crear una narrativa, tienes que
||||||||Erzählung||
||||||||narrative||
İlginç hale getirmek zorundasınız, bir anlatı oluşturmak zorundasınız.
aplicar el storytelling... Tienes que hacer un montón de cosas que necesitas un cierto grado de
||Storytelling|||||||||||||
apply||||||||||||||degree of|
hikaye anlatıcılığını uygulayın. Belirli bir dereceye kadar ihtiyaç duyduğunuz birçok şeyi yapmak zorundasınız.
inspiración, ingenio, creatividad y que no siempre están presentes.
|Einfallsreichtum|||||||
|ingenuity|creativity||||||
ilham, ustalık, yaratıcılık ve bunlar her zaman mevcut değildir.
Entonces, muchas veces sí que me
Yani, birçok kez yapıyorum
pasa que a lo mejor no estoy trabajando o estoy en el gimnasio... Cuando estoy haciendo deporte es un
Belki de çalışmıyorum ya da spor salonundayım... Spor yaptığım zaman
momento, yo creo que imagino que es porque el cerebro también se activa donde me vienen un montón
an, sanırım beynimin de aktive olması nedeniyle çok fazla
de ideas.
Entonces tengo una app en el móvil que se llama... Creo que es Evernote o algo así.
||||||mobile||||||||||
Telefonumda.... adında bir uygulama var. Sanırım Evernote gibi bir şey.
Sí la conozco.
Bunu biliyorum.
No, no, ese ya no lo uso.
Hayır, hayır, artık onu kullanmıyorum.
Notion.
Notion
Concept or idea
Kavram.
Ahora uso Notion, que me gusta mucho, y ahí me apunto todas las
Şu anda çok sevdiğim Notion'u kullanıyorum ve tüm yazdıklarımı oraya yazıyorum.
ideas porque me vienen: "podría hacerlo".
fikirler bana geliyor: "Bunu yapabilirim".
A ver, que luego no hago ni un 10% de lo que pienso.
Bakalım, düşündüklerimin %10'unu bile yapmıyorum.
Pero
bueno, yo apunto las ideas de ahí para el futuro y para cuando se me acaben las ideas.
||schreibe auf|||||||||||||ausgehen||
||I jot down|||||||||||||run out||
Gelecek için ve fikirlerim tükendiğinde kullanmak üzere oradan fikirler alacağım.
Sí, pues yo hago lo mismo, pero en la aplicación de notas de Google, no me...
Evet, ben de aynı şeyi yapıyorum ama Google notlar uygulamasında...
Da igual el lugar, pero eso sí, no perderlo.
||||||||es verlieren
||||||||lose it
No perderlo.
|verlieren
Sí, pues yo, fíjate, a mí me pasa al revés.
|||schau mal||||||
Si estoy entrenando es cuando no pienso ni se me pasa por la
||training||||||||||
Eğer antrenman yapıyorsam, bunu düşünmediğim ya da aklıma getirmediğim zamanlardır.
cabeza nada.
También, di que esa... Es mi mayor hobby.
|say||||||
Bir de şunu söyle. benim en büyük hobim.
O sea, es lo que más... Después de mi trabajo,
Başka bir deyişle, bu en... İşimden sonra,
es a lo que más tiempo le dedico, lo que más me gusta.
|||||||widme|||||
|||||||I dedicate|||||
en çok zaman harcadığım, en çok sevdiğim şeydir.
Entonces como que ese momento lo respeto
Bu yüzden o ana saygı duyuyorum.
mucho, pero más allá de eso, pf.
||||||please forgive
çok, ama bunun ötesinde, pf.
Voy dándome un paseo por la calle, cualquier idea: "Hostia esto, ah,
|gönnend||||||||||
|giving myself||||||||Holy shit||
Sokakta yürüyorum, herhangi bir fikrim var: "Ah, bu, ah,
cómo se dice, fíjate.
Ah, pues para esto tenemos tres palabras y en inglés solo tienen una.
||||we have||||||||
Ah, bunun için üç kelimemiz var ve İngilizcede sadece bir tane var.
Voy a hacer
un vídeo de esto".
Claro, claro, es que además es que, es... con la enseñanza del español como lengua extranjera, es que
||||||||||Unterricht|||||||
||||||||||teaching|||||||
Tabii ki, tabii ki, bu aynı zamanda... İspanyolcanın yabancı dil olarak öğretilmesiyle birlikte, bu
es ilimitado lo que puedes enseñar.
|unlimited||||
öğretebileceklerinizin bir sınırı yoktur.
Cualquier cosa de la vida cotidiana puede ser enseñable,
||||||||lehrbar
|||||everyday|||teachable
Günlük hayattaki her şey öğretilebilir,
Exacto.
Aynen öyle.
Y por lo que has dicho, de entrenar y no tener inspiración, ahora estoy pensando y es verdad, yo
|||||||to train||||inspiration|||thinking||||
Eğitim ve ilham almamak hakkında söyledikleriniz yüzünden, şimdi düşünüyorum ve bu doğru, ben
entreno... Intento entrar cuatro veces a la semana, dos de ellas con un entrenador y las otras dos, yo
trainiere|||||||||||||Trainer|||||
I train||||||||||||||||||
Antrenman yapıyorum. Haftada dört kez gelmeye çalışıyorum, bunların ikisini bir antrenörle, diğer ikisini de kendim yapmaya çalışıyorum.
solo.
Cuando estoy yo solo es cuando puedo pensar, pero cuando entreno con él es que no tengo tiempo
||||||||||trainiere|||||||
||||||||||I train|||||||
Kendi başımayken düşünebiliyorum ama onunla antrenman yaparken zamanım olmuyor.
ni de pensar.
ya da düşünmek için.
Y yo siempre le digo a él "es que es como si estuviera meditando", porque es que no me da
|||||||||||||meditiert||||||
|||||||||||||meditating||||||
Ben de ona hep "sanki meditasyon yapıyorum" diyorum, çünkü anlamıyorum.
tiempo ni a pensar.
Düşünmek için zaman.
Estoy tan cansado, estoy tan... Me lleva tan al límite que es, de verdad, como una
||müde|||||||||||||
Çok yorgunum, çok... Beni o kadar uçurumun kenarına itiyor ki
sesión de mindfulness de una hora.
session||mindfulness|||
bir saatlik farkındalık seansı.
Que estás concentrado en lo que estás haciendo, ¿no?
||focused||||||
Yaptığın şeye odaklanıyorsun, değil mi?
Sí, sí.
Sí.
Literalmente no puedes escapar de ese momento.
O andan gerçekten kaçamazsınız.
Sí, sí, sí.
Evet, evet, evet.
Es lo que más me gusta de poder hacer un entrenamiento tan, tan intenso: no pensar, que está
Böylesine yoğun bir antrenman yapabilmenin en çok hoşuma giden yanı da bu: düşünmemek
muy bien.
çok iyi.
¿Y qué entrenas?
||trainierst
||you train
Peki ne eğitiyorsun?
Por curiosidad.
Meraktan soruyorum.
Voy al gimnasio.
Spor salonuna gidiyorum.
O sea, pesas y...
||Gewichte|
Yani, ağırlıklar ve...
Levantamiento de pesas.
Heben||Gewichte
Lifting||weights
Halter.
Sí, sí, vale.
Evet, evet, tamam.
¿Cómo se dice?
Ne diyorsun?
¿Levantamiento de pesas?
Halter mi?
¿Fitness?
Fitness
Fitness
Fitness mı?
La verdad es que no... Yo creo que... Ir al gym ya es...
||ist||||||||||
||||||||||gym||
Die Wahrheit ist, dass ich nicht... Ich glaube, dass... Ins Fitnessstudio zu gehen, ist bereits...
Pek sayılmaz. Bence... Spor salonuna gitmek zaten...
Ir al gimnasio, entrenar... O sea, sí.
Ins Fitnessstudio gehen, trainieren... Also, ja.
Spor salonuna gitmek, antrenman yapmak. Yani, evet.
Voy al gimnasio y levanto pesas y hago máquinas y esas cosas para
|||||Gewichte|||||||
||||I lift||||||||
Ich gehe ins Fitnessstudio, hebe Gewichte und mache Geräte und solche Sachen, um
Spor salonuna gidip ağırlık kaldırıyorum, makineler kullanıyorum ve bunun gibi şeyler yapıyorum.
ganar masa muscular, porque ya tengo una edad.
||muscular|||||
kas kütlesi kazanmak, çünkü yaşım tutuyor.
No soy tan joven como tú.
Ben senin kadar genç değilim.
Tengo un poco de
Biraz var.
escoliosis, lo que me da un montón de dolor de espalda al trabajar tantas horas sentado.
Skoliose|||||||||||||||
scoliosis||||||||||back|||||sitting
Skolyozum var ve saatlerce oturarak çalıştığım için çok fazla sırt ağrısı çekiyorum.
Horrible, se nota muchísimo.
Korkunç, çok belirgin.
Sí.
Evet.
Sisisisisi.
Sisisisisi
Sisisisisi
Sisisisisi.
Y... Ir al gimnasio me ha aliviado.
||||||soulage
||||||relieved
||||||erleichtert
Y... Spor salonuna gitmek beni rahatlattı.
Bueno, de hecho es que mi dolor de espalda ha
Aslında, sırt ağrılarım
desaparecido por completo.
missing||
tamamen kayboldu.
O sea que estoy súper contento.
Bu yüzden çok mutluyum.
Súper bien.
Çok iyi.
Sí, ya sabes que no lo puedes dejar nunca.
|||dass|||||
Ja, du weißt schon, dass du es niemals aufgeben kannst.
Evet, asla duramayacağını biliyorsun.
No, no, desde luego.
Nein, nein, auf jeden Fall.
Hayır, hayır, tabii ki değil.
Muy bien.
Sehr gut.
Çok iyi.
Y aparte de entrenar, yo también intento, para no estar todo el día pegado a la silla y con la
||||||||||||||||chair|||
espalda comprimida, intento caminar como mínimo una hora al día... Intento sacarla de donde sea.
|komprimiert||||||||||sie herauszubekommen|||
back|compressed||||||||||to get it out|||
komprimierter Rücken, ich versuche mindestens eine Stunde am Tag zu laufen... Ich versuche sie von wo auch immer herauszuholen.
Günde en az bir saat yürümeye çalışıyorum. Yapabildiğim her yerde dışarı çıkarmaya çalışıyorum.
Si
Ja
Evet
tiene que ser por la noche, pues es por la noche.
es muss nachts sein, denn es ist nachts.
akşam olmak zorunda, çünkü akşam oldu.
Es mucho una hora al día, wow.
Günde bir saat, vay canına.
Sí, sí, sí.
Evet, evet, evet.
Pero es que si no... Es que yo antes caminaba muchísimo, cuando vivía en República Checa,
|||||||||ging||||||
Ama bunun dışında... Çek Cumhuriyeti'nde yaşarken çok yürürdüm,
tenía... No creaba contenido.
vardı. İçerik oluşturmadı.
Entonces, todas las horas que no daba clase, para mí.
Yani, ders vermediğim tüm saatler benim için.
Y, pues, andaba dos
Ve böylece, o iki yürüyordu
horas, dos horas y media todos los días, porque me encanta.
saat, her gün iki buçuk saat, çünkü seviyorum.
Pero y una pregunta, andas, ¿andas tú solo, andas con alguien?
||||gehst|gehst|||||
||||are you going||||are you going||
Ama bir soru, yürüyor musunuz, yalnız mı yürüyorsunuz, biriyle mi yürüyorsunuz?
Tú solo.
Yalnız sen.
¿Y andas sin escuchar nada o
Ve hiçbir şey dinlemeden mi dolaşıyorsunuz yoksa
vas escuchando música o...?
Müzik mi dinliyorsun yoksa...?
Pues aprovecho mis paseos para llamar a gente que normalmente está en otros países.
|nutze||Spaziergänge||||||||||
I take advantage of my walks to call people who are usually in other countries.
Genellikle başka ülkelerde olan insanları aramak için yürüyüşlerimden yararlanıyorum.
Cuando estaba
Ben yaşımdayken
en República Checa llamaba a los españoles cuando he estado, cuando estoy en España, pues llamo a
|||hatte angerufen||||||bin|||||||
Çek Cumhuriyeti'ndeyken İspanyolları aradım, İspanya'ya gittiğimde
los checos y así me entretengo.
|||||unterhalte
|Czechs||||I entertain myself
Çekler ve bu yüzden eğleniyorum.
Y si no, pues escucho música y ya está.
||||I listen||||
Olmazsa da müzik dinliyorum, o kadar.
Vale, vale.
TAMAM, TAMAM.
Yo es que he intentado esto que dicen de salir a pasear, pero sin ningún tipo de estímulo.
|||||||||||to walk||||||stimulus
Yürüyüşe çıkmakla ilgili söylenenleri denedim ama herhangi bir uyarıcı olmadan.
Simplemente pasear por la naturaleza.
|spazieren|||
Sadece doğada gezinmek.
Bueno, en un parque de Londres.
Londra'da bir parkta.
Pero es que me aburro si me
||||langweilen||
Ama ben sıkılıyorum
voy solo.
Siempre estoy, y es una de las cosas de las que hablo a veces en el podcast, siempre estoy
Ben her zaman, bazen podcast'te bahsettiğim şeylerden biri de bu, ben her zaman, ben her zaman...
estimulado.
stimulated
stimulated
uyarıldı.
O sea, yo nunca, nunca estoy no haciendo nada.
|||||||tun|
Yani, ben asla ve asla hiçbir şey yapmıyorum.
Y si estoy haciendo algo y estoy yo solo,
Ve eğer bir şey yapıyorsam ve tek başımaysam,
que no estoy hablando con otra persona, necesito tener los auriculares y estar escuchando música o un
||||||||||Kopfhörer||||||
||||||||||headphones||||||
Başka biriyle konuşmuyorsam, kulaklığımı takıp müzik ya da bir şeyler dinlemem gerekir.
podcast.
Si no, me agobio.
|||überwältigen
|||overwhelm
Aksi takdirde, bunalıyorum.
Es como: "Ostras, nunca me aburro".
||Wow|||
"Vay canına, hiç sıkılmıyorum" gibi.
Y eso también creo que genera un
Ve bu da, bence, bir
poquito de fatiga mental, el estar continuamente estimulado.
||fatigue|||||
biraz zihinsel yorgunluk, sürekli uyarılma.
Absolutamente.
Kesinlikle.
Además, yo creo que los creadores de contenido consumimos muchísimo contenido,
|||||creators|||we consume||
Ayrıca, biz içerik oluşturucuların çok fazla içerik tükettiğini düşünüyorum,
pero de otra manera, porque yo lo he notado un montón.
ama farklı bir şekilde, çünkü bunu çok fark ettim.
En este año no veo los vídeos de los demás de
Bu yıl diğerlerinin videolarını izlemiyorum
la misma forma que antes.
daha önce olduğu gibi.
Ahora pienso: "Hostia, ¡qué buena luz tiene este tío!
Şimdi düşünüyorum: "Vay canına, bu adamın ne harika bir ışığı var!
Fíjate, se ha puesto muy
schau mal||||
Bak, bu çok oldu
cerca la cámara, ¡qué bien se le oye!"
kameraya yakın, onu ne kadar iyi duyabiliyorsunuz".
O a veces digo "este vídeo no aporta nada".
|||||||trägt bei|
|||||||adds|
Ya da bazen "bu video hiçbir şey katmıyor" diyorum.
Claro, lo analizas mucho más.
||you analyze||
Tabii ki çok daha fazla analiz ediyorsunuz.
Claro.
Tabii ki.
Entonces es como... Bueno, intento ahorrarme esas cosas cuando voy a pasear.
|||||m'épargner||||||
|||||save myself||||||
|||||||||||spazieren
Yani şey gibi. Yürüyüşe çıktığımda kendimi bu şeylerden uzak tutmaya çalışıyorum.
Intento no abrir
Açmamaya çalışıyorum
Instagram para nada.
Hiçbir şey için Instagram.
Es trabajo.
Sí, sí, totalmente.
Evet, evet, kesinlikle.
Totalmente.
Ver vídeos, ¿quién me iba a decir, eh?
Y, te pasa también lo contrario,
Bunun tam tersi de doğrudur,
que por supuesto, echar el freno es difícil cuando te gusta lo que haces, pero ¿te pasa lo contrario que
|||ziehen||Bremse||||||||||||||
Elbette, yaptığınız işi sevdiğinizde frene basmak zordur, ancak sizin için durum tam tersi mi?
alguna vez tienes una época de "necesito vacaciones y me las puedo coger, así que... paz", y necesitas
|||||||||||kann||||||
Hast du jemals eine Zeit, in der du sagst: "Ich brauche Urlaub und ich kann ihn nehmen, also... Frieden"? Und du brauchst...
"Tatile ihtiyacım var ve bunu yapabilirim, bu yüzden... barış" gibi bir döneminiz oldu mu?
forzarte otra vez?
dich zwingen||
to force yourself||
Yine mi kendini zorluyorsun?
Sí.
Evet.
A ver, creo que es muy difícil mantener el mismo nivel de motivación, pero es que en cualquier
Bence aynı motivasyon seviyesini korumak çok zor, ama her halükarda aynı motivasyon seviyesini korumak çok zor.
proyecto.
proje.
O sea, ni con tu trabajo, aunque seas autónomo o tengas tu propia empresa, proyecto... Ni
||||||||self-employed|||||||
Yani işinizde bile değil, serbest meslek sahibi olsanız veya kendi şirketiniz, projeniz olsa bile... Ne de
con, por ejemplo, yendo al gimnasio, hay semanas que estoy muy motivado y semanas que estoy menos
|||gehen|||||||||||||
Örneğin spor salonuna gitme konusunda çok motive olduğum haftalar da oluyor, daha az motive olduğum haftalar da.
motivado.
motive edilmiş.
Pero incluso en una relación de pareja, pues no son... Hay ciclos.
||||||||||es gibt|
Entonces, simplemente no
Yani, sadece yapma
puedes depender únicamente de la motivación y sabes que hay personas que dependen de ti.
|to depend|||||||||||||
sadece motivasyona güvenebilirsiniz ve size güvenen insanlar olduğunu bilirsiniz.
En el caso
Bu durumda
de nuestro trabajo, porque tenemos estudiantes, tenemos personas a las que les gusta lo que hacemos y
eso también es un motivador externo para decir "bueno, la verdad no me apetece a lo mejor esta
|||||||||||||appetitlich||||
|||||external||||||||||||
Bu aynı zamanda dışsal bir motivasyon kaynağıdır.
semana... No estoy muy inspirado, pero voy a sacar inspiración de donde sea para hacer algo lo mejor
||||||||holen|||||||||
hafta... Pek ilham almadım ama daha iyi bir şeyler yapmak için her yerden ilham alacağım.
posible".
Entonces, es verdad que como es un trabajo bastante... que recibes mucho el feedback de las
Yani, bu oldukça zor bir iş olduğu için... çalışanlardan çok fazla geri bildirim aldığınız doğru.
personas, es bastante reconfortante en ese sentido... Y prácticamente todos los días recibo algún email
|||tröstlich|||||||||||
|||comforting|||||||||||correo electrónico
insanlar, bu anlamda oldukça rahatlatıcı.... Ve neredeyse her gün bir e-posta alıyorum
de gente que escucha el podcast y son emails preciosos de gente que de verdad lo aprecia muchísimo y
||||||||||||||||schätzt||
Podcast'i dinleyen insanlardan gelen çok güzel e-postalar var ve bunlar gerçekten çok takdir eden insanlardan geliyor.
le gusta mi trabajo, pues eso siempre es un motivador externo que me hace venir arriba.
İşimi seviyor, çünkü bu her zaman beni ortaya çıkaran bir dış motivasyon kaynağıdır.
Decir "Va, ponte
"Hadi, giy şunu" diyerek
las pilas, César, y al toro".
|batteries||||
the batteries, César, and to the bull".
Totalmente, totalmente.
Kesinlikle, kesinlikle.
Yo tengo un sentido de la responsabilidad muy grande.
Çok güçlü bir sorumluluk duygusuna sahibim.
Enseguida pienso
sofort|
"Hostia, esto... Es que esto lo tengo que hacer".
"Holy shit, this... I have to do this.
Claro.
Y, motivado o no, lo haré.
Entonces, en ese sentido no me cuesta.
||||||fällt es mir schwer
O sea, bueno, me cuesta lo mismo
||||kostet||
que a todos, pero quiero decir que no remoloneo.
||||||||traîne
||||||||I'm not dragging my feet.
||||||||herumtrödeln
Ama şunu söylemek isterim ki, tembellik etmiyorum.
O sea, ¿que a las cuatro hay que grabar el vídeo y a
las cinco hay que subirlo?
||||to raise it
Pues a las cuatro va a estar grabado y a las cinco va a estar subido.
¿A lo